Ufuk
Akkuş
Siyaset Marksizm’in tek
gerçekleşme biçimidir. Marksist düşüncenin gelişiminin nasıl ilerleyeceği,
hangi alanlara yöneleceği, ne tür yenilikler ve özgünlükler taşıyacağı
konusundaki esas belirleyici, siyaset ve siyasal mücadeledir.
“Marksizm’in devrimci bir biçimde, yani özüne uygun
olarak yorumlanması ve böylece ülkedeki sınıf mücadelesine ışık tutması için
çok boyutlu bir etkinlik gerekiyor. Bu ise doğrudan doğruya Marksizm’in Türkiye
topraklarında kök salmasına ve devrimci mücadelenin yol göstereni olmasına
katkı sunacak kuramsal ve pratik çalışmanın örgütlenmesini anlatıyor. Buna
“Devrimci Marksizm” demeyi tercih ediyorum.”
Can
Soyer
Marksizm, kapitalist
sistemin işleyişini anlamak ve onu dönüştürmek için önemli bir kılavuzdur.
Sınıf mücadeleleri vasıtasıyla gelişen toplumsal yapıların dönüşümünü analiz
ederek, içinde bulunduğumuz kapitalist sistemin insana ve doğaya aykırı
yapısını ortaya koyarak sistemin iç çelişkileri nedeniyle yıkılmaya mahkum
olduğunun altını çizer. Ancak Marksizm salt kuramsal bir kılavuz değildir.
Gücünü ve dönüştürücü etkisini ancak siyaset dolayımı ile yani toplumsal
öznelerin müdahalesi ile realize edebilir. Can Soyer, “Marksizm ve Siyaset:
Yöntem, Kuram, Eylem” kitabında Marksizm’in siyaset ile ilişkisine odaklanarak
onun aynı zamanda bir eylem kılavuzu olduğunun altını çiziyor. Soyer;
kitabını Yöntem, Kuram, Eylem’den oluşan üç başlık halinde sunuyor ve Marksizm’in
aynı zamanda ve aynı düzeyde bunların hepsi olduğunu vurguluyor. Sonuç
bölümünde de Marksist düşüncenin Türkiye topraklarındaki gelişimini, hayat
bulmasını ve siyaset ile ilişkilenme tarzlarını ortaya çıkaran konuları
işliyor. Soyer’e göre siyaset Marksizm’in tek gerçekleşme biçimi olup onun aynı
zamanda canlılığının, gücünün ve sürekli gelişmesinin de koşuludur. Marksizm
sadece bir düşünce akımı olarak görülemez. O öncelikle eylem felsefesi olarak
okunmalı, düşünülmeli ve pratiğe geçirilmelidir. Kapitalizmin yarattığı vahşet
kendiliğinden yok olmayacaktır. Onu ancak işçi sınıfının siyasal eylemi
sonlandırabilir.
Marksist yöntemin özünü oluşturan diyalektik; Hegel ve Feuerbach gibi klasik Alman felsefecilerinden esinle inşa edilmiştir. Hegel’in diyalektiği ile Feuerbach’ın materyalizmi özgün bir biçimde sentezlenmiş ve diyalektik materyalizm diye de anılan Marksist yöntem bu yolla doğmuştur. Marksist yöntemin ayırt edici yanlarından biri, insan bilinci dışındaki gerçekliğin sadece duyularla algılanabilen nesnelerden oluşmadığını öne sürmesidir. Bu gerçeklik hem duyularla algılanabilen hem de algılanamayan maddelerden, maddi ilişki ve süreçlerden oluşur.
Marks, somuttan yola çıkar,
daha sonra birtakım soyutlamalar ve düşünme süreçleri ile somutu yeniden
üretir. Bu, düşüncede yeniden üretilmiş somut, gerçeğin içsel yapısını ortaya
çıkardığı için artık bilgi statüsü kazanır. Soyer’in yerinde vurgusuyla bu
bilgi, yani düşüncede üretilen şey, gerçekliğin kendisi değil, gerçekliğe dair
bilgidir. Somuttan soyuta, soyuttan tekrar somuta giden bu süreç, Marksist
yöntemin temelini oluşturur. Marks’ın yönteminin ampirizm ve pozitivizmden
farkı da burada ortaya çıkar. Bu akımlar; gerçekliği, insan duyularına sunduğu
biçimlerle tanımlarken Marksizm, gerçekliğin bilgisinin bu basit algıların
ötesinde yattığını öne sürer. Marksist yöntemde öz ile görüngü arasındaki farkı
ve çelişkiyi saptamak ilk adımdır. Sonraki adım da öz ile görüngü arasındaki
özgül belirlenimi ortaya çıkarmaktır. Yani, özün neden o görüngüye büründüğünü
ortaya çıkarmak gerekir. Hem öz hem de görüngü gerçektir ve gerçekliğin bir
parçasıdır. Hegel felsefesinde olduğu gibi görüngü özün yansıması değildir.
Marks’a göre öz de görüngü de tek bir kaynaktan doğar. Bu da insan pratiğidir.
İnsan pratiği tektir ve bölünmez. Doğal olarak, özü yaratan pratikler,
görüngüyü yaratan pratikler şeklinde ayrıştırılamaz. Öz ile görüngü arasındaki
ilişki de ancak soyutlama işlemi sayesinde kavranabilir. Soyutlama yoluyla
ulaşılan açıklama da olguları birbirine değil, aralarındaki ilişkiye indirger.
Bu anlamda indirgeme vazgeçilmez uğraktır. Ancak indirgemecilik olarak
adlandırılan basitleştirilmiş sınıflandırma şemalarının Marks’ın düşüncesinde
yeri yoktur.
Marksist yöntemin bir diğer
kurucu kavramı da bütünlüktür. Bütünlük, kendini oluşturan parçaları önceler.
Bütünlüğü oluşturan parçalar, ancak bütünlük dolayımıyla, bütünlükle kurdukları
ilişkiler aracılığı ile kavranabilir. Bütünlük sürekli hareket halindedir ama
bu hareket dışsal bir odaktan ya da parçaların kendi aralarındaki ilişkilerden
değil, bütünlüğün kendine içsel çelişkilerinden kaynaklanmaktadır. Hegel’in
bütünlüğü özdeşlik ilkesine dayanmasına karşın, Marks’ın bütünlüğü birlik
ilkesine dayanır. Marks için bütünlük kendini oluşturan parçalarla özdeş
değildir, tıpkı parçaların da içinde yer aldıkları bütünle özdeş olmaması gibi.
Bütünlük diyalektik birliğinin zorunlu sonucu kendini özne ile yapının ya da
öznenin eylemlilik tarzı ile nesnelliğin koşullarının birliğinde kendini
gösterir.
Soyer, Marksist kuramı
dünyayı değiştirmenin bir aracı olarak görür ve ekler: “Marksist kuramın
salınımlarına bir yön, ağırlık ve kararlılık katan şey siyasi
mücadelelerdir.” Marksist kuramın ayrıcalıklı kavramlarından olan üretim
tarzı; üretici güçler ile üretim ilişkilerinin özgül birliğini dile getirir.
Üretim tarzı ile toplumsal formasyon arasındaki ayrıma vurgu yapan Soyer’e
göre; üretim tarzı kuramsal bir bilgi nesnesi olarak zihinde var olur.
Toplumsal formasyon ise ampirik bir oluş niteliğiyle gerçekliği ifade eder.
Toplumsal formasyon kavramı, bir ülke kapitalizminin daha önceki üretim
tarzından nasıl doğup geliştiğini anlatır. Aynı zamanda sermaye egemenliğinin
ve sınıf mücadelesinin o ülkede biriktirdiği deneyimlerin özgüllüğünü kavramayı
sağlar. Toplum biçimlerinin tarihselliğini ortaya koymayı amaçlayan üretim
tarzını ya da ekonomik yasaları toplumsal nitelikleriyle tanımlamak Marks’ı
burjuva ekonomi politiğinden ayıran en radikal tutumlardan biridir. Marksist görüşün
avantajı, proletaryanın ekonomideki temel rolünü siyasetteki temel rolüyle
bütünleştirmesidir.
Kuram bölümünde Soyer,
radikal demokrasi görüşünü dillendiren Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un yanı
sıra proletarya kavramı yerine “Çokluk” kelimesini kullanan Hardt ve Negri’yi
eleştirir. Laclau’ya göre gerçek dünyada sınıf mücadelesi değil, popüler
demokratik mücadele, sınıf çelişkisi değil, halk-iktidar bloku çelişkisi söz
konusudur. Hardt ve Negri’nin proletarya yerine kullandıkları ve daha kapsayıcı
olduğunu ifade ettikleri “Çokluk” kavramı Soyer’in yerinde saptamasıyla
belirsizliklerle doludur. Çokluğun bir sınıf mı yoksa yeni tür bir toplumsal
olguya mı ait olduğu konusundaki belirsizliğin yanı sıra bu yeni
kavramsallaştırmanın kuram ve eyleme ne kazandırdığı gibi sorular da
cevaplarını beklemektedir.
Soyer, Marksizm’de siyasetin
özel bir önem ve işleve sahip olduğunu söyler. Hatta siyaset Marksizm’in tek
gerçekleşme biçimidir. Marksist düşüncenin gelişiminin nasıl ilerleyeceği,
hangi alanlara yöneleceği, ne tür yenilikler ve özgünlükler taşıyacağı
konusundaki esas belirleyici, siyaset ve siyasal mücadeledir. Marksizm’e göre
siyaset, bir kuramın yerleşmesi gereken soyutlama düzeyine çıkmayan bir
pratiktir. Siyaset bir kavram olarak soyutlanmalıdır. Bu soyutlamaya kuramsal
temellerini sağlayan pratik ise siyasetin doğası değil, sınıf mücadeleleri
kuramıdır. Marksist düşünceye hem devrimci niteliğini hem de zenginleşme
eğilimini veren, onun siyaseti hep özgül bağlamlarda kavramasıdır.
Soyer, Marksizm’in
kitleselleşmesini başkalaşım olarak görür ve bunda da anahtar rolü siyasete
verir. Siyaset aracılığı ile Marksizm’in evrensel nitelikleri özgül bir
bağlamdaki çatışmalarla etkileşime sokulur, sınıf mücadelesinin gündemleri
bütünsellik içerisine yerleştirilir ve toplumsal kaynaklar devrim hedefiyle uyumlu
bir rotada tutulur. Bir ülkede işçi sınıfının iktidarını amaçlayan sosyalist
hareket, o ülkenin özgül koşulları ve olanaklarıyla yaratıcı bir bağ kurmadan
kitleselleşemez ve Marksizm’i de siyasallaştıramaz.
Sosyalist strateji
tartışmaları da kitabın önemli bölümünü oluşturur. Soyer’e göre sosyalist
hareket uzunca bir süredir, kendisi dışında bir şeyi temsil edemeyen siyaset
alanının araç ve olanaklarını kullanma becerisini kaybetmiş, topluma gerçekçi
bir siyasal kurtuluş programı yerine ülküselleştirilmiş komünizm tasavvurlarını
anlatan bir konuma sıkışmıştır. Soyer’in saptamasıyla bu sıkışma içinde iki
tarz güçlenmiştir. İlki, siyaset alanında devrimci bir girişkenlik
sergilemekten uzak duran “radikal pasifizm”, diğeri ise “politik
doğruculuktur”. “Radikal pasifizm”, en sol söylemlerle en sağ ve pasifist
tutumları haklı göstermek anlamına gelir. Bu anlayışa göre; parlamenter
sistemle faşizm arasında bir fark olmadığını, dolayısıyla faşizme karşı
demokratik haklar için yürütülecek mücadelenin anlamsız olduğu savunulur. Ya da
belli bir ülkedeki siyasal iktidarın güncel hamlelerine karşı direniş
göstermenin düzen içi tavır olduğu ileri sürülebilir. “Politik doğruculuk” ise,
siyasette hakikatin yerini bilginin işgal etmesi biçiminde tanımlanabilir.
Politik doğruculuğun bir türevi olarak görülebilecek “duyarlılık aktivizmi” ise
mikro düzlemlerde sergilenen bireysel ya da kolektif performanslar sayesinde
duyarlılık oluşturma ve bu duyarlılıklar üzerinden bir taraflaşma yaratma
çabasıdır. Duyarlılık aktivizmi, toplumsal hareketlerin taşıması gereken
dayanışma ve kolektif eylem gibi özelliklerinden sıyrılarak, ayrımların
radikalleşip tikel kimliklerin yüceltildiği ritüele dönüşmektedir. Soyer;
radikal pasifizm ve duyarlılık aktivizminin sosyalist hareket üzerindeki bozucu
etkilerinin engellenmesi için siyasi iktidarın ele geçirilmesini amaçlayan
hedefler, talepler, araçlar ve yordamlar bütününü içeren stratejilerin
oluşturulmasını hayata geçirmeyi önerir.
Yöntem, kuram ve siyaset
açısından Marksizm’i inceleyen Soyer, kitabının son bölümünde Marksizm’in
Türkiye’deki gelişimine ve siyaset yapma tarzına değinir. Sosyalist hareketin
sahip olduğu diriliğin siyasete tahvil edilmesi ve buradan edinilen deneyimin,
Marksist düşünce ile ilişkisinin kurulması çabasını en akılcı çözüm olarak
görür. Gezi direnişi ile başlayan sürecin, Türkiye sosyalist hareketini bir
eşiğe getirdiğini öne süren Soyer, Marksizm’in kitleselleşme yönünde ilerlemesi
ve yeniden inşa faaliyetinin kurulması üzerinde durur. Nihai kurtuluş ile
güncel mücadeleler arasında bağın kurulması, bu yeniden inşa faaliyetinin
merkezinde durmaktadır. İşçi sınıfını tüm toplumun temsilcisi, işçi sınıfının
çıkarını tüm toplumun çıkarı haline dönüştüren sınıf mücadelesine siyasal bir
veçhe kazandıran ve bunu toplum çapında pratiğe dökebilen bir inşa
faaliyetinden söz edilir. Kuram ile siyaset arasında bir boşluk vardır ve bu
boşluğun da tarihsellik tarafından sürekli güncellenerek doldurulması gerekir.
Soyer, halkçılığı sosyalizm düşüncesinin ve mücadelesinin etkileşime girebileceği
en geniş zemin olarak değerlendirir ve 20. yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren
halkçı damarı, sosyalizmin kapsaması ve devrimcileştirmesi gereken bir
“politika altı bilinç” olarak görür. Güçlü, yaygın ve inatçı bir halk
direnişinin mevcut olması, sosyalist hareketin örgütlenme ve kitleselleşme
olanaklarını yakalayarak toplumsal bir güce dönüşmesi ve eşik atlama olanağı
yaratmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.