27 Ocak 2022 Perşembe

Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm: Bir Eleştiri

Mahmut Boyuneğmez

Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm adlı kitaptan yeni haberim oldu. İsmini okuduğumda heyecan duydum. Çünkü 20. yüzyıldaki bilimsel ilerlemelerin sunduğu zemin üzerinde yeni kavramlaştırmalar, yeni soyutlamalar yapılmış olmalıydı. Fakat kitabı okuduğumda durumun böyle olmadığını gördüm. Kitapta ağırlıkla diyalektik materyalizmin ışığında bazı bilimsel konular ele alınmıştı. Hatta bazı bilimsel konular hemen neredeyse hiçbir felsefi yorum yapılmadan, sadece aktarılmıştı. Yeri geldiğindeyse diyalektik materyalizme dair örnekler verilmişti…

Kitabın içerisindeki başlıkları tek tek değerlendirmek istemiyorum. Bilimsel bilgilerin, yazıların ağırlıklı kısmını oluşturduğu başlıkları, ayrıntılarıyla değerlendirmek gerekmiyor. Çünkü bunlar felsefenin değil, bilimsel literatürün kapsamında kalıyor. Ancak ilk yazı diyalektik materyalizm konusunda genel bir çerçeve çiziyor ve bu yazının değerlendirilmesi gerekiyor.


****

Tarih İçinde Diyalektik Materyalizm-Erhan Nalçacı

“İnsanlığın en uzun geçmişini oluşturan ilk sınıfsız toplumlarda felsefe, bilim, teknik, ideoloji, eğitim, sağlık gibi bağımsız kategorilerin olmadığı düşünülüyor. Ancak daha önemlisi iki milyon yıla yayılan bu dönemde bir artı ürün üretimi olmadığı için toplumun sömürüye dayanmaması ve çıkarları çatışan gruplara yer olmamasıydı.” (s. 15)

“Bağımsız kategoriler”den ne kastedildiğini tam olarak anlamış değilim, fakat ilkel topluluklarda, gelişmemiş de olsa bilim, eğitim, sağlık, teknik, ideoloji gibi pratikler ve düşünsel üretimler vardı. Örneğin ilkel topluluklarda hangi otların, hangi hastalık durumlarına iyi geldiği deneyimler üzerinden biliniyordu ve kuşaktan kuşağa eğitimle aktarılıyordu. Aşölyen, Oldowan kültür gibi tekniklerin bu dönemde var olduğunu da biliyoruz. Daha sonraları, animizmin, totemizmin, şamanizmin ve bunların yanı sıra basit bilimsel/realist düşüncelerin, ilkel eşitlikçi toplulukların ideolojik dünyalarının bir bölümünü oluşturduğu da söylenmelidir. İlkel sınıfsız toplulukların, yaklaşık “iki milyon yıl” süren bir dönem boyunca “takım”lar oluşturdukları, ancak bu grupların “toplum” sayılamayacaklarını düşünüyorum. Günümüzde halen varlığını sürdüren eşitlikçi toplulukların da,  gelişkin toplumsal ilişkilere sahip olmadığını biliyoruz. Homo sapiens’in eşitlikçi topluluklarının ortaya çıkışıysa, Neandertalleri de katarsak, en fazla 250 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. Yani insanın “ilk sınıfsız topluluklarının” varlığını, iki milyon yıl öncesinden başlatmak yanlıştır.

“Aslında kendi içinde farklı üretim tarzları barındıran ama eşitlikçi yapısı nedeniyle ‘ilkel komünal toplum’ olarak adlandırılan bu toplumsal formasyonun ‘kendiliğinden materyalist’ olduğunu söyleyebiliriz.” (s. 15)

Kanımca söyleyemeyiz. Çünkü tarih boyunca her toplumda olduğu gibi günümüzde de, insanlar somut pratikleri olmadığında, üretmediklerinde, barınak yapmadıklarında, açlığını gidermek için adım atmadıklarında vb. yaşayamayacağını bilir. Bu anlamıyla “kendiliğinden materyalist”/realist düşüncelere sahip olunmadan, günlük yaşamı devam ettirmek mümkün değildir. Fakat ilkel eşitlikçi topluluklardaki animizm, totemizm, Şamanizm gibi metafizik düşünceleri göz önüne aldığımızda, bu inançların kapsamındaki düşüncelerin sınanabilir olmadığı ve gerçekliği dönüştürücü bir işleve de sahip olmadığı kavranmalıdır. Bu ideolojiler “felsefeyi içeriyor” denebilir, fakat “bilimi içerdiği” (s. 15) düşüncesi yanlıştır. “Buradaki varsayımlar (…) sınanmaya ve değişime açıktı.” (s. 15). Oysa bu metafizik düşüncelerin içeriği sınamaya açık değildir; elbette zaman içerisinde kişiler arası ilişkiler geliştikçe, metafizik düşünceler de değişim geçireceklerdir. İlkel eşitlikçi topluluklarda hangi “üretim tarzları” olduğunu ise ben bilmiyorum. Belki yazar, avcılık, toplayıcılık (kanımca, araçlar kullanıldığından ve az miktarda da olsa hammaddeler işlendiğinden, bunlar "üretim"dir),  yabanıl tahılların devşirilmesi, köy tarımı, göçebe-çobanlık gibi üretim çeşitlerini birer “üretim tarzı” sayıyor olabilir. Fakat alışılmış anlamıyla üretim tarzını bu şekilde değerlendirmiyoruz.

“Artı ürüne el koyan sınıf kendi eşitsiz durumunu meşrulaştırmak üzere inançları/varsayımları mutlaklaştırdı.” (s. 15) Kanımca, metafizik inançların temel ilkeleri/kavramları değişmiyor, fakat bu kavramların anlamı, ilkelerin yorumlanış biçimi tarih boyunca değişimlere uğruyor.

“Bir yandan emekçi sınıfların kendiliğinden materyalizmi sürecek, diğer yandan idealizm din şeklinde emekçi yığınlara enjekte edilecekti.

İdealizm egemen sınıfın örgütlediği bir araç olarak emekçi sınıfların aklına saldırdı.” (s. 16)

İdealist felsefelerin, egemen sınıfların dünya görüşüne katıldığı söylenebilir. Burada ise “idealizm” ile din kastediliyor. Bunu anladım. Fakat dinin emekçi sınıflara “enjekte edilmesi”, onların “aklına saldırması”, kanımca çok kaba ifadeler. Şöyle ki; emekçi sınıflar basit bilimsel/materyalist fikirleri de, din formunu alacak düşünceleri ve davranış kalıplarını da, yaşamlarında üretir ve yeniden üretirler. Bunlar büyük oranda onlara dışarıdan “enjekte edilmez”. Yazar, dinlerin, nesnel ve öznel idealizmi kapsadığını da belirtiyor (s. 16). Oysa dinlerde, nesnel idealizm ilkesel olarak bulunursa da, öznel idealizm fikrini barındıran bir din türü olduğunu, ben bilmiyorum.

“Hegel’de madde değil, düşünce kendi içinde çelişkiler yaşamakta, bu çelişkiler nicel değişimlere yol açmakta ve sonra nitel dönüşüm gerçekleşmekte ve bu düşünceye ait süreçler maddeye yansımaktadır.” (s. 18)

Açık yazayım; bu yazılanların Hegel’in felsefesiyle bir ilişkisi yok. Başka bir ifadeyle, Hegel’in felsefi sisteminde, böylesi karikatürize bir “değişim dinamiği” bulunmuyor. Aziz Yardımlı’nın Hegel’in eserlerini berbat bir Türkçeyle çevirmesi, onları okuma zorluğunun objektif yönünü oluşturuyor. Fakat Hegel’in düşüncelerinden bahsetmeden önce, çoğu kez onu okuma zahmetine de girilmiyor.

“(İşçi sınıfı-MB) aynı zamanda öznel idealizmin bir türü olan pozitivizmi ve nesnel idealizmin türevi olan Hegel’in diyalektiğini ve Feuerbach’ın tarihselci olmayan metafiziğini eleştirerek diyalektik materyalizme dayalı aydınlanmayı mücadele araçlarına ekledi.” (s. 18-9)

Birincisi; pozitivizm, “öznel idealizmin bir türü” değildir. İkincisi; Hegel’in diyalektiği, nesnel idealizmin “türevi” değildir. Marx, Hegel’in akıl yürütme yolunu eleştirir. Üçüncüsü; Feuerbach’ın felsefesine “metafizik” demek haksızlıktır. O, bir materyalisttir. Yazar, düştüğü bir dipnotta yine yanılıyor: “Ancak değişim içermeyen toplum anlayışı Marx ve Engels tarafından metafizik bulunarak ağır bir şekilde eleştirilmiştir.” (s19). Oysa Feuerbach’ın bir “toplum anlayışı” yoktur, bırakın değişim içermemesini… Marx ve Engels, Feuerbach’ın materyalist felsefesini “metafizik” olarak değerlendirmezler.

Yazar, SSCB’de diyalektik materyalizmin, “yığınların siyasi hareketinde bir eylem kılavuzuna dönüş(tüğünü)” (s. 19) belirtiyor. Kanımca, spesifik bazı politik görüşlerle, spesifik bazı felsefi ideolojiler arasında bir uyum ve tümlenme vardır. Örneğin diyalektik ve tarihsel materyalizmle komünizm arasında, ampirizm ile liberalizm arasında, sosyal-darwinizm ile faşizm arasında olduğu gibi… Felsefi ideolojiler, dünya görüşlerine katılırlar. Fakat “siyasi hareketlerin eylem kılavuzu” kanımca, politik ilkelerdir; felsefi görüşler değildir.

Geldik asıl konumuza… Diyalektik materyalizm nedir? Bu felsefenin “kategori ve yasaları” nelerdir?...

Başlamadan önce sorunlu bir ifadeyi aktarmak istiyorum: “İdealist felsefenin kafa karıştırma niyetiyle yazılmış karmaşıklığına karşı (…)” (s. 20). Filozoflara “kafa karıştırma niyeti” atfetmenin, bize yakışmadığını ve doğru da olmadığını düşünüyorum. Örneğin Marx’ın kavramları “kendine özgü” kullanımı da, birçok okur için “kafa karıştırıcı” olabiliyor. Vilfredo Pareto, “Marx’ın sözcükleri yarasalar gibi; onlara bakan hem bir fare hem de bir kuş görebilir” diye yazarken, bu durumu anlatıyordu (Pareto’dan aktaran Bertell Ollman, Yabancılaşma, Çeviren: Ayşegül Kars, Yordam Kitap, 1. Baskı, 2008, s. 27). Marx’ın ya da başka bir düşünürün fikirlerini anlamak için, elbette çaba sarf etmek ve ilişkili başka okumalar da yapmak gerekiyor.

“(Diyalektik materyalizm-MB) bütün bilimsel verilerin en genellenmiş tümevarımıyla elde edilmiştir. Öte yandan tümdengelim yöntemiyle bilgi üreten büyük bir düşünme aracıdır.” (s. 20). Diyalektik materyalizmin “kategorileri ve yasaları”, bilimsel bilgilerin sunduğu zenginlikten soyutlanmıştır; burası doğru. Ancak bütün bilimsel verilerin, üst düzeyde genellenmesiyle elde edilecek bir teori yoktur. Bilimsel araştırmaların bize sunduğu nesneler, olaylar, etkileşimler, süreçler, süreçlerin yönleri, eğilimler, ilişkilere bakıp, bunlarda ortak olarak yakalanan bazı örüntülerin ve kavramların soyutlanmasından bahsedilmelidir. Öte yandan, diyalektik materyalist felsefe, “bilgi üretmez”; bilgi üretim süreçlerinde bilim adamlarına ve herkese yardımcı olabilir.

Yazar, komünizmin ileri evresinde de, bu felsefenin var olacağını ve gelişmeye devam edeceğini belirtiyor (s. 20). Bu düşünceye katılıyorum. Gerçekten de, diyalektik materyalizm, bilimsel teorilerdeki ilerlemelere koşut olarak geliştirilmeye açıktır.

“(…) madde bu kategori ve yasalarda ifade edilen şekilde hareket eder.” (s. 20). Oysa madde/enerjinin farklı formları, bilimsel yasalara göre hareket eder. Doğanın, toplumun ve bilincin çeşitli süreçlerinde bulunan bazı özellikleri, bazı değişim örüntülerini, bazı etkileşim biçimlerini, içsel ve dışsal ilişkileri soyutladığımız diyalektik teorinin, bilimdeki gibi “yasa”ları olduğundan bahsetmek, kafa karıştırıcıdır ve kanımca, uygun değildir. Herhangi bir felsefi teorinin, bilimin sahip olduğu türde “yasaları” yoktur. Dolayısıyla, diyalektik teori olarak soyutlanan ve dünya görüşümüze katılan bu unsurları, kategoriler/kavramlar ve örüntüler olarak görme taraftarıyım. Bu kavramların ve değişim örüntülerinin, nesnel gerçeklikte bir karşılıklarının olduğu, açık olsa gerektir. Çünkü bunlar gerçekliğin taşıdığı zenginliğin çeşitli boyutlarının soyutlanmasıyla oluşturulan kavramlar ve örüntülerdir.

Yazarın sıraladığı ve örnekler vererek kısa açıklamalar yaptığı, diyalektik materyalizmin “kategorileri” olarak adlandırılagelen kavramlar şunlar:

i. Madde ve hareket, ii. Zaman ve mekan, iii. Öz ve fenomen, iv. İçerik ve biçim, v. Tikel ve tümel, vi. Özel ve genel, vii. Neden ve sonuç, viii. Zorunluluk ve rastgelelik, ix. Gerçek ve olanak, x. Hiyerarşi ve paralellik, xi. Süreklilik ve kesintililik, xii. Eğilim ve salınım (s. 21-9).

Benim bunlara eklenmesi gerektiğini düşündüğüm bazı kategori/kavramlarsa şunlar: 1) Hareket ve denge, 2) Süreç ve taşıdığı yönler, 3) Süreçlerin bileşkesiyle oluşan eğilimler, 4) İçsel ve dışsal ilişki, 5) Etkileşim ve etkileşim biçimleri ile tepki, 6) Bütün ve parça, 7) Katmanlılık ve beliriş (emergence), 8) İlerleme, gelişim ve eşitsiz gelişim, 9) Kapalı ve açık sistemler, 10) "Belirlenim" ve refleksivite. Bunların hepsini bu yazı kapsamında açmam mümkün değil; başka bir yazıda değerlendirmeyi umut ediyorum…

Öncelikle yazarın bu kategorileri açıklamasında uygun bulmadığım yanlara değinmek istiyorum.

a) “Madde sonsuzdan gelip sonsuza gidiyordu, farklı biçimlere dönüşebilir fakat yaratılamaz veya yok edilemezdi.” (s. 21). Enerjinin korunumu yasasının, evren ölçeğinde düşünülmesiyle böyle düşünmek, yani madde/enerjinin yoktan var edilemez ve yok edilemez olduğunu düşünmek gerekiyor. Ancak kitabın ilerleyen bölümlerinde de değinildiği gibi, Büyük Patlama Modeli’nin bu yasaya aykırılık oluşturduğu biliniyor. Üstelik evrenimizin izole bir sistem olup olmadığı da bilinmiyor. Başka evrenlerin var olup olmadığını ve bizim evrenimizle aralarında madde/enerji transferi olup olmadığını da bilmiyoruz. Dolayısıyla, bilimsel bulgularla uyumlu bir felsefi teori, “madde sonsuzdan gelip, sonsuza gidiyor” ifadesini kesinleşmiş bir doğru olarak kabul edemez. Evrenimizin bir başlangıç anı varsa bile, bu durum bir yaratıcının kabulünü gerektirmiyor. Örneğin pekâlâ bu başlangıç anı, daha önceki bir evrenin “büzüşme” sürecinin sonucu oluşmuş da olabilir. Sadece henüz bazı konuları yeterince bilmiyoruz.

b) Yazar “öz ve fenomen” kategorisi başlığı altında Marx’ın “nesnelerin görünüş biçimleriyle özleri doğrudan çakışsalardı, tüm bilim fazladan ve gereksiz olurdu” cümlesinin, bu kategoriyi en iyi şekilde tanımladığını belirtiyor (s. 22). Marx’ın buradaki yaklaşımı değerli ve korunması gerekiyor. “Fenomen” kavramını yazar, birçok yerde kullanıyor, fakat kanımca anlamına tam olarak vakıf değil. Fenomen, diğer deyişle görüngü, olayları, olayların zincirleme akışını anlatır. Görünüş, “fenomen” ile eş anlamlı değildir. Örneğin, “güneşin doğuşu ve batışı” bir görünüştür; dünyanın kendi etrafında dönüşü fenomendir; bu dönüşü yöneten hareket ve çekim yasaları, özdür. Ayrıca her öz, çelişki içermek zorunda değildir. Oysa yazar şöyle yazıyor: “ Karşılaştığımız tüm olguların dış görünüşlerinin altında onları diğer olgulardan ayırt eden esasları ve bu esasa ilişkin temel çelişkileri bulunur.” (s. 22). Nitekim kendi verdiği bir örnekte “elementlerin proton sayılarının değişmesiyle, onların başka bir elemente dönüştüğünü” yazarak, burada proton sayısı olan “öz”de bir çelişkinin bulunmadığını da anlatmış oluyor. Gerçekten gerçekliğin bu katmanında, özü tariflemek ya da örnek üzerinden açıklamak kolay. Fakat yazar verdiği bir diğer örnekte, “iç döllenme ve yeni doğanların emzirmeye dayalı uzun bakım dönem”lerinin olmasını, bu özelliklerini, memeli hayvanların özü olarak yorumluyor (s. 22-3). Sürüngenler, bazı balıklar ve çoğu kuş, kloakal kopulasyon yoluyla iç döllenmeyle ürerler. Dolayısıyla iç döllenme, memelilere ait özsel bir özellik değildir. Yavrularını emzirmeyse, gerçekten memelilere özgü bir özelliktir. Kanımca, illaki bir öz tanımlanacaksa, geçmiş evrimleşme süreçleriyle oluşmuş genetik yapının ve hücre farklılaşması süreçlerinin, memeli hayvanların özsel özelliklerini (dişilerde bulunan memeler, beyinlerindeki neokorteks, derilerindeki ter bezleri ve kıllar gibi) oluşturduğu söylenebilir. Verdiği başka bir örneğe bakalım: “Kapitalizmi diğer sınıflı toplumlardan ayıran öz, ücretli emeğin sömürüsüdür.” (s. 23) Bu örnekte, işçilerin harcadığı toplam emeğin karşılığının ücret olarak veriliyor olduğu yönündeki görüntü, bir görünüştür. Fenomen, emek güçlerinin emek harcayarak değer yaratması sürecidir. Öz ise, üretim sürecinde gizlenen, emek gücünün, kendi değerinin üzerine bir de artık değer oluşturmasıyla gerçekleşen sömürüdür.

c) “İçerik ve biçim” kategorisi başlığı altında, yine fenomen kavramının sıkça kullanıldığını görüyoruz. Oysa “fenomen” yerine, nesneler, olaylar, süreçler, eğilimler hakkında içerik araştırması veya tanımlaması yapılabilir dense ve bunların sahip olduğu özellikler biçimlerine de yansır diye yazılsa, daha anlamlı olurdu.  “(…) öz temel çelişkiyi kapsarken, içerik çok sayıda olabilen yan çelişkilerle ilişkilidir.” (s. 23). Kanımca, özlerin her durum ve koşulda temel çelişkiyi içerdiği; içeriğin de her zaman ve durumda, diğer çelişkilerle ilişkili olması diye bir zorunluluk bulunmuyor.

d) “Özel ve genel” kategorisi başlığı altında şöyle yazıyor: “Diyalektik materyalizmin kategorileri yeni karşılaştığımız fenomenler için bilgi üreticidir. Örneğin yeni keşfedilen bir biyolojik türün veya bir atom altı parçacığın tikel örneklerinin (genel-MB) özellikler taşıyacağı öngörülebilir.” (s. 24). Daha önce yazmıştım; felsefi kavramlarımız, bir bakış açısı olarak bilgi üretim süreçlerinde yardımcı olabilir, fakat bilim adamları salt bu kavramlarla işe koyulup, bilgi üretmezler.

e)”Neden ve sonuç” kategorisi başlığı altında: “Nesnel idealizme göre bütün fenomenler birbirinden bağımsız yaratıldığı için aralarında bir neden-sonuç ilişkisi bulunmaz (…)” (s. 24). Oysa örneğin Hegel’in nesnel idealist felsefesinde, “fenomenlerin” birbirinden bağımsız yaratıldığı varsayımı gibi bir durum yoktur ve bu felsefi sistemde, “neden-sonuç ilişkileri” içerilmiştir.

“Örneğin, Ekim Devrimi’nin esas nedeni biriken sınıfsal çelişkilerdir, ancak emperyalist paylaşım savaşı çelişkileri derinleştirerek ve güç dengelerinin değişmesine neden olarak devrime yol açmıştır.” (s. 25). “Sınıfsal çelişkilerin birikmesi”, “çelişkilerin derinleşmesi” ifadeleri, Türkiye solunda sıkça kullanılan ancak üzerinde yeterince düşünülmeyen ifadeler. Sosyalist bir devrimin temel nedeni, kapitalist sınıf ile proletarya arasında bulunan iktidar ilişkisindeki değişim nedeniyle, mevcut iktidarın yeniden üretilemediği ve alternatif iktidar örgütünün ya da örgütlerinin güç kazandığı bir devrimci durumun/sürecin oluşması olarak özetlenebilir. Emperyalist paylaşım savaşı, Şubat’tan Ekim’e uzanan devrim sürecinin, katalizörü olarak işlev görmüş ve sürecin gerçekleşme hızını artırmıştır.

f) Yazarın başka bir kategori olarak sunduğu “hiyerarşi ve paralellik” kavramlarına bakalım:

“Biyolojik hareket kimyasal ve fiziksel hareketi içerir (…) toplumsal hareket biyolojik, kimyasal ve fiziksel hareketleri kapsar. Öte yandan hareketler arasında paralellik de söz konusudur. Toplumsal hareketin yanı sıra toplum tarafından kapsanmamış çok farklı türlerde canlılar paralel olarak yaşamlarını sürdürürler.” (s. 27)

Bize göre, nesnel gerçeklik katmanlı olarak yapılaşmıştır ve fakat bütünselliğe sahiptir. “Hiyerarşi” uygun bir adlandırma değildir. Çünkü doğadaki ve toplumdaki katmanlar, hiyerarşik değildir. Bize göre, toplumsal ilişkiler katmanı, belirmiştir (emergent). Canlılık katmanı da öyle… Örneğin bölünerek çoğalma, evrimleşme gibi canlılarda görülen özellikler fiziksel-kimyasal katmanda bulunmuyor. Bu özellikler belirmiştir. Örneğin atom altı parçacıklar katmanında geçerli olan kuantum mekaniği, makroskopik ölçekli fiziksel katmanda ya da canlılar katmanında geçerli değildir. Gerçekliğin katmanlı yapıda olduğunu, Roy Bhaskar da işlemiştir (Bkz; Roy Bhaskar, Gerçekçi Bilim Teorisi, Akılçelen Kitapları, 2018 ve Roy Bhaskar, Gerçekliği Geri Kazanmak, NotaBene Yayınları, 2015). Fakat Bhaskar’ın katmanları, nedensel mekanizmaların sayısı kadar çok sayıdadır. Bize göreyse, atom altı katmanı, kimyasal-fiziksel katman, canlılık katmanı, toplumsal ilişkiler katmanı ve bilinç katmanı birbirinden ayıt edilebilir durumdadır. “Beliriş”, kavramına ise Bhaskar’ın eserleri yanı sıra, örneğin Lucien Sève, Belirmenin Diyalektiği, Yeni Yüzyılda Diyalektik içinde, Yordam Kitap, 2011, s.123-39 ya da Ian Marshall&Danah Zohar, Kim Korkar Schrödinger’in Kedisinden: A’dan Z’ye Yeni Bilimin Kılavuzu, s.116-8 adlı kitaplarda rastlanır. Burada, Vefa Saygın Öğütle’nin, H2O’nun, biri yakıcı diğeri yanıcı iki gazın bileşimiyle, söndürücü bir sıvının oluşumunu “beliriş” kavramını anlatmak için örnek olarak vermesinin uygun olmadığını da belirtmeliyim. Bu örnekte sadece yeni bir nitelik ortaya çıkmaktadır. Fakat suyun oluşumunu, kimyasal bağların oluşumuyla açıklayabildiğimizden, burada beliren yeni mekanizmalar ve işleyiş tarzları olmadığından, bir belirivermenin söz konusu olmadığını düşünüyorum.

g) “Eğilim ve salınım” kategorisi hakkında yazar, şunu yazıyor: “Bu kategori nitelikçe dönüşüm sonrası maddenin zaman içinde ileri-geri hareketini, devrim ve karşı devrim arasındaki ilişkiyi tanımlar.” (s. 28)

Kanımca süreçlerin, faklı bileşenleri arasında etkileşimler bulunuyor. Bu etkileşimlerin sonucunda ileri ve geri karşıt yönler oluşuyor. Süreçlerin toplamda etkisiyse, eğilimleri oluşturuyor. Bu noktada, her yer ve zamanda saptanabilir olduğunu iddia etmediğim, bir bütünü oluşturan çeşitli öğeler arasındaki bazı etkileşim türlerini sıralamak istiyorum:

i. Aditif/sumatif etki (additive effect): İki ya da daha fazla etkenin birlikte etkin olduklarında, tek başlarına oluşturdukları etkilerin toplamı kadar bir sonuç üretmeleridir.

ii. Potansiyelizasyon (potentialization, potentiation): Bir etkenin işlevinin başka bir öğe tarafından güçlendirilmesi anlamına gelmektedir.

iii. Sinerjistik etki (sinergistic effect): Synergy (İng.) terimi, Yunanca “sinergos” kelimesinden köken alır ve anlamı “birlikte çalışmak/etkimek”tir. İki etken kombine etkinlikte bulunduklarında, tek başlarına oluşturdukları etkilerin toplamından daha büyük, daha güçlü bir sonuç oluşur.

iv. Stimülasyon ve inhibisyon: İnhibisyon, bastırma/ezme, baskılama, durdurma ya da frenleme, etkisini sınırlama anlamlarına gelir. Stimülasyon ise tam tersidir.

v. Karşıtlık/çelişki: Bu kavramla, zıt anlamlı kavram çiftleri kastedilmemektedir. Bir sürecin karşıt ve birbirlerini bütünleyen yönleri, dinamik aktörlerin ya da kuvvetlerin döngüsellik ve bütünlük oluşturması anlatılmaktadır.

vi. Negatif geri-besleme (negative feed back): Bir ara ya da nihai sonuç, işleyiş üzerinde geri bildirimde bulunup, kararlı durumun, dengenin ya da homoestaz'ın oluşmasını sağlar.

vii. Pozitif geri-besleme (positive feed back): İşleyişin sonunda oluşan sonuç, başlangıçtaki durumu güçlendirir. Ampilifikasyon oluşur. Kısır döngü (fasit daire, vicious cycle)'dekine benzer fakat olumlu anlamda bir döngüsellik gözlenir.

“Yasalara” geldi sıra… Diyalektik materyalizmin “yasaları” olarak bilinen dört yasanın, “değişim örüntüleri” olarak yorumlanması uygundur (Bkz; Bertell Ollman, Yabancılaşma, Yordam Kitap, 2008, s. 101-113). Bunlar: 1) Niceliğin niteliğe dönüşümü, 2) Karşıtların birliği ve mücadelesi, 3) Çelişki yoluyla gelişme ve 4) Yadsımanın yadsınmasıdır. Yazar “çelişki yoluyla gelişme” yasasını dikkate almamış ve yazıda bir başlık olarak yer vermemişse de, çeşitli yerlerde çelişkilerden bahsetmektedir.

1) Nicel birikimlerin nitel değişime dönüşmesi: Ollman’ın belirttiği gibi, bu “yasa”, “değişimin bir türünü tanımlamak için, her zaman aydınlatıcı olmasa da, makul bir yoldur” (Ollman, Yabancılaşma, s. 106). Engels’in Hegel'den aktardığı bir örnek olan suyun sıcaklığının artması ya da azalmasıyla faz değişiminin olması, bu değişim örüntüsünü güzel açıklamaktadır. Sıcaklık, suya dışsal bir etken değil, su moleküllerinin hareketinde artış ya da azalışı yansıtan içsel bir özelliktir.

Yazarın bu değişim örüntüsünü açıklaması ise şöyle: “Özdeki çelişkiler, yan çelişkilerin de etkisi altında nicel birikimlere neden olurlar, nicel birikim ancak bir eşikten sonra maddenin iç örgütlenişinde değişikliğe neden olur ve artık nitelik değişmiştir.” (s. 30). “Bu yasa (…) özün değişmesini (…) geneller.” (s. 30)

Oysa niceliksel birikimlerin niteliksel dönüşüme yol açması örüntüsünde, her zaman öz değişmez. Örneğin, suyun kaynamasında moleküllerin organizasyon biçimi değiştiğinden, yeni bir niteliğe, yani su buharına geçiş olsa da, moleküler öz korunur. Yazarsa, örnek olarak burjuva devrimlerini ve işçi sınıfı devrimlerini veriyor… Gerçekten de, bu devrim dönemlerinde, ilerletici ve yeniden-üretici/muhafaza edici süreçler arasında bulunan karşıtlık, çelişki oluşturur. Bu süreçlerin toplamdaki bileşkesi, bir eğilim doğurur. Çelişkinin ilerletici süreçlerin baskın gelmesiyle çözülmesi, toplumsal ilişkilerde nitelikçe dönüşme yol açar. Dolayısıyla bu tarihsel kesitlerde gözlenen gelişim, çelişkilerin aşılması yoluyla olmaktadır. Oluşan dönüşümde, bir örüntü olarak niceliklerin birikmesi ve belli bir eşik aşıldığında niteliksel değişime yol açması saptanabilir durumdadır. Öte yandan nicel birikimlerin nitel dönüşümlere yol açması örüntüsünde, her zaman ve her durumda, çelişkilerin varlığından ve birikiminden bahsetmek uygun görünmemektedir.

2) Karşıtların birliği ve mücadelesi: Kanımca, süreçlerin çeşitli yönleri arasında ve süreçler arasında gözlenen karşıtlıklar, her zaman çelişik değildir. Örneğin hücrelerde katabolizma ve anabolizma karşıtlığı varsa da, tümleyici ve uyumlu bir birlikleri söz konusudur ki metabolizmayı oluştururlar. Örneğin işçi sınıfı ile sermaye sınıfı arasındaki ilişkilerde gerçekleşen süreçler, bir uzlaşmaz karşıtlığı (antogonizma) anlatır ve kapitalist sistemin krizlerinde çelişki formuna bürünürler. Bu tarihsel kesitlerde bu çelişki ya çözülerek ortadan kalkar ya da karşıların mücadelesinin oluşturduğu dinamik dengeye geri dönülür. Örneğin aşındırıcı etken/süreçler ile yapıcı etken/süreçler arasındaki karşıtlık, yeryüzü şekillerinin oluşumuna yol açmaktadır ve bu süreçler arasında çelişki yoktur. Dolayısıyla karşıtlık ve çelişki kavramları, özdeş değildir. Oysa yazar, bu iki kavram arasındaki farka yeterince dikkat göstermemektedir (s. 30-1). Örnekleyelim: “(…) sermaye sınıfı içindeki veya köylülükle kentli sınıflar arasındaki çelişkiler (…)” (s. 30). Yazar bunlara “yan çelişkiler” diyor. Kanımca, sermaye sınıfı içerisindeki fraksiyonların arasında, köylüler ile kenti sınıflar arasında uzlaşmaz olmayan bazı karşıtlıklardan bahsedilebilir. Ancak bunlar arasındaki karşıtlıklar, eninde sonunda çözülmesi beklenen bir çelişkiyi anlatmaz.

3) Çelişki yoluyla gelişim: Yazarın, bu yasadan ayrı bir başlık olarak bahsetmediğini belirtmiştim. Fakat elbette, temel ve yan çelişkilere farklı başlıklar altında değiniyor.

4) Yadsımanın yadsıması: Kanımca bu “yasa”, bir değişim örüntüsü olma özelliği taşımıyor. “Olumlamanın karşıtı olarak yadsımanın konması ve bu yadsıma işleminin bir dolayımla yadsınması/aşılması” şeklinde özetlenebilecek bir akıl yürütme sürecini anlatan bu kavramlaştırma, doğal ve toplumsal tarihte ancak “zorlama” örneklerle anlatılabilmektedir. Örneğin; bir çekirdek toprağa ekildiğinde yadsınarak ağaç olur ve meyve verip tekrar çekirdekler oluşturduğunda yadsınmasını yadsımıştır denir. Yine çok yaygın olarak tarihten verilen örnek şu şekildedir: “İlk sınıfsız toplumlar insanın insanı sömürüsünün hâkim olduğu sınıflı toplumlarca yadsınmıştır; ancak çağımızda sınıfsız toplumlara ulaşılması bir üst düzeyde tekrar olacaktır.” (s. 31). “Gelişimin sarmal formu” olarak da adlandırılan bu “yasa”nın ilkel topluluklar--->sınıflı toplumlar--->komünizm şeklindeki kalıbı, açıklayıcılık değeri açısından sorgulanabilir durumdadır. Komünizm, ilkel eşitlikçi topluluklarla sadece eşitlikçilikte ortak bir yan taşır; üretici güçlerin durumuna bakıldığında aralarında muazzam derecede bir fark olduğu açıktır. Kanımca, ilkel topluluklar, “toplum” dahi sayılamayacak ölçeklere sahiptir…

Bu yazı burada bitiyor. Başka bir yazıda*, diyalektik teoriye katkı olmasını umduğum önerilerimi açmak istiyorum. Burada yazdıklarım ise taslak olarak ele alınmalıdır. Yazdıklarım elbette eleştiriye açıktır. Tartışmanın ve eleştirinin, “bizi” geliştireceğini düşünüyorum.

*Not: Son paragrafta bahsedilen yazıyı okumak için:

https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/03/materyalist-diyalektik-teori-mahmut.html

Alıntılar: Bilimsel Yeni Verilerin Işığında Diyalektik Materyalizm, Editörler: Erhan Nalçacı, Iraz Akış, Mehmet Ali Olpak, Yazılama Yayınevi, 2. Baskı, 2019'dan yapılmıştır.

3 yorum:

  1. Faruk Tuzcuoğlu

    YanıtlaSil
  2. Buna benzer kitap yazma denemeleri oldu. Doğanın Diyalektiği ni eleştirdiler. Yeni verilerle karşılaştırıp yanlışını buldum diye ortaya çıkanlar oldu. Hangi dilde elime geçti bilmiyorum, çok oldu.
    Şimdi çıt yok. Adamların derinlemesine araştırılmamış bilgilerle yola çıktıkları sonradan yazıldı çizildi.

    Doğanın Diyalektiğinin tamamlanmamış araştırmalar da içerdiğini bilerek konu daha da ilginç oldu benim için.
    Bu kitabı satın almalıyım. PDF mutlak okuyabilceğim bir dilde bulurum ama yazana saygı. Her nekadar o meşhur mini emekli maaşımdan başka gelirim yoksa da, ve kirada isem de, yazanın emeğine saygımdan satın alacağım.

    YanıtlaSil
  3. Alişan Özdemir30/6/23 14:39

    Mahmut Boyuneğmez,

    Kitabı okumadım, alıntılara ve eleştirilerinize bakarak tartışmaya katılacağım. Antropolojiyi ilgilendiren konulara girmeyeceğim. Çünkü, az sayıda kanıta karşın büyük yorumlar ve savlar sürmektedir antropologlar. Ancak şunları söyleyebilirim: Önce aritmetik ve geometri bilimlerinin MÖ 3000-1000 yerleşik toplumlarda ortaya çıktığı, felsefenin ise MÖ 1000-600'de başladığı ileri sürülebilir. Her tür düşünme felsefe alanına girmez.

    Kavramlar ve birçok kavramı içeren kategoriler (ulamlar), felsefenin temel öğeleridir. Ama ikili kategoriler bence böyle değildir. Düşünme alanında bazı konuları açıklamada yararlı olsalar da, idealizme sapma kapılarıdır. Diyalektik materyalizmde kullanılmaları çok yanlışlara yol açmaktadır. Çünkü ikili kategoriler, diyalektiğin karşıtların birliği ve mücadelesi kategorisiyle karıştırılarak, “ikili karşıtlıklar” gibi ele alınmaktadır. Oysa ikili kategorilerin iki kavramı arasında çelişki (karşıtlık) yoktur. Örneğin “içerik-biçim” her zaman bir arada olan kavramlardır, birbirini bütünlerler, aralarında çatışma yoktur. Aslında “dış dünyada”, nesnelerde içerik ile biçim ayrı öğeler değildir, bazı şeyleri açıklamak için “düşünme dünyası”nda böyle bir ayırıma gider, bazı şeyleri açıklamak için kullanırız. Uzatmayayım, bu konuyu işleyen bir yazımı şu kaynakta okuyabilirsiniz:
    (1) İKİLİ KATEGORİLER VE DİYALEKTİK MANTIK | Alişan Özdemir - Academia.edu

    Diyalektiğin bazı kategorileri, “diyalektiğin yasaları” olarak ileri sürülmektedir; bu da idealizme sapma kapsıdır. Dış dünyanın dolayısıyla diyalektik mantığın tek yasası vardır: Değişim; varlıklar doğup, devinip, etkileşip, gelişip, sönümlenip, yerini başka varlığa bırakarak sona erer. Değişimin iki nedeni vardır, birincisi varlığın içindeki çelişki (karşıtlar mücadelesi), ikincisi varlıklar arası etkileşim. Nicelikten niteliğe geçiş, olumlama-olumsuzlama-olumsuzlamanın olumsuzlaması, vb. değişimin özellikle çelişkinin görüngüleridir. Bu görüngüler, birbirinden ve özellikle çelişkiden bağımsız yasalar olarak ele alındığında metafizik yorumlara yol açmaktadır. Bu konuyu işleyen iki yazım:
    https://www.academia.edu/39112697/FORMEL_MANTIK_D%C4%B0YALEKT%C4%B0K_MANTIK_%C4%B0L%C4%B0%C5%9EK%C4%B0S%C4%B0

    https://www.academia.edu/38207088/D%C4%B0YALEKT%C4%B0K_NE_DE%C4%9E%C4%B0LD%C4%B0R_docx

    Sizin yazınızda geçen birkaç söze ilişkin itirazlarım var:
    1- “suyun sıcaklığının artması ya da azalması” dış etkenlerle olur, “su moleküllerinin hareketinde artış ya da azalışı” da dış etkenlerin yarattığı ısı olayının sonucudur. Bu arada “suyun buhara ya da buza dönüşmesi” nitel değişme değil, nicel değişmedir.

    2- “nicel birikimlerin nitel dönüşümlere yol açması örüntüsü” çelişki ve etkileşimin görüngüsüdür. Çelişki ve etkileşim olmasaydı ne nicel değişiklik ne de nitel değişme olurdu.

    3- “karşıtlık ve çelişki kavramları” diyalektik mantıkta özdeş kavramlardır. Ancak, geleneksel-formel mantıkta farklı anlamda kullanılmaktadır.

    YanıtlaSil

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.