Mahmut Boyuneğmez
1917'de Lenin'in Rusya'ya dönüşü sonrası kitlelere yaptığı konuşmayı resimleyen bir tablo |
Türkiye sosyalist
hareketinin birçok bölmesinde her ne kadar demokrasi sınıfsal bağıyla birlikte
değerlendirilse de, başlı başına uğruna mücadele verilmesi gereken bir yakın
hedef olarak kavranmaktadır. Lenin’e referanslar verilerek sosyalistlerin “demokratik
görevlerinin” olduğu, işçi sınıfının demokratik hakları geliştirme mücadelesi
içerisinde eğitilerek, devamlılıkla sosyalizm doğrultusunda iktidarı almak için
mücadeleye koyulacağı varsayılmaktadır. Demokrasi mücadelesi ile sosyalizm
mücadelesi iç içe geçmiş şekilde ve süreklilik içerisinde düşünülmektedir. Peki
nedir bu “demokratik görevler”, sosyalistlerin uğruna mücadele etmesi gerektiği
söylenen demokrasi mücadelesinin bileşenleri?.. İlk akla gelenlere bakalım.
Sendikalaşma mücadelesi ve
sendikal mücadeleler, sosyalistlerin dışarıdan destekleyeceği değil, mümkünse
içerisinde bulunup geliştirmeleri gereken mücadelelerdir. Bu mümkün olmadığı
durumlarda, aktif dayanışmayla, mücadele eden işçilerin politikleşmesi
doğrultusunda müdahaleler yapılır. Bunlara “demokratik mücadeleler” denmesinin
yanlışlığı, işçilerin sınıfsal çıkarları için yürüttükleri ekonomik ve aynı
zamanda ister istemez politik mücadeleler/sınıf mücadeleleri olmalarından
anlaşılmalıdır.
Peki inanç özgürlüğü ve
laiklik için verilen mücadeleler, “demokratik” midir?.. Türkiye özelinde inanç
özgürlüğünün sağlanması ve devletin laik olması artık kapitalist toplumun ve
kapitalist devletin özellikleri değildir. Sosyalist işçi iktidarında
gerçekleşecek bu talepler, sosyalizm mücadelesinin kapsamındadır. Örneğin
Eğitim-Sen’in ve diğer mücadele örgütlerinin ÇEDES’e karşı başlattığı mücadele
aktif biçimde iktidar karşıtı, gündeme müdahil olan, aydınlanmacı ve laiklik
istemiyle yürütülen politik bir sınıf mücadelesidir. Demokrasi mücadelesinin
bileşeni olarak görülemeyecek aydınlanma ve laiklik mücadelesi, sosyalizm
mücadelesinin kapsamındadır.
Kürt halkının anadilde
eğitim hakkı, iktidar organlarında yönetimde bulunma hakkı, eşitlik ve özgürlük
içerisinde yaşama hakkı, emekçi halkların birlikte sosyalizm için verecekleri
mücadelelerin sonucunda kazanılabilir. Kapitalist demokrasi içerisinde bu
hakların elde edilemediği pratikte yaşanan deneyimden anlaşılmıştır. Emekçi
halkların birlikte sosyalist perspektifle yürüteceği mücadelelerin
oluşturabileceği ara demokratik kazanımlar olsa da, emekçilerin sosyalist
iktidarı kurulmadan, ezilen bir halkın refah, eşitlik ve özgürlük içerisinde, mutlu
yaşaması mümkün değildir. Kürt sorununun, “demokratik” bir tarzda çözümü
yoktur.
Bir de “neo-faşizm”, “yeni
faşizm”, “sivil faşizm” şeklinde adlandırılan olguya karşı demokrasi
mücadelesinin vakti gelmiş olmalı diye düşünülebilir. Baskıcı uygulamalara,
“anti-demokratik” politikalara karşı yürütülecek mücadele olarak anti-faşist
bir demokrasi mücadelesinden bahsedilebilmektedir. Üstelik bu mücadelenin
faşizme karşı “direniş” mücadelesi olmasından, faşist saldırılara karşı
“savunma hattı” kurulmasından dem vurulmaktadır. Bugün ülkemizde neoliberal
otoriter kapitalist devlet biçimi ve başkanlık sistemini barındıran bir
kapitalist demokrasi bulunmaktadır. Günümüzde Türkiye’de kapitalist devletin ve
siyasal rejimin faşizan ve otoriter özellikler taşıdığı açıksa da, olağanüstü
bir devlet biçimi olan, işçi sınıfı hareketini ve sosyalist hareketi tasfiye
etmede işlevli, totaliter karakterde açık bir diktatörlük olarak faşizm var
olmadığından, olmayan bir siyasal rejime karşı mücadeleden bahsetmek abestir.
Sosyalistlerin asgari ve
azami mücadele stratejileri, hedefleri ve programları olmamalıdır. Demokratik
devrim ile sosyalist devrim arasında ilkinden diğerine süreklilik bağı kurulmuş
da olsa bir aşamacı devrim kavrayışı nasıl terk edilmesi gereken bir siyasal
stratejiyse, sınıf mücadelesinin birbiriyle bağlantılandırılsa dahi “demokratik
görevler için mücadele” ile “sosyalizm mücadelesi” şeklinde iki kompartmana
ayrılması da sağlıklı olmayan bir anlayıştır. İşin aslı şudur; Türkiye
sosyalist hareketinde aşamacı devrim stratejisinin bir kalıntısı olarak aşamacı
mücadele anlayışları halen var olmaya devam etmektedir.
Oysa aktüel konularda
sosyalist politikalar geliştirip bunun kitlelerdeki itirazlarla
birleştirilmesi, emekçilerin düzen/iktidar politikalarına dair sağlıklı
karşı-duruşları ve düşünceleri/duygularına bir bütünlük verilmeye uğraşılması,
demokrasi mücadelesi olarak görülemez. Emekçilerin yakın vadeli çıkarları açısından
ya da aktüel başlıklarda da elbette sınıf mücadelesi verilmelidir. Fakat bu
mücadelelerin talepleri devrimci tarzda, sosyalizm hedefiyle ilişkilendirilerek
formüle edilmeli ve savunulmalıdır. Sosyalist iktidarla/devrimle
bağlantılandırılmayan mücadele talepleri, reformisttir. İster “bıçkın/keskin”
görünümlerde olsun, ister uysal/parlamenterist… Sosyalist iktidarı hedefleyen
politik taleplerle yürütülen mücadelelerin yakın vadede demokratik
kazanımlarının olması ise arzulanır ve beklenen gelişmelerdir.
Bu yaklaşımın, “her sorunun
çözümünü sosyalizme ötelemek” gibi bir anlayışla ortak yanı yoktur. Kapitalist
demokrasi her zaman eksikli, yarım, gerici ve “anti-demokratik” yanlar taşır. Bunları
tamamlamak, geliştirmek, demokratikleştirmek, başlı başına bir görev olarak
tanımlandığında, sosyalist iktidar hedefi güme gitmektedir. Sosyalist iktidar
perspektifi güncel mücadelelerde unutulur ya da yitirilirse ki “demokrasi
mücadelesi” verilirken bu sık karşılaşılan bir durumdur, sosyalizm “kaf
dağı”nın ardına ötelenmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.