Politik ekonominin bakış açısından belirli bir ülkeyi ele aldığımızda, önce o ülkenin nüfusuyla, sınıflara bölünüşüyle, şehirde, kırsal bölgede ve kıyılardaki konumuyla ve farklı üretim dallarındaki uğraşlarıyla yola koyuluruz; ardından o ülkenin ithalat ve ihracatını, yıllık üretim ve tüketimini, o ülkedeki meta fiyatlarını vb incelemeye geçeriz.
Gerçek ve somut olanla, fiili önkoşullarla, politik
ekonomi açısından toplumun bütün üretici faaliyetinin temeli ve faili olan
nüfusla yola çıkmak doğru yordammış gibi görünür. Ancak daha yakından
bakıldığında bunun yanlış olduğu anlaşılır. Nüfus, onu meydana getiren
sınıfları göz ardı edersek bir soyutlamadan ibarettir. Yine bu sınıfların,
ücretli emek, sermaye vb gibi öğelerden hangileri üzerinde yükseldiklerini
bilmediğimiz sürece onlar, boş sözcüklerden başka bir şey değildirler. Bu
öğelere gelince, onlar mübadeleyi, işbölümünü, ücretleri vb ifade ederler.
Mesela ücretli emek, değer, para, fiyat vb olmaksızın sermaye hiçbir şey ifade
etmez. Dolayısıyla, nüfusla yola koyulursak, bütüne dair kaotik bir temsille (eine
chaotische Vorstellung) yetinmek durumunda kalırız; daha isabetli çözümlemeler
yoluyla kademeli olarak daha basit kavramlara (einf achere Begriffe) ulaşır, böylelikle
en basit belirlenimlere ulaşana dek hayali bir somutluktansa, gitgide daha
basit hale gelen soyutlamalarla yola koyulmaya başlarız. Bu noktaya ulaştıktan
sonra ise, nüfus kavramına gelene dek dönüş yolculuğuna çıkarız; fakat bu kez
tek bir bütünün (Ganzen) kaotik bir temsiline değil, çok sayıda belirlenim ve
ilişkinin zengin bir bütünlüğüne (Totalität) ulaşmak üzere yola çıkarız. İlk
yöntem, ekonominin geçmişte kendi başlangıcı olarak benimsediği yöntemdir.
Mesela, 17. yüzyılın iktisatçıları daima nüfus, ulus, devlet ya da çeşitli
devletler gibi yaşayan bir bütün (lebendigen Ganzen) ile yola çıkmışlardır;
fakat sonunda analiz yoluyla aynı şekilde işbölümü, para, değer vb gibi
belirli, soyut, genel ilişkileri bulup çıkarmışlardır. Bu tek tek momentler az
çok sabitlendiğinde ve soyutlandığında emek, işbölümü, ihtiyaç ve mübadele
değeri gibi basit kavramlardan yola çıkan ve devlet, uluslararası mübadele ve
dünya pazarı gibi kavramlara ulaşan politik ekonominin sistemi ortaya çıktı.
İkinci yöntemin bilimsel açıdan doğru yöntem olduğu apaçıktır. Somut olan, çok
sayıda belirlenimin bir araya gelmesi/özeti (Zusammenfassung), eş deyişle
çeşitliliğin birliği (Einheit des Mannigfaltigen) olduğu için somuttur. Bu
yüzden, gerçek bir başlangıç noktası ve dolayısıyla görünün ve temsilin
(Anschauung und Vorstellung) başlangıç noktası da olmasına rağmen, düşüncede
bir başlangıç noktası olarak değil, bir araya gelme süreci (Prozeβ der
Zusammenfassung) ve sonuç olarak görünür. İlk yöntemle birlikte tüm temsil,
soyut belirlenimde buharlaşır (verflüchtigt); ikinci yöntemle ise soyut
belirlenimler, düşünce yoluyla somutun yeniden üretilmesini sağlarlar. Bu
sebeple Hegel, gerçeği, kendisini kendisinde [düzenleyip geliştirerek] bir
araya getiren/yineleyen (zusammenfassenden), kendi içinde derinleşen ve kendi
kendisini devindiren düşüncenin bir sonucu olarak kavrama yanılsamasına
düşmüştür; oysa soyut olandan somuta doğru yükselme yöntemi, düşünce için
yalnızca, somut olanı elde etmenin, onu tinsel bir somut (ein geistig Konkretes)
olarak yeniden üretmenin bir yoludur. Ne var ki somutun kendisinin oluşum
süreci hiçbir suretle bu değildir. Sözgelimi en basit ekonomik kategori,
diyelim ki mübadele değeri, belirli koşullar altında üretim yapan bir nüfusu
varsayar; ayrıca belirli türde bir ailenin -ya da topluluğun- ya da devletin
varlığını vs varsayar. Hâlihazırda verili somut, yaşayan bir bütünün soyut, tek
yanlı bir ilişkisi olarak var olmanın dışında başka hiçbir varoluşa sahip
olamaz. Buna karşılık mübadele değeri, bir kategori olarak tufandan önceki
devirlere ait bir varoluşa işaret eder. Bu yüzden, kavramsal düşünceyi gerçek
insan, kavranan dünyayı ise böyle tek bir gerçeklik olarak düşünen bir bilinç
-felsefi bilinç böyle belirlenir- için kategorilerin devinimi, sonucu dünya olan
-ne yazık ki itkinin yalnızca dışarıdan geldiği- gerçek üretim edimi olacaktır;
somut bütünlük (konkrete Totalität) düşünce-bütünlüğü (Gedanken-totalität), bir
düşünce-somutu (Gedanken-konkretum) gerçekten de düşünmenin ve
kavramsallaştırmanın bir ürünü olduğu kadarıyla -ki, yeniden bir totoloji olur
ne yazık ki- doğrudur bu; fakat hiçbir suretle görünün (Anschauung) ve temsilin
( Vorstellung) dışında ya da üzerinde düşünen ve kendi kendini doğuran kavramın
ürünü olarak değil, görünün ve temsilin kavramda işlenmesinin ürünü olarak.
Kafada düşünce-bütünü (Gedanken-ganzes) olarak beliren bütün (Ganze); sanatsal,
dinsel ya da pratik-tinsel yollardan farklı bir yoldan, ona mümkün tek bir
yoldan dünyayı kendine mal eden düşünen bir kafanın ürünüdür. Gerçek (reale)
özne, kafanın dışında kendi bağımsızlığında var olmayı daha önce olduğu gibi
sürdürür; yani kafanın tutumu salt spekülatif, salt teorik kaldığı sürece.
Dolayısıyla, teorik yöntemde de, öznenin, toplumun, ön-varsayım olarak akılda
tutulması gerekir.
Fakat bu basit kategorilerin, daha somut olanları
önceleyen bağımsız bir tarihsel ya da doğal varoluşu yok mudur? Ça dépend
[Duruma göre değişir] . Örneğin Hegel, haklı olarak Hukuk Felsefesi'ni, öznenin en basit hukuki ilişkisi olarak
sahiplik ile başlatır. Gelgelelim, sahiplik, çok daha somut ilişkiler olan aile
ya da efendilik-uşaklık ilişkilerinden önce var olmaz. Bununla birlikte,
yalnızca sahip olan fakat mülkiyeti olmayan ailelerin ya da kabile
topluluklarının var olduğunu söylemek doğrudur. O halde, mülkiyetle ilişkide
daha basit kategori, basit ailelerin ya da kabile topluluklarının ilişkisi
olarak görünür. Daha yüksek toplumda ise, gelişmiş bir örgütlenmenin daha basit
bir ilişkisi olarak belirir. Fakat sahipliğin ilişkisi olduğu somut dayanak
(Substrat) daima varsayılır. Tek bir vahşinin bir şeylere sahip olduğu hayal
edilebilir. Fakat o zaman da, sahiplik hukuki bir ilişki değildir. Sahipliğin
tarihsel olarak aileye doğru geliştiği doğru değildir. Aksine, o daima bu
"daha somut hukuki kategori"yi varsayar. Ancak şu da söylenebilir ki,
basit kategoriler, daha azgelişmiş somutun, daha somut kategoriyle tinsel
anlamda ifade edilen daha çok-yanlı bağıntıları ve ilişkileri [ortaya] koymaksızın
(gesetz) kendini gerçekleştirmiş olabileceği ilişkilerin ifadesidir; daha
gelişmiş somut ise, aynı kategoriyi tabi bir ilişki olarak muhafaza eder. Para,
sermaye ortaya çıkmadan, bankalar ortaya çıkmadan, ücretli emek vb ortaya
çıkmadan önce var olabilir ve tarihsel olarak var olmuştur da. Dolayısıyla, bu
taraftan [bakıldığında], daha basit kategorinin daha azgelişmiş bir bütünün
egemen (herrschenden) ilişkilerini ya da daha gelişmiş bir bütünün -ki bu
bütün, daha somut bir kategoride ifade edilen istikamette gelişmezden önce,
tarihsel bir varoluşu olan- tabi ilişkilerini ifade edeceği söylenebilir. Bu
noktada, en basitten karmaşığa doğru yükselen soyut düşünmenin yolu, gerçek tarihsel
sürece karşılık gelir.
Diğer yandan, kooperatifçilik, gelişmiş işbölümü vb gibi
en ileri ekonomik biçimleri içerisinde barındırmakla birlikte herhangi bir
paranın bulunmadığı, örneğin Peru gibi, çok gelişmiş fakat tarihsel olarak
olgunlaşmamış toplum biçimlerinin var olduğu ifade edilebilir. Slav
komünlerinde (Gemeinwesen) de, para ve paranın varlığını borçlu olduğu mübadele
komünün kendi içinde hiçbir biçimde görülmez ya da önemsizdir; yalnızca
sınırlarda, başkalarıyla alışverişte bir rolü vardır. Mübadeleyi, komünal
topluluğun orta yerine, asıl kurucu öğe olarak koymak genel anlamda yanlıştır.
Daha ziyade mübadele, başlangıçta aynı topluluğun üyeleri arasındaki ilişkilere
kıyasla farklı topluluklar arasındaki karşılıklı ilişkilerde görülür. Dahası,
her ne kadar para en eski çağlardan beri her yerde boy göstermiş olsa da, antikçağda
yalnızca tekyönlü olarak gelişmiş ülkelerde, sözgelimi sadece ticaret yapan
ülkelerde baskın öğe olmuştur. Hatta modern burjuva toplumunun önkoşulunu
meydana getiren paranın ileri gelişim düzeyine, Yunan ve Roma gibi antik
dönemin en gelişmiş uygarlıklarında, sadece çöküş dönemlerinde ulaşılmıştır. O
halde bu oldukça basit kategori, geçmişte kendi zirvesine ancak toplumun en
gelişmiş aşamasında erişmiştir. Daha sonrasında bile bütün ekonomik ilişkilere
nüfuz edememiştir. Mesela Romanın en ileri gelişim düzeyinde bile ayni vergi ve
ayni ödemeler temelde durmaktadır. Gerçek şu ki, para sistemi orduda gelişim
göstermiştir ve asla bütün emek sistemine hâkim olamamıştır. Bu sebeple, her ne
kadar basit bir kategori daha somut olandan tarihsel olarak önce gelebilirse
de, para kendi içsel ve dışsal gelişimine yalnızca karmaşık bir toplumsal biçim
içerisinde kavuşabilir; oysa daha somut olan kategori gelişimini daha
azgelişmiş bir toplum biçiminde tamamlamıştır.
Emek oldukça basit bir kategoridir. Bu anlamıyla genel
olarak emek fikri, oldukça eski bir fikirdir. Yine de politik ekonomi
tarafından sırf bu şekilde tanımlanan "emek”, bu basit soyutlamayı meydana
getiren koşullar kadar modern bir kategoridir. Mesela parasal sistem,
zenginliği kendisine dışsal bir şey olarak tamamen nesnel bir şekilde ve para
biçiminde tanımlar. Bu bakış açısıyla kıyaslanınca, endüstriyel ya da ticari
sistemin, zenginliğin kaynağını nesnede değil de kişilerin faaliyetinde, yani
ticari ve endüstriyel emekte görmesi, ileri doğru atılmış muazzam bir adımdı.
Ancak sözü edilen bu adım bile yalnızca para üretme faaliyeti içerisinde
düşünülmüştü. Fizyokratların sistemi ise belirli bir emek biçimini, yani
tarımı, zenginliğin kaynağı olarak ve zenginliğin kendisini para kisvesi
altında değil, tersine genel anlamdaki bir ürün şeklinde, emeğin genel neticesi
olarak gördükleri için daha ileri bir gelişime işaret eder. Fakat faaliyetin
sınırlamalarıyla ilgili olarak bu ürün yine de doğal bir üründür. Tarım
üretkendir, toprak tam anlamıyla
üretimin kaynağıdır. Öte yandan Adam Smith’in attığı şahane adım, zenginlik
üreten faaliyetleri belirlemeye ve zenginliği endüstriyel, ticari ya da zirai
açıdan değil, genel anlamdaki emek olarak tanımlamaya dayanıyordu. Zenginlik
üretme faaliyetinin evrensel karakterinin yanı sıra şimdi elimizde zenginlik
olarak tanımlanan nesnenin, yani genel anlamdaki ürünün, genel anlamdaki
emeğin, fakat geçip gitmiş olan ve nesnelleşmiş emeğin evrensel karakteri var.
Bu geçişin ne kadar zor ve büyük bir geçiş olduğu, Adam Smith’in zaman zaman
fizyokratların sistemine geri düşmesiyle de görülebilir. Şimdi, hangi toplum
biçimi içerisinde olursa olsun, bu durum yalnızca, çok eskiden beri insanların
karşılıklı üreticileri olduğu basit bir ilişkinin soyut ifadesini bulmak
anlamına geliyormuş gibi görünebilir. Bu bir anlamda doğrudur, diğer anlamda
ise değildir.
Emeğin özel türlerine yönelik kayıtsızlık, somut emeğin
hiçbiri diğerine baskın gelmeyen farklı türlerinin yüksek düzeyde gelişmiş bir
bütününün varoluşuna işaret eder. Dolayısıyla en genel soyutlamalar, yalnızca
en ileri düzeyde somut gelişmenin olduğu, tek bir özelliğin diğerleri
tarafından da paylaşıldığı ve hepsi için müşterek olduğu yerde yaygın bir
şekilde vücut bulur. O halde bu özellik artık tek bir özel biçim içerisinde
düşünülebilir değildir. Diğer taraftan emeğe ilişkin bu soyutlama, farklı emek
türlerinin somut bir toplamının yalnızca bir sonucudur. Emeğin özel türlerine
yönelik kayıtsızlık, bireylerin kendi paylarına düşme ihtimali bulunan özel iş
türünü onlar için zorunlu kılmayan, bir iş türünden diğerine kolaylıkla
geçmelerini sağlayan toplum biçimine karşılık gelir. Burada emek yalnızca
kategorik açıdan değil, gerçekte de genel olarak zenginlik yaratmanın bir
aracına dönüşmüş ve artık tek bir özel bireye ilişik olmaktan çıkmıştır. Bu
durum en ileri düzeyini en modern burjuva toplumunda, Amerika Birleşik
Devletleri'nde bulur. Modern ekonominin başlangıç noktası olan "emek”,
"genel anlamda emek", "başlı
başına emek" (sans phrase) gibi soyut kategoriler yalnızca burada
pratik olarak gerçekleşir. O halde modern Politik Ekonominin kendi başlangıç
noktası olarak belirlediği, antikçağa kadar uzanan ve bütün toplum biçimlerinde
mevcut bir ilişkiyi ifade eden en basit soyutlama, yalnızca en modern toplumun
bir kategorisi olan bu soyutlama içerisinde tamamen gerçekleşmiş olarak
görünür. Denebilir ki, Amerika Birleşik Devletleri'nde tarihin bir ürünü olarak
ortaya çıkan şey -yani emeğin özel türlerine yönelik kayıtsızlık-, örneğin
Ruslar arasında kendiliğinden doğal bir eğilim olarak belirir. Barbarların, her
şey gibi kendilerini de işe koşmalarını sağlayan doğal bir yatkınlığa sahip
olup olmadıkları ya da uygar insanların kendilerini her şeye uyarlayıp
uyarlayamayacağı gibi dünyadaki bütün farklılıkları yaratan şey budur. Üstelik
Rusların işin türüne yönelik bu kayıtsızlıklarının yanı sıra, onlar gerçekten
de dışsal etkiler tarafından engellenene dek oldukça sınırlı bir işin
tekdüzeliğine saplanıp kalan kendi geleneksel pratikleriyle de uyum
içindedirler.
Emeğe ilişkin bu örnek, bütün dönemler için geçerli
olmalarına karşın en soyut kategorilerin bile -sırf soyut karakterlerinden
ötürü- gerçek bir soyutlama olarak ortaya çıkmalarının tarihsel koşulların
ürünü olduğunu ve tam anlamıyla geçerliliklerini yalnızca bu koşullar altında
geçerliyken kazandıklarını çarpıcı bir biçimde gösterir.
Burjuva toplumu tarihsel açıdan en gelişmiş ve en çok
farklılaşmış üretim örgütlenmesidir. Bu toplumun koşullarının ifade edilmesi ve
bizzat onun örgütlenişinin kavranması, -vaktiyle sadece bir işaret olan şey
şimdi tamamen ifade edilir olduğundan- yıkıntıları ve kurucu öğeleri burjuva
toplumuna hayat veren ve hala bazı aşılmaz kalıntıları bu topluma sirayet eden
geçmişteki bütün toplum biçimleri için geçerli üretim örgütlenmesinin ve üretim
ilişkilerinin de derinlemesine kavranmasını sağlar. İnsan anatomisi, maymun
anatomisi için kilit bir önem taşır. Ancak daha alt türlerde gelişmiş
hayvanlara dair bulunan işaretler, şayet gelişmiş olan hayvan hâlihazırda
biliniyorsa anlaşılabilir. Burjuva ekonomisi antikçağ ekonomisi vb için bir
anahtar rolü oynar. Ne var ki bu durum, bütün tarihsel farklılıkları ortadan
kaldıran ve bütün toplum biçimlerinde burjuva toplum biçimini gören
iktisatçıların yöntemleriyle ilgili olarak hiçbir suretle doğru değildir. Haracın,
ondalığın vb'nin doğası, toprak rantının doğası bilindikten sonra
anlaşılabilir. Ancak bunların özdeş olduğu düşünülmemelidir.
Üstelik burjuva toplumu yalnızca birbiriyle çatışma
içindeki öğelerin gelişiminden doğan bir biçim olduğu için, daha önceki toplum
biçimlerine ait kimi ilişkiler, her ne kadar zayıflamış bir halde kamusal
mülkiyet durumundaki gibi daha önceki özelliklerin parodisi niteliğinde olsa
da, çoğunlukla bu toplum biçiminde bulunacaktır. Dolayısıyla, burjuva
ekonomisine ait kategorilerin diğer bütün toplum biçimleri için geçerli şeyleri
içinde barındırdığı söylenebilir olsa da, bu ifade şüpheyle karşılanmalıdır
(cum grano salis). Bu kategoriler, söz konusu biçimleri gelişmiş, zayıflamış ya
da karikatürize edilmiş biçimlerde içerebilir, ancak bu biçimler özünde daima
farklıdırlar. Buna ilişkin son çözümlemeye göre, tarihsel ilerleme denen şey
oldukça nadir görüldüğü ve yalnızca belirli koşullar altında kendi eleştirisini
yapabildiği için, söz konusu ilerleme kendinden öncekileri tam da kendisine
zemin hazırlayan öncüller olarak hesaba katan ve onları daima tek bir bakış
açısından algılayan nihai biçimi ifade eder. Kuşkusuz burada kendilerini bir
çürüme dönemi olarak gören tarihsel dönemlerden söz etmiyoruz. Hıristiyan dini,
belirli bir noktaya dek, tabiri caizse potansiyel olarak (dynamei) kendi
eleştirisini yapabilmek için hazır hale gelir gelmez, eski dönemlerin
mitolojilerine dair nesnel bir bakışa erişmemiz için bize yardım edebilir hale
gelmiştir. Aynı şekilde burjuva politik ekonomisi de, burjuva toplumunun
özeleştirisini başlattığı anda feodal toplumları, antik toplumları ve doğu
toplumlarını ilk kez anlamaya başlamıştır. Burjuva politik ekonomisi burjuva
sistemini tamamen geçmişle özdeşleştirme mitine kapılmadığı oranda, burjuva
sisteminin savaşmak zorunda kaldığı feodal sisteme yönelttiği eleştiri,
Hıristiyanlığın paganizme ya da Protestanlığın Katolikliğe yönelttiği
eleştirilere benzer.
Bütün tarihsel ve sosyal bilimlerde olduğu gibi, ekonomik
kategorilerin incelenmesinde de, öznenin, yani buradaki örneğimiz olan modern
burjuva toplumunun gerçeklikte olduğu kadar zihnimizde de verili olduğunu ve bu
yüzden kategorilerin yalnızca varlık biçimleri, varoluş ifadeleri ve çoğunlukla
da bu belirli toplumun, yani öznenin tek-boyutlu görünüşleri olduğunu ve
bilhassa da bu sebeple bir bilim olarak
Politik Ekonominin kökeninin hiçbir şekilde kendisine atfedilen anda
başlamadığını akılda tutmak gerekir. Bu, bilimin alt dallarına dair doğrudan ve
önemli bir bağlantıya sahip olduğu için kesinlikle akılda tutulmalıdır.
Örneğin, tüm üretimin ve varoluşun kaynağı olan toprağa
ve az ya da çok yerleşik bütün toplulukların ilk üretim biçimi olan tarıma
derinlemesine bağlı olduğu için toprak rantıyla ya da toprak mülkiyetiyle yola
çıkmaktan daha doğal bir şey yokmuş gibi görünür. Ancak bundan daha yanlış bir
şey olamaz. Bütün toplum biçimlerinde, diğer üretim tarzlarına baskın çıkan ve
bu yüzden sahip olduğu koşullar geri kalanların hepsinin kademesini ve nüfuzunu
belirleyen bir üretim tarzı vardır.
İşte bu üretim tarzı, diğer bütün renklere bürünebilen
evrensel ışıktır; renkler onun özgüllüğü aracılığıyla başkalaşırlar. Bu tarz,
kendi içinde ortaya çıkan her şeyin özgül ağırlığını belirleyen özel etere
benzer.
Hayvancılık yapan toplumları ele alalım (yalnızca avcılık
ve balıkçılık yapan kabileler ise, şimdiye dek gerçekleşen hakiki gelişmenin
başladığı noktada değildirler). Bu toplumlar, belirli bir tarım faaliyetiyle
düzensiz bir şekilde ilgilenirler. Toprak mülkiyetinin doğası bu suretle
belirlenir. Toprak ortak mülkiyettir ve söz konusu toplumlar kendi
geleneklerini devam ettirdikleri ölçüde bu biçimi az çok muhafaza ederler;
örneğin Slavlarda toprak mülkiyetinin durumu budur. Antik ve feodal
toplumlardaki gibi tarımın hâkim üretim tarzı olduğu, hatta imalat tarzının ve
ona ait örgütlenmelerin, kendilerine özgü mülkiyet biçiminin yanı sıra hâkim
toprak mülkiyeti sisteminin ayırt edici özelliklerine de az çok sahip olduğu
yerleşik nüfusla tarım yapan toplumlarda ise -ki bu yerleşik olma hali büyük
bir ilerleme meydana getirir-, toplum ya antik Roma'daki gibi bütünüyle toprağa
bağlıdır ya da ortaçağdaki gibi kırsalda hâkim olan biçim ve örgütlenmeleri
kentsel ilişkiler içinde taklit eder. Hatta ortaçağda sırf paraya dayalı
sermaye haricindeki sermaye, toprak mülkiyetinin niteliklerine geleneksel iş
aletleri biçiminde sahiptir.
Burjuva toplumunda ise tam tersi doğrudur. Tarım giderek
sanayinin bir koluna dönüşür ve tamamen sermayenin hâkimiyeti altına girer.
Aynı şey toprak rantı için de geçerlidir. Toprak mülkiyetinin hâkim biçim
olduğu bütün toplum biçimlerinde, doğal öğelerin etkisi en baskın etkidir.
Sermayenin hâkim olduğu toplum biçimlerinde ise, baskın öğe, toplum tarafından
tarihsel olarak yaratılmış olan öğedir. Toprak rantı sermayesiz anlaşılamaz,
oysa sermaye toprak rantı olmadan da anlaşılabilir. Burjuva toplumunda her şeye
hâkim olan ekonomik güç sermayedir. O halde, varış noktasının yanı sıra
başlangıç noktasını da oluşturması ve toprak mülkiyetinden önce açıklanması
gerekir. Birbirlerinden bağımsız olarak ele alındıktan sonra, aralarındaki karşılıklı
ilişki çözümlenmelidir.
O halde, ekonomik kategorileri tarihin seyrindeki
belirleyici etkenler şeklinde birbiri ardına dizmek saçma ve yanlıştır. Onların
sıra düzeni daha çok, modern burjuva toplumunda birbirleriyle kurdukları
ilişkiler tarafından belirlenir ve bu düzen, onların doğal düzeni ya da
tarihsel gelişimlerinin düzeni gibi görünen şeyin tam tersidir. Burada ele
aldığımız şey, farklı toplum biçimlerinin tarihsel dizisinde, ekonomik
ilişkilerin işgal etiği yer değildir. Öte yandan, tarihsel sürecin yalnızca
müphem bir kavramı olan "idedeki" (Proudhon) sıra düzenleriyle de hiç
mi hiç ilgilenmiyoruz. Ele aldığımız şey, ekonomik ilişkilerin modern burjuva
toplumu içerisindeki organik bağlantılarıdır.
Fenikeliler ve Kartacalılar gibi antikçağın ticaret yapan
uluslarını ayırt edici kılan belirleyici sınır çizgisi (soyut kesinlik), gerçek
hâkimiyetin tarıma bağlı olmasından kaynaklanır. Bu soyutlamaya göre sermaye,
ticari sermaye ya da paraya dayalı sermaye olarak, toplumun hâkim öğesini
meydana getirmediği yerde ortaya çıkar. Lombardiyalılar ve Yahudiler de
ortaçağın tarım toplumlarıyla aynı konumda yer alırlar.
Aynı kategorinin toplumun farklı aşamalarında farklı
roller oynadığına ilişkin bir başka örnek olarak şunu gösterebiliriz: Burjuva
toplumunun en son biçimlerinden birisi olan anonim şirketler, başlangıçta büyük
imtiyazlara sahip tekelci ticaret şirketleri biçiminde ortaya çıkarlar.
17. yüzyıl iktisatçılarının zihninde belli belirsiz bir
şekilde meydan gelen ve 18. yüzyıl iktisatçılarını kısmen avutmaya devam eden
ulusal zenginlik kavramına göre zenginlik, yalnızca devlet için üretilir ve
devletin gücü bu zenginlikle orantılıdır. Bu kavram, zenginliğin kendisini ve
üretimini modern devletlerin amacı ve modern devletleri de yalnızca zenginlik
üretmenin araçları olarak ilan etmenin bilinçdışı ve samimiyetten uzak bir
yoluydu.
İncelemenin düzeni açıkça şu şekilde olmalıdır: İlkin,
yalnızca yukarıda ifade edilen anlamda bütün toplum biçimlerine az çok
uygulanabilir olan genel ve soyut tanımlar; ikinci olarak, burjuva toplumunun
iç örgütlenmesini meydana getiren ve başlıca sınıfların zeminlerini oluşturan
kategoriler: Sermaye, ücretli-emek, toprak mülkiyeti, bunlar arasındaki
karşılıklı ilişkiler, şehir ve kır, üç büyük toplumsal sınıf, onlar arasındaki
mübadele, dolaşım, (özel) kredi; üçüncüsü, kendisiyle ilişki içinde
düşünüldüğünde burjuva toplumunun devlet biçimindeki örgütlenmesi,
"üretici olmayan" sınıflar, vergiler, kamu borçları, kamu kredileri,
nüfus, sömürgeler, göç; dördüncü olarak, uluslararası üretimin örgütlenmesi,
uluslararası işbölümü, uluslararası mübadele, ithalat ve ihracat, döviz kuru;
beşinci olarak da dünya piyasası ve kriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.