25 Ocak [1853] tarihli The Times'ta, "Amatör idam" başlıklı aşağıdaki yorum yayınlandı:
"Genellikle
ülkemizde, her kamuya açık infazın ardından, görünüşte bilinen bu ceza infazının
olgunlaşmamış ve hastalıklı zihinler üzerinde sahip olduğu güçlü etkisi sonucu,
bir dizi asarak intiharın ve ölümcül kazanın takip ettiği görülmüştür."
The Times’ın bu yorumun örneği olarak ileri sürdüğü bazı
olaylardan birisi, Sheffield’de, Barbour’un infazı konusunda diğer delilerle
konuştuktan sonra kendisini asan bir deliye ilişkindir. Diğer bir olay da
kendisini asan 14 yaşındaki bir çocuğa ilişkindir.
Bu olaylar listesinin desteklemeyi amaçladığı ve makul
insanları hiç de tatmin etmeyen bu öğreti, ölüm cezasının toplum tarafından
ultima ratio (son çare) olarak yüceltildiği bir ortamda, cellâdın doğrudan
yüceltilmesinden başka bir şey değildir. “Baş gazete”nin baş makalesinin
yaptığı da budur.
The Morning Advertiser, 1849 yılının 43 gününe ilişkin,
bazıları çok acı olan, ama The Times’ın kanlı mantığını ve cellâda olan
sevgisini eleştiren şu ilginç verileri sunuyor:
Bu tablo, The Times’ın kabul ettiği gibi, sadece intiharları değil, aynı zamanda suçluların idamına yol açan çok korkunç cinayetleri de ortaya koymaktadır. Makale, bu barbar teoriyi mazur gösterecek tek bir kanıt ya da bahane ortaya koymasa bile şaşırtıcıdır.
Uygarlığıyla övünen bir toplumda, ölüm cezasının adil ya
da uygun olduğunu kanıtlayacak bir ilke bulmak, bütünüyle olanaksız değilse de,
pek güçtür. Genellikle ceza, ya bir yola getirme ya da bir yıldırma aracı
olarak savunulmuştur. Peki, ama siz başkalarını yola getirmek ya da yıldırmak
için, ne hakla beni cezalandırıyorsunuz? Üstelik Kabil'den beri dünyanın
cezayla ne yola geldiğini, ne de yıldığını tam bir kanıtlamayla gösteren ne
tarih vardır, ne de istatistik diye bir şey vardır. Tam tersine, soyut hak
açısından, soyut olarak insan onurunu tanıyan bir tek ceza teorisi ortaya
konulmuştur; bu, özellikle Hegel'in daha katı bir formüle bağladığı biçimde
Kant'ın teorisidir. Hegel şöyle der:
"Ceza suçlunun
hakkıdır. Onun kendi iradesinin bir eylemidir. Hakkın çiğnenmesi, suçlu
tarafından kendi hakkı olarak ilan edilmiştir. Onun suçu hakkın
olumsuzlanmasıdır. Ceza, bu olumsuzlanmanın olumsuzlanmasıdır ve dolayısıyla
suçlunun kendi isteği ve kendisinin zorladığı hakkın bir onaylanmasıdır."
Bu formülde kuşkusuz aldatıcı bir şey vardır; bu da,
Hegel'in suçluya yalnızca bir nesne, adaletin bir kölesi olarak bakacak yerde,
onu özgür ve kendi kendini belirleyen bir varlık durumuna yükseltmesidir. Böyle
olmakla birlikte, soruna daha yakından bakarsak, Alman idealizminin, çoğu başka
durumlarda olduğu gibi, burada da, toplumun kurallarına aşkın (transcendantal)
bir yaptırım eklediğini fark ederiz. Gerçek itileri ve üstünde baskı yapan
çeşitli toplumsal koşullarıyla birlikte bireyin yerine "özgür irade"
soyutlamasını -insanın birçok niteliğinden birini, insanın kendisinin yerine-
geçirmek bir aldanma değil midir? Cezayı suçlunun kendi iradesinin bir sonucu
sayan bu teori, yalnız eski “jus talionis”in (kısasın), göze göz, dişe diş,
kana kantin metafizik bir ifadesidir. Bütün söz oyunları bir yana bırakılıp
açıkça konuşulacak olursa, ceza, toplumun nitelikleri ne olursa olsun can alıcı
önem taşıyan koşullarının çiğnenmesine karşı bir kendini savunma aracından
başka bir şey değildir. İyi ama, kendini savunmak için cellattan daha iyi bir
araç bilmeyen ve kendi vahşetini "dünyanın en ileri gelen
gazetesinde" ebedi hukuk diye ilan eden toplum, nasıl bir durumdadır ki?
Bay A. Quételet, L’Homme et ses Facultés (İnsan ve
Yetileri) adlı üstün nitelikli bilgince yapıtında şunları söyler:
“Korkunç bir
düzenlilikle ödediğimiz bir bütçe var - hapishaneler, zindanlar ve darağaçları
bütçesi… Hatta yıllık doğum ve ölümleri nasıl önceden bilebiliyorsak, hemen
tıpkı onun gibi, kaç kişinin elini hemcinslerinin konma boyayacağını, kaçtım
kalpazanlık edeceğini, kaçtım zehir kullanacağını da şimdiden kestirebiliriz.”
Gerçekten de, Bay Quételet 1829'da yayımlanan bir suç olasılıkları
hesabında, 1830 yılında Fransa'da işlenen suçların yalnızca tutarını değil,
bütün çeşitlerini de, şaşırtıcı bir kesinlikle önceden kestirmiştir. Toplumun
belli bir ulusal kesiminde ortalama bir suç tutarını yaratan şeyin, bir
ülkedeki özgül siyasal kurumlar olmaktan çok, genel olarak, çağdaş burjuva
toplumunun temel koşulları olduğu Quételet’nin 1822-24 yılları için yaptığı
tablolardan görülebilir. Amerika ve Fransa'daki yüz hüküm giymiş suçluya
bakalım.
Bu durumda, eğer geniş çapta gözlemlenen suçlar, tutarları ve sınıflandırılması bakımından böyle fizik olgularının düzenliliğini gösteriyorlarsa, -eğer Bay Quéletet’nin dediği gibi “iki etken nedenden (fizik dünya ile toplumsal sistem) hangisinin etkisini daha büyük bir düzenlilikle ortaya koyduğuna karar vermek güç oluyor” ise- o zaman, yalnızca yenilerine yer açmak için bir sürü suçluyu idam eden cellâdı göklere çıkarmak yerine, bu suçları türeten düzenin değiştirilme yolları üstünde derin derin düşünmek zorunluluğu yok mudur?
Kaynak: “Capital Punishment” New-York Daily
Tribune, 18 Şubat 1853. Marx - Engels, Toplu Yapıtlar, Cilt 11, s. 495-497.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.