14 Temmuz 2013 Pazar

[GDO’lara Dair… Mahmut Boyuneğmez]

Konu: GDO’lar hakkında yorum yapılmaktadır.

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO’lar), bazı bitki ve hayvanların, genetik materyallerinin, yani DNA’larının doğal olmayan yollar kullanılarak değiştirilmeleriyle oluşturuluyor. Bu tekniklere, “modern biyoteknoloji” ya da “gen teknolojisi” deniyor. Farklı canlı türleri arasında belirli bazı genlerin bir organizmadan diğerine transferinin yapıldığı bu teknolojiye, “rekombinant DNA teknolojisi” ya da “genetik mühendisiliği” de deniyor. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar, bitkiler üzerinde yapılanlara göre daha yeni ve geliştirilme aşamasında bulunuyor; rekombinant DNA’lı hayvanlardan sağlanan yiyeceklerin güvenli olup olmadığı hakkında henüz yeterince bilgi bulunmuyor. Oysa 1990’ların ilk yıllarından beri genetiği değiştirilmiş (GD) bitkiler yaratılıyor ve bu bitkilerin ürünü olarak GD mahsuller elde ediliyor.

Biyoteknolojinin potansiyel yararları şunlar: Gıdaların besin değerini artırmak ve uzun süre bozulmamalarını sağlamak, gıdaların alerjik özelliklerini ortadan kaldırmak, gıda üretiminde verimliliği artırmak, gıda bolluğu oluşturmak ve gıda fiyatlarını düşürmek, böcekler ve virüsler tarafından oluşturulan bitki hastalıklarına karşı dirençli bitkiler yetiştirmek, zararlı otlar için kullanılan herbisitlere (bitki ilaçlarına) karşı ürünlerin tolaranslı olmasını sağlamak… Geleneksel yöntemlerle istenilen tarımsal ürünleri elde etmek zaman alıcıdır ve elde edilen sonuçlarda kesinlik azdır. Oysa genetik mühendislikle, arzu edilen özelliklere sahip bitkiler kısa süreler içinde, kesin sonuçlar alınarak, elde ediliyor.

Biyoteknolojiyi kullanarak gıda ve tarım alanında başka ilerlemeler de gerçekleştirilebilir? Örnek mi?.. Kuraklığa dayanıklı bitkiler, tuzlu topraklarda yetişebilen bitkiler, soğuğa ve don olayına dayanıklı bitkiler, aşı üreten bitkiler ve hayvanlar, besin değeri yüksek bitkiler gibi… Örneğin üretimi gerçekleşmiş olan “altın pirinç”te yüksek miktarda vitamin A bulunuyor; peki, örneğin bolca demir içeren pirinç üretimi neden olmasın?.. Tüm bunların gelecekte geliştirilmesi mümkün görünüyor.

Şu anda pazara çıkmış tüm GD ürünlerse şu özelliklere sahip: Böcek hasarına karşı direnç, viral bitki enfeksiyonlarına karşı direnç ve belli bazı bitki ilaçlarına tolerans… Bu özelliklere sahip GDO’lar için kullanılan genler mikroorganizmalardan alınmış durumda.

Bitkilerin böceklere karşı dirençli olması, BT (Bacillus Thuringiensis) adlı bakteriden toksin üreten bir genin, bitkiye aktarılmasıyla sağlanıyor. Bu toksin insanlara zarar vermiyor ve tarımda böcek ilacı olarak zaten kullanılıyor. Bu toksini kalıcı biçimde üreten bitkiler, yani GD ürünler, daha az böcek ilacı kullanımıyla yetiştirilebiliyor.

Bitkilerde hastalık oluşturan belli bazı virüsler kullanılarak, GD ürünlerin bu virüslere karşı dirençli olmaları sağlanıyor. Böylelikle GD bitkilerin bu hastalıklara daha az yakalanması ve mahsul miktarında artış sağlanabiliyor.

Yine bitki ilaçlarına (herbisitlere) karşı direnci olan bir bakteriden, bu dirençten sorumlu genin bitkilere aktarılmasıyla, herbisit toleransı geliştiriliyor. Zararlı otların ürün miktarını etkilediği koşullarda, GD bu bitkiler kullanıldığında, herbisitlerin kullanımı azalıyor.

Biyoteknoloji, daha önce ilaçların üretiminde de kullanılmıştı ve bu alanda biyoteknolojinin kullanımı hiç sorgulanmadı. GD gıdaların üretimine başlandığında ve bu gıdalar pazara sürüldüğündeyse, biyoteknoloji üzerine spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Bu teknolojinin gıda olarak tüketilen bitkilerde uygulanması, “risk/yarar” formülünde daha çok riskler üzerinde durulmasına ve toplumlarda giderek yayılan bazı endişelere yol açtı. Şu anda birçok ülkede, GDO’ların satışı hükümetlerce onaylanmış durumda ve satışları marketlerde gerçekleşiyor. Fakat bu ürünler hakkındaki endişeler/korkular tükenmiş değil.

GDO’lar hakkındaki çekinceler ve endişeler şu üç temel konuya odaklanmış görünüyor:

Bir: GDO’lar alerjik midir?.. Eğer bitkiye transfer edilen genin ürettiği protein alerjikse, bu durumda bu ürünler alerjiye yol açabilir. Dolayısıyla, alerjik etkileri olmayan proteinler üreten GDO’ların yaratılması (alerjik protein üretenlerin oluşturulmaması) gerekiyor. Ancak şu anda pazara sürülmüş GD gıdaların saptanmış hiçbir alerjik etkileri yok. Pazardaki GDO’lu ürünlerin insan sağlığı açısından risk oluşturmadığı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından belirtiliyor. GDO’lu ürünlerin insanlar tarafından tüketimi sonucu oluşmuş herhangi bir olumsuz etki de saptanmış değil.

İkinci endişeyi şu soru özetliyor: Gen transferleri olur mu?.. GD gıdaların yenmesiyle insan bağırsağındaki bakterilere ya da insan hücrelerine gen transferleri olma olasılığından endişelenilmişti. Endişelenildi, çünkü GDO üretilirken, antibiyotiklere karşı direnç oluşturan genlerin kullanıldığı biliniyordu. Yani bu genlerin, insan hücrelerine veya insan bağırsağındaki bakterilere transferiyle, antibiyotiklere karşı direnç özelliğinin kazandırılacağı yönünde şüpheler vardı. Oysa bu transferlerin gerçekleşme olasılığının düşük olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak her ihtimale karşı, antibiyotiklere direnç oluşturan genlerin, GDO’lar üretilirken kullanılmaması yönünde bir eğilim de oluşmalı.

Bir başka endişe, GD bitkilerle doğadaki bitkiler arasında gen değişimlerinin olma ihtimalinden kaynaklanıyor. Yani “doğal bitkilerle GD bitkiler arasında çaprazlaşmalar olur mu?” diye kaygı duyuluyor. GDO’lara ilişkin kaygılardan en sağlam olanı da bu. Gerçekten bahsedilen çaprazlaşmalar olanaklı. Ancak bu konuda da, insanlığın çözümsüz olduğu söylenemez. Çok sıkı bir izolasyonla, GD bitkiler ve doğal bitkiler birbirinden ayrılabilir. Zaten birçok ülkede bu izolasyonlar yapılarak üretim gerçekleşiyor. Aslında bu izolasyon günümüzde tekellerin işine yarıyor; patentli tohumlardan yetiştirilen bitkilerin özelliklerinin “kuş, böcek, rüzgar” yoluyla yan tarlalara taşınmaması isteniyor.

Ayrıca, bitkiler arasındaki çaprazlaşmaları önlemek için GD bitkiler, polen üretemeyecek şekilde, yani “kısır” hale de getirilebilir. Başka bir alternatifse, GD bitkilerin polen üretseler dahi, bu polenlerin aktarılmış genleri içermemesi. Örneğin BT’den aktarılan genle “böcek ilacı üreten” (böcek larvalarını öldüren bir protein üreten) mısırlar elde edilmişti; bu durumda zararsız ve yararlı böceklerin de ölmesi söz konusu oluyor. İzolasyon gibi önlemlerle ve genetik mühendisliğindeki daha ileri gelişmelerle, yararlı veya zararsız böceklerin ölmelerinin önüne geçilmesi de mümkün görünüyor.

Konunun bilimsel yanı böyle… Peki, politik yanı nasıl? Şimdi kısaca buna bakalım.

1.     GD tohumların, tekeller tarafından kendi adlarına patentlenmesi kabul edilemez. Canlıların/doğanın patentlenmesine, aklı başında olan hiç kimse onay veremez. Fakat kapitalizmin karakteristik özelliği, işte budur; canlılar ve doğa üzerinde bile özel mülkiyet hakkının olduğu iddia edilir.

2.     Zaman içerisinde, tarımla uğraşan küçük üreticiler/çiftçiler, patenti alınmış bu tür tohumların tedarikçilerine, dolayısıyla patent sahibi tekellere bağımlı olur. GD ürünlerin sayıca artması, bunların fiyatlarının giderek azalması, aynı zamanda, bağımlı ülkelerin, bu teknolojiyi kullanan emperyalist ülkelere gıda alanındaki bağımlılığının derinleşmesi anlamına da gelir.
                                 
3.     Üstelik kapitalizm koşulları altında şu da olanaklı; tekel şirketlerde öyle tohumlar üretilebilir ki, bu tohumlardan yetişecek ürünlerin tohumları, bir daha ürün vermeyecek şekilde olabilir. Evet, bir kereliğine ekilen ve ürün devamlılığı olmayan tohumların geliştirilmesi de, biyoteknolojiyle olanaklı… Fakat yine biyoteknolojinin bir suçu yok! Sorun bu teknolojinin kimlerin elinde ve ne şekilde kullanıldığında.

4.     Bazı herbisitlere (bitki ilaçlarına) toleranslı GD bitkilerin yaygın kullanımıyla, çiftçilerin ve tarımın bu kimyasallara giderek daha çok bağımlı olması gerçekleşebilir. Dolayısıyla, bu herbisitlerin üretiminin gerçekleştiği kimya endüstrisi şirketleri, tarımın gelişimine yön verebilir.
                                                                            
Son olarak ve bir kez daha belirtmek gerekir ki, insanlığın ortak mirası olan tarımsal faaliyetlerin, kapitalist tekellerin egemenliğine girmesi sorgulanmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.