Futbol, iktisadi bir toplumsal
etkinliktir. Futbol sermaye birikiminin olduğu bir kültür endüstrisidir. Sermayenin
konumlandığı noktadan bakılırsa, seyircilerden gelen gelir, naklen yayın
gelirleri, reklam gelirleri, taraftarların tüketimine sunulan metaların
satışıyla elde edilen gelirler gibi birçok kalem, bu kültür endüstrisinin kârının
kaynağıdır. Günümüzde yan kollarıyla birlikte dünya çapında futbol sektörünün
hacmi 500 milyar dolar düzeyinde bulunmaktadır. Futbol sektöründe şike,
yolsuzluk, vergi kaçakçılığı ve kara para aklama rutinleşmiş durumdadır.
Mafyanın ve politikacıların, futbol endüstrisiyle doğrudan bağları vardır.
Futbol emekçiler konumlanma
nokrasından bakıldığında, emek gücünün yeniden üretimi süreçlerinde oyalayıcı, eğlenceli
ve tüketimi artıran bir boş zaman aktivitesidir. Keyif verme ve günlük
dertlerden uzaklaşmayı sağlama işleviyle futbol, kitlelerin afyonudur.
Taraftarlık, bir aidiyet duygusu ve kimlik oluşturur. Bu duygudaşlık ve kimlik,
taraftarların hayatını anlamlandırmasında kısmi bir yere sahiptir. Uluslar
arası ölçekte futbolun seyredilmesi, yani futbol metasının ulusal takımlar
kapsamında kullanımı ve tüketimi, “milli kimliğin” oluşturulmasına da katılır.
Futbol, maço ve şiddet kültürünün yeniden üretiminde de işlevlidir.
Sermaye sınıfı ile işçi sınıfı
arasındaki toplumsal iktidar ilişkilerinde, kapitalistlerin toplumsal ölçekte
iktidarını/egemenliğini sağlayan iktisadi, siyasi, devletsel, hukuksal,
ideolojik ve kültürel toplumsal ilişkilerin, iktisadi ve kültürel-ideolojik
boyutları kapsamında kalan futbol kültür endüstrisi, kapitalist sınıfın
toplumsal egemenliğini üreten bir iktidar ilişkileri alanıdır. Futbol eksenli iktisadi
ve kültürel nitelikte toplumsal ilişkiler, kapitalist sınıfın toplumsal
egemenliğini sağlayan hegemonyayı (sisteme dönük onayı/rızayı) üretir.
Futbolun, salt bir oyun
ve eğlence olması için, öncelikle üretim ve piyasa ilişkilerinden koparılması
gerekir. Sosyalizmde bir spor olarak futbol, amatör bir kültür etkinliği,
kültürel zenginliğin bir bileşeni olacaktır.
Dünya
çapında despotik
neoliberalizmin
öncüllerinden Thatchearizmin işçi sınıfına açtığı savaşın
önemli bileşenlerinden biriydi: “Holiganizm ile savaş” adı
altında işçi sınıfının stadyumlardan, işçi sınıfı
kültürünün de futbol ve taraftar kültüründen tümüyle
dışlanması. Neomuhafazakar işçi düşmanlığının bu
operasyonunda Liverpool’un muhalif liman işçisi taraftarları
“holiganlar” diye hedefe çakıldı, delil karartmadan
dezenformasyona, kara listeler oluşturmaya kadar binlerce işçi
statlardan zorla sürüldü. Maçların ucuz halk tribününden
ayakta izlenmesi, mahallelerde toplanılıp birlikte gidilmesi,
sabahın köründe binlerce kişilik bilet kuyrukları, maçlardan
sonra “zafer yürüyüşleri” ve sonra gruplar halinde
birahanelere dağılıp sohbetleri koyultma bu kültürün bir
parçasıydı. Statlar ve taraftarlar kent merkezlerinden sürüldü.
Ayakta maç izlemenin yasak olduğu AVM-Arena-Otopark tarzı
Stadyumlar artık daha ziyade orta ve üst sınıflar için tek tek
arabayla gidilip VİP koltuklarda iş sözleşmeleri ve lüks
tüketimin yapıldığı, maç sırasında maçtan çok elektronik
reklam tabelalarının ve pazarlamacılığın insanın göz
hareketlerini bile kontrol ettiği, sayısız kamera, polis ve özel
güvenlik tarafından denetlenen, haftanın her günü alışveriş,
eğlence ve rant merkezlerine dönüştürüldü. Bugün bu süreç
Türkiye’de de AVM-Otopark-Stadyumlar
ve paso-lig gibi yüksek rant ve polis kontrolü mekanizmalarıyla
uygulanıyor.
2009’da
bu kez İtalya’da Silvio Berlusconi, “Tessara del Tifosi”
adında taraftar güvenlik kartı benzeri bir projeyi başlattı.
Deplasmana gidecek taraftar bu kartı almak zorundaydı, kart da
taraftarın oturduğu semtin polisi tarafından yapılacak güvenlik
araştırması ve fişlemesiyle verilecekti. Ezeli rakip Juventus ve
Torino taraftarları, Napoli taraftarlarının da katılımıyla
aylarca sokaklara döküldü, birlikte gösteriler yaptı, maçları
boykot etti.
2012’de
Mısır’da Al Masri ve Al Ahli takımları arasındaki süper lig
maçında, bizzat polisin provoke etmesi ve muhalif taraftar gruplarına
saldırmasıyla çıkan çatışmalarda 79 kişi öldü. Devlet,
katliamı muhalif taraftar grubuna yıkıp 21 kişiyi idama
mahkum etti. Al Masri taraftarları idama
mahkum edilen taraftarların konulduğu Port-Said hapishanesini
kuşattı ve polisle çıkan çatışmalarda 21 taraftar daha
katledildi. Üst mahkemece tekrar yargılanan 21 kişi bu kez ömür
boyu cezaya mahkum edilince, her iki takım taraftarları Tahrir’e
yürüdü ve taraftarlara verilen cezaları ve katliamın sorumlusu
polislerin yargılanmamasını haftalarca eylemlerle protesto etti.
Al-Masri ve Al-Mahli taraftarlarının hapishane basma ve Tahrir
eylemleri, Mısır’da ikinci Tahrir meydan isyanının öncülleri
arasındadır.
Güney
Afrika’daki dünya futbol kupası organizasyonunda ise,
taşeron stad işçileri fiili grevler yaptılar,
polis saldırısına karşı direndiler.
Gezi’de
Çarşı’nın Dolmabahçe ve İnönü’nün rant, AVM ve devlet
temsilciliği merkezi haline getirilmesine, Fenerbahçeli muhalif
taraftarların ise Şükrü Saraçoğlu’nun modernizasyon adı
altında benzer dönüşümüne karşı direnişlerinin payı vardı.
Abbasağa ve Yoğurtçu parkları forumları, muhalif futbol
taraftarlarının Gezi boyunca oynadığı rol, POMA, endüstriyel
futbol karşıtlığını, “İstanbul United”ın birlikte yaptığı
Ali İsmail Korkmaz eylemleri ve sloganları, aylar boyunca tüm
statlarda yapılan 34. dakika “Her yer Taksim her yer direniş”
eylemleri, pasolig’e karşı yapılan boykot ve mücadeleler...
Çarşı’nın
eski İnönü’deki her maç öncesi Beşiktaş Kartal heykelinde
binlerce kişi toplanıp ironik pankart, slogan ve mizansenlerini
birlikte hazırlayışları, bazen Beşiktaş yönetimi ve hükumete
karşı sloganlarla hep birlikte Dolmabahçeye trafiği keserek
yürüyüşleri, sayısız kez polisle çatışarak Stada
girebilişlerini, takım kazansa bile bir seyir zevki sunmadıkları
zaman yuhlayışları, yani futbolda metalaştırılmış müşteri
çarkının edilgen parçası olmayı reddetme çabalarını, farklı
bir sosyalleşme ve inisiyatif olarak kendilerini var etme, futbolu
kapitalist oligarklar ve devlet için değil, kendileri için bir
festival haline getirme çabalarını, ve tüm bunların nasıl
bastırıldığını ve cezalandırıldığı...
Brezilya’daki
2013 kitlesel isyan ve direniş hareketinin
önemli
bir dinamiğini
Brezilya’da yapılacak
“dünya futbol kupası” karşı
protesto ve eylemler oluşturdu. Ülkede açlık kol gezer, tüm
sosyal harcamalar budanırken, aşırı sermaye birikiminin dev beton
statlara gömülmesine, ülkenin büyük bir şantiyeye
dönüştürülmesine, emek
(dünya kupası şantiyelerinde 6 işçi öldü) ve doğa katliamı
ve yerinden etmelere, yeni
stadyumlara, hava alanlarına, otoyollara, lüks oteller ve
uluslararası
medya
merkezlerine tepki
büyüktü.
Eylemlerin
temel
taleplerinden biri “bir
ay kullanılıp sonra boş yatacak futbol
şantiyelerine
değil eğitim, sağlık, ulaşım ve işsizlere bütçe”ydi.
Stadyum,
hava alanı ve otoyol inşaatları için 100 bin kişi mahalle ve
evlerinden, 20 yerli kabile topraklarından atıldı, kupa
organizasyon mekanları hemen birkaç sokak gerisinde başlayan
favelalardan demir bariyerlerle ayrıldı.
Avrupa’da
da 2011 krizinden itibaren sert ve sonsuz kemer sıkma paketleriyle
işçilerden gasp edilenlerin EURO 2016 futbol kupası gibi mali
sermaye organizasyonlarına akıtılması, tartışma ve eylemlere
konu olmuştu. AB-Fransa emperyalist burjuvazisinin EURO 2016
“festivalini” (Liberal sol, “futbol bir festivaldir” diye bu
organizasyonların reklamını yapmayı üstlenmişti) işçi
sınıfının gerçek festivali olan direniş, işgal ve blokajlardan
korumak için polis, asker 50 bin kişilik bir orduyu seferber etmiş,
stadların çevresinde birkaç kilometrelik güvenlik sahası
oluşturmuş, hava yolu işçilerinin süresiz grevi futbol
taraftarlarına provokatif biçimde hedef gösterilmiş, grev sert
devlet baskılarıyla kırılmıştı. Takımlarının maçlarını
seyretmek için Fransa’ya gelen, ancak otelde kalacak parası
olmadığı için garlarda, parklarda yatan taraftarların Fransız
polisi tarafından aynı mülteciler gibi buralardan ite kaka
sürüklenerek dışarı atılmıştı.
İki
yılda bir Avrupa’nın bir kentinde, EURO 2016’nın hemen
öncesinde ise Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenen muhalif
futbol taraftarlarının, alternatif futbolun
gerçek festivali,
anti-ırkçı, anti-cinsiyetçi, anti-kapitalist
taraftar futbolu şenliği Antira 2016’da
(Anti-ırkçı 2016) ise
tabii ki uluslararası kapitalist medya yoktu. Antira’da
Avrupa ülkelerinin
yanı sıra
Rusya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan bizzat muhalif, anti-ırkçı,
anti-faşist, anti-cinsiyetçi, anti-endüstriyel futbol
taraftarlarının, kadını, erkeği, lgbt'si, mültecisi, göçmeni,
siyahı, beyazı, Hristiyan, Müslümanıyla kurdukları amatör
futbol takımları oynuyor, kimin kazanıp kaybettiği hiçbir önem
taşımıyordu.
Tüm
maçlar oyun, eğlence, müzik, dans ve anti-ırkçı,
anti-kapitalist
taraftar gösterileri ve forumlarıyla birleştiriliyordu.
Dünya
Futbol Kupası 2018, Rusya’da yapıldı. Rusya’nın 11 ayrı
kentinde inşa edilen stadyum ve
diğer tesis ve altyapıların yapımında,
çoğunluğu Orta Asya ülkeleri, Kuzey Kore, Belarus ve Ukrayna’dan
gelmiş taşeron inşaat işçilerinden 21’i yaşamını yitirdi.
Kışın eksi 25 dereceye kadar düşen aşırı soğuk hava
koşullarında aşırı uzun saatler çalışmaya zorlanan taşeron
inşaat işçilerinden yüzlercesi de yaralandı, ağır hastalıklara
yakalandı, sakat kaldı. Ücretleri ödenmeyen, geç veya eksik
ödenen göçmen işçilerin bir dizi grevi ve grev girişimi ağır
baskılar ve sınır dışı edilmelerle bastırılmaya çalışıldı.
30
Kasım 2022’de Endonezya’da tarihin en büyük futbol
katliamlarından biri yaşandı. 42 bin kişilik futbol stadyumundaki
iki “ezeli rakip” takımın maçında ev sahibi takımın maçı
kaybetmesi üzerine yüzlerce taraftar sahaya girdi. Polis
taraftarlara gaz fişekleri, plastik mermiler ve coplarla saldırdı.
Çıkan çatışmalar, panik ve izdihamda biri 3 yaşında, onlarca çocuk yaşta 174 kişi yaşamını yitirdi. Katliamın başlıca
nedeni polisin stat içinde ve tribünlere gaz bombası atması,
taraftarlara saldırması, binlerce taraftarın dar çıkış
tünellerine yığılarak birbirini ezmesiydi. Futbol taraftarları
katil polis ve diğer devlet ve spor bakanlığı yetkililerinin
yargılanması istemiyle, 1 hafta sonra, başkent Jakarta’da tüm
kent ve takımlardan 100 bin kişiye yakın futbol taraftarının
katılımıyla dev bir gösteri yürüyüşü gerçekleştirdi.
Katar
katar
kara para ve işçi katliamı kupası 2010-2022
2022
FIFA Dünya Futbol Kupasının (2010 yılında) Katar’a verilmesi
ise, herhalde futbolun kapitalist mali oligarşi tarafından içine
çekildiği kara para endüstrisi skandalları ve kan şelalesi
uçurumunun dip noktasıdır. Doğru dürüst bir futbol geleneği,
kültürü, seyircisi ve altyapısı olmayan, aslında bir “milli
futbol takımı” bile olmayan (Brezilya vb.'den büyük paralarla
satın aldığı yaşı geçmiş ünlü oyuncuları kendi
vatandaşlığına geçirip milli takımında oynatan), iklimi
de bu çapta bir futbol turnuvasına uygun olmayan
Katar FIFA dünya kupasını nasıl satın almıştı? Daha önemlisi,
dünya kupası için sayısız stadyum, binlerce
kilometrelik
metro, tren ve otoyol hatlarını “Kalifa sistemi” adı altında
zorunlu çalıştırmaya dayalı kölelik sistemine tabi tuttuğu
ve binlercesinin bu sistem altında öleceğinin
ve 50 dereceyi bulan sıcaklıklarda çalışmaya zorlanacağının
öngörülmesi zor olmayan göçmen işçilere yaptıracağı bilinen
Katar nasıl satın alabilmişti?
Tabii
ki toplamı milyarlarca doları bulan rüşvet, kara para, çeşitli
Avrupa ülke şirket ve borsalarıyla çeşitli hisse, finansal
yatırım ve spekülasyon anlaşmalarıyla. Bu gerçekçi bir tahmin
olmanın ötesinde, 2014’ten itibaren çeşitli uluslararası basın
organlarında bile alenen deşifre edilen gerçeğin ta kendisidir.
Katar
FİFA’nın uluslararası alt düzey delegelerinin bir kısmına
1.5’ar milyon dolar, FİFA üst komitesi üyelerinin bir kısmına
ise 5’er
milyon dolar dağıtmış; o dönem UEFA başkanı olan Michel
Platini’yi FIFA’da forsunu kullanması için kim bilir kaç milyon
dolara satın almış, Katar devlet merkezli Al-Jaziraa
üzerinden dünya kupası yayın haklarını gerçek değerinin çok
üzerinde, 880 milyon dolara satın almış, aynı zamanda dünya
futbolunda ağırlığı olan İngiltere, Almanya, Fransa gibi bir
dizi ülkenin spor, medya, finans, altyapı, teknoloji şirketlerinde
ve borsalarında hisse payını artırarak Katar için lobi
yapmalarını sağlamış, dünya
kupasına bir çok uluslararası
kapitalist
tekelin de sebepleneceği biçimde ortalama bir dünya kupasından 30
kat fazla yatırım ve harcama yapacağı (yaklaşık
200 milyar dolar) garantisi
vermişti. Bunlar
yine Katar’ın
petro-dolarlarıyla örtbas edilmeye
çalışıldıysa da,2017’den
itibaren FİFA yetkililerinin tamamına yakını yolsuzluk ve rüşvet
davalarıyla ya da dolandırıcılık, şantaj ve kara para aklama
soruşturmalarıyla boğuşuyor. Bu dava ve soruşturmalar nedeniyle
dönemin FİFA başkanı Sepp Blatter ve FİFA-spor endüstrisi ve
bahis işleriyle bağlantılı bir dizi şirket yöneticisinin FİFA
faaliyetlerine katılması yasaklanmış durumda.
Küresel
mali oligarşi ortağı ve bileşeni olan Katar petro-dolarlarını
dünya kupası için her desteklemekle kalmadı. ILO, ITUC
(Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu), WHO (Dünya Sağlık
Örgütü), Uluslararası İnsan Hakları Örgütü gibi paravan
örgütlerini devreye sokarak Katar’ın köleci ve göçmen işçi
katliamcısı sicilini aklayıp uluslararası kamuoyu ve futbol
taraftarları nezdinde meşrulaştırmaya çalıştı. Bu
uluslararası örgütler güya Katar’ın dünya kupası hazırlık
ve inşa çalışmalarını denetleyecek, Katar petro-dolar
oligarşisi ile işçi hakları, sağlığı, asgari ücretleri için
pazarlık yapacak, Katar da Kalifa kölelik sistemini kaldıracak,
işçilere asgari ücret temin edecek, taşeron şirketler ve göçmen
işçi mafyasından paralarını alamayan işçiler için fon
oluşturacak, işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alacaktı.
Bu
kölecilik ve işçi katliamı aklama örgütleri, yıllar boyunca
Katar’ın göçmen işçi, insan hakları, demokrasi konusunda ne
kadar değişip geliştiği, Kalifa sistemini kaldırdığı, işçi
haklarını tanıdığı, Pandemide işçileri nasıl koruduğu vb
propagandası yapıp durdular. Oysa vitrin dışında değişen bir
şey yoktu. Göçmen işçiler yine 50 derece sıcaklıkta 10-12 saat
çalıştırılıyor ve ölüyor, taşeron şirketler tarafından
ücretleri 6-7 ay ödenmeyen göçmen işçiler grev ve eylem
yaptığında tutuklanıyor ve dövülüyor, 3-4 hafta toplama
kamplarında tutulduktan sonra ücretleri lütfen verilerek sınır
dışı ediliyorlardı. Katar
şeriata dayalı görünmesine karşın dünya kupası için ülkeye
gelecek zengin
futbol
turistlerine içki ve fuhuş serbestisi tanıyor, ama göçmen
işçilerin şantiye ve baraka kamplarından çıkmasını,
taleplerini, sendikalaşmalarını
ve grevlerini şeriat hükümleriyle yasaklamaya devam ediyordu.
Göçmen
işçiler uluslararası işçi simsarlığı şirketlerinin aldığı
7-8 bin doları bulabilmek için genellikle borçlanıyor, Katar’da
taşeron şirketler aylar boyunca ücretlerini ödemediğinde yine
tefecilere borçlanıyor, 2-4 kişilik bitli barakalarda ya da fahiş
kiralı odalarda 6-8 kişi kalıyor, bazen dışarıda yatmak zorunda
kalıyor, hatta haftalarca aç kalıp yaşayabilmek için alenen bir
şeyler çalar gibi kalıp birkaç hafta hapse girerek karınlarını
doyurmaya çalışıyor, yarı
sağ olarak ülkelerine dönmeyi başarmış görünenlerin bir çoğu
da yolluğunu doğrultmuş olmak bir yana öncekinden daha borçlu ve
yoksul hale gelmiş oluyordu.
Bununla
birlikte Katar’daki daha önceki göçmen inşaat işçileri ücret
gasplarına karşı barakalarından çıkmayarak ve işe gitmeyerek
pasif grevler yapabilirken, Katar son yıllarda ilk kez, kent
merkezlerinde trafiği keserek yapılan en az 14 kitlesel göçmen
işçi grev ve eylemine tanık oldu.
Ve
Katar’da dünya kupası stadyum ve altyapı inşaatlarında
çalıştırılan (Nepal, Hindistan, Bangladeş, Pakistan,
Filipinler,
Sri
Lanka, Kenya,
Uganda,
Somali
gibi) 17 ülkeden sirkülasyonla
toplam sayıları 200 bini bulangöçmen
işçilerden en az 6500 kişi öldürüldü. (Bu
işçi cinayetleri
sayısı, Guardian gazetesinin Katar’a işçi yollayan ülkelerin
konsolosluk ve çeşitli kurumlarından toplayabildiği işçi cesedi
istatistikleridir. Gerçek rakamın bunun epey
üzerinde olabileceği, meslek hastalıklarıyla
ölümü zamana yayılmış olanların ise 5 katı olabileceği
bilinmektedir.) Göçmen
işçilerin ölüm nedenleri arasında, aşırı sıcakta güneş
altında çalıştırılma, kalp krizi, yüksekten düşme, elektrik
çarpması, patlama, intihar ilk sıralarda yer alıyor.
Katar’daki
bu Dünya Futbol Kupasından yükselen kan ve kemik anaforunun
sorumlusu yalnızca Körfez şeri kanlı kara petro-dolar oligarşisi
değil, 200 milyar dolarlık dünya kupası yatırım ve
harcamalarından pay alan tüm uluslararası inşaat, finans,
endüstriyel futbol, kumar, kara
para
şirket, kurum ve devletlerdir. Bunlar arasında çok
sayıda AB, Hindistan, Çin ve Türkiye merkezli (örneğin Tekfen,
STFA, Gama, TAV, Yüksel İnşaat) şirket de vardır.
Avrupa
ve Latin Amerika’nın çeşitli ülkelerinde muhalif futbol
taraftarları ve muhalif akımlar, yolsuzluk, kara para ve binlerce
göçmen işçi kan ve kemikleriyle yapılan Katar 2022’yi ve
yayınlarını boykot edeceklerini açıkladı ve milli takımlarının
ve taraftarlarının da boykot etmesi için
imza kampanyaları yürüttü. Ama kan emici mali sermaye gruplarının
ters yöndeki baskısıyla, parlamentolar bile bu kampanyalara
kulaklarını tıkadı. Yalnızca Hollanda parlamentosunda bir grup
parlamenterin ülke kralı ve başbakanının Katar’a gitmemesini
istemesiyle sınırlı kaldı.
Çünkü
yalnızca Katar’ın petrol-doğal gaz kuyuları değil, bir bütün
olarak kapitalist, mali oligarşik, mafyatik futbol endüstrisi ve
organizasyonları kanlı-kara milyar dolarlar basmaktadır.
UEFA Kupasının EURO Lig’e dönüştürülmesi, Avrupa kupasının
16 ülke takımdan 24 ülke takıma çıkartılması, endüstriyel
futbolun serbest zaman ve mekan hakimiyetini ve sömürü ve
dolandırıcılık tabanını
genişleterek, yapılan maç sayısı ve karlı organizasyon süresini
uzatarak, futbolda tekelci oligarşik sermaye ve hakimiyet
yoğunlaşması ve merkezileşmesini bir üst düzeye çıkararak,
yalnızca bunun bir ifadesi olmaktadır.
Kapitalist
kara para endüstrisi olarak futbola Türkiye’den birkaç örnek
Quality
Sports Investment (QSI), futbol sermayesi piyasalarında işletilen
kara para fonlarından biri. Bu gibi büyük yatırım fonları
futbol kara piyasasına yatırım yapmak isteyen büyük
kapitalistlerden para toplayarak çeşitli ülkelerdeki yıldız
futbolcuların veya gelecek vaadeden futbolcuların bonservis,
transfer gibi finansal mülkiyet ve işletme haklarını ele geçirir.
Çeşitli futbol kulüp/şirketlerine de ele geçirdiği futbolcu
kılığındaki spekülatif sermaye havuzlarından, transfer
yapabilmeleri için kredi/finansman olanağı sağlar. Futbol yatırım
fonları (ki Gayrimenkul Yatırım Fonları’ndan daha mafyatik
olması dışında pek bir farkı yoktur) futbolcu transfer
piyasasının esas hakimidir. Hangi kulübün hangi futbolcuyu alıp
satacağına kadar belirleyecek güce sahiptir. Hepsi bu gibi yatırım
fonlarına gırtlağına kadar borçlu futbol kulüpleri/teknik
direktörleri, yönetim kurulları bile bu fonların denetimindeki
futbolcuları alıp satmaya, hatta oynatıp oynatmamaya kendileri
karar veremez. Çünkü
bu fonlarla (kendilerinin de paylarını aldıkları) gayrı nizami
anlaşmaları, bu fonlara borçları, ve tabii ki büyük futbol
yatırımcıları -fonlar – devletler- federasyonlar- kulüp
ilişkileri – borsa vb ilişkileri üzerinden silahlı tetikçiler
bir yana, diyelim ki taraftarın artık istemediği bir futbolcuyu
elden çıkarabilmek veya bu fonların dayattığı bir transferi
yapmayı reddetmek için bile, bu fonlara çok yüklü “tazminat”
(haraç) ödemek zorunda kalır. 2018 futbol leaks belgeleri
arasında, Yıldırım Demirören’in Almedia’yı Beşiktaş’a
transfer etmesinin QSI fonları üzerinden gerçekleştiği,
Fenerbahçe yönetimindeki Ali Koç’un ise QSI fonlarının
yatırımcılarından ve danışma kurulu üyesi olduğu açığa
çıktı. Tabii ne (8 yıl Beşiktaş başkanlığı, 7 yıl Türkiye
Futbol Federasyonu başkanlığı yapan) Demirören’e ne de
Demirören’e de fonculuk ve danışmanlık yapan “rasyonel”
yatırımcı Koç’a bir soruşturma açıldı.
Fenerbahçe
taraftarlarının “Ali Koç başkan Fener şampiyon” beklentisi
söne dursun, Ali Koç çoktan gayrı nizami şarj şampiyonu olmuştu
bile. Fenerbahçe başkanı olduğu ilk 2 yılda, Acun Ilıcalı
aracılığıyla gerçekleştirdiği Mesut Özil enkazı transferi
dahil, tam 72 futbolcu alıp satarak bir finansal ticaret ve
spekülasyon rekoruna daha imza attı. Transferler için resmi olarak
67 milyon dolar gelir bildirirken bu transferlerde gerçekte “kaynağı
belirsiz” yüz milyonlarca doların döndüğü ve aklandığı
iddiaları, söz konusu Koç olunca haber değeri taşımıyor.
Fenerbahçe’den Lazio’ya 3-4 aracı üzerinden 17.5 milyon dolara
satılmış görünen Vedat Muriqi için sahte fatura kesildiği
ortaya çıktı ve İtalya’da Muriqi’nin bahis şirketi ve
Türkiye Arnavutluk Konsolosunun da içinde yer aldığı,
Türkiye-Arnavutluk-İtalya arasındaki futbol yatırım
fonları-bahis şirketleri-mafya hattının bir skandalı daha
patladı.
Mali-endüstriyel
kapitalist futbol
Kuşkusuz
bu tür uluslararası
spor
organizasyonlarında,
her zaman bir takım “sürpriz”ler de olur. Bazan Yunanistan
şampiyon, Türkiye üçüncü olur, bazen Nijerya tur atlar, bazen
İzlanda yarı final oynar, vb. Ama bu “bakın gördünüz mü en
büyük para keseleri ve güçler her zaman kazanamıyor, yoksullar
da kazanabiliyor” filan anlamına gelmez. Bu düşünce işçi ve
kent yoksullarının hayallerini süslese de, Yunanistan’ın dünya
futbol şampiyonu veya İzlanda’nın Avrupa şampiyonu olması, o
ülke işçi ve kent yoksullarının gerçek çalışma, yaşam ve
yönetilme koşullarında hiç bir şey değiştirmez. Kaldı ki, siz
TV’de, sosyal medyada, stadyumda Nijerya veya İzlanda’daki
futbol maçlarını değil, eskisinden daha fazla İspanya,
İngiltere, Almanya, İtalya liglerini ve Bayern Münich, Barcelona,
Milan ve Mancherster United maçlarını izlemeye, onlara verilen
sponsorluk ve reklam harcamalarını ödemeye devam edersiniz. İster
bireysel, ister kulüpsel veya “ulusal” olsun, bu gibi başarı
öykülerinin hepsi, mali oligarkların sömürü ve hakimiyetlerini
genişletme öyküsünden başka bir şey değildir.
İmalat
sanayi temelinin ve yatırımlarının giderek yavaşlaması, dev
çaplı aşırı sermaye birikiminin, inşaat, enerji, turizm,
sağlık, eğitim, futbol gibi alanlara akmasına yol açmaktadır.
Tıpkı kentsel dönüşüm, eğitim, sağlık alanlarında yol
açtığı yıkıcı etkiler gibi, sporun da daha üst düzeyde mali
sermayeleştirilmesi, spor, sporcu ve kitleler üzerinde yıkıcı,
ezici ve çürütücü bir etkiye yol açmaktadır. Amatör spor, az
sayıdaki ülkedeki kalıntıları dışında neredeyse dünya
çapında yok edilmiştir. Futbol stadyumları alışveriş
merkezleri ve stadyuma gidecek parası olmayanlar için de büyük
ekranlı maç-kafelerin her biri birer mini-stadyum haline gelmiştir.
Endüstriyel
futbol, aynı zamanda mali sermayenin zaman ve mekan hakimiyetini
azamileştirmenin bir aracı olarak işlemektedir. Spor okulları
giderek küçülen yaşlardan çocuklara, gerçek sporu, dayanışmayı,
kendini toplumsal olarak gerçekleştirmeyi değil, hırs, rekabet,
ataerkil agresifliği ve “Arda gibi olmak” için kendi
yeteneklerini pazarlamayı öğretir. Bir tür meta-sermaye
toplumsallaşması biçimi olarak, endüstriyel futbol, sermayeye
kafaca, ruhça, zaman ve mekan olarak bağımlılığı da
artırmaktadır. Haftada birkaç gün AVM’ye dönüşen futbol
mabetlerine ya da her semtteki şubelerine gitmeniz, tuttuğumuz kulüp
şirketi ya da futbolcu markalı metaları satın almanız, haftada
en az birkaç gün, bazen her gün maçları kafe-stadyumlardan bol
ıvır zıvır tüketerek izlemeniz, kar paylı yüksek “futbol
otoriteleri”nin bayağı futbol dedikodularını papağan gibi
tekrarlamanız gerekir.
“Bugün
küreselleşme süreciyle daha da derinleşen sömürüsüyle beraber
“boyalı yüzü”nü de büyüten kapitalizmin, bir tarafıyla dev
bir uyku tulumu futbol. Aynı zamanda da futbol, gerçekliğin
dışındaki parçalanmaların meşrulaştırma kanallarından biri
durumunda. Maç günleri dışında da, hafta boyunca tüketimin
yapıldığı birer mekan olarak -özellikle ileri kapitalist
ülkelerin başa oynayan kulüplerin statlarını -ele alırsak bu
bize, kapitalizmin zaman ve mekan üzerindeki tahakkümünün bir
parçası olarak futbolu görmemizi sağlayacaktır. Artık rahatça
şunu söyleyebiliriz: futbol çim saha, tribünler ve oyunculardan
oluşan basit bir oyun değildir ve kapitalizmin kendini yeniden
ürettiği bir alandır. Yani futbolda her şey pazarlanabilir
durumdadır ve özellikle de küreselleşmeyle beraber tüm
ilişkilerini kapsayan bir saldırı pozisyonu daha da
belirginleşmiştir. Stadyumların organize edilmesinden, taraftarın
hareketlerinin denetimine kadar kapitalizmin iktidar ilişkileri,
futbolseverin uykusunu gün geçtikçe daha da derinleştirmekte.”
(Osman Bullugil)
Mali-endüstriyel
kapitalist futbol, futboldaki son oyun ve spor kalıntılarını da
yok ediyor. Sahadaki futbolu da güç, hız, performansın domine
ettiği bir tekno-bürokratik bilgisayar oyununa benzetiyor. Ve
gerçekten Latin Amerika, Afrika gibi çoğu sokak futbolu
geleneğinden gelip futbolcu fabrikalarına dönüşen ülkelerden
sürekli taze kan almasa, dijital reklam tabelalarıyla pek uyumlu
dijital bir bilgisayar oyunundan fazla bir şey kalmayacak sahada.
İşte
tüm bu nedenlerle, mali-endüstriyel ya da neoliberal kapitalist
futbol, bir “festival” değil, işçi sınıfına ve kitlelere
bir saldırı, sömürü ve tahakküm aracıdır. Fakat mali sermaye
birikim ve hakimiyetinin, eğitim, sağlık, kent-mekan, doğa gibi
tüm yeniden üretim ve yeni değerlendirme alanlarında olduğu
gibi, bu, dev çaplı ekonomik, toplumsal, siyasal, ideo-kültürel
uzanımlarıyla futbolu da, son derece belirgin biçimde, bir kutupta
sermaye ve güç birikimi, merkezileşmesi ve yoğunlaşması, diğer
kutupta, kendi toplumsal emek ve ihtiyaçlarını tekelci kapitalizme
kölelik olarak üretenlerin safında, sefalet ve tepki birikimi
olarak yaşanıyor. Geriye kalan nadir bir toplumsal soluklanma
gözeneğinin de tıkanması ve çürümesi, mali oligarşik sermaye
diktatörlüğü aygıtına, işçiler ve işçi-yoksul taraftarlar
açısından zamanda ve mekanda büyüyen kölelik aygıtına
dönüşmesi, futbolu da, son yıllardan giderek yoğunlaşan çarpıcı
örneklerini verdiğimiz gibi, patlamalı bir sınıfsal-toplumsal
çelişki ve mücadele alanı haline getiriyor.
Bilim,
sanat, spor, oyun, eğlence, doğa gibi alanlarda keskinleşen
sınıfsal-toplumsal çelişkilerin bir özgüllüğü, kitlelerin
ekonomik ve siyasal olarak yıkıcı değersizleştirilme sürecine
karşılık, kendini toplumsal-bireysel olarak gerçekleştirme
çabasıyla bu alanlara olan ihtiyacının artması, fakat bu
alanlarda da aynı değersizleştirilme, baskı ve sefalet
birikimiyle karşı karşıya kalmasıdır. Kitlelerin ve bireylerin
en büyük kültürel gelişme koşul ve dinamiklerinin, dahası
yakıcı ihtiyacının ortaya çıkması, görülmemiş bir mali
oligarşik sermaye ve meta kültürü ve tahakkümüne
köleleşmesiyle, giderek daha fazla bağdaşmaz hale gelmektedir. Bu
tür organizasyonların
da, kitle isyan ve direnişlerine karşı yüksek güvenlik duvarları
arkasında yapılabilmesi, bunun sadece bir göstergesidir.