Konu: Erkin Özalp'in 'Marx, Felsefeyi Mastürbasyona Benzetmişti' başlıklı yazısı eleştirilmektedir. Özalp, bu eleştiriye yanıt vermektedir.
Bilgi İlke Gerçek
Erkin
Özalp’i eleştirirken, kişisel bir garezimizin olmadığını açıklıkla belirtelim.
Yazdıklarımıza cevap verme lütfunu bizden esirgemezse, MAR bu cevabı
yayınlamaktan rahatsız olmayacaktır. Türkiye solunda bırakın eleştiriyi,
kişisel husumetler yüzünden “belden aşağı vuruşlar”a sıkça rastlanır ve bu
durumların oluşmasında ortalama solcunun düşünsel sığlığının da bir payı
olabilir. Ancak “kaş yapayım derken göz çıkarmak” kabul edilemez…
Evet, Laçiner gibi bazı liberal solcuların “Marx büyük bir
filozoftu” şeklindeki değerlendirmelerinin karşılanması gereklidir. Evet,
Marx’ın kimliğini filozof, iktisatçı ya da tarihçi şeklinde tanımlamak
yanlıştır. Marx, bir devrimcidir. Devrimci mi?.. Elbette, kof radikal bir
görünüm değil, bahsedilen… Komünist kimliğiyle, düşünce ve eylemleriyle
devrimcidir…
Güzel. Ancak “göz çıkarmak” niye?.. Erkin özalp’in 16.09.2009
tarihli “Marx, Felsefeyi Mastürbasyona Benzetmişti…” başlıklı yazısından
aktaralım:
“Karl Marx, ‘Alman İdeolojisi’ adlı çalışmasında, felsefe
hakkında ne düşündüğünü yeterince açık bir şekilde ifade etmişti:
Felsefe ile gerçek dünyanın incelenmesi arasındaki ilişki,
mastürbasyon ile cinsel aşk arasındaki ilişki gibidir.’
Bu ifadeyi beğenirsiniz, beğenmezsiniz, size kalmış...
Dilerseniz, bu cümlesine rağmen, Marx’ı bir ‘filozof’ olarak da
anabilirsiniz. ‘Felsefe hakkında böyle yazmış olsa bile, aslında kendisi de
felsefe yapmıştı ve hatta dünyanın önemli filozoflarından biriydi’ gibi şeyler
de söyleyebilirsiniz. Ne de olsa, Marx hakkında konuşmak için Marksist olmak
diye bir şart yok...
Ama Marksist olduklarını iddia edenlerin kalkıp da ‘Marx çok büyük
bir filozoftu’ türü laflar edebilmesi, en hafif deyimle, üzücüdür.
Marx’ın gençlik döneminde felsefeyle yakından ilgilenmiş ve bolca
‘felsefe yapmış’ olduğu doğru. Ama özellikle Alman İdeolojisi ile birlikte bu
alandan uzaklaşmış ve bir daha da geri dönmemişti.
Kesin bir tarih
belirlemeye çalışmak saçma olur; ama Marx, ‘insanın kendi özüne yabancılaşması’
türü kavramları bir kenara attıktan sonra, artık bir filozof (ya da iktisatçı
veya tarihçi vb.) değil, işçi sınıfının iktidara gelmesi için mücadele eden bir
devrimciydi. Bu açıdan bakıldığında, Lenin’in derdi ile Marx’ın derdi arasında
herhangi bir ayrım bulunmaz.”
(http://
www.haberveriyorum.net/yorum/erkin-ozalp-marx-felsefeyi-masturbasyona-benzetmisti)
Ne kadar kolay,
değil mi?.. Bir süre önce “felsefeyle yakından ilgilenmiş”siniz, ve “bolca
felsefe yapmış”sınız, ama 2-3 yıl içinde “bu alandan uzaklaşmış”sınız… Hem de
“bir daha geri dönmemek” üzere… Bu satırları yazmamıştım, hop hop hop şimdi bu
satırları yazdım… Böylesi bir “hokus pokuslu” değişim, sadece Marx için değil,
herhangi bir insan için de pek mümkün değildir.
Sormak
gerekiyor, kestirmeden sonuca varmaya çalışan değerlendirmeleri, neden
“beğenelim” diye?.. Felsefeyle “onanizm” (mastürbasyon ya da coitus
interraptus) arasında kurulan analoji, Alman İdeolojisi’nin hangi bölümünde yer
alıyor, biliyor musunuz? Max Stirner’in eleştirildiği bölümde. Nasıl yani, Marx
bu analojiyi Aristoteles’ten, 18. yüzyıl materyalistlerinden, idealist
filozoflardan, örneğin Hegel’den bahsederken de mi söylememiş?.. Alman
İdeolojisi’nde genç-hegelcileri eleştirirken, genç-hegelcilerin düşüncelerini,
başka bir deyişle “felsefelerini” materyalist bir perspektifle değerlendirirken
de mi söylememiş bunları?.. Hayır, bu da değil. “Aziz Max”ı (“Aziz Sancho”yu)
eleştiriyorlar. Marx ve Engels, bu nihilist/anarşist düşünürün görüşlerini
yerden yere vuruyor ve yaptıkları değerlendirmelerin bir yerinde, yazdıklarını
pekiştirmek amacıyla Erkin Özalp’in üzerinde önemle durduğu cümleyi de
yazıyorlar: “Felsefe ile gerçek dünyanın incelenmesi arasındaki ilişki,
mastürbasyon ile cinsel aşk arasındaki ilişki gibidir.’ O kadar. Başka bir
anlamı yok… Anlamı önemli olmadığından Türkçeye çevirmeden, İngilizcesini
aktarıyoruz:
“With the
theoretical equipment inherited from Hegel it is, of course, not possible even
to understand the empirical, material attitude of these people. Owing to the
fact that Feuerbach showed the religious world as an illusion of the earthly
world — a world which in his writing appears merely as a phrase — German
theory too was confronted with the question which he left unanswered: how did
it come about that people “got” these illusions “into their heads"? Even
for the German theoreticians this question paved the way to the materialistic
view of the world, a view which is not without premises, but which empirically
observes the actual material premises as such and for that reason is, for the
first time, actually a critical view of the world. This path was already
indicated in the Deutsch-Französische Jahrbücher — in the Einleitung
zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie and Zur Judenfrage. But since
at that time this was done in philosophical phraseology, the traditionally
occurring philosophical expressions such as “human essence”, “species”, etc.,
gave the German theoreticians the desired reason for misunderstanding the real
trend of thought and believing that here again it was a question merely of
giving a new turn to their worn-out theoretical garment — just as Dr. Arnold
Ruge, the Dottore Graziano of German philosophy, imagined that he could
continue as before to wave his clumsy arms about and display his
pedantic-farcical mask. One has to “leave philosophy aside” (Wigand, p.
187, cf. Hess, Die letzten Philosophen, p. 8), one has to leap out of it
and devote oneself like an ordinary man to the study of actuality, for which
there exists also an enormous amount of literary material, unknown, of course,
to the philosophers. When, after that, one again encounters people like Krummacher
or “Stirner”, one finds that one has long ago left them “behind” and
below. Philosophy and the study of the actual world have the same relation
to one another as onanism and sexual love. Saint Sancho, who in spite of
his absence of thought — which was noted by us patiently and by him
emphatically — remains within the world of pure thoughts, can, of course, save
himself from it only by means of a moral postulate, the postulate of “thoughtlessness”
(p. 196 of “the book”). He is a bourgeois who saves himself in the face of
commerce by the banqueroute cochenne, whereby, of course, he becomes not
a proletarian, but an impecunious, bankrupt bourgeois. He does not become a man
of the world, but a bankrupt philosopher without thoughts.”
Erkin
Özalp’in okuduklarından çıkardığı sonuçlar bir yana, kanımızca Türkiye solunda
da yaygın olan düşüncesinin oluşmasında Althusser’in “kopuş” safsatasından
etkilenmesinin de payı var. Burada bu safsataya bir kez daha değinmeyeceğiz
(bkz; Mahmut Boyuneğmez’in bu konuyu da değerlendiren iki makalesi “Marksizm
ve Materyalizm”, “Tarihsel
Materyalizmin Doğuşu ve Doğası”). Bu
yazıda, bahsedilen etkiyi saptamak yeterlidir…
Ancak,
bazı soruların sorulması da gerekiyor. Elbette bize değil; “felsefe”yi fuzuli
bir uğraşı, bir tür “fikir jimnastiği” olarak görenlere… “Tarihsel materyalizm”
adlandırması yanlış mıdır? Yoksa doğru adlandırma “tarihin materyalist
kavranışı” mıdır? Belki de “tarihsel materyalizm”le kastedilen aslında bir bilim
dalı?.. Örneğin tarihsel materyalizm, sakın bir sosyoloji türü olmasın?..
Her neyse,
“felsefe” bizden uzak dursun ya da biz “felsefe”den… Öyle mi?..
“Materyalizm” mi?.. Öyle dediklerine bakmayın; "aslında
Marksizmin felsefesi yoktur..."
Çok mu
abarttık?.. Belki, ama Marksizmde felsefenin yerini onanizmle açıklayana başka
ne denilebilir?..
Onanizm
öyle mi?.. Sormak gerek “Lala, çeşm-i cihan (siz Erkin Özalp'in materyalizme
dair görüşleri diye okuyun) bu mu ola?..”
Evet, çubuğu bükerken, dikkat edin kırılmasın!..
****
Erkin Özalp'in yazımıza, 20.10.2009 tarihinde, neredeyse
"ışık hızıyla" verdiği cevabı aktarıyoruz:
Birkaç noktaya değinmekle yetineyim:
a) Marx'ın
"mastürbasyon" benzetmeli cümleyi kurduğu yerde polemik yapmakta
olduğu kişinin kimliğinin bu cümleyi neden anlamsızlaştırdığını anlayabilmiş
değilim...
b) Yukarıdaki yazımda, Marx'ın felsefe ile ilgili bir başka sözüne
daha yer vermiştim; okurları yormadan yeniden aktarayım:
"Ayrıca, Feuerbach’ın, tam da söz konusu olgunun
bilincini yaratmaya çalışırken, yalnızca, teorisyen ve filozof olmaktan
vazgeçmeyen bir teorisyenin ulaşabileceği noktaya kadar gittiğini tam
olarak biliyoruz."
Acaba, bu cümlenin de Feuerbach eleştirisi yapılırken kurulmuş olması,
"filozof olmaktan vazgeçmek" ifadesini anlamsızlaştırıyor mu?
c) Şu değerlendirmeyi anlamam gerçekten mümkün değil:
Ne kadar kolay, değil mi?.. Bir süre önce “felsefeyle yakından
ilgilenmiş”siniz, ve “bolca felsefe yapmış”sınız, ama 2-3 yıl içinde “bu
alandan uzaklaşmış”sınız… Hem de “bir daha geri dönmemek” üzere… Bu satırları
yazmamıştım, hop hop hop şimdi bu satırları yazdım… Böylesi bir “hokus pokuslu”
değişim, sadece Marx için değil, herhangi bir insan için de pek mümkün
değildir."
"Ne kadar kolay, değil mi?... Bir süre önce dinsel
inançlarınız varmış, bolca ibadet etmişsiniz, ama 2-3 yıl içinde bu
inançlarınızdan uzaklaşmışsınız... Hem de bir daha geri dönmemek üzere...
Tanrıya inanmamıştım, hop hop hop... Hokus pokus..." türü bir cümle de
kurulamaz mı?
d) Yazımda, "1845'ten sonra Marx'ta felsefe namına hiçbir şey
yoktur" türü bir şey söylemedim. "İşte, felsefe yapmış"
denmesini sağlayacak pek çok cümle ve paragrafı kolaylıkla bulunabilir. Ama
Marx, Alman İdeolojisi'nden sonra, artık bir "filozof" değildir;
yalnızca bunu söyledim... Daha doğrusu, "yalnızca" bunu da
söylemedim: Bir "iktisatçı" bir "tarihçi" de değildir,
dedim. Kapital'i yazmış olmasına rağmen, bunu söyledim!
e) Çünkü benim derdim, "kopuş tartışması" yapmak değil,
"Marx'ın düşüncelerinin olgunlaşmış olduğu dönemdeki asıl derdi"ni
vurgulamaktı... Yazının sonundaki paragrafları yeniden aktarmayayım... Ama bu
arada, Marx'ın 21-25 yaşlarında yazdıklarıyla daha sonra yazdıkları arasında
hiçbir değişim olmamıştır, felsefe ile ilişkisinde en küçük bir farklılaşma
yaşanmamıştır, türü bir iddia da biraz garip olmaz mı? Örneğin, Marx'ın
"insan doğası" kavramı ile ilgili görüşü değişmemiş midir?
f) Çubuğu fazla büküp kırmak kötüdür elbette... Ama çubuğun
kırıldığı iddiasını, çubuğu bükerek/kırarak varılan sonuçların yanlışlığını
göstererek kanıtlamak gerekmez mi? Erkin Özalp, öyle durduk yere, genel olarak
felsefe hakkında bir tartışma açmak için mi sarf etmiştir, polemik yazısında
aktarılan ve eleştirilen sözlerini?
g) Bilgi İlke Gerçek imzalı polemik yazısının son
paragraflarındaki değerlendirmeler, "felsefe" sözcüğünün yerine
"iktisat" sözcüğü konarak yeniden yazılabilir...
Bazı noktaları açmama olanak sağlayan polemik yazısını yayımlayan
Marksist Araştırmalar sitesine teşekkür ederim tabii ki...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.