Mahmut
Boyuneğmez
Bu konuda bir Facebook
yorumcusunun yazdıkları şöyle:
“Yaklaşık otuz yıldır burjuvazi içi bir
kavgaya tanıklık ediyoruz. Laiklik, Atatürkçülük ve memleketin istikametine
dair tartışmaların ardındaki asıl sorunsalı bu belirliyor. Batıcı laik
burjuvazi ile bir ara Anadolu kaplanları denilen, ağırlığını TOBB’da ve
MÜSİAD’da kümelenmiş egemen sınıf içi bir kavga bu. CHP sunduğu vizyon belgesi
ile siyasal tercihinin çok açık bir biçimde büyük burjuvaziden yani TÜSİAD’dan
yana olduğunu söylüyor. Bu kavganın nedenlerine eğilmeden, önümüzde cereyan
eden, birilerinin Türkiye yüzyılı diğerinin vizyon belgesi dediği kavganın
künhünü asla anlayamayız.”
Bu düşünceler, Türkiye
solunda belli bir yaygınlıkla benimseniyor. Bu nedenle üzerinde durulması ve
yanlışlığının gösterilmesi gerekiyor.
Birincisi; kapitalist
sınıf ile düzen partileri arasındaki bağ eski tarihsel dönemlerde olduğu gibi
organik olmak zorunda değildir. Bugün de bu organik bağlar mevcuttur, fakat günümüzde
kapitalist sınıf ile düzen partileri arasındaki temsiliyet ilişkisi ideolojiler
üzerinden gerçekleşmektedir.
İkincisi; sermaye
sınıfının tüm bölmelerinin dünya görüşü liberalizmdir. Buna temel vizyonudur da
denebilir. Bir kesiminin muhafazakâr-dinci, diğer bir kesiminin ise seküler
duyarlılıklarının olması, başka bir deyişle ideolojik yönelimlerinde nüansların
bulunması, sermaye sınıfının bir bütün olarak batıcı, AB’likçi, NATO’cu,
neo-liberal, emek karşıtı, milliyetçi değerlerin harmanladığı ortak bir vizyona
sahip oldukları gerçeğinin üzerini örtmemelidir.
Üçüncüsü; sermaye
sınıfının içerisindeki düşünsel farklar, siyaset düzlemine doğrudan yansıyıp
burada temsil edilmez. Düzen partilerinin vizyonları arasındaki nüanslara
rağmen, bu partilerin vizyonunu üst-belirleyen sermaye sınıfının dünya görüşü
olan liberalizmdir. Aralarındaki ideolojik nüanslar, egemen ideolojinin çeşitli
bileşenlerine tanıdıkları farklı ağırlıklardan kaynaklanır. Muhafazakarlık,
milliyetçilik, dinsel değerlerin savunusu, sekülerizm, ırkçılık, “ucuz popülizm”,
hayırseverlik gibi egemen ideolojinin çeşitli bileşenleri, farklı bileşimlerde
ve ağırlıklarda, düzen partilerinin siyasal söylemlerinin içeriğini oluşturur.
Dördüncüsü; egemen
ideolojinin bu bileşenleri, toplumda yaygın ve yürürlükte olan değerler,
inançlar, düşünceler ve duygulanım biçimleridir. Günlük yaşamlarında emekçiler,
ara katmanlar ve köylüler tarafından üretilen, yeniden üretilen, hegemonya
araçlarıyla onlara aktarılan, kısacası ideolojik formasyonlarını oluşturan bu
ideolojik bileşenler, düzen partileri tarafından da sahiplenildiğinden ve
temsil edildiğinden, kitlelerin bu partilerin tabanı olmalarını, bu partilere
oy vermelerini, düzen partilerinin devletin yürütme gücünü oluşturmalarını
sağlamaktadır. Olağan dönemlerde işçilerin ve kitlelerin sahip olduğu
değerlerle ve motiflerle düzen partilerinin oluşturduğu ideolojik yelpaze örtüştüğünden,
kitleler düzen partilerinin oy tabanını oluşturur.
Beşincisi; düzen
partileri, sosyal demokratik liberalizm, dinci ve ırkçı gericilik, seküler
milliyetçilik vb. gibi öğelerden oluşan bir politik yelpaze oluştursa da, bir
bütün olarak bakıldığında programları ve ideolojik vizyonları ile kapitalist
toplumsal ilişkilerin devamlılığının sağlanmasında işlevlidir. Günümüzde düzen
partilerinin ideolojik seslenmelerindeki farklar iyiden iyiye azalmış, bu
partilerin söylemlerinde ortaklaşılan yanlar ise artmıştır.
Altıncısı; küçük
kapitalistler ve büyük kapitalistler, tekelci olanlar ve tekel-dışında kalanlar
fark etmeksizin, kapitalist sınıfın bütünü siyasi alanda birçok düzen partisi
tarafından temsil edilirken, içlerinden biri ya da birkaçının göreceli olarak daha
“demokrat” ya da reformist vizyona sahip olması, bu partiyi/partileri tarihsel
olarak “ilerici” ve “devrimci” olarak görmeye neden olamaz.
Yedincisi; egemen
ideoloji içerinde bilimsel düşüncelere, sekülerizme, halkçılığa, yurtseverliğe,
haksızlığa uğrayanın yanında olmaya, mücadeleciliğe, kamuculuğa, ırkçılık
karşıtlığına, adalete vb. çeşitli ideolojik motiflere de yer vardır.
Emekçilerin sınıfsal çıkarlarını savunan sosyalistlerin, bu ideolojik
değerlerin temsilcisi ve sahiplenicisi olduğu, bunlara tutarlı bir bütünlük
verdiği bilinmektedir.
Kanımızca, sermaye sınıfının
içerisindeki farklı kesimlerin, örneğin mali sermaye, sanayi sermayesi, ticaret
sermayesi, KOBİ’ler gibi bölmelerin, birbirinden yalıtık ve ayrıksı olarak
kavranması, aralarındaki girift ilişkiler ve çoğu durumda birinin aynı zamanda
diğeri de olması yüzünden, yanlış olacaktır. Bu sermaye fraksiyonlarının
aralarındaki rekabet ve çekişmelerin, siyasal düzlemde bazı partiler arasındaki
farklar ve muhaliflikler olarak yansıdığını düşünmek, sağlıksız bir tür
indirgemeciliktir. Düzen partilerinden hangisi olursa olsun bu partiler, sermaye
sınıfının çıkarlarına aykırı bir politik programa ve perspektife sahip
değildir. Aralarında ideolojik yönelimleri açısından mevcut olan farklar,
içinde bulunulan tarihsel dönemin egemen ideolojisinin çeşitli bileşenleri
arasındaki farklılıkları, yer yer de karşıtlıkları barındırır. Başka bir
deyişle düzen partileri, egemen ideoloji yelpazesindeki farklı konumlara
karşılık gelen politik programlara ve çizgilere sahiptir. Ancak ideolojik
yelpazenin tamamının işlevi, kapitalist toplumsal ilişkilerin sürekliliğini
sağlamak, bu ilişkilerin her gün yeniden üretimine katılmaktır.
Kriz kesitlerinden çıkış
dönemlerinde, düzen solu partilerinin söylemlerinin, vaatlerinin ve vizyonunun
sermaye sınıfında ve emekçi kitlelerin beklentilerinde karşılık bulması ve bu
partilerin, hükümete gelmesi görece daha kolaydır. Örneğin, yakın geçmişte
Yunanistan’daki Syriza örneği hatırlanmalıdır. Fakat bu bir kural değildir. Pekâlâ,
gerici-muhafazakâr bir parti ya da faşist bir parti de, sermayenin ve halk
kitlelerinin beklentilerine yanıt vererek, krizden çıkış sürecinde yürütme
erkine sahip olabilir. Geçmişte Almanya’da Nasyonal Sosyalist Nazi partisinin
siyasal iktidara gelme sürecinde olduğu gibi… Yine örneğin 1977’deki seçimlerde
Karaoğlan’ın partisinin oylarını 8 puan artırıp birinci parti olması, emekçi
halkın sahip olduğu egemen ideolojinin parçalı ve karşıtlıklar içeren yapısına daha
büyük oranlarda halkçı/solcu değerlerin de sirayet etmiş olmasından kaynaklanmış,
sermaye sınıfının toplumsal iktidarı açısından bu figürün bir emniyet sübabı
işlevini yerine getirmesiyle sonuçlanmıştır.
Dolayısıyla şunu
yazabiliriz: Bir düzen partisi, belirli bir üstün/başat konumdaki sermaye
fraksiyonunun çıkarlarının savunusunu yaptığından hükümete gelmez. Egemen
ideoloji yelpazesinin neresinde konumlanırsa konumlansın, genel olarak
sermayenin dönemsel çıkarlarıyla uyumlu bir vizyona sahip olan, emekçi
kitlelerin, mevcut hegemonya üretim araçlarıyla ve alışkanlıklarla sahip
oldukları ideolojik yönelimlerle uyum tutturan, emekçilerin beklenti ve
talepleriyle rezonansa giren bir düzen partisi, yürütme erkinin en güçlü adayı
olmaktadır. Yoksa sermaye kesimleri arasındaki rekabet, siyasi partiler
arasındaki çekişme olarak yansımamakta, birinin diğerini alt edip yürütmeye
gelişi de, sermaye fraksiyonlarından birinin diğeri üzerindeki mücadele
başarısını temsil etmemektedir.
Günümüzde “mili sermaye”,
“tekel-dışı sermaye” olarak nitelenip, işçi sınıfının çıkarlarını temsil eden
komünist hareket ve partilerle ve ayrıca işçi sınıfının gelecekte sahip olacağı
olası bir toplumsal hareket ile ittifak yapacak bir kapitalist sınıf fraksiyonu
ve onu temsil eden bir düzen partisi bulunmamaktadır. Kapitalist sınıf tarihsel
olarak gericileşmiş durumdadır. Onun çıkarlarını kollayan, kapitalist toplumsal
ilişkilerin ve sermayenin toplumsal egemenliğinin yeniden üretiminde işlevleri
olan düzen partileri içerisinde bazı reformları savunan, sözüm ona diğerlerine
göre daha “demokrat” görünen düzen partilerinin olması, onları ilerici yapmaz.
Devrimci sınıf kapasitesine sahip proletarya ve onun politik temsilcisi
komünist partiler, tek ilerici sınıf ve partidir. Bu sınıf ve partinin geleceğe
doğru yürüyüşünde ortaklaşmaya çalışacağı ve üzerlerinde sınıf eksenli bir
hegemonya oluşturması gereken toplumsal kesimler ve temsilcileri ise Türkiye
özelinde kent ve kır yoksulları, Kürt emekçileri ile yoksulları, emekçi Aleviler,
ekoloji hareketi, kadın hareketi gibi öğelerdir.
“Beyaz yakalılar” olarak
adlandırılan toplumsal kesim, zaten proletaryanın bir bileşenidir. Kendi hesabına
çalışan profesyonellere gelince… Onların ideolojik ve kültürel bağlanmaları
ağırlıkla düzen partilerine olsa da, yaşayacakları proleterleşme süreçleri ile
birlikte ya da öncü komünist unsurlarla etkileşimleri sunucu, bilinçlerini
geliştirip, yüzlerini komünist partilere dönmeleri mümkündür. Bu toplumsal
kesim, ayrı bir sınıf oluşturmamaktadır. Bu kesime dâhil bireylerin çıkarı,
kapitalist toplumsal ilişkilerin sürmesinden yana olsa da, bilinçlerinde/ideolojik
perspektiflerinde değişim ve kırılmalar yaşanıp, komünist vizyona sahip
olabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.