Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Seçimler ve sol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Seçimler ve sol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Haziran 2023 Salı

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden ders çıkarmak

Mahmut Boyuneğmez


S. Oğan adındaki politik figür CB’na aday olma cesaretini gösterip, kendi düşüncelerini topluma sunmayı başarmıştır. Türkiye sosyalist solu, bir S. Oğan olamamıştır. Türkiye’deki sosyalist partiler, düzen solunun temsilcisi Kılıçdaroğlu’nu destekleyip, kendi bağımsız CB adayını çıkarmaya cesaret edememiştir. “Ne olursa olsun da, yeter ki Erdoğan gitsin” denerek, ilkelerle siyaset pratiklerinde bulunma anlayışı bir kez daha çiğnenmiştir.

Tamam, toplumun yarısında Erdoğan’ın gitmesi yönünde bir özlem bulunmaktadır. Fakat yerini alması için desteklenen aday Kılıçdoroğlu’dur. Bir düzen siyasetçisi, hem de DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi gibi partilere bol keseden vekillik koltukları dağıtan, meclisin sağcı partiler tarafından istilasının önünü açan, ırkçı sığınmacı karşıtı görüşleri benimseyip, toplumun genelinde de alıcı bulması yönünde çalışan bir politik figür…

Türkiye solundan bazıları, “demokrat bir aday olursa”, 6’lı masanın adayını destekleyelim, 1. turda bu işi bitirelim demiştir. Hem de öyle bir gaza gelmişlerdir ki, % 60’la zaferimizi ilan edeceğiz yönünde bir algıya sahip olmuşlar ve topluma da bu algıyı yaymışlardır. Ne demek “demokrat bir aday”?.. Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması, sosyal demokrat olması, sosyalistlerin topluma bu adayı desteklediklerini bildirmeleri için yeterli sayılabilir miydi?.. Oysa CHP ve Kılıçdaroğlu, sosyal demokratik liberal perspektife sahiptir ve düzen içi muhalefetin önemli öznelerindendir. Düzen içi muhalefetin bir politik figürünün desteklenmesi ve bağımsız sosyalist bir adayın, CB seçiminde aday olarak çıkarılamamış olması, Türkiye sosyalist solunun ilkesiz bir politik taktik izlediğini göstermektedir. Oysa ilkeler, sosyalist partileri hedeflerine bağlar, hedeflerine ulaştıracak yolda yürürken sapmalarını önler. Kılıçdaroğlu’nun CB adayı olarak desteklenmesi, siyasal açıdan düzen içi muhalefete yedeklenmekti. Kendi bağımsız adayını topluma sunmamak, bu aday üzerinden gündeme müdahale etmemek, propaganda yapmamak, örneğin ırkçı yaklaşımlara almaşık sunma olanağını kaçırmak, politik bir hatanın yapıldığını göstermektedir.

1. turda Erdoğan’ın %50’yi geçme ihtimali vardı, YSP-sosyalist partiler birlikte ya da sosyalist partiler birleşerek ortak bir CB adayı çıkarsalardı, bu olasılık gerçekleştiğinde, suçlanırlardı denmektedir. Erdoğan’ın kazanma ihtimali olduğu kadar, gerçekleşen durumda olduğu gibi %50’nin altında kalma ihtimali de olduğu neden görülmüyordu?.. Yani bir ihtimal var diye, sosyalistler politika yapma, CB adayı gösterme haklarından imtina etsinler denmiş oluyordu. Oysa Erdoğan’ın 2. turda değil de 1. turda kazanması durumu neyi değiştirirdi?.. Sosyalist partiler, ortak bir CB adayı çıkarmalarını, ilkesel olarak düşünmeliydi, politika yapmanın bir olanağı olarak görmeliydi. “Ama suçlarlar bizi” diyerek davranmak, bir hataydı.

Evet, gaza gelindi. Kılıçdaroğlu’nu desteklersek, 1. turda bu işi hallederiz denildi. Bu içi boş özgüvenin kaynağı neydi, biz bilmiyoruz ve bunu anlayamıyoruz. Erdoğan ve AKP’nin iktidarı havada asılı duruyor değil ki, geniş bir toplum kesimi tarafından (toplumun yarısı tarafından) destekleniyor. Sormak gerekiyor; Kılıçdaroğlu aday olursa, oy oranında lehte bir yüzdeyi elde etmeyi neye güvenerek, hayal ettiniz?..

Elimizdeki olanaklar dâhilinde “faşizme karşı birleşik cephe oluşturalım”, “Kılıçdaroğlu demokrat, onu destekleyelim” türündeki sağlıksız yaklaşımları, seçimler öncesinde eleştirmiştik. Türkiye sosyalist solunun, CB adaylığı konusunda bu kadar kör ve sağlıksız karar almasını üzüntüyle ve hayretle izliyorduk.

Seçimler öncesi şunları yazmıştık:

“’Ölümü gösterip sıtmaya razı olun’ diyorlar!.. Komünist partilerin öncülük işlevinin ete kemiğe bürünebileceği toplumsal koşullar oluşuyorken, kitleler komünist partilere doğru dönüp söylem ve politikalarını dinlemeye, onlara doğru yüzlerini dönmeye başlamışken, “faşizme karşı birleşik cephe” önerenler var. "Ehven-i şer" olarak gördükleri sosyal demokratik liberalizmin kuyruğuna takılmayı çare olarak sunuyorlar. Başka birileri ise Kılıçdaroğlu gibi “demokrat” bir aday olursa, “gerçekçi olalım” onu destekleyelim diyor. Komünist birikimi likide etmeye, sol mücadele kültürünü tasfiyeye davetiyedir bu çağrılar… Oysa faşizm, kapitalist demokrasilere içerilmiş durumdadır ve gericilik ile faşizm her zaman ağırlığı değişen oranlarda bu demokrasilerde bulunur. Şimdi, komünist partilerin bağımsız ve sınıfın çıkarına olan politikalarını kitlelere ulaştırmak ve mümkünse kendi tek-ortak adayını çıkarmak dışında başkaca yakıcı bir görev var mıdır?..”

Peki, faşizm nedir? Kimileri “açık faşizm” diyor, kimileri “İslamo-faşizm” diyor… Türkiye solunda olur olmaz kullanılan bu kavram ve olgu neyi anlatıyor. Faşizm, bir totaliterizmdir:

“Totalitarizm elbette en başta siyasal çoğulculuğun ve her türlü muhalefetin kaldırılması, parlamenter hükümet biçimine ve güçler ayrılığına son verilmesi, tek lider ve tek parti (“Führer ilkesi”) etrafında birleşmiş hiyerarşik devlet yapılanması, merkezi ekonomik yönetim, kısacası devletin toplumu tam kontrol altına alması demektir. Buna resmî ideoloji ve medya üzerindeki devlet tekeliyle birlikte temel hak ve özgürlüklerin kaldırılması ve terörün başat yönetim tekniği olarak kullanılması da eklenmelidir.”[1]

Bugün Türkiye’de bulunan devlet biçimi faşizm olarak nitelenemez. Benzerlikler bulunmaktaysa da, biz var olanın faşizan özelliklere sahip otoriter neoliberal kapitalist devlet/demokrasi olduğuna inanıyoruz.

Emperyalist hiyerarşide alt basamaklarda yer alan bağımlı ülkelerdeki askeri/sivil diktatörlükleri ya da otoriter yönetim biçimlerini, faşizm olarak nitelemek doğru değildir. Faşizm ile bu siyasal rejimler arasında milliyetçilik, ırkçılık, lider fetişizmi, baskının ön planda devrede oluşu, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, kitlelerin edilgenleştirilmesi/sürüleştirilmesi gibi benzerlikler vardır. Bu yönetimlere/devlet biçimlerine ancak “faşizan” denebilir. Bize göre, iki dünya savaşı arasındaki klasik faşizm örneklerinin mirası, artık kapitalist demokrasiler tarafından genel ve yaygın olarak içselleştirilmiştir. Kapitalist demokrasilerde toplumsal iktidar ilişkileri, biçimsel demokratik nitelikler yanı sıra faşizan nitelikler de kazanmıştır. Bu durum neo-liberalizmin otoriter yönetim ihtiyacı ve eğiliminin olduğu 1980’lerin başından günümüze ulaşan tarihsel kesitte, billurlaşmıştır.

Türkiye’de “faşizm” olarak adlandırılan devlet biçimi, aslında faşizan özellikler taşıyan neoliberal otoriter devlettir.

“Faşizme karşı birleşik cephe” önerisine ne demeli?.. Sosyalistlerin, sosyal demokratik liberalizmle ve hatta diğer düzen partileriyle birlikte kuracağı bir cephe, politik bir intihar olur. Bağımsız sosyalist/komünist siyasal çizgi terk edilerek, liberalizmin sosyal demokratik versiyonuna yedeklenmekle sonuçlanır.

Oysa sosyalistlerin güç biriktirmesi ve düzen karşıtı politikalar üretmesi gerekmektedir. Sosyalizm mücadelesi, politikalar geliştirip kitlelere çeşitli araçlar/yollar üzerinden ulaştırmakla, siyasal mücadele içerisinde aktif bir ideolojik mücadele vermekle yerine getirilir. Sermaye sınıfının ya da onun politik temsilcisi yürütme gücünün politik hamlelerine karşı demokratik bir savunma hattı oluşturmak, direniş mücadelesi vermek yerine, aktüel başlıklardaki politik ve ideolojik gelişmelere müdahil olmak, topluma alternatif ideolojik/politik seslenmede bulunmak, pasif direnişçi değil, aktif karşıtlık barındıran bir mücadeleyi örgütlemek ihtiyacımızdır. “Topluma seslenme”nin önemini küçümsemeden, mahallelerde ve işyerlerinde emekçilerin arasında olarak, onların sorunlarıyla hemhal olmak ve taraflaştırmak için uğraşmak... İşte örgütlülük üzerinden mücadele dediğimiz olgu budur. Politikaları üretecek ve emekçilere götürecek olan örgüttür. Uzaktan seslenmeyle, “gelin bize destek olun” demekle, bu iş olmaz.

[1] Yaşar Ayaşlı, Eski ve Yeni Faşizm, Yordam Kitap, 2023, s. 196

29 Mayıs 2023 Pazartesi

Seçimler ve sol için öneriler

Mahmut Boyuneğmez

14 Mayıs seçimlerinde AKP’nin ve lideri Erdoğan’ın aldığı oylarda gerileme olmuştur. Buna karşın Cumhur İttifakı’nın meclisteki vekil sayısı, 323 olup, meclis çoğunluğunu sağlamıştır. Meclisteki vekillerin dağılımı şu şekildedir:

AKP 268, bunun 4’ü HÜDAPAR’a, 1’i DSP’ye aittir.

CHP 169, bunun 37’si DEVA, Gelecek Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’ye aittir. DEVA 14, Gelecek Partisi 10, Saadet Partisi 10, DP 3, İYİ Parti 1, TDH 1 vekile sahiptir. Dolayısıyla CHP’nin 130 vekili bulunmaktadır.

Yeşil Sol Parti 61, bunun içerisinde EMEP 2, TÖP 1 vekile sahiptir. Yani YSP’nin 58 vekili var olacaktır.

MHP 50,

İYİ Parti 44,

Yeniden Refah Partisi 5,

TİP 4.

Ne Cumhur İttifakı ne de Millet İttifakı anayasayı değiştirmeye yetecek bir vekil toplamına sahip değil. Mevcut anayasayla idare edecekleri anlaşılıyor. AKP-MHP-YRP-HÜDAPAR’ın en azından devleti dönüştürme sürecinde bu hamleyi yapamayacak olduğu görülüyor.

EMEP, TÖP ve TİP’in toplamda 7 vekilinin, meclis kürsüsünü sosyalizm mücadelesinin ihtiyaçları adına kullanacakları, oylamalarda emekçilerin çıkarları doğrultusunda davranacakları bilindiğinden, bu durum sevindiricidir.

28 Mayıs seçiminde ise yuvarlayıp yazarsak Erdoğan %52, Kılıçdaroğlu %48 oranında oy almış bulunuyor. Cumhurbaşkanlığı için ikinci tur seçime, 53 milyon 841 bin 299 seçmen katılmış durumda. İlk turda yüzde 87,08 olan seçime katılım oranı ikinci turda 3,11 puan azalarak yüzde 83,98’e düşmüştür. Yaklaşık 2 milyon seçmen ilk turda oy kullanmışken, ikinci turda oy kullanmamış bulunuyor. Öte yandan, ilk turda elenen adaylardan kalan 5,6 puanlık oyun 2,64’ünün Erdoğan’a, 2,96’sının Kılıçdaroğlu’na gitmiş olduğu anlaşılıyor.

Doğu ve Güneydoğu illerinde Tunceli haricinde, katılım oranlarında düşüş bulunuyor ve Kürt seçmenlerin bir bölümünün sandığa gitmemesi sonucu Kılıçdaroğlu’nun bu illerde oy kaybettiği görülüyor. Bunun nedeninin Zafer Partisi’yle yapılan protokol olduğu anlaşılıyor. Ancak bu seçmenler Kılıçdaroğlu’na oy verselerdi bile, onu seçtirmeye yetmediği biliniyor.

Peki tablo buysa, AKP’nin toplumumuzun yaklaşık üçte biri, Erdoğan’ın ise yarısı tarafından desteklenmesinin nedenleri nelerdir?.. Bize göre bu konuda şunlar söylenebiliyor:

i) İdeolojik/siyasal fikirlerdeki değişim, maddi toplumsal koşullardaki kötüleşmeyi kitleler ölçeğinde eşzamanlı olarak ve birebir takip etmemektedir. Yaşam koşullarındaki gerileme, fırsatçı-popülist dağıtım ve bölüşüm politikalarıyla tolere edilebilir duruma getirilebilmektedir. Vaatlerin ve sunulan devlet imkânlarının durumlarını iyileştireceğine inanıp, “buna da şükür” diyen kitlelerin bilinçlerinde bir kırılmanın oluşması engellenebilmektedir.

ii) Kültür endüstrisinin özellikle televizyon kanallarının %90’ından fazlasını kendisine bağlayan bir parti-devlet olarak AKP’nin, kitlelerin olayları ve süreçleri algılama, anlamlandırma işlemleri üzerinde hegemonyasının olması, bir diğer nedendir.

iii) Tarikat/cemaat örgütlenmelerinin her bir yerellikte oluşturduğu mikro-iktidar ağları, alternatif yönelimlerin önünü almaktadır.

iv) AKP’nin topluma seslenmesinde kullandığı “sen güçlü ve büyüksün Türkiye” şeklinde özetlenebilecek propagandanın bileşenleri arasında “uçak gemisi”, SİHA, TOGG, petrol ve doğalgaz keşifleri gibi unsurlar yer almıştır. İnsanlar kendilerinin değerli/saygın/güçlü olduğunu düşünmek isterler ve kendilerinin bu sıfatlara layık olduklarını benimsemeye eğilimlidirler. Burada bir taltif edilme (gönül okşanması) bulunmaktadır.

v) Sistemin bekası ve güvenliğin teminiyle istikrar vurgusu, dış politikada izlenen “dik başlı” tarz ve Millet İttifakı’na dönük toplumu kutuplaştırıcı, kendi tabanını sağlamlaştırıcı üslup da kitlelerin yönlendirilmesi ve yönetilmesinde etkinliğini korumaktadır.

vi) AKP’nin kitle tabanı ağırlıkla kırsalda yaşayanlar (Türkiye nüfusunun yaklaşık %17,3’ü) ve şehirde yaşayıp da kırsaldan getirdiği kültürü koruyanlardır. Örneğin, köy ve mezralarda (bir ya da iki sandıklı seçmen bölgeleri) bulunan sandık sayısı, toplam yurtiçi sandık sayısının % 30’u oranındadır ve bu her 3 sandıktan birisinin köy ve mezralarda olduğu anlamına gelmektedir. İlk turda köylerde/mezralardaki sandıkların % 70’inde Erdoğan önde çıkmıştır. Kırlar ve kır kültürünü koruyanların büyük çoğunluğu tutucudur ve siyasal tercihleri ile dünya görüşleri on yıllar/yüzyıllar boyunca çok az değişir. 

vii) Türkiye toplumunda “parti fanatizmi”nin güçlü olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. Kitleler arasında körlemesine bir “taraftarlık” yaygındır. Örneğin 3 Kasım 2002 seçimlerinde Genç Parti’nin % 7,25 oranında oy almış olması, siyasal tercihlerin değişkenliğine dair bir veridir. Fakat bu değişkenliğin düzen siyasetinin sağ ve sol blokları arasında bir geçiş anlamına gelmediğini de görmek gerekmektedir. 14 Mayıs seçimlerinde Cumhur İttifakı’ndan ittifak dışına kaçan oy %3 düzeyinde bulunurken, AKP’nin gerileyen oylarının önemli bir bölümü MHP’ye ve YRP’ye kaymıştır.

viii) AKP’nin toplumu ve devleti dönüştürme yolunda aldığı mesafeler bulunmaktadır. Toplumumuzun yarısının bu değişime direnç göstermesine karşın, diğer yarısı tarafından devletteki ve toplumsal ilişkilerdeki değişiklikler benimsenmektedir. Örnek mi?.. Kamusal alanlarda türban örtme serbestliğinin getirilmesi, Cuma namazları için memurların izinli sayılması, imam-hatip liselerinin yaygınlaştırılması, anaokullarında “değerler eğitimi” adı altında dinsel yönlendirmelerin yapılması, hayırseverliğe muhtaç duruma getirilmiş toplumsal kesimlerin oluşturulması vd…

ix) Suriyeli ve Afganistanlı sığınmacılara karşı oluşturulmaya çalışılan ırkçı tepkilerin, toplumumuzda yaygın bir alıcısı yoktur. Düzen muhalefetinin milliyetçi rüzgârlar estirmeye çalışması, bu yolla AKP ve onun liderine dönük kuru sıkı atışları, anlamlı bir sonuca ulaşamamıştır.

x) Seçimlerde kaderimizi sığınmacı seçmenlerin belirlediği ise doğru değildir. Yurt dışı doğumlu seçmen sayısı yaklaşık 1 milyon 325 bin düzeyindeydi. Bunların 168 bini Suriye kökenli. İlk sırada 348 bin ile Bulgaristan doğumlular yer alıyor. 209 bin Almanya doğumlu seçmen 14 Mayıs’ta oy kullanabilecek durumdaydı. 24 bin Afganistan doğumlu, 22 bin İran doğumlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı seçmen listesinde yer alıyordu. 16 bin Irak kökenli, 6 bin Libya doğumlu kişi de listelerde bulunuyordu. Suriye, Afganistan, İran, Irak ve Libya kökenli toplam yurtdışı doğumlu seçmen sayısının 235 bin 701 olduğu anlaşılıyor.

Toplam seçmen sayısı 64 milyon 191 bin 285 olduğuna göre, toplam seçmenin yüzde 2’si yurtdışında doğmuş bulunuyor. Sığınmacı seçmenler ise, tüm seçmenler içerisinde ancak % 0,36’lık bir oranı temsil ediyor.

Peki sosyalistler bu durumda ne yapmalı?.. Bazı öneriler sunalım:

a) Seçimlere katılıp meclise vekil gönderen sosyalist partiler, üyelik kampanyaları başlatmalıdır.  Örgütsel “istihdam” ise, sıkı bir eğitimden geçtikten sonra ve doğru görevler verilerek sağlanmalıdır.

b) Parti-devlet AKP ve başkanlık sisteminden hoşnutsuz/rahatsız olan kesimlerin örgütlenmesi için mahallelerde sohbetlerin, kültürel etkinliklerin yapıldığı, dayanışma pratiklerinin gösterildiği “lokaller” açılmalı ya da var olanlar yaygınlaştırılmalıdır. İnsanların günlük yaşamlarının yanı başında, onlara dokunacak kadar yakın olunmalıdır.

c) Şehirlerde sayılarının çok olmasına gerek olmayacak şekilde İşçi Dernekleri kurulabilir. Korporatist aparatlar halindeki sendikalara alternatif olacak geleceğin sınıf sendikacılığı için bugünden bir mayalanmayı sağlayacak bu dernekler, bilinçlenme ve sosyalleşme ortamları olmalıdır.

d) İnternet üzerinden gündüzleri yayın yapacak bir TV kanalı oluşturulmalı, bu kanal kesintisiz olarak sohbetler/söyleşiler, açık oturumlar, haberler, belgeseller, canlı ve kayıttan müzik yayınları vb. ile zenginleştirilmiş bir içeriğe sahip kılınmalıdır. Ciddi sermaye gerektirdiğinden ve ancak reklam gelirleriyle süreklilik sağlandığından, sosyalistler için bir TV kanalı kurmak imkân dâhilinde değildir. Onun yerine internet üzerinden sürekli yayın yapan bir TV kanalı kurmayı solun gündemine alması yararlı olacaktır.

e) Ülkemizdeki 6 milyon sığınmacının işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik, sağlıklı barınaklardan yoksunluk, eğitim haklarından mahrumiyet ve bazı durumlarda dışlanma gibi yaşadıkları sorunları gündemde tutma sorumluluğu bulunan sosyalistlerin, sığınmacıların nihai olarak ülkelerine dönmelerini savunmakla birlikte, mevcut durumda işçi sınıfımız içerisinde yerli emekçilere dönük büyük bir tehdit oluşturmadıklarını, demografik yapıyı etkileseler de belirgin ölçüde değiştirmediklerini, toplumumuzun suç oranlarını artırmadıklarını anlatması gerekmektedir. Sığınmacılar için “eşit işe eşit ücret” ve “herkese eğitim, barınma ve sosyal güvence” gibi talepler öne çıkarılmalıdır.

f) Artık "ulusal sorun", "ezilen halk" ve "Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı" gibi kavramların temcit pilavı gibi öne sürülmesinden vazgeçilmelidir. Kürt emekçileri ve yoksullarının, göçle tüm ülkeye dağılıp işçi sınıfının kaynaşmış bir bileşeni durumunda oluşu ve mevsimlik işçilerin hareketliliği dikkate alındığında, sorun sadeleşmiş şekilde şu forma bürünmüştür: Kürt emekçilerinin diğer emekçilerle birlikte, öncü parti(ler) tarafından kapsanmaları acil olarak gerçekleştirilmesi gereken bir görevdir. Türkiye işçi sınıfı hep birlikte ezilmekte ve sömürülmektedir. Kürt emekçilerinin ve yoksullarının çıkarı işçi sınıfının sosyalist iktidarındadır ve halkların kardeşleşmesi, ana dilde eğitim hakkı, yönetime katılım hakkı gibi taleplerin karşılanması bu düzende mümkün değildir. Kürt sorununun on yılları bulan çözümsüzlüğü, bu sorunun ancak bir düzen değişikliği ile çözülebileceğini göstermektedir.

Yararlanılan kaynaklar:

1) https://t24.com.tr/yazarlar/sertug-cicek/katilim-orani-ne-kadar-dustu-sinan-ogan-in-oylari-nasil-paylasildi-kurt-secmenin-2-tura-ilgisi-ve-adaylara-destegi-sonucu-etkiledi-mi,40201

2) https://www.bbc.com/turkce/articles/cq5w98y7e25o

3) https://tr.euronews.com/2023/04/08/14-mayis-secimlerinde-oy-kullanacak-suriye-ve-afganistan-kokenli-secmen-sayisi-kac


[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]