Mahmut Boyuneğmez
Özel ve genel görelilik teorisi, Newtoncu klasik fiziği geçersiz kılmamış, onu kapsayıp aşmıştır. Kuantum mekaniği ise, mikrokozmoz ölçeğinde geçerli yeni bir paradigma oluşturduğu için, klasik fiziğin pabucunu dama atmamıştır.
Popper’in öne sürdüğü hipotez
ya da teorilerin “sınama-yanılma-yanılgıyı ayıklama” diye nitelediği
süreçlerden geçmesi, bilimsel teorilerin “yanlışlanabilirlik” özelliği olarak
ifade edilmektedir. Bize göre, bilgilerimiz, her zaman gerçekliğe ilişkin yaklaşık
bir karaktere sahiptir. Gerçekliğin daha derinlemesine araştırılmasıyla eski
bilimsel teoriler yenileri tarafından kapsanarak aşılabilir ve gerçekliğin içerdiği
yeni/farklı ilişkilerin kavranmasıyla, eski teoriler göreli olarak
geçerliliklerini korumaya devam ederken, yeni teorilerin getirdiği bilgiler
bunlara eklenir. Bu nedenle yeni gözlem ve deney verilerinin, mevcut teoriyle/paradigmayla
uyuşmazlığı her zaman ihtimal dâhilindedir. Bilimsel teorilerin
yanlışlanabilirliği, aslında geliştirilebilirlik olarak
okunmalıdır.
Doğa bilimleri alanında,
paradigmaların kuruluşu öncesindeki “bunalım” dönemini ilk tasvir eden
Kuhn’dur. Kuhn, bilimsel ilerlemenin doğası konusunda kısmen sağlıklı
değerlendirmeler yapar. Ona göre, bilimsel ilerleme birikimci bir tarzda
gerçekleşmez. Bilim tek tek keşif ve icatların birikmesiyle değil, “bilimsel
devrim”, “olağan bilimsel faaliyet”, “bunalım” ve “yeni bir paradigmanın
kuruluşuyla birlikte gerçekleşen yeni bir bilimsel devrim”[1], dönemlerinin birbiri
ardına gelmesiyle ilerler.
“Bilimsel gelişmedeki büyük
dönüm noktaları” olan bilimsel devrimlere örnek olarak Copernicus, Newton,
Lavoisier, Maxwell, Einstein gibi isimlerin çağrıştırdığı bilimsel başarılar
verilir. Örneğin, Copernicus ve Kepler’in, yeni bir paradigma kurarak astronomi
biliminin temellerini atmasından önce, astrolojinin ideolojik söylemleri, Tycho
Brahe’nin sayısız ölçüm ve gözlemleri bulunur. Bilimsel devrim öncesinde rakip
paradigmalar birbirleriyle yarışır. Her biri, inceleme konusu olan fenomenleri
kısmen açıklayabilir ve her biri için kendi yapısıyla uyuşmayan gözlemler
vardır. İçlerinden biri, temel bir ya da birkaç yasanın ortaya koyulmasıyla, bu
fenomenlerin ve aykırı gözlemlerin açıklamasını yapar. Bu paradigma,
kendisinden çıkarılan öngörülerin deneyle gösterilmesiyle bilim adamlarını bir
süre sonra ikna eder. Çoğu kez bu ikna süreci, eski paradigmayı savunmakta
direnen bilim adamlarının dışlanması ya da ölmesiyle ve yeni kuşak bilim
adamlarının, yeni paradigmayı benimseyip, bu çerçevede olağan bilimsel faaliyetlerini
gerçekleştirmeleriyle tamamlanır.
Yeni paradigmalar, bakılan
sürecin, olayın farklı algılanmasını temsil eder. Kuhn bu durumu, bir görsel
kalıptan (Gestalt’tan) diğerine atlama örneklerine (genç-yaşlı kadın,
ördek-tavşan figürü) benzetir. Yeni paradigma, eskiden kullanılan kavramlar,
terimler arasındaki ilişkileri, kavramlar setini ya da ağını, deneylerin
düzenlenme biçimini vb. değiştirir. Çoğunlukla, yeni paradigmanın ortaya
konması, bunalım belirtilerinin üzerinden birkaç yıldan daha uzun bir süre
geçmeden olur. Bir/bir kaç keşif, yasa ya da teorinin ortaya konmasıyla beliren
yeni paradigmayı, çoğu kez eski paradigmalardan biriyle kendini sınırlamamış,
çok dar bir uzmanlık alanı içine girmemiş, genç yaştaki insanlar geliştirir.[2]
Kuhn’un kusuru, saptamalarını
toplumsal yapı içerisine oturtmayışı ya da toplumsal ilişkilerle bağlantılı bir
şekilde soyutlamalarını yapamayışıdır. Kuhn, bilimsel başarıları, tarihsel
dönemlerin genel dünya görüşü çerçevesi içerisinde dikkate almaz. Bilimsel
ilerlemenin doğası üzerine geliştirdiği tezlerin, bilimi, sanat ve felsefe gibi
alanlarda kaydedilen başarılardan ayırt eden özelliklere işaret ettiğini
düşünür.[3] Kuhn, “bunalım
dönemleri”nin “bilimsel devrim”le aşılması sürecinde, bir paradigmanın rakip
paradigmalara üstün gelmesinden bahsederken, rakip bilimsel yaklaşımları/anlayışları
da “paradigma” kelimesiyle adlandırır. Kuhn, “siyasi devrim” ile “bilimsel
devrim” arasında biçimsel bir benzerlik, koşutluk bile kurmuştur.[4] Ancak, bilimsel
ilerlemeyi, bilim adamları topluluğuyla sınırlı bir “toplumsal” boyutta ele
almanın ötesine gidemez. Bize göre, “paradigma”nın anlamını, Khun’un
düşündüğünden daha geniş bir kapsama sahip olarak düşünmek gerekir. Ayrıca,
bilimsel düşünceleri, diğer alanları (felsefe, siyaset, sanat) da içeren, daha
genel bir “dünya görüşü” düzeyinde değerlendirmek de mümkün olabilir.
Khun’un yaklaşımının bizde
uyandırdığı çağrışımlara bakalım…
Marx ve Engels’in siyasal
iktisat ve tarih alanlarında, ayrıca Fransız devrimi ve 18. yüzyıl materyalizmi
üzerine okumaları, görüşlerinin oluşumunda önemlidir. Okudukları eserlerdeki
tarih, toplum ve iktisat üzerine olan bilgileri yorumlarlar. Toplumsal ilerlemeyi
ve toplumsal fenomenleri değerlendiren bu eserler, birçok realist ideolojik
yorumla, yetersiz ve parçalı bilimsel saptama içerir. Kapitalist toplumdaki
değişim, toplumsal ilişkilerdeki gelişim bu eserlere yansır. Bu görüşler,
toplumsal ilişkilerdeki değişimin, toplumsal bilinç biçimlerinde yansımasını
ifade eder. Tümüyle organize edilmemiş, bir sistem dâhilinde bütünleştirilmemiş
yığınla bilgi ve ideolojik fikir türetilmiştir.
18. yüzyıldan 1848 devrimine
kadarki dönemde Avrupa’da, toplumsal hareketlilikler, devrimci alt-üst oluşlar
ve bunlara karşılık gelen düşünsel arayışlar belirgindir. Alman filozoflarının
görüşleri, İngiliz ve Fransız iktisatçılarının incelemeleri ve Fransız
aydınlarının, politikacılarının, filozoflarının, tarihçilerinin toplumsal,
siyasal, felsefi anlayışları, tarih/toplum alanında rakip yaklaşımları
oluşturur. Biriken deneyimleri, gözlemleri, toplumsal ilişkilerdeki alt-üst
oluşu ve zenginliği, bahsedilen bu yaklaşımlar tümüyle ve tam olarak
açıklayamaz. Toplumsal ilişkilerdeki değişikliklerin nedenleri üzerinde ya
yeterince durulmaz ya da bu nedenleri değerlendiren yorumlar eksikli ve
yüzeyseldir. Siyaset teorisi-toplum bilim-felsefe alanlarında birçok düşüncenin
varlığıyla gözlenen parçalanmışlığı ortadan kaldıran bir “teorik devrimin” ya
da yeni bir paradigmanın oluşması için gereken koşullar, tarihsel dönemde
mevcuttur.
Avrupa’da orta çağ boyunca,
feodal toplumsal üretici güçler-üretim ilişkilerinin gelişimindeki göreli
durgunluk, sınıflar arası karşıtlıkların toplumsal ilişkileri ilerleten
yönündeki güdüklük, felsefi, siyasal, sanatsal, bilimsel alanlardaki göreli
durgunluğa ve karşıtlıkların korunmasına, statükoya yarayan dinsel metafizik
ideolojik kalıpların derinleşmesine, yayılmasına yol açar. Toplumsal yaşamda
sınıflar arasındaki karşıtlıkların çelişkilere dönüştüğü, eski feodal üretim
tarzının çözülüşü ve yeni toplumsal ilişkilerdeki karşıtlıkların, kapitalist
üretim tarzı çerçevesinde kuruluşunun gerçekleştiği dönemde, büyük çaplı,
dönemin toplumsal gerçekliğindeki değişimle uyumlu ve ilerici siyasal
arayışlar, bilimsel, sanatsal, felsefi üretimler oluşur. Bu dönemde bu dört
büyük alanda gerçekleşen üretimlerin, geniş bir ideolojik ve bilgi spektrumu
gösterdiği doğruysa da, ağırlıklı olarak, dönemin toplumsal gerçekliğindeki
değişim eğilimine uygun, “realist” temel eğilimler, açıklamalar/yaklaşımlar
içermeleri, toplumsal ilişkilerdeki çelişkilerin ilerletici yönünü temsil
etmeleri yüzündendir. Bu dönemde bunlarla, metafizik, mistik, gerici ideolojik
kalıplar ve arayışlar, açıklamalar arasındaki savaşım belirgindir. Örnek
olarak, kabaca Büyük Fransız Devrimi’ne kadarki dönemde Avrupa’da, bu dört
alanda gerçekleşen büyük atılımlar verilebilir. 16. yüzyıldan Aydınlanma
dönemine kadarki tarihsel süreçte Avrupa’da, İngiliz ve Fransız materyalist
felsefesini, doğa bilimlerindeki büyük ilerlemeleri, siyasal düşüncelerdeki gelişmeleri
ve edebiyat, müzik gibi alt-alanlarıyla beraber sanattaki atılımları düşünmek,
bunu görmeye yeter. Bu atılımlar, çeşitli alanlarda ve alt-alanlarda az çok
ortak olan özellikleri ve yönleriyle, genel hatlarıyla ilerici bir dünya
görüşünün kuruluşunu gösterir. Avukatlardan, hekimlerden, politikacılardan,
bilim adamlarından, filozoflardan, aydınlardan oluşan “burjuvazi”nin, bütün bu
ilerici üretimleri, onların “eski düzen” (ancien régime)’le oluşturduğu
karşıtlıkta, ilerletici kutbu temsil etmeleriyle ilişkilidir. Bu alanlardaki
atılımlar ya da “devrimler”, bilimsel aktivitelerdeki devrimlerin yanı başında,
“toplumsal devrim”in sanat, siyaset ve felsefe alanlarındaki üst-yapısal
bileşenleri olur.
Doğanın birçok temel gücü ve
olgusuna egemen olmayı getirecek, doğa bilimlerindeki büyük atılım dönemi
Avrupa’da, kabaca “yeni çağ”la birlikte başlar. Toplumların geleceği ve
tarihsel akış üzerinde, insani olgular ve süreçler üzerindeyse, bu çağda
“bilinçli” bir egemenlik kurulması mümkün değildir. Toplumsal ilişkilerin,
ideolojilerin, insani olguların oluşum ve gelişim mekanizmalarını realist bir
biçimde açıklamak, ancak bu oluşum ve gelişim üzerinde bir denetim kurma
potansiyeli oluştuğunda mümkün olabilir. Komünizm ve tarihsel materyalizm, bu
potansiyelin oluşmasıyla birlikte 19. yüzyılda doğar.
Özetle kapitalist üretim ilişkilerinin filizlendiği ve geliştiği bir çağın dünya görüşüne “liberalizm” denirse, bu çağın sanat, siyaset teorisi, felsefe ve bilim alanındaki gelişmeleri, “liberal dünya görüşünü” oluşturmuştur ve bu bir “paradigma”dır… Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişiminin bir evresinde içerdiği karşıtlıklar ise, komünist dünya görüşünün kapsamında Marksist teorik sistemi, toplum bilimlerini, sanatsal ve kültürel üretimleri var etmeye başlamıştır. İşte bu da antagonist “paradigma”dır.
Teşekkürler.
YanıtlaSil