21 Haziran 2022 Salı

Göbeklitepe’nin Sırrı

Ercan Arslan

Göbeklitepe’yi yapanların bu bölgeyi seçmelerinin nedeni, buranın klanların birlikte avlandıkları bir bölge olması olabilir. Bu bölgede hayvanlar henüz evcilleştirilmemiştir. Hayvan sürülerinin denetim altına alınmaya başlandığı bir bölge olabilir. Günümüzde buna benzer bir örneği, kuzey kutup dairesine yakın yerlerdeki insanların Ren geyiklerini, doğal ortamlarına bırakıp bir yandan da takip etmeleri oluşturur.


Buzulların çekilmesinden sonra fauna ve floranın zengin olduğu, “bereketli hilal” dediğimiz bu bölgede, domuz, yaban keçisi, koyun vb. türler bulunmaktaydı. Burası bir sınır bölgesidir. Bu bölgenin üstünde ormanlık alan yer alır, alt bölgelerde ise düzlük alanlar bulunur. Bu düzlük alanları ise nehirler besler. Canlılar ormanlık alanları ve suya yakın yerleri tercih ederler. Ormanlık alan azaldığı için insanlar, bu nehirleri bir araç gibi kullanma yoluna giderken, diğer hayvanlar ve bitkiler ise su kaynağı olarak kullanır. İnsanlar, hayvanların su kenarına gelmelerini takip ederek onları avlama yoluna gitmiştir. Kanımca bu bölgedeki yerleşim yerleri, Fırat havzasının güney bölgesindedir ve nehirlere yakın yerlerde, köy yerleşkeleri şeklindedir. Bu bölgede birçok klan gidecek başka yerleri olmadığından, ortak bir konfederasyona yönelmişlerdir. Her bir klan ayrı bölgededir, fakat av sahası Kuzey Mezopotamya’dadır. Bu bölgeyi ortak kullanmışlar, sürüleri henüz evcilleştirmeden kontrol etmeye başlamışlardır. Göbeklitepe gibi yerleri de, bir depo alanı olarak kullanmışlardır. Burasının yüksek olmasının sebebi, etleri uzun süre koruyabilmek için serin yerleri tercih etmeleri ve hayvanları ürkütmeden gözetleyebilecekleri müstahkem bir yer olması olabilir. Burası yerleşim yeri değil, hayvanların kesildiği öldürdükleri hayvanların etlerinin depolandığı yerdir. Böylece zor kış şartlarında veya zor koşullarda depoladıkları besinleri kullanmaktaydılar. Tıpkı günümüzde evlerimizde buzdolabı ve derin dondurucular kullanmamız veya konserve yapmamız ve gerektiğinde/kışın bunları tüketmemiz gibi… Göbeklitepe’de binlerce öğütme taşı da bulunmuştur. Bu taşları buğday ve arpa öğütmede, etleri ezme işleminde kullanmış olmaları muhtemeldir. Etler ezilip, uzun süre dayansın diye tuzlanmış olabilir. Böylece bu ürünleri asıl yerleşim yerlerine akarsular vasıtasıyla veya yürüyerek götürmüş olabilirler. Özellikle Suriye içindeki Fırat’a bağlanan Habur çayı bunun için kullanılmış olabilir.

Erken Neolitik toplulukların, Kuzey Suriye’de Fırat nehrine yakın Jerh el Ahmar’da (toprağa gömülü yuvarlak merkezi yapılar) –Suriye’de Tell abr3, TellQaramel, Djade el Mughara, Tellhalula, Tell sabi Abyad, TellMüreybet, Abu hureyra, TellBougras-, Türkiye içinde ise Yeni mahalle, Hallançemi, Demirköy, Körtiktepe, Nevaliçöri vb. köy yerleşim yerlerinde yaşaması muhtemeldir. Göbeklitepe ve Karahantepe gibi yerler, bu toplulukların ortak kullanım alanları olabilir. Yabani buğday ve arpa, buzul çağı sonrası bu bölgede doğal ortamında gelişmiştir. Bu da yabani otçul hayvan sürülerini buraya çekmiştir. İnsanlarda doğal olarak hayvan sürülerini takip etmiş, Göbeklitepe’nin de dâhil olduğu bölgede daha çok avcılık faaliyeti yapmış/tuzaklar kurmuş, hayvan sürülerini denetim altına almaya çalışmıştır. Av bol olduğu için de, kendi kabilesine yetecek kadar avlanmış, özellikle yaz ve sonbahar dönemlerinde besleneceği kadar avlanmış, kışa doğru ise, depolama yöntemini seçmiş olabilir. Böylece göç etmeye zorlanmamıştır. Ayrıca hayvanların yabani bitkilerle beslendiğini görmüşlerdir. Hayvan popülasyonu fazlaysa veya kurak mevsimler olursa, yabani bitkiler azalır ve yabani bitkilerin azalması, hayvanların aç kalmasına sebebiyet verir. Dolayısıyla hayvan popülasyonu azalır ve bu da insanları etkiler. İşte bunu insanlar deneyimleyerek öğrenmişler ve buna uygun arayışlara gitmek zorunda kalmışlardır. Doğal ortamlarında yetişen bitki ve hayvanlar için suni ortamlar yaratarak, onları ıslah etmeye başlamışlardır. Yani doğal olan habitatın, nehir kenarlarına yakın yerlerde kopya edilmesi ve doğanın insan ihtiyaçları doğrultusunda değiştirilmesi gerçekleşmiştir.

Fırat ve Dicle havzası, Nil deltasına benzetilebilir. Nil nehri güneyden Afrika’dan doğar. Nübye denilen üst bölge ve çevresi doğal habitatın uygunluğu yönünden canlıların yaşaması açısından daha verimlidir, aşağıya Mısır’a doğru gidildikçe ortam çölleşmeye başlar. Sadece Nil nehri kenarları canlıların yaşaması için elverişlidir. Bu bölgede insanlar yerleşikliğe geçmeden önce, Nil deltasının üst bölgelerinde Nübye denilen yerde yoğunlaşmış olmalıdırlar. Burayı insanlar yukarı Nübye ve aşağı Nübye olarak ikiye ayırmışlardır. Yerleşikliğe geçişle birlikte daha aşağı bölgelere gelmişler ve burayı da yukarı Mısır ve aşağı Mısır olarak ikiye ayırmışlardır. Mısırlılar bu süreci yaşam ve ölüme benzetmişler; verimli alüvyonlu topraklara Kemet (kara toprak), çöl olan bölgeye de Deşret (kızıl toprak) demişlerdir. Mısır kozmogonisinde Nil nehri (Nun) yaşamın kaynağıdır. Atum, taşkın suların çekildikten sonraki toprak parçası ve şahin Horus ise o toprakta yetişen kamışa konan gökten yere inen tanrıdır. Kozmogoni, insanlar neyle geçiniyorlarsa, yaşamalarını ne sağlıyorsa, ona göre şekillenmiştir.

Fırat ve Dicle havzası dediğimiz bölgede insanlar genellikle su kenarlarında yerleşim yerleri kurmuşlar, hayvanları yavaş yavaş evcilleştirmişler ve bunları besleyebilmek için de tohumu ıslah etmeye başlamışlardır. Tohumu ıslah ederken de en dayanıklı buğday tanelerini bitkinin evrimi neticesinde seçmişlerdir. Yabani bitki doğal ortamında genelde tohumlarını erkenden döker, bitkinin sapında ancak birkaç tanesi kalır. Bu erken dökülenlerin de çok azı tekrar yetişebilir; karıncalar vb. canlılar onları uzaklaştırabilir/tüketebilir. Doğada canlılar evrim geçirirler ve yavru sayısını arttırırlar; buğday ve arpa gibi bitkiler de böylesi bir evrim geçirmiştir. İnsanlar geç düşen buğdayları toplayarak, doğal evrimi geliştirmişler ve buğdayı daha dayanıklı bir konuma getirmişlerdir.

Fırat ve Dicle havzası doğal bir av sahasıdır. Kuzey Mezopotamya’daki “bereketli hilal” dediğimiz bölge, yabani bitkilerin ve hayvan sürülerinin yoğunlaştığı bir yerdir. Nehirlerin üst bölgesi hayvanların geçişine müsaittir. Nehirlerin aşağısına doğru inildikçe hayvanların nehirlerden geçişi zorlaşır ve insanlar için bu hayvanları avlayabilecekleri ve kontrol altına alabilecekleri doğal bir kapan ortamı oluşur. Bu yüzden de hayvan sürüleri genelde kuzey Mezopotamya kısmında ve nehir kenarlarına yakın yerlerde yoğunlaşır. İşte bu dönemdeki insanlar bunu öğrendikleri için üst kısımlarda av sahaları oluşturmuşlar ve hayvan sürülerini yönlendirmeye çalışmışlardır. Hayvan sürüleri su ihtiyacını gidermek için su kenarlarına gelmek zorundadır. İnsanlar da bunu öğrendiklerinden hayvanları avlayabilmek için ve kendilerinin su ihtiyaçlarını gidermek için, su kenarlarına yakın yerlerde konuşlanmışlardır. İklim şartları da her zaman uygun değildir, dönem dönem kıtlıklar meydana gelmektedir. Verimsiz iklim şartları doğal bitki örtüsünü etkiler. Bitki örtüsünün azalması da doğal olarak bununla beslenen canlıları etkiler. Bu sebeplerin birikmesi neticesinde, insanlar doğal şartları kendi iradi çabalarıyla değiştirme yoluna gitmişlerdir. İlk başlarda hayvanları avlayabilmek için su kenarlarında yoğunlaşmışlar ve zamanla hayvanları buraya çekmek ve kendilerini de besleyebilmek için su kenarlarına yakın yerlere yabani bitkileri ekmeye başlamış olabilirler. İnsanlar bu dönemde doğayı kopya ederek, onu kendi ihtiyaçları doğrultusunda değiştirerek yerleşikliğe geçmiştir. Kuvvetle muhtemeldir ki, ilk yerleşikliğe başladıkları yerler, çekirdek bölge diyebileceğimiz Fırat havzası ve nehir kenarlarıdır. Göbeklitepe’nin olduğu bölgeyse hayvanların ve bitkilerin doğal ortamıydı. Bu yüzden burası, hayvan sürülerinin takip edildiği ve kontrol altına alınmaya çalışıldığı bölgedir. Gruplar bu bölgede ortak faaliyet yürütmüşlerdir. Buradakiler genelde kabilelerin avcı olan gruplarıdır. Kabileler bu bölgeyi ortak kullanmışlar ve birlikte hareket etmişler, hayvanları paylaşmışlar ve Göbeklitepe gibi yerleri birlikte yapmışlardır. Göbeklitepe’deki taşlardaki hayvan figürlerinin değişik olması bunun kanıtıdır; farklı totem hayvanları, farklı kabileleri temsil ediyor olabilir. Burasının ortak kullanım alanı olması, aralarında rekabetin oluşmaması ve dokunulmazlığın sağlanması için bir kutsiyet atfedilmiş olabilir (Zigguratlardaki vb. yerlerdeki ürünlerin depolanması buna benzetilebilir). Asıl kabilelerin yerleşim yerleri aşağı kısımlardadır; Harran ovası, Fırat deltası ve su kenarlarına yakın olan yerlerde, köy yerleşimleri şeklindedir. Bunlar, Göbeklitepe’deki gibi yuvarlak planlıdır, zamanla yerleşiklik sabitleştikçe kare planlı yapılara dönüşmüştür. Jehr El Ahmar, Fırat nehri kenarındaki köy yerleşkesidir ve M.Ö. 9600 yıllarına tarihlenmiştir; Göbeklitepe’yle aralarında 400 sene bulunmaktadır. Kanımca bu bölgede, Göbeklitepe’yle benzer zamanlara tarihlenebilecek yakın yerleşim yerleri olabilir. Bu yerleşim yerleri, nehir kenarına yakın olması ve taşkınlar sebebiyle yok olmuş da olabilir.

M.Ö. 8000’lerde Göbeklitepe aniden terk edilmiştir. Bunun sebebi iklimsel değişiklikler, buzulların biraz daha iç bölgelere çekilmesi olabilir. Göbeklitepe’nin kullanıldığı dönemde buzullar burayı su yönünden beslemekteydi ve nehirlerdeki akıntılar sonraki dönemlerdeki kadar yıkıcı etkiye sahip değildi. Buzlardan gelen su, yağmur suyu gibi sert akmaz, toprağı yavaş yavaş besler, erozyona daha az sebebiyet verir. Tufan söylenceleri de bu süreçten sonra oluşmaya başlamış olabilir. Bu yüzden insanlar bu bölgeyi terk etmişler, bir kısmı Anadolu’nun iç bölgelerine, bir kısmı da tarımın uygun olduğu Fırat ve Dicle arasına göç etmiştir. Göçün sebebi, ekilen yerlerin verimsizleşmesi (toprağın mineral yönden zengin yapısı, ürünlerin toplanması, yeniden toprağa karışmasının engellenmesi yüzünden zamanla verimsiz hale gelir) ve toprakların zamanla akıntıyla, erozyonla, nehirlerin aşağı kısımlarında alüvyonlu bölgeler oluşturmasıdır. Bu sebeplerden dolayı insanlar ilk önce Fırat havzasına yakın çekirdek bölgede yerleşikliğe geçmeye başlamış, bu bölgenin zamanla verimsizleşmesi ve iklimsel koşulların değişmesi yüzünden Fırat ve Dicle nehrinin birleştiği alüvyonlu bölgede yoğunlaşmıştır.

Daha önceden Sümerlilerin yaşadığı bölge verimsizdi; buranın verimli hale gelmesi, alüvyonlu toprakların Kuzey Mezopotamya’dan buraya ırmaklar sayesinde taşınmasıyla gerçekleşmiştir. Böylece verimsiz yerler verimli hale gelir, biri ölürken diğeri yaşamaya başlar, tufan burayı yıkar ve yaşamı yeniden yaratır. Sümer medeniyeti ve burada gelişen diğer medeniyetler ile mitolojileri, bu gelişmenin bir sonucudur. Gılgameş destanı, doğanın dönüştürülmesinin ve yabanıl hayatın insanların ihtiyaçları için kullanılmasının bir tasviridir. Destanda Gılgameş, ilkönce Uruk şehri tarafından kendilerini yönetmesi için seçilmiştir, sonra bu süreç Gılgameşin arkadaşı Enkidu için geçerlidir; o da doğal ortamdan devşirilmiştir. Destanın ileriki aşamalarında ise Gılgameş ve Enkidu’nun birlikte, ormanların koruyucusu Humbaba’yı (yabani hayatın temsilcisi, Toprak Ana’nın yardımcısıdır) öldürmeleri ve sedir ağaçlarının yerleşim yeri için (doğanın dönüştürülmesi) kullanılması anlatılır. Bu yabanıl yaşamdan yerleşik yaşama geçişin bir sembolüdür; yabanıl yaşamı toprak ana doğurur, insan bu süreçte doğaya daha çok bağımlıdır, yiyebileceği kadar avlanır, anaerkil bir yapıdadır. Aletlerin çeşitlenmesi, erkeğin üretimde baskın hale gelmesi ve yerleşikliğe geçişle birlikte tarımda sabanın kullanılması gibi özellikler ataerkil yapıyı baskın hale getirmiştir. Destanda ormanların koruyucusu Humbaba’nın öldürülmesi, kentsel dönüşümü simgelemektedir.  Bu yaşamın döngüsüdür ve karşıtlık hâkimdir; yaşam ve ölüm iç içe geçer. Mısırlılar’da, yaşamın kaynağı Nil nehridir. Güneyden toprak anadan doğar, yaşamı getirir, yaşamı getirirken de bir şeylerin ölmesi gerekir, taşkınlar olur, alüvyonlu verimli topraklar, kuzeye taşınır, düzensizlik, düzene döner. Bu süreç Mezopotamya’da yaşayan insanlar için de benzerdir. Fırat ve Dicle nehirlerinin doğduğu yer olan Kuzey Mezopotamya, yaşamın kaynağıdır, toprak anayı temsil eder, yaşamı doğurur, aynı zamanda yok eder, bütün canlılar toprak anadan doğar, tekrar toprak anaya döner (bitkilerin baharda yeşermesi, sonbaharda ölmesi). Mezopotamya mitolojisinde İnanna toprak anayı, Temmuz (Dumuzi) ise onu dölleyen, onu dönüştüren olarak temsil edilir. Gılgameş, Enkidu ve Humbaba, Temmuzla simgelenir, bunları toprak ana doğurur.

Dolayısıyla Göbeklitepe ve Karahantepe gibi yerlerin bulunduğu bölge, yaşamın doğduğu ana toprak olarak kabul edilebilir ve hamile bir kadına, nehirler de doğumdan önceki su boşalmasına benzetilebilir. Bereket kültüyle simgelenmiş ve üzeri toprakla örtülmüştür. Dikili taşlar kabile üyelerini temsil ediyor olabilir. İnsanları toprak ana doğuruyorsa, ölümle birlikte tekrar yeniden doğması için üzeri toprakla örtülmüştür diye yorumlanabilir. Canlılar, bitkiler ve yaşamı besleyen su, bu yerden doğmuştur. Yaşamı getiren ölümü de getirir. M.Ö. 8000’lerde terk edilmesinin sebebi, ikliminin bozulmaya başlaması ve buraların verimli topraklarının nehirlerle alt bölgelere taşınması, yaşamın alüvyonlu topraklarda yeniden doğması olarak yorumlanabilir. Asıl kaynak, yaşamın doğduğu, suların geldiği yerdir; bu yüzden kutsallaştırılır.

Yararlanılan kaynaklar:

1. Eski Mısır, Toby Wilkinson, Say Yayınları

2. Aktüel Arkeoloji Dergisi, Sayı: 69, Haziran 2019-Uygarlığı Yaratanlar

8 yorum:

  1. Güzel ve cesaretli bir deneme yazısı. Tarihleme eksikliği anlatıları doğrulama ya da yanlışlama fırsatı vermediği için eleştiri yapmak zor benim için. Son sözüm ''çoğu otoritenin' tapınak dediği Göbeklitepe'ye farlı bir bakış açısıyla yaklaşmanız cesaretli bir davranış...

    YanıtlaSil
  2. Gereksiz tekrarlar çok, bir çok doğru bilgiye rağmen konunun asıl sorunu olan Göbekli Tepede taşlara çizilen hayvanlar hakkında eksik bilgi var. O taşlar üzerindeki hayvanlar daha çok o bölgede yaşıyan hayvanlardır. O alan ölülerin O hayvanlar tarafında yenilmesine ortam hazırladıklarını gösterir. O hayvanlar ölüleri yiyerek onların ruhlarını tanısında amacını taşır daha çok. Bir çeşit reankrasyon gibi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

      Sil
    2. Bu makale belirli bir konuyu anlatmak için yazılmış ve genel bilgileri içerir; her şeyi ayrıntılı anlatması beklenemez. Tasvirler sizin söylediğiniz gibi reankarnasyonu ve ölülerin etlerinin yenmesini kanıtlamaz. Akbaba ve yırtıcı kuşların yer alması yersel olanla göksel olanın yer değiştirmesi ve ruh göçü ,öte aleme geçiş içindir. Bu özellik çatalhöyükte ve günümüzde Nepalde de vardır. Buradaki amaç insanlar öldükten sonra ruhları öbür dünyaya gitsin diye etleri kemiklerinden ayrılıp göksel olan dünyanın temsilcisi akbabalar yesin diye yüksekçe bir yere konulmaktaydı. B u reankarnasyon değil öbür dünya göçünde insanlara yardımcı bir unsurdur. Ayrıca sırtında leopar taşıyan insan heykeli Şanlıurfa Karahantepe’de Prof.Dr. Necmi Karul başkanlığında yapılan kazılarda açığa çıkarılmıştır.Yaklaşık tarih M.Ö. 9400-9200’dür. Bu heykelin yapılış amacı leoparın vahşi yaşamı temsil etmesi, besin zincirinin tepesinde yer alması , evcilleştirilememesi, onun özenilen bir vahşi hayvan olarak kabul edilmesini sağlamış olabilir, leopar gece avlanır, gözleri insandan 6 kat fazla görür, gece avlanması ve değişik hırıltılı ses çıkarması sebebiyle ölüler alemine, mistik aleme geçişte yardımcı olabileceği , ölümün bir son olmadığı , ölümle birlikte yaşamın yeniden başladığı, leoparın öldürdüğü hayvanların, leoparda yaşadığı ruhlarının ona geçtiği böylece yaşamın yeniden doğduğuna inanıldığı bir süreç olabilir, leoparın usta avcı olması sebebiyle insanında öyle özellikler göstermesi istenir; bu sebepten de leopar adam betimlenmesi yapılmış olabilir, böylece leoparın özellikleri insana da geçer, artık insanın öldürdüğü hayvanların ruhları insanda hayat bulur, vahşi yaşam ,bu dönüşümle yeniden yaratılır. Ölüm bir son değildir, ölümle birlikte yaşam yeniden yaratılır, bu ölümü de gerçekleştiren artık leoparla özdeşleşen insandır. Burada yaşayan insanlar Leopar klanına ait veya en güçlü leopar klanının önderliğinde olan kabileler birleşkesi olabilir, böyle bir yapıyı klanların gerçekleştirmesi zordur, daha örgütlü komplike bir insan grubunun yapmış olması daha muhtemeldir. Bu leopar adam betimlemesi , daha sonra Çatalhöyükte karşımıza çıkar. Güney Amerika’daki Maya ve Aztek uygarlıklarında da jaguar adam olarak görülür.
      Ercan Arslan

      Sil
  3. Makale her ne kadar "besin popülasyonu" açısından "sosyal popülatif" bir yaklaşım geliştirse de, popülatif-besin türlerini "popülatif emek türlerinin birleşik diyalektiğinin süreclerini" ve bunun toplumsal sistemlerle baginı "karmasik" sunuyor. Yani insan toplumunun ilk emek bicimi olan toplayici emek ile ikinci emek bicimi olan avci emek arasindaki diyalektik bağ tam anlamiyla kurulamıyor. Dolayısıyla emekolojik-diyalektigi acıdan makalenin her satiri eleştiriye tabi tutulabilir. Göbeklitepe toplayici emek topmundan ayri olarak avci-emek toplumuna ait bir döneme tekabül etmektedir. Emek türlerindeki temsiliyetizm türü ve buna ilişkin inanç sistemi de bu emek türüne bağlı olarak geliştiğini varsaydigimizda " cok amacli bir tapinaga " da benzetile biliniyor. Morganci burjuva tarih yanilsamasi barbarlık donemi diye gördugü "avci-toplayici" toplum diye betimledigi bu donem hakkındaki yanılsamaları bu gün bile bu makalede bile görülebiliyor. Hee ne kadar morgoncu görüşten kopsa da makale, sosyal-morgonculuktan kurtulamıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arkadaş insanların anlayabileceği bir cümle kurmak istemiyor ; yeni kavramlar geliştirerek olduğundan farklı bir düşünceyi savunuyormuş gibi görünüyor. İnsan toplumunun ilk emek biçiminin toplayıcı emek ve sonra avcı emek olduğunu kendi fikir dünyasından çıkarmış , bu tartışılır, insan 2 milyon yıla yakın bir süre avcı ve toplayıcı olarak faaliyet yürütmüştür , koşullara göre bazen toplayıcılık yapmış çoğu zaman da avcı olarak faaliyet yürütmüştür, insan genelde ilk zamanlarda genelde etçil bir konumdaydı , bunu kör bağırsağın evrimi sayesinde öğreniyoruz. Ayrıca bu dönemlerde insanlar vahşi yaşam koşulları sebebiyle sürekli bir hareket halindeydiler . bu hareket insanların protein yönünden eksra bir enerjiye ihtiyacını döğurmuştur. Bu enerjiyi genelde hayvansal gıdalar sağlayabilir. Bu yüzden ilk emek biçiminin avcılık olması daha doğrudur.
      Emekolojik ve temsiliyetizm tespitleri de Marksizme uzak ütopik anarşist ve ekolojist tespitlerdir. Ayakları yere basmıyor.
      Morgoncu ve Engels’ci görüşten de kopmuyorum ,koşullara göre bunun her yere uygulanamayacağını belirtmek istiyorum , koşullar her yerde aynı değildir, bazen toplumsal norm kurumları üretim ilişkiileri uygun olmadığında belirginleşir. Bazen de üretim ilişkileri toplumsal norm kurumlarını şekillendirir ve onu değişikliğe uğratır. Bu yapılar durağan değildir, karşılıklı birbirlerini etkilerler. Marksizm determinist bir yapıda değildir. Nesnel koşullar temel olmak koşuluyla üst yapı kurumları belirginleşir,zamanla da üst yapı kurumları da nesnel durumlara etki ederek yapının değişmesine sebebiyet verir.
      Gens kurumları katı yapısını izole ortamlarda ve dışardan gelebilecek bir tehdit olmadığı sürece sürdürür; Amerika yerlilerinde görülen gensin katı yapısı bu yüzden belirgindir. Bu kaybolduğunda gens kurumu değişikliğe uğrar ve üretim süreci daha belirgin hale gelir.
      Ercan Arslan

      Sil
  4. Yılmaz mira kulak

    YanıtlaSil
  5. Tarih yazıyla başlar biliyorsunuz. Göbeklitepe tarih öncesine ait bir yerleşkedir. Antropologların görüşleri, yazılı belgeler olmadığı için, tahminden öte kesin bilgiye gitmez. Ancak, hep tarih öncesini inceledikleri için, tahminleri daha akla yatkın olabilir.
    Ercan Aslan'ın kullandığı dil de kesinlik içemiyor, "olabilir" diyor. Evet, kesin bilgi değil, farklı bir tahmin, dikkate değer.

    YanıtlaSil

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.