Hazırlayan: Mahmut Boyuneğmez
Engels'in 16. yüzyılda
Almanya'daki Reformu ve köylüler savaşını incelediği eserin adı, Köylüler
Savaşı’dır. Engels
yedi bölümden oluşan bu incelemesini, Londra’da 1850 yazında kaleme alır.
1848-49 Alman devrimi, karşı-devrimle sonlanmıştır. Alman
Köylüler Savaşı ilk olarak
1850 yılında Marx’ın yönettiği Yeni Ren Gazetesi (Neue
Rheinische Zeitung. Politisch-ökonomische Revue), no: 5-6’da yayınlanır. Engels’in
bu incelemesinde köylü ayaklanmalarının seyrini anlatmak için kullandığı
kaynak, Alman tarihçi W. Zimmermann’ın Allgemeine Geschichte des grossen
Bauernkrieges, Stuttgart (1841-1843) adlı eseridir. Engels çalışmasında, 1525 Alman
devriminin gelişimini inceler. Almanya’daki köylüler savaşının ve Reform’un
içerdiği ideolojik ve politik mücadelelerin, toplumsal-sınıfsal kökenlerini
araştıran Engels, dinsel biçimlere sahip muhalif görüşlerin, hangi sınıfların
istemlerini yansıttığını açıklar. Engels’in bu tarih araştırmasını yapmasını güdeleyen,
1848-49 Alman devriminin yenilgisiyle başlayan siyasal durgunluk evresinde,
Alman halkının devrimci geleneğini hatırlatma isteğidir.
Engels çalışmasında ne yaptığını şu şekilde açıklar:
“Benim açıklamam, savaşımın tarihsel
akışını ancak kalın çizgileri içinde şöyle bir çizerek, Köylüler Savaşının
kökenini, bu savaşa katılan çeşitli partiler tarafından alınan konumları, bu
partilerin davranışlarını açıklamak için başvurdukları siyasal ve dinsel
teorileri ve son olarak savaşımın sonucunu, sınıfların toplumsal yaşamının
tarihsel koşullarının zorunlu sonuçları olarak göstermeye çalışır. Başka bir
deyişle ben, Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların,
çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, meta ve
para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri
değil ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım. Tarihin tek materyalist
görüşü olan bu görüş, benden değil Marx’tan gelir (…)” (s.12)
Engels 16. yy.’da gerçekleşen Köylüler Savaşını ve Reform hareketini,
Almanya topraklarındaki ilk burjuva devrim olarak yorumlar. Bu hareketler
anti-feodal niteliktedir. Bu tarihte kentli burjuvazi, oluşumunun ilk
aşamasındadır ve köylüler savaşının yenilgisinin bir nedeni, Alman kent
burjuvazisinin haince tavrıdır. İlk burjuva devriminin itici gücünü köylüler ve
proletaryanın öncülü kentli halk tabakası (plebejer) oluşturmaktadır. Devrimci
hareketin dağınıklığı, ezilen kitlelerin örgütlenmesinde merkezileşmenin
olmayışı, köylüler savaşının yenilgisinin temel nedenidir. Burjuvalar, köylüler
ve halk tabakası ulusal bir eylem birliğine sahip değildir.
Engels 1525 Alman devrimi ile 1848-49 Alman devrimi arasında şu
benzerliklerin olduğunu belirtir: 1) Çeşitli yerel ayaklanmalar, aynı prensler
ordusu tarafından ezilir. 2) Her iki devrimci süreçte kent burjuvazisinin
davranışı benzerdir.[i]
Bu girizgâhtan sonra, Engels’in Reform hareketi ve Köylüler Savaşı’na
ilişkin saptamalarını özetlemek yararlı olacaktır. Bunu yaparken Engels’in
üzerinde durduğu tarihsel olayların bütün ayrıntılarına girmeyeceğimizi
belirtelim:
16. yy.’da Almanya’nın durumuna bakalım. 14. ve 15. Yy.’da Almanya’da lonca
sanayisi gelişir. 16. yy.’da yünlü ve keten dokuma sanayi yaygınlaşmıştır.
Dokuma sanayinin yanı sıra cevahirciler, heykelciler, taş yontucular, bakır ve
ağaç gravürcüler, zırhçılar, madalyacılar ve tornacıların sanayileri de
gelişmiştir. Barut ve matbaanın Avrupa’da belirişi, sanayinin gelişimine
katkıda bulunur. Sanayi yanı sıra ticaret de genişler. Hindistan’dan gelen
ticaret yolu, Almanya’dan geçmeye devam etmektedir. Almanya’da hammadde üretimi
de gelişmiştir. Alman madenciler 15.yy.’da dünyanın en usta madencileridir.
Kentlerin gelişmesi, tarımı ortaçağ barbarlığından kurtarmıştır. Geniş
topraklar tarıma açılır; yabancı ülkelerden getirilen bitkiler ekilir.
Bütün bunlar olsa da, Almanya’nın üretimindeki gelişim, diğer ülkelerin
üretimindeki gelişimin gerisinde kalır. Almanya’nın tarımı, İngiltere ve
Hollanda’nın tarımından geridir. Sanayisi İngiliz, İtalyan ve Flaman
sanayisinden geridir. Deniz ticaretinde İngilizler ve Hollandalılar, Almanları
yenmeye başlamıştır. Almanya’da nüfus dağınıktır; az sayıdaki sanayi ve ticaret
merkezine uygarlık serpilmiş durumdadır. Bu merkezler arasında ilişkiler çok
azdır. Güney, kuzeyden başka ticari ilişkilere ve sürüm yerlerine sahiptir.
Doğu ve batı, hemen her türlü dolaşımın dışındadır. Hiçbir kent, sanayi ve
ticaret merkezi konumunda değildir. Ticaret yolları azdır. Küçük kentler
ortaçağ sonunun yaşama koşulları içerisindedir; bunlar çok az ihraç malı üretir
ve çok az miktarda dışarıdan gelen ürün tüketir. Kırda sadece soylular daha
geniş çevrelerle ve yeni gereksinimlerle ilişkidedir; köylüler dar yerel
ilişkilere sahiptir.
İngiltere ve Fransa’da sanayi ve ticaretin gelişmesi, siyasal merkezileşme
sonucunu doğurur. Fakat Almanya’da merkezileşme yerel merkezler yöresinde,
eyaletler düzeyinde gerçekleşir. Feodal imparatorluk, prensler arasında
parçalanır. İmparatorluk yönetimi, yetkilerini giderek yitirmektedir. Dağılmış
merkezileşme, prenslerin yararınadır.
Ortaçağdan kalma sınıfların durumu değişir ve yeni sınıflar belirir.
Prensler, yüksek soylular arasından çıkarlar. Prensler, imparatordan hemen
tamamen bağımsız durumdadır. Savaş ve barış yapmak, sürekli ordu beslemek,
parlamentolar toplamak ve vergiler koymak, bu prenslerin kendi başına yaptığı
işlerdir. Prensler, küçük soyluları ve kentlerin büyük bölümünü iktidarları
altına almışlardır. İmparatorluğa bağlı olan diğer kentleri ve baronlukları
kendi topraklarına katmaya çalışırlar. Prenslerin, imparatorluk iktidarı
karşısında desantralize edici, kentler ve baronluklar içinse merkezileştirici
etkileri vardır. Prenslerin yönetimi keyfidir. Zümre (états) temsilcilerini zor
durumda kaldıklarında toplantıya çağırıyorlar; bunların vergi oylama hakkı
seyrek olarak tanınıyor, daha seyrek olarak uygulanıyor. Şövalyeler ve din
adamları vergiden muaftır, fakat vergilerden paylarını alıyorlar. Prenslerin
paraya olan ihtiyacı, sarayların genişlemesi ve lüksünün artmasıyla, sürekli
orduların kurulmasıyla, artan yönetim harcamalarıyla birlikte artmaktadır.
Vergi yükü köylülerin, şövalyelerin angaryacıları, serfleri ve
yarıcı-kiracıları (tenanciers) üzerindedir. Vergiler giderek ağırlaşır. Kentler
çoğu kez vergilerden muaftılar. Doğrudan vergiler yetmediğinde dolaylı vergilere
başvurulmaktadır. Hazine açıklarını kapatmak için rehine veriliyor, özgür
imparatorluk kentlerinden borç alınıyor, fakat bunlar yapılamadığında kalp para
basılıyor, dolaşım oranları saptanıyor. Ayrıcalıkların ticareti yapılıyor;
prensler bunları zorla geri alıp, daha yüksek fiyata yeniden satıyor. Adalet
sistemi de prenslere, onun yargıçlarına ve diğer görevlilerine parasal gelir
getiriyor.
Prensler ile imparatorluk soyluluğu arasında sürekli anlaşmazlık var.
Vassale olan soylular, imparatorluk soyluları olmaya çabalıyor, imparatorluk
soyluluğuysa bağımsızlığını korumaya çalışıyor.
Orta soyluluk hemen tamamen kaybolmuştur; bazıları prens olmuşsa da,
diğerleri küçük soylular olur. Küçük soylular, şövalyelerdir. Askeri tekniğin
gelişmesi, piyadenin artan rolü ve ateşli silahlardaki gelişme, şövalyelerin
askeri önemini azaltmıştır; üstelik bunlar şatoların zapt edilmezliğine son
vermiştir. Küçük soyluların=şövalyelerin büyük bölümü, prenslerin hizmetinde
yaşıyor, başka bir bölümü prenslere bağlı ve bağımlı, azınlığıysa imparatorluğa
bağımlı bulunuyor. Şövalyelerin ve baronların gelir kaynakları artmıyor ya da
çok az artarken, silah fiyatları, şatolardaki lüks, şenliklerin harcamaları
artmaktadır. Baronlar ve şövalyeler için yağma ve haraçlar, büyük yollarda eşkıyalık
ve özel savaşlar zamanla tehlikeli duruma gelmiştir. Böylece orta ve küçük
soyluluk yok olmaktadır.
Senyörler de prenslerin yöntemlerine başvurmak zorunda kalırlar. Köylülerin
soylular tarafından sömürüsü giderek ağırlaşır. Serfler ve angaryacılar iyice
ezilirler. Angaryalar, vergiler, yükümlülükler, toprak işleme hakları,
mallarını kullanma hakkı vb… keyfi biçimde artırılır. Adalet uygulanmıyor ya da
satılıyor. Şövalyeler köylülerden para sızdırma yolu kalmadığında, onları hapse
atıyor ve özgürlüğünü satın almaya zorluyor.
Şövalyeler=küçük soylular, diğer zümrelerle iyi geçinemiyor. Kendilerine
gereksiz görünen din adamları zümresinin büyük topraklarına, bekârlık ve kilise
yasası yüzünden bölünemeyen engin zenginliklerine istekli bir gözle bakıyorlar.
Şövalyeler kentlere borçlu ve onların topraklarını yağmalıyor, tüccarların
yolunu kesip soyuyor, savaşlarda tutsak edilen sakinlerini haraca kesiyorlar.
Kısacası şövalyeler parasal sıkıntı içerisindeler.
Matbaanın bulunması ve ticari ilişkilerin genişlemesi, din adamları
zümresinin (clérgé) elinden okuma-yazma tekelini, yüksek kültür tekelini alır.
İşbölümü entelektüel alanda da kendini gösterir. Din adamları zümresi, yeni
hukukçular kastı tarafından bir dizi son derecede etkin görevden
uzaklaştırılır. Bu zümre giderek gereksiz hale geliyor, fakat sızdırdıkları
zenginlikler sayesinde kalabalıklaşıyor.
Din adamları içinde iki grup var: Feodal kilise hiyerarşisi, aristokrattır;
piskoposlar, başpiskoposlar, manastır başpapazları, manastır başkanları ve
öteki yüksek papazlar. Bunlar imparatorluk prenslerinin ya da diğer prenslerin
süzeranitesi (metbuluğu) altında, geniş toprakların ve buralardaki serflerin,
angaryacıların egemeni olan feodal beylerdir. Prensler ve soylular gibi, din
adamlarının aristokratik bölümü, uyruklarını sömürüyor; zor, işkence, aforoz,
belge sahteciliği, günah bağışlama gibi araçları kullanıyorlar. Feodal vergiler
ve yükümlülükler yanı sıra öşür de aldıkları halde, bu gelirler onlara
yetmiyor. Kutsal resim ve kutsal eşya üretmeye, dua yerleri örgütlemeye, günah
bağışlama ticareti yapmaya girişmişler. Prenslerin engeli olan bu din adamları,
halkın da nefretini üzerlerine çekiyor, çünkü vaazlarıyla yaşamları karşıtlık
içinde. Din adamlarının ikinci grubunu, köy ve kent bölge papazları oluşturuyor.
Bunlar feodal hiyerarşinin dışındadır ve çalışmaları pek denetlenmez. Çok az
gelirleri var ve arpalıkları çoğu durumda çok değersizdir. Gelir bakımından
halka yakınlar. Halkın ya da burjuvaların içinden çıkıyorlar ve onların
sevgisini kazanıyorlar. Keşişlerde çağın hareketine kalıma seyrektir, fakat köy
ve kent papazlarında bu durum kural gibidir. Hareketin teorisyen ve
ideologlarını bunlar sağlar; halkın ve köylülerin temsilcisi olan bu papazların
birçoğunun sonu darağacında ölüm olur. Halk rahiplere hınç besliyor, fakat bu
papazlara hıncını çok seyrek yöneltiyor.
Prenslerin ve soyluların üstünde imparatorun olması gibi, yüksek ve aşağı
din adamları zümresinin üstünde papa bulunuyor. Papa, Roma sarayının lüksüne
harcanan kilise vergilerini topluyor. Almanya’dan Roma’ya büyük miktarlarda
para akıyor. Bunun anlamı halkın üzerindeki baskının artması. Bu durum
rahiplere beslenen öfkeyi artırıyor, soylular arasındaysa ulusal duyguyu
güçlendiriyor.
Ortaçağ kentlerinin eski küçük-burjuvaları, sanayi ve ticaretin
gelişmesiyle 3 ayrı bölme oluştururlar. Kent topluluğunun başında ayrıcalıklı
sınıf olan ve halkın deyimiyle “eşraf” (die Ehrbarkeit) bulunur. En zengin
ailelerden oluşan eşraf, tüm kent meclisini oluşturuyor ve bütün belediye
görevlerini üstleniyor. Eşraf aileleri kent gelirlerini yönetiyor ve bu
gelirlerle yaşıyor. Kentlileri ve uyruğu olan köylüleri sömürüyorlar. Tahıl ve
para tefeciliği, baltalık ve otlak haklarını komünün elinden alma ve onlardan
yararlanma, yollar, köprüler, kapılar üzerinde ayakbastı parası ve başka
vergiler koyma, adalet ticareti yapma onların elinde. Köylüler soylulardan ve
papazlardan çektiği kadar eşraftan da çekiyor. Belediye yargıç ve görevlileri,
eşraftan çıkıyor. Belediye gelirleri keyfi biçimde yönetiliyor ve belediye paralarının
aşırılması sıradan. Ayrıcalıklarla çevrili, akrabalık bağları ve ortak
çıkarlarla sıkıca birleşmiş az sayıdaki bu kast, kent gelirleriyle
zenginleşiyor. Kent komünleri, belediye yönetimlerinin dolandırıcılığı
dayanılmaz olduğunda, bu yönetimlerin denetimini ele geçirmek üzere
hareketlenmiştir, fakat ayrıcalıklı belediye meclisi üyeleri eski
egemenliklerini tekrar sağlamışlardır. 16.yy.’ın başında bütün kentlerin
komünleri, yeni baştan muhalefet içindedir.
Köylüler Savaşında kentlerdeki eşrafa karşı muhalefetin iki kesimi var: 1)
Burjuva muhalefet: Zengin ve orta burjuvalar ile küçük burjuvaların yerine göre
az ya da çok önemli bir bölümünü bir araya getirir. Bu muhalefet, belediye
yönetimi üzerinde denetim hakkı ve yasama gücüne katılmayı istiyor. Birkaç
ailenin oligarşisine karşı çıkıyor. Bunlar tüm olağan komün meclislerinde ve
loncalarda büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu parti, 1848-49 devriminde oynadığı
rolün aynısını 16.yy. hareketinde oynuyor. Burjuva muhalefet, yaşama biçimleri
tepki uyandıran rahipleri kınıyor. Keşiş sayısının azaltılmasını, rahiplerin
yaşam biçimlerine karşı önlemler alınmasını, rahiplerin özel yargılama
yetkisinin ve vergi muafiyetinin kaldırılmasını istiyorlar. 2) Halk muhalefeti:
Sınıflarından kopmuş burjuvalar=zanaatçılar, kalfalar, gündelikçiler,
lümpen-proletarya gibi yurttaşlık haklarından yoksun kentliler yığınından
oluşuyor. Feodalizmin çözülüşüyle lümpen-proletaryanın sayısı artıyor. Bunların
düzenli geliri ve evleri yoktur. Tüm ileri ülkelerde serserilerin sayısı 16.yy.’ın
ilk yarısında en yüksek düzeye ulaşır. Serseriler savaş zamanlarında ordulara
yazılıyor, bazıları dilencilik yapıyor, bazılarıysa kentlerde loncalar
tarafından kapılmamış işlerde çalışarak sefil hayatlarını kazanmaya çalışıyor.
Bu üç öğenin Köylüler Savaşında rolleri şöyle: Eşraf, köylüleri yenen
prenslerin ordularında yer alır. Burjuva muhalefet unsurları, köylü komploları
ve köylü çetelerinde bulunur. Halk muhalefetinin unsurlarıysa kentlerdeki
savaşımda rol alır.
Kentlerdeki halk muhalefeti, eski feodal ve lonca toplumunun sınıflarından
kopmuş öğeleri, doğmakta olan burjuva toplumun henüz gelişmemiş, tohum
halindeki proleter öğelerini içerir. Başka bir deyişle kentlerdeki halk
muhalefeti=yoksullaşan, var olan burjuva düzene lonca ayrıcalıklarıyla bağlı
zanaatkârlar+topraklarından kovulmuş köylüler+henüz proleterleşmemiş
hizmetçilerden oluşur. Kalfalar, yaşama koşulları itibarıyla proletaryaya
yakındır, fakat lonca ayrıcalıkları nedeniyle geleceğin ustaları ve burjuvaları
olacaklardır. Halk muhalefetinin parti davranışı pek güvenilmez ve yerine göre
değişkendir. Köylüler Savaşımına kadar halk muhalefeti, bir parti olarak
siyasal mücadelelere katılmaz. Kendisini ancak burjuva muhalefetin bir parçası
olarak gösterir. Bu muhalefeti bir partiye dönüştüren, köylülerin
ayaklanmasıdır. Hatta bu olduğunda bile, halk muhalefeti köylülere bağımlı
kalmıştır; o çağda kentler, kıra bu derecede bağımlıdır. Üstelik bu halk
muhalefeti bağımsız bir eylem yürüttüğü kadarıyla, kır üzerinde kentin sanayi
tekellerinin kurulmasını istiyor, kent yöresindeki köylüler üzerine çöken
feodal yükümlülüklerin kaldırılmasıyla kent gelirlerinin azaltılmasına karşı
çıkıyor; yani bu derecede gerici.
Thüringen’de Münzer’in ve başka yerlerde onun izleyicilerinin etkisi
altında, kentlerdeki halk, tohum halindeki proleter unsur, hareketin öteki
unsurları arasında ağır basacak biçimde hareketlenir. Köylüler savaşının doruk
noktası Thomas Münzer’in etrafında toplanan ama kısa süren harekettir.
Büyük kitle köylülerdedir. Prensler, memurlar, soylular, papazlar ve
burjuvalar, köylüler üzerinde yükselir. Köylü manastıra, kente, imparatorluk
baronuna, prense, piskoposa, kime bağlı olursa olsun ezilmektedir. Köylü,
serftir, angaryacıdır. Zamanının büyük bölümünü efendisinin topraklarında
çalışmakla geçirir. Kendisine kalan zamanda kazandıkları üzerinden efendisinin
hakkını (cens), öşürü, yükümlülüklerini (redevance), haracı (taille), yolluğu
(askeri vergi), devlet vergilerini ve imparatorluk harçlarını ödemelidir. Ölüm
ve evlenmede de vergi ödemek zorundadır. Sıradan feodal angaryalar yanı sıra
efendisi için çilek, saman, yaban mersini devşirmeli, salyangoz toplamalı,
avlanmalı, odun kesmelidir. Köylülerin ortak otlak ve korulukları hemen her
yerde beyler tarafından ellerinden zorla alınmıştır. İlk gece hakkı vardır. Bey
istediğinde köylüyü hapse atıp, işkence edebilmektedir. 16-18. yy. arasında
ceza mevzuatı zalimcedir; göz oyma, burun ve kulak kesme, bacak ve kol koparma,
yakma, kızgın kerpetenle işkence vd… Yargıçlar, baronlar, rahipler ve
yasacılardan oluşur. Bunlar da köylülerin sömürüsünden geçindiklerinden,
efendilerin uygulamalarının dizginlenmesi söz konusu değildir.
Bütün bunlara rağmen köylülerin ayaklanmaları çok güçtür. Dağınık
yaşadıklarından ortaklaşmaları zordur. Boyun eğmek, alışkanlık olmuştur. Silah
kullanma yeteneği yitirilmiştir. Beylerin sertliği azalıp çoğalabiliyordu ki bu
köylülerin dingin kalmalarına yaramaktadır. Ortaçağda yerel köylü ayaklanmaları
olmuştur, fakat hiç değilse Almanya’da Köylüler Savaşından önce genel, ulusal
bir ayaklanma olmamıştır. Karşılarında prenslerin, soyluların ve kentlerin
ittifak içindeki örgütlü gücü vardır. Bunlar köylülerin ayaklanmasına engeldir.
16.yy. başında imparatorluğun zümreleri şunlardır: Prensler, soylular,
yüksek din adamları, ayrıcalıklılar, burjuvalar, halk ve köylüler. Her birinin
gereksinimleri çeşitli ve karşıtlıklar içerir. Her zümre ötekine karşı çıkıyor,
açık ya da kapalı sürekli bir mücadele içerisinde bulunuyor. Bununla 1848-49
devrimindeki burjuvalar, küçük-burjuvalar, köylüler ve proletarya ile feodal
soyluluğun oluşturduğu karışık ve karmaşık siyasal tablo karşılaştırıldığında,
o çağdaki çıkarlar, görüş ve özlemlerin karışıklığı daha iyi anlaşılır.
Eyaletlerin merkezileşmemiş oluşu, eyaletlerin sanayi ve ticari
yalıtılmışlığı, ulaşım yollarının kötü durumu, zümrelerin örgütlenip birlik
oluşturmalarını engellemektedir. Zümrelerin bir araya gelişi, ancak Reform’la,
dinsel fikirlerin ve siyasal devrimci fikirlerin yayılmasıyla gerçekleşir.
Böylece 3 büyük geçici kamp oluşur: 1) Katolik ya da gerici kamp, 2) Burjuva
reformcu Lutherci kamp, 3) Devrimci kamp. Bu kamplaşmada mantık yoktur ve bazen
ilk iki kampta aynı öğelere rastlanır. Merkezileşme olmadığından farklı
bölgelerde aynı zümreler farklı yönelimlere girebilmektedir. Bunlar arasında
sadece dini konularda çekişme olduğuna inanmak yanıltıcıdır. Bir çağın
ideologlarının o çağ üzerindeki kuruntularını dikkate alarak, o çağ realist
biçimde açıklanamaz. Siyasal ve ideolojik fikirlerin, sınıflar arasındaki
mücadelenin ifadeleri olduğu görülmelidir. 16. yy.’ın din savaşları adı verilen
olaylarında dahi, maddi sınıf çıkarları koşullayıcıdır. Sınıf savaşlarının
dinsel görünümlerde yansıması, sınıfların çıkar, ihtiyaç ve istemlerinin dinsel
fikirler biçiminde ifadelendirilmesi, o çağın koşulları dikkate alınarak
kolaylıkla açıklanır.
Eski dünyadan ortaçağa Hıristiyanlık devrolmuştur. Rahipler entelektüel
kültürü tekellerine almış, kültür dinsel/teolojik bir niteliğe bürünmüştür.
Siyaset ve hukuk teolojik açıdan değerlendirilmeye başlanmıştır. Kilisenin
doğmaları siyasal aksiyomlardır. Kutsal kitabın cümleleri mahkemelerde yasa
gücü kazanmıştır. Hatta bağımsız bir hukukçular sınıfı oluştuktan sonra bile,
hukuk bilimi daha uzun süre teolojinin egemenliği altında kalır. Feodalizmde
egemenliğin kuruluşunda kilisenin işlevi, entelektüel düzlemde teolojinin
egemenliği biçiminde gerçekleşir. Bu nedenle feodalizme karşı yapılan
saldırılar, her şeyden önce kiliseye karşı saldırılar olmaktadır. Devrimci
siyasal öğretiler, bu nedenle teolojik sapkınlıklar olarak görülür. Var olan
toplumsal koşullara saldırmak için onların kutsal niteliklerine saldırmak
gerekli olmuştur.
Feodalizme karşı devrimci muhalefet tüm ortaçağ boyunca görülür. Bu
muhalefet kimi zaman mistik biçimler alır, kimi zaman mezhep sapkınlığı, kimi
zamanda ayaklanma biçimini alır. Burjuva muhalefet ile köylü-halk muhalefeti
arasında bağdaşmazlık, ortaçağ boyunca sürmüştür. Köylüler Savaşının başlıca
başarısızlık nedeni de bu bağdaşmazlıktır. Kentlerdeki mezhep sapkınlıkları
rahiplere karşı yönelir ve onların konum ve zenginliklerine saldırır. Bunlar
gerici bir biçimde kilise ve doğmalarının gelişmesini yozlaşma olarak
görüyorlar ve kilisenin ilk düzeninin yeniden kurulmasını, din adamları
zümresinin ortadan kaldırılmasını istiyorlar. Kentlerin kilise ve yasalarına
karşı muhalefeti, kısmen onların zenginliklerine ve siyasal konumuna
karşıtlıktan kaynaklanır. Kentlerde oluşmuş zümreler, silahlarıyla,
ayrıcalıklarıyla ve meclislerde belirmiş olduklarından, feodaliteye karşı
savaşıma hazır olduklarından, kilise feodalitesine karşı da muhalefet
etmekteler. Küçük soylular=şövalyelerin büyük bölümü, rahiplere karşı savaşımda
ve mezhep sapkınlığında kentlerle ittifak içindedir. Küçük soyluların kentlerle
olan çıkar dayanışması, Köylüler Savaşında da görülür.
Burjuva mezhep sapkınlıklarından farklı olarak köylülerin ve halkın
gereksinimlerini yansıtan ve hemen her zaman bir ayaklanmayla ilişkili olan
mezhep sapkınlıkları da vardır. Burjuva mezhep sapkınlığının rahiplere,
papalığa ve ilkel kilise düzeninin yenden kurulmasına ilişkin tüm istemlerini
içeren köylü-halk mezhep sapkınlığı, onlardan daha ileriye gidiyor. İlkel
Hıristiyanlığın eşitlik koşullarının topluluk üyeleri arasında yeniden
kurulmasını, bunun toplumsal kural olarak tanınmasını istiyorlar. Soyluların,
köylülerin ve halkın, ayrıcalıklı burjuvaların eşitliğini gerçekleştirmek,
feodal angaryaları, efendi hakkını, vergileri, ayrıcalıkları ve zenginlik
farklarını ortadan kaldırmak talepleri. Bunu örneğin “insanların tanrı
karşısındaki eşitliği”nden çıkarıyorlar. Feodalitenin doruğuna varıldığı
dönemde, burjuva ile köylü-halk mezhep sapkınlıklarını birbirinden ayırt etmek
güçtür; fakat 14. ve 15. yy.’da köylü-halk mezhep sapkınlığı, ayrı bir parti
programına dönüşür ve çoğu kez bağımsız bir biçimde görünür.
Halk takımından kimseler, burjuva ve feodal topluluğun dışındalar. Köylüler
ve küçük-burjuvalar gibi ağır yükümlülükler altına konmuş bir mülkleri bile
yok. Her türlü haktan yoksunlar. Bunlar feodal toplum ile burjuva loncanın
dağılmasının simgesi ve modern burjuva toplumun ilk habercisi. Her türlü
mülkten yoksun olan bu kişiler, sadece feodalizme ve ayrıcalıklı burjuvaziye
karşı savaşımla kendini sınırlamaz. Sınıf farkları üzerinde yükselen tüm toplum
biçimlerinde ortak olan kurumları, görüşleri tartışma konusu yaparlar. İlkel
Hıristiyanlığın chiliastique düşleri, bunun için elverişli bir hareket noktası
olur. Fakat bunlar özel mülkiyete saldırılar, mallarda ortaklık istemi, kaba
bir iyilikseverlik örgütü biçiminde dağılıp gittiler; çağın koşulları bunu
gerektirir. Bunlar komünizmi değil, aslında modern burjuva koşulları düşsel
biçimlerde tasarlar; belirsiz Hıristiyan eşitliği, yasa karşısında eşitliğe
ulaşabilir, otoriteye karşıtlık, seçimlerle cumhuriyetçi hükümetlerin
kuruluşuna bir miras bırakabilir.
Daha önce taboritler adındaki halk-köylü sapkın mezhebinde salt askeri
düzeyde bir önlem olarak var olan bir tür mal ortaklığı şeklindeki uygulama,
Münzer’de bir toplum bölmesinin özlemlerinin dışavurumu olur. Bu komünist
çınlamalar, özgür köylülerin ortaçağda feodaliteye karşı savaşımı, sonra
serflerin ve angaryacıların feodalizmi yıkmaya dönük savaşımlarıyla süreklilik
içinde, günümüz modern işçi hareketine devrolan çınlamalardır.
Katolik kamp, imparatorluk iktidarını, papazları, laik prenslerin bir
bölümünü, zengin soyluları, yüksek din görevlilerini ve kentli ayrıcalıklıları
içerir. Lutherci burjuva reform partisi, varlıklı muhalefet öğelerini, küçük
soyluları, burjuvaziyi ve prenslerin bir bölümünü (kilise mallarına el
konulmasıyla zenginleşmeyi ummakta, imparatorluk karşısında daha fazla
bağımsızlık kazanmak istemekte) içerir. Köylüler ve halktan kimselerse,
devrimci partiyi oluşturur. Devrimci partinin istemleri en açık biçimde Thomas
Münzer tarafından dile getirilir.
Luther ile Münzer, hem öğretileriyle hem de karakter ve eylemleriyle
liderliğini yaptıkları partileri temsil eder. Luther 1517-1525 arasında bir
evrim geçirir. 1517’de Katolik kilisesinin doğmalarına saldırır. Bu muhalefeti,
eski burjuva mezhep sapkınlığının istemlerini aşmaz, fakat radikal eğilimleri
de dışlamaz. Başlangıçta tüm muhalefet öğelerini bir araya getirmesi, en
kararlı devrimci enerjiyi göstermesi ve daha önceki tüm sapkın mezhepleri
temsil etmesi gerekmektedir. 1847’de kendilerinin sosyalist ve komünist
olduklarını söyleyen liberal burjuvaların başlangıçtaki devrimci konumu da
budur. Luther etkinliğinin birinci döneminde papalara, kardinallere,
piskoposlara ve tüm Roma kilisesine karşı ayaklanmayı vaaz eder. Fakat bu ilk
devrimci ateş çabucak söner. Lutherci düşünceler etrafında köylüler ve halktan
kimseler toplanır; onlar zorbaların hesabını görmek ister. Luther’in etrafında
ılımlı burjuvalar, küçük soyluların büyük bir bölümü, hatta onlarla birlikte
sürüklenen prensler de toplanır. Bunlar rahiplerin egemenliğine, Roma’ya
bağımlılığa, Katolik hiyerarşiye son vermek istiyor, kilise mallarına el koyup
zenginleşmek istiyorlar. Partiler birbirinden ayrıldıklarında kendi sözcülerini
bulurlar. Luther Wittenberg Üniversitesi profesörüdür ve giderek ünü artmıştır.
Luther bir seçim yapmak zorunda kalır; hareketin halk öğelerine ihanet eder ve
soyluların, prenslerin ve burjuvazinin partisine katılır. Roma’nın kökünü
kazıma çağrıları zamanla söner. Artık barışçı evrimi ve pasif direnişi salık
vermeye başlar. Luther’in bu eğilimi oluştuğu sırada, reforme edilmiş burjuva
kilisesinin kuruluşu gerçekleşmektedir. Luther artık burjuva reformun
temsilcisidir ve yasa çerçevesinde ilerlemeyi salık vermektedir. Çünkü
kentlerin çoğu reformdan yana çıkmıştır ve küçük soylular da giderek bu tutuma
katılmaktadır. Bazı prensler de bu tutuma katılır, bazılarıysa duraksama
içindedir. Yani Almanya’nın büyük bölümünde reform başarılı olacaktı ve diğer
bölgeler bu harekete direnemeyecekti. Fakat bu gidişatta zorlu bir sarsıntı
olursa, ılımlı partiyle, halk-köylülerin aşırı partisi çatışmaya düşecek;
prensler, soylular ve bazı kentler hareketten uzaklaşacak, sonunda burjuva
partisi, köylü ve halk partisi tarafından geride bırakılacak ya da Katolik
restorasyon tarafından tüm partiler ezilecekti.
Burjuva reform, halktan ve köylü öğelerden daha açık biçimde ayrıldıkça,
prenslerin denetimine girer. Luther’in kendisi de giderek prenslerin hizmetkârı
olur. Halk onu prenslerin uşağı durumuna gelmekle suçlamış, hatta Orlamünde’de
olduğu gibi taşlayıp kovmuştur.
Köylüler savaşı başladığında Luther arabulucu rolünü oynamaya çalışır.
Yönetimleri haksız vergiler yüzünden eleştirir ve ayaklanmadan onların sorumlu
olduğunu bildirir. Fakat bir yandan da, ayaklanmanın dine aykırı, İncil’in
kurallarına karşı olduğunu söyler. Sonunda köylüler ile Katolik prensler ve
soyluluğa, bu iki partiye, savaşmaktan vazgeçmelerini ve anlaşmalarını öğütler.
Buna karşın ayaklanmalar, prenslerin, soyluların ve Luther’in yandaşı olan
kentlerin otoritesi altındaki bölgelere de yayılır ve burjuva reformun
sınırlarını hızla aşar.
Ayaklanmaların en kararlı bölümü Münzer’in liderliği altında karargâhını
Thüringen’de kurar. Köylü çetelerinin karşısında burjuvalar, prensler, soylular
ve papazlar, Luther ve papa birleşirler. Luther artık köylülerin ayaklanmalarına
karşı acımasız olunması gerektiğini belirtir (şu sözü hatırlatır: “Eşeğe
gereken yem, yük ve kırbaçtır”). 1848 devriminde Mart günlerinden sonra
proletarya zafer meyvelerinden payını istediğinde, kendilerini daha önce
sosyalist olarak tanımlayan burjuvalar da benzer biçimde konuşur. Liberal
burjuvazinin 1847-49 yıllarındaki evrimi, Luther’in evrimine benzer.
Luther çevirdiği İncil ile halkın hareketine güçlü bir silah vermiştir.
Kutsal kitapta, çağın feodalleşmiş Hıristiyanlığının karşısına, ilk yüzyılların
gösterişsiz Hıristiyanlığını, feodal toplum karşısına feodal hiyerarşiyi
bilmeyen bir toplum tablosunu çıkarmıştır. Köylüler papazlara, prenslere ve
soylulara karşı bu düşünceleri kullanırlar. Oysa şimdi Luther köylülere karşı
dönüyor ve prenslerin tanrısal hukuka dayanan iktidarını, itaati ve serfliği
kutsal kitap adına onaylıyor. Halk hareketi de, burjuva hareket de, prensler
yararına olacak şekilde ihanete uğruyor. Luther’in bir burjuva reformcusu
olarak tavrı, 1848 devriminde burjuvaların tavrına benzer.
Thomas Münzer ise bir halk devrimcisidir. 1490 ya da 1493 yılında
doğmuştur. 15 yaşındayken başpiskoposa ve Roma kilisesine karşı gizli bir
dernek kurmuştur. Kilise papazı olan Münzer, görevinde kilisenin doğma ve
ayinlerine küçümsemeyle yaklaşır, ayinlerde değişiklikler yapar. Ortaçağın
mistiklerini okumuştur. Bu mistiklerin belirttiği bin yıllık krallık vaktinin
geldiğini düşünür, çünkü reform ve çağın genel kaynaşması gözlerinin önündedir.
1520 yılında birinci İncil vaizi olarak gittiği Zwickau’da Anabaptistler
tarikatıyla tanışır. Anabaptistler kıyamet günü ile bin yıllık krallığın
yaklaştığını vaaz etmektedir. Bu tarikat Zwickau konseyiyle çatışmaya başlar.
Münzer onlara tamamen katılmaz, fakat onları etkisi altına alacak şekilde
savunur. Sonunda Anabaptistler kentten ayrılmak zorunda kaldığında, Münzer de
onlarla birlikte ayrılır (1521 sonu). Münzer Prag’a gider, fakat konuşmaları
yüzünden Bohemya’dan kaçmak zorunda kalır. 1522 yılında Thüringen’deki
Allstedt’e vaiz olarak atanır. Burada Luther’den daha önce reformlara başlar;
Latince kullanımını kaldırır, pazar ayinlerinde yalnızca İncilleri ve
havarilerin mektuplarını değil, tüm kutsal kitabı okutur. Burada propaganda
yapan Münzer, Thüringen’deki rahipler karşıtı halk hareketinin örgütlenmesini
başlatır. Başlangıçta bir teolog olarak sadece rahiplere karşı çıkıyor. Fakat
Luther’in o sırada yaptığı gibi barışçı evrimi vaaz etmiyor. Saksonya
prenslerini ve halkı, Roma rahiplerine karşı ayaklanmaya çağırıyor. Prenslere
yaptığı çağrı sonuç vermez, fakat halk arasındaki devrimci kaynama giderek
artar. Münzer’in fikirleri giderek açıklık kazanır ve burjuva reformdan
ayrılır. Artık siyasal ajitatör olmuştur. Teolojik ve felsefi öğretisi, sadece
Katolikliğe değil, Hıristiyanlığın tüm temel noktalarına saldırır. Münzer,
Hıristiyan biçimler altında ateizme yaklaşan bir pan-teizm (kamutanrıcılık)
öğretir. Kutsal kitabı biricik ve yanılmaz referans olarak görmüyor, gerçek
esin kaynağını halkların aklında görüyor. Kutsal ruh ona göre, insan aklının ta
kendisi. Ona göre cennet öteki dünyada değildir ve onu (tanrının krallığını)
yeryüzünde kurmak gerekir. Cennet gibi cehennem de yoktur. İnsanların kötü
içgüdüleri ve istekleri dışında bir şeytan da yoktur. İsa’nın bir insan
olduğunu ve yediği son yemekteki şarap ve ekmeğin mistik bir anlamının
olmadığını belirtir. Bu düşünceler, heretik (sapkın mezhepsel) bir öğretidir.
Hıristiyanlığın cümle yapıları kullanılarak oluşturulan yeni bir felsefi
öğretidir. Münzer’in teolojisi çağın dini görüşlerini aşmaktadır. Teolojisi
ateizme yakındır; siyasal programı da komünizme yaklaşır:
“Münzer’e göre tanrı krallığı, orada
artık hiçbir özel mülk, toplum üyelerine karşı çıkan hiçbir yabancı, özerkli
devlet iktidarının bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi. Var olan
tüm yetkeler, eğer devrime boyun eğmeyi ve ona katılmayı reddederlerse, ortadan
kaldırılmalıydı; tüm çalışmalar ve tüm mallar ortaklaşa olmalı ve en tam bir
eşitlik hüküm sürmeliydi. Bu programı gerçekleştirmek için yalnızca tüm
Almanya’da değil ama Hıristiyanlık dünyasının tümünde bir dernek kurulmalıydı.
Prensler ve soylular, bu derneğe katılmaya çağrılacaklardı, eğer katılmayı
reddederlerse, dernek ilk fırsatta, elde silah, ya onları devirecek ya da
öldürecekti.” (s.60).
Münzer bu derneği örgütlemeye koyulur. Rahipler yanı sıra prenslere,
soylulara, ayrıcalıklılara karşı da vaazlar vermeye başlar. Fakat Münzer’in
yazılarına sansür getirilir.
Münzer, Luther’i eleştirir. Luther ılımlı bir reformcudur, kararsızdır ve
hareketin gelişmesi karşısında korkuya kapılmıştır (bu 1848 devriminde
burjuvazinin ikircikli siyasetine benzer). Luther, Münzer’in tapınma
reformlarını kabul etmek zorunda kalmıştır. Luther, Münzer’e kuşku içinde
güvensizlikle bakar. Münzer ise Luther’in öğretilerini çürük bulur. Münzer,
halkın ve köylülerin düşünce ve isteklerini uçlara taşımıştır.
Luther Saksonya prenslerinden Münzer’in ve ayaklanma kışkırtıcılarının
kovulmasını ister. Münzer, Anabaptistleri giderek kendi etrafında toplar.
Bunlar kovuşturmalar yüzünden belirli bir yerde oturmuyor ve tüm Almanya’yı
dolaşıp, Münzer’in yeni öğretisini yayıyorlar. Münzer’in Anabaptist müritleri
işkence görür, öldürülürler, fakat sarsılmazlar ve halktaki kaynaşma nedeniyle
çalışmaları başarılı olur. Münzer Thüringen’den kaçarak, çeşitli yerlere
uğrayıp propaganda yapar. Münzer’in bu gezisi Nisan 1525’teki genel ayaklanmaya
büyük katkıda bulunur. Birçok devrimci din adamı örgütler. Prensler ve beyler
bu sapkın mezhebe karşı katı kovuşturmalar düzenlediğinde, Münzer’in gizli derneği
daha da güçlenir ve ayaklanma ruhu alevlenir. Münzer güney Almanya’da 5 ay
boyunca ajitasyon yapar. Ayaklanma başlamadan bir süre önce ayaklanmayı
yönetmek için Thüringen’e geri döner.
Şimdi köylü ayaklanmalarına kısaca bakalım… İlk köylü ayaklanması, 1476’da
Vurzburg piskoposluğu bölgesinde patlar. Kavalcı Jean adında biri bu
ayaklanmada öne çıkar. Çileciliği öğütleyen bu adam, bir çobandır.
Konuşmalarında imparator, prens ve papa otoritelerinin bundan sonra
olmayacağını işler; kimsenin komşusundan çok varlığı olmayacak, herkes kardeş
olacak der. Tüm efendi haklarının, yükümlülüklerin, angaryaların ve vergilerin
kaldırılacağını belirtir. Kavalcı Jean’ın ünü hızla yayılır; ona bir evliya
gibi tapılır ve yaptığı mucizeler dilden dile dolaşır. Rahipler ona karşı
çıkarsa da, Jean’a inanların sayısı hızla artar. Bu çobanın pazar vaazlarını
dinlemeye 40 binden fazla insan gelmeye başlar. Aylarca vaaz verdikten sonra,
Kavalcı Jean ayaklanma çağrısı yapar. Fakat piskoposun süvarileri Jean’ı
kaçırır ve hapseder. Onun söylediği gün 34 bin köylü toplanır, fakat Jean’ın
kaçırıldığını duyduklarında büyük bölümü dağılır. Geriye kalan 16 bin kişilik
kitle Jean’ın tutsak alındığı şato önüne gider. Piskopos onları geri çekilmeye
ikna eder ve dağılırlarken piskoposun süvarileri saldırır. Sonunda Kavalcı Jean
yakılır.
Bu ilk girişimden sonra Almanya uzun zaman dingin kalır. Yeni köylü
ayaklanmaları 1490-1500 yılları sonunda başlar. 1493’te Alsas’ta gizli bir
dernek kurulur. Bayrağında köylü çarığı (Bundschuh) yer almaktadır. Dernek
ortaya çıkarılır ve üyelerinin çoğu yakalanır, işkence görür ve öldürülür.
Ülkeden kovulanlar da olur. Bu yıkım Bundschuh’u yok etmez. Köylüler bu
örgütlenme içerisinde birçok bozgun ve dağılma yaşasalar da, önderleri
öldürülse de, bağlarını yeniden kurarlar. Bu örgütlenme 1502’de Sapire
piskoposluğu bölgesinde yeniden belirir. Örgütlenme 7 bin üyeye ulaşır ve
yayılır. Programları şunları içerir: Prenslere ve beylere tanınmış hakların,
öşürlerin, vergilerin kaldırılması, serfliğin kaldırılması, kilise mallarına el
konması ve halka bölüştürülmesi, imparatordan başka efendinin olmaması. Başka
bir ifadeyle; 1) Bir ve bölünmez Alman krallığı istemi, 2) papazların
mallarının halk tarafından bölüşümü talepleri, ilk kez köylüler arasında
görülür. Münzer bu istemleri şu şekilde geliştirir: 1) Alman imparatorluğu
yerine bir ve bölünmez cumhuriyet, 2) kilise mallarının bölüşümü yerine onların
topluluk yararına zor alımı. Bu yeni Bundschuh’un da ayaklanma planı
bulunmaktadır. Fakat plan açığa çıkar ve yine tutuklamalar olur, cezalar
uygulanır, dernek üyelerinden kaçanlar da olur.
16.yy.’ın ilk yıllarında Yoksul Konrad adında Bundschuh’un kaçan ve dağılan
üyeleriyle ilişkili yeni bir dernek kurulur. Bu iki gizli örgütlenme 1513-15
yıllarında bir dizi ayaklanmayı organize eder. Yoksul Konrad örgütlenmesi
1503’te Würtemberg’de belirir ve 1514 baharında ayaklanma başlatır. 3-5 bin
köylüyü, ordu toplamak için zaman kazanmaya çalışan dükün vergileri kaldıracağı
vaadi yatıştırır. 1514 baharında Macaristan’da da köylüler savaşı patlar, fakat
ezilirler. Sloven köylüler arasında ayaklanmalar olursa da, bunlar da yenilir.
Bütün bu ayaklanmalarda şatolar ve manastırlar yakılır, yakalanan soylular
köylü jüriler tarafından yargılanıp, kafaları kesilir. Yukarı Ren bölgesindeyse
Joss Fritz gizli örgütlenmeye başlar. Fritz şövalye, rahip, burjuva, köylü ve
halktan insanları örgütler. Ayrıca dilencilerle de ilişkileri vardır. Bu
örgütlenme de yayılır. 1513 sonbaharında ayaklanma başlatacaktır, fakat
örgütlenme saptanır ve öldürmeler, işkenceler yaşanır. Fritz kaçmayı başarır.
İsviçre’ye kaçanlar olur, fakat bunlar izlenir ve öldürülürler. 1514’te
İsviçre’de de ayaklanmalar olur.
Özetle, bu dönemde Almanya topraklarında gizli örgütlenmeler oluşuyor,
ayaklanıyorlar, dağılıyor ve yeniden toplanıyorlar.
Reform hareketinde başından itibaren bir ayrışma görülür. Soylular ve
burjuvalar Luther etrafında toplanır. Köylüler ve halktan kimseler Luther’i
düşman olarak görmeseler de, ayrı bir muhalefet partisini oluşturur. Luther’e
yakın duran prenslerin, şövalyelerin ve kentlerin büyük bölümü, köylü ve halk
takımının çetelerini kırıp geçirir. Luther ile Münzer arasındaysa basın ve
söylem düzeyinde savaş bulunmaktadır.
16.yy.’ın başında imparatorluk prenslikler şeklinde dağılmış durumdadır.
İmparatorluk soyluluğu, güçlenen prensler ve yüksek din adamları karşısında
giderek güçsüzleşir ve geriler. İmparatorluk soyluları, prenslerin ve yüksek
din adamlarının zararına olacak bir imparatorluk reformuna yönelir. Bu reformun
kapsamında kilise mallarının laikleştirilmesi ve prenslerin ortadan
kaldırılması bulunur. Bunun için soylular, kentli burjuvalara ve köylülere
imparatorluk reformunu önerirler; prenslere karşı kendi konumlarının
pekişmesini amaçlarlar. Fakat köylüler ve kentler soylulara karşıdır. Soylular
köylüleri kazanamazlar, çünkü örneğin serfliğin kaldırılmasına yanaşamazlar.
Böylece savaşım başladığında soyluluk, prenslerin karşısında yalnız kalır. 200
yıl boyunca prensler soylulara karşı güçlenmiş ve durmadan alan kazanmışlardır.
Artık soyluları ezecek koşullar vardır. 1522’de 6 yıllık bir süre için
soyluların birliği kurulur; ordu oluştururlar. Eylül 1522’de çatışma başlar.
Prensler galip gelir. Soyluluk iyice güçsüzleşir ve bundan sonra prenslerin
yönetimi altına girerler. Ardından gelen Köylüler Savaşı, soyluları prenslerin
koruması altına girmeye iyiden iyiye zorlar. Soylular prenslerin egemenliği
altında köylüleri sömürmeye devam eder. Soyluların prenslere ve rahiplere
karşı, köylülerle ittifaka girmesi mümkün değildir.
Luther’in Katolik hiyerarşiye savaş ilan etmesiyle, Almanya’daki tüm
muhalefet güçleri harekete geçer. Köylüler her yıl ayaklanmaya girişirler.
1518-23 arasında ayaklanmalar birbirini izler. 1524 baharından sonra
ayaklanmalar sistemli bir nitelik kazanır. O yılın Nisan ayında köylüler feodal
angarya ve yükümlülükleri reddederler. 24 Ekim 1524’te Protestan Derneği kuran
ve bayrağı üç renkli Alman bayrağı olan kentli burjuvalar ile köylüler
işbirliği içinde ayaklanırlar. Bu ayaklanma yayılır. Feodal egemenliğin kaldırılması,
şato ve manastırların yıkılması, imparator dışında tüm beylerin kökünün
kazınması amaçlanmaktadır. Soylular ve prensler ile köylüler arasında
savaşımlar olmaktadır. Thomas Münzer bu ayaklanmalara doğrudan değil, dolaylı
olarak etki eder. Köylüler arasında en kararlı devrimciler, Münzer’in
fikirlerini temsil edenlerdir. Köylü ayaklanmalarına katılan kitle içerisinde
Münzer’in partisi azınlıktadır.
Mülhausen’de 1525’te ayaklanmayla kent konseyi devrilir ve “ölümsüz
konsey”in başkanı Münzer olur. Münzer malların ortaklığını, herkes için çalışma
yükümlülüğünü ve her türlü otoritenin kaldırılmasını ilan eder. Fakat
gerçeklikte bir cumhuriyetçi kent sistemi oluşturur. Hareketin yayılması ve
örgütlenmesine uğraşır. Ayaklanmalar yaygınlaşır ve her birinde şatolar ve
manastırlar köylülerce yakılır. Münzer yakalanır ve işkence görür; kafası
kesildiğinde 28 yaşındadır.
Köylüler Savaşı’nın sonunda köylüler tekrar din adamı, soylu ya da
ayrıcalıklı efendilerinin egemenliği altına girerler. Eski yükümlülükleri daha
da ağırlaşır. Alman halkının devrimci girişimi bozgunla biter ve üzerindeki
baskı artar. Fakat belirtmek gerekir ki, din savaşları ve otuz yıl savaşı,
köylüleri Köylüler Savaşı’ndan daha sert biçimde sarsmıştır; bunlar üretici
güçleri tahrip edip, sefaleti artırmıştır.
Köylüler Savaşı’ndan en çok etkilenen din adamları zümresi (clergé)’dir.
Çünkü manastırları yakılmış, malları yağmalanmıştır. Köylüler Savaşı, kilise
mallarının köylüler yararına laikleştirilmesini popüler kılmıştır. Laik
prensler ile kentlerin bir bölümü, bu laikleştirmeyi kendi yararlarına
gerçekleştirmeye başlamıştır. Böylece Protestan ülkelerde yüksek din
adamlarının yurtlukları, prenslerin ve kent ayrıcalıklılarının eline geçer.
Soyluluğun şatoları yakılıp yıkılmış, bunlar prenslerin hizmetine girerek
yaşayabilecek duruma düşmüşlerdir. Soylular, Köylüler Savaşı’nda her yerde
yenilmiştir. Onu prenslerin orduları kurtarmıştır. İmparatora bağlı olan soylu
zümrenin önemi giderek azalmış, prenslerin egemenliği altına girmişlerdir.
Kentlerdeyse ayrıcalıklıların egemenliği pekişir. Bunlar ticaret ve sanayinin
gelişimini engeller. Köylüler Savaşı’nda tek kazanan vardır; o da prenslerdir.
O çağda laik prensler, kilise prenslikleri, kent cumhuriyetleri, egemen kont ve
baronlar bir arada bulunmaktadır. İmparatorluk kentleri yerel ve bölgesel
merkezileşmenin temsilcisi prenslere bağlı duruma gelmeye başlar. Köylüler
Savaşı, din adamlarını, soyluları ve kentleri güçsüz bıraktığından, bunların
kazançlarını prensler ele geçirdiğinden, prenslere yaramıştır. Kilse malları
prensler adına laikleştirilir, soyluluk yıkıma uğrar ve prenslerin egemenliği
altına girer; köylülere ve kentlere yüklenen savaş vergileri, prenslerin
kasasına akar. Köylüler Savaşı, Almanya’nın bölünmüşlük durumunu artırır ve
pekiştirir.
Köylüler Savaşı’nda eşgüdümlü bir hareket, kentli burjuvalar, köylüler ve
halk takımının hiçbiri tarafından oluşturulmamıştır. Birbirinden yalıtık olan
köylü ayaklanmalarının hepsi, ayaklanan köylülerin onda birinden az olan
ordular tarafından bastırılır. Partikülarizmin egemen olduğu Köylüler
Savaşı’nda, köylü örgütlenmelerin bir araya gelmesi, ancak düşmanın
ortaklaşması yüzünden olabilmiştir. Köylü örgütlerinin düşmanlarıyla anlaştığı
ve bırakışma yaptığı da görülmüştür. 1525 devriminden, başka bir deyişle 16.yy.
Alman devriminden yararlananlar prenslerdir.
Kaynaklar: 1) Engels, Köylüler
Savaşı, Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 1999
2) Friedrich Engels Biyografi, Sorun yayınları,
Birinci Baskı, 1997, s. 150-1
[i]
* Almanya’nın 1848 devrimi
sonrasındaki gelişimine ilişkin olarak 1874 yılında Köylüler
Savaşı’na yazdığı
önsözde Engels şunları belirtir: 1848-49 Alman devriminde proletarya kaynaşma
içindedir. Alman burjuvazisi, Fransız proletaryasından korkmuştur; Paris 1848
Haziran ayaklanması, Alman burjuvazisine kendisini neyin beklediğini
göstermiştir. Bu nedenle Alman burjuvazisinin politik eylemindeki sivrilik
körelir ve gerici sınıflarla ittifak yapar. Bu sınıflar; bürokrasisi ve
ordusuyla krallık, büyük feodal soyluluk, önemsiz küçük toprak ağaları ve
papazlar sürüsüdür. Proletarya kendi sınıf bilinciyle hareket etmeye
başlayınca, burjuvazi korkarak gerici sınıflarla birleşir.
Prusya’da feodal kurumların kalkması çok uzun zaman alır. Prusya’da 1848
devriminde krallıktan, Bonapartçı krallığa geçiş olur. Bu kapitalist devlete
geçişin başlangıcıdır. 1848 burjuva devrimi, 19. yy.’ın sonuna doğru kapitalist
devlete geçişle tamamlanır. Bu süreçte hükümet reformlar yaparak burjuvazinin
çıkarları doğrultusunda adımlar atar: Para, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin
birliği sağlanır; meslek ve dolaşım özgürlüğüyle Almanya’nın işgücü, sermayenin
emrine verilir; ticaret desteklenir vb… Burjuvaziyse siyasal iktidarı destekler,
fakat iktidarı hükümete bırakır. 1848 sonrasındaki 20 yıl boyunca sanayi ve
ticaret, denizyolları, telgraf ve buharlı transatlantik denizciliği gelişir.
Yani burjuvazi ve proletarya gelişir. 1870’teki Almanya-Fransa savaşında, işçi
sınıfı savaş kışkırtıcılığı karşısında soğukkanlı kalır. 1870’ten sonra
sosyalistlere karşı büyük baskılar uygulanır, fakat bu sosyalistlerin
örgütlenip güçlenmesini durduramaz. 1871 seçiminde sosyalistler 102.000 ve 1874
seçiminde 352.000 oy alırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.