Mahmut Boyuneğmez
Kaan Kangal’ın Kor Kitap’tan çıkan Engels ve Diyalektik –bir tartışmanın tarihçesi- adlı kitabında, “Batı Marksizmi”nin Engels’in doğanın diyalektiği üzerine yazılarını karalayan tutumlarını deşifre etmesi yerinde bir çabadır. Engels’in doğanın diyalektiği üzerine yazılarıyla, Marx’tan ayrıldığı ve yanlış bir patikada yol aldığı iddiası saçmadır. Bu konularda Kangal ile hemfikirim. Diyalektik teorinin günümüzde bilim dallarının sunmuş olduğu bilgiler üzerinden zenginleştirilmesi gerektiği saptamasına katılıyorum. Aristoteles, Kant ve Hegel’in karşıtlık ve çelişki kavramlarını yorumlayış tarzlarını, Türkiye’deki okurlara hatırlatmasını da takdir ediyorum. Fakat Kangal’ın katılmadığım görüşleri de var…
i. Beliriş/belirme (emergence), bir soyutlanmış kavram olarak Engels’in yazılarında bulunmamaktadır. Kangal ise Engels’in belirimci diyalektik üzerinde durduğunu öne sürüyor. Kanımca bu doğru değil. Üstelik Kangal, belirişe dair yeterli bir açıklama da getirmiyor. Şöyle yazıyor:
“Kabaca söylenecek olursa, belirim şu olgu etrafında dönmektedir: Bir şey, başka bir şeyi ortaya çıkardığında, öncel olan, meydana getirdiği şeyin potansiyelini kendi içinde taşıyordur. Ortaya çıkan veya önümüzde beliren şey, öncelin öncelden doğan varlıktaki tezahürüdür.” (s. 31)
Gelişim süreçlerinde yeni niteliklerin belirmesi, oluşan yeni organizasyonun yapısı, başka bir deyişle düzenleniş ve işleyişi tarafından belirlenir. Gelişimin evreleri olan maddenin her yeni organizasyon düzeyinde, yeni fenomenler ve bu fenomenlerin uyduğu yeni yasalar belirir. Bunun sebebi, bu organizasyonların sahip olduğu ilişki ve etkileşimlerin değişmesi, yapısal düzenlenişin ve işleyişin farklılaşmasıdır.
ii. Kangal, belirişe örnekler veriyor. İlki şöyle:
“Doğu Afrika’da fil sürüleri besin kaynağı olarak seçtikleri ağaçların kabuklarını söker veya ağaçları kökünden devirir. Fillerin bu besin tüketimi aynı tür ağaçların üremesinden daha yoğun gerçekleşir ve belirli bir eşiği geçerse filler kendi yaşadıkları ekosistemi kurutarak tahrip eder ve hayatta kalabilecekleri başka bir bölgeye göç etmek zorunda kalırlar (…) burada diyalektik bir çelişki söz konusudur. İçinde yaşadıkları ekosistemin bir parçası olan fillerin bu ekosistemin ortadan kalkmasına neden olabilmesi belirim olgusuna bir örnektir.” (s. 32-3)
Bu örnekte, beliriş değil, yok oluş ve oluş bulunmaktadır. Bir ekosistem dönüşerek başka bir eko sistemi oluşturmaktadır. Oluşumların da yeni nitelikleri bulunur, fakat bu yeni niteliklerinden ötürü, onlara belirmiş dememeliyiz. Belirme, maddenin organizasyon düzeylerinin birinden diğerine geçildiğinde ortaya çıkan yeni mekanizmaları ve yasallıkları anlatır. Örneğin hidrojen ve oksijen atomlarının bileşimiyle oluşan H20, bir yapı/sitem olarak yeni bir organizasyon düzeyine işaret eder ve suyun yeni nitelikleri, belirmiştir. Bir H2o molekülü oluşurken aynı zamanda bir belirişten de bahsedilmelidir. Fakat bir ekosistemin başka bir ekosisteme dönüşümüyle faklı yasallıklar ve işleyiş mekanizmaları türemediğinden, bir belirişten söz edilemez.
Üstelik bu örnekte “diyalektik bir çelişki” varsa da, bu Kangal’ın belirttiği gibi fillerin yaşam koşullarını ortadan kaldıran faaliyetlerinin, onların göç etmesine neden olmasında değildir. Fillerin beslenme faaliyeti, ağaçların sayısını azaltırsa, bu durum negatif geri bildirimle fillerin sayısını azaltabilir. Ekosistemdeki dönüşümün başlangıcından itibaren yeni bir ekosistem oluşuncaya kadar şu çelişki bulunur: Fillerin beslenme faaliyetiyle ağaçların sayısının azalması süreci ile bu ağaçların üremesinin sayıca artmalarını sağlayan süreç arasındaki karşıtlığın oluşturduğu denge bozulursa, bir çelişki ortaya çıkar. Negatif geri bildirimle fillerin sayısı azalmıyorsa ve denge durumundan uzaklaşan bir “kriz” sürecine girilmişse, yeni bir denge kurulana kadar, bahsedilen çelişki faaldir. Zincirleme etkileşimlerle fillerin içerisinde yaşadıkları ekosistemin yapısı değişirken, filler de göç ederler.
İkinci örnek şöyle:
“Avcı hayvanın av faaliyeti (‘yerleştiren yansıma’) sonucu kendi besin kaynağını ortadan kaldırması (‘dışsal yansıma’) ve dolayısıyla kendi hayatta kalma koşulunu tehlikeye sokması (‘belirleyen yansıma’) yine diyalektik bir çelişkidir. Parçası olduğu ekosistemin karakterini değiştiren ve değiştirdiği sistemin artık bir parçası olmayan canlı, belirimsel bir olgunun ortaya çıkmasına neden olmuştur.” (s. 33)
Avcı-av ilişkisinde negatif geri besleme söz konusudur. Avcı-av arasında karşıtların birliği ve savaşımı mevcuttur. Fakat aralarında bir çelişki, dinamik denge durumu bozuluncaya kadar ortaya çıkmaz. Ne zaman ki avcı, avlandığı hayvanın sayısını kendi yaşama koşulunu tehlikeye atacak kadar azaltırsa ve örneğin kendi sayısında negatif geri beslemeyle oluşan azalmanın ötesinde bir azalmaya yol açacak bir faktör devreye girmişse, aralarındaki savaşım artık bir çelişki biçimini alır. Bu çelişkinin çözümü, örneğin avcının yok olmasıyla, göçüyle, başka besin kaynaklarıyla yaşamayı ön plana çıkarmasıyla ya da avın yok olmasıyla, evrimleşmesiyle vs. gerçekleşebilir.
Belirişi farklı kavradığımız ise açık olmalıdır. Biz, gerçekliğin farklı organizasyon düzeylerinde yeni yasaların ve niteliksel olarak farklı ve yeni işleyiş mekanizmalarının ortaya çıkmasına, belirme diyoruz. Örneğin inorganik dünyadan canlılar dünyasına geçildiğinde bir beliriş yaşanmıştır. Çünkü canlılar dünyası, inorganik dünyanın üzerinde yükselse de, canlılar dünyasında yeni ve belirmiş ilişki ve etkileşimler olduğundan, yeni yasallıklar ve mekanizmalar işlemektedir. Kangal’a göre ise “belirim” şudur:
“İçinde bulundukları bir bütünün veya sistemin bileşenlerini oluşturan parçalar, kendi kısmi faaliyetleri sonucu bu sistemin sistemsel özelliklerini değiştirmesi ve başka bir sistemin ortaya çıkmasına neden olması sonucu kendi parçasal özelliklerini kaybederler ve oluşturdukları yeni sistemin parçası haline gelirler.” ( s. 34)
Üstelik Kangal, “bu duruma Marksist literatürde yansıma da denir” (s. 35) diye yazıyor. Kanımca, refleksiyon ile beliriş farklı şeyleri anlatıyor.
iii. Çelişkileri, değişimle özdeşleştirmek doğru değildir. Özdeşlik-farklılık düşüncede sabitleştirilen soyutlamalardır. Oysa gerçeklikte karşıtların birliği ve mücadelesi, bu mücadelenin kimi zamanlar çelişki biçimini alması söz konusudur. Kangal, bakın ne yazıyor:
“Genel olarak diyalektik çelişkiler değişimin olduğu her şeyde mevcuttur (…) söz gelimi olgunlaşmakta olan, yani değişim halindeki bir meyvenin birbirini dışlayan iki yanının (özdeşlik ve farklılık) aynı anda mevcut olduğu söylenebilir. Özdeşlik ve farklılığın aynı anda var olması demek, değişimin olduğu her şey ve yerde diyalektik çelişkinin var olduğu anlamına gelir.” (s. 32)
Gerçeklikte aynı anda özdeşlik ve farklılık değil, değişim bulunmaktadır. Özdeşlik ve farklılık soyutlanmış ve düşüncede sabitleşmiş iki kavram olarak görülmelidir. Kendisiyle mutlak olarak özdeş bir varlık yoktur, farklılaşma ve süreçler içerisinde varlıklar vardır. Düşüncemizde bu zıt anlamlı iki kavram statik bir soyutlama olarak bulunmaktadır.
Çekme/itme kuvveti ile sürtünme kuvveti arasındaki karşıtlık ve mücadele, gezegenlerin yörüngesinde yerçekimi kuvveti ile eylemsizlik (Newtona göre "merkezkaç kuvveti") arasındaki karşıtlık ve mücadele, proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki karşıtlık ve mücadele, kalıtım mekanizmalarının koruyucu yönü ile mutasyon süreçlerinin değişime götüren yönü arasındaki karşıtlık ve mücadele, nesnel gerçeklikte bulunur. Bunlar arasına mücadele var diye, çelişki de vardır denemez. Örneğin proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki mücadele, kriz süreçlerinde bir çelişki olma vasfı kazanır. Başka türlü söylersek, kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkili karakteri, sistemin kendini yeniden üretemediği tarihsel kesitlerde oluşur. Olağan zamanlarda bu üretim ilişkileri, iki sınıfın arasındaki uzlaşmaz karşıtların mücadelesi olarak var olur.
iv. Lukacs’ın “diyalektik yöntemin uygulama alanı” (s. 39) olarak “tarihsel-toplumsal gerçekliği” görmesi konusuna girmek istemiyorum. Lukacs’ın bu düşüncesi yanlıştır. Fakat bize göre, diyalektik bir yöntem değil, doğal ve toplumsal gerçeklikten çıkarsanan bir mantık türüdür. Bu mantık, gerçeklikten soyutlanır, eldeki hazır bir şablon olarak gerçekliğe uygulanmaz.
v. Engels’in Anti-Dühring'te “hareketin kendisinin bir çelişki olduğunu” söylemesi ve Marx’ın Kapital’de “bir cismin bir başka cisme doğru sürekli olarak düşmesi ve yine sürekli olarak ondan uzaklaşması bir çelişkidir. Elips, içinde bu çelişkinin hem kendisini gerçekleştirdiği hem de çözdüğü hareket biçimlerinden birisidir” şeklinde yazması üzerinde durmak istiyorum.
Bilimsel bilgilerle uyumlu olunmak isteniyorsa, bu ifadelerde “çelişki” yerine, “karşıtlık” ya da “karşıtların mücadelesi” kavramları olmalıdır. Aslında Marx ve Engels’in doğadaki hareketi, karşıtların mücadelesi olarak gördükleri kesindir. Gezegenlerin yerçekimi kuvveti ile eylemsizlik (Newtona göre "merkezkaç kuvveti") arasındaki karşıtlığın oluşturduğu dengede döndüklerini, bir cisme uygulanan itme/çekme kuvveti ile sürtünme kuvveti arasında karşıtların mücadelesinin olduğunu görmemek mümkün değildir. Fakat bu hareket örneklerinde bir çelişkinin olduğundan bahsetmek bilimsel değildir.
vi. “Doğa bilimlerinin diyalektiği” ile ne kastediliyor bilmiyorum, fakat Hans Heinz Holz’un “doğanın diyalektiği” ile “doğadaki diyalektik” arasında ayrım yapılması gerektiği görüşünü gereksiz ve anlamsız bir titizlenme olarak yorumluyorum. Bu nedenle bunların ne anlama geldiğine bile girmek istemiyorum. İsteyen okur bu konuda Kangal’ın kitabına s. 66-7’ye bakabilir.
vii. Engels’in “diyalektik yasaları kurgu aracıyla doğaya sokmak değil, ama onları orada bulmak ve oradan çıkarmak” (s. 100) görüşünün önemli olduğunu düşündüğümden, burada vurgulamak istiyorum. Yine Engels, Hegel’in “hata”sını, “düşünce yasaları(nı) (olarak) doğa ve tarihe zorla” uygulamasında görürken de haklıydı. “Engels felsefenin doğa bilimlerinden ayrı ve onlara üstün olduğu iddiasını reddeder.” (s. 106). Kanımca, diyalektik mantığı kullanırken, Engels’in bu yazdıkları hep hatırlanmalıdır.
viii. Kangal, daha önce verdiği bir örneğe tekrar dönüyor ve şöyle yazıyor: “eğer canlının hayatta kalma faaliyetinin yan etkisi içinde bulunduğu ekosistemi tehdit ediyorsa burada belki bir çatışmadan bahsedilebilir.” (s. 115). Gerçekten de, Kangal’ın cevaplanması gereken bir soru olarak gördüğü (s. 115) karşıtlıkların, hangi koşullarda çelişki ya da çatışmalara dönüştüğü üzerinde durulmalıdır. Kanımca, iki karşıt süreç birbiriyle mücadele içerisindeyse ve dinamik bir denge oluşmuşsa, burada bir çelişki/çatışmadan bahsedilemez. Dinamik dengenin yitirilmesi sürecinde oluşan “kriz” döneminde çelişki/çatışma ortaya çıkar. Nihayetinde bir “çözüm” evresi de bunu izler. Örneğin güneşin kırmızı dev olma sürecinde, gezegenleri çekme kuvvetinin eylemsizliği (Newtona göre "merkezkaç kuvvetini") yenmesi nedeniyle oluşan bir çelişkili durum, çöküşle yani gezegenlerin güneş tarafından yutulmasıyla sonlanacaktır.
Kangal’ın olasılık ile ilgili verdiği örneği de alıntılamak istiyorum:
“Altı yüzden oluşan basit bir zar attığımızı düşünelim. Herhangi bir sayı (diyelim ki “1”) atmamız, zarda temsil edilen altı ihtimalden birisinin gerçekleşmesi ve bu bir ihtimal gerçekleştiği için diğer beş ihtimalin gerçekleşmemesi anlamına gelir. Diğer beş ihtimalin gerçekleşmemesi demek, bu geriye kalan tek ihtimalin gerçekleşmemesinin ihtimal dışı olduğu anlamına gelir. ‘Yadsımanın yadsınması’ yasasını da doğrulayan bu karşılıklı dışlama örneği, aynı kümeye ait ihtimallerin birbiriyle ‘çatıştığı’ şeklinde belki nitelenebilir.” (s. 115)
Kanımca olasılık ile çelişki konusu arasında herhangi bir bağ yoktur. İhtimallerin birbirini “dışlaması” ile karşıtların mücadelesindeki “dışlama” aynı anlamlara gelmemektedir. Üstelik yadsımanın yadsınması “yasası”nın da olasılık konusuyla bir alakası bulunmamaktadır.
ix. “’Neden’ ve ‘sonuca’ benzer şekilde, özdeşlik ve fark da uzlaşan karşıtlar olarak görülür.” (s. 116). Özdeşlik ve fark, antonim kavramlardır, gerçeklikte bulunan karşıtlıklar değil. Gerçeklikte değişimler, süreçler, oluşlar vardır. Neden ile sonuç arasında karşıtlık düşünsel olarak kurgulanabilir, gerçeklikte nedenler ile sonuçlar arasında karşıtlık değil, nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Bakın Kangal ne yazıyor:
“Doğada özdeşlik vardır; ama fark da vardır; bir ve aynı nesne hem özdeşliğe hem de farka tabi olduğu, özdeşlik ve fark birbiriyle uyuşmaz iki karşıt niteliği oluşturduğu için doğada (ontolojik) çelişki vardır. Doğada istisnasız her şey (görece ve belki minimal derecede doğa yasaları da dâhil olmak üzere) değişime tabi olduğuna göre, çelişki belirli sayıda birtakım nesnelerde değil, var olan her doğal nesne, ilişki ve süreçte mevcuttur.” (s. 117)
“Şu gül kırmızıdır” cümlesi ile “şu gül kırmızı değildir” cümlesi mantıksal bir çelişki içerisindedir. Burada iki düşünce arasında bir çelişki bulunmaktadır. Gerçekliğe bu çelişkiyi transfer etmek ya da uygulamak Hegelci idealist felsefenin mirasıdır. Buna ben, “Hegelian baş aşağılık” diyorum. Bir nesnenin zaman içerisinde farklılaşan yanları ve özdeş kalan yanları vardır. Mutlak özdeşlik imkânsızdır. Çünkü gerçekliğin temel özelliği değişimdir. Herakleitos’un “her şey akar” (panta rhei) perspektifi bunu anlatır. Özdeşlik ve faklılık düşünce düzeyinde zıtlıklar olarak kavranır. Bunlar arasında düşünsel olarak var olan “çelişki” (bir şey özdeş ve aynı anda farklı olamaz), nesnel gerçekliğe transfer edilmemelidir. Materyalist kavrayışta, karşıtlıklar, süreçler, süreçlerin yönleri, eğilimler arasında bulunur. Özel uğraklarda karşıtların mücadelesi çelişki formunu alır. Materyalistler ve bilim adamları, gerçekliğin özelliklerini, taşıdığı ilişkileri, etkileşimleri, süreçleri, karşıtların mücadelesini soyutlar.
Tekrar olsun, “o bir güldür” ile “o bir gül değildir” önermeleri arasında düşünsel bir çelişki vardır ve bir gülün solup kuruma sürecinde, yapılması gereken bu süreçteki değişim dinamiklerini soyutlamaktır. Yoksa “özdeşlik” ve “özdeş olmama” kavramları üzerinden gerçeklikteki bir gülün geçirdiği değişime düşünsel olan “çelişki”yi atfetmek değil.
Bir noktayı daha belirteyim, tarihin erken döneminde Parmenides ve Zenon’un fiziksel/mekanik hareketi, çelişki içeriyor olarak görmesiyse, insanlığın düşünsel gelişiminin başlarındaki çocukluk dönemini anlatır.
“Çelişki” hakkında yazdıklarım üzerine düşünme sürecim tamamlanmış değil. Dolayısıyla yanılıyor da olabilirim. Fakat bana Kant’ın “gerçek karşıtlar” yaklaşımı sağlıklı görünmektedir: “Kant’ın bakış açısından, Güneş’in yörüngesinde hareket eden bir uydunun (gezegenin –MB) bir yandan Güneş’e doğru düşme eğilimi ve diğer yandan ondan kaçma eğilimi gerçek karşıtlığa örnektir.” (s. 133). Bu örnekte karşıtların mücadelesi varsa da, bir çelişkiden bahsetmek doğru görünmemektedir.
Alıntılar için kaynak: Kaan Kangal, Engels ve Diyalektik –bir tartışmanın
tarihçesi-, Kor Kitap, 1. Baskı, 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.