Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
GDO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GDO etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ağustos 2025 Cumartesi

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Yeni Genomik Teknikler

Mahmut Boyuneğmez


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO’lar) ve Yeni Genomik Teknikler (YGT’ler), modern biyoteknolojinin tarım, tıp ve çevre alanlarında sunduğu yenilikçi çözümlerin temel taşlarıdır. GDO’lar, bitki veya hayvanların genetik materyallerinin (DNA’larının) doğal olmayan yollarla, yani genetik mühendislik veya rekombinant DNA teknolojisiyle değiştirilmesiyle oluşturulur. YGT’ler ise, genetik materyali daha hassas bir şekilde düzenleyen yeni nesil yöntemlerdir. Peki, bu teknolojiler korkulması gereken bir “Frankenstein” mı, yoksa açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm sunabilecek bir umut mu? Bu makale, GDO’ların ve YGT’lerin potansiyelini, avantajlarını, risklerini ve etik/politik boyutlarını güncel bilgiler ışığında ele alıyor.

GDO’lar ve YGT’ler Nedir?

GDO’lar, farklı türler arasında gen transferini mümkün kılan rekombinant DNA teknolojisiyle üretilir. 1990’lı yıllardan beri bitkisel GDO’lar tarımda yaygın olarak kullanılırken, hayvanlar üzerindeki çalışmalar nispeten yeni ve geliştirme aşamasındadır. Örneğin, hızlı büyüyen genetiği değiştirilmiş somon balığı (AquAdvantage) bazı ülkelerde onaylanmış, ancak güvenliği ve ekosistem üzerindeki etkileri hâlâ tartışılmaktadır.

YGT’ler, genetik materyali hassas bir şekilde düzenlemek için geliştirilen modern biyoteknolojik yöntemlerdir ve geleneksel GDO yöntemlerinden farklıdır. YGT’ler şunları içerir:

  • Gen düzenleme: CRISPR/Cas9, TALENs ve ZFNs gibi araçlarla hedefli mutajenez, tek nükleotit düzeyinde doğruluk sağlar.
  • Cisgenesis: Aynı türden veya yakın akraba türlerden gen aktarımı, doğal gen havuzuna sadık kalır.
  • Intragenez: Aynı türden genetik materyalin farklı düzenleyici elementlerle birleştirilmesi.
  • Epigenetik düzenleme: DNA dizisini değiştirmeden gen ekspresyonunu kontrol etme (örneğin, metilasyon).
  • RNA interferansı (RNAi): Gen susturma yöntemi.
  • Yapay DNA sentezi: Laboratuvarda tasarlanmış DNA dizilerinin kullanımı.

YGT’ler, geleneksel ıslah yöntemlerine göre daha hızlı ve kesin sonuçlar verir. Örneğin, CRISPR ile birkaç yıl içinde kuraklığa dayanıklı mısır geliştirilebilirken, geleneksel yöntemler on yıllar alabilir.

Biyoteknolojinin Potansiyel Yararları

GDO’lar ve YGT’ler, tarım ve gıda alanında atılım yaratma potansiyeline sahiptir:

  • Besin değeri ve raf ömrü: GDO olarak geliştirilen “altın pirinç” yüksek A vitamini içerir; YGT’lerle demir, çinko veya GABA (nörotransmiter) açısından zenginleştirilmiş ürünler (örneğin, Japonya’da CRISPR ile geliştirilen GABA içeriği yüksek domates) piyasaya sürülmüştür.
  • Verimlilik ve gıda güvenliği: Böceklere, virüslere ve herbisitlere karşı dirençli bitkiler, daha az kimyasal kullanımıyla yüksek verim sağlar. YGT’lerle geliştirilen kuraklığa veya tuzluluğa dayanıklı mısır ve soya, Afrika ve Güney Amerika’da gıda güvenliğini artırmaktadır.
  • İklim değişikliğine uyum: YGT’ler, kuraklık, tuzluluk veya soğuk gibi çevresel streslere dayanıklı bitkiler geliştirerek iklim değişikliğine çözüm sunar. Örneğin, Arjantin’de onaylanan kuraklığa dayanıklı soya fasulyesi bu alandaki yeniliklerden biridir.
  • Tıbbi uygulamalar: YGT’ler, orak hücre anemisi ve kalıtsal körlük (Leber konjenital amaurosis) gibi genetik hastalıkların tedavisinde klinik başarı göstermiştir. 2024’te FDA (Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi), CRISPR tabanlı bir kalıtsal körlük tedavisini onaylamıştır.
  • Endüstriyel uygulamalar: Biyoyakıtlar, biyoplastikler ve enzim üretiminde YGT’ler sürdürülebilir çözümler sunar.

Mevcut GDO’lar genellikle böceklere (Bacillus Thuringiensis [BT] toksiniyle), viral enfeksiyonlara veya herbisitlere karşı dirençlidir. BT toksini, insan sağlığına zarar vermez ve böcek ilacı kullanımını azaltır. YGT’ler ise daha hassas müdahalelerle, örneğin mantar dirençli buğday veya geç yanıklığa dirençli patates geliştirerek, pestisit ihtiyacını azaltır.

Güncel Gelişmeler

Son yıllarda biyoteknoloji hem GDO’lar hem de YGT’ler açısından önemli ilerlemeler kaydetmiştir:

  1. CRISPR atılımı: CRISPR/Cas9, gen düzenlemede çığır açmıştır. Hedefli mutajenezle hastalıklara dirençli bitkiler, genetik hastalıkların tedavisi ve biyoyakıt üretiminde verimli mikroorganizmalar geliştirilmektedir. Yeni nesil Cas9 varyantları, hedef dışı mutasyon riskini azaltmıştır.
  2. İklim Değişikliği Çözümleri: GDO’lar ve YGT’ler, karbon tutulumunu artıran bitkiler ve çevresel streslere dayanıklı çeşitler geliştirerek iklim değişikliğiyle mücadelede “oyun değiştirici” olarak görülmektedir.
  3. Biyoçeşitlilik ve Sürdürülebilirlik: GDO’lar ve YGT’ler, daha az kimyasal kullanımı ve yüksek verimle sürdürülebilir tarıma katkıda bulunabilir. Örneğin, cisgenik elma ağaçları, ateş yanıklığı direnciyle pestisit ihtiyacını azaltmıştır.
  4. Ticarileşme: ABD, Japonya ve Arjantin gibi ülkeler, YGT ürünlerini GDO’dan ayrı sınıflandırarak ticarileşmeyi hızlandırmaktadır. Nijerya ve Kenya’da kuraklığa dayanıklı mısır denemeleri devam ederken, Brezilya’da YGT’lerle geliştirilen ürünler yaygınlaşmaktadır.
  5. Tıbbi Atılımlar: CRISPR tabanlı gen terapileri, orak hücre anemisi, β-talasemi ve kalıtsal körlük gibi hastalıkların tedavisinde umut vaat etmektedir.

Endişeler ve Riskler

GDO’lar ve YGT’ler, sundukları avantajlara rağmen tartışmalara yol açmaktadır. Başlıca endişeler şunlardır:

  1. Alerjik Etkiler: GDO’larda gen transferiyle üretilen proteinlerin alerjiye yol açma ihtimali tartışılmıştır, ancak mevcut ürünlerde böyle bir etki saptanmamıştır. DSÖ, piyasadaki GDO’lu gıdaların güvenli olduğunu belirtmektedir. YGT’ler, yabancı gen transferi yerine mevcut genlerin düzenlenmesiyle bu riski daha da azaltır.
  2. Gen Transferi: GDO’larda antibiyotik direnç genlerinin kullanımı, insan bağırsağındaki bakterilere gen transferi endişesi yaratmıştır. Ancak bu riskin düşük olduğu doğrulanmıştır ve modern YGT’lerde bu genlerden kaçınılmaktadır.
  3. Biyoçeşitlilik ve Çaprazlaşma: GDO’lar ve YGT’lerle geliştirilen bitkilerin yabani akrabalarına gen aktarımı, biyoçeşitliliği tehdit edebilir. Bu riski azaltmak için polen üretmeyen (kısır) bitkiler veya sıkı izolasyon protokolleri geliştirilmektedir.
  4. Hedef Dışı Etkiler: YGT’lerde, özellikle CRISPR ile, hedef dışı mutasyonlar (off-target) riski bulunmaktadır. Ancak yeni nesil teknolojiler bu riski en aza indirmiştir.
  5. Uzun Vadeli Etkiler: GDO’ların ve YGT’lerin ekosistem üzerindeki uzun vadeli etkileri hâlâ tam bilinmemektedir. Çevreci gruplar, biyogüvenlik testlerinin yeterince sıkı olmadığını savunmaktadır.

Politik ve Etik Boyut

GDO’lar ve YGT’ler, bilimsel avantajlarının ötesinde politik ve etik tartışmalara yol açmaktadır:

  1. Patentler ve Tekeller: GDO tohumlarının ve YGT ürünlerinin patentlenmesi, tarımsal üretimin büyük şirketlerin kontrolüne girmesine neden olmaktadır. “Terminatör tohum” gibi teknolojiler, çiftçilerin tohum tedarikçilerine bağımlılığını artırır ve gıda egemenliğini tehdit eder. Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI), patentlenmemiş biyoteknoloji ürünlerini çiftçilere sunarak bu konuda geleceğin toplumunda alternatifin ne olduğuna işaret etmektedir.
  2. Gıda Bağımlılığı: GDO’ların ve YGT’lerin yaygınlaşması, gelişmekte olan ülkelerin teknoloji ihraç eden ülkelere bağımlılığını derinleştirebilir, küresel gıda sisteminde eşitsizlikleri artırabilir.
  3. Herbisit Bağımlılığı: Herbisit toleranslı GDO’lar ve YGT ürünleri, tarımın kimyasal bağımlılığını artırabilir, çevre ve sağlık için uzun vadeli riskler taşıyabilir.
  4. İnsan Embriyolarında Gen Düzenleme: YGT’lerin insan embriyolarında kullanımı (örneğin, 2018’deki Çin CRISPR bebekleri vakası), etik tartışmaları tetiklemiştir. Kalıtsal gen düzenleme, ciddi hastalıkların tedavisi için sıkı etik denetimle yapılmalı, estetik veya zihinsel özelliklerin geliştirilmesi için kullanılmamalıdır. DSÖ’nün 2023’te yayımladığı etik çerçeve, bu konuda yol göstericidir.
  5. Toplumsal Erişim: Biyoteknolojinin kapitalist sistemde kar odaklı kullanımı, teknolojinin insanlık yararına yaygınlaşmasını engeller. Açık kaynak biyoteknoloji modelleri ve kamu fonlu AR-GE projeleri, kapitalist toplumsal ilişkilerin toplumcu bir sisteme yerini bırakması sürecinde, bu teknolojilerin küçük çiftçiler ve gelişmekte olan ülkeler için erişilebilir olmasını sağlayacaktır.

Sonuç

GDO’lar ve YGT’ler, tarım, tıp ve endüstride atılım yaratma potansiyeline sahiptir. GDO’lar, böcek ve hastalık direnciyle verimliliği artırırken, YGT’ler daha hassas, hızlı ve çevresel sürdürülebilirlik sunan çözümler üretir. Ancak, biyoçeşitlilik, sağlık ve etik kaygılar dikkatle ele alınmalıdır. Bu teknolojilerden korkmak yerine, potansiyellerini insanlık yararına yönlendirmek için bilinçli bir mücadele gereklidir. Ekolojik riskler, sıkı biyogüvenlik testleri ve uzun vadeli izleme programlarıyla en aza indirilebilir.

2050’de 10 milyarlık dünya nüfusunu beslemek için gıda israfının önlenmesi, sömürü ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılması kadar GDO’lar ve YGT’ler gibi teknolojiler de kritik önemdedir. Sorun, teknolojinin kendisinde değil, kimin kontrolünde ve nasıl kullanıldığındadır. İnsanlığın ortak mirası olan bu yenilikler, kapitalist tekellerin egemenliğinden kurtarılmalı, toplumcu bir yaklaşımla tüm insanlığın yararına sunulmalıdır. Satranç tahtasında olduğu gibi, YGT’ler ve GDO’lar yeni hamleler sunar; bu hamlelerin emekçi toplumsallığın çıkarları doğrultusunda yapılması, insanlığın geleceği için bir zorunluluktur.

Not: Bu makalenin yazılmasında yapay zekâdan yararlanılmıştır.

27 Nisan 2025 Pazar

Yeni Genomik Teknikler (YGT)’den korkmalı mı?

Mahmut Boyuneğmez

YGT’ler korkulması gereken bir “Frankenstein” mı, yoksa açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm sunabilecek bir umut mu?

Genetik mühendislik, 20. yüzyılın sonlarından itibaren insanlığın tarım, tıp ve çevre sorunlarına çözüm arayışında atılım yaratmıştır. Yeni Genomik Teknikler (YGT), bu alanda en son yenilik olarak öne çıkmaktadır. Peki, bu teknolojiler korkulması gereken bir “Frankenstein” mı, yoksa açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm sunabilecek bir umut mu? Yeni Genomik Teknikler (YGT), genetik materyali hassas bir şekilde düzenlemek için geliştirilen modern biyoteknolojik yöntemleri kapsamaktadır. Bu teknikler, geleneksel genetik modifikasyon (GMO, eş deyişle GDO) ve klasik ıslah yöntemlerinden farklı bir kategori olarak değerlendirilmektedir. YGT’ler, genetik mühendislikte atılım oluşturmuş, tarım, tıp ve endüstriyel biyoteknoloji gibi alanlarda yenilikçi çözümler sunmuştur [1].

YGT’ler nedir?

YGT’ler, genetik materyalde değişiklik yapmak veya gen ekspresyonunu düzenlemek için kullanılan bir dizi yöntemi içermektedir:

  • Gen düzenleme: CRISPR/Cas9, TALENs (Transcription Activator-Like Effector Nucleases) ve ZFNs (Zinc Finger Nucleases) gibi araçlarla hedefli mutajenez.
  • Cisgenesis: Aynı türden veya yakın akraba türlerden gen aktarımı.
  • Intragenez: Aynı türden alınan genetik materyalin yeniden düzenlenmesi.
  • Epigenetik düzenleme: DNA dizisini değiştirmeden gen ekspresyonunu kontrol etme (örneğin metilasyon).
  • RNA interferansı (RNAi): Genlerin susturulması için kullanılan bir yöntem.
  • Yapay DNA sentezi: Laboratuvarda tasarlanmış DNA dizilerinin kullanımı [2].

YGT’ler, genetik materyalde istenmeyen değişiklik riskini en aza indirmektedir. Örneğin, CRISPR/Cas9, tek nükleotit düzeyinde doğruluk sağlayabilmektedir [3]. Geleneksel ıslah yöntemleri on yıllar alabilirken, YGT’ler birkaç yıl içinde sonuç verebilmektedir. Bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar ve insan hücreleri gibi çeşitli organizmalarda uygulanabilirlikleri bulunmaktadır.

YGT’ler, iklim değişikliğine uyum sağlayabilen, hastalıklara dirençli ve verimli bitki çeşitleri geliştirmede kullanılabilir. Örneğin, CRISPR ile geliştirilen kuraklığa dayanıklı mısır, Afrika’daki gıda güvenliğini artırma potansiyeline sahiptir [4]. YGT’lerin, gen terapileri, kanser immünoterapileri, nadir hastalıkların tedavisi ve kişiselleştirilmiş tıpta kullanımı umut vaat etmektedir. Örneğin, orak hücre anemisi için CRISPR tabanlı tedaviler klinik başarı göstermiştir [5]. Endüstrideyse biyoyakıtlar, biyoplastikler ve enzim üretimi gibi sürdürülebilir ürünlerin üretiminde YGT’lerin yeri olacaktır.

YGT’lerin sunduğu avantajlar şunlardır:

  • Pestisit kullanımını azaltabilir, su ve toprak kaynaklarını daha verimli kullanmaya yol açabilir.
  • Besin değeri yüksek (örneğin içeriği zenginleştirilmiş ürünler) ve daha dayanıklı gıdalar üretilebilir.
  • Üretim maliyetlerini düşürme potansiyeli vardır.

Ancak, YGT’lerin getireceği olası riskler de göz ardı edilmemelidir. Örneğin, hedefli mutajenezde “off-target” etkiler (hedef dışı genetik değişiklikler), beklenmedik sağlık ya da ekolojik sorunlara yol açabilir. Örneğin, YGT ile geliştirilen bitkilerin yabani akrabalarına gen aktarımı, biyoçeşitliliği tehdit edebilir [6]. Çevreci gruplar, bu teknolojilerin biyogüvenlik testlerinin yeterince sıkı olmadığını savunmaktadır [7]. Ayrıca, YGT ürünlerinin ekosistem üzerindeki uzun vadeli etkileri hâlâ tam olarak bilinmemektedir.

YGT ürünleri, AB ülkelerinde GMO/GDO olarak sınıflandırılırken, ABD, Japonya, Avustralya gibi ülkelerde daha esnek düzenlemelere tabidir. AB’nin 2023’te önerdiği YGT düzenlemeleri, cisgenik ve hedefli mutajenezle üretilen bazı ürünlerin GMO kapsamından çıkarılmasını öngörmüştür [8]. Bu öneriye karşı organik tarım savunucuları ve çevreciler, biyogüvenlik testlerinin gevşetilmesinin ekolojik riskler yaratabileceğini belirtmektedir [9].

Kapitalist dünyada gen düzenleme, şirketlerin ürünleri patentlemesiyle erişim eşitsizliklerine yol açacaktır. Oysa birçok bilim insanının ve emekçinin ortaklaşa faaliyetleriyle oluşturulan teknolojik yeniliklerin, kapitalist şirketlerin karını artırma ve sermaye birikimi doğrultusunda patentlenmesi kabul edilemez. Çocuk felci aşısını geliştiren bilim insanlarından biri olan Sabin’in dediği gibi “Güneş’in patentini alabilir misiniz?” Buna benzer şekilde insanlığın ortak kullanımında olması ve yaşanılan sorunlara çözüm sunması gereken tekniklerin, “paraya para katma” saikiyle özel mülkiyetin tasarrufunda bulunması reddedilmelidir. Açık kaynak biyoteknoloji modelleri geliştirilmesi, kamu fonlu araştırma ve geliştirme (AR-GE) projeleri yürütülmesi savunulmalıdır. YGT’lerin küçük çiftçiler ve gelişmekte olan ülkeler için erişilebilir olmasını sağlayacak çözüm, kapitalist sistemin toplumcu/kamucu sisteme dönüşümüdür. Komünist dünya toplumunda, Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI)’nün günümüzde yaptığı gibi biyoteknoloji ürünlerini patentlemeden çiftçilere sunması söz konusu olacaktır [10].

Öte yandan insan embriyolarında gen düzenleme, 2018’de Çin’deki CRISPR bebekleri vakasıyla küresel etik tartışmaları tetiklemiştir [11]. Çinli bilim insanı He Jiankui, CRISPR/Cas9 gen düzenleme teknolojisini kullanarak insan embriyolarında genetik değişiklikler yapmış ve bu embriyolardan doğan ikiz kız bebekler (Lulu ve Nana) dünyaya gelmiştir. Bu vaka, kalıtsal gen düzenlemenin uzun vadeli etkilerinin bilinmemesi ve etik sınırların aşılabileceği endişelerini doğurmuştur. Örneğin, düzenlenen genlerin gelecek nesillerde kanser veya diğer genetik hastalıklara yol açma riski hâlâ araştırılmaktadır. 2023’te DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), insan gen düzenleme için etik bir çerçeve yayınlamıştır. Ayrıca, bazı ülkeler (örneğin Japonya, İngiltere) kalıtsal gen düzenlemeyi sınırlı tıbbi amaçlarla onaylamaya başlamıştır. Bu konuda söylenmesi gereken özetle şudur: Kalıtsal gen düzenleme yalnızca bazı ciddi hastalıklar için ve sıkı etik denetimle yapılabilmelidir.

Bazı yorumcuların yanıltıcı bilgileri, tüketicilerin genetik modifikasyonlara karşı önyargılar geliştirmesine neden olsa da YGT’lerin ürünleri toplumsal hayata dahil olmakta, tıpta bu tekniklerin kullanımı artmaktadır. Örneğin, 2024’te CRISPR tabanlı bir gen terapisi, kalıtsal körlük (Leber konjenital amaurosis) tedavisinde FDA (Amerika Birleşik Devletleri Gıda ve İlaç Dairesi) onayı almış durumdadır [12]. ABD ve Japonya, YGT ürünlerini (özellikle SDN-1 tipi hedefli mutajenez) GMO olarak sınıflandırmamaktadır ve bu durum, bu alandaki ticarileşme süreçlerini hızlandırmaktadır. Japonya’da CRISPR ile geliştirilen GABA (beyinde bir nörotransmiter) içeriği yüksek domates piyasaya sürülmüş bulunmaktadır [13]. Afrika’da ise YGT’ler, gıda güvenliği için umut vaat etmektedir; Nijerya ve Kenya’da kuraklığa dayanıklı mısır denemeleri devam etmektedir [14]. Arjantin ve Brezilya, YGT ürünlerini hızla ticarileştirmektedir; Arjantin’de kuraklığa dayanıklı soya fasulyesi onaylanmış bulunmaktadır [15].

Kapitalist dünyada YGT’lerle üretilen tohumların tekeller tarafından küçük çiftçilere satılmasıyla, tekeller ile çiftçiler arasındaki egemenlik-bağımlılık ilişkisi derinleşecek, patentlerle bu ürünlerin insanlık yararına yaygın kullanımının önüne geçilecektir. Tekellerin bu egemenliğine son verildiğinde, YGT’lerin insanlık yararına kullanımı olanaklı hale gelecektir. Gelecekte açlığın ve yetersiz beslenmenin yok edilmesinde kök nedenler olan sömürü ve eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına ek olarak 2050 yılında ulaşılacak dünya nüfusu olarak 10 milyar insanı yeterli ve sağlıklı şekilde besleyecek bir gıda bolluğunun oluşturulması için gıda israfının önlenmesi gibi tedbirlerin yanı sıra YGT’lerin kullanılması da gerekecektir. Ayrıca bilim insanları YGT’lerin iklim değişikliğiyle mücadelede “oyun değiştirici” olduğunu vurgulamaktadır [16].

Hedefli Mutajenez

Hedefli mutajenez, bir organizmanın DNA’sında belirli bir gen veya gen bölgesinde kontrollü ve hassas değişiklikler (mutasyonlar) oluşturmak için kullanılan bir genetik mühendislik yöntemidir. Rastgele mutasyon tekniklerine kıyasla yüksek doğruluk sunar ve istenmeyen genetik değişikliklerin riskini azaltır [17].

En yaygın araç, CRISPR/Cas9’dur. Bir rehber RNA (gRNA), hedef DNA dizisine bağlanır ve Cas9 enzimi bu bölgede çift sarmal kesimi yapar. Hücre, kesimi onarmak için homoloji yönlendirmeli onarım (HDR, DNA’nın tamirinde bir şablon kullanarak hassas değişiklikler yapar) veya non-homolog uç birleştirme (NHEJ, kesilen uçları rastgele birleştirir ve küçük ekleme/silmeler oluşturur) gibi mekanizmalar kullanır, bu süreçte istenen genetik değişiklikler tanıtılır [18]. Diğer araçlar, TALENs ve ZFNs’dir.

Bu mekanizmayla tarımda hastalıklara (örneğin buğdayda pas hastalığı), kuraklığa veya tuzluluğa dayanıklı bitkiler üretilebilir. Örneğin, mantar dirençli buğday, pestisit kullanımını azaltabilir [19]. Bu teknoloji, tıpta genetik hastalıkların tedavisinde kullanılabilir. Orak hücre anemisi ve β-talasemi için CRISPR tedavileri klinik başarı göstermiştir [5]. Endüstride biyoyakıt üretiminde verimli mikroorganizmalar da bu teknikle oluşturulabilir.

Hedefli mutajenezin, hedef dışı mutasyonlar oluşturma riski bulunmaktadır, ancak yeni nesil Cas9 varyantları bunu azaltmaktadır [20]. Öte yandan insan embriyolarında gen düzenleme biyoetik kaygılar doğursa da bilim insanları tarafından saptanacak bir ilkeler ve kurallar bütünlüğünde hangi durumlarda insan embriyolarına gen düzenlemesi yapılacağı kararlaştırılabilir. Örneğin, ciddi genetik hastalıkların tedavisi için embriyo gen düzenlemesi kabul edilebilirken, estetik veya zihinsel özelliklerin geliştirilmesi için buna izin verilmemelidir [11].

Cisgenesis

Cisgenesis, bir organizmaya aynı türden veya yakın akraba türlerden (çaprazlanabilir türler) alınan genlerin genetik modifikasyon yoluyla aktarılmasıdır. Aktarılan genler, promotör ve terminatör gibi düzenleyici dizilerle birlikte doğal genetik materyalden türetilir ve yabancı DNA kullanılmaz. Bu durum, cisgenesisi transgenik yöntemlerden ayırır ve bu teknik, geleneksel ıslaha yakın bir yaklaşım olarak kabul edilir [21]. Örneğin, bir elma türünde bulunan hastalık direnç geni, aynı türün başka bir bireyine Agrobacterium tumefaciens (bakteri yoluyla gen aktarımı) veya gen tabancası (DNA’yı doğrudan hücreye enjekte etme) ile aktarılmaktadır [22].

Bu teknoloji, tarımda elma ağaçlarında ateş yanıklığı (Erwinia amylovora) direnci geliştirmede kullanılmaktadır. Cisgenik elma çeşitleri, kimyasal pestisit ihtiyacını azaltmıştır [23]. Patateste geç yanıklık (Phytophthora infestans) direnci, bu teknikle geliştirilmiştir. Örneğin, cisgenik domatesler, raf ömrünü uzatarak gıda israfını azaltabilir [24]. Bu mekanizmayla meyve ve sebzelerde tat, besin içeriği veya raf ömrü iyileştirmeleri yapılabilir.

Cisgenesiste doğal gen havuzuna sadık kalınmaktadır. Ayrıca geleneksel ıslaha göre daha hızlı sonuç alınmaktadır. Ancak, bazı organik tarım savunucuları, cisgenik ürünlerin “doğal” olmadığını savunarak organik sertifikasyon kapsamına alınmasına karşı çıkmaktadır [7].

Intragenez

Biyogüvenlik riskleri düşük olan bu teknik cisgenesise benzer, ancak aynı türden alınan genetik materyalin farklı düzenleyici elementlerle (örneğin promotör, terminatör) birleştirilmesiyle uygulanır. Intragenez, doğal kombinasyonlarda olmayan düzenlemelere olanak tanır ve cisgenesisten daha esnektir, ancak transgenik organizmalar kadar tartışmalı değildir [25]. Örneğin, bir bitkinin hastalık direnç geni, aynı türdeki farklı bir promotörle birleştirilerek ekspresyonu artırılabilir [26].

Bu teknik, tarımda kuraklığa veya tuzluluğa dirençli bitkilerin üretilmesinde kullanılabilir. Besin içeriğinin iyileştirilmesi (örneğin pirinçte A vitamini artışı) ve endüstriyel bitkilerde verimlilik artışının sağlanması diğer uygulama alanlarıdır. Intragenez tropikal bitkilerde (örneğin muz, manyok) stres toleransını artırmak için araştırılmaktadır [27]. Örneğin, intragenik yöntemlerle geliştirilen A vitamini açısından zengin “altın muz”, bu konudaki yetersiz beslenme sorununa çözüm sunabilir.

Sonuç

Hedefli mutajenez, cisgenesis ve intragenez gibi bileşenleriyle yeni genomik teknikler (YGT’ler), tarım, tıp ve endüstriyel biyoteknolojide atılımlar oluşturma potansiyeline sahiptir. Hassas tekniklerdir. Bu tekniklerle hızlı sonuç alınır. Çevresel sürdürülebilirlik avantajına sahiptirler. Şu anda kapitalist dünyada bu teknolojinin kullanımına ilişkin mevzuatta düzenleyici belirsizlikler bulunmaktadır. Öte yandan farklı ülkelerde yanıltıcı bilgilerin yönlendirmeleriyle bu teknolojiye karşı yanlış kamuoyu algıları oluşmaktadır.

YGT’lerden korkmak yerine, bu teknolojilerin potansiyelini insanlık yararına yönlendirmek için bilinçli bir mücadele gereklidir. Çevreci grupların biyogüvenlik endişeleri, daha sıkı testlerle giderilebilir. Ekolojik riskler, kapsamlı saha denemeleri ve uzun vadeli izleme programlarıyla en aza indirilebilir. Bilimsel ilerlemeler, şirketlerin kârı için değil, açlık, hastalık ve iklim değişikliği gibi küresel sorunlara çözüm üretmek için kullanılmalıdır.

Bir benzetme yapalım. Satrançta her yeni hamleyle birçok olasılık gündeme gelir ve bunlardan bazıları iyi bir yol haritası sunarken bazıları olumsuzdur. İçerisinde bulunulan durum avantajlı değilse bile, bu durumu düzeltmenin ve inisiyatif alarak olumlu bir rota çizmenin olanağı çoğunlukla vardır. YGT’ler tarihsel bir kazanım olarak değerlendirildiğinde, tekellerin güdümüne bırakılacak bir rotanın reddedilme ve emekçi toplumsallığın insanlığın yararına olacak hamleleri yapmasının zamanı gelmiş demektir. Teknolojik gelişmelerden tedirgin olup, korkuya kapılmak, ilerlemeler karşısında tutuculaşıp, mevcut olana ya da daha ilkel olanlara sarılmak yerine, yeniliklerden ötürü heyecanlanıp, potansiyel durumdaki olanakları görmek ve bugünden bu teknolojilerin eşitlikle ve kapsayıcılıkla tüm insanlığın yararına kullanılacağı geleceğin toplumunun ilke, değer ve motiflerini dillendirmek gereklidir.

Not: Bu makalenin yazılmasında YZ’den yararlanılmıştır.

Kaynaklar

  1. European Commission. (2023). New genomic techniques: Q&A. https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/qanda_23_3567
  2. Lusser, M., Parisi, C., Plan, D., & Rodríguez-Cerezo, E. (2012). New plant breeding techniques: State-of-the-art and prospects for commercial development (JRC Scientific and Policy Reports). European Commission Joint Research Centre.
  3. Zhang, D., Hussain, A., & Manghwar, H. (2021). CRISPR/Cas9 applications in crop improvement. Trends in Plant Science, 26(9), 875–888. https://doi.org/10.1016/j.tplants.2021.04.007
  4. International Service for the Acquisition of Agri-biotech Applications. (2022). Global status of commercialized biotech/GM crops: 2022. ISAAA.
  5. Frangoul, H., Altshuler, D., Cappellini, M. D., Chen, Y.-S., Domm, J., & Eugster, E. A. (2021). CRISPR-Cas9 gene editing for sickle cell disease and β-thalassemia. New England Journal of Medicine, 384(3), 252–260. https://doi.org/10.1056/NEJMoa2031054
  6. Wolfenbarger, L. L., & Phifer, P. R. (2000). The ecological risks and benefits of genetically engineered plants. Science, 290(5499), 2088–2093. https://doi.org/10.1126/science.290.5499.2088
  7. Greenpeace. (2023). Position on new genomic techniques. https://www.greenpeace.org/eu-unit/issues/nature-food/46582/position-new-genomic-techniques/
  8. European Commission. (2023). Proposal for a regulation on plants obtained by certain new genomic techniques (COM(2023) 411 final). https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX:52023PC0411
  9. Corporate Europe Observatory. (2023). New GMOs: Deregulation under pressure. https://corporateeurope.org/en/2023/07/new-gmos-deregulation-under-pressure
  10. International Rice Research Institute. (2023). Golden Rice project: Open-access biotechnology for food security. https://www.irri.org/golden-rice
  11. Cyranoski, D. (2019). The CRISPR-baby scandal: What’s next for human gene-editing. Nature, 566(7745), 440–442. https://doi.org/10.1038/d41586-019-00673-1
  12. U.S. Food and Drug Administration. (2024). Approval of CRISPR-based therapy for Leber congenital amaurosis. https://www.fda.gov/news-events/press-announcements
  13. Nature. (2021). Japan’s gene-edited food revolution. Nature Biotechnology, 39(3), 267–268. https://doi.org/10.1038/s41587-021-00854-2
  14. African Union. (2023). Policy brief on new genomic techniques for African agriculture. https://au.int/en/documents/2023-policy-brief-ngts
  15. International Service for the Acquisition of Agri-biotech Applications. (2024). Argentina approves drought-tolerant soybean developed with gene editing. https://www.isaaa.org/kc/cropbiotechupdate/article.asp?ID=20567
  16. Ricroch, A., & Martin-Laffon, J. (2022). New genomic techniques and climate change: Opportunities and challenges. Frontiers in Plant Science, 13, Article 1025467. https://doi.org/10.3389/fpls.2022.1025467
  17. Doudna, J. A., & Charpentier, E. (2014). The new frontier of genome engineering with CRISPR-Cas9. Science, 346(6213), Article 1258096. https://doi.org/10.1126/science.1258096
  18. Jinek, M., Chylinski, K., Fonfara, I., Hauer, M., Doudna, J. A., & Charpentier, E. (2012). A programmable dual-RNA-guided DNA endonuclease in adaptive bacterial immunity. Science, 337(6096), 816–821. https://doi.org/10.1126/science.1225829
  19. Zhang, Y., Bai, Y., Wu, G., Zou, S., Chen, Y., & Gao, C. (2020). CRISPR/Cas9-mediated gene editing in wheat for drought tolerance. Plant Biotechnology Journal, 18(3), 703–712. https://doi.org/10.1111/pbi.13239
  20. Slaymaker, I. M., Gao, L., Zetsche, B., Scott, D. A., Yan, W. X., & Zhang, F. (2016). Rationally engineered Cas9 nucleases with improved specificity. Science, 351(6268), 84–88. https://doi.org/10.1126/science.aad5227
  21. Schouten, H. J., Krens, F. A., & Jacobsen, E. (2006). Cisgenic plants are similar to traditionally bred plants. EMBO Reports, 7(8), 750–753. https://doi.org/10.1038/sj.embor.7400769
  22. Vanblaere, T., Szankowski, I., Schaart, J., Schouten, H., Flachowsky, H., & Broggini, G. A. L. (2014). Cisgenic apple trees with resistance to fire blight. Plant Biotechnology Journal, 12(2), 179–188. https://doi.org/10.1111/pbi.12127
  23. Krens, F. A., Schaart, J. G., van der Burgh, A. M., Tinnenbroek-Capel, I. E. M., & Groenwold, R. (2015). Cisgenic apple trees: Development, characterization, and performance. Frontiers in Plant Science, 6, Article 286. https://doi.org/10.3389/fpls.2015.00286
  24. Mattoo, A. K., & Handa, A. K. (2008). Higher polyamines restore and enhance metabolic memory in ripening fruit from tomato plants expressing suppressed lycopene cyclase genes. Plant Biotechnology Journal, 6(7), 679–688. https://doi.org/10.1111/j.1467-7652.2008.00353.x
  25. Holme, I. B., Wendt, T., & Holm, P. B. (2013). Intragenesis and cisgenesis as alternatives to transgenic crop development. Plant Biotechnology Journal, 11(4), 395–407. https://doi.org/10.1111/pbi.12055
  26. Schaart, J. G., van de Wiel, C. C. M., Lotz, L. A. P., & Smulders, M. J. M. (2016). Opportunities for cisgenesis in fruit breeding. Acta Horticulturae, 1127, 1–8. https://doi.org/10.17660/ActaHortic.2016.1127.1
  27. Tripathi, L., Ntui, V. O., & Tripathi, J. N. (2022). Genome editing for tropical crops: Challenges and opportunities. Frontiers in Plant Science, 13, Article 834195. https://doi.org/10.3389/fpls.2022.834195

14 Temmuz 2013 Pazar

[GDO’lara Dair… Mahmut Boyuneğmez]

Konu: GDO’lar konusu değerlendirilmektedir.


Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO’lar), bazı bitki ve hayvanların, genetik materyallerinin, yani DNA’larının doğal olmayan yollar kullanılarak değiştirilmeleriyle oluşturuluyor. Bu tekniklere, “modern biyoteknoloji” ya da “gen teknolojisi” deniyor. Farklı canlı türleri arasında belirli bazı genlerin bir organizmadan diğerine transferinin yapıldığı bu teknolojiye, “rekombinant DNA teknolojisi” ya da “genetik mühendisiliği” de deniyor. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar, bitkiler üzerinde yapılanlara göre daha yeni ve geliştirilme aşamasında bulunuyor; rekombinant DNA’lı hayvanlardan sağlanan yiyeceklerin güvenli olup olmadığı hakkında henüz yeterince bilgi bulunmuyor. Oysa 1990’ların ilk yıllarından beri genetiği değiştirilmiş (GD) bitkiler yaratılıyor ve bu bitkilerin ürünü olarak GD mahsuller elde ediliyor.

Biyoteknolojinin potansiyel yararları şunlar: Gıdaların besin değerini artırmak ve uzun süre bozulmamalarını sağlamak, gıdaların alerjik özelliklerini ortadan kaldırmak, gıda üretiminde verimliliği artırmak, gıda bolluğu oluşturmak ve gıda fiyatlarını düşürmek, böcekler ve virüsler tarafından oluşturulan bitki hastalıklarına karşı dirençli bitkiler yetiştirmek, zararlı otlar için kullanılan herbisitlere (bitki ilaçlarına) karşı ürünlerin tolaranslı olmasını sağlamak… Geleneksel yöntemlerle istenilen tarımsal ürünleri elde etmek zaman alıcıdır ve elde edilen sonuçlarda kesinlik azdır. Oysa genetik mühendislikle, arzu edilen özelliklere sahip bitkiler kısa süreler içinde, kesin sonuçlar alınarak, elde ediliyor.

Biyoteknolojiyi kullanarak gıda ve tarım alanında başka ilerlemeler de gerçekleştirilebilir? Örnek mi?.. Kuraklığa dayanıklı bitkiler, tuzlu topraklarda yetişebilen bitkiler, soğuğa ve don olayına dayanıklı bitkiler, aşı üreten bitkiler ve hayvanlar, besin değeri yüksek bitkiler gibi… Örneğin üretimi gerçekleşmiş olan “altın pirinç”te yüksek miktarda vitamin A bulunuyor; peki, örneğin bolca demir içeren pirinç üretimi neden olmasın?.. Tüm bunların gelecekte geliştirilmesi mümkün görünüyor.

Şu anda pazara çıkmış tüm GD ürünlerse şu özelliklere sahip: Böcek hasarına karşı direnç, viral bitki enfeksiyonlarına karşı direnç ve belli bazı bitki ilaçlarına tolerans… Bu özelliklere sahip GDO’lar için kullanılan genler mikroorganizmalardan alınmış durumda.

Bitkilerin böceklere karşı dirençli olması, BT (Bacillus Thuringiensis) adlı bakteriden toksin üreten bir genin, bitkiye aktarılmasıyla sağlanıyor. Bu toksin insanlara zarar vermiyor ve tarımda böcek ilacı olarak zaten kullanılıyor. Bu toksini kalıcı biçimde üreten bitkiler, yani GD ürünler, daha az böcek ilacı kullanımıyla yetiştirilebiliyor.

Bitkilerde hastalık oluşturan belli bazı virüsler kullanılarak, GD ürünlerin bu virüslere karşı dirençli olmaları sağlanıyor. Böylelikle GD bitkilerin bu hastalıklara daha az yakalanması ve mahsul miktarında artış sağlanabiliyor.

Yine bitki ilaçlarına (herbisitlere) karşı direnci olan bir bakteriden, bu dirençten sorumlu genin bitkilere aktarılmasıyla, herbisit toleransı geliştiriliyor. Zararlı otların ürün miktarını etkilediği koşullarda, GD bu bitkiler kullanıldığında, herbisitlerin kullanımı azalıyor.

Biyoteknoloji, daha önce ilaçların üretiminde de kullanılmıştı ve bu alanda biyoteknolojinin kullanımı hiç sorgulanmadı. GD gıdaların üretimine başlandığında ve bu gıdalar pazara sürüldüğündeyse, biyoteknoloji üzerine spekülasyonlar yapılmaya başlandı. Bu teknolojinin gıda olarak tüketilen bitkilerde uygulanması, “risk/yarar” formülünde daha çok riskler üzerinde durulmasına ve toplumlarda giderek yayılan bazı endişelere yol açtı. Şu anda birçok ülkede, GDO’ların satışı hükümetlerce onaylanmış durumda ve satışları marketlerde gerçekleşiyor. Fakat bu ürünler hakkındaki endişeler/korkular tükenmiş değil.

GDO’lar hakkındaki çekinceler ve endişeler şu üç temel konuya odaklanmış görünüyor:

Bir: GDO’lar alerjik midir?.. Eğer bitkiye transfer edilen genin ürettiği protein alerjikse, bu durumda bu ürünler alerjiye yol açabilir. Dolayısıyla, alerjik etkileri olmayan proteinler üreten GDO’ların yaratılması (alerjik protein üretenlerin oluşturulmaması) gerekiyor. Ancak şu anda pazara sürülmüş GD gıdaların saptanmış hiçbir alerjik etkileri yok. Pazardaki GDO’lu ürünlerin insan sağlığı açısından risk oluşturmadığı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından belirtiliyor. GDO’lu ürünlerin insanlar tarafından tüketimi sonucu oluşmuş herhangi bir olumsuz etki de saptanmış değil.

İkinci endişeyi şu soru özetliyor: Gen transferleri olur mu?.. GD gıdaların yenmesiyle insan bağırsağındaki bakterilere ya da insan hücrelerine gen transferleri olma olasılığından endişelenilmişti. Endişelenildi, çünkü GDO üretilirken, antibiyotiklere karşı direnç oluşturan genlerin kullanıldığı biliniyordu. Yani bu genlerin, insan hücrelerine veya insan bağırsağındaki bakterilere transferiyle, antibiyotiklere karşı direnç özelliğinin kazandırılacağı yönünde şüpheler vardı. Oysa bu transferlerin gerçekleşme olasılığının düşük olduğunu belirtmek gerekiyor. Ancak her ihtimale karşı, antibiyotiklere direnç oluşturan genlerin, GDO’lar üretilirken kullanılmaması yönünde bir eğilim de oluşmalı.

Bir başka endişe, GD bitkilerle doğadaki bitkiler arasında gen değişimlerinin olma ihtimalinden kaynaklanıyor. Yani “doğal bitkilerle GD bitkiler arasında çaprazlaşmalar olur mu?” diye kaygı duyuluyor. GDO’lara ilişkin kaygılardan en sağlam olanı da bu. Gerçekten bahsedilen çaprazlaşmalar olanaklı. Ancak bu konuda da, insanlığın çözümsüz olduğu söylenemez. Çok sıkı bir izolasyonla, GD bitkiler ve doğal bitkiler birbirinden ayrılabilir. Zaten birçok ülkede bu izolasyonlar yapılarak üretim gerçekleşiyor. Aslında bu izolasyon günümüzde tekellerin işine yarıyor; patentli tohumlardan yetiştirilen bitkilerin özelliklerinin “kuş, böcek, rüzgar” yoluyla yan tarlalara taşınmaması isteniyor.

Ayrıca, bitkiler arasındaki çaprazlaşmaları önlemek için GD bitkiler, polen üretemeyecek şekilde, yani “kısır” hale de getirilebilir. Başka bir alternatifse, GD bitkilerin polen üretseler dahi, bu polenlerin aktarılmış genleri içermemesi. Örneğin BT’den aktarılan genle “böcek ilacı üreten” (böcek larvalarını öldüren bir protein üreten) mısırlar elde edilmişti; bu durumda zararsız ve yararlı böceklerin de ölmesi söz konusu oluyor. İzolasyon gibi önlemlerle ve genetik mühendisliğindeki daha ileri gelişmelerle, yararlı veya zararsız böceklerin ölmelerinin önüne geçilmesi de mümkün görünüyor.

Konunun bilimsel yanı böyle… Peki, politik yanı nasıl? Şimdi kısaca buna bakalım.
  1. GD tohumların, tekeller tarafından kendi adlarına patentlenmesi kabul edilemez. Canlıların/doğanın patentlenmesine, aklı başında olan hiç kimse onay veremez. Fakat kapitalizmin karakteristik özelliği, işte budur; canlılar ve doğa üzerinde bile özel mülkiyet hakkının olduğu iddia edilir.
  2. Zaman içerisinde, tarımla uğraşan küçük üreticiler/çiftçiler, patenti alınmış bu tür tohumların tedarikçilerine, dolayısıyla patent sahibi tekellere bağımlı olur. GD ürünlerin sayıca artması, bunların fiyatlarının giderek azalması, aynı zamanda, bağımlı ülkelerin, bu teknolojiyi kullanan emperyalist ülkelere gıda alanındaki bağımlılığının derinleşmesi anlamına da gelir.
  3. Üstelik kapitalizm koşulları altında şu da olanaklı; tekel şirketlerde öyle tohumlar üretilebilir ki, bu tohumlardan yetişecek ürünlerin tohumları, bir daha ürün vermeyecek şekilde olabilir. Evet, bir kereliğine ekilen ve ürün devamlılığı olmayan tohumların geliştirilmesi de, biyoteknolojiyle olanaklı… Fakat yine biyoteknolojinin bir suçu yok! Sorun bu teknolojinin kimlerin elinde ve ne şekilde kullanıldığında.
  4. Bazı herbisitlere (bitki ilaçlarına) toleranslı GD bitkilerin yaygın kullanımıyla, çiftçilerin ve tarımın bu kimyasallara giderek daha çok bağımlı olması gerçekleşebilir. Dolayısıyla, bu herbisitlerin üretiminin gerçekleştiği kimya endüstrisi şirketleri, tarımın gelişimine yön verebilir.                                                                  
Son olarak ve bir kez daha belirtmek gerekir ki, insanlığın ortak mirası olan tarımsal faaliyetlerin, kapitalist tekellerin egemenliğine girmesi sorgulanmalıdır.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]