14 Temmuz 2013 Pazar

[Tarihsel Materyalizmin Işığında Büyük Fransız Devrimi - Mahmut Boyuneğmez]

Konu: Daniel Guérin'in Fransa'da Sınıf Mücadelesi 1793-95 adlı kitabında yer alan, Büyük Fransız Devrimi hakkındaki bilgiler özetlenmekte, tarihsel materyalist perspektif bu devrim örneğinde ortaya konmaktadır. Tarihsel materyalizm ve diyalektik teorisine katılabilecek bazı yeni kavramlaştırmalar önerilmektedir.

Tarihsel materyalizm, tarih bilimi değildir. Tarihsel olayları açıklamak tarih biliminin kapsamındadır. Örneğin 1792-95 yılları arasında Fransa'da burjuvaziyle sans-culotte'lar arasındaki mücadelenin somut biçimlerinin incelenmesi, olayların nedenlerinin ve doğurdukları sonuçların irdelenmesi, tarih bilimi kapsamındaki somut incelemelerle yapılır. Fakat tarihin temel devindiricisinin sınıf mücadeleleri olduğunu belirtmek, felsefi bir yaklaşımdır ve tarihsel materyalizmin kapsamında kalır. Tarihsel materyalist perspektifin bu ilkesine ulaşılmasında, sınıflar arasındaki mücadelelerin -özellikle Büyük Fransız Devrimi (BFD)'nde olduğu gibi- artık açıklıkla gözlenebilecek bir dönemde yaşanıyor oluşu ve çeşitli tarihçiler tarafından bu mücadelelerin yazılmış durumda olması önemlidir. Tarihsel materyalizm, bir felsefi perspektif olarak, tarih biliminde kullanılır. Ayrıca tarih bilimi, antropoloji, dilbilim, doğa bilimleri gibi alanlardaki gelişmeler, tarihsel materyalizmi zenginleştirecek yeni felsefi soyutlamaların yapılmasına yol açar.

Tarihsel materyalizm, inceleme nesnesi olarak tarihi konu alan bir bilim dalı değildir.[1] Modern materyalizm, bilgiye, fikirlere/ideolojilere, sanata, devlete, sınıflara ve üretime, kısacası toplumsal öğelere tarihsel perspektifle yaklaştığı için “tarihsel” nitelemesini alır. Materyalizmin bir türüdür, çünkü düşüncelerin, gelişim içerisindeki bir toplumsal varoluş tarafından belirlendiği, düşüncelerin toplumsal ve tarihsel temelleri olduğu fikrini esas alır.

Tarihte, hareketlilik (değişim) ve süreçler vardır. Toplumsal öğeler arasındaki ilişkiler ve işleyiş düzenekleri ile bunlardaki gelişimin/değişimin hangi örüntüleri oluşturduğu, diyalektik teorinin kapsamındadır. Dolayısıyla tarihsel materyalizm, diyalektik teoriyi bünyesinde barındırır.

Diyalektik tek patern (örüntü), yadsımanın yadsınması değildir. Bernhard Brosius'un Tarihin Yapıları-Tarihsel Materyalizme Giriş adlı çalışmasında, değişimin/hareketin tek diyalektik örüntüsünü “yadsımanın yadsınması” olarak sunması, gerçeği tam olarak yansıtmamaktadır.[2] Gerçeklikte ve gelişimde soyutlanması gereken başka örüntüler de bulunmaktadır. Üstelik olumlama ile yadsımanın oluşturduğu karşıtlığın, bir dolayım kullanıldığında bütünlük oluşturduğunun görüldüğü bu akıl yürütme yöntemine, “yadsımanın yadsınması” yerine “karşıtlığın kavranıp kaldırılması/aşılması” denmesi daha uygundur. Örneğin gece ile gündüz karşıtlığından, zaman dolayımıyla “gün” bütünlüğüne ulaşıldığında, burada tekrar bir yadsımanın olmadığı, yapılan eski yadsıma işleminin yadsındığı, yani karşıtlığın aşıldığı görülmektedir. Bu örnekte bir sürecin iki yönü, karşıtlık olarak konmakta ve bütünlüğe sahip süreç akılla idrak edilmektedir. Böylece düşünce düzeyinde gerçek soyutlanmış olmaktadır. Başka örnekler verelim: doğum ile ölüm karşıtlığı, yaşam dolayımıyla kaldırıldığında oluşan bütünlük, canlılık olarak görülebilir. Canlılardaki anabolik tepkimeler ile katabolik tepkimeler arasındaki karşıtlık, enerji alış-verişi dolayımı dikkate alındığında, metabolizma bütünlüğünü görmeyi sağlar. Yıkıcı etkenler ile yapıcı etkenler arasındaki karşıtlığın, kuvvet dolayımıyla kaldırılması, bunların, coğrafi şekillerin oluşmasındaki rolünü açığa çıkarır.

Tarihin fraktal yapıda olduğu ve bunu oluşturan örüntünün "yadsımanın yadsınması" olduğu anlamına gelen tezin açıklayıcılık değeri tartışmalıdır. Bu tezi savunan Brosius şu şekilde yazar:

Benoit Madelbrot 'doğanın fraktal geometrisini' ele aldığı kitabında, 'bir şeklin her parçası şeklin tamamına (...) benziyorsa, bu şekle 'kendine-benzeyen' denir' der. Tarihsel süreçte 'yadsınmanın yadsınması vasıtasıyla görünür kılınan bu kendine-benzeme hali (...) tarihin fraktal (kendine-benzeyen) yapısını sezmemizi sağlıyor.”[3]
Brosius'un, ilkel toplum ---> sınıflı toplumlar ---> komünizm şeklindeki şemanın yanısıra, “üreticilerin üretim araçlarını kullanım hakkının olup olmaması” kriterini temel alarak oluşturduğu ilk sınıflı toplumlar ---> köleci toplum —-> feodalizm ile köleci toplum ---> feodalizm ---> kapitalizm şemalarını[4], "yadsımanın yadsınması" ilkesiyle açıklaması uygun değildir. Yukarıda verilen örneklerdekine benzer bir aktif karşıtlığın bu şemalarda içerilmediği ve de aşılmadığı görülebilir durumdadır.
Bir bütünü oluşturan çeşitli öğeler (parçalar) arasındaki etkileşim biçimleri şunlardır:

a. Aditif/sumatif etki (additive effect): İki ya da daha fazla etkenin birlikte etkin olduklarında, tek başlarına oluşturdukları etkilerin toplamı kadar bir sonuç üretmeleridir.

b. Potansiyelizasyon (potentialization, potentiation): Bir etkenin işlevinin başka bir öğe tarafından güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.

c. Sinerjistik etki (sinergistic effect): Synergy (İng.) terimi, Yunanca “sinergos” kelimesinden köken alır ve anlamı “birlikte çalışmak/etkimek”tir. İki etken kombine etkinlikte bulunduklarında, tek başlarına oluşturdukları etkilerin toplamından daha büyük, daha güçlü bir sonuç oluşur.

d. İnhibisyon: Bastırma/ezme, baskılama, durdurma ya da frenleme, etkisini sınırlama anlamlarına gelir.

e. Karşıtlık/çelişki: Bu kavramla, zıt anlamlı kavram çiftleri kastedilmemektedir. Bir sürecin karşıt ve birbirlerini bütünleyen yönleri, dinamik aktörlerin ya da kuvvetlerin döngüsellik ve bütünlük oluşturması anlatılmaktadır.

e. Negatif geri-besleme (negative feed back): Bir ara ya da nihai sonuç, işleyiş üzerinde geri bildirimde bulunup, kararlı durumun, dengenin ya da homoestaz'ın oluşmasını sağlar.

f. Pozitif geri-besleme (positive feed back): İşleyişin sonunda oluşan sonuç, başlangıçtaki durumu güçlendirir. Ampilifikasyon oluşur. Kısır döngü (fasit daire, vicious cycle)'dekine benzer fakat olumlu anlamda bir döngüsellik gözlenir.

Tarihsel ilerlemede gözlenen bazı kurallarsa şunlardır:

1. Nedensellik ve rastlantısallık: Tarihte olaylar arasında neden-sonuç ilişkisine uyan zincirleme etkileşimler bulunur. Benzer nedenler benzer koşullarda benzer sonuçlar üretir. Tarihsel gelişimde olayların ne yönde gelişeceğine ilişkin, ünlü bireylerin kişisel özelliklerinden kaynaklanan rastlantılara yer vardır. Rastlantılar, bir olayın oluşumunda, bir sürecin gelişiminde, zincirleme etkileşimlerin dışından gelerek olayın oluşumuna ve sürece katılan etkilere denir. Rastlantıların oluşumununsa, kendi “mantığı”, yani saptanabilir bir nedensel etkileşim zinciri mevcuttur.

3. Belirlenim ve refleksivite: İnsanların düşünceleri toplumsal varoluşları tarafından belirlenir. Fakat toplumsal aktörlerin ve bireylerin sahip olduğu bilgiler ve bilinçlilik, içerisinde yer aldıkları olayları aktif biçimde etkiler. İdeolojiler, bilinçlilik durumları olarak, toplumsal gerçekliğin içerisinde yaşayan insanların hareketine yön verir.

4. Süreklilik ve kopuş: Bir örnekle anlatacak olursak; kapitalizmin, feodalizmin bağrında filizlenmesi, burjuva devrim süreçleriyle yaşanan kopuş dönemleriyle birlikte süreklilik içerisinde devam eder.

5. Eşitsiz gelişme: Eşitsiz gelişme, sadece toplumların tarihsel gelişiminde değil, aynı zamanda canlıların evriminde de gözlenen bir paterndir. Tarihte eşitsiz gelişim vardır ve bunu kapitalizm/emperyalizm dönemiyle sınırlamamak da gerekir.

***

Bu girizgâhtan sonra, şimdi Guérin'in yazmış olduğu Fransa'da Sınıf Mücadelesi 1793-95 adlı kitaba bakabilir ve onun soyutlamalarına bazı katkılar yapabiliriz. Bir yandan tarihsel olayların zincirlenişi hakkında bilgiler vermek, bir yandansa değerlendirmeler yapmak istiyorum. Guérin'in yazmış olduğu kitapta yer alan BFD hakkındaki bilgileri özetleyecek ve bu bilgileri yorumlamaya çalışacağım.

i. BFD'ne bakıldığında, devrimci adımlar ile karşı-devrimci tehdit arasındaki karşıtlık süreçlerde saptanabilir durumdadır. Bu karşıt yönler, siyaset dolayımıyla/siyasal arenada bir bütünlük oluşturmaktadır. Oluşan bütünlük, devrim döneminin her evresinde farklı durumda bulunan, dinamik dengedeki iktidardır.

ii. Burjuvazi ile sans-culotte'lar arasındaki ilişki

BFD'inde devrim sürecini yöneten ana unsur burjuvaziyken, sürecin sürükleyici kuvvetinde ana unsur, sans-culotte'lardır. Devrimci unsurlardan sans-culotte'lar, devrimin yönetilmesinde minör öğe, burjuvaziyse majör öğedir. Devrim sürecinin enerjisini, yeterli niceliğe sahip kitle olan sans-culotte'lar sağlarken, burjuvazi yasamada bulunur ve yönetim işlevlerinde ağırlığa sahiptir. Devrim sürecinde bu iki sınıfın 1793 yılı sonuna kadarki sürede karşı-devrimci kuvvetlere karşı birlikte etkin olduğu görülmektedir.

“Burjuvazinin, çıplak kolluların yardımı olmaksızın eski feodal, dini esaslara dayanan mutlakiyetçi rejime son verecek yetenekte olmadığı açıktı. Böyle bir şeyi tek başlarına yapabilecek sayısal ve fiziksel güçleri yoktu (...)

“Paris'li sans-culotte'lar 14 Temmuz 1789'da Bastille'i ele geçirmiş olmasalardı, Ulusal Meclis'in ayaklanması kralcıların süngüleriyle bastırılacaktı. Çıplak kollular 5 Ekim günü Versailles'a yürüyüp Meclis'i zorlamış olmasalardı, İnsan Hakları Bildirgesi asla onaylanmayacaktı. Kırsal bölgelerden gelen karşı konulması imkansız baskı olmaksızın Meclis, 4 Ağustos 1789 gecesi feodal mülkiyet haklarına – yine de ürkekçe – saldırmaya cesaret edemeyecekti. 10 Ağustos 1792'de güçlü bir kitle hareketi oluşmasaydı, feodallerin alacaklarının tazminat ödemeksizin kamulaştırılması yasası asla çıkarılamayacaktı ve burjuvazi, cumhuriyet ya da genel oy hakkı gibi konularda duraksayacaktı.”[5]

Devrimci olan bu iki sınıfın devrim sürecinde birlikte oluşturduğu sonuçlar, genellikle etkinliklerinin aritmetik toplamı değildir; aralarındaki etkileşim aditif/sumatif özellik taşımaz. Bu sınıfların etkinliklerinin ortaklaşması, tek başlarına kendilerinin yapamayacakları sonuçlar ya da kendi başlarına yapabildiklerinin toplamının üzerinde etkiler doğurmuştur. Devrim sürecinde aralarındaki etkileşimin çoğunlukla “sinergistik” ya da birinin etkinliğinin, diğerinin etkinliğini “potansiyelize edici” nitelikte olduğu gözlenmektedir.

iii. Devrimin ilerlemesiyle 1792 başından itibaren burjuvazi ile çıplak kollular (sans-culotte'lar) arasındaki mücadelenin ilk belirtileri gözlenir. Fransa'nın geri bölgelerinde feodalizm ve dinsel fanatizm henüz kontrol altına alınmamışken, Paris'te ve diğer bazı kent merkezlerinde, tiers état'ın iki fraksiyonu olan burjuvaziyle sans-culotte'lar (çıplak kollular, bras nus) arasındaki “sınıf mücadelesi” 1793-95 arasında belirginleşir.[6] Artık iki sınıf arasında bir çelişkinin oluştuğu görülmektedir. Çelişkinin kutupları olan iki sınıfın varlığı daha önce de açıkken, sans-culotte kitlenin yönetim/iktidar organları oluşturmasıyla burjuva kutbun özelliğini kendi bünyesinde barındırmaya başlaması ve aynı zamanda burjuvazinin merkezi iktidarını güçlendirirken, devrimci karakterinden artık sans-culotte kitlenin hareketlenmesini dışlamaya başlaması, çelişkinin oluşması olarak değerlendirilebilir.[7] Burjuvaziyle sans-culotte'lar arasındaki sınıf mücadelesi bu evrede, spesifik bir karşıtlık, yani bir çelişki oluşturmaktadır. Bu çelişki siyaset alanında ortaya çıkmakta ve dolayımlanmakta, devrim sürecinin sonuna doğru sans-culotte'ların örgütlenmelerinin feshedilmesine ve hareketlenmelerinin tümüyle bastırılmasına ulaşılmasıyla geçici olarak ortadan kalkmaktadır.

iv. İktidar organları

Sans-culotte'lar, burjuva parlamentarizminin yanı başında beliren yeni iktidar organları oluştururlar: Şubeler, komünler, halk dernekleri, devrimci milis. Bunlar halkın keşfettiği yeni politik iktidar biçimleridir. BFD'nde kitleler, geçmişte var olan kurumları yeni içeriklerle donatarak kullanmıştır. Örneğin Paris Komünü'nün kökeni 11. yüzyıla kadar uzanmaktadır.[8]

Sosyalist devrimde de, yeni bir iktidar oluşturulurken, geçmişten devralınan bazı kurumlar tasfiye edilir, fakat bazı kurumlar yeni içerikleriyle, yapılanması değiştirilerek kullanılır. Bundan önceyse, başarılı bir devrim süreci için gerekli olan şey, burjuva merkezi iktidar aygıtlarının dağılması, etkisizleşmesi ve sonuçta devrimci hareketin bileşeni olmasıdır. Bu soyutlamayı (“parçalanma”) Marx, 1848-49 Fransa devrimini inceleyerek yapmıştır. Devrim süreçlerinde toplumsal örgütlenmelere ve iktidar organlarına bakıldığında, bu kurumlar için bir “süreklilik ve kopuş” paterninden bahsedilebilir.

Başka bir devrim olgusu ise ikili iktidardır. Devrimin eşiğinde, Temmuz 1789'da, ikili iktidar, kral ile Ulusal Meclis arasında olduğu kadar, Ulusal Meclis'le Paris Komünü arasında da bulunmaktadır. 10 Ağustos 1792 ayaklanmasında toplantı halindeki şubeler, yasal komünden yönetimi alıp, devrimci bir komün kurduklarında, bu komün burjuva meclisin karşısına halkın iradesini temsil eden bir organ olarak çıkmıştır. Birkaç hafta süren bu ikili iktidar durumunda kaybeden komün olmuştur. 31 Mart 1793'te devrimci bir komün kendini tekrar, yasal komünün yerine geçirir; bu sefer hem Konvansiyon'a hem de onun Kamu Selameti Komitesi'ne karşı yeni bir iktidar olarak belirmiştir. Resmi iktidar, isyancı bu komünü ömrü bir sabah olacak kadar bir çabuklukla ezmiştir. Kasım 1793'te kitlelerin iktidarı olan Komün, ülkeyi Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasına sürüklemiş, Meclis'te Akla Tapınmayı dayatmıştır. Bunun üzerine burjuvazi 4 Aralık yasasıyla Komünü merkezi iktidar karşısında ikincil duruma düşürmüştür. Şubat-Mart 1794'te iki iktidar arasındaki mücadele yeniden gözlenir. Şubelerin bir merkez komite içerisinde örgütlenen halk derneklerinin, Hebertist'lerin düşüşünden ve Robespierre'in düşüşünden önce giriştiği iki ayrı hükümet darbesi, merkezi iktidar tarafından ezilmiştir.[9]

Toplumsal olayların akışı içerisinde inhibisyon, kontrol altına alma, etkisini sınırlama, baskılama, bastırma/ezme şeklinde gözlenmektedir. Bir toplumsal hareketlenme, kıpırdanış, örgütlenme, başka bir güç tarafından, örneğin merkezi iktidar tarafından inhibe edildiğinde, onun oluşturacağı etkileri azaltmakta ya da yok etmektedir. 1793 sonuna kadar olan sürede iki iktidar örgütlenmesi arasındaki ilişki, burjuva iktidarın, kitlelerin iktidar örgütlenmelerini inhibe etmesi şeklinde gerçekleşir. Fakat bu tarihten sonra çelişkinin iki kutbundan biri olan burjuva merkezi iktidar artık baskın duruma gelmiş olur.

1793 sonları-94 yılı, devrim sürecinin platoya ulaşması anlamına gelmektedir. Aralık 1793-Şubat 1794 arasında burjuva iktidarı adım adım güçlendirilirken, halk iktidarının organları (komünler ve halk dernekleri) güçsüzleştirilir. Karşı-devrimcilere dönük tavırda gevşeme ve devrimci kitle hareketine karşı konumlanış bu evrede başlamıştır. Enragé'lerin tasfiyesi bu evrede görülür. Mart 1794'ten itibarense, açık bir gericilik evresine girilir. Bu evrede burjuva devlet aygıtı, artık bir burjuva diktatörlüğü olarak yapılandırılmış durumdadır; kitle hareketini kontrol altına almaktan öteye gidilerek, baskı ve terör kitlelere yöneltilmiştir. Hébertist'lerin tasfiyesi, bu evrenin başında olmuştur. Görüldüğü gibi, 1793 sonundan itibaren burjuvaziyle sans-culotte'lar arasındaki sınıfsal çelişki, burjuva iktidarın güçlendiği bir dengeye ulaşmaktadır. Bir benzetme yapılırsa, iktidarın eşit kollu terazisinde, burjuva sınıf gücü, kitlelerin gücüne karşı ağır gelmektedir.

Bu süreçte olayların gelişimi şu şekildedir. 4 Aralık 1793 yasasıyla ulusal temsilciler adı verilen yerel temsilciler, merkezi iktidarın temsilcileri haline getirilir. Devrim komiteleri, merkezi hükümetin denetimi altına alınır. Komünler, halk dernekleri ve devrim komitelerinin, birden fazla idari bölge ya da yerel yönetimi kapsayacak şekilde merkezi toplantılar ve kongreler yapması yasaklanır. Önceden belirlenen piyade sayısına ulaşmasına izin verilmeyen Devrimci Milis de dağıtılır. Paris'teki yegane silahlı örgüt olan Ulusal Muhafız Teşkilatı üzerinde denetimi olan Komün zayıflatıldığından, Kamu Selameti Komitesinin gücü artar. Kamu Selameti Komitesine alternatif ikinci bir merkezi iktidar organı olan Yürütme Konseyi, 22 Aralık'ta hükümet olmaktan çıkarılır. Hebertist'lerin elinde olan Yürütme Konseyi artık Kamu Selameti Komitesi'nin aldığı kararları uygulamakla yükümlü tutulur. Yürütme Konseyi, Hebertist'lerin tasfiyesinden sonra tamamen feshedilir. Karşı-devrime engel olmak için geçici bir önlem olarak oluşturulmuş görevli milletvekilleri, yetkilerini giderek ulusal temcilciler lehine yitirirler. Kendi yetkilerine dayanarak vergi toplamaları, devrim mahkemelerini diledikleri şekilde kullanmaları, ölüm cezası vermeleri, herhangi bir malı resmi olarak celp etmeleri, devrimci milis toplamaları yasaklanır. Ayrıca radikal milletvekillerinin denetlenmesi amacıyla, onların başında durup yaptıklarına göz kulak olması için merkezi iktidarın özel görevlileri yanlarına gönderilir.  Halk dernekleri, Eylül 1793'ten sonra Paris'li sans-culotte'ların faaliyetlerinin merkezidir. Şubelerde kadınların konuşmasına veya oy kullanmalarına izin verilmezken, şubelerin en aktif unsurlarını bünyesinde toplayan halk derneklerinde, kadınların kamu yaşamına erkeklerle eşit biçimde katılımı bulunmaktadır. Montagnard burjuvazi Hebertist'lerin tasfiyesinin ardından, şubelerin halk derneklerini ve onların merkez komitelerini Jakoben Kulübü'yle çatışma durumuna sokar, Jakoben kulübe şube derneklerinden delegelerin kabul edilmemesi kararı alınır (15 Mayıs 1794), şubelerde binlerce insan tutuklanır ve sonuçta Paris'teki tüm halk dernekleri kendilerini feshederken (15-22 Mayıs 1794), eyelatlerde varlıklarını sürdürenlerinse etkinlikleri büyük ölçüde azalır. Paris Komünü ile Konvansiyon arasındaki ikilik de, Hebertist'lerin idamının ardından kaldırılır. 24 Mart-3 Haziran 1794 arasındaki sürede Komün'de tasfiye ve yeni atamalar yapılarak bu kurum, merkezi hükümete bağlanmış olur. Devrimci milisin fiilen dağıtılması 27 Mart 1794 tarihinde gerçekleşir. Daha sonra 3. yıl anayasasının (1795) yürürlüğe konması, iktidarın merkezileştirilmesinde ikinci bir aşamayı başlatacaktır.[10]

Bu noktada, karşılaştırma yapılabilmesi için kısaca, sosyalist devrim döneminde iktidarın örgütlenme biçimine de değinelim. Devrim sürecinde sosyalist iktidarın, merkezi güçlü bir iktidar olarak örgütlenmesi, hızlı kararlar alması ve karşı-devrimi önlemesi açısından zorunludur. Eski burjuva devlet aygıtının parçalanması ve yerine yenisinin kurulması, devrim sürecinde gerçekleşir. Yapılandırılan bu yeni aygıt, siyasi devrim sürecinin devleti, “geçiş dönemi”nin proletarya diktatörlüğüdür. Buradan toplumsal devrim dönemi olan sosyalizmin ve sosyalist demokrasinin inşasına geçilir. Merkezi ve yerel iktidar organlarının kaynaşması, iktidarın toplumun dokusundaki örgütlerle birleşmesi süreci, devletin sönümlenmesidir. Bu dönem boyunca devlet, giderek toplumsal örgütlenmelerle özdeşleşir, onlar arasında erir ve onlarla kaynaşır.

iv. Eşitsiz gelişme kuralı

Gelişmenin örüntülerinden biri, eşitsiz gelişme kuralıdır:

“Toplumun bütünü aynı anda aynı evrim aşamasına ulaşmaz; bunu açıklayan şey, mülkiyet biçimlerinin ve üretim araçlarının eşitsiz gelişmesidir.”[11]

Kapitalist üretim tarzına geçilirken ve geçildikten sonra, eşitsiz gelişmenin mekânsal ve morfolojik belirtileri bulunmaktadır. Eşitsiz gelişme, diyakronik bir olgudur. Senkronik bir panoromada şu görünümler bulunmaktadır: BFD sırasında sanayi ve ticaret kentlerde gelişmektedir ve bu durum kentleri geliştirmektedir. Paris'te ve diğer bazı kentlerde sermaye birikim süreçleriyle birlikte sansculotte'lar sınıf mücadelesinin içerisine çekilmekte, ezilenler yeni bilgilerle çalışmayı öğrenmekte, ayrıca bilinçlerinde de değişim gözlenmektedir. Fransa genelinde nüfusun demografik dağılımı heterojen bir görünümdedir. Kapitalist üretim ilişkilerinin kentlerdeki eşitsiz gelişimi, kentlerde nüfus yoğunlaşmasını ve ülke genelinde demografik heterojeniteyi oluşturmaktadır. Kentler ile kırsal yöreler arasında ilerlemenin farklı evrelerine ait olan çalışma ve yaşam koşulları, bilgi/teknik düzey ve bilinçlilik durumları gözlenmektedir. Bunlar senkronik olarak, bu parametreler için saptanabilir bir pleomorfizm oluşturmaktadır.

v. Din/Kilise karşıtı mücadele

Devrim öncesinde, 18. yüzyılda, burjuvazinin ideologları, din karşısındaki tutumlarına göre iki ana kampa ayrılır: Materyalistler ve deistler.

Materyalistler ahlakı dinden ayırmaya uğraşmış, dinin ahlakın temeli olarak kabul edilmesini, insanlık için küçük düşürücü bir şey olarak görmüştür. Tanrının yerine aklı koyan materyalistler, aklı ve insan düşüncesini, ahlak anlayışlarının temeli haline getirmişlerdir. 18. yüzyılın deistleriyse, tanrının yerine aklın konmasını benimsememiş, rahiplerin gereksiz, fakat dinin vazgeçilmez olduğunu düşünmüştür. Deistler kiliseye karşı savaş açılmasını savunsalar da, kitleler için dinin gerekli olduğunu benimsemişlerdir.[12]

Materyalistlerin ve deistlerin fikirleri, burjuva sınıfın ve halkın ideologlarının mutlakiyetçiliğe/eski rejime karşı geliştirdikleri ideolojik mücadelenin bileşenidir. Burjuvazinin ve sans-culatte’ların oluşturduğu toplumsal gerçeklik, düşünsel düzlemde yansımasını oluşturmuştur. Belirleyici olan, fikirleri belirleyen toplumsal gerçekliktir. Fakat şu da görülmelidir: Bu iki ideolojik yaklaşım, devrim sürecinde kitlelere veya politik figürlere yön verir, onların eyleme geçişini başlatır (refleksivite). BFD'nde din karşıtı/kilise karşıtı mücadele, devrimci mücadelenin bütünü içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.

1789 öncesinde burjuvazi, iktisadi açıdan belli bir gelişme düzeyine ulaşmıştır; buna koşut olarak birçok burjuva, soyluluk unvanları almıştır ve feodal mülklerden gelir elde etmektedir. Devrim öncesinde burjuvazi, çalışan sınıftan sağlanan karları, aristokrasi, kilise ve monarşiyle birlikte paylaşmaktadır.[13] Sans-culotte'ların hareketlenmesi, feodal ayrıcalıkların tasfiyesi ve burjuvazinin bir sınıf olarak gelişimi önündeki engellerin kaldırılması açısından tarihsel bir olanak sunmuştur.

Eski rejim (ancien regime)'e karşı gelişen mücadele sürecinde, cumhuriyet ve genel oy hakkı düşüncesi; insan hakları kavramlaştırması; ezilmenin (sömürü değil!) yerine geçirilen, herkes için geçerli, eşitlik ve özgürlük düşüncesi; akıl dini/Hıristiyanlıktan vazgeçirme fikri; feodallerin ve ruhbanların mülkiyet haklarına saldırı fikri; mülkiyetin bölüşülmesi düşüncesi gibi düşüncelerin, sınıflar arasındaki mücadeleden doğduğu ve bu mücadelenin seyrine göre gelişim gösterdiği, içerikte başkalaştığı ya da sonradan terk edildiği gözlenmektedir. Burjuvazi, eski rejim ve karşı-devrimcilerle girişilen sınıf mücadelelerinin yoğunluğu ve ezilen sınıfla birlikte hareket etmesi sayesinde, iktidarını sağlamlaştırırken içeriğini değiştireceği ya da terk edeceği düşünceleri, devrim sürecinde onaylamıştır.

Sans-culotte'ların kiliseye karşı düşmanlıkları, rahiplerin skandalları, yolsuzlukları, aristokrasi ve krallıkla suç ortaklıkları, yetki ve nüfuz ticareti, libertin (sefih, zevk ve eğlenceye düşkün) yaşamlarından kaynaklanmaktadır. Burjuvazinin kiliseden duyduğu nefretin kökenindeyse, onun monarşinin ve feodalizmin en baş savunucularından biri olması yatmaktadır. Kilisenin mal varlıkları burjuvazinin gözünü kamaştırmaktadır.[14] Bu devrimci sınıfların bilincini belirleyen, onların diğer toplumsal kesimlerle ilişkileri içerisindeki toplumsal varlıklarıdır (belirlenim).

12 Temmuz 1790 tarihli Sivil Ruhbanlık Yasası'yla, katoliklik ayrıcalıklı bir din haline getirilmiştir. Devlet tarafından atanan ve bağlılık yemini eden rahiplere hizmetlerinin karşılığı olarak ödeme yapılmış, kilise ve bağlı kurumların kullanımındaki para kısılmış, bu yapıların işleyişi basitleştirilmiş ve ucuz bir devlet dini kurulmaya çalışılmıştır. Fakat Vatikan, rahipleri ant içmeyi reddetmeleri yönünde kışkırttığı ve devrimi sabote etmek amacıyla örgütlemeye başladığı için, burjuvazi, daha ileri gitmek zorunda kalmıştır. 20 Eylül 1792'de Meclis, doğum, evlilik ve ölüm kayıtlarının tutulmasını kilisenin elinden alıp, devlete verilmesini karara bağlamıştır. 1 Haziran 1792'de Paris'te dini gösteri yürüyüşleri yasaklanmıştır. Böylelikle din yavaş yavaş kamu hayatından özel hayata doğru itilir.[15]

1793'ün Ekim ayına gelindiğinde durum şu şekildedir: Eski rejim'den kalan kiliseye kısmen dokunulmuşsa da, devrim bu alanda tümüyle ileriye atılmamış durumdadır. Sans-culotte'lar burjuvazinin zenginleşmesinden rahtsızlık duysa da, bir sınıf olarak onun yönlendirmesi altında bulunur ve bağımsız bir politik hareket oluşturmaz. Kiliseye karşı duydukları nefret canlılığını korumaktadır. Burjuvaziyle birlikte uyguladığı önlemler, yiyecek ikmali sorununu bir ölçüde hafifletmiştir. Bu koşullar altında sans-culotte'lar, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasına (Ekim 1793'te başlatılır) aktif biçimde katılırlar.[16]

Kampanya kapsamında dini kitaplar ve tasvirler yakılır, papazlar evlendirilir, gösterilerde kiliseyle alay eden davranışlar sergilenir. Eski ibadet biçimlerinin yerine Akıl'a tapınma geçirilir. Rahipler görevden ayrılmaya zorlanır. Paris'teki şubeler, kiliseleri kapatır ya da başka amaçlarla kullanmaya başlar. Devrimci komitelerdeki sans-culotte'lar rahipleri hapse atar, ayin yapmalarını imkânsız hale getirir. Eyaletler, Paris örneğini izleyerek, kiliseleri kapatırlar, dans salonu haline getirme ve yağmalayıp ateşe verme dahi gözlenir. Her yerde rahiplere baskı uygulanır. Kiliseler toplantıların yapıldığı Akıl Tapınakları olurken, dini ayinlerin yerini festivaller alır. Bu arada, pazar ayinlerinin yerine décadi'nin (7 günde bir yerine 10 günde bir yapılan tatil) geçirilmesinden de bahsedilmelidir. Fakat bu girişim, silah sanayinde çalışan işçilerin direnişine yol açar ve ceza önlemleri dahi kabul edilmesini sağlayamaz. Köylülerin rahiplere sırtını döndüğü gözlense de,[17] kırsal kesimde pazar ayinlerinin yeri doldurulamaz. Kilise karşıtı önlemler arasında burjuvazi, çocukların ilkokula kaydedilmelerini de getirir ve öğretmenlere maaş bağlar.[18] Görüldüğü gibi burjuvazi kendi sınıf çıkarlarının itkisiyle ve iktidarını sağlamlaştırmak için, düzenlemeler yapmaktadır.

Tablonun geneline bakıldığında, artık din/ibadet özgürlüğünün ötesine geçildiği görülmektedir. Sans-culotte'lar, burjuvazinin siyasal programının içerdiği din özgürlüğünün ötesine geçmişlerse de, özel mülkiyete dokunmayan bir burjuva devrim sürecinin içerisinde, bunun kalıcılaşamayacağı/kalıcılaşmadığı görülmektedir. Kitlelerin tanrıya duyduğu ihtiyacı yaratan koşullar burjuva devrim sürecinin bu evresinde de değiştirilmediğinden, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyası geçici olmuştur ve sosyalist bakış açısından köktenci sayılamaz (burjuvazinin görüş açısından, düzeni tehdit edicidir).

Burjuvazinin özellikle kilise ve aristokrasinin topraklarına el koyan kesimi (temsilcileri Montagnard'lar), kilisenin karşı-devrimin zaferiyle gelebilecek intikamından ve ele geçirdiği mülklerin iadesi tehlikesinden korktuğundan, din karşıtı tutumunda görece daha ilerici bir konumdadır. Fakat aynı zamanda burjuvazi, kiliseyi düzen sağlayıcı bir kurum olarak yeni rejime eklemlemeye de çalışmaktadır. Burada süreklilik (eski rejimde olduğu gibi kiliseden yararlanmak) ve kopuş (eski rejimin bir unsuru olan kilisenin iktisadi ve sosyal iktidarını kırmak) paterni gözlenir. Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyası yerini 1793 sonundan itibaren, Rousseaucu, deist Robespierre'in Üstün Varlık Dini oluşturma çabasına bırakmıştır. Burjuvazi, halkın Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyası çerçevesinde hareketlenmesinden ürkmüştür. 1793 sonundan itibaren dinin, burjuva düzenin korunması için gerekli olduğu görüşü egemen fikir olmuştur.[19] Burjuvazinin kilise karşısındaki tutumundaki bu kırılma, onun kendi çıkarları ve düzen anlayışındaki süreklilikle birlikte değerlendirildiğinde tutarlı olmakta ve anlam kazanmaktadır. Burjuvazi iktidarını kurarken, özünde din karşıtı değil, kilise iktidarına karşıdır.

vi. Devrim sürecinin katalizörü olarak savaş

BFD'nde burjuvazi iktidardayken Mart 1792'de Avusturya'ya ve bundan dokuz ay sonra, 1 Şubat 1793'te Hollanda ile İngiltere'ye karşı açılan savaşın devrim sürecine etkisi ne olmuştur?..

Fransa ile İngiltere arasında 18. yüzyıl boyunca gittikçe artan bir ticari rekabetin ve sömürge rekabetinin olduğu, Hollanda'nın aralarında ana çatışma konularından birini oluşturduğu, Fransa'nın 1763'te imzalanan Paris Antlaşmasıyla Hindistan üzerindeki tüm politik iddialarından vazgeçmeye başladığı, İngiltere'nin Fransa'nın Hindistan'daki son ticari üslerini Ağustos 1793 tarihinde ele geçirdiği, Fransa'nın sömürgesi Antiller'e  (Batı Hint Adaları'na) İngiltere'nin göz dikmiş olduğu[20] göz önünde tutulursa, İngiltere'yle girişilen savaşın nedenleri anlaşılır olmaktadır. Bunlara 1760'dan itibaren başlayan sanayi devrimiyle İngiltere'nin dünyaya ucuz mal ihracı yapan büyük bir fabrika haline gelmesine karşın, Fransa'da sanayi devriminin 1789 yılı civarında başlamasının sonucu olarak, Fransa sanayisinin hem dış pazarlarda hem de iç pazarda İngiltere'nin rekabetine karşı direnemez duruma düşmesi de eklenmelidir. Fransa'da cumhuriyetin zafer kazanması, İngiltere'nin Fransa pazarını tümden kaybetmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca 1791 sonunda Santo Domingo'da siyahların başkaldırması, Fransa'nın sömürgesi Antiller'le ticaretini ağır biçimde etkiler. Bu durum yayılmacı bir savaşın başlatılmasını teşvik eder. Soyluların mülksüzleştirilmeleri, ipek sanayi gibi lüks mal üretimini olumsuz biçimde etkiler ve 1792 yazında sanayi krizin ilk belirtileri görülür ki bu da, iktisadi bir canlanma için savaşa davetiye çıkarır.[21]

Savaşın getirdiği sonuçlarsa şunlardır:

“Burjuvazi ve çıplak kollular arasındaki farklılaşma sürecini hızlandırdı. Burjuvazi yalnızca, kendisine getireceği kardan ötürü yürütmüş olduğu bir savaşın maliyetini yüklenmeye hazır değildi; bu yüzden askeri harcamaların ağır yükünü halkın sırtına bindirdi. Çare olarak denetimsiz bir enflasyona başvurdu, böylece hayat pahalılığının müthiş bir hızla artmasına ve yoksulların daha da yoksullaşmalarına yol açtı.”[22]

Savaş, burjuvaziyle çıplak kollular arasındaki çıkar farklarını belirginleştirip, aralarındaki çatışmaları artırmanın yanı sıra, sans-culotte kitlenin hareketliliğindeki artışı da sağlamıştır. İki kez tadılan yenilgi ve püskürtülmeden sonra devrim tehdit edildiğinden, sans-culotte'lar savaşı artık var güçleriyle desteklemeye başlar. Jirondenler, ticaret burjuvazisinin ve tüketim malları üreten kapitalistlerin temsilcileri olarak savaşı ilan ettiklerinde, Belçika ve Hollanda'yı fethetmek amacındalar, İngiltere'yle rekabet içerisindeler ve sanayi devrimini yaklaşık olarak 30 yıl sonra gerçekleştirmiş bir ülke olan Fransa'nın bu ülke karşısında üstünlük elde etmesini istiyorlar. Fakat yenilgi çanları çalmaya başlayınca burjuvazinin bu fraksiyonu yenilgici bir tutum alır ve devrimin, devrimci savaşın savunucusu emekçi kitlelerden duyduğu korku, onları karşı-devrimcilerle aynı konuma sürükler. Kilisenin, aristokrasinin ve devrimden kaçanların mallarına el konulup açık artırmayla satılması yoluyla kazanılmış topraklar ile savaşın iaşesi işleriyle uğraşan Montagnard (Dağ) burjuvazisiyse, Fransa işgal edilme tehdidiyle karşılaştığında, sans-culotte'ların devrimi savunmak için hareketlenmesini, kendi çıkarları doğrultusunda, savaşın yayılması yolunda kullanır. Fransa'nın işgal edilip, devrimin kazanımlarını tehdit etmesi nedeniyle, bu evrede savaşın, geçici süreliğine devrimin savunulması için verilen bir savaşa dönüştüğü gözlenir. Sonuçta, 9 Thermidor (27 Temmuz 1794)'un hemen öncesinde Belçika'nın yeniden fethi hemen hemen tamamlanır ki savaş, artık bu tarihe gelindiğinde bir fetih savaşına dönüşmüştür. Mart 1794'e kadarki sürede, sans-culotte'larla Montagnard burjuvazi arasında işgale ve karşı-devrime karşı oluşan işbirliği, sinerjistik çalışma sürer. Fakat bir yandan da, burjuvaziyle çıplak kollular arasında 1792'nin ilk aylarında beliren sınıf mücadelesi, 1793'ün başından itibaren belirginleşerek devam eder. Savaş, bu iki sınıf arasındaki çelişkiyi oluşturan sınıf mücadelesinin başlatıcısıdır (karşıtların birliği ve mücadelesi).

I. Dünya Savaşı'nın 1917 Ekim Devrimi'ne giden sürecin katalizörü olduğu, Kurtuluş Savaşı'nın devrim sürecine kitle hareketinin katılmasını sağlayıp Türkiye burjuva devrim sürecini hızlandırdığı bilinmektedir. BFD'inde de, savaşın devrim sürecini hızlandırdığı söylenebilir. Savaşan ülkelerin burjuvazileri arasındaki karşıtlığa bakıldığında, daha gelişkin olanların karşı-devrim eğiliminin yanında, devrimci iktidarın karşısında konumlandığı gözlenmektedir. Bu durum (gericilik), onların maddi/sınıfsal çıkarlarıyla koşullanır.

Toparlayalım. Savaş, eski rejimin tasfiyesini hızlandırmıştır. Çünkü savaşın maliyeti kısmen ruhbanların, aristokrasinin ve devrimden kaçanların mülklerine el konulması ve satılmasıyla sağlanmıştır. Savaşın maliyetinin bir bölümüyse enflasyona başvurularak halkın cebinden karşılanmıştır. Bu işlemin sonucunda oluşan hayat pahalılığı, temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarındaki hızlı artış, bu maddelerin darlığı ve yoksulluktaki artış, sans-culotte kitlelerin burjuvaziden ayrışmasına ve kendi hareketlenmeleriyle devrimi daha ileriye götürmesine yol açmıştır. Devrimin düşman orduları tarafından yenilgiye uğratılması tehlikesi oluştuğunda sans-culotte'ların devrimi savunmak için tutkuyla savaşa katılmaları gözlendiğinden, devrim süreci de savaşı beslemiştir.  Savaş ve devrim birbirini pozitif olarak beslemiş, birbirlerini güçlendirmiş/amplifiye etmiştir.

vii. Devrimci yükselişin durması

I. bölümde, sans-culotte'lar hareketsiz, burjuvazi eski rejimin nimetlerinden yararlanıyor. Eski düzen kararlı.

II. bölüm, devrim sürecidir. Eski rejime karşı burjuvazi ve sans-culotte'lar ortaklaşa mücadele içerisinde (sinerji, potansiyasyon ve sumasyon, devrim döneminde burjuvazi ile sans-culotte'lar arasında çelişki/sınıf mücadelesi oluşuyor).

III. Bölümde burjuvazi tutuculaşıp gericileşiyor ve sans-culotte'ların hareketinin karşısında konumlanıyor; devrimin yükselişi duruyor. Merkezi iktidar güçlendiriliyor.

Devrimler, süreçler bütünüdür. Devrim döneminin farklı birçok evresi ve momenti/kesiti bulunur. Her bir kesitte, devrimin akışının genel “eğilimi”, devrim eğrisinin “eğimi” saptanabilir durumdadır. BFD'nde I ve III. Bölümlerde, yani eski rejim kararlıyken ya da yeni rejim kurulurken, grafiğin eğimi 0'a yaklaşır; devrim sürecinde eğimi 0-Sonsuz arasında bazen azalan bazen artan, fakat genel olarak bakıldığında “yükselerek ilerleyen” bir eğri gözlenir.

Devrimci yükselişin durması, 1793 Kasım ayı sonunda gerçekleşir. Bu tarihte Robespierre, Danton ile uzlaşır ve her ikisi birlikte karşı-devrimcilere “hoşgörü” politikasını başlatırlar. Aynı tarihte Robespierre, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasını açanlara savaş ilan eder.[23] Bunu biraz daha açalım...

Devrimin geriye çekilişi, “federalizm” denilen hareketin Ekim ayı içerisinde her yerde yenilgiye uğratılmış olmasıyla ve savaşta kazanılan zaferlerle ilişkilidir. Devrimci süreç boyunca savaşta kazanılan başarılar, burjuvazinin sans-culotte'lara duyduğu ihtiyacı azaltmakta; yenilgilerse, devrimin ve ülkenin savunulmasına sans-culotte'ların katılımını artırmaktadır. Sans-culotte'ların enerjisi hem savaşta, hem de devrim sürecinde kullanılmaktadır.[24] Burjuvazinin, eski rejimin topraklarını satın almış ve savaş için gerekli malzemeleri sağlayıp zenginleşmiş kesimi 1793 sonbaharına gelindiğinde, artık mali ve ekonomik önlemlerin son bulması ve savaşın bitmesi gerektiğini düşünmektedir. Danton, bu düşüncelerin baş savunucusu olarak sahnede belirir. Robespierre, Danton'la anlaşır ve birlikte, ülke içinde karşı-devrimcilerle uzlaşma girişimleriyle, ülke dışında düşmanla uzlaşma girişimlerine başlarlar.[25] Danton'la yaptığı ittifakla güçlenen Robespierre, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyacılarına karşı savaş açar. Sans-culotte kitle hareketlenmesine liderlik yapan Hebertist'ler tutuklanıp, idam edilir. Kitle hareketi, burjuvazinin kiliseye karşı istediği bir hareket olmaktan çıkmış, din karşıtlığına bürünmüştür. Toplumsal düzen tehlike içine düşmüştür. Ayrıca bu kampanya, İngiltere'nin cumhuriyete daha fazla düşmanca bakmasına yol açmış, İsviçre gibi barış için arabulucu olabilecek tarafsız ülkelerin burjuvazilerinin de, tepkisine neden olmuştur.[26]

Robespierre ile Danton'un düşünceleri, burjuva sınıfın düşünceleridir ve bu sınıfın çıkarlarıyla belirlenir. Fakat sahip oldukları fikirlerle, olayların seyrine etkileri önemli olmuştur. Olayların seyri değişirken, tavırlarında da değişim gözlenir. Burada bir refleksiviteden bahsedilebilir. Örneğin Robespierre'in “satın alınamaz” ya da “yoldan çıkarılamaz” oluşu, kitlelerin gözünde sahip olduğu prestij gibi özellikler, onu olayların seyrine etkide bulunan bir figür olarak öne çıkarmıştır. Devrim sürecinin belirli bir kesitinde gereksinim duyulan bazı kişisel özelliklerin en fazla onda oluşu, Robespierre'i bir birey olarak etkili bir figür yapar. Fakat politik figürler, olayların seyrine etkide bulunsa da, devrim sürecinin ana eğilimlerini değiştiremezler. Bunun bir örneğini Robespierre'in Konvansiyon'da 26 Temmuz 1794'te etkili bir konuşma yapmış olsa da, idamını 28 Temmuz 1794'te engelleyememesi oluşturur. Bu akıbet, burjuva temsilcilerin kitlelerin hareketinin sağlamış olduğu devrimci korumadan o tarihe gelindiğinde artık yoksun olmalarıyla bağlantılıdır. Başka bir örnek, Montagnard'ların sans-culotte'ların 1793'teki ekonomik taleplerini istemeyerek de olsa benimseyip uygulamaya koymalarıdır.

Devrim sürecinin ilerleyişinin durması, sanılanın aksine 9 Themidor (27 Temmuz 1794) darbesinde Jakobenler'in tasfiyesiyle değil, Hıristiyanlıktan vazgeçirme hareketinden vazgeçilmesiyle gerçekleşir. Din karşıtı mücadele, devrim boyunca, Sisifos'un yokuş yukarı bir kayayı itekleyerek çıkarması gibi ilerlemiş, fakat eğik düzlem zemininde, sömürü ve özel mülkiyet olması nedeniyle tekrar aşağılara doğru yuvarlanmıştır. İradi politikalar, nesnel zeminler üzerinde sonuçlar üretir. Dinin yeniden üretiminin toplumsal zemini ortadan kaldırılmadığı sürece, din karşıtı bir mücadele nihai sonuca ulaştırılamaz. Sans-culotte kitlenin enerjisiyle ileriye doğru yapılan bir atılımın -Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasının- yerini, hareketin baskılanmasıyla dinsel fanatizm alır. Devrim sürecinin ilerlemesini sağlayan kuvvet sans-culotte kitledir. Devrim sürecinde her zaman karşı-devrim bir eğilim olarak bulunur ve itici, ilerletici kuvvet bastırılırsa, kitlelerin enerjisi azalırsa, karşı-devrim eğilimi güçlenir. Burjuva devrim süreçlerinde iki sınıf arasındaki karşıtlık/çelişki, bir süreçler bütününde kendisini ortaya koyar. Farklı uğraklardan geçildikten sonra devrimin yöneticisi ve yönlendiricisi olan burjuvazi, sınıf egemenliğini kurup, iktidarını sağlamlaştırır. Kurulan burjuva diktatörlüğü olarak yeni bir devlet aygıtıdır.

viii. Sans-culotte'lar

Sans-culotte'lar savaş nedeniyle yükselen fiyatların, karşı-devrimci istifçilerin ve spekülatörlerin faaliyetlerinin ürünü olduğunu düşünmüş, bunun doğrudan artan kâğıt para miktarıyla (asinya -assignat-, devrim sırasında tedavüle çıkarılan kâğıt para) ilişkili olduğunu kavrayamamıştır. Yasalarla ve baskı önlemleriyle fiyatları denetlemenin mümkün olacağını düşünen sans-culotte'lar, enflasyonun oluşum mekanizmasını kavramaktan uzaktır. Burada bir sınıfın yaşam ve çalışma pratiklerinin oluşturduğu düşünce ufkunun ötesine geçilememesinin bir örneği görülmektedir. Gündeliklerinin artırılmasından daha çok, temel malların fiyatlarının denetlenmesini istemeleriyse, henüz tam olarak gelişmiş bir proleter kitleyi oluşturmadıklarını anlatmaktadır. Fakat devrim sürecinde bir yandan da, proletaryanın heterojen sans-culotte kitlesinden ayrışmaya başladığı gözlenmektedir. Az sayıda grev olmuşsa da, çıplak kolluların mücadelesi işyerlerine yaslanan bir örgütlenmeyle değil, tüm yurttaşların toplanabildiği şubeler üzerinden yürütülmüştür. Mücadeleleri, Konvansiyon'u/Jakobenleri hayat pahalılığına karşı önlemler almaya zorlamak, bunun için ayaklanmak ya da tüccarları, mallarını ucuza fiyattan satmaya zorlamak şeklindedir.[27]

29 Eylül 1793'te çıkarılan Azami Fiyat ve Ücret Yasası, mallar üzerinde azami fiyat olarak, ücretler içinse azami ödeme şeklinde uygulanır. Fransa'nın farklı yerlerinde uygulamanın sonucunun ne olacağını, güçler ilişkisi belirler. Sans-culotte'ların örgütlü oldukları, mülk sahipleri üzerinde basınç oluşturdukları yerlerde, tüccarlar sıkı denetim altına alınır ve fiyatların denetlendiği hissedilirken, ücretlerin de yasanın öngördüğü düzeyde tutulduğu ya da bu düzeyi aştığı gözlenir. Fakat mülk sahiplerinin yerel yetkililer üzerinde etkin oldukları, sans-culotte'ların örgütlülüklerinin zayıf olduğu yerlerde, yasa, ücretlere sıkı ve ciddi biçimde uygulanırken, imalatçılar ve tüccarlar, fiyat denetim önlemlerini ceza görmeksizin hiçe sayabilmekte, dükkânları malsız bırakabilmektedir.[28] Burada inhibisyon mekanizması gözlenmektedir. Sans-culotte'lar kendilerini olumsuz etkileyen bir işleyişi, örgütlü güçleriyle inhibe etmekte, engellemektedir. Tüccarlar da, sans-culotte'lar da, yerel yetkililer üzerinde etkide bulunmakta, aralarındaki güçler dengesine göre, kompetitif (yarışmacı) bir etki üretimi oluşmaktadır. Sans-culotte'ların etkinliğini inhibe edici (negatif nitelikte) görmemizin nedeni, yasanın olduğu gibi uygulanmasının sonucunun ücretlerin düşürülmesi anlamına gelmesidir:

“Yasa yürürlüğe konduğunda bazı yerlerde ücretler 1790 yılındaki ücretlerin iki, hatta üç misliydi. Ücretlerin 1790 düzeyi artı %50 olarak sabitleştirilmesi, ücretlerin önemli ölçüde düşürülmesi anlamına geliyordu.”[29]

Sans-culotte'lar kendileri için olumsuz sonuç üreten bir işleyişi, örgütlenmeleri iyi ve güçlü olduğu yerlerde engellemiştir.

Savaş ve onun doğurduğu sonuçların önlenmesi sürecinde, burjuvaziyle sans-culotte'lar birlikte etkinlikte bulunmuş, etkinlikleri toplanmış ya da toplamda bundan daha büyük sonuçlar doğurmuştur. Sans-culotte'ların/çıplak kolluların burjuvaziye ve devrim sürecine sunduğu katkı, devrimci enerjinin ayaklanmalarla açığa çıkışı yanı sıra, şu teknik işlerin yapılması örneğinde de görülmektedir: İaşe Komisyonu'nun desteklenmesi, savaş sanayisi kapsamındaki işlerin yapılması, silah üretimine işçi sağlanması, askeri teçhizat depolarının ve diğer inşaat işlerinin yapılması, ayakkabı toplama kampanyasının gerçekleştirilmesi vb...

Mali önlemler ve fiyat denetimi önlemleri, sans-culotte'ların devrimin savunulmasına daha aktif biçimde katılmalarını sağlar. Sans-culotte'ların devrime örgütlü katılımı şu örgütlenmeler üzeriden gerçekleşir: Halk dernekleri, Paris Jakoben Kulübü'nü örnek alıp, onunla sıkı bağlar kuran ve tüm ülke çapında örgütlenen kulüpler, komünlerin ve (şubeleri olan) komünlerin şubelerinin oluşturduğu devrimci komiteler, merkezdeki ve taşradaki devrimci milisler.

Halk dernekleri ve kulüpler, sınırlı bir süre için de olsa, devrime sans-culotte'ların katılımını sağlar. Devrimci komiteler, bulundukları bölgelerde ve semtlerde karşı-devrimcilerin, aristokratların, istifçilerin, spekülatörlerin avlanmasında önemlidir.  Bunlar da kısa bir süreliğine etkin olmuş, daha sonra etkileri kısıtlanmıştır. Silahlandırılmış, mensuplarına ödeme yapılan, üst rütbeli subayları merkezi iktidar tarafından belirlense de, erbaşlarını ve bölük subaylarını kendileri seçen devrimci milisler, etkin bir terör uygulayıp, azami fiyat-ücret yasasını uygularlar. Gittikleri her yerde, karşı-devrimcilere de terör saçarlar. Jakoben iktidar bu örgütün de etkinliğini zamanla kısıp, sonunda onu dağıtır. Devrimci milis 17 Eylül 1793'te kurulur ve 4 Aralık 1793'ten sonra etkinliği kısıtlıdır.[30]

Devrim sürecinde yönetimde bulunan burjuvazi, bahsedilen bu örgütlenmelerden destek görmüş, bu örgütlenmeler burjuva iktidarın etkinliğini potansiyalize etmiştir. Fakat burjuva merkezi iktidar, bu örgütlerin etkinliğini kontrol altında tutmaya çalışmış, bir süre sonraysa onların etkinliklerini kısıtlamaya ve ortadan kaldırmaya başlamıştır. Burjuvazi ile sans-culotte'lar arasındaki karşıtlık/mücadele ve birliktelik/işbirliği, dinamik devrim sürecinin içerisinde gerçekleşen kırılmalar, geçici olarak oluşan denge/kararlılık noktaları ve devinim sürekliliğinin oluşturduğu bütünlük içinde bir arada bulunmaktadır.

ix. Burjuvazi

Devrim boyunca burjuvazinin düşünceleri, sınıfsal çıkarlarıyla, liderlik ettiği devrim sürecinin ve savaşın gereksinimleriyle koşullanır/belirlenir. Burjuvazi, karşı-devrimcilere karşı sans-culotte'larla birlikte hareket etmektedir. Devrimi yönlendiren burjuvazidir.

Bir bütün olarak burjuvazinin, savaş yüzünden oluşan halkın taleplerini onaylamadığı ve bu taleplerden rahatsız olduğu görülür. Fakat kitlesel basınç, burjuvazinin temsilcileri olan Jakobenleri, kitlelerin taleplerini dikkate alıp, bazı önlemler almaya zorlar; onları uyarır/ stimüle eder. Jakobenler, eski rejimi canlandırmaya çalışanlara karşı mücadeleleriyle, sans-culotte kitlenin liderliğini yapmaktadır. Enragé'leri tasfiye ederken, onların sözcülüğünü yaptığı sans-culotte kitlenin taleplerini benimsemişler, onlara taviz vermişlerdir. Devam eden savaş ve devrim süreci (karşı-devrimin canlanma olasılığı), liderlik işlevine sahip Jakoben burjuvazinin, sans-culotte kitlenin desteğini almaya devam etmesini gerektirmektedir. Sans-culotte'lar eski rejimin tasfiyesi için burjuvaziyle birlikte hareket etmekte, fakat çıkarları ve hareketlenmesiyle, burjuvaziye karşıtlık da oluşturmaktadır.  Daha önce belirttiğimiz gibi, burjuvazi ile sans-culotte'lar arasındaki birliktelik ve karşıtlık, bu iki sınıfın arasında bir çelişkinin var olduğu anlamına gelmektedir.

Jirondenler, sans-culotte'lara taviz vermeyip, ülke içinde ve dışında karşı-devrimcilerle aynı safta yer alırken; Jakobenler, savaşın ve devrimin devamı için sans-culotte'lara taviz vermeyi benimser. Bunun nedeni burjuvazinin bu iki fraksiyonu arasındaki çıkar farkıdır. Jirondenler, tüketim malları ticareti ve ihracatıyla uğraşan burjuvazinin temsilcileridir. Dokuma sanayinin belli başlı merkezleri, Lyons ipek tüccarları, sömürgelerle yapılan ticarette uzmanlaşmış toptancılar, Jirondenler'i destekler. Montagnard'larsa, burjuvazinin, enflasyondan, kilise ve aristokrasinin topraklarına el konulup satılmasından, ordunun donatımı ve ikmalinden, silah üretiminden yarar sağlayan kesimini temsil eder. Belçika ve Hollanda fethedilemeyip, iki kez saldırıya geçen Fransa orduları geriye püskürtüldüğünden, devrimin kazanımları tehlike altına girer; 1793'ten sonra İngiltere'nin uyguladığı ablukayla cumhuriyetin uzak pazarlarla ilişkileri güçleşir; yabancı bankalar denizaşırı ticareti felç edecek şekilde Fransa'daki işlerini durdurur; işte bunlar tüketim malları üreten ve ihraç eden burjuvazinin kayıplara uğramasına yol açar. Jironden burjuvazi sınıfsal çıkarlarıyla ilişkili bu nedenlerle, savaşın maliyetini çıplak kolluların üzerinden alıp, kendisine yükleyecek önlemlere (özellikle fiyatların denetimine) karşı çıkar. Elbette Jironden burjuvazinin bir kesimi, ticari faaliyetlerini ve yatırımlarını terk ederek, yeni kar kaynakları bulmaya başladığında, Jirond saflarından Montagnard (Dağ) saflarına geçiş de yapar.[31]

Jirondenlerin savaş konusundaki tutumlarının seyrine bakıldığında, bunun fraksiyonel çıkarlarıyla bağı görülmektedir. Başlangıçta yayılmacı savaş çıkarlarınadır, fakat savaş ilerledikçe, bir savunma savaşına, sans-culotte'ların enerjik biçimde katıldığı bir savaşa dönüştüğünden ve ayrıca Fransa'nın dışarısıyla ticaretini felç eden bir savaş haline geldiğinden, Jirondenler yenilgici, pasifist tutum alırlar. Onlar, burjuvazinin genel çıkarına olan devrimin ilerlemesine, işte bu nedenle ihanet ettiler. Tasfiye edilmeleri, savaşı ve devrimi sürdürmekten çıkarı olan diğer fraksiyonun, Jakobenlerin, sans-culotte'ları kontrollü ve sınırlı bir biçimde harekete geçirmesiyle gerçekleşir (ayaklanma 31 Mayıs'ta olur). Konvansiyon'da burjuvazinin temsilcileri olan 500 civarında bir vekil toplamı, 31 Mayıs 1793'teki ayaklanmaya kadar Jirondenlerle birlikte oy kullanırken, Jirondenlerin tasfiyesinin başlamasıyla birlikte Jakobenlerle birlikte hareket eder. Bunlara “Ova”, “Bataklık” ya da sans-culotte'ların adlandırmasıyla “Bataklığın Kurbağaları” denir. Jakobenler, burjuvaziye savaş karlarını ve eski rejimin el konulan topraklarını sunduklarından, Jirondenlerin arkasında yer alan burjuvazinin konum değiştirmesini ve Jirondenlere sunduğu desteği çekmesini sağlar.[32] Aslında Jirondenlerin tasfiyesi sürüncemelidir ve sert bir biçimde gerçekleşmez; öyle ki bu durum Enragé'lerin öfkelenmelerine yol açar.[33]

Jirondenler neredeyse tüm basını, idari bölgelerdeki tüm yönetimleri ellerinde tutmalarına rağmen, savaş tehlikesiyle yüz yüze gelmeyen idari bölgelerdeki nüfusun çoğunluğunun desteğine, ordu içinde, bakanlıklarda, Paris'te zengin semtlerin şubelerinde ve Ulusal Muhafız Teşkilatı içinde desteğe sahipken,[34] Jakobenlerin siyasi manevrası ve sınırlı bir kitle hareketlenmesiyle, iktidardan düşürülürler.

Sanayi ve ticaret burjuvazisinin temsilcilerinin desteğini alan Jakobenler, onları, sans-culotte'lara taviz vermeye ikna eder. Uygulanan önlemler şunlardır:

1.     Yerel yetkililere zenginlerden vergi alma yetkisi tanınır, Paris'te halka ucuz ekmek sağlanır.

2.     Paranın değer kaybını sınırlamak için para arzının denetim altına alınmasına başvurulur. Dolaşımdaki asinyaların bir kısmı toplanıp yok edilse de, yeni basılanlar daha çok olduğundan, bu önlem etkisiz kalır. Bu nedenle Jakobenler, terör yoluyla asinyaya değer kazandırmaya çalışır. Zenginler, altın, gümüş, elmas ve her türlü mücevherlerini asinya karşılığında devlete vermeye zorlanır. Çıplak kollular, zenginlerin evlerini saklanmış servetleri için arayabilir ve servetlerini saklayanlar ölüm cezasına dahi çarptırılır. Terör sayesinde asinya değer kazanır.

3.     Fiyatlara doğrudan müdahale edilir. Sans-culotte kitlenin basıncıyla, Jakobenler fiyat denetimini uygular. Önce tahıl fiyatları sabitleştirilmeye çalışılır (4 Mayıs 1793 tarihli yasa). Resmi fiyatların üstünde alım satım yapanlar para cezasına çarptırılır ve ürünlere el konulur. Mal sahiplerine ellerindeki tahıl miktarlarını bildirme zorunluluğu getirilir. Belediye yetkilileri arama yapabilir kılınır. Jironden burjuvalar, çiftçiler ve idari bölge yöneticileri, yasayı sabote etmeye çalışır ve başarılı da olurlar. Denetim önlemleri ya kaldırılmalı ya da genelleştirilmelidir. Paris'te 4 Eylül 1793'te ayaklanan sans-culotte'ların basıncıyla, fiyat denetiminin 39 kalem temel ihtiyaç malına getirilmesi kararlaştırılır (29 Eylül 1793). Fakat uygulama merkezileştirilmez ve bu nedenle ilçeler arasında fiyat farkları oluşur. Bazı tüccarlar azami fiyattan satış yapmaktansa dükkânlarını ve imalathanelerini kapatır; mallar dükkânlar yerine karaborsada satılmaya başlanır; bazıları belirlenen fiyatlardan fakat hileli ve karışık mal satar. İstifçilere karşı baskı uygulanır. Sonunda sadece temel ihtiyaç mallarının değil, tüm malların fiyatlarının sabitleştirilmesi kararı verilir. 22 Ekim 1793'te çıkarılan kararnameyle İaşe Komisyonu kurularak, cumhuriyetin her yerinde, her türlü mala yasayla belirlenmiş fiyattan el koyup, dağıtımını yapması konusunda yetkili kılınır. İaşe Komisyonu'nun emrinde olan ve sans-culotte'lardan oluşturulan Devrimci Milis, çiftçiler, istifçiler ve dolandırıcılara baskı uygular. Denetim önlemlerinin tam olarak etkisinin hissedildiği dönem, 1793 yılının Ekim ortası ile Aralık ortası arasındaki zaman olur. Öte yandan tüm mallar için merkezi bir fiyat listesi oluşturulmaya başlanırsa da, tamamlanması 1794 Mart sonunu bulur (bu tarihte fiyat denetimi politikası durmuş olduğundan çok geçtir).[35]

1, 2 ve 3. maddelerde özetlenen önlemler, Jakoben burjuva iktidarıyla sans-culotte kitlenin ve örneğin onun bir örgütlenmesi olan Devrimci Milis'in, koopere çalıştığını göstermektedir. Mali önlem ile fiyatların sabitlenmesi önlemi, tek başına sans-culotte'ların ya da tek başına burjuva iktidarın etkinlikleriyle başarıyla uygulanamaz durumdadır. Burada bir “birlikte çalışma”, yani sinerjik etkileşim bulunmaktadır. Geçici olan, görece kısa bir süreliğine uygulanan bu önlemler, sans-culotte'ların, Jakoben iktidarının etkinliğini “potansiyalize” etmesi sonucu başarılı olmuştur. Savaşın doğurduğu sonuçlar, terörle (baskıyla) ve önlemlerle engellenmiş; savaşın yol açtığı işleyiş bu şekilde frenlenmiştir. Bu durum, savaşın olumsuz yükünü çeken sans-culotte'ların, negatif bir geri-beslemeyi başlatarak, sürecin işleyişi üzerinde frenleyici, düzeltici etkide bulunan yeni bir işleyişin/mekanizmanın yürürlüğe konmasını sağladığını göstermektedir.

x. Enragé'ler (Kudurmuşlar)

Enragé'ler, halka yakın olan ve eğitimleri sayesinde güzel ve etkili konuşabilen kişilerdir. Enragé Jacues Roux, Théophile Leclerc ve Jean Varlet, 1793'te küçük burjuva ve zanaatkârların çoğunlukta olduğu heterojen sans-culotte kitle hareketinin sözcüleri olmuştur. Enragé'ler burjuvaziye karşı gelişen kitle hareketinin liderleri konumundadır; kitle hareketini stimüle etmekte ve burjuvazinin kitle üzerindeki kontrolünü azaltmaktadırlar. Düşünceleri şu şekilde özetlenebilir:

“Kapitalist sömürünün yapısıyla ilgili bazı şeyleri gördüler ve suçladılarsa da, sömürünün iç mekanizmasını tam olarak anlayamadılar ya da ona bir son vermeye çalışmadılar (...) Kağıt paranın değer kaybına uğramasını ve hayat pahalılığının artmasını spekülatörlerin ve istifçilerin oyunlarına yordular. Spekülasyona ve istifçiliğe enflasyonun sebep olduğunu anlamadılar (...) asinya'ların nakit parayla mübadele edilmesinin yasaklanmasını istediler (...) fiyat denetimi uygulanmasını talep ettiler ve darlığın önlenmesi için (bu) malların ihracının yasaklanmasını savundular. Spakülasyon ve istifçiliğe son vermek için Terör uygulanmasını talep ettiler.”[36]

Enragé'lerin bu düşünceleri, küçük burjuva ağırlıklı sans-culotte kitlenin yaşam pratiğinin sınırlarıyla çizilmiştir. Özel mülkiyete değil, istifçilerin ve spekülatörlerin mülkiyetine karşı çıkmalarını bu durum açıklar. Vardıkları en ileri taleplerden biri, Roux'un bir fikri olan halk dükkânlarının kurulmasıdır. Bunun anlamı yalnızca, besin maddelerinin kolektif dağıtımı demektir.[37] Görülmesi gereken soyutlama şudur: Bir sınıfın siyasal temsilcilerinin, sözcülerinin ya da ideologlarının düşünceleri, temsilcisi oldukları sınıfın pratiğinin çizdiği çerçevenin dışına genelde çıkmaz (Marx).[38]

Sans-culotte kitleler, Montagnard'lar, Enragé'lerin taleplerini devralıp uyguladıklarında (mali önlemler, fiyat denetimi), onların peşinden gitmiştir. Enragé'ler politik varlıklarını sans-culotte'lara borçluydular. Burjuvazinin verdiği tavizlerle yatışan sans-culotte kitlenin desteğini kaybettiklerinden, Jakoben iktidar tarafından tasfiye edilmeleri mümkün hale gelir. Jirondenlerle, karşı-devrimcilerle ve savaşılan devletlerle mücadele içerisindeki Jakobenler, Enragé'lerin tasfiye edilmesinin koşulu oluştuğunda, bunda duraksamazlar. Enragé'ler, Jakobenlerin iftiraları ve politika hileleriyle itibarsızlaştırılırlar. Roux intihar ederken, Leclerc gazetesinin yayınına son verip, politik faaliyetten tamamen çekilmek zorunda kalır. Varlet, haftalarca hapiste tutulduktan sonra serbest kaldığında etkisiz hale gelmiş durumdadır. Enragé hareketinin bir ölçüde kadın kolu konumundaki Cumhuriyetin Devrimci Kadınları Derneği'nin talebi de, azami fiyat rejimi ve terördür. Konvansiyon'un 30 Ekim 1793'te kadın kulüplerini ve kadınların halk derneklerini yasaklayan kararı onaylamasıyla birlikte Claire Lacombe'un liderliğini yaptığı bu hareketlenme de tasfiye edilir.[39]

Burjuvazi kitleleri kendi yönlendirmesi altında tutmaya çalışmaktadır. Enragé'ler, sans-culotte kitle üzerindeki bu yönlendirmeyi ve kontrolü azaltan unsurlardır. Tıpkı Hébertist'ler gibi, Enragé'ler de, Jakobenlerin sans-culotte'lar üzerindeki yönlendirme ve yönetme etkinliğini baltaladıklarından, bu politikacılarla Jakobenler arasında birbirini inhibe edici bir çekişme bulunmaktadır. Bu çekişmenin sonucu birincilerin tasfiye edilmesi olmuştur. Tasfiye aslında kalıcı biçimde gerçekleşen inhibisyondur.

xi. Hébertistler

Enragé'lerin tasfiyesiyle boşalan konumu Hébertistler (Hébert, Chaumette, Rossignol, Ronsin vd.) doldurur. Halkı denetim altına alma ve kullanma sanatında uzman olan bu politikacılar, çıplak kolluların temsilcisi değildir. Hebertist'lerin burjuva devrimine hizmet etmeleri, kendi kişisel çıkarlarına dayanır. Olağanüstü bir hükümet olan Kamu Selameti Komitesi devrimci burjuvazinin elindeyken, bakanlardan oluşan Geçici Yürütme Komitesi'nin en önemli bölümünü oluşturan Savaş bakanlığı Hebertist'lerin elindedir. Hebertist'ler yeni anayasanın yürürlüğe konulmasını isterken, Kamu Selameti Komitesi'nin lağvedilmesini ve tüm iktidarı ellerinde toplamayı arzulamaktadır. Burjuvaziyle, devrimci milis, gizli fonlar, savaş malzemesi üretimi konularında rekabet içerisindedirler. Bütün bu konularda kendi çıkarlarını kollama ve burjuvaziye üstünlük sağlama düşüncesiyle tavır alırlar. Fiyat denetim önlemleriyle yatışan sans-culotte kitleyi yeniden harekete geçirip, kendi politik çıkarları için kullanmak isteyen Hébertist'ler, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasını Ekim 1793'te başlatırlar. Kiliseye karşı mücadelenin yeniden başlatılması, burjuvazi tarafından da onaylanır. Çünkü böylelikle, kilise topraklarına el konulması güvence altına alınmış olmakta, devrimin kazanımları pekiştirilmekte, rahiplerden gelen sabotaj tehdidine karşı önlem alınmaktadır. Kampanya, sans-culotte'ların kiliseye karşı besledikleri duygulara da hitap etmektedir. Bu kampanya, çıplak kolluları, hayat pahalılığına karşı giriştikleri mücadeleden ve burjuvazinin yönlendirmesinden saptırabilir ve Hebertist'lere yedeklenmesine yarayabilir görünmektedir.[40]

21 Kasım 1793'te Robespierre, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasına karşı saldırıya geçer. Burjuvazi kitle hareketini kontrol altına almak istemektedir. Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyasıyla aktifleşmiş kitleler, kampanyaya karşı tavır alınınca tümüyle terk etmediği, mal darlığı ve yüksek fiyatları protesto eden çizgisine yönelir. 1793 Aralık sonundan itibaren fiyat denetim önlemlerinin gevşetilmesiyle Paris'in iaşe durumu kötüleşmiştir. Şubat-Mart 1793'e gelindiğinde, fiyat denetim önlemleri durmuş olup, sans-culotte'lar yeniden “ekmek” diye bağırmaktadır. Montagnard burjuvazi, kitlelerin öfkesini kontrol altına almak için, onları harekete geçiren Hébertist liderleri tasfiye etmeye yönelir. 15 Mart 1794'te Hébertist'ler tutuklanır ve 24 Mart'ta idam edilirler. Kendi politik etkinliklerini artırmak amacıyla Hıristiyanlıktan vazgeçirme hareketini başlatan, Jakobenler'le devleti paylaşmakta rekabet içinde olan Hébertist'ler, hareketlenen kitlenin lideri konumunda olduklarından, tasfiye edilirler. Sans-culotte'larla bağları güçlü olmadığından, tasfiyeleri kolaydır.[41]

Hébertist'lerin tasfiyesi (saf dışı edilmesi, kalıcı biçimde inhibisyonu) sonrasında Paris’teki halk derneklerinin feshi, Paris Komünü'nün merkezi iktidara bağlanması, Devrimci Milis'in fiilen ortadan kaldırılması gerçekleşir. Şubelerde tutuklamalar yapılır. Jakoben Kulübü'ne şubelerin delegeleri kabul edilmemeye başlanır ve Kulüp'teki halk derneği üyeleri, dernek üyeliğinden ayrılmaya ya da ihraca zorlanır.[42] Hébertist'lerin tasfiyesi ve ardından yaşananlar, burjuva diktatörlüğü olarak yeni bir devlet aygıtı kuran burjuvazinin, gericileştiğini göstermektedir.

Çelişkinin bir kutbunu oluşturan burjuvazi, merkezi iktidarı kurar ve güçlendirirken, diğer kutup olan sans-culotte kitle hareketlenmesini bastırır ve örgütlenmelerini fesheder. İktidarın bünyesinden minör öğe dışlanmaktadır. Burjuvazi, devrim sürecinde ihtiyaç duyduğu sans-culotte hareketlenmeyi artık baskılamaktadır ve daha da baskılayacaktır. İşte bu durum, Jakobenleri ileride savunmasız bırakacaktır.

xii. Devrimci yükseliş durduktan sonra neler oldu?..

Hébertist'lerin tasfiyesiyle birlikte artık malların fiyatlarının sabitlenmesi politikasından ve terörden vazgeçilmesinin koşulları oluşmuştur. 1793 Aralık sonundan itibaren fiyat denetim önlemleri gevşetilir. Fiyatlar yükselir ve kıtlık yeniden başlar. Mallar yeniden karaborsada yüksek fiyatlarla satılır. Kıtlığı önlemenin yolu olarak 1794 başlarından itibaren ekonomik liberalizme başvurulur. Bu politika değişikliği (kopuş), arka plandaki kıtlığı önleme amacı gözetildiğinde, bir süreklilik içerisinde gerçekleşir. Artık baskı ticari faaliyetlere karşı kullanılmaz. Temel malların ihracına konmuş olan ambargo kaldırılır, dış ticaret desteklenir. Çünkü merkezi yetkililer üzerinde sans-culotte kitlenin uyguladığı basınç artık kalkmıştır. İhracatçılar eski parlak durumlarına yeniden kavuşurken, Jironden temsilcileri Konvansiyon'a yeniden alınır. Asinya'yı güçlendirmek için alınan önlemler gevşetilir ya da iptal edilir. Altın yeniden dolaşıma sokulur. Para yeniden değer kaybetmeye başlar -sonunda asinya dolaşımdan çekilecektir-. İstifçilikle mücadele görevlileri sindirilir. 26 Temmuz 1793'te çıkarılmış olan yasaya göre istifçiliğin cezası idamken, 22 Aralık 1793'te Dantonistlerin Konvansiyonu ikna etmesiyle bu cezanın uygulanmaması kararı alınır.

Çıplak kollular bu süreçte hareketlenmezler. Bunun nedenleri şunlardır: Yüksek mal fiyatlarının piyasadaki mal miktarının artmasıyla telafi edileceği yönünde sahte bir umut beslerler; fiyatlardaki artış dayanılmaz boyutta değildir; Hébertist'lerin tasfiyesi sonrasında kitle, yönlendiricisini yitirmiş haldedir. Fiyat denetim önlemleri gevşetilirken, azami ücret uygulaması katı biçimde uygulandığından, sans-culotte'lar içerisinden artık ayrışmış olan işçilerin, buna dönük tepkisi grevler şeklinde gerçekleşir. Savaş, kapitalist üretim ilişkilerini geliştirmiş, sermaye birikim süreçlerini hızlandırmıştır. Bu süreçte bağımsız zanaatkârların proleterleştikleri gözlenir. İşçiler, nominal ücretleri artmış olsa da, yeniden artan mal fiyatlarıyla uyuşmayan ücretlerini sabitleme politikasına karşı burjuva devletle mücadele içerisine girer. Silah sanayinde ve asinyayı üreten kâğıt fabrikalarında çalışan işçiler ücret artışı talebiyle grev yaparlar. Harekete tarım kesiminde gündelikçi olarak çalışan işçiler de katılır. Bu mücadeleler baskı önlemleriyle karşılanır. İşçilerin toplantı yapması yasaklanır ve toplantılara katılanlar için cezaların uygulanacağı duyurulur. Grev, “karşı-devrimci bir suç” sayılır. Terör bu sefer işçilere yöneltilir.

1794'ün Haziran ve Temmuz ayları, merkezi iktidarın işçilere dönük politikasının ücretleri aşağıya çekmek ve grevleri bastırmak olduğunu göstermektedir. 5 Temmuz'da Paris belediyesinde yeni bir azami ücretler ilkesi kabul edilir ve bu yeni tarife 21 Temmuz (Thermidor'un 5'i)'da 48 şubenin tamamında yayınlanır. Böylelikle ücretler önemli oranda azaltılır. Artık Robespierre ve Jakobenler, çıplak kolluların desteğini genel olarak kaybetmektedir.

Hébertist'lerin tasfiyesi, tüm Fransa'da karşı-devrim eğilimini güçlendirmiştir. Jakobenler ve burjuvazi, savaşı sonuna kadar götürmekte kararlılar ve ayrıca karşı-devrimin güçlenmesinden korkmaktadırlar. Danton'un barış için ajitasyon yapması, onun burjuvaziyle bağının kopmasında temel nedendir. Danton barış yanlısı (pasifist) tavrıyla, gericiliğin ve karşı-devrimin güçleriyle aynı konumlanışta bulunur. Komün'deki ve Savaş Bakanlığı'ndaki Hébertist liderlerin idamının (24 Mart 1794) hemen ardından Dantonistlerin tutuklanması (30 Mart 1794) gerçekleşir. 5 Nisan 1794'te Danton ve Dantonistler idam edilir.

Devrimin ilerlemesinde önemli olan halk örgütlenmeleri ezilmiş olduğundan, Jakoben hükümetin toplumsal temelleri daralmıştır. Artık ticari faaliyetlere uygulanan terör yerini kör bir biçimde uygulanan teröre bırakmaktadır ki, bu da iktidarın kitle desteğini yok etmektedir. Jakoben hükümet, ayrım gözetmeksizin kitlelere, karşı-devrimcilere, Hébertizim'in ve Dantonizm'in kalıntılarına ve çok zayıf şüphelerle tamamen zararsız bireylere karşı terör uygulamaya başlar. 11 Haziran ile 27 Temmuz 1794 arasında Devrim Mahkemesi 1285 ölüm cezası vermiştir. Bunun 1793'te halkın uyguladığı terörle ortak yanı yoktur.

Bu arada Kamu Selameti Komitesi'nde Robespierre ile diğerleri arasında kişisel anlaşmazlıklar belirir. Robespierre bir devlet dininin kurulması (Üstün Varlık İnancı) ve fetih savaşının zafer kazanma yönünde geliştiği bir sırada barış görüşmeleri yapılması düşüncesine sahiptir. Bu konularda Kamu Selameti Komitesi'ndekilerle anlaşmazlık içindedir. Üstün Varlık İnancı, Hıristiyanlıktan vazgeçirme kampanyası yanlılarının yenilgisini tamamlamak üzere düşünülmüştür. Bu inanç halkı, Akla Tapınma'dan tanrıya tapınmaya yöneltecek, onları Hıristiyanlıktan vazgeçiricilere yabancılaştıracaktır. 8 Haziran 1794'te kutlanan Üstün Varlık bayramı, Hıristiyanlıktan vazgeçiricilere karşı bir gösteriye dönüşür. Robespierre ve Jakobenler, artık dinsel fanatizmle değil, din karşıtlığıyla savaşmaktadır. Hükümetin bu bayramını, Katolikliğin bayramına dönüştürmek kolay olduğundan, kilisenin işine yarayan bu girişime karşı, Dantonistler ve Kamu Selameti Komitesi'ndeki politikacılar muhalefet ederler.

Thermidor'un öncesinde gerçekleşen bu ayrışma, sonunda Robespierre'in düşüşüyle noktalanır. 27 Temmuz 1794'te gecenin geç saatlerinde Konvansiyon'da Robespierre ve arkadaşları tutuklanır. Paris Komünün'deki Robespierre yanlıları bir ayaklanma başlatırsa da, başarısız olur. Robespierre ve Komün'deki Robespierreistler 28 Temmuz 1794'te idam edilir.

Robespierre'in düşüşü siyasi güçler dengesini değiştirir. 9 Thermidor'un sorumlusu olan yönetici klik, iktidardan vazgeçmek zorunda kalır. Gericilik ve karşı-devrim eğilimi güçlenir. Çıplak kollulara karşı sopalarla silahlanmış, kralcı, anti-Jakoben gençlik çeteleri kurulur. Bu jeunesse dorée'ler (şık ve zengin gençler), sans-culotte'lara olduğu kadar burjuvazinin üyelerine de saldırır. Büyük terörün yerini beyaz terör alır. 1 yıldan biraz daha uzun süren bu restorasyon, general Bonaparte'ın 4 Ekim 1795'te kralcı fanatikleri kökten söküp atmasıyla kapanır. Direktuvar dönemi boyunca bir devrimcilere, bir karşı-devrimcilere vurulur ve zaman zaman bunların biri diğerine karşı kullanılır. Sonunda I. Napoléon, imparatorluğunu ilan edecektir.

Thermidor darbesinden sonra yaşanan önemli gelişmeler, özetle şunlardır:

- 20 Ağustos 1794'te devrimci komiteler fiilen feshedilir.
- 16 Ekim 1794'te halk derneklerinin Jakoben Kulübü'yle, o zamana kadar normal karşılanan ve izin verilen ilişkisi yasaklanır. Bu karar, hem halk dernekleri, hem de Jakoben Kulüp için ölüm hükmündedir. 12 Kasım 1794'te Jakoben Kulüb’ün toplantıları yasaklanır.
- 26 Kasım 1794'te yasaklanmamış malların ithalatına konmuş olan tüm kısıtlamalar kaldırılır.
- 6 Aralık 1794'te silah üreten atölyelerdeki işçilerin ücretlerini artık devletten almayacakları kararlaştırılır.
- 9 Aralık 1794'te Konvansiyon azami fiyat yasasının kaldırılmasını kararlaştırır.
- 6 Ocak 1795'te İaşe Komisyonu lağvedilir. Hayat pahalılığı devam etmektedir.
- 22 Ocak 1795'te Marat'ın Paris'teki bütün büstleri parçalanır.
- 21 Şubat 1795'te devlet dini olmayacağı, ayrıcalık tanınan hiçbir dinin olmayacağı, dinin kişisel bir inanış olarak kabul edileceği ve fakat dinlerin tamamen devletin koruması altına alındığı kararlaştırılır.
- 29 Mayıs 1795'te çıplak kollular, Ulusal Muhafız Teşkilatı'ndan ihraç edilir.
- 30 Mayıs 1795'te Ulaştırma Komisyonu lağvedilir. Askeri ulaştırmanın ihtiyacı olan atlar ve vagonlar, ordunun iaşe işleri özel kişilere bırakılır.
- 31 Mayıs 1795'te Devrim Mahkemesi feshedilir.
- 1 Nisan 1795'te sans-culotte'ların Germinal ayaklanması olur. Meclis işgal edilir, fakat ne meclis dağıtılır, ne de bir hükümet atanır. Başkentin denetimini ele geçirmeyen isyancılar, meclisi terk eder ve sonuçta ezilirler.
- 20-21 Mayıs 1795'te Prairial ayaklanması olur. İsyancılar yasama görevini yerine getirse de, yürütme gücünü ele geçirmeyi düşünmez. Thermidorcular düzenli ordu aracılığıyla ayaklanmayı bastırır. 10 bin sans-culotte tutuklanır, hapse atılır ya da sürgün edilir.
- 30 Mayıs 1795'te tüm kiliseler yeniden dini amaçlı kullanıma tahsis edilir.
- 23 Ağustos 1795'te tüm kulüplerin ve halk derneklerinin kapatılması kararlaştırılır. 9 Ekim 1795'te şubelerin toplantıları yasaklanır.
- 22 Ağustos 1795'te yayınlanan 3. yıl anayasasıyla genel oy hakkı yerini, sadece mülk sahiplerinin oy kullanma hakkına bırakır.
- 16 Mart 1796'da, hızla değersizleşen kâğıt para asinya, tedavülden kaldırılır. Asinyanın yerine başka bir kâğıt para olan mandat territorial geçirilirse de, bu da değer kaybına uğrar ve sonunda dolaşımdan çekilir.[43]


[1] Bu düşünceye bir örnek vermek istiyorum: “Materyalizm, nesnesi doğa olduğunda doğa bilimidir, nesnesi tarih olduğunda ise tarihseldir. Tarihsel materyalizm, insanlık tarihine ve toplumların gelişimine, nesnel ve tespit edilebilir yasalar doğrultusunda gerçekleşen bir tarihsel süreç olarak bakar; tarihsel gelişimin maddi nedenlerini açıklar ve nihayet insanların tarihini, insan ürünü olarak görür.” (Bernhard Brosius, Tarihin Yapıları-Tarihsel Materyalizme Giriş, Yordam Kitap, s. 19) Bir: Doğa bilimleriyle materyalizm aynı değildir. Doğa bilimlerinin sonuçları materyalizmi besler ve materyalizm, incelemeler yapılırken yaslanılan genel paradigmadır. İki: Tarihsel materyalizm, toplumların gelişimi demek olan tarihe ilişkin genel bir yaklaşımdır. Üç: Tarihsel materyalizmle, tarihsel gelişimin genel maddi/toplumsal nedenleri açıklanırken, tarih bilimi kapsamında somut olgu ve süreçlerin ilişkilendirilmesine paradigmik referans sunulur. Tarihsel materyalizm, tarih yazımında gözetilen bir perspektif olabilmekteyse de, bu yazımın kendisi değildir. Tarih yazımının bilimsel olması için tarihsel materyalist perspektifin kullanılması gereklidir. Tarih biliminin her çalışmasında tarihsel materyalizm, üzerinde hareket edilecek zemini oluşturur. Dört: Tarihi, insanların devraldıkları koşullar içerisinde kendilerinin yaptığı önermesi, tarihsel materyalizmin bir yaklaşımıdır ve somut incelemelerden her defasında yeniden çıkarsanabilir. Fakat bu tür yaklaşımlara bir kere ulaşıldıktan sonra, artık bir paradigmik referans olarak kullanılırlar.
[2] “Yadsıma diyalektiğin temel yapısıdır.” (Bernhard Brosius, Tarihin Yapıları-Tarihsel Materyalizme Giriş, Yordam Kitap, Ekim 2010, s. 25. Ayrıca bkz; a.g.e., 23-55). Brosius, karşıtlık ve çelişki kavramlarını da işler. Fakat bunları, yadsımayla ilişkisi içerisinde değerlendirir: "Dolayısıyla çelişki, yadsıma süreciyle özdeştir. Çelişki, olumlamadan yadsımaya giden yoldur." (a.g.e., s. 110). 08.03.2022 tarihli not: Yadsımanın yadsınması ilkesini, Hegel'in kullandığı ana akıl yürütme yöntemi olarak görmemiz gerekir. Artık, tarihsel veya doğal gerçeklikte bu ilkeye karşılık gelen bir değişim/gelişim örüntüsü olmadığını düşündüğümü belirtmek istiyorum.
[3]  a.g.e., s. 41
[4]  a.g.e., 30-41
[5]    Daniel Guérin, Fransa'da Sınıf Mücadelesi 1793-95, Yazın Yayıncılık, Kasım 1986, s. 16 ve s. 58
[6]    a.g.e., s. 18
[7]    “Bütünlüğün bölünmesi, illa ki çelişkinin bileşenlerinin oluşması anlamına gelmez; aksine bizzat çelişkinin oluşması anlamına gelir. Bütünlüğün bölünmesi, pekâlâ mevcut bulunan iki farklı ilişkiselliğin kimi tekil özellikleri birbirlerine aktaracakları ve böylece bir çelişki oluşturacakları bir olaya da işaret edebilir.” (Bernhard Brosius, Tarihin Yapıları-Tarihsel Materyalizme Giriş, Yordam Kitap, Ekim 2010, s. 100-1)
[8]    Daniel Guérin, Fransa'da Sınıf Mücadelesi 1793-95, Yazın Yayıncılık, Kasım 1986, s. 42
[9]    a.g.e., s. 43-4
[10]  a.g.e., s. 186-203, s. 207-10, s. 221-3
[11]  a.g.e., s. 19
[12]  a.g.e., s. 52-3
[13]  a.g.e., s. 17
[14]  a.g.e. s. 50-1
[15]  a.g.e. 54-5
[16]  a.g.e., s. 153
[17]  Aslında devrim, yoksul köylülere karşıt işleyişleri devreye koymuştur. Ruhbanların ve devrimden kaçanların toprakları, ilçe yönetimlerince, küçük köylülerin satın alamayacağı kadar büyük parçalara bölünerek satılır. Üstelik açık artırmayla satışın yapılması da sıradan köylülerin bu toprakları almasını güçleştirir. Köylüler toprakları satın almak için birleşip aralarında paylaşmayı, kent burjuvazisini açık artırmaların dışında tutmak için şiddete başvurmayı denemişlerse de, bunlara geçit verilmemiştir. Özetle devrim küçük köylülere toprak vermez. Satılan toprakları kentli burjuvazi ve bir ölçüde de kırsal burjuvazi satın alır. Ortak topraklar ise paylaştırılır; bu işlemden zengin olan köylüler yararlanır ve bu işlem, yoksul köylülerin proleterleşmeleri sürecini hızlandırır (a.g.e., s. 162-3)
[18]  a.g.e., 154-9
[19]  a.g.e., s. 55-6
[20]  a.g.e., s. 59-60
[21]  a..g.e., 61-3
[22]  a.g.e., s. 20
[23]  a.g.e., s. 168
[24]  a.g.e., s. 168-9
[25]  a.g.e., s. 173-5
[26]  a.g.e., 176
[27]  Bilgiler için bkz; a.g.e., s. 69-74
[28]  a.g.e., s. 123
[29]  a.g.e., s. 123, s. 13
[30]  a.g.e., s. 124-9
[31]  a.g.e., 86-89
[32]  a.g.e., s. 106-7
[33]  a.g.e. 104
[34]  a.g.e., s. 92
[35]  a.g.e., s. 107-122
[36]  a.g.e., s. 78
[37]  a.g.e., s. 79
[38]  Marksist teorinin işçi sınıfıyla olan ilişkisini komünist partiler, komünist siyaset aracılığıyla sağlar. Marksizm, işçi sınıfının günlük pratiğinin ideolojik yansıması değildir. İşçi sınıfının ideolojisi olmayan Marksizm, onun tarihsel mücadeleleriniyse dikkate alır. Bir işçinin Komünist Parti Manisfestosu'nu okuyup anlaması ve içerdiği fikirleri benimsemesi mümkündür. Fakat örneğin Kapital, işçilerin okuyup kapitalist toplumun temel iktisadi işleyişini öğrenmeleri amacıyla yazılmamıştır. Türkiye'de yaygın bir sanı var; “Marx, Kapital'i işçilerin okuması için yazmıştır” denir. Bu sözün aslı astarı yoktur. Kapital’in Almanca İkinci Basımına Sonsöz’de Marx’ın, “Kapital’in çok kısa bir süre içinde Alman işçi sınıfının çok farklı kesimleri tarafından takdir edilmesi, emeğimin en iyi ödülüdür.” şeklinde yazması, ancak çarpıtılarak anlaşıldığında buna kanıt olarak gösterilebilir. Bunu söylerken elbette, bir işçinin sömürünün ne olduğu “bilgisini”, daha basit başka çalışmalar üzerinden kavramasının mümkün olduğunu reddetmiyorum. Sömürü hakkında sistematik bilgisi olmasa da, işçiler sömürünün ne olduğunu iliklerine kadar duyumsar. Bir de, işçiler arasında komünist bilince ulaşmış olanlarından bazılarının, Kapital’i severek okuduğu ve anladığı aşikârdır. Buna kendim ve bildiğim bazı kişiler, şahittir. Doğru ifade şudur: Marx, Kapital’i işçi sınıfı için yazmıştır. İşçi sınıfının çıkarları için.
[39]  a.g.e., s. 79, s. 130-42
[40]  a.g.e., s. 143-9
[41]  a.g.e., s. 204-6
[42]  a.g.e., s. 204-26
[43]  Son bölümdeki bilgiler a.g.e., s. 227-95 ve s. 13-4'te yer almaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.