13 Temmuz 2013 Cumartesi

[Çubuk Bükülünce Kırılır… - B. İlke Gerçek]

Konu: Erkin Özalp'in 'Marx, Felsefeyi Mastürbasyona Benzetmişti' başlıklı yazısı eleştirilmektedir. Özalp, bu eleştiriye yanıt vermektedir.
Bilgi İlke Gerçek
Erkin Özalp’i eleştirirken, kişisel bir garezimizin olmadığını açıklıkla belirtelim. Yazdıklarımıza cevap verme lütfunu bizden esirgemezse, MAR bu cevabı yayınlamaktan rahatsız olmayacaktır. Türkiye solunda bırakın eleştiriyi, kişisel husumetler yüzünden “belden aşağı vuruşlar”a sıkça rastlanır ve bu durumların oluşmasında ortalama solcunun düşünsel sığlığının da bir payı olabilir. Ancak “kaş yapayım derken göz çıkarmak” kabul edilemez…
Evet, Laçiner gibi bazı liberal solcuların “Marx büyük bir filozoftu” şeklindeki değerlendirmelerinin karşılanması gereklidir. Evet, Marx’ın kimliğini filozof, iktisatçı ya da tarihçi şeklinde tanımlamak yanlıştır. Marx, bir devrimcidir. Devrimci mi?.. Elbette, kof radikal bir görünüm değil, bahsedilen… Komünist kimliğiyle, düşünce ve eylemleriyle devrimcidir…
 
Güzel. Ancak “göz çıkarmak” niye?.. Erkin özalp’in 16.09.2009 tarihli “Marx, Felsefeyi Mastürbasyona Benzetmişti…” başlıklı yazısından aktaralım:

 “Karl Marx, ‘Alman İdeolojisi’ adlı çalışmasında, felsefe hakkında ne düşündüğünü yeterince açık bir şekilde ifade etmişti:
Felsefe ile gerçek dünyanın incelenmesi arasındaki ilişki, mastürbasyon ile cinsel aşk arasındaki ilişki gibidir.’
Bu ifadeyi beğenirsiniz, beğenmezsiniz, size kalmış...
Dilerseniz, bu cümlesine rağmen, Marx’ı bir ‘filozof’ olarak da anabilirsiniz. ‘Felsefe hakkında böyle yazmış olsa bile, aslında kendisi de felsefe yapmıştı ve hatta dünyanın önemli filozoflarından biriydi’ gibi şeyler de söyleyebilirsiniz. Ne de olsa, Marx hakkında konuşmak için Marksist olmak diye bir şart yok...
Ama Marksist olduklarını iddia edenlerin kalkıp da ‘Marx çok büyük bir filozoftu’ türü laflar edebilmesi, en hafif deyimle, üzücüdür.
Marx’ın gençlik döneminde felsefeyle yakından ilgilenmiş ve bolca ‘felsefe yapmış’ olduğu doğru. Ama özellikle Alman İdeolojisi ile birlikte bu alandan uzaklaşmış ve bir daha da geri dönmemişti.
Kesin bir tarih belirlemeye çalışmak saçma olur; ama Marx, ‘insanın kendi özüne yabancılaşması’ türü kavramları bir kenara attıktan sonra, artık bir filozof (ya da iktisatçı veya tarihçi vb.) değil, işçi sınıfının iktidara gelmesi için mücadele eden bir devrimciydi. Bu açıdan bakıldığında, Lenin’in derdi ile Marx’ın derdi arasında herhangi bir ayrım bulunmaz.”
    
(http:// www.haberveriyorum.net/yorum/erkin-ozalp-marx-felsefeyi-masturbasyona-benzetmisti)
 
    
Ne kadar kolay, değil mi?.. Bir süre önce “felsefeyle yakından ilgilenmiş”siniz, ve “bolca felsefe yapmış”sınız, ama 2-3 yıl içinde “bu alandan uzaklaşmış”sınız… Hem de “bir daha geri dönmemek” üzere… Bu satırları yazmamıştım, hop hop hop şimdi bu satırları yazdım… Böylesi bir “hokus pokuslu” değişim, sadece Marx için değil, herhangi bir insan için de pek mümkün değildir.
    
Sormak gerekiyor, kestirmeden sonuca varmaya çalışan değerlendirmeleri, neden “beğenelim” diye?.. Felsefeyle “onanizm” (mastürbasyon ya da coitus interraptus) arasında kurulan analoji, Alman İdeolojisi’nin hangi bölümünde yer alıyor, biliyor musunuz? Max Stirner’in eleştirildiği bölümde. Nasıl yani, Marx bu analojiyi Aristoteles’ten, 18. yüzyıl materyalistlerinden, idealist filozoflardan, örneğin Hegel’den bahsederken de mi söylememiş?.. Alman İdeolojisi’nde genç-hegelcileri eleştirirken, genç-hegelcilerin düşüncelerini, başka bir deyişle “felsefelerini” materyalist bir perspektifle değerlendirirken de mi söylememiş bunları?.. Hayır, bu da değil. “Aziz Max”ı (“Aziz Sancho”yu) eleştiriyorlar. Marx ve Engels, bu nihilist/anarşist düşünürün görüşlerini yerden yere vuruyor ve yaptıkları değerlendirmelerin bir yerinde, yazdıklarını pekiştirmek amacıyla Erkin Özalp’in üzerinde önemle durduğu cümleyi de yazıyorlar: “Felsefe ile gerçek dünyanın incelenmesi arasındaki ilişki, mastürbasyon ile cinsel aşk arasındaki ilişki gibidir.’ O kadar. Başka bir anlamı yok… Anlamı önemli olmadığından Türkçeye çevirmeden, İngilizcesini aktarıyoruz:
   
“With the theoretical equipment inherited from Hegel it is, of course, not possible even to understand the empirical, material attitude of these people. Owing to the fact that Feuerbach showed the religious world as an illusion of the earthly world — a world which in his writing appears merely as a phrase — German theory too was confronted with the question which he left unanswered: how did it come about that people “got” these illusions “into their heads"? Even for the German theoreticians this question paved the way to the materialistic view of the world, a view which is not without premises, but which empirically observes the actual material premises as such and for that reason is, for the first time, actually a critical view of the world. This path was already indicated in the Deutsch-Französische Jahrbücher — in the Einleitung zur Kritik der Hegelschen Rechtsphilosophie and Zur Judenfrage. But since at that time this was done in philosophical phraseology, the traditionally occurring philosophical expressions such as “human essence”, “species”, etc., gave the German theoreticians the desired reason for misunderstanding the real trend of thought and believing that here again it was a question merely of giving a new turn to their worn-out theoretical garment — just as Dr. Arnold Ruge, the Dottore Graziano of German philosophy, imagined that he could continue as before to wave his clumsy arms about and display his pedantic-farcical mask. One has to “leave philosophy aside” (Wigand, p. 187, cf. Hess, Die letzten Philosophen, p. 8), one has to leap out of it and devote oneself like an ordinary man to the study of actuality, for which there exists also an enormous amount of literary material, unknown, of course, to the philosophers. When, after that, one again encounters people like Krummacher or “Stirner”, one finds that one has long ago left them “behind” and below. Philosophy and the study of the actual world have the same relation to one another as onanism and sexual love. Saint Sancho, who in spite of his absence of thought — which was noted by us patiently and by him emphatically — remains within the world of pure thoughts, can, of course, save himself from it only by means of a moral postulate, the postulate of “thoughtlessness” (p. 196 of “the book”). He is a bourgeois who saves himself in the face of commerce by the banqueroute cochenne, whereby, of course, he becomes not a proletarian, but an impecunious, bankrupt bourgeois. He does not become a man of the world, but a bankrupt philosopher without thoughts.”
   
Erkin Özalp’in okuduklarından çıkardığı sonuçlar bir yana, kanımızca Türkiye solunda da yaygın olan düşüncesinin oluşmasında Althusser’in “kopuş” safsatasından etkilenmesinin de payı var. Burada bu safsataya bir kez daha değinmeyeceğiz (bkz; Mahmut Boyuneğmez’in bu konuyu da değerlendiren iki makalesi “Marksizm ve Materyalizm”, “Tarihsel Materyalizmin Doğuşu ve Doğası”). Bu yazıda, bahsedilen etkiyi saptamak yeterlidir…
   
Ancak, bazı soruların sorulması da gerekiyor. Elbette bize değil; “felsefe”yi fuzuli bir uğraşı, bir tür “fikir jimnastiği” olarak görenlere… “Tarihsel materyalizm” adlandırması yanlış mıdır? Yoksa doğru adlandırma “tarihin materyalist kavranışı” mıdır? Belki de “tarihsel materyalizm”le kastedilen aslında bir bilim dalı?.. Örneğin tarihsel materyalizm, sakın bir sosyoloji türü olmasın?..
   
Her neyse, “felsefe” bizden uzak dursun ya da biz “felsefe”den… Öyle mi?..
   
“Materyalizm” mi?.. Öyle dediklerine bakmayın; "aslında Marksizmin felsefesi yoktur..."
   
Çok mu abarttık?.. Belki, ama Marksizmde felsefenin yerini onanizmle açıklayana başka ne denilebilir?..
   
Onanizm öyle mi?.. Sormak gerek “Lala, çeşm-i cihan (siz Erkin Özalp'in materyalizme dair görüşleri diye okuyun) bu mu ola?..”
   
Evet, çubuğu bükerken, dikkat edin kırılmasın!..
   
****
 
Erkin Özalp'in yazımıza, 20.10.2009 tarihinde, neredeyse "ışık hızıyla" verdiği cevabı aktarıyoruz:
   
Birkaç noktaya değinmekle yetineyim:
 
a) Marx'ın "mastürbasyon" benzetmeli cümleyi kurduğu yerde polemik yapmakta olduğu kişinin kimliğinin bu cümleyi neden anlamsızlaştırdığını anlayabilmiş değilim...

 
b) Yukarıdaki yazımda, Marx'ın felsefe ile ilgili bir başka sözüne daha yer vermiştim; okurları yormadan yeniden aktarayım:
   
"Ayrıca, Feuerbach’ın, tam da söz konusu olgunun bilincini yaratmaya çalışırken, yalnızca, teorisyen ve filozof olmaktan vazgeçmeyen bir teorisyenin ulaşabileceği noktaya kadar gittiğini tam olarak biliyoruz."
   
Acaba, bu cümlenin de Feuerbach eleştirisi yapılırken kurulmuş olması, "filozof olmaktan vazgeçmek" ifadesini anlamsızlaştırıyor mu?
   
c) Şu değerlendirmeyi anlamam gerçekten mümkün değil:
   
Ne kadar kolay, değil mi?.. Bir süre önce “felsefeyle yakından ilgilenmiş”siniz, ve “bolca felsefe yapmış”sınız, ama 2-3 yıl içinde “bu alandan uzaklaşmış”sınız… Hem de “bir daha geri dönmemek” üzere… Bu satırları yazmamıştım, hop hop hop şimdi bu satırları yazdım… Böylesi bir “hokus pokuslu” değişim, sadece Marx için değil, herhangi bir insan için de pek mümkün değildir."
   
"Ne kadar kolay, değil mi?... Bir süre önce dinsel inançlarınız varmış, bolca ibadet etmişsiniz, ama 2-3 yıl içinde bu inançlarınızdan uzaklaşmışsınız... Hem de bir daha geri dönmemek üzere... Tanrıya inanmamıştım, hop hop hop... Hokus pokus..." türü bir cümle de kurulamaz mı?
   
d) Yazımda, "1845'ten sonra Marx'ta felsefe namına hiçbir şey yoktur" türü bir şey söylemedim. "İşte, felsefe yapmış" denmesini sağlayacak pek çok cümle ve paragrafı kolaylıkla bulunabilir. Ama Marx, Alman İdeolojisi'nden sonra, artık bir "filozof" değildir; yalnızca bunu söyledim... Daha doğrusu, "yalnızca" bunu da söylemedim: Bir "iktisatçı" bir "tarihçi" de değildir, dedim. Kapital'i yazmış olmasına rağmen, bunu söyledim!
   
e) Çünkü benim derdim, "kopuş tartışması" yapmak değil, "Marx'ın düşüncelerinin olgunlaşmış olduğu dönemdeki asıl derdi"ni vurgulamaktı... Yazının sonundaki paragrafları yeniden aktarmayayım... Ama bu arada, Marx'ın 21-25 yaşlarında yazdıklarıyla daha sonra yazdıkları arasında hiçbir değişim olmamıştır, felsefe ile ilişkisinde en küçük bir farklılaşma yaşanmamıştır, türü bir iddia da biraz garip olmaz mı? Örneğin, Marx'ın "insan doğası" kavramı ile ilgili görüşü değişmemiş midir?
   
f) Çubuğu fazla büküp kırmak kötüdür elbette... Ama çubuğun kırıldığı iddiasını, çubuğu bükerek/kırarak varılan sonuçların yanlışlığını göstererek kanıtlamak gerekmez mi? Erkin Özalp, öyle durduk yere, genel olarak felsefe hakkında bir tartışma açmak için mi sarf etmiştir, polemik yazısında aktarılan ve eleştirilen sözlerini?
   
g) Bilgi İlke Gerçek imzalı polemik yazısının son paragraflarındaki değerlendirmeler, "felsefe" sözcüğünün yerine "iktisat" sözcüğü konarak yeniden yazılabilir...
   
Bazı noktaları açmama olanak sağlayan polemik yazısını yayımlayan Marksist Araştırmalar sitesine teşekkür ederim tabii ki...
   
Sevgili arkadaşlarımıza yayın hayatlarında başarılar diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.