Son Haftada En Çok Görüntülenenler

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...

8 Eylül 2024 Pazar

Sosyalist Devrim Tezleri

Mahmut Boyuneğmez

i. Sosyalist devrim dünyanın her ülkesinde günceldir. Afrika’da şefliklerden oluşmuş bir devlete sahip olan ülkeler için dahi, sosyalizm gündemdedir. Günümüzde dünyada feodalizm/yarı-feodalizm adında bir üretim tarzı bulunmamaktadır. Bir ülkede kapitalist toplumsal ilişkilerin görece gelişmemiş ya da görece ileri olması, o ülkede sosyalizme geçişin somut bir olanak olmasını etkilemez. Bunların nedeni, bir ülkede sosyalist devrime önderlik edecek siyasal çizginin ve örgütün, eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak görece geri toplumsal ilişkiler içerisinde dahi gelişebilmesidir. Ayrıca proleterleşme süreçleri yeterince gelişmemiş de olsa, sömürülen üreticilerin/emekçilerin kapitalist toplumsal ilişkilerin olgunlaşmasını beklemeden, kendi iktidarları için sosyalist devrime yönelmeleri mümkündür. Dünya emperyalist-kapitalist sistemi içerisinde bir ülkede kapitalist toplumsal ilişkiler yaygınlaşıp oturmuşluk kazanmadan da karşıtlıklar çelişki formunu alabilir ve mevcut iktidar zayıflayıp çatırdayabilir.

ii. Lenin’in “devrimci durumu” tarifi şu şekildedir: Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği, yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemediği bir tarihsel kesit ve bunlara eşlik eden iktisadi bir bunalım. İktisadi kriz koşullarında sınıf mücadelesi otomatik olarak yaygınlaşmaz ve keskinleşmez. Kapitalist sistem, kitlelerde oluşan tepkileri soğurabilecek mekanizmalara sahiptir. Her iktisadi kriz, devrimci durum doğurmaz. Devrimci durumun başarıyla ilerletilebilmesi için, sosyalist partinin devrimci durum öncesi süreçlerde belirli bir ön hazırlığının olması, işçiler arasında öncü işçileri az çok örgütleyebilmiş olması, işyerlerinde ve mahallelerde azımsanmayacak bir güç oluşturmuş olması gerekir. İktisadi kriz kesitlerinde, işçilerin/kitlelerin faşist partileri desteklemesi ve faşist diktatörlüklerin kurulması da kapitalist demokrasi çerçevesi içerisinde aşırı sağ/faşist partilerin yürütme gücüne gelmesi de mümkündür.

iii. Proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki mücadele, kriz kesitlerinde çelişkili olma vasfı kazanır. Başka türlü söylersek, kapitalist üretim ilişkilerinin çelişkili karakteri, sistemin kendini yeniden üretemediği tarihsel kesitlerde oluşur. Olağan zamanlarda bu üretim ilişkileri, iki sınıfın arasındaki uzlaşmaz karşıtların mücadelesi olarak var olur.

iv. Doğada ve toplumda dinamik denge durumlarında karşıtların mücadelesi vardır, denge bozulduğunda aralarında çelişki açığa çıkar ve bir çözüme kavuşur. Devrimci durum, toplumsal sistemin kendini yeniden üreten ve koruyan mekanizmalarıyla, dönüşüme zorlayan nedenlerin arasındaki dinamik dengenin yitirilmesi süreçlerini anlatır. Dinamik dengenin bozulduğu bu süreçler toplamı, “kriz” olarak adlandırılır. Devrimci durum dönemlerindeki krizde, ilerletici ve yeniden-üretici/muhafaza edici süreçler arasında bulunan karşıtlık, çelişkiye evrilir. Bu süreçlerin toplamdaki bileşkesi, devrimci ve karşı-devrimci eğilimleri doğurur. Çelişki bu eğilimlerin birbirini yok etmeye çalışmasını anlatır. Çelişkinin ilerletici süreçlerin baskın gelmesiyle çözülmesi, toplumsal ilişkilerde nitelikçe dönüşme yol açar. Dolayısıyla bu tarihsel kesitlerde gözlenen gelişim, çelişkilerin aşılması yoluyla olmaktadır. Oluşan dönüşümde, bir örüntü olarak eylemlerin ve organizasyonların niceliksel birikmesi ve belli bir eşik aşıldığında niteliksel değişime yol açması saptanabilir durumdadır. Bir toplumsal formasyonda başka üretim ilişkilerinin koşulladığı yeni toplumsal ilişkilere devrimle geçiş, bir sıçramadır. Değişim ve gelişimde, belirli bir ölçü sınırı, eş deyişle “eşik” aşıldığında, niteliksel dönüşüm gerçekleşir. Niteliksel dönüşüme, “sıçrama” denir. Böylelikle toplumsal ilişkiler özsel olarak değişir, bu ilişkilerde niteliksel bir kırılma ve yeniden kuruluş gerçekleşir.

v. Doğada ve toplumda meydana gelen olayların çoğu “konjonktürler” olarak ortaya çıkar. Bir sonucun birden fazla nedeni ve oluşturucu nedensel mekanizması olabilir. Devrimlerin ya da devrimci durumların birçok oluşturucu nedensel mekanizmaları vardır. Kıtlık, sefalet, savaşlar, kendiliğinden toplumsal hareketlerin varlığı, kitlelerin başarılı ya da başarısız deneyimleri, öncü partinin toplumsal hareketleri etkileyip yönlendirmesi, bunlardan ilk akla gelenlerdir. Bu nedenlerin birbirlerini güçlendirmesi, birlikte sinerjistik etkiler oluşturması söz konusu olabilmektedir.

vi. Devrimlerin oluşumunda nedenlerden bazıları rastlantısaldır. Rastlantılar, bir olayın oluşumunda, bir sürecin ilerleyişinde, zincirleme etkileşimlerin dışından gelerek olayın oluşumuna ve sürece katılan nedenlere denir. Rastlantı olan nedenlerin oluşumununsa, kendi “mantığı”, yani saptanabilir bir nedensel etkileşim zinciri mevcuttur. Zorunluluk, neden-sonuç ilişkisinde bir ya da birkaç oluşturucu mekanizmanın, eş deyişle yasaların varlığını anlatır. Uygun koşullarda aynı nedenler, aynı sonuçları zorunlulukla üretir. Dolayısıyla devrimlerin saptanabilir nedenleri, eş deyişle yasaları vardır. Fakat her devrimin özgün olmasını sağlayan olumsallık, olasılıklılık ve tesadüflerin de devrede olduğu açıktır. Bir örnek verelim. Lenin, devrim öncesi Rusya’da yaşamış ve liderlik rolünü oynayabilecek birkaç kişiden biridir. Bu nedenle Lenin'in liderliği ve üstlendiği kritik rol olasılıksal olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, Lenin'in liderlikte ön plana çıkmasında yaşantısındaki rastlantıların (tesadüflerin) de rolü vardır.

vii. Tarihsel gelişimde ve devrimlerde bireylerin rolü ne iradeci (volantarist) açıklamayla ne de yazgıcı/kaderci (fatalist) açıklamayla anlaşılabilir. Bu antinominin (çatışkının) her bir kolu, gerçekliğin tek yanlı ve yetersiz kavranışını yansıtır. “Büyük adamlar”a atfedilen kişisel güç, bu adamları öne çıkaran ve destekleyen toplumsal güçler ihmal edildiği için ve ihmal edildiği ölçüde, abartılır. Bu illüzyon sayesinde, “büyük adam”ların iktidarını, gücünü, etkisini dayandırdığı toplumsal hareketler, gereksinimler, geçmiş bilgi birikimi ve teknik gelişim düzeyi gibi unsurlar, sanki büyük adamlar olmasaydı ortaya çıkamayacaktı, gelişmeyecekti/olmayacaktı şeklinde algılanır. Ünlü bir “büyük adam”ın erken ölümü ya da yaşamamış olması düşünülerek, tarihsel gelişimin “aksayacağını” sanmak yanılgıdır. Toplumların belirli gelişim evrelerinde, bu evreye denk düşen sorunlar, gereksinimler belirdiğinde, bunların çözümüne yoğunlaşan birçok birey bulunur. Bunlardan biri bazense birkaçının çözümde ya da gereksinimin karşılanması yolunda gerçekleştirdiği başarı, diğerleri tarafından öğrenildiğinde ve bu başarının somut sonuçları yaşanmaya başlandığında, dikkatler başka sorunlara ve gereksinimlere kayar. Bazı bireylerin çeşitli nedenlerle başarıya ulaşamadığı durumda, onun yerini alacak ve bu “başarıyı” insanlığın ortak gelişimine kazandıracak başka bireyler çıkar. Bireyin özel bir yeteneği sayesinde olayların seyrini etkiyebilmesi için, içinde bulunduğu tarihsel dönemin spesifik bir toplumsal ihtiyacını, başka herkesten çok karşılamaya uygun durumda bulunması ve ayrıca, toplumsal güçlerin ve ilişkilerin bu yetenekli bireyin kişisel gelişiminin önünü kapatmaması gerekir. Yetenekli kişiler, gelişimleri için elverişli toplumsal koşulların mevcut olduğu her yerde ortaya çıkmaktadır. Toplumsal ilişkilerin gelişiminin ürünü olan bu yetenekli bireyler, toplumsal genel eğilimlerin ürünü olarak, bu eğilimleri değiştiremez, ancak olayların tekil özelliklerini değiştirebilecek toplumsal güce kavuşabilirler. Plehanov’un bu düşünceleri, devrim tarihsel kesitlerinde kritik roller oynayan “devrimciler” için de geçerlidir.

Kitlelerin mücadelelerinin bireysel büyük bir önderin yönlendirmesiyle başarıya ulaşabileceği sanısı yanlıştır. “Büyük önder/lider” efsaneleştirmesi, kitlelerin örgütlenme kapasitelerinin ve birçok önderi aralarından çıkardığının üzerini örten bir illüzyondur.

viii. Toplumdaki söylemlere, eğilimlere, konuşulan, benimsenen ve paylaşılan temalara uzanmak ve değmek, insanların günlük hayatlarındaki duygulanımlarına, düşünce ve davranış kalıplarına, ideolojik motiflerine katılmak, bunları ayrıştırmak, bazılarını onaylamayıp reddetmek, bazılarını sahiplenip anlamlarını dönüştürmek, siyasal ve ideolojik mücadelenin temel karakteristiğidir. Bu mücadele işyerlerinde, mahallelerde, okullarda mekânlar oluşturarak, bu olanaklı olmadığında ağlar/organizasyonlar geliştirerek verilir. Bu mekânlarda ve/ya da organizasyonlarda önemli olan, dayanışma, yardımlaşma ve duygudaşlık içerisinde olunacak bir kültürel atmosfer oluşturmak, birlikte duyumsamanın, yorumlamanın, üretme ve etkin olmanın söz konusu olduğu pratiklerde bulunarak bir kolektivite yaratmaktır. Politik, kültürel, ideolojik üretimde bulunurken ve örgütlenirken sosyalistlerin ihtiyacı olan çalışma tarzı budur. Bu çalışma tarzıyla sosyalistler, toplumsal dokudaki eğilimleri, pratikleri, değerleri, ideolojik motifleri dikkate alır, emekçiler arasında bulunup, onların sahip oldukları düşüncelere, eğilimlere, değerlere bir doğrultu vermeye çalışır. Buna eşlik eden ve bunu tümleyen örgütsel işleyiş ise demokratik merkeziyetçiliktir. Demokratik merkeziyetçilik, kararlar alınmadan önce birimlerde ve kurullarda tartışmaların yapıldığı, alınan kararlara öncesinde farklı düşünülse de tam olarak uyulduğu, çok yönlü olan kadroların politik, ideolojik ve kültürel üretimlere eşit olarak katılma hakkının açık olduğu, farklı yerelliklerdeki deneyimlerin merkezileştirilerek öncü partinin diğer örgütleriyle paylaşımının rahatlıkla sağlandığı bir işleyiş şeklidir. Demokratik merkeziyetçilik, ani ve kritik kararların alınması gerektiğinde, merkeziyetçiliğin devrede oluşunu ise dışlamaz.

ix. Kapitalist toplum, insanlar arasında bir pratikler ve ilişkiler sistemidir. Kapitalist sistemde toplumsal ilişkilerin iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları vardır. Bu toplumsal ilişkiler kapitalist sınıf ile proletarya ve ara tabakalar arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri içerir. Kapitalist sınıf, işçi sınıfı ile ara tabakalar üzerinde toplumsal ölçekte oluşan bir iktidara sahiptir. Kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı, diğer sınıf ve tabakalarla olan ilişkileriyle kurulur. İktidar, farklı habituslara/sınıfsal konumlanışlara sahip insanların birbirleriyle olan ilişkilerliye var olur. Dolayısıyla sermayenin toplumsal iktidarının, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları bulunur.

Kapitalist devlet, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal pratikler ve ilişkilerdeki uzanımlarıyla, bu boyutlardaki etkileşimleri ve pratikleriyle kapitalist sınıfın toplumun diğer kesimleri üzerindeki iktidarının oluşumuna katılan bir organizasyon ya da örgütlenmedir. Salt siyasal bir örgütlenme değil, toplumsal ilişkilerin ve pratiklerin diğer boyutlarındaki etkileşimleri ve varlığıyla sermayenin toplumsal ölçekte oluşan iktidarının bir bileşenidir.

İktidar, günlük hayatın pratikleri ve ilişkileri içerisinde hegemonya tesisi yoluyla türemektedir. Sadece baskı, zorlama, cezadan kaçışla değil, ikna olma, onay verme, rıza gösterme, kayıtsızlık ve pasifizasyon, cahil bırakma, sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama, meşgale oluşturma, oyalayıcı ve keyif verici etkinliklerin cazibesi gibi yollarla kitleler, kapitalist sistemin işleyişine, onun barındırdığı olumsuzluklara ve karşıtlıklara karşı düşünme, duygulanım geliştirme ve eyleme geçme şeklinde itirazda bulunamaz duruma getirilir. Kapitalist toplumsal formasyonlarda sermayenin toplumsal iktidarı kendini, kitlelerin itaati ve yaşadıkları sorunlara itirazının olmayışı şeklinde gösterir.

Kapitalist sistemde sermayenin toplumsal iktidarı, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki sömürü ilişkisinin sürdürülmesi ve daimi var oluşunu sağlar. Başka bir deyişle, bu iktidarın oluşumu, kapitalist sistemin varlığının devamlılığı için gereklidir. Bu nedenle, kapitalist devlet, iktisadi, siyasal, ideolojik ve kültürel pratiklerin toplandığı çeşitli hegemonya araçları/yapıları (sendikalar, dermekler, vakıflar, odalar, STK’lar, düzen partileri, spor kulüpleri, sermayenin kültürel organizasyonları vd.) ve hukuksal pratikler ve yapılar, sistemin öğeleri/bileşenleri olarak hep birlikte ve etkileşim içerisinde işlerler. Kapitalist üretim ilişkileri olan işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki sömürü ilişkilerinin sürdürülmesi için sistemin öğelerinin hepsinin birlikte ve etkileşim içerisinde çalışması gerekir.

Bu kavrayış, toplumu bir sistem/bütünlük olarak gören ve bileşenleri arasındaki etkileşim ve ilişkileri gözeten bir yaklaşıma sahiptir. Burada, sömürü ilişkileri sistemin pivotunu/eksenini oluşturur. Bu ilişkiler salt iktisadi olmayıp, patronlarla işçiler arasındaki süreçlere ve pratiklere eşlik eden ahlaki, ideolojik/düşünsel, hukuki ve devletsel boyutlara da sahiptir. Örneğin yasalar ve devlet, her zaman ve yerde sömürü ilişkilerini düzenler ve bu ilişkilerle etkileşim içerisindedir. İşçilerle patronlar arasındaki sözleşmelerin hukuki bir boyutu daima mevcuttur. Bu ilişkiler tarafların düşünceleri, duygulanımları ve değer yargılarının pratikleri içerisinde önemli bir yeri olduğu ilişkilerdir.

Bunlardan şu sonuç çıkar: İşçi sınıfının iktidarı için verilmekte olan mücadelenin hedefi siyasal iktidarı ele geçirmek olarak görülemez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının yeniden üretilemeyecek hale gelmesi için toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarında karşı-hegemonya oluşturan etkinliklere ve pratiklere, organizasyonlara ihtiyaç bulunmaktadır. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının içine gireceği bir hegemonya krizinde, toplumda oluşmuş bulunan alternatif iktidar nüveleri bir öncü parti önderliğinde işçi sınıfı iktidarında gelişip serpilmek için hazır olmalıdır. Bu kriz kesitinde sermayenin toplumsal iktidarı çatlar ve parçalanırken, yeni bir iktidar birçok bileşen organizasyonuyla birlikte eskisinin yerini alır. Böylelikle iktidar sermaye sınıfından, işçi sınıfına el/yer değiştirmiş olur.

Sosyalist devrimde, kapitalist sistemin ekseni olan (temel/altyapı) sömürü ilişkilerinin tasfiyesi gerçekleştirilirken, bununla uyumlu olarak tüm üstyapılar ve toplumsal etkinliklerin ideal boyutu olan ideolojiler âlemi de yeniden yapılanır. Var olan eski yapıların işleyişi ve düzenlenişi parçalanır/yıkılır ve bu yapılar dönüştürülür. Toplumsal ilişkilerin organizasyon biçimleri olan yapılar, yeniden örgütlenir ve işlevlerinde başkalaşımlar olur. Buna devlet organizasyonunun da dâhil olduğu açıktır.

x. Yapı ve özne/fail, birbirinden farklı “öğeler” değildir ve aralarında dışsal ilişkiler yoktur. Yapılar, öznelerin/faillerin ve onların örgütlenmelerinin sahip olduğu ilişkilerin/etkileşimlerin düzenleniş ve işleyiş kalıbı ya da formudur. Yapıların düzenleniş ve işleyişi, belirli tarihsel kesitlerde göze çarpacak kadar belirgin olmak üzere öznelerin etkinlikleriyle değişir. Reformların uygulandığı, toplumsal devrim hamlelerinin yapıldığı kesitler böyle zamanlardır. Yapılar, faillerin organizasyonları olarak onların etkinliklerini koşullar, fakat faillerin etkinlikleri her zaman organizasyonları yeniden üretici özellikte olmayıp, değiştirici de olabilmektedir. Siyasal devrimle başlayan toplumsal devrim süreçlerinde toplumsal ilişkilerin organizasyonel formları olan yapıların bir bölümü tasfiye edilirken, diğer bir bölümünün işlevleri, işleyişi ve düzenlenişi (yapılanması) değiştirilir.

xi. Kapitalist sınıf ile proletarya ve diğer toplumsal kesimler arasındaki iktidar/egemenlik ilişkileri, olağan dönemlerde kitlelerin sisteme bağımlılığı ve hegemonya altında hareketsiz kalmaları şeklinde var olur. Günlük hayatta bu iktidar ilişkilerinde dinamik bir denge durumu bulunur. Örneğin bir işletmedeki grev ile birlikte, sınıfsal karşıtlığın aktif mücadeleye, başka bir deyişle çelişkiye dönüşmesi sonucu, patron ile işçiler arasında var olan iktidar ilişkisindeki denge geçici bir süreliğine bozulur. Ülke çapında yaşanan bir devrimci durum kesitinde, emekçi kitleler üzerindeki hegemonya dağılır ve yeniden üretilemez duruma gelir. Buna hegemonya krizi denir. Artık kapitalist sınıfın toplumsal iktidarının ölüm çanları çalmıştır. Devrime katılan kitlelerin alternatif iktidar organizasyonları ve partisi ile karşı-hegemonik araçları (örneğin sendikaları, dernekleri, vakıfları, medyası, kültürel örgütlenmeleri vd.) bulunmaktadır. Devrim, işçi sınıfının partisi aracılığıyla siyasi iktidarı dışarıdan ele geçirmesi şeklinde gerçekleşmez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının yeniden üretilemediği bunalımla karakterize bir tarihsel kesitte, toplumsal karşı-hegemonya araçlarının desteğiyle siyasi iktidar, kapitalist sınıftan proletaryaya geçer. Mevcut toplumsal ve siyasal iktidar parçalanarak dağılır ve yeni gelişmiş alternatif iktidar örgütlenmeleri ve öncü partiyle kitleler kendi iktidarını oluşturur. Çatlayan eski iktidar yapısı içerisinden yeni iktidarın filizlendiği görülür.

xii. Bir hegemonya krizinin oluşması, salt öznel ya da salt nesnel faktörlere bağlı değildir. Devrimleri kitleler yapar. Öncü parti kitlelerin hareketlenmelerine yön verir. Devrimci durumda öncü partinin yönlendirmesindeki toplumsal hareket kendi başına bir hegemonya krizi üretmediği gibi, bu kriz yalnızca öncü örgütlenmenin kontrolü dışındaki nesnel süreçlerin ürünü olarak da gelişmez. Öncünün siyasal, kültürel ve ideolojik üretimleri ve eylemleri nesnel/toplumsal süreçlerin bileşeni olduğu ve bunlar tarafından etkilendiği gibi, aynı zamanda bu süreçleri etkiler ve değiştirir.

xiii. Sosyalistlerin asgari ve azami mücadele stratejileri, hedefleri ve programları olmamalıdır. Demokratik devrim ile sosyalist devrim arasında ilkinden diğerine süreklilik bağı kurulmuş da olsa bir aşamalı devrim kavrayışı nasıl terk edilmesi gereken bir siyasal stratejiyse, sınıf mücadelesinin birbiriyle bağlantılandırılsa dahi “demokratik görevler için mücadele” ile “sosyalizm mücadelesi” şeklinde iki kompartmana ayrılması da sağlıklı olmayan bir anlayıştır. Türkiye sosyalist hareketinde aşamalı devrim stratejisinin bir kalıntısı olarak aşamalı mücadele anlayışları halen var olmaya devam etmektedir.

Oysa aktüel konularda sosyalist politikalar geliştirip bunun kitlelerdeki itirazlarla birleştirilmesi, emekçilerin düzen politikalarına dair sağlıklı karşı-duruşları ve düşünceleri/duygularına bir bütünlük verilmeye uğraşılması, demokrasi mücadelesi olarak görülemez. Emekçilerin yakın vadeli çıkarları açısından ya da aktüel başlıklarda da elbette sınıf mücadelesi verilmelidir. Fakat bu mücadelelerin talepleri devrimci tarzda, sosyalizm hedefiyle ilişkilendirilerek formüle edilmeli ve savunulmalıdır. Sosyalist iktidarla/devrimle bağlantılandırılmayan mücadele talepleri, reformisttir. İster “bıçkın/keskin” görünümlerde olsun, ister uysal/parlamenterist… Sosyalist iktidarı hedefleyen politik taleplerle yürütülen mücadelelerin yakın vadede demokratik kazanımlarının olması ise arzulanır ve beklenen gelişmelerdir.

Bu yaklaşımın, “her sorunun çözümünü sosyalizme ötelemek” gibi bir anlayışla ortak yanı yoktur. Kapitalist demokrasi her zaman eksikli, yarım, gerici ve “anti-demokratik” yanlar taşır. Bunları tamamlamak, geliştirmek, demokratikleştirmek, başlı başına bir görev olarak tanımlandığında, sosyalist iktidar hedefi güme gitmektedir. Sosyalist iktidar perspektifi güncel mücadelelerde unutulur ya da yitirilirse ki “demokrasi mücadelesi” verilirken bu sık karşılaşılan bir durumdur, sosyalizm “kaf dağı”nın ardına ötelenmektedir.

xiv. İşçi sınıfının organik aydınları ve politikacıları tarafından geliştirilen sosyalist ideoloji, sınıfın hareketlenmeleri ve oluşturabildiği bilinçlilik türlerine göre bir eşitsiz gelişimdir. Fakat bu eşitsiz gelişen ideolojinin, işçi kitlelerle etkileşimi ve onlar tarafından belirli bir yaygınlıkta ve ölçüde benimsenmesi gerçekleştiğinde, ileriye doğru hamlelerin yapıldığını Ekim Devrimi göstermiştir.

Leninist kendiliğindenlik eleştirisi şu şekilde özetlenebilir:

a) İşçilerin kendiliğinden geliştirdikleri bir bilinç türü olan “sendikalizm” (trade-unionism), aşılmalıdır.

b) Sosyalizm hedefi ve perspektifi, işçi sınıfı hareketini kendine tabi kılmalıdır. Parti, kendiliğinden mücadelelere müdahalelerde bulunur.

c) Kitlelerin kendiliğinden mücadelelerinde ortaya çıkan talepler ve çıkarlar, sosyalist ideoloji tarafından kapsanarak sistemleştirilir, bunlara sosyalizm hedefiyle uyumlu bir doğrultu kazandırılır.

Leninizm’de kitleler ile parti, kendiliğindenlik ile sosyalist ideoloji karşıtlaştırılmaz. Parti, kitlelerin içerisindeki çalışmalarıyla var olur, parti kitlelerin içerisindedir. Leninist parti, kolektif bir yapı olarak her birimiyle ve örgütüyle kitleler içerisinde öncüdür/önderdir. Sosyalist parti ve ideoloji, kendiliğinden gelişen mücadelelerin taleplerini kapsayıp bütünsel kılar, kitlelerden yeni mücadele araçlarını ve şekillerini öğrenir. Sosyalist bir parti, kendiliğindenliğe karşı savaşmaz, bunun yerine kendiliğinden mücadelelere doğrultu vermeye, bu mücadelelerin farklı açılardan kazanımlarla sonuçlanmasına çalışır. Lenin’e göre kendiliğindenlik, birçok durumda işçi sınıfının ideologlarının/politikacılarının, kitlelerin hareketlenmesi ve mücadelelerine yetişememelerinin, bunlar karşısında gecikmelerinin de bir işaretidir.

xv. “Kendinde sınıf” ile “kendisi için sınıf”… İlki başlangıç ve ikincisi sondaki “durumlar” olarak görülürse, işçi sınıfının bilincinde, dolayısıyla karşıtı kapitalist sınıfla olan ilişkilerinde, müzikten benzetme yaparsak bir tür “çıkıcı gam” bulunur ya da resim alanından daha iyi bir benzetmeyle bir bilinçlilik “skalası” vardır. Sınıf bilinci, kendinde sınıf ile kendisi için sınıf arasında “gradyan”lıdır ya da bir “tayf” sergiler. Bu skalanın başında örgütlenmesi zayıf, mücadelesi ilkel, bilinci geri olan bir sınıf çoğunluğu varken, sonrasında Luddist hareketten, sendikal mücadelelere, oradan sınıf partisinin saflarında örgütlü mücadeleye, devrim öncesi konseyler/Sovyetler türü örgütlenmelere, devrim sonrası bir toplumsal kesim olarak sosyalist bilinçlilikle devlet yönetimine katılmaya ve komünist toplumun organizasyonlarına varıncaya kadar geçilen birçok tonlama yer alır. Elbette sınıf bilincinde, bir ülke içerisindeki somut mücadele örneklerinde ve benzer koşullarda yer alan ülkeler içerisindeki bir ülkede, eşitsiz gelişmeyle bilinçlilikte sıçramaların yaşanabildiğini unutmamak gerekir.

İşçi sınıfı günümüzde devrimci ve ilerici tek sınıftır. Kapitalist sınıf, bütün bileşenleriyle gericidir. İlericilik/gericilik, devrimcilik/karşı-devrimcilik tarihseldir ve sınıflara özgüdür. Bu iki sınıf arasında yer alan ara katmanlar olan köylüler ile küçük-burjuvazi, bir sınıf oluşturmaz, bunların çeşitli alt unsurları, işçi sınıfının devrimci hareketlenmesine yedeklenebildikleri gibi, bunun karşısında sermaye sınıfının safında da konumlanabilirler. İşçi sınıfının devrimciliği, bir kapasitedir. Kapitalist toplumda içerisinde yer aldığı üretim ilişkilerinin devrilmesi, bu sınıfın çıkarınadır. Bu nesnel konumlanış, onu devrimci yapar. Fakat kapitalist devletin tipi, örgütlülük düzeyi, düzene bağlanmayı sağlayan hegemonik yapıların durumu, bilinçliliği bulanıklaştıran/saptıran faktörler, işçi sınıfının devrimci kapasitesinin oluşumunu engelleyici özellikte olabilmektedir.

Tek tek işçiler dikkate alındığındaysa, politik görüşleri açısından işçilerin sağcı ya da solcu olduklarından bahsedilir. İşçilerin aralarında nüanslar da bulunan birçok sağ ya da sol görüşe sahip olduğu açıktır. İşçinin sağcısı ya da solcusu olur. Bu durum, bir sınıf olarak işçilerin devrimci kapasiteye sahip olmalarıyla çelişmez. İşçilerin arasında bulunup, onlara sosyalist ideolojiyi ulaştırarak örgütleyecek parti, işçilerin sosyalist sol harekete kazanılması için çalışır.

İşçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında uzlaşmaz karşıtlık ilişkisinden bahsedilmelidir. Bu iki temel sınıf arasında her zaman ve her durumda çelişkinin olduğu söylenemez. Devrimci durum, grev, kitle grevi, boykot gibi özel uğraklarda, bu iki sınıf arasındaki karşıtlık ilişkisi, çelişkiye dönüşür. Çelişkiden bahsedilebilmesi için, karşıt süreçler, eğilimler, sınıflar vd. arasındaki karşıtlık ilişkisinde, aralarındaki dinamik dengeyi bozacak bir “kriz” sürecine girilmiş olunması gerekir. Çelişkiler bu kriz sürecinde ya çözülerek ortadan kalkar ya da eski dinamik dengedeki karşıtlık durumuna dönülerek giderilir.

xvi. Sosyalist devrim, bir ülkede nüfusun çoğunluğunun hareketlenmesi ile gerçekleşmez. İşçi sınıfının çeşitli bölmelerinde bir kriz dinamiği oluşturacak ölçekte bir hareketlenme, sosyalist bir devrimci durumun oluşmasına yeterli olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.