Cihan Ersoy
Sermaye
iklim krizinin hem sorumlusu hem de mağduru mudur? İklimdeki değişmeler, imdat
sinyalleri mi vermektedir? Gelecekte insanlığın tamamını kuraklık, açlık,
savaşlar ve acı mı beklemektedir?..
Bilimsel
verileri dikkate almadan İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ fenomenini, sorumlusunu,
etkilediği/etkileyeceği alanları anlamak neredeyse imkânsız bir durum. Haliyle
bu bulanıklık, sermayenin kendisini mağdur ilan etmesine alan açıyor.
Atmosferde CO2 (karbondioksit) gazının miktarının artması, Dünyanın daha önceki yaşadığı süreçler göz önüne alındığında etkisi tartışılmaz bir parametre durumunda. Ama biraz farklı bir açıdan bakalım. CO2’nin 2023 yılında Mayıs ayında atmosferdeki konsantrasyonu 424 ppm düzeyindeydi. Bu düzey, endüstri devrimi öncesi miktarının %50 üzerindedir (https://www.iklimhaber.org/yeni-rapor-atmosferdeki-karbondioksit-orani-endustri-oncesi-seviyeden-yuzde-50-daha-yuksek/ ). Durumu anlamak için başka bir veriye bakalım:
Dikkat
edilirse, atmosfer sıcaklığının artış eğrisinin eğimi 1970’li yılların başından
itibaren değişmiş bulunuyor. Peki, küresel ısınmanın tek sorumlusu atmosferdeki
CO2 gazı mı yoksa atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun bu
kadar göz önüne çıkarılması bir şeylerin dikkatlerden kaçırılma çabası mı?.. Ppm,
bir konsantrasyon birimidir ve 424 ppm demek, milyonda 424 kısım anlamına
gelir. Birkaç hesaplama ile 424 ppm’in 1 m3 hava içindeki kütlesinin
0,0096 mol’a karşılık geldiği bulunabilir (15o C sıcaklıkta ve 1,225
kg/m3 hava konsantrasyonunda). Şimdi de, atmosferin doğal bileşeni
olan su konsantrasyonuna bakalım. Atmosferdeki su molekülünün maksimum değeri,
yine aynı koşullarda mutlak nem açısından 6,66 gram’dır. Bu miktar 0.36 mol’e
karşılık gelir. Yani atmosferde 1 molekül CO2 başına 38,2 adet H20
molekülü bulunmaktadır. Hava sıcaklığının artmasıyla buharlaşan su miktarı
artacağından bu miktar daha da artacaktır.
Güneşten
gelen ışık fotonları, dünya atmosferine girdikten sonra atmosferdeki gazlara
çarpar, sonrasında kara ve denizlere çarparak yansır. Yansıyan fotonlar yine atmosferik
gazlara çarpar ve nihayetinde uzaya kaçar. Fotonlar her çarpışmada enerjisinin
bir kısmını çarptığı moleküllere ve maddelere aktarır. Dünyanın ısınması bu
şekilde olur. Peki, atmosfer içinde 0,0096 mol CO2 molekülüne
çarpmak mı, yoksa konsantrasyonu CO2’nin yaklaşık 38 katı olan su
buharına çarpmak mı daha olasıdır ve daha fazla gerçekleşir?..
Şu
sonuca varıyoruz: Atmosferin bu denli ısınmasının en büyük sebebi CO2
değil, su buharıdır. Peki, neden CO2 üzerinde bu kadar duruluyor?..
Bu sorunun cevabı tamamen politiktir. Termodinamiğin yasalarına göre, her
faaliyet entropiye eğilimlidir. Yani düzensizliğe doğru bir seyir izler.
Entropi, serbest kalmış enerjinin artık işe yaramayan ama büyük bir oranını
temsil eden kesimini anlatır. Enerji çevrimi sırasında açığa çıkar ve
kullanılamaz. Gerek fosil kökenli yakıt kullanımı sırasında, gerekse nükleer santrallerde
zorunlulukla açığa çıkar. Bir örnek vermek gerekirse Akkuyu NGS’nin 1 saatte çevrimini yapacağı
enerji 12 GW iken, bu ısı enerjisinin sadece 4.8 GW’lık kısmı elektrik
enerjisine dönüşecektir. Kalan enerji ise gerek soğutma suyu yoluyla, gerekse
atık ısı olarak atmosfere verilir. Bunun sonucu olarak denizden buharlaşacak su
miktarının 1 milyon m3/gün olacağı tahmin edilmektedir. Uzun sözün
kısası enerji çevrimi sonucunda atmosferin ısınması endüstrileşmenin sonucudur ve
bu ısınma daha çok su aracılığıyla oluşmaktadır.
CO2
gazı, oluşum süreci itibarıyla en fazla fosil kökenli yakıtların antropojenik
olarak enerji çevriminde kullanılması sonucu ortaya çıkar ve toplam emisyonun
%85’i endüstriyel faaliyetlerden oluşmaktadır (2022 TMMOB EMO enerji çalıştayı
sonuç raporu). Bu emisyonun yegâne sorumlusu olarak bütün insanlığı göstermenin
akıl-dışılığı ortadadır. Hiç talep olmazsa arz olmaz denebilir. Fakat kapitalizm,
uzun zamandır insanlığı DAYATILMIŞ İHTİYAÇ kıskacına almış durumdadır. Yani
talebi belirleyen en önemli faktör, bizzat arzın kendisidir. Atmosferik
ısınmanın ivmelendiği zaman kesiti 1970’li yıllardır. Bu yılları biraz mercek altına
alındığında, bu yıllardan sonra endüstriyel ürünlerin dayanıklılığının
azaldığı, sürekli var olan ürünlerin üst modellerinin çıkarılarak toplumun
tüketim çılgınlığına sürüklenmeye başladığı görülür. Ayrıca, atmosfere CO2
emisyonunun artmasının nedenlerinden biri, enerjiye ulaşımın 2. endüstri devrimi
sonrası daha da kolaylaşmasıdır.
Enerjiye
ulaşımın kolaylaşması fabrikaların ve üretim araçlarının yapısını etkilemiştir.
Örneğin otomobil fabrikaları üretim bantları oluşturdu. Sermaye açısından daha
az işçilik maliyeti ile daha çok mal üretimi fikri, diş kamaştırıcıydı. Eğer
bir malın üretimi için gereken hammadde ve gereken enerjiden yani satın alma
mefhumundan tasarruf edilemiyorsa, tasarruf edilecek tek parametre emek-gücüdür.
Ve şunu biliyoruz ki daha fazla mal üretimi, daha fazla enerji kullanma
ihtiyacını beraberinde getirir. Emek cephesi açısından duruma bakılırsa durum
iki kere vahim bir hal almaktadır.
1)
Teknolojinin gelişimiyle insan emeğine duyulan ihtiyaç zamanla azaldığı için, mevcut
olandan daha büyük bir sefalet ile yüz yüze kalmak
2)
Dayanıksız tüketim mallarını almak zorunda bırakılarak, sürekli tüketim
cenderesine girmek. Yeni ürün elde edebilmek için daha çok emek sarf etmek
zorunda olmak.
Bu
iki faktör artan işsizliği açıklamaktadır.
Endüstride
durum böyle iken, tarım ve gıda ürünleri üretimi bu süreçlerin dışında değildir.
Kimyasal gübreler, kısa bir süre için verim artışı sağlarken, bir süre sonra
toprakta organik materyallerin sürekli eksilmesi, hem toprak yapısının (flora,
fauna, iz elementler vd.) bozulması, hem de toprağın tuzlanması sonucunu
doğurmuş, buna bağlı olarak toprağın su tutma kapasitesi azalmış, toprak
üstünde verim azalırken, verim artsın diye fazlaca verilen gübrelerdeki nitrat
ve tuz kökleri yeraltı sularına karışmış, yeryüzüne ulaştığı yerdeki ekosistemi
etkilemeye başlamıştır. Bunlar ve daha sayılmamış birçok parametre bir araya
geldiğinde, ekosistem artık tolerans sınırlarının zorlandığı bir evreye
girmiştir.
Doğal
varlıkların sermaye açısından kaynak olarak görülmesi ve fütursuzca talan
edilmesi, küresel olarak iklim krizini daha da içinden çıkılmaz bir hale
getirirken, yaşam alanlarının tahribatı karşısında insanlara yaşam alanlarını
terk etmekten başka bir seçenek bırakılmamaktadır. Bunun zorunlu sonucu olarak
emek gücü belirli bölgelere yığılmaktadır. Bu yığılma da yoğunluğun arttığı
bölgelerde işsizliği artırmakta, ucuz iş gücü oluşturarak emek ikamesini
doğurmakta, emekçi halkı sefalete sürüklemektedir. Sonuçta endüstriyel olmayan
hava kirliliğini ve bir türlü giderilemeyen kullanma suyu ihtiyacını
konuşmaktayız. İşin ironik yanı ise göç ettirilmek zorunda kalan insanların
sırtına yaftalar yapıştırmalarına kayıtsız kalmaktayız.
Özetle
üretim araçlarının gelişimi, insanlığı ve ekosistemi etkilemektedir:
1)
İnsan emeğine daha az ihtiyaç duyulduğu için sefalet artmaktadır,
2)
Daha fazla ürün arzıyla daha çok kar üretmek için daha fazla enerjiye ve doğal
varlıklara ihtiyaç duyulmaktadır.
Birleşmiş
Milletler kontrolünde iklim değişikliği ile mücadele etmek için oluşturulan
Paris Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ise, insanlığa bir çıkış
yolu vaat etmekten çok, CO2 emisyonunun alınır satılır bir meta
haline getirilmesine hizmet etmektedir.
Oluşturduğu karbon ticareti gelişmiş kapitalist ülkelerin, mal ve hizmet
üretmek için fosil kökenli yakıtları kullanmak zorunda olan az gelişmiş kapitalist
ülkeleri sömürmesinin yeni bir yolu olmuştur. Bu yüzsüzlük öyle bir noktaya
gelmiştir ki, COP27 Glasgow toplantısında nükleer güç santrallerinin sırf CO2
emisyonu yapmadıkları gerekçesi ile YEŞİL ENERJİ olarak kabul edilmesi kararı
alınmıştır. Sadece bu karar bile IPCC’in neye ve kimlere hizmet ettiğini açıkça
göstermektedir.
Aşağıdaki
grafik, gelişmiş kapitalist ülkeler sermayesinin yaratılmasında bizzat sorumlu
olduğu CO2 emisyon artışını, karbon borsası kurarak, nasıl da az
gelişmiş kapitalist ülkeleri soymada kullandığının göstergesidir.
(Kaynak:
https://yesilbuyume.org/gonullu-karbon-piyasalari-ve-karbon-dengeleme/ )
Az
gelişmiş kapitalist ülkeler, ürettiğikleri mal ya da hizmeti satmak için Avrupa’yı
bir pazar olarak görüyorlarsa, enerji kaynaklarının kullanılmasıyla oluşan CO2
gazının diyetini ödemek zorunda kalıyorlar. Bu borsa bu durumu düzenlemek için
var.
Karbon
borsası ve CO2’nin neden böyle dillere pelesenk olduğunu
açıkladıktan sonra değinmeden geçemeyeceğimiz bir noktaysa, iklim
değişikliğinin pratik hayata yansımaları olan anormal iklimsel aktivitelerin
zamanla artışıdır. Atmosferdeki su buharı sıcaklığın artmasına bağlı olarak
yoğunlaşmaya fırsat bulamaz. Kinetik enerjisi buna izin vermez. Soğuk hava
kütlesi ile karşılaşması sonucunda yüksek bulutlanma oluşur ve son zamanlarda
sıkça karşı karşıya kaldığımız ani ve yüksek miktarda şarjlar olarak yeryüzüne
düşer. Bunun anlamı iri taneli dolu ya da sel demektir. Havanın sıcak olduğu
zamanlardaysa kuraklıklar görülür.
Sonuçların
değil de nedenlerin tartışılması, geri döndürülemez diye insanların gözünü korkuttukları
iklim değişikliği sorununun çözümü için başlangıç olacaktır.
İklim
değişikliğinin nedeni hayatını sürdürmek için çaba sarf eden insan toplumları
değil, azgın kar hırsı dizginlenemeyen kapitalizmdir.
Mağdur
olan kapitalizm değil, ekosistemin bizzat kendisidir.
Olası
iklim göçleri, bu felaketin yani bizzat kapitalizmin sonucudur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.