24 Nisan 2022 Pazar

1 Mayıs'ın Tarihi ve Dünyadan 1 Mayıs Afişleri

1 Mayıs'ın Kökenleri Nedir?

Rosa Luxemburg
Şubat 1894

Bir proleter bayram gününü, sekiz saatlik iş gününü elde etme aracı olarak kullanma düşüncesi ilk kez Avustralya'da doğdu. Avustralyalı işçiler, 1856'da, sekiz saatlik işgünü lehinde gösteriler yaparak, toplantılar ve eğlenceler düzenleyerek, hep birlikte bir günlük iş bırakmaya karar verdiler. Bu kutlamanın yapılacağı gün olarak da 21 Nisan tarihi saptandı. Avustralyalı işçiler bu kararı, yalnızca 1856'da uygulamaya niyetlenmişlerdi. Ama bu ilk kutlamanın Avustralyalı proleter kitleler üzerinde çok büyük etkisi oldu, onları canlandırıp yeni bir heyecana yol açtı ve bu kutlamanın her yıl tekrarlanmasına karar verildi.

Gerçekten işçilere, kendi kendilerine kararlaştırdıkları bir anda, kitle halinde işi bırakmaktan daha fazla cesaret ve kendi gücüne güven duygusunu ne verebilirdi? Fabrikaların ve atölyelerin ebedi kölelerine, kendi öz birliklerini toplamaktan daha fazla ne cesaret verebilirdi? Böylece, proleter bir kutlama günü düşüncesi hızla benimsendi ve Avustralya'dan diğer ülkelere yayılmaya başladı, ta ki sonunda tüm proleter dünyayı fethedene dek.

Avustralyalı işçilerin örneğini ilk izleyen Amerikalılar oldu. 1886'da 1 Mayıs'ın evrensel bir iş bırakma günü olmasına karar verdiler, 1 Mayıs'ta 200 bin Amerikalı işçi iş bıraktı ve 8 saatlik işgünü talebinde bulundu. Daha sonra uygulanan polisiye ve yasal baskılarla, işçilerin bu ölçekte bir gösteriyi tekrarlaması birkaç yıl engellendi. Yine de 1888'de bu yolda yeniden karar aldılar ve gelecek gösterinin 1 Mayıs 1890'da olmasını kararlaştırdılar.

Bu sırada Avrupa'daki işçi hareketi de güçlendi ve canlandı. Bu hareketin en güçlü ifadesi, 1889'da toplanan Uluslararası İşçiler Kongresi oldu. 400 delegenin katıldığı bu Kongrede, sekiz saatlik işgünü talebinin en başta yer alması gerektiği yolunda karar alındı. Bunun üzerine Fransız sendikalarının temsilcisi, Bordeaux'lu işçi Lavigne, bu talebin tüm ülkelerde evrensel bir iş bırakma ile dile getirilmesini teklif etti. Amerikan işçilerinin temsilcisi, yoldaşlarının 1 Mayıs 1890'da grev yapılması yolunda aldığı karara dikkat çekti ve Kongre bu tarihte uluslararası bir proletarya gününün kutlanmasına karar verdi.

Otuz yıl önce Avustralyalı işçiler, aslında yalnızca bir günlük kutlama düşünmüşlerdi. Kongre, tüm ülkelerin işçilerinin, 1 Mayıs 1890'da sekiz saatlik işgünü için, hep birlikte gösteriler yapmasını kararlaştırdı. Kimse bu kutlamanın daha sonraki yıllarda da tekrarlanmasından söz etmedi. Doğal olarak, kimse, bu düşüncenin bir şimşeğin çakışı gibi başarı kazanacağını ve işçi sınıfı tarafından kısa zamanda benimseneceğini önceden göremezdi. Bununla birlikte, 1 Mayıs'ın her yıl kutlanacak sürekli bir kurum haline getirilmesinin gerekliliğini herkesin kavraması ve hissetmesi için, 1 Mayıs'ın yalnızca bir kez kutlanması yeterli oldu.

İlk 1 Mayıs'ta sekiz saatlik işgününün uygulanması talep edildi. Ama bu hedefe ulaşıldıktan sonra da, 1 Mayıs'ın kutlanmasına son verilmedi. İşçilerin burjuvazi ve egemen sınıf karşısındaki mücadelesi devam ettiği sürece, ve tüm talepleri karşılanmadığı sürece, l Mayıs, işçi sınıfının bu taleplerinin her yıl dile getirildiği gün olacaktır. Ve daha iyi günler doğduğunda, dünya işçi sınıfı kurtulduğunda, büyük bir olasılıkla insanlık o zaman da 1 Mayıs'ı, geçmişte verilen zorlu mücadelelerin ve çekilen acıların anısına yine kutlayacaktır.

Kaynak: https://www.marxists.org/turkce/luxemburg/1890s/1894.htm

Tarihçe:

  • 1886: 1 Mayıs'ta ABD'nin Chicago kentinde işçiler 8 saatlik iş günü için genel greve gittiler. 1 Mayıs 1886 günü ABD’de 10’dan fazla kentte 350 bin dolayında işçinin katıldığı gösteriler yapıldı. Chicago’daki 1 Mayıs gösterilerine ise 80 bin kişi katıldı. Ülke tarihinin o güne değin en büyük işçi gösterisi Chicago 1 Mayıs 1886 gösterisi olmuştu. 1 Mayıs geleneği bu gösterilerden doğmuştur.
  • 1889: II. Enternasyonal, 1 Mayıs'ın, bütün dünyada işçilerin birlik ve mücadele günü olmasını kararlaştırdı.
  • 1906: Türkiye’de 1 Mayıs ilk olarak Osmanlı döneminde İzmir’de kutlandı.
  • 1909: İkinci Meşrutiyet'in ilanından bir yıl sonra Üsküp ve Selanik'te kutlandı. Selanik'te Rum, Türk, Yahudi, Bulgar işçiler kol kola yürüdüler. Dört dilde yayınlanan ortak 1 Mayıs bildirisinde, herkese seçme ve seçilme hakkı ve emeği koruyacak yasaların çıkarılması istendi.
  • 1910 ve 1911: Selanikli işçiler 1 Mayıs'ta yine meydanlardaydı.
  • 1912: İstanbul'daki ilk 1 Mayıs kutlaması Pangaltı’da gerçekleştirildi.
  • 1913: 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı. 
  • 1921: Tersane İşçileri işgal altındaki İstanbul'da 1 Mayıs'ı kutladı. İştirakçi Hilmi önderliğinde Halk İştirakiyyun Fırkası'nın düzenlediği 1 Mayıs'a işçiler kızıl bayraklarla katıldı ve Kasımpaşa'dan Şişli Hürriyet i Ebediye Tepesi ne kadar yürüdüler.
  • 1923: İstanbul'da tütün işçileri, askeri fabrika ve demiryolu işçileri, fırıncılar, İstanbul tramvay, telefon, tünel, gazhane işçileri 1 Mayıs'ı sokakta kutladılar "Yabancı şirketlere el konsun’, "Sekiz saatlik iş günü", "Hafta tatili", "Serbest Sendika ve Grev Hakkı" pankartlarını taşıdılar.
  • 1924: 1 Mayıs, “Amele Bayramı” olarak kutlandı.
  • 1925: Takrir-i Sükûn Kanunu ile her türlü gösteri ve yürüyüş yasaklandı. 1 Mayıslar kitlesel olarak kutlanamaz hale geldi. Bu durum oldukça uzun bir sure devam etti. 
  • 1935: "Bahar ve Çiçek Bayramı" adı altında işçilere ücretsiz izin verildiği genel tatil günü ilan edildi
  • 1951: İşçilere tatilde yarım yevmiye ödenmesi kabul edildi.
  • 1956: İşçilere tam yevmiye ödenmesine karar verildi.
  • 1976: Taksim Meydanı’nda büyük bir miting yapılarak kutlandı. DİSK'in düzenlediği miting Türkiye'de kitlesel işçi bayramlarının başlangıcı oldu.
  • 1977: DİSK'in Taksim Meydanı’nda düzenlediği 1 Mayıs mitingine 500 bine yakın işçi ve emekçi katılmıştı. Akşam saat 7'yi biraz geçe alana giriş sürerken çatılardan ateş açıldı. Çok sayıda emekçi ve sosyalist yaralandı. 1977 kayıpları kayıtlı 34 kişi; kayıtlarda geçmeyen sadece isimleri bilinenlerle 41 kişi hayatını kaybetti. 
  • 1978: Bir yıl önceki katliama ve provokasyona rağmen 1 Mayıs’ta yüz binler yine Taksim Meydanı'ndaydı. Bu kez işçi örgütleri ve siyasi partiler alanın güvenliğini kendileri sağlamış ve provokasyona izin vermemişti.
  • 1979: İstanbul'da 1 Mayıs kutlamaları yasaklandı ve sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Sokağa çıkan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Behice Boran ve bine yakın kişi gözaltına alındı. Behice Boran ve 330 Türkiye işçi Partili 6 Mayısta tutuklandı. DİSK’e bağlı bir grup sendika ise İzmir'de "izinli" 1 Mayıs kutlaması yaptı.
  • 1980: 12 Eylül darbesinden önce son “yasal" 1 Mayıs kutlamaları yapıldı. Sıkıyönetim altındaki İstanbul, Ankara ve İzmir'de gösteriler yasaklandı. DİSK, Mersin'de "izinli’1 Mayıs kutlaması yaptı.
  • 1981: Askeri darbe yönetimi o zamana kadar ‘Bahar Bayramı" adıyla resmi tatil günü olan 1 Mayıs'ı çalışma günlen arasına dâhil etti.
  • 1987: 1980 sonrası ilk resmi bildirimli kitlesel 1 Mayıs kutlaması kapalı salonda, İstanbul Emek Sineması'nda gerçekleştirildi
  • 1988: “1 Mayıs salonlarda değil, alanlarda kutlanmalıdır” sloganıyla, 1 Mayıs'ı alanlarda kutlama düşüncesi çeşitli sosyalist dergilerden oluşan Dergiler Platformu'na önerildi ve kabul edildi. 1 Mayıs’ta binlerce kişi "10 yıl sonra 1 Mayıs'ı 1 Mayıs Alanı'nda" kutlamak için Taksim'e yürüdü. Polis kuşatmasına rağmen Taksim'e girdiler, yüzlerce kişi gözaltına alındı.
  • 1989: İstanbul'da 1 Mayıs'ı kutlamak İçin İstiklal Caddesi'nden Taksim'e yürümek isteyen 2 bin kişilik grup polis tarafından dağıtıldı. İşçi Mehmet Akif Dalcı polis kurşunuyla hayatını kaybetti. 400'ü aşkın gösterici gözaltına alındı.
  • 1990: İstanbul'un çeşitli semtlerinde yapılan 1 Mayıs eylemlerinde 40 kişi yaralandı, 2 bin kişi gözaltına alındı Yaralılardan Gülay Beceren felç oldu.
  • 1995: İstanbul'da Kadıköy'de kutlandı, diğer şehirlerde de çeşitli kutlamalar yapıldı.
  • 1996: İstanbul Kadıköy'de yapılan 1 Mayıs kutlamasına 150 bin kişi katıldı. Açılan ateş sonucu Hasan Albayrak, Yalçın Levent ve Dursun Odabaş hayatını kaybetti, 67 kişi yaralandı. Gözaltına alınanlardan Akın Reçber gördüğü işkence sonucunda 20 Mayıs günü hayatını kaybetti. 
  • 1997: DİSK, Türk-İş ve KESK’in düzenlediği miting Çağlayan Meydanı'nda yapıldı.
  • 1998: Türkiye'de yaygın biçimde kutlandı. Türk-İş,  Hak-İş, DİSK ve KESK'in düzenlemeleriyle  İstanbul, Ankara. İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.  İstanbul'daki bayram Şişli Abide-i Hürriyet meydanındaydı. 
  • 1999: İşçi konfederasyonlarıyla 15 örgütün bir oraya gelmesiyle oluşturulan Emek Platformu düzenledi.
  • 2000: "Küresel saldırıya karşı gücümüz birliğimiz" sloganıyla tüm Türkiye'de kutlandı. Türk-İş, DİSK, KESK ve Hak-lş'in ortaklaşa  düzenledikleri miting  Şişli Abide-i Hürriyet meydanındaydı.
  • 2001: DİSK, Türk-İş,  Hak-İş ve KESK ortaklaşa düzenledikleri bayramda Çağlayan'dadıydılar. 
  • 2002-2003: İstanbul Çağlayan meydanında işçi bayramı kutlandı. 
  • 2004: DİSK ve KESK 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlama kararını açıkladı. Ancak yapılan görüşmeler sonucunda Türk- İş, 1 Mayıs'ı Abide-i Hürriyet Meydanı'nda kutlarken, DİSK ve KESK  Fatih/Saraçhane'deydi. 
  • 2005: Kadıköy İskele Meydanı tekrar 1 Mayıs kutlamalarına açıldı. 
  • 2006: 1 Mayıs kutlaması geniş katılımla Kadıköy'de yapıldı.
  • 2007: 1977 katliamının 30.yıl dönümünde DİSK ve KESK Taksim’de olacaklarını ilan ettiler. İstanbul valisi Taksim Meydanı’na çıkılmaması için geniş güvenlik önlemleri alınca, İstanbul'da trafik tıkandı. Aşırı kullanılan gaz bombalarından dolayı 75 yaşındaki İbrahim Sevindik hayatını kaybetti.
  • 2008: "Emek ve Dayanışma Günü" olarak kutlanması yasal olarak kabul edildi. Fakat resmi tatil olarak ilan edilmedi. DİSK, KESK ve Türk-İş, 1 Mayıs'ta Taksim'de olacaklarını duyurdular. Sabah erken saatlerde polis DİSK binasına saldırdı. Türk-iş Taksim’e çıkmayacağını açıkladı. Polis şiddetinin düzeyini gören DİSK ve KESK başkanları, vali ve başbakan ile yapılan uzun müzakerelerin ardından, Taksim'e yapılacak yürüyüşün ağır kayıplara sebep olabileceğini öngörerek, Taksim'e çıkılmayacağını beyan etti. 
  • 2009: Nisan’da TBMM'ye verilen önergeden sonra 1 Mayıs, 1981'de yasaklanmasının ardından ilk kez resmi bayram olarak kabul edildi. 1909 Selanik 1 Mayıs kutlamasının 100. yıldönümünde Taksim'e "makul kalabalığın” girmesine izin verildi.
  • 2010: 1 Mayıs, yıllarca süren mücadeleler sonunda onlarca kişinin hayatı pahasına kazanılan bir hak olarak, kitlesellikle ve bayram coşkusuyla Taksim'de kutlandı.
  • 2011:  DİSK, “1 Milyon Kişi Taksim’e” çağrısı yaptı. Küba’nın ardından dünyadaki ikinci büyük 1 Mayıs kutlaması olduğu söylendi. Dört ayrı kortejle Taksim’e yüründü, DİSK tarafından oluşturulan kortej Şişli Halaskargazi Caddesi üzerindeydi. Taksim’de, 1977 1 Mayıs’ına damgasını vuran “ellerinden zincirlenmiş işçi” pankartı yeniden yerine asıldı.
  • 2012: Taksim Meydanı’na kurulan kürsüde, çok sayıda aydın, sanatçı, sendika yetkilileri konuşma yaptı. Meydan’da halaylar çekildi, şarkılar söylendi. 1 Mayıs kutlamaları genel olarak bayram havasındaydı.
  • 2013: İstanbul valisi Hüseyin Avni Mutlu, inşaat  gerekçesiyle Taksim'in kutlamalara kapalı olduğunu açıkladı. Beşiktaş’taki göstericilere yedi saat boyunca gaz ve suyla saldırıldı. Şişli’nin neredeyse her bölgesinde polis ve göstericiler arasında çatışma yaşandı. Polis gaz bombası ve tazyikli su ile kitlelere saldırdı. Galata Köprüsü, 1970’de yapılan bakım çalışması dışında ilk kez o gün kaldırıldı. İstanbul’da metro, metrobüs, vapur, motor, tramvay seferleri iptal edildi; birçok yol ulaşıma kapatıldı.
  • 2014:  AKP Hükümeti resmi bayram ilân edilen 1 Mayıs için, Gezi Direnişi’nden sonraki yılda, Taksim Meydanı dışındaki bir meydanda kutlama yapılmasını şart koştu. İstanbul Valiliği “provokasyon istihbaratı” var dedi. Bu karara rağmen DİSK’in Taksim’e doğru yürüyüşü başladığında ve DİSK Genel Başkanı Kani Beko ile polisin müzakeresi hâlâ daha devam ederken, polis kitleye saldırdı.
  • 2015: İstanbul Valiliği 16 Nisan 2015’te  gösteri yürüyüşü için kullanılacak alanlar arasında Taksim Meydanı’nı göstermedi. Taksim Meydanı’na giriş ve çıkışlar kapatıldı. Sarı basın kartı olmayan gazetecilerin ve polislerin dışında kimsenin giriş ve çıkışına izin verilmedi. İzin verilen sendikalar Birleşik Kamu İş, Aksiyon İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Cihan Sen, Yol İş, Hak-İş ve Türk-İş Taksim Anıtı’na çelenk bıraktı. İstanbul valisi Vasip Şahin 1 Mayıs’ta 203 gözaltı yaşandığını, altı polis ve 18 göstericinin yaralandığını söyledi.  Şişli ve Beşiktaş’ta sabah saatlerinde başlayan plastik mermi, tazyikli su ve biber gazıyla başlayan polis saldırısı akşam saatlerine kadar sürdü.
  • 2016: İstanbul valiliği Taksim Meydanı’na çıkan tüm yolları yaya ve araç trafiğine kapattı. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, DİSK Genel Merkezi’nde 1 Mayıs kutlamalarını Bakırköy Halk Pazarı Meydanı’nda gerçekleştirmeye karar verdiklerini açıkladı. SODAP, Halkevleri, Devrimci Anarşist Faaliyet, Alınteri, İnşaat İşçileri Sendikası, Halkın Kurtuluşu Partisi gibi gruplar ise 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacaklarını açıkladı. Bakırköy’deki miting az sayıda gözaltı ve engelleme ile sona erdi. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyenlere ise Beşiktaş, Şişli ve Beyoğlu civarında polis saldırdı. Mecidiyeköy Köprüsü’nün altında da polis gaz bombası, plastik mermi ve tazyikli su kullandı. Bir eylemci gaz kapsülüyle gözünden yaralandı. Tarlabaşı'nda dolaşan TOMA, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir kişiye çarptı. Şişli Etfal Hastanesi’nde tedavi altına alınan Nail Mavuş hayatını kaybetti.
  • 2017: İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 1 Mayıs İşçi Bayramı'nın Taksim'de kutlanmayacağını açıkladı. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB 1 Mayıs’ı İstanbul’da yine Bakırköy Halk Pazarı’nda kutlayacaklarını söyledi. Taksim Meydanı’na çağrı yapan örgütler ise Zincirlikuyu’da toplanarak, Taksim’e yürüyeceklerini ifade etti. Taksim Meydanı’na çıkmak isteyen 165 kişi İstiklal Caddesi, Beşiktaş, Talimhane, Gayrettepe, Zincirlikuyu, Okmeydanı’nda gözaltına alındı.
  • 2018: DİSK, KESK, TMMOB ve TTB 10 Nisan 2018’de yaptıkları açıklamada İstanbul’da 1 Mayıs’ı Maltepe’deki miting alanında kutlayacaklarını açıkladı. Çünkü Taksim için İstanbul Valiliğine yapılan başvuru reddedilmişti. Bazı örgütler ise 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacaklarını söyledi. Taksim Meydanı sabahın erken saatlerinden itibaren bariyerlerle çevrildi. Meydan gazeteciler de dâhil kimse alınmadı.
  • 2019: İstanbul Valiliği Taksim'i 1 Mayıs İşçi Bayramı'na kapattı. Emek ve meslek örgütleri miting için Bakırköy Pazar Alanı'nı adres gösterdi. 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim meydanında kutlamak üzere çağrı yapan gruplar ile sendikalar ise sabah 09.30 civarında Şişli’deki Cevahir Alışveriş Merkezi önünde toplanmaya başladı. Meydan’a çıkmayı başaran Devrimci Gençlik Birliği üyesi yaklaşık 20 kişilik grup polis saldırısına uğradı.
  • 2020: COVID-19 pandemisi gerekçesiyle sokağa çıkma yasağı ilân edildi. Tüm eylem ve etkinlikler yasaklandı. DİSK’in Taksim'e yürüme  talebini İstanbul Valiliği, yürüyüşün sosyal mesafenin korunmasıyla ilgili kurallara uygun olmadığı gerekçesiyle reddetti. Taksim’de DİSK üyesi 25 kişi gözaltına alındı. 1 Mayıs’ı kutlamak üzere sokağa çıkan 48 kişi, gün içerisinde Beşiktaş, Taksim Meydanı, Elmadağ, Şişli, Kadıköy Rıhtım ve Okmeydanı’nda gözaltına alındı.

Kaynak: https://m.bianet.org/bianet/yasam/243358-1-mayis-lar-1909-dan-2021-e

Türkiye'de 1 Mayıslar-1909'dan 2021'e (DİSK):

Dünyadan 1 Mayıs Afişleri:

Nazım Hikmet’in kendi sesinden 1 Mayıs kutlama mesajı:


Fidel Castro'nun 1 Mayıs Konuşmasından:

10 Nisan 2022 Pazar

Kaan Kangal’ın Engels ve Diyalektik’i

Mahmut Boyuneğmez

Kaan Kangal’ın Kor Kitap’tan çıkan Engels ve Diyalektik –bir tartışmanın tarihçesi- adlı kitabında, “Batı Marksizmi”nin Engels’in doğanın diyalektiği üzerine yazılarını karalayan tutumlarını deşifre etmesi yerinde bir çabadır. Engels’in doğanın diyalektiği üzerine yazılarıyla, Marx’tan ayrıldığı ve yanlış bir patikada yol aldığı iddiası saçmadır. Bu konularda Kangal ile hemfikirim. Diyalektik teorinin günümüzde bilim dallarının sunmuş olduğu bilgiler üzerinden zenginleştirilmesi gerektiği saptamasına katılıyorum. Aristoteles, Kant ve Hegel’in karşıtlık ve çelişki kavramlarını yorumlayış tarzlarını, Türkiye’deki okurlara hatırlatmasını da takdir ediyorum. Fakat Kangal’ın katılmadığım görüşleri de var…

i. Beliriş/belirme (emergence), bir soyutlanmış kavram olarak Engels’in yazılarında bulunmamaktadır. Kangal ise Engels’in belirimci diyalektik üzerinde durduğunu öne sürüyor. Kanımca bu doğru değil. Üstelik Kangal, belirişe dair yeterli bir açıklama da getirmiyor. Şöyle yazıyor:

“Kabaca söylenecek olursa, belirim şu olgu etrafında dönmektedir: Bir şey, başka bir şeyi ortaya çıkardığında, öncel olan, meydana getirdiği şeyin potansiyelini kendi içinde taşıyordur. Ortaya çıkan veya önümüzde beliren şey, öncelin öncelden doğan varlıktaki tezahürüdür.” (s. 31)

Gelişim süreçlerinde yeni niteliklerin belirmesi, oluşan yeni organizasyonun yapısı, başka bir deyişle düzenleniş ve işleyişi tarafından belirlenir. Gelişimin evreleri olan maddenin her yeni organizasyon düzeyinde, yeni fenomenler ve bu fenomenlerin uyduğu yeni yasalar belirir. Bunun sebebi, bu organizasyonların sahip olduğu ilişki ve etkileşimlerin değişmesi, yapısal düzenlenişin ve işleyişin farklılaşmasıdır.

ii. Kangal, belirişe örnekler veriyor. İlki şöyle:

“Doğu Afrika’da fil sürüleri besin kaynağı olarak seçtikleri ağaçların kabuklarını söker veya ağaçları kökünden devirir. Fillerin bu besin tüketimi aynı tür ağaçların üremesinden daha yoğun gerçekleşir ve belirli bir eşiği geçerse filler kendi yaşadıkları ekosistemi kurutarak tahrip eder ve hayatta kalabilecekleri başka bir bölgeye göç etmek zorunda kalırlar (…) burada diyalektik bir çelişki söz konusudur. İçinde yaşadıkları ekosistemin bir parçası olan fillerin bu ekosistemin ortadan kalkmasına neden olabilmesi belirim olgusuna bir örnektir.” (s. 32-3)

Bu örnekte, beliriş değil, yok oluş ve oluş bulunmaktadır. Bir ekosistem dönüşerek başka bir eko sistemi oluşturmaktadır. Oluşumların da yeni nitelikleri bulunur, fakat bu yeni niteliklerinden ötürü, onlara belirmiş dememeliyiz. Belirme, maddenin organizasyon düzeylerinin birinden diğerine geçildiğinde ortaya çıkan yeni mekanizmaları ve yasallıkları anlatır. Örneğin hidrojen ve oksijen atomlarının bileşimiyle oluşan H20, bir yapı/sitem olarak yeni bir organizasyon düzeyine işaret eder ve suyun yeni nitelikleri, belirmiştir. Bir H2o molekülü oluşurken aynı zamanda bir belirişten de bahsedilmelidir. Fakat bir ekosistemin başka bir ekosisteme dönüşümüyle faklı yasallıklar ve işleyiş mekanizmaları türemediğinden, bir belirişten söz edilemez.

Üstelik bu örnekte “diyalektik bir çelişki” varsa da, bu Kangal’ın belirttiği gibi fillerin yaşam koşullarını ortadan kaldıran faaliyetlerinin, onların göç etmesine neden olmasında değildir. Fillerin beslenme faaliyeti, ağaçların sayısını azaltırsa, bu durum negatif geri bildirimle fillerin sayısını azaltabilir. Ekosistemdeki dönüşümün başlangıcından itibaren yeni bir ekosistem oluşuncaya kadar şu çelişki bulunur: Fillerin beslenme faaliyetiyle ağaçların sayısının azalması süreci ile bu ağaçların üremesinin sayıca artmalarını sağlayan süreç arasındaki karşıtlığın oluşturduğu denge bozulursa, bir çelişki ortaya çıkar. Negatif geri bildirimle fillerin sayısı azalmıyorsa ve denge durumundan uzaklaşan bir “kriz” sürecine girilmişse, yeni bir denge kurulana kadar, bahsedilen çelişki faaldir. Zincirleme etkileşimlerle fillerin içerisinde yaşadıkları ekosistemin yapısı değişirken, filler de göç ederler.

İkinci örnek şöyle:

“Avcı hayvanın av faaliyeti (‘yerleştiren yansıma’) sonucu kendi besin kaynağını ortadan kaldırması (‘dışsal yansıma’) ve dolayısıyla kendi hayatta kalma koşulunu tehlikeye sokması (‘belirleyen yansıma’) yine diyalektik bir çelişkidir. Parçası olduğu ekosistemin karakterini değiştiren ve değiştirdiği sistemin artık bir parçası olmayan canlı, belirimsel bir olgunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.” (s. 33)

Avcı-av ilişkisinde negatif geri besleme söz konusudur. Avcı-av arasında karşıtların birliği ve savaşımı mevcuttur. Fakat aralarında bir çelişki, dinamik denge durumu bozuluncaya kadar ortaya çıkmaz. Ne zaman ki avcı, avlandığı hayvanın sayısını kendi yaşama koşulunu tehlikeye atacak kadar azaltırsa ve örneğin kendi sayısında negatif geri beslemeyle oluşan azalmanın ötesinde bir azalmaya yol açacak bir faktör devreye girmişse, aralarındaki savaşım artık bir çelişki biçimini alır. Bu çelişkinin çözümü, örneğin avcının yok olmasıyla, göçüyle, başka besin kaynaklarıyla yaşamayı ön plana çıkarmasıyla ya da avın yok olmasıyla, evrimleşmesiyle vs. gerçekleşebilir.

Belirişi farklı kavradığımız ise açık olmalıdır. Biz, gerçekliğin farklı organizasyon düzeylerinde yeni yasaların ve niteliksel olarak farklı ve yeni işleyiş mekanizmalarının ortaya çıkmasına, belirme diyoruz. Örneğin inorganik dünyadan canlılar dünyasına geçildiğinde bir beliriş yaşanmıştır. Çünkü canlılar dünyası, inorganik dünyanın üzerinde yükselse de, canlılar dünyasında yeni ve belirmiş ilişki ve etkileşimler olduğundan, yeni yasallıklar ve mekanizmalar işlemektedir. Kangal’a göre ise “belirim” şudur:

“İçinde bulundukları bir bütünün veya sistemin bileşenlerini oluşturan parçalar, kendi kısmi faaliyetleri sonucu bu sistemin sistemsel özelliklerini değiştirmesi ve başka bir sistemin ortaya çıkmasına neden olması sonucu kendi parçasal özelliklerini kaybederler ve oluşturdukları yeni sistemin parçası haline gelirler.” ( s. 34)

Üstelik Kangal, “bu duruma Marksist literatürde yansıma da denir” (s. 35) diye yazıyor. Kanımca, refleksiyon ile beliriş farklı şeyleri anlatıyor.

iii. Çelişkileri, değişimle özdeşleştirmek doğru değildir. Özdeşlik-farklılık düşüncede sabitleştirilen soyutlamalardır. Oysa gerçeklikte karşıtların birliği ve mücadelesi, bu mücadelenin kimi zamanlar çelişki biçimini alması söz konusudur. Kangal, bakın ne yazıyor:

“Genel olarak diyalektik çelişkiler değişimin olduğu her şeyde mevcuttur (…) söz gelimi olgunlaşmakta olan, yani değişim halindeki bir meyvenin birbirini dışlayan iki yanının (özdeşlik ve farklılık) aynı anda mevcut olduğu söylenebilir. Özdeşlik ve farklılığın aynı anda var olması demek, değişimin olduğu her şey ve yerde diyalektik çelişkinin var olduğu anlamına gelir.” (s. 32)

Gerçeklikte aynı anda özdeşlik ve farklılık değil, değişim bulunmaktadır. Özdeşlik ve farklılık soyutlanmış ve düşüncede sabitleşmiş iki kavram olarak görülmelidir. Kendisiyle mutlak olarak özdeş bir varlık yoktur, farklılaşma ve süreçler içerisinde varlıklar vardır. Düşüncemizde bu zıt anlamlı iki kavram statik bir soyutlama olarak bulunmaktadır.

Çekme/itme kuvveti ile sürtünme kuvveti arasındaki karşıtlık ve mücadele, gezegenlerin yörüngesinde yerçekimi kuvveti ile eylemsizlik (Newtona göre "merkezkaç kuvveti") arasındaki karşıtlık ve mücadele, proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki karşıtlık ve mücadele, kalıtım mekanizmalarının koruyucu yönü ile mutasyon süreçlerinin değişime götüren yönü arasındaki karşıtlık ve mücadele, nesnel gerçeklikte bulunur. Bunlar arasına mücadele var diye, çelişki de vardır denemez. Örneğin proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki mücadele, kriz süreçlerinde bir çelişki olma vasfı kazanır. Başka türlü söylersek, kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkili karakteri, sistemin kendini yeniden üretemediği tarihsel kesitlerde oluşur. Olağan zamanlarda bu üretim ilişkileri, iki sınıfın arasındaki uzlaşmaz karşıtların mücadelesi olarak var olur.

iv. Lukacs’ın “diyalektik yöntemin uygulama alanı”  (s. 39) olarak “tarihsel-toplumsal gerçekliği” görmesi konusuna girmek istemiyorum. Lukacs’ın bu düşüncesi yanlıştır. Fakat bize göre, diyalektik bir yöntem değil, doğal ve toplumsal gerçeklikten çıkarsanan bir mantık türüdür. Bu mantık, gerçeklikten soyutlanır, eldeki hazır bir şablon olarak gerçekliğe uygulanmaz.

v. Engels’in Anti-Dühring'te “hareketin kendisinin bir çelişki olduğunu” söylemesi ve Marx’ın Kapital’de “bir cismin bir başka cisme doğru sürekli olarak düşmesi ve yine sürekli olarak ondan uzaklaşması bir çelişkidir. Elips, içinde bu çelişkinin hem kendisini gerçekleştirdiği hem de çözdüğü hareket biçimlerinden birisidir” şeklinde yazması üzerinde durmak istiyorum. 

Bilimsel bilgilerle uyumlu olunmak isteniyorsa, bu ifadelerde “çelişki” yerine, “karşıtlık” ya da “karşıtların mücadelesi” kavramları olmalıdır. Aslında Marx ve Engels’in doğadaki hareketi, karşıtların mücadelesi olarak gördükleri kesindir. Gezegenlerin yerçekimi kuvveti ile eylemsizlik (Newtona göre "merkezkaç kuvveti") arasındaki karşıtlığın oluşturduğu dengede döndüklerini, bir cisme uygulanan itme/çekme kuvveti ile sürtünme kuvveti arasında karşıtların mücadelesinin olduğunu görmemek mümkün değildir. Fakat bu hareket örneklerinde bir çelişkinin olduğundan bahsetmek bilimsel değildir.

vi. “Doğa bilimlerinin diyalektiği” ile ne kastediliyor bilmiyorum, fakat Hans Heinz Holz’un “doğanın diyalektiği” ile “doğadaki diyalektik” arasında ayrım yapılması gerektiği görüşünü gereksiz ve anlamsız bir titizlenme olarak yorumluyorum. Bu nedenle bunların ne anlama geldiğine bile girmek istemiyorum. İsteyen okur bu konuda Kangal’ın kitabına s. 66-7’ye bakabilir.

vii. Engels’in “diyalektik yasaları kurgu aracıyla doğaya sokmak değil, ama onları orada bulmak ve oradan çıkarmak” (s. 100) görüşünün önemli olduğunu düşündüğümden, burada vurgulamak istiyorum. Yine Engels, Hegel’in “hata”sını, “düşünce yasaları(nı) (olarak) doğa ve tarihe zorla” uygulamasında görürken de haklıydı. “Engels felsefenin doğa bilimlerinden ayrı ve onlara üstün olduğu iddiasını reddeder.” (s. 106). Kanımca, diyalektik mantığı kullanırken, Engels’in bu yazdıkları hep hatırlanmalıdır.

viii. Kangal, daha önce verdiği bir örneğe tekrar dönüyor ve şöyle yazıyor: “eğer canlının hayatta kalma faaliyetinin yan etkisi içinde bulunduğu ekosistemi tehdit ediyorsa burada belki bir çatışmadan bahsedilebilir.” (s. 115). Gerçekten de, Kangal’ın cevaplanması gereken bir soru olarak gördüğü (s. 115) karşıtlıkların, hangi koşullarda çelişki ya da çatışmalara dönüştüğü üzerinde durulmalıdır. Kanımca, iki karşıt süreç birbiriyle mücadele içerisindeyse ve dinamik bir denge oluşmuşsa,  burada bir çelişki/çatışmadan bahsedilemez. Dinamik dengenin yitirilmesi sürecinde oluşan “kriz” döneminde çelişki/çatışma ortaya çıkar. Nihayetinde bir “çözüm” evresi de bunu izler.  Örneğin güneşin kırmızı dev olma sürecinde, gezegenleri çekme kuvvetinin eylemsizliği (Newtona göre "merkezkaç kuvvetini") yenmesi nedeniyle oluşan bir çelişkili durum, çöküşle yani gezegenlerin güneş tarafından yutulmasıyla sonlanacaktır.

Kangal’ın olasılık ile ilgili verdiği örneği de alıntılamak istiyorum:

“Altı yüzden oluşan basit bir zar attığımızı düşünelim. Herhangi bir sayı (diyelim ki “1”) atmamız, zarda temsil edilen altı ihtimalden birisinin gerçekleşmesi ve bu bir ihtimal gerçekleştiği için diğer beş ihtimalin gerçekleşmemesi anlamına gelir. Diğer beş ihtimalin gerçekleşmemesi demek, bu geriye kalan tek ihtimalin gerçekleşmemesinin ihtimal dışı olduğu anlamına gelir. ‘Yadsımanın yadsınması’ yasasını da doğrulayan bu karşılıklı dışlama örneği, aynı kümeye ait ihtimallerin birbiriyle ‘çatıştığı’ şeklinde belki nitelenebilir.” (s. 115)

Kanımca olasılık ile çelişki konusu arasında herhangi bir bağ yoktur. İhtimallerin birbirini “dışlaması” ile karşıtların mücadelesindeki “dışlama” aynı anlamlara gelmemektedir. Üstelik yadsımanın yadsınması “yasası”nın da olasılık konusuyla bir alakası bulunmamaktadır.

ix. “’Neden’ ve ‘sonuca’ benzer şekilde, özdeşlik ve fark da uzlaşan karşıtlar olarak görülür.” (s. 116). Özdeşlik ve fark, antonim kavramlardır, gerçeklikte bulunan karşıtlıklar değil. Gerçeklikte değişimler, süreçler, oluşlar vardır. Neden ile sonuç arasında karşıtlık düşünsel olarak kurgulanabilir, gerçeklikte nedenler ile sonuçlar arasında karşıtlık değil, nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Bakın Kangal ne yazıyor:

“Doğada özdeşlik vardır; ama fark da vardır; bir ve aynı nesne hem özdeşliğe hem de farka tabi olduğu, özdeşlik ve fark birbiriyle uyuşmaz iki karşıt niteliği oluşturduğu için doğada (ontolojik) çelişki vardır. Doğada istisnasız her şey (görece ve belki minimal derecede doğa yasaları da dâhil olmak üzere) değişime tabi olduğuna göre, çelişki belirli sayıda birtakım nesnelerde değil, var olan her doğal nesne, ilişki ve süreçte mevcuttur.” (s. 117)

“Şu gül kırmızıdır” cümlesi ile “şu gül kırmızı değildir” cümlesi mantıksal bir çelişki içerisindedir. Burada iki düşünce arasında bir çelişki bulunmaktadır. Gerçekliğe bu çelişkiyi transfer etmek ya da uygulamak Hegelci idealist felsefenin mirasıdır. Buna ben, “Hegelian baş aşağılık” diyorum. Bir nesnenin zaman içerisinde farklılaşan yanları ve özdeş kalan yanları vardır. Mutlak özdeşlik imkânsızdır. Çünkü gerçekliğin temel özelliği değişimdir. Herakleitos’un “her şey akar” (panta rhei) perspektifi bunu anlatır. Özdeşlik ve faklılık düşünce düzeyinde zıtlıklar olarak kavranır. Bunlar arasında düşünsel olarak var olan “çelişki” (bir şey özdeş ve aynı anda farklı olamaz), nesnel gerçekliğe transfer edilmemelidir. Materyalist kavrayışta, karşıtlıklar, süreçler, süreçlerin yönleri, eğilimler arasında bulunur. Özel uğraklarda karşıtların mücadelesi çelişki formunu alır. Materyalistler ve bilim adamları, gerçekliğin özelliklerini, taşıdığı ilişkileri, etkileşimleri, süreçleri, karşıtların mücadelesini soyutlar.

Tekrar olsun, “o bir güldür” ile “o bir gül değildir” önermeleri arasında düşünsel bir çelişki vardır ve bir gülün solup kuruma sürecinde, yapılması gereken bu süreçteki değişim dinamiklerini soyutlamaktır. Yoksa “özdeşlik” ve “özdeş olmama” kavramları üzerinden gerçeklikteki bir gülün geçirdiği değişime düşünsel olan “çelişki”yi atfetmek değil.

Bir noktayı daha belirteyim, tarihin erken döneminde Parmenides ve Zenon’un fiziksel/mekanik hareketi, çelişki içeriyor olarak görmesiyse, insanlığın düşünsel gelişiminin başlarındaki çocukluk dönemini anlatır.

“Çelişki” hakkında yazdıklarım üzerine düşünme sürecim tamamlanmış değil. Dolayısıyla yanılıyor da olabilirim. Fakat bana Kant’ın “gerçek karşıtlar” yaklaşımı sağlıklı görünmektedir: “Kant’ın bakış açısından, Güneş’in yörüngesinde hareket eden bir uydunun (gezegenin –MB) bir yandan Güneş’e doğru düşme eğilimi ve diğer yandan ondan kaçma eğilimi gerçek karşıtlığa örnektir.” (s. 133). Bu örnekte karşıtların mücadelesi varsa da, bir çelişkiden bahsetmek doğru görünmemektedir.

Alıntılar için kaynak: Kaan Kangal, Engels ve Diyalektik –bir tartışmanın tarihçesi-, Kor Kitap, 1. Baskı, 2021