1 Eylül 2024 Pazar

Marksist Diyalektik Üzerine | Sean Sayers

Marksist Diyalektik Üzerine

Sean Sayers

Çeviren: Mahmut Boyuneğmez

“Nerede hareket varsa, nerede yaşam varsa, nerede gerçek dünyada herhangi bir şey hayata geçiriliyorsa, orada diyalektik iş başındadır. Aynı zamanda gerçekten bilimsel olan tüm bilginin ruhudur.” (Hegel, Enc. Logic, bölüm 81Z, s. 148)

I

Nesnelerdeki çelişki fikri, Marksizm’in felsefesi olan diyalektik materyalizmin temel ilkesidir. Mao Zedong'un sözleriyle:

“Marksist felsefe, zıtların birliği yasasının evrenin temel yasası olduğunu savunur. Bu yasa ister doğal dünyada, ister insan toplumunda, isterse de insanın düşüncesinde olsun, evrensel olarak işler. Bir çelişkide karşıtlar arasında aynı anda hem birlik hem de mücadele vardır ve şeyleri hareket etmeye ve değişmeye iten de budur.” ('Halk Arasındaki Çelişkilerin Doğru Ele Alınması Üzerine', s. 95)

Marksist düşüncenin temel dayanağı olan bu doktrinin ifade edilmesi kolaydır ve şüphesiz zaten herkes aşinadır, ancak kavranması ve anlaşılması kolay değildir.

Bu zorluk kısmen konunun içsel zorluğundan kaynaklanmaktadır: çünkü diyalektik mantık şeylerin hareket yasalarını en genel düzeyde özetler ve tüm düşünce ilkelerinin en evrenselini sağlar. Ancak üstesinden gelinmesi gereken bir başka zorluk daha vardır; çünkü diyalektik görme biçimi tüm geleneksel felsefeye ve sağduyuya ters düşer. Şeylerde çelişkilerin var olduğu fikri saçma ve imkânsız görünmektedir - metafizik ve mistik bir savurganlık ve bilimsel ve rasyonel düşüncenin tam tersi. Bu nedenle, Marksizm’in giderek artan etkisine rağmen, felsefesi mantığın en temel yasalarını ve rasyonel düşüncenin önkoşullarını ihlal ettiği gerekçesiyle sıklıkla reddedilir. Diyalektik felsefesi reddedilmekte ve Marksizm buna göre revize edilmeye çalışılmaktadır.

Bu makaledeki amacım, diyalektik bakış açısının saçma, mantıksız ve karışık bir savurganlık olmadığını, aksine temel felsefi öneme sahip gerçekleri ifade etmeye yönelik bir girişim olduğunu ve genellikle kendisine karşı getirilen argümanlara karşı savunmasız olmadığını göstermeye çalışmaktır (göstermeye çalışacağım gibi, bunlar yalnızca diyalektiğin anlamı hakkında bilisizliği ve onun yanlış anlaşılmasını ortaya koymaktadır). Öncelikle diyalektik materyalizmin Marx'ın yazılarında örtük olarak ve Engels, Lenin ve Mao tarafından açıkça formüle edildiği şekliyle klasik sunumuna dayanacağım. Ayrıca, Marx ve Engels'in defalarca kabul ettikleri gibi, diyalektik felsefelerinin kaynağı olan Hegel'e de sık sık atıfta bulunacağım. Gerçekten de, Hegel'e geri dönmeden bu felsefeyi anlamak zordur; çünkü sadece Hegel'de ve özellikle de Mantık'ta çelişki kavramı açıklanır ve karşıt bakış açılarına karşı ayrıntılı olarak savunulur.

O halde diyalektik nedir? Her şeyden önce onun salt bir saçmalık değil, bir felsefe, bir mantık, dünyayı görme biçimi olduğunu görmek gerekir. Ve karşıt bakış açısı basitçe sağduyu, saf akıl ya da mantık değildir, aksine karşıt bir felsefe, mantık ve görme biçimidir Dolayısıyla elimizde iki farklı felsefe arasında bir tartışma var: Bir yanda diyalektik, diğer yanda Hegel'in ve Marksistlerin 'metafizik' dünya görüşü olarak adlandırdıkları şey.1

Metafizik bakış açısı Bishop Butler'ın 'Her şey olduğu şeydir ve başka bir şey değildir' sözünde özlü bir şekilde özetlenmiştir. Bir sandalye bir sandalyedir, bir daire bir dairedir, vs. - genel olarak A = A'dır ve A aynı zamanda A olmayan olamaz. Bunlar o kadar açık ve aşikâr gerçekler gibi görünmektedir ki, bunları inkâr etmek beyhude olacaktır. Ve elbette, A = A, her şeyin kendisiyle özdeş olduğu doğrudur; diyalektik bu önemsizliği inkâr etmez, örneğin Hegel şöyle der: 'Var olan herhangi bir şeyin varlığı ya da özü onun kendisiyle özdeşliğidir; çünkü özdeşlik ya da kendisiyle bir olma isteği onun çözülmesi olacaktır. Ama özdeşlik saf bir soyutlamadır' (Phenomenology of Mind, B, s. 113; M, s. 33).

Her şeyin kendine özdeşliği, kendinde-varlığı vardır, ancak mesele burada bitmez; çünkü soyut, yalıtılmış, statik ve değişmez olan dışında hiçbir şey yalnızca kendine özdeş ve kendi içine kapalı değildir. Tüm gerçek ve somut şeyler etkileşim, hareket ve değişim dünyasının bir parçasıdır; ve onlar için şeylerin yalnızca kendi kendine var olmadığını, esasen diğer şeylerle ilişki içinde var olduğunu kabul etmeliyiz.

Diyalektik felsefe, şeyleri somut olarak tasvir etme girişimidir ve metafiziğin soyut karakterine karşı çıkar. Lenin diyalektiği 'somut koşulların somut analizi' olarak adlandırmıştır.2 Ancak bu bağlamda 'somutluğun' ne anlama geldiğini anlamak için dikkatli olmak gerekir. Somut şeylerden söz edildiğini duyan kişi, hemen etrafındaki sandalyeleri, masaları ve diğer nesneleri düşünme eğilimindedir. Ancak diyalektik felsefeye göre, hemen etrafımdaki nesneler - bu masa, bu sandalye - kendi başlarına düşünüldüğünde soyutlamalardır. Hegel'e göre, kendi başına, kendi tarafından ve kendinde ele alınan bir nesne, gerçek ve kesin anlamda soyuttur ve bağlamından koparılır ve yalıtılmış olarak görülür. Metafizik bakış açısı, şeyleri yalnızca kendinde, yalnızca oldukları gibi, kendinde var olan olarak, bağlamlarından yalıtılmış ve soyutlanmış olarak ele aldığı için soyuttur. Diyalektik düşünceye göre, gerçek, somut şeyler bu şekilde soyut değil, dünyaya gömülüdür; esasen diğer nesnelerle ilişkili ve onlarla etkileşim halindedir. Hegel'den tekrar alıntı yapacak olursak, "Belirli, sonlu bir varlık, bir başkasıyla ilişki içinde olan varlıktır; başka bir içerikle, tüm dünyayla zorunlu bir ilişki içinde duran bir içeriktir" (Science of Logic, s. 86).

Metafizik bakış açısı yalnızca nesneleri yalıtılmış olarak ele almakla kalmaz; aynı zamanda nesnelerdeki tüm hareket ve gelişimi durdurma ve onları durağan olarak görme etkisine de sahiptir. Salt özdeşlik ile karakterize edilen nesne statiktir. Sadece pozitif olarak var olan bir şeydir, verili bir olgudur - ne ise odur; ve dünya, bu görüşe göre, birbirleriyle ilişkide kayıtsız olan ve aktif olmayan bu tür şeylerin sadece bir koleksiyonu veya çeşitliliğidir.

Hegel yine böyle bir görüşün soyut olduğunu savunur. Tüm somut ve belirlenmiş şeyler bir hareket ve oluş, gelişim ve değişim süreci içindedir. Bu, tüm somut şeyler için eşit derecede özseldir. 'Sonlu olan her şeyin sabit ve nihai olmak yerine, daha ziyade değişken ve geçici olduğunun farkındayız' (Enc. Logic, sec. 81Z, s. 150).

Her şeyin sürekli bir gelişim ve değişim sürecinde olduğunu söylemek, elbette şeylerin görece değişmez ve durağan olabileceğini inkâr etmek değildir. Bununla birlikte, durağanlığın 'koşullu, geçici, kalımsız [ve] göreli' olduğunu, oysa 'gelişme ve hareketin mutlak olduğunu' söylemektir (Lenin'in Felsefi Defterleri'ndeki sözleri, s. 360).

Diyalektiğe göre, bu evrensel olarak geçerli ve büyük felsefi öneme sahip bir gerçektir. Her alanda bunun doğru olduğunu ve yine de metafizik bakış açısına dayanan etkili düşünce yöntemleri tarafından inkâr edildiğini görürüz. Örneğin, tüm somut toplumların bir gelişim ve değişim süreci içinde oldukları; esasen tarihsel bir karaktere sahip oldukları; belirli toplum biçimlerinin ebedi olmadığı, ortaya çıktıkları, geliştikleri ve sonunda yok olup yerlerini başka biçimlere bıraktıkları açıktır. Yine de, Marksist olmayan sosyal bilimlerde, toplumları veya toplum kurumlarını soyut ve tarihsiz olarak ele almak standarttır. Onları dinamik olarak değil statik olarak ele almak standarttır; sadece oldukları gibi ve zorunlu oluş, gelişme ve çürüme süreçleri içinde değil.

Diyalektik bir gelişim süreci yalnızca insan dünyasını değil, tüm doğal olguları da karakterize eder. Metafizik yaklaşım doğal süreçler hakkındaki düşüncelerimizde çok etkili olduğu için bu belki de çok belirgin değildir. Bu nedenle mekanik süreçleri genellikle aynı temel yasa-benzeri süreçlerin sonsuz tekrarı olarak düşünürüz. Örneğin, gezegensel hareket ya da bir piston veya kaldıracın hareketi. Ancak mekanik süreçleri bu şekilde düşünmek onları soyut olarak düşünmektir. Hiçbir gerçek, somut mekanizma ebediyen tekrar eden bir süreç değildir. Tüm gerçek makineler belirli bir zamanda ve yerde üretilmişlerdir ve çalıştıkça yavaş yavaş yıpranır, bozulur ve yok olurlar. Benzer şekilde, gezegenlerin gerçek hareketi de ebedi değildir. Güneş sistemi evrenin evriminde belirli bir aşamada oluşmuştur, bir değişim ve gelişim sürecinden geçmiştir ve sonunda yok olmaya mahkûmdur.

Metafiziksel mekanizma anlayışı onu soyut ve değişmez olarak görür. Somut mekanik şeyler böyle değildir. Aksine, metafizik resimde bize verilen şey bir idealleştirme ve bir soyutlamadır. Wittgenstein şöyle derken mekaniğin bu metafizik karakterine işaret etmektedir:

Mantıksal zorunluluktan bahsettiğimizde bir süper-mekanizma fikrimiz var, örneğin fizik bir ideal olarak şeyleri mekanizmalara ya da bir şeyin başka bir şeye çarpmasına indirgemeye çalıştı.

İnsanların bir adamı ölüme mahkûm ettiğini söyleriz ve sonra da Kanun'un onu ölüme mahkûm ettiğini söyleriz. "Jüri onu affedebilir ama Kanun affedemez." ... Süper katı, herhangi bir Yargıcın olabileceğinden daha katı bir şey fikri, süper katılık...


Bir kaldıraç-dayanma noktası. Süper sertlik fikri. 'Geometrik kaldıraç, herhangi bir kaldıracın olabileceğinden daha serttir. Bükülemez.' Burada bir mantıksal zorunluluk durumu var. 'Mantık sonsuz sertlikte malzemeden yapılmış bir mekanizmadır. Mantık bükülemez.' . . . Süper bir şeye bu şekilde ulaşırız. (Dersler ve Sohbetler, s. 15-16)

Mekanik süreçlerin bu tür idealize edilmiş ve soyut resimlerinin bilimin ve genel olarak insan bilgisinin ilerlemesinde son derece yararlı ve önemli araçlar olduğuna şüphe yoktur. Ancak bu tür bir soyutlama yaklaşımı felsefi bir sisteme dönüştürüldüğünde yanlış olur. O zaman gerçeklik soyut, değişmez ve 'süper katı' olarak kabul edilir - yani diyalektik olarak değil metafizik olarak. Yine görüyoruz ki diyalektik şeyleri somut olarak görme yöntemidir.

Matematiksel, mantıksal ve kavramsal gerçeklerin ebedi ve değişmez olduğu sıklıkla iddia edilir. Ancak diyalektik felsefeye göre bu bile böyle değildir: fikirlerin ayrı, soyut, ideal ve ebedi bir varlığı yoktur. Mantık, matematik, felsefe ve benzerleri yalnızca soyut fikirler değil, gerçek tarihsel erkek ve kadınlar tarafından geliştirilen somut düşüncelerdir. Bu tür fikirler sonuç olarak belirli bir zamanda ortaya çıkmıştır ve onlar da gelişim ve değişim geçirmiştir.

Bu şekilde ifade edildiğinde, bu yaklaşım basmakalıp ve açık görünebilir, ancak yine de çoğu çağdaş filozof tarafından şu veya bu şekilde dolaylı olarak reddedilmektedir. Örneğin, çağdaş filozoflar arasında felsefenin ampirik değil kavramsal bir çalışma olduğu neredeyse evrensel bir doktrindir; ve kavramsal hakikatler zamansız ve ebedi bir geçerliliğe sahip olarak kabul edilir. Felsefenin, belirli toplumsal ve tarihsel koşullar içinde yaşayan ve bunlara yanıt veren somut bireysel filozoflar tarafından üretilen somut gerçekliğe ilişkin bir bilgi biçimi olarak ele alındığını görmek gerçekten de nadirdir.3

Buraya kadar diyalektik felsefenin şeyleri nasıl somut olarak anlamaya çalıştığını ve böylece şeyleri nasıl özünde birbiriyle ilişkili ve özünde bir hareket ve değişim süreci içinde gördüğünü göstermeye çalıştım. Engels, "Diyalektik. . şeyleri ve onların temsillerini özsel bağlantıları, birleşmeleri, hareketleri, başlangıçları ve sonları içinde kavrar.” (Anti-Dühring, s. 36) şeklinde yazarken tam da bunu söylüyordu. Diyalektik felsefenin amacı budur ve her şeyin çelişkili olduğunu söylerken kastettiği de budur. Çünkü çelişki hem şeylerin özdeşliğinin ve ilişkilerinin hem de gelişimlerinin kökeninde yer alır.

Tüm somut şeyler çelişkilidir. Her şeyin içinde ve şeyler arasındaki ilişkilerde gerilimler ve çatışmalar vardır. Bu, diyalektik felsefenin en evrensel ifadesi olan ve aynı zamanda en az anlaşılan çelişki yasasıdır. Bu nedenle diyalektik çelişki kavramının anlamı konusunda net olmak önemlidir. Özellikle de diyalektik çelişki kavramının geleneksel formel mantıktaki çelişki kavramıyla aynı olmadığını anlamak hayati önem taşır.

Diyalektik çelişki somut bir çelişkidir; sadece fikirler ya da önermeler arasında değil, şeylerde de var olan bir çelişkidir. Diyalektik düşünürler çelişkilerden bahsederken, şeylerin içindeki karşıt güçlerin ya da eğilimlerin çatışmasından söz ederler. Bu, diyalektik düşüncede 'çelişki' kavramının anlamının en önemli kısmıdır. Bu görüşü metafizik bakış açısıyla tekrar karşılaştırarak daha iyi anlayabiliriz.

Gördüğümüz gibi, metafizik bakış açısına göre, şeyler diğer şeylere karşı kayıtsız, kendinde, pozitif varlıklar olarak kabul edilir. Hume'un deyişiyle, her şey 'gevşek ve ayrıdır'; ya da Hegel'in ifade ettiği gibi, bu görüşe göre: 'Farklı farklı şeylerin her biri ayrı ayrı ne iseler odurlar ve birbirleriyle içinde bulundukları ilişkiden etkilenmezler. Dolayısıyla bu ilişki onlara dışsaldır' (Enc. Logic, bölüm 117, s. 216). Diyalektiğe göre şeylerin böyle bir resmi soyuttur ve doğru değildir. Somut gerçeklik birbirine kayıtsız ve dışsal olarak ilişkili şeylerin çeşitliliğinden ibaret değildir - salt bir 'olgular bütünü' değildir.4 Çünkü şeylerin olumlu varoluşunu kabul etmenin yanı sıra, şeylerin içinde onlara karşı çıkan ve onları olumsuzlayan, gelişim ve değişime yol açan güçleri de görmeliyiz. Somut şeyler sadece birbirleriyle ilişkili değildir, tüm hareket ve değişimin temelinde yatan sürekli bir çatışma ve etkileşim sürecindedirler. Diyalektik akıl, diyor Hegel:

“keskinleştirir, deyim yerindeyse, çeşitli terimlerin künt farklılığını, resimsel [yani metafizik] düşüncenin salt çok çeşitliliğini, özsel farklılığa, karşıtlığa dönüştürür. Ancak çok çeşitli terimler çelişki noktasına sürüklendiklerinde birbirlerine karşı aktif ve canlı hale gelirler, çelişki içinde kendi kendine hareketin ve canlılığın içsel titreşimi olan olumsuzluğu alırlar.” (Mantık Bilimi, s. 442)

Şeyleri hareketleri içinde kavrayabilmek için tanınması gereken şey bu çelişki ve olumsuzluktur. "Çelişki tüm hareketin ve canlılığın köküdür; bir şey ancak içinde bir çelişki barındırdığı ölçüde hareket eder, bir itkiye ve etkinliğe sahip olur" (Mantık Bilimi, s. 439).

Burada 'çelişki'den söz etmemizin nedeni iki yönlüdür: (1) somut şeylerin birbirlerine karşı kayıtsız olmadıklarını, aksine birbirleriyle etkileşim ve çatışma içinde olduklarını vurgulamak. Bu, Spinoza'nın omnis determinatio est negatio (tüm belirlenim olumsuzlamadır) sözünde kabul edildiği gibi, somut şeylerin belirlenimliliğinin temelidir. Bir şey ancak kendisini diğer şeylerden ayrı tutarak, diğer şeylere karşı çıkarak belirlenir ve kendi kimliğine sahip olur. Tüm belirlenmiş ve somut şeyler diğer şeylere karşıtlık içindedir. (2) Çelişki kavramı, bu somut karşıtlığın şeylere dışsal ve arızi değil, aksine özsel ve zorunlu olduğunu vurgulamak için gereklidir: şeylere içseldir ve onların doğasının bir parçasıdır. Çelişki yalnızca arızi bir çatışma değil, özsel bir karşıtlık, bir birlik içindeki karşıtlıktır. Diyalektik çelişki kavramı, karşıtların somut birliğini ifade eder.

Bazı örnekler bu fikirleri daha açık hale getirmeye yardımcı olabilir. Bilindiği gibi Marx, kapitalist toplumdaki sınıflar arasındaki ilişkiyi çelişkili bir ilişki olarak analiz eder. Proletarya ve burjuvazi özsel olarak ilişkilidir: her ikisi de kapitalist üretim koşulları tarafından yaratılmıştır ve hiçbiri diğeri olmadan var olamaz. Dahası, birbirlerine antagonist sınıflar olarak birlikte ortaya çıkarlar. Aralarındaki çatışma doğalarına dışsal ve arızi değildir. Ne proletarya ne de burjuvazi, tek bir bütünlüğün çelişkili yanları olarak görülmedikleri sürece doğru bir şekilde anlaşılamazlar. Bu, bir diğeriyle dışsal ve yalnızca olumsal bir ilişki içinde olan, kendi içine kapalı bir sınıf meselesi değildir. Marx'ın tüm kapitalizm ve genel olarak tarih anlayışı, sınıf mücadelesinin toplum için zorunlu ve özsel olduğu ve tarihin itici gücü olduğu görüşüne dayanır.5

Ancak çelişki yasası sadece toplum için değil, her şey için geçerlidir. Mekanik hareket örneğine geri dönelim. Newton mekaniğinin temel kavramı kuvvettir ve Newton'un evrensel çekim teorisi, tüm cisimlerin diğer tüm cisimleri, ilgili cisimlerin kütlelerine ve birbirlerinden uzaklıklarına göre değişen bir kuvvetle çektiğini belirtir. Yani, mekanik bir sistemdeki her şey diğer her şeyle zorunlu bir ilişki ve etkileşim içindedir. Dahası, hiçbir kuvvet boşlukta çalışamaz: bir kuvvet bir şey üzerinde çalışmalıdır. Ve bir şey üzerinde etki etmek için, karşıt bir kuvvet şeklinde bir dirençle karşılaşmalıdır. Etki tepki anlamına gelir. Kendi başına bir kuvvet gerçek dışı bir soyutlamadır. Dolayısıyla herhangi bir gerçek mekanik sistem, karşıt güçlerin eylemi ve etkileşimi olarak anlaşılmalıdır. Bu kuvvetlerin sonucu ister denge (statikte çalışıldığı gibi) ister hareket (dinamikte çalışıldığı gibi) olsun, bu doğrudur. Bu nedenle, örneğin, gezegensel hareket, bir yanda gezegen ile güneş arasındaki çekim kuvveti (merkezcil kuvvet) ve diğer yanda da eylemsizlik kuvvetinin (merkezkaç kuvveti), bu karşıt kuvvetlerin etkileşiminin sonucudur.

Bu tür örnekler çoğaltılabilir, çünkü Hegel'in dediği gibi:

Çelişkilere ya da karşıt niteliklere işaret edemeyeceğimiz ve etmememiz gereken hiçbir şey yoktur; ve bu nedenle anlayış tarafından yapılan soyutlama, tek bir yön üzerinde kuvvetle ısrar etmek ve söz konusu olan diğer niteliğin tüm bilincini gizlemek ve ortadan kaldırmak için gerçek bir çaba anlamına gelir. (Enc. Logic, bölüm 89, s. 169)

II

Şimdiye kadar diyalektik felsefesini ve onun temelini oluşturan, şeylerde çelişkiler olduğu fikrini açıklamaya çalıştım. Şimdi sıra ona karşı yaygın olarak getirilen bazı eleştirileri ele almaya geldi. Bu eleştiriler dikkat çekici bir şekilde sabittir ve onları esasen aynı terimlerle tekrar tekrar buluruz. Aslında hepsi de sonuçta biçimsel mantıksal çelişmezlik ilkesinin yinelenmesine ve biçimsel mantığın tek geçerli akıl yürütme ilkelerini sağladığına dair dogmatik bir ısrara indirgenir. Tümdengelim ve formel (biçimsel) mantık dışında herhangi bir geçerli düşünce yöntemini tanımayı reddetmek metafiziğin karakteristik özelliğidir. Bu eleştirilerde bulduğumuz şey, metafizik bakış açısının ileri sürülmesidir.

Engels'in aktardığı şekliyle During'in versiyonu şöyledir: 'Çelişki yalnızca düşüncelerin bir bileşimine ait olabilen bir kategoridir, gerçekliğe değil. Şeylerde çelişki yoktur ya da başka bir deyişle, gerçeklik olarak kabul edilen çelişkinin kendisi saçmalığın zirvesidir' (Anti-During, s. 164). Dolayısıyla gerçeklikteki çelişki diyalektik fikri, 'çelişmezlik yasasını' ihlal ettiği için saçma ve imkânsız olarak kabul edilir. Bu türden bir başka eleştirmen olan Popper'a göre, 'Bu yasa, kendisiyle çelişen hiçbir önermenin ya da kendisiyle çelişen bir önerme çiftinin doğru olamayacağını, yani olgulara karşılık gelemeyeceğini söyler. Başka bir deyişle, bu yasa olgular arasında asla bir çelişki olamayacağını, olguların asla çelişemeyeceğini belirtir' ('What is Dialectic?', Mind, 1940, s. 419). Dolayısıyla diyalektik felsefe, şeylerde çelişkiler olduğunu savunduğunda, bulanık ve karışık olduğu gerekçesiyle reddedilir. Hegel ve Marksistler en temel mantıksal hataları yapmakla suçlanır. Diyalektik, biçimsel çelişkinin salt kabulü olarak karikatürize edilir ve saçmalığın ve mantıksızlığın timsali olarak reddedilir.

Örneğin Popper bize Hegel'in 'basitçe çelişkilerin önemli olmadığını söylediğini' söyler (a.g.e., s. 416). Bu, yaygın bir yanlış olsa bile bir yanlıştır7 ve Hegel'in gerçekte söylediği şudur: 'Var olan her şey somuttur, kendinde farklılık ve karşıtlık barındırır... . Çelişki dünyanın hareket ilkesidir; ve çelişkinin düşünülemez olduğunu söylemek gülünçtür. Bu ifadede doğru olan tek şey, çelişkinin meselenin sonu olmadığı, ancak kendisini iptal ettiğidir. (Enc. Logic, bölüm 119Z, s. 223). Başka bir deyişle, diyalektiğe göre çelişki gerçekliğe aykırıdır ve sırf bu yüzden şeylerin içindeki çelişkiler onların gelişmesine ve değişmesine yol açar.

Ancak, diyalektik eleştirmenleri tarafından çelişkilerin kabul edilemez olduğu söylendiğinde, elbette bundan daha fazlası kastedilmektedir. Bir çelişkiyi ifade etmeye çalışmanın sonucunun, ne var ne yoksa her şeyi ima eden ve dolayısıyla hiçbir şey ileri sürmeyen, kesinlikle kendi kendini iptal eden bir önerme olması beklenir. Popper'dan tekrar alıntı yapacak olursak, 'İki çelişkili önermeden mantıksal olarak herhangi bir şeyi ve onun olumsuzlamasını da çıkarabiliriz. Dolayısıyla böyle çelişkili bir teori ile hiçbir şey aktaramayız. Çelişki içeren bir teori tamamen yararsızdır, çünkü herhangi bir bilgi aktarmaz' (art. cit., s. 410). Diyalektik felsefenin tam da böyle bir teori olduğu varsayılır.

Neden öyle olmadığını anlamak için, biçimsel (formel) çelişki ile diyalektik çelişki arasında bir ayrım olduğunu anlamak hayati önem taşımaktadır. Popper gibi eleştirmenlerin tanımladığı şey biçimsel çelişkidir (biçimsel mantıksal çelişmezlik yasası tarafından tanımlandığı şekliyle) ve bu gerçekten de kendi kendini iptal eder. Biçimsel çelişki salt biçimsel imkânsızlığı temsil eder. Bunun sonucu yalnızca hiçliktir. Biçimsel ilkelere göre akıl yürütürken, bir önermenin ya da teorinin kendi içinde çelişkili olduğunu göstermek, onun başarısızlığını ve anlamsızlığını göstermektir.8 Ya da isterseniz, biçimsel çelişkinin sonucu salt iddiadır, ne var ne yoksa her şeyin iddiasıdır, kesinlikle belirsiz bir iddiadır. Dolayısıyla biçimsel çelişki belirsiz ve soyut bir iddiadır; ve Hegel'in Mantık'ının en başında gösterdiği gibi, yalnızca soyut ve belirsiz bir varlığa sahip olan şey saf hiçliktir.

Diyalektik çelişki bu türden değildir, ama yine de bir çelişkidir. Diyalektik çelişki somut bir çelişkidir; somut ve belirlenmiş şeylerin bir özelliğidir. Somut bir birlik ya da uyumsuz yanların birleşimi biçimini alır. Gerçek çelişkiler gerçekliğe aykırıdır ve bu nedenle kendi kendilerine çözülürler. Ancak, biçimsel mantığın soyut çelişkilerinden farklı olarak, somut bir çelişkinin sonucu, çözümü, salt bir hiçlik, salt bir belirsizlik değildir. Somut bir çelişkinin sonu/çıktısı, karşıtların gerçek bir çatışmasının sonu/çıktısı, bir sonuçtur, belirlenmiş bir şeydir, aynı derecede çelişkili olan ve dolayısıyla aynı derecede değişime ve nihai çözülmeye tabi olan yeni bir şeydir.

Şeylerdeki somut çelişkiler böylece onların çözülmesine ve olumsuzlanmasına yol açar; ancak bu olumsuzlama biçimsel mantığın soyut ve mutlak olumsuzlaması değil, Hegel'in 'belirlenmiş olumsuzlama' olarak adlandırdığı diyalektik ve somut bir olumsuzlamadır. “Metafizik yaklaşım”, der Hegel:

“her zaman [çelişkinin] sonucunu saf hiçlik olarak görür ve bu hiçliğin belirlenmiş olduğu gerçeğinden soyutlar, bu hiçlik ki sonuç olarak ortaya çıktığı şeyin hiçliğidir. Bununla birlikte, hiçlik, yalnızca, aslında, kendisinden çıktığı şeyin hiçliği olarak alındığında gerçek sonuçtur; bu nedenle belirlenmiş bir hiçtir ve bir içeriğe sahiptir ... Sonuç bir kez ... gerçekten olduğu gibi, belirlenmiş olumsuzlama olarak kavrandığında, böylece hemen yeni bir biçim ortaya çıkmıştır. (Phenomenology of Mind, B, s. 137; M, s. 51)

Belirlenmiş olumsuzlama kavramı diyalektiğin merkezinde yer alır, ancak görünüşe göre biçimsel çelişkiden başka bir çelişki türü düşünemeyen eleştirmenler tarafından bilinmemektedir. Çelişkilerin, şeylerdeki çatışmaların sonucu gerçekten de onların bozulması, olumsuzlanması ve hiçliğe indirgenmesidir. Ancak bu hiçlik, biçimsel çelişkiden kaynaklanan soyut ve basit bir hiçlik ya da saçmalık değildir. Somut bir hiçliktir, belirli bir şeyin hiçliği ya da olumsuzlanmasıdır, somut bir sonuçtur. "Diyalektiğin bir sonucu olarak ortaya çıkan olumsuz, bir sonuç olduğu için aynı zamanda olumludur: sonuçlandığı şeyi içerir, kendi içine çekilir ve kendi doğasının bir parçası haline gelir" (Enc. Logic, sec. 81Z s. 152).

Şeylerdeki somut bir çelişkinin, onların belirlenmiş bir olumsuzlamasıyla sonuçlandığı bu sürece Hegel aufheben (aşma) adını verir ve felsefi bağlamlarda çeşitli şekillerde ‘to sublate’, ‘to overcome, ‘to supersede, ‘to transcend’ şeklinde İngilizceye çevrilir. Bununla birlikte, Hegel'in aşağıdaki şekilde açıkladığı gibi, sıradan dilde, anlamlarındaki çelişikliği yakalayan bir İngilizce karşılığı yok gibi görünmektedir. " ‘To sublate’ (aufheben) dilde ikili bir anlama sahiptir: bir yandan korumak, sürdürmek anlamına gelir ve aynı zamanda son vermek anlamına da gelir... Böylece aşılan şey aynı zamanda korunur.” (Science of Logic, s. 107)

Örneğin, kapitalizmin çelişkili olduğunu söylemek, onun imkânsız ve gerçek dışı olduğu anlamına gelmez, aksine onun özünde dinamik bir toplumsal form olduğu ve nihayetinde yok olmaya ve onun sonucu olarak ortaya çıkacak olan yeni bir toplumsal formda, sosyalizmde olumsuzlanmaya mahkûm olduğu anlamına gelir. Marx'a göre sosyalizm, kapitalizmin çelişkilerinin tarihsel sonucu ve kapitalizmin belirlenmiş olumsuzlanmasıdır. Sosyalizm kapitalizmin dışında geliştiği için, salt soyut bir olumsuzlama değil, kapitalizmin olumlu kazanımlarına dayanmak zorunda olan ve en azından başlangıçta olumsuz kazanımların birçoğunu da koruyan somut bir sonuçtur. Marx, Gotha Programının Eleştirisi'nde komünizmin ilk dönemi (sosyalizm) hakkında yazarken şöyle der:

“Burada söz konusu olan, kendi temelleri üzerinde geliştiği haliyle değil, tam tersine kapitalist toplumdan doğduğu haliyle komünist bir toplumdur; dolayısıyla ekonomik, ahlaki ve entelektüel olarak her açıdan, rahminden çıktığı eski toplumun damgasını taşımaktadır.” (Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 23)

Marx'ın kapitalizme olduğu kadar sosyalizme ilişkin açıklaması da tamamen somut ve diyalektiktir ve diyalektik düşüncenin gücünün mükemmel bir örneği ve kanıtıdır: Sosyalizmin tarihin çelişkili ve dolayısıyla gelişen bir aşaması, 'kapitalizm ile komünizm arasında' bir geçiş aşaması olacağını kabul eder. Ve bu tanıma a priori ya da metafizik bir spekülasyonun sonucu değil, Lenin'in Devlet ve Devrim boyunca ve aşağıdaki karakteristik pasajda vurguladığı gibi, mümkün olan en kapsamlı tarihsel deneyim ve anlayışın derslerine dayanmaktadır:

“Gelecekteki komünizmin gelecekteki gelişimi sorunu, kökeninin kapitalizmde olduğu, kapitalizmin doğurduğu bir toplumsal gücün eyleminin sonucu olduğu gerçeği temelinde ele alınabilir. Marx'ın bir ütopya uydurma, Marx'ın olamayacak şeyler hakkında boş tahminler yürütme çabasından eser yoktur … Marx vardığı sonuçları, proletaryanın modern kapitalist toplumda oynadığı rolün analizine, bu toplumun gelişimine ilişkin verilere ve proletarya ile burjuvazinin uzlaşmaz çıkarlarına dayandırmaktadır.” (s. 324-5)

O halde, diyalektik çelişkiyi biçimsel çelişkiden ayırmak ve diyalektik çelişkinin belirli bir sonucu olan somut bir güçler çatışması anlamına geldiğini ve sadece kendi kendini iptal etme ve soyut bir hiçlik olmadığını görmek hayati önem taşımaktadır. Bunu anladığımızda, diyalektik çelişki kavramına yönelik standart eleştirilerin onu yanlış anladığını ve biçimsel çelişkiymiş gibi ele aldığını açıkça görebiliriz.

Bu tür eleştiriler, biçimsel çelişkinin mümkün olan tek çelişki türü olduğuna dair dogmatik inanca dayanır. Diyalektik eleştirilerinde bu dogmayla çeşitli biçimlerde karşılaşırız. Bir yandan, gördüğümüz gibi, diyalektik felsefenin saçma ve irrasyonel olduğundan emin olurken, diğer yandan, diyalektiğin - Hegel, Marx, Engels ve Lenin gibi entelektüel devlerin aşikâr felsefesinin - sadece temel bir mantıksal hata olduğu iddiası ciddi olarak savunulamaz. Bu, bıktırıcı derecede tanıdık olmadığı anlamına gelmez; ancak yine de tüm önemli eleştirmenler, diyalektik materyalizmin en azından Marx'ın elinde son derece verimli bir yöntem olduğunu kabul etmişlerdir. 'Saçma' ve 'irrasyonel' bir felsefenin aynı zamanda nasıl verimli olabileceği, bu çelişkiyi Marx'a ve diyalektik materyalizme yüklemeye çalışarak açıklanmaktadır. Marksizm revize edilmiştir. Şeylerdeki 'çelişkilerden' bahsederken, aslında bunu kastetmediği söylenir. 'Çelişki' dili metaforik ve kafa karıştırıcı bir Hegel savurganlığıdır: kastedilen basitçe şeylerin bir çatışma ve karşıtlık durumunda olduğudur ve bu çatışmanın çelişkiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Duhring yine çok iyi ifade etmiş:

“Birbirlerine karşı ölçülen ve zıt yönlerde hareket eden güçlerin antagonizması, aslında dünyanın ve yaratıklarının yaşamındaki tüm eylemlerin temel biçimidir. Ancak unsurların ve bireylerin güçlerinden gelen yönlerin bu karşıtlığı, saçma çelişki fikriyle en ufak bir şekilde örtüşmez.” (Engels’in alıntısı, Anti-Dühring, s. 164)

Ve Duhring'i, şeylerdeki çelişkilere dair diyalektik kavramı inkâr etmeye ve onun yerine çelişkisiz 'çatışma', 'antagonizma' ya da 'karşıtlık' fikrini koymaya çalışan bir dizi filozof takip etmiştir. Colletti bunu en son yapandır. Yakın tarihli bir makalesinde, iki tür karşıtlığı birbirinden ayırmaya çalışmaktadır.

'Gerçek karşıtlık' (ya da uyumsuz karşıtların 'zıtlığı') 'çelişkisiz' bir karşıtlıktır. Özdeşlik ve çelişki(sizlik) ilkelerini ihlal etmez ve dolayısıyla formel mantıkla uyumludur. İkinci karşıtlık biçimi ise tam tersine 'çelişkidir' ve diyalektik bir karşıtlığa yol açar. ('Marksizm ve Diyalektik', s. 3)

Daha sonra diyalektik felsefenin materyalist ya da bilimsel olabileceğini, artık aşina olduğumuz şu iddiaya dayanarak reddetmeye devam eder: 'Materyalizmin ve bilimin temel ilkesi... çelişmezlik ilkesidir. Gerçeklik diyalektik çelişkiler içeremez, yalnızca gerçek karşıtlıklar, güçler arasındaki çatışmalar, zıtlık ilişkileri içerir. Bunlar ... diyalektik çelişkiler değil, çelişkisiz karşıtlıklardır' (a.g.e., s. 29).

Bu da şu soruyu gündeme getirmektedir: diyalektik filozoflar neden 'çelişkilerden' bahsetmekte ısrar etmektedir? Neden bunun yerine 'çatışmalardan' ve 'karşıtlıklardan' bahsetmiyorlar? Sonuçta, kendilerinin de açıkladığı gibi, diyalektik çelişki şeylerin karşıt yönleri arasındaki çatışma meselesidir. Neden yine de 'çelişki' dilinde ısrar ettiklerini anlamak için, diyalektik çelişkinin salt çatışma ve karşıtlıktan daha fazlası olduğunu görmek çok önemlidir: Özsel karşıtlıktır; bir birlik içindeki çatışmadır; iç çatışmadır - salt dışsal ve arızi çatışma değil. Diyalektik çelişki yasası, çatışma ve karşıtlığın zorunlu, özsel ve şeylere içkin olduğunu ileri sürer; oysa doğada yalnızca çatışmaların var olduğunu savunmanın amacı tam da bu çatışmaların zorunluluğunu inkâr etmektir.

Dolayısıyla, örneğin Colletti 'çelişkisiz karşıtlığı' aşağıdaki terimlerle karakterize etmektedir. "Bunu ifade eden formül "A ve B "dir. Zıtların her biri gerçek ve pozitiftir. Her biri kendisi için vardır. Kendisi olmak için, her birinin diğerine atıfta bulunmaya ihtiyacı yoktur' (a.g.e., s. 6). Bu formülde A, B'den yalnızca farklıdır. Bishop Butler'a geri döndük: her şey neyse odur. A, A'dır ve B, B'dir. Birbirlerine karşıt olabilirler ama zorunlu değildirler. Böylece dünya, Colletti tarafından metafizik bir tarzda, yalnızca pozitif şeylerin birbirine kayıtsız bir çeşitliliği olarak tasvir edilir: A, B, vs. Ancak gördüğümüz gibi, sadece pozitif olan, sadece oldukları şey olan şeyler soyut ve ölüdür. Somut ve gerçek olan hiçbir şey salt pozitif değildir. Her şey çelişkilidir ve içinde olumlu olduğu kadar olumsuz yönler de barındırır. Diyalektik çelişki kavramı, karşıt yönler arasındaki bu tür çatışmaların zorunlu ve özsel olduğunu anlatır.

Bunu ifade etmek için tek doğru formül 'A ve A değil'dir, çünkü diyalektik felsefenin atıfta bulunduğu çatışmaların içsel ve bir bütünlük içinde olduğu ancak bu şekilde açıklığa kavuşturulabilir. 'A ve A değil' formülü çelişkinin formülüdür: yani burada gerçekten çelişkilerden bahsediyoruz. Yine de, elbette, diyalektik çelişkiyi biçimsel çelişkiden ayırmaya dikkat etmeliyiz; ve 'A ve A değil' biçimindeki bir önerme diyalektik bir bağlamda ileri sürüldüğünde, kastedilenin yalnızca biçimsel ve soyut olumsuzlama ve çelişki değil, somut ve diyalektik olduğunun farkında olmalıyız. Çelişki biçimindeki tüm ifadeler ('A ve A değil') yalnızca biçimsel çelişkileri ifade etmez; ve bu nedenle anlamlı fikirleri çelişki biçiminde ifade etmek mümkündür (bilim, matematik, felsefe vb. tarihlerinin gösterdiği gibi9).

Şeylerin çelişki değil çatışma içinde olduğuna dair argümanlar başka biçimlerde de karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, diyalektiğin mantıkla hiçbir ilgisi olmadığı ve diyalektik felsefenin doğaya çelişkiler, olumsuzlamalar ve zorunluluklar gibi mantıksal özellikler atfederek kafa karıştırdığı söylenir. Bunlar yalnızca düşünceler arasında var olabilir. Ardından, diyalektik felsefesini çelişki, zorunluluk vb. kavramlarından arındırarak yeniden yazma girişimi gelir. İşte Popper'ın versiyonu:

Diyalektiğin ne olduğu - [ona] açık bir anlam yükleyebildiğimiz anlamda diyalektik - aşağıdaki şekilde tanımlanabilir. Diyalektik... belirli gelişmelerin ya da belirli tarihsel süreçlerin belirli tipik bir şekilde meydana geldiğini savunur. Dolayısıyla, ampirik betimleyici bir teoridir; örneğin, çoğu canlı organizmanın gelişimlerinin bir aşamasında boyutlarının arttığını, sonra sabit kaldığını ve en sonunda ölene kadar küçüldüğünü savunan bir teoriyle karşılaştırılabilir... . Bu tür teoriler gibi diyalektik de istisnasız uygulanabilir değildir - diyalektik yorumu zorlamamaya dikkat ettiğimiz sürece. Bu teoriler gibi diyalektik de oldukça muğlâktır. Ve bu teoriler gibi diyalektiğin de mantıkla özel bir ilgisi yoktur. ('Diyalektik Nedir?', s. 411-2)

Diyalektik felsefesinin bu tür revizyonlarının etkisi burada çarpıcı bir şekilde gösterilmektedir. Açık ve güçlü bir felsefi doktrin, banal ve gülünç bir sıradanlığa dönüştürülmüştür.

Diyalektik felsefe bir mantık sağlama iddiasındadır. Sadece şeylerin genel olarak ve çoğunlukla diğer şeylerle ilişkili ve çatışma halinde olduğunu değil, bunun somut şeylerin özsel ve zorunlu karakteri olduğunu söyler. Diyalektik felsefe, şeylerin zorunlu yasalarını en genel düzeyde tanımlaması ve böylece dünya hakkında evrensel olarak uygulanabilecek bir düşünme yöntemi sunması anlamında bir mantıktır. Gerçekliğin somut olarak kavranabilmesi için uyulması gereken düşünce yasalarını belirtmesi anlamında bir mantıktır.

Ancak diyalektik mantık salt biçimsel bir mantık değildir. Somut olanın mantığıdır, içeriğin mantığıdır. Gerçekliğin mantığını belirlemeye yönelik bir girişimdir. Mao şöyle yazar: 'Şeylerdeki çelişki yasası, yani karşıtların birliği yasası, doğanın temel yasasıdır ve toplumun ve dolayısıyla düşüncenin de temel yasasıdır' ('On Contradiction', s. 71). Dolayısıyla diyalektik ampirik ve betimleyici bir içeriğe sahiptir; çünkü şeylerin davranışlarını en evrensel ve genel yönleriyle betimlemeye çalışır.

Ancak diyalektik felsefe Popper'ın anladığı anlamda salt ampirik bir genelleme değildir; mantıksal bir teoriye karşıt olarak ampirik değildir. Çelişki yasasını mantıksal bir yasa olarak ortaya koyması anlamında mantıksal bir teoridir: somut gerçekliğin zorunlu ve özsel karakterini tanımlayan evrensel olarak geçerli bir ilke olarak.

Doğadaki zorunluluktan ve şeyler arasındaki mantıksal ilişkilerden bahsetmek, çağdaş İngiliz düşünce atmosferinde yetişmiş herkese ilk başta acayip görünür. Çünkü şu anda Hume'un şeyler arasında zorunlu bağlantılar olmadığı görüşünden daha yaygın kabul gören ya da daha ünlü bir felsefi teori yoktur. Şöyle yazar: 'Tüm olaylar tamamen gevşek ve ayrı görünür. Bir olay diğerini izler, ama aralarında hiçbir zaman bir bağ göremeyiz. Birbirlerine bağlı görünürler ama asla bağlantılı değildirler' (Enquiry Concerning Human Understanding, s. 85). Bu doktrin pek çok çağdaş filozof tarafından tasvir edildiği gibi yavan bir sağduyu değildir. Aksine, Hume'un kendisinin de çok iyi farkında olduğu gibi, bilimin temel amacı olan şeylerin nedenlerini keşfetmek, şeylerin neden olduğu gibi olması gerektiğini bulmak, başka bir deyişle şeylerin içindeki zorunluluğu bilmekle çelişen radikal bir şüpheciliktir. Nedenselliğin, şeylerde zorunlu bağlantı nosyonu olduğunu görmek hayati önem taşımaktadır. Eğer A, B'ye neden oluyorsa, o zaman B, A verildiğinde gerçekleşir. Örneğin, yerçekimi yasası, desteklenmeyen bir nesnenin yere düşmesi gerektiğini belirtir. Aksi mümkün değildir. Dahası, bu yasa düşme hızının ilgili cisimlerin kütlelerine ve aralarındaki mesafeye nasıl zorunlu olarak bağlı olduğunu belirtir. Doğada zorunluluk olduğunu söylemek, şeylerin yasalara göre geliştiğini ve değiştiğini söylemektir ve bu, elbette sosyal bilim de dâhil olmak üzere tüm bilimin temel bir ön kabulüdür; Marx kapitalist toplumda proletarya ve burjuvazinin çıkarlarının çelişki içinde olduğunu söylediğinde, bu sınıf mücadelesinin kapitalizm için zorunlu olduğunu, yani kapitalizmin bir yasası olduğunu kastetmektedir. Eleştirmenlerin iddia ettiği gibi, çelişki kavramı ve burjuva toplumunun zorunlu ve özsel özelliklerini ve güçlerini belirleme girişimi, bilimde tiksindirici olmak bir yana, Marksizm’e bilimsel karakterini kazandırır.

Doğada zorunluluk olduğunu söylemek, bu zorunluluğun a priori olarak bilinebileceğini söylemek anlamına gelmez. Tikel bilimler, şeylerin içindeki zorunlulukları - doğanın ve toplumun yasalarını- a priori değil, deneyim ve deney temelinde keşfetmeye çalışır. Ancak diyalektik, sırf mantıksal bir doktrin olduğunu iddia ettiği için, sıklıkla şeylere a priori bir şekilde zorunluluk atfetmekle suçlanır, bunun Hegel için doğru olduğundan şüphe edilemez; gerçekten de bunu amacı olarak ilan eder: 'Her durumda felsefe yapmanın tüm ilerlemesi, eğer yöntemsel, yani zorunlu bir ilerleme ise, yalnızca bir kavramda örtük olanı açık hale getirir' (Enc. Logic, bölüm 88, s. 163). Ve kendi sisteminde, salt soyut Varlık kavramından başlayarak gerçekliğin tüm temel kategorilerini ortaya çıkarmaya çalışır.

Diyalektik materyalizm bu noktada Hegelci diyalektikten ayrılır. Marx'ın diyalektiği a priori bir çıkarım değil, insan bilgisinin bir özetidir. Engels'e göre 'doğa diyalektiğin kanıtıdır' (Anti-Duhring, s. 36). Colletti, Popper ve arkadaşları bunu anlamamaktadır. Onların sürekli nakaratları diyalektiğin a priori bir dogma olduğudur. Örneğin Colletti şöyle yazıyor:

Diyalektik materyalizm için çelişki, mümkün olan her gerçekliğin ön koşuludur. Temel ilkesi Hegel tarafından ortaya konan önermeler dizisidir. . . 'Her şey kendinde çelişkilidir' [vs.] ... Bu önermelerden diyalektik materyalizm, 'gerçeklik' ve 'diyalektik çelişki'nin aynı şey olduğu sonucunu çıkarır … diyalektik materyalizm perspektifinden bakıldığında, aksiyomatik bir kesinlikle ve kişinin kendi analizinden önce, evrendeki her nesnenin içinde iç çelişkiler olması gerekir. ('Marksizm ve Diyalektik', s. 26)

Şüphesiz diyalektik materyalizm, kendisinden bir şeyler çıkarılabilecek dogmatik ilkeler bütünü olarak kullanılabilir. Ancak Marksistler, diyalektik materyalizmin a priori olarak önemli sonuçlar üretmek için uygulanabilecek evrensel bir formül olmadığını vurgulamak için büyük çaba sarf etmişlerdir. Örneğin Marx, kendi diyalektik yöntem kullanımını Proudhon'unkiyle karşılaştırarak, Proudhon için şöyle der: 'Elinin altında sihirli bir formül olan bir filozof olarak, safi ekonomik ayrıntılara girmekten vazgeçebileceğini düşündü' (Felsefenin Sefaleti, s. 110). Mao da bu noktayı şu sözlerle ifade eder:

Marksizm-Leninizmi gösteriş için ya da gizemli bir yanı olduğu için değil, yalnızca proletaryanın devrimci davasını zafere götürecek bilim olduğu için inceliyoruz. Şu anda bile Marksist-Leninist eserlerden yapılan tek bir alıntıyı, bir kez edinildiğinde tüm hastalıkları kolayca tedavi edebilecek hazır bir ilaç olarak gören az sayıda insan yoktur... Marksizm-Leninizmi dini bir dogma olarak kabul edenler tam da bu tür cahil insanlardır. Onlara açıkça şunu söylemeliyiz: 'Sizin dogmanız değersizdir'. ('Rectify the Party's Style of Work', s. 259)

Ve daha da açık bir şekilde: 'Dogma tezekten daha az faydalıdır' demiştir.

Doğru anlaşıldığında, diyalektik materyalizm bir dogma değildir. Aslında, Popper, Colletti ve diğer diyalektik eleştirmenleri, eleştirilerinin terimleriyle kendilerini dogmatik olarak göstermektedirler. Çünkü onlar sadece biçimsel mantık ilkelerinde somutlaşan felsefelerini ileri sürmekte ve diyalektik çelişki kavramıyla karşı karşıya kaldıklarında, biçimsel mantığa uymadığı için onu 'saçma' ve 'mantıksız' olarak reddetmektedirler.

Felsefe ve mantık, incelenen somut ve özel koşulların ayrıntılı bir şekilde araştırılması ihtiyacının yerini asla alamaz. Mümkün olan en eksiksiz pratik deneyim ihtiyacının yerini asla alamazlar; ve hiçbir felsefe bu noktayı diyalektik materyalizmden daha güçlü bir şekilde ortaya koyamaz. Ona göre, felsefe yalnızca kavramsal, mantıksal ya da a priori doğrular bütünü değildir. Felsefe iki yönlü bir karaktere sahiptir: En genel düzeyde, insan bilgi ve deneyiminin sonuçlarını özetler; ve daha ileri düşünce ve eylem için bir rehber işlevi görür.

Burada diyalektiğin ilkelerini herhangi bir somut sonucun 'çıkarılacağı' 'aksiyomlar' olarak kullanmak söz konusu değildir. Aksine, süreç tam tersi şekilde işler ve felsefeler belirli bilimlerdeki sonuçlara dayanır. Felsefenin doğası ve tarihine ilişkin diyalektik materyalist açıklama böyledir. Engels, Ludwig Feuerbach adlı eserinde, felsefenin gelişiminin bilimin gelişimiyle nasıl yakından bağlantılı olduğunu parlaklıkla gösterir. Örneğin materyalizmin tarihini anlatırken şöyle yazar:

Geçen yüzyılın materyalizmi ağırlıklı olarak mekanikti, çünkü o dönemde tüm doğa bilimleri arasında sadece mekanik … kesin bir sona ulaşmıştı. O dönemde kimya yalnızca çocuksu, filojistik biçimiyle varlığını sürdürüyordu. Biyoloji hala kundakta yatıyordu; bitkisel ve hayvansal organizmalar sadece kabaca incelenmiş ve tamamen mekanik nedenlerin sonuçları olarak açıklanmıştı ... Mekaniğin standartlarının kimyasal ve organik nitelikteki süreçlere münhasıran uygulanması -ki bu süreçlerde mekaniğin yasaları da geçerlidir, ancak diğer yüksek yasalar tarafından arka plana itilirler- klasik Fransız materyalizminin ilk belirli ama o zamanlar kaçınılmaz sınırlamasını oluşturur.

Bu materyalizmin ikinci özel sınırlaması, evreni bir süreç olarak, kesintisiz bir tarihsel gelişim geçiren madde olarak kavrayamamasıydı. Bu, o zamanın doğa biliminin seviyesine ve onunla ilişkili metafizik, yani diyalektik karşıtı felsefe yapma tarzına uygundu. (Ludwig Feuerbach, s. 373-4)

Aynı sınırlamalar on dokuzuncu yüzyılda da devam etti ve Engels'e göre Feuerbach'ın materyalizmi tipik bir örnekti; ve gerçekten de bugün bile aşinayız. Buna karşın diyalektik materyalizm, yalnızca doğa bilimlerinin değil, aynı zamanda sosyal bilimlerin ve özellikle de Marksizm’in sonuçlarını temel alır ve özetler. Bu nedenle, salt doğa bilimlerine ve metafizik bakış açısına dayanan materyalizmden daha yüksek ve daha gelişmiş bir materyalizm biçimidir.

O halde diyalektik materyalizm bir dizi aksiyom değil, Engels'in dediği gibi, 'doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişim yasalarının bilimidir' (AntiDühring, s. 194). Bu bir dogma değil, hayati ve faydalı bir teoridir. Önceden bilinmesi mümkün değildir, aksine insanın pratik bilgisinin bir özetidir. Sonuçların çıkarılabileceği bir ilkeler bütünü de değildir; düşünce ve eylem için bir rehberdir. Marksizm’in vazgeçilmez bir bileşenidir. "Bu materyalist diyalektik", diye yazar Engels (hem Marx'a hem de kendisine atıfta bulunarak), "en iyi çalışma aracımız ve en keskin silahımız olmuştur" (Ludwig Feuerbach, s. 64). Lenin bunu 'Marksizmin üç bileşeninden biri' olarak adlandırdı; ve klasik Alman felsefesini -özellikle de Hegel'i- Marx'ın fikirlerinin üç temel kaynağından biri olarak kabul etti. Gerçekten de Marx ve Engels, Hegel'e olan borçlarını defalarca kabul etmişlerdir.

Diyalektik felsefeyi reddederek Marksizm’i revize etme girişimleri ve buna bağlı olarak Hegel'i Marksizm tarihinden silme arzusu, Marksizm’in merkezi ve hayati bir yönünü reddetmektedir. Diyalektik materyalizm felsefesi 'absürd' ve 'irrasyonel' olarak reddedilmektedir. Ama sonuçta 'saçma' ve 'irrasyonel' olan diyalektik değil, onu eleştirenlerdir. Çünkü tüm metafizik itirazlar sonuçta sadece çelişkiden duyulan bir korku ve dünyayı her ne pahasına olursa olsun çelişkiden uzak tutma arzusundan ibarettir. Dolayısıyla, bu tür eleştirmenler sonunda şeylerde karşıtlık olduğunu kabul etmek zorunda kaldıklarında, bunun özsel, zorunlu ve dolayısıyla kaçınılmaz bir karşıtlık olduğunu kabul etmeyi yine de reddederler -yani, bunu çelişki olarak kabul etmeyi reddederler- ama bu tür bir çatışmanın, Hegel'in sözleriyle, 'genel olarak bir olumsallık, bir tür anormallik ve geçici bir hastalık nöbeti/atağı olduğu' görüşüne tutunurlar (Science of Logic, s. 440).

Buna karşın diyalektik materyalizm bir mücadele ve çatışma felsefesidir. Mücadele dışında hiçbir şey meydana gelmez; mücadele her şeyin gelişiminde yer alır; ve mücadele yoluyla şeyler olumsuzlanır ve yok olur. Çatışma ve çelişki kaçınılmazdır. Diyalektik materyalizm mücadeleye ve çelişkiye dehşetle bakmaz. Onun için çatışma sadece geçersiz kılmak değildir.

Mücadele ve mücadelenin içerdiği olumsuzluklar yalnızca yıkıcı değil, aynı zamanda üretkendir. Mücadele iyi bir şeydir, kötü bir şey değil. Mao bu fikri aşağıdaki pasajda ifade eder:

“Marksistler hiçbir kesimden gelen eleştirilerden korkmamalıdır. Tam tersine, eleştiriler karşısında ve mücadelenin fırtınası ve stresi içinde kendilerini güçlendirmeli, geliştirmeli ve yeni mevziler kazanmalıdırlar. Yanlış fikirlere karşı mücadele etmek aşı olmaya benzer; aşı sayesinde insan hastalıklara karşı daha güçlü bir bağışıklık kazanır. Sıcak evlerde yetiştirilen bitkilerin sağlıklı olması pek mümkün değildir.” ('Halk Arasındaki Çelişkilerin Doğru Ele Alınması Üzerine', s. 117)

Ayrıca Marksizm’in 'isyanın haklı olduğu' görüşü olarak özetlenebileceğini söylemiştir.

Çelişkilere dehşetle bakmak ve onları tanımayı reddetmek, kendini onlar karşısında Mao'nun deyimiyle 'engelli ve pasif' (a.g.e. s. 92) olmaya mahkûm etmektir. Gerçekten de, çelişkinin inkârı nihayetinde bir uzlaşma felsefesidir ve her şeyi olduğu gibi kabul etmektir. Çelişkinin inkârı revizyonizmin felsefi temelidir; çünkü Marx'ın diyalektiğini terk etmek, Marx'ın kendisinin Kapital'de ünlü bir pasajda belirttiği gibi, düşüncesinin eleştirel ve devrimci temelini terk etmek demektir:

“Akılcı biçimiyle [diyalektik] burjuvazi ve onun doktriner profesörleri için bir skandal ve iğrençliktir, çünkü şeylerin mevcut durumunun kavranması ve olumlanmasında, aynı zamanda bu durumun olumsuzlanmasının, kaçınılmaz olarak parçalanmasının tanınmasını da içerir; çünkü tarihsel olarak gelişmiş her toplumsal biçimi akışkan bir hareket içinde görür ve bu nedenle onun geçici doğasını geçici varoluşundan daha az dikkate almaz; çünkü hiçbir şeyin ona dayatılmasına izin vermez ve özünde eleştirel ve devrimcidir.” (Kapital, Cilt I; 2. Almanca baskıya sonsöz, s. 20)

Notlar

1. Hegel buna 'anlama felsefesi' de demektedir. Bkz. örneğin, Enc. Logic, sec. 80.

2. Alıntı Mao Zedong, 'Çelişki Üzerine', s. 40.

3. Bu konuların daha geniş bir tartışması için aşağıdaki Deneme 4, Bölüm I'e bakınız.

4. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, Bölüm 1.1, s. 7.

5. Bkz. örneğin, Marx ve Engels, Komünist Manifesto, bölüm I.

6. Mantıksal çelişmezlik yasasına göre, bir P önermesi ve onun olumsuzlaması olan P değil önermesinin her ikisinin de aynı zamanda aynı şey için aynı açıdan doğru olması mümkün değildir.

7. Örneğin Norman, Hegel'in "Zeno'nun hareketin kendi içinde çelişkili olduğu iddiasına basitçe "Oh iyi, o zaman tamam" diyerek yanıt verdiğini" söylerken benzer bir açıklama yapar. (aşağıda s. 30)

8. Bununla birlikte, biçimsel geçerliliğin hiçbir zaman somut düşüncenin tek kaygısı olmadığına dikkat etmek önemlidir. Bkz. aşağıda, s. 122-4.

9. Bkz. 4. Deneme, s. 115 vd.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...