Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Çocuk işçiliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çocuk işçiliği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2024 Pazartesi

Türkiye’de Suriyeli sığınmacı işçilerin durumu

Mahmut Boyuneğmez

sendika.org için yazdığımız bu yazımızı blogumuzda da yayınlıyoruz. Bağlantı adresi: https://sendika.org/2024/12/turkiyede-suriyeli-siginmaci-iscilerin-durumu-715871 


Türkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz işgüçleri olarak vahşice sömürmeye devam etmektedir. Sığınmacı işçilerin insanca yaşam ve iş koşullarına kavuşmaları, çocuklarının eğitim alması için mücadeleye koyulmaları ve ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte örgütlenmeleri gerekmektedir.

Sığınmacılarla ilgili istatistiklere güvenmeyenler ya da bu verilere dair şüphe duyanlar şu soruları yanıtlamalıdır: Neden sığınmacılara ilişkin resmi veriler gerçekte olan değerlerin çok üzerinde ya da çok altında olsun? Sayılardan şüphe duymak için ya da onlara güvenmemek için ne neden var?.. Örneğin enflasyon hesaplamasında düşük bir oran verilmesi, kitleleri yönlendirmede işlevliyken, sığınmacılar konusunda sayılar iddia edildiği gibi az gösteriliyorsa, bunun amacı nedir? Uluslararası göçmenlerle ilgili kuruluşların sayıları da benzer düzeydeyken, neden sığınmacılarla ilgili resmi verilerden şüphe duyulsun ya da bu verilere güven duyulmasın?.. Resmi verilerden şüphe duymak ya da bunlara güvenmemek için bir neden bulunmamaktadır. Öyleyse sığınmacı emekçilerin ne durumda olduğunun bir panoramasını resmi verilere başvurarak, fakat bununla yetinmeyip yapılan ampirik araştırma sonuçlarıyla ortaya koymak yararlı olacaktır.

Göçmenler gittikleri ülkelerin yerli nüfusunun çalışmak istemediği/çalışmayı kabul etmediği ve 3D olarak nitelenen “kirli, tehlikeli ve zor” (dirty, dangerous and difficult) işleri yapmaktadır. Göçmenlerin emek piyasasına katılımda seçenekleri azdır, yoğun emek gerektiren işlerde kendilerine yer bulurlar. Göçmenler daha sadık ve güvenilir, uzun saatler boyunca çalışmaya hazır işçilerdir. Göçmenlerin pazarlık gücünün sınırlı olması, onları emek piyasasının en mahrumiyet içerisindeki üyeleri yapmaktadır. Göçmenler genellikle kayıt dışı ve korunmasız olarak çalışırlar. 1990’lardan günümüze ev içi bakım hizmetleri ve turizm sektörlerinde çalışan göçmenler bir yana bırakıldığında, Türkiye’de diğer göçmenlerin emek yoğun sektörlerde, ücret pazarlığı yapamadan, düşük nitelikli ve geçici işlerde (tarım, inşaat, tekstil ve hizmetlerde) çalıştığı görülmektedir. Geçimlerini sağlamak, kira ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için çoğunlukla Suriyeli mülteci ailelerde yaşı çalışmaya müsait olanların tamamı çalışmak zorunda kalmaktadır.

Türkiye’de 2011 yılından beri Suriye’deki iç savaştan kaçanlar yaşamaktadır. Suriyeli mülteciler Nisan 2014’ten bu yana Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında geçici koruma statüsünde bulunmaktadır. 1990’lardan bu yana kitlesel düzensiz göçmen akışıyla karşılaşan ülkeler, göçmenlere doğrudan mülteci statüsü sağlamak yerine geçici koruma statüsü olarak tanımlanan hukuki statüyü kullanma eğilimindeler. Geçici koruma, ağırlayan devletlere daha dar bir sorumluluk yüklemektedir. Türkiye’de sermaye sınıfı için ucuz işgücü arzı oluşturduklarından, sığınmacılar kamplarda uzun süre tutulmamış, halk tabiriyle “etinden-sütünden” yararlanmak üzere işgücü piyasasına dahil edilmişlerdir.

Demografik yapıyı ne kadar etkiliyorlar?

Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 24 Temmuz 2025 itibarıyla 2 milyon 589 bin 914'ye gerilemiş bulunuyor. Türkiye’de yabancı uyruklu olan ve kayıt dışı bulunan kişi sayısının 300 bin ile 2 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Ortalama 1 milyon düzensiz göçmen (kayıt dışı sığınmacı) olduğu kabul edildiğinde, Türkiye’deki toplam göçmen sayısının 3,6 milyon civarında olduğu görülmektedir. Hatırlayalım; Kemal Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ gibi siyasi figürlerin göçmenler için dile getirmiş olduğu sayılar 10 milyon, hatta 13 milyon düzeyindeydi. Bu kişiler toplumumuzda sığınmacılar konusunda yanlış bir algı ve bakış açısı oluşturmaya çalışanlar korosunda yer almıştır.

Suriyeli sığınmacıların Türkiye toplumunun nüfusuna oranı sadece yüzde 4,21 düzeyindedir. Sığınmacılara dönük bir alerji ve negatif hissiyat geliştirmeye neden olacak şekilde “ülkemizin göçmenlerin işgali altında bulunması” durumu söz konusu değildir.

Veriler 2021 yılından buyana sığınmacı Suriyelilerin sayısının azaldığını göstermektedir. Bunun nedenleri, 2016-2024 yılları arasında 715 bini aşkın Suriyelinin ülkesine geri dönmesi, AB ülkelerine kaçak geçişler, geçici koruma statüsünü kaybeden sığınmacıların oluşu (örneğin 6 Şubat depremi nedeniyle evleri yıkılan sığınmacılardan statülerini sürdürmeleri için gerekli olan adres güncellemesini yapamayanlar var), 238 bin 768 Suriyeli uyrukluya vatandaşlık verilmesidir. 8 Aralık 2024’te Esad hükümetinin devrilmesi sonrası ise kabaca 300 bin Suriyeli sığınmacı ülkelerine geri dönmüştür.

Kamplarda kalan Suriyeli sayısının toplam Suriyeli sayısına oranı yüzde 1,85 olup, Suriyelilerin yüzde 98,15’i şehirlerde yaşamaktadır. En çok Suriyeli sığınmacı barındıran şehir 511 bin 393 kişi ile İstanbul’dur. İstanbul’da Suriyeli sığınmacılar, kent çeperlerindeki yoksul semtlere yerleşmiştir. Semt seçimlerinde akrabalık bağları ve sınıfsal özellikler etkilidir. Kayıtlı Suriyeli sığınmacıların, en yoğun bulundukları ilçe nüfuslarına oranı yüzde 4-9 arasındadır. İstanbul’u 412 bin 153 kişi ile Gaziantep, 243 bin 965 kişi ile Şanlıurfa takip etmektedir. Oran olarak Suriyelilerin en yoğun olduğu şehir ise yüzde 29 ile Kilis’tir. Kilis’te 155 bin 179 Türk vatandaşı ile kayıt altına alınmış 64 bin 105 Suriyeli bulunmaktadır. Suriyeli yoğunluğunda Kilis’i yüzde 16 oranı ile Gaziantep takip etmektedir. Türkiye’de hiçbir ilde Suriyeli sığınmacılar demografik olarak baskın konumda değildir. Başka bir deyişle sığınmacıların, hiçbir ilde nüfus yapısını değiştirecek boyutta bir ağırlığı bulunmamaktadır. Sığınmacılara karşı sınır illerindeki bazı yerelliklerde sığınmacı nüfusun yoğunluğundan kaynaklı hoşnutsuzlukları, tüm ülke genelinde de varmış gibi göstermek bir manipülasyon ve çarpıtmadır.

Nüfus piramidindeki verilerden hareketle yapılan analizlere göre Suriyeli sığınmacıların yıllık ortalama nüfus artış hızı binde 8 civarındadır. Bu artış Türkiye ortalamasının binde 13,9 altındadır. Yeni doğumlarla Suriyeli sığınmacıların nüfusundaki artışın, örneğin 10 yıl sonrasında ülkemizi istila edecek boyutlara ulaşması mümkün görünmemektedir.

Suriyeli sığınmacılar arasında 2017 yılı için yapılan bir çalışmada Türkiye’ye gelmeden önce ülkelerinde aylık geliri 75 dolar ve bunun altında olanların oranı yüzde 83 olarak hesaplanmıştır. Bu oran Suriye’den Türkiye’ye sığınanların önemli ölçüde yoksullar olduğunu göstermektedir.

Sağlık Bakanlığı, AFAD ve DSÖ’nün araştırmasına göre Türkiye’deki 18-69 yaş arasındaki Suriyelilerin ortalama eğitim yılı 8,7’dir. Türkiye’deki Suriyeli nüfus genel olarak lise ve altında eğitime sahiptir.

Türkiye’de 18-69 yaş aralığındaki 5.760 Suriyeli göçmenin örneklemini oluşturduğu bir araştırma kapsamında, Suriyeli erkeklerin yüzde 44,3’ü işçi, yüzde 2,7’si memur olarak çalışmakta, çalışmalarına herhangi bir engel olmamasına ve çalışma isteğinde olmasına rağmen işsiz olan erkeklerin oranı ise yüzde 32 düzeyinde bulunmaktadır. Bu işçiler ağırlıkla vasıfsız işgücüdür. Üstelik Suriye’de aldığı eğitimle ilgili diploması olmasına rağmen Türkiye’de bu diplomaya denklik verilmemesi, vasıflı sığınmacı emekçilerin kendi vasıflarından daha düşük vasıf gerektiren işlerde çalışmaları sonucunu doğurmaktadır. Suriyeli kadınların büyük çoğunluğunu oluşturan yüzde 84,4’lük bir kesimi ev işleriyle uğraşmaktadır/ev kadınıdır. Suriyeli kadınlar çoğunlukla emek yoğun üretim yapan tekstil, hazır giyim ve hizmet sektöründe ya da tarımda kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Çalışan ya da iş arayan Suriyeli kadınların önemli bir bölümünü, ülkelerindeki iç savaşta eşini kaybetmiş ve hanenin geçiminden sorumlu olanlar oluşturmaktadır. Bazı illerde evlerinde parça başı dikiş işleri yaparak çalışan kadınlara da rastlanmaktadır.

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yüzde 85’inin temel gelir kaynağı çalışarak elde ettikleri ücretlerdir. Suriyeli sığınmacıların çoğunluğu işçi ailelerinden oluşmakta, bir kurum tarafından verilen ayni veya nakdi destek ile geçinmemektedir. Suriyeli sığınmacılara çalışma izni 2016 yılında çıkarılan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik ile verilmeye başlanmış olup, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre 2023 yılında çalışma izni olan Suriyeli sayısı 108 bin 520’dir. Suriyeli sığınmacı işçilerin çok büyük bir bölümünün kayıt dışı olarak düşük nitelikli işlerde (özellikle tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde) çalıştığı bilinmektedir. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre yaklaşık 650 bin Suriyeli sığınmacı işçinin kayıt dışı çalıştığı belirtilmektedir. Türkiye’de reel ücretler zaten yüksek enflasyon ile azalmakta ve tüm ücretlerde asgari ücrete doğru bir gerileme yaşanmaktadır. Bunun sığınmacılarla hiçbir ilintisi bulunmamaktadır. Fakat tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde kayıt dışı çalışan sığınmacıların, düşük ücretlerle/yevmiyelerle çalışıp, yerli işçilerle rekabete girdiği görülmektedir.

Yapılan çalışmalarda Suriyeli sığınmacıların oranının nispeten yüksek olduğu illerde, yerli kayıt dışı çalışanların yerini aldıkları yönünde bulgular vardır. Sığınmacıların yoğun olduğu bölgelerde yerli kayıt dışı istihdamın azaldığı, yerli kayıtlı istihdamın fazla etkilenmediği, hatta kısmen arttığı, yerli çalışanların ücretlerinde ise anlamlı bir değişiklik olmadığı bulunmuştur. Fakat bu konu tartışmalıdır. Düşük nitelikli işlerde Türkiyeli ve Suriyeli işçiler arasında rekabetin arttığı, bunun da zaten düşük olan ücretleri baskıladığı yönünde değerlendirmeler bulunmaktadır.

Ortalama gelirleri asgari ücretin altında

Suriyelilerin 2017 yılında Türkiye’deki aylık ortalama kazançlarının 908 TL (229,39 dolar) olduğu tespit edilmiştir. Bu tarih itibari ile Türkiye’deki asgari ücret 354,70 dolara karşılık geldiğinden, Suriyeli işçilerin Türkiye’de asgari ücretin altında ücretlerle çalışmasına rağmen Suriye’deki kazançlarına kıyasla daha fazla gelir elde etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Fakat satın alma gücü açısından değerlendirildiğinde ülkelerindekine göre Türkiye’deki artan kazançlarına rağmen Suriyeli ailelerin yüzde 77’sinin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı saptanmıştır. Sığınmacı kadın işçiler genellikle istihdam edildikleri sektörlerde hem yerli kadın işçiler hem de göçmen erkek işçilere göre düşük ücretle çalıştırılmaktadır.

Türkiye işçi sınıfının bir bileşeni olan Suriyeli sığınmacı işçiler, vasıfsızlık, çalışma izinlerinin olmaması ve Türkçe dilinde yetersizlik nedeniyle ağırlıkla kayıt dışı sektörlerde, düzensiz işlerde, kolayca işten çıkarılma tehdidi altında, uzun süreler boyunca, asgari ücretten düşük ücretlerle, kimi durumlarda ücretleri ödenmeyerek ya da patronlarla yaptıkları anlaşmadan daha düşük ücretler ödenerek, en kötü/ölüm ve yaralanma riskine en açık koşullarda (iş güvenliği ve sağlığı tedbirlerinin olmadığı koşullarda), sosyal güvenceden yoksun (sigortalanmadan), sendikaları ve örgütlülükleri olmadan çalışmakta ve yoksulluk içerisinde yaşamaktadır. Yapılan araştırmalar Suriyeli göçmenlerin yerli işçilere göre düşük ücretlerle çalıştırılmasının farklı sektörlerde yaygın bir uygulama olduğunu göstermektedir. Bu çalışma koşullarına sahip işçi sınıfı bölmesine “prekarya” denmektedir. Suriyeli sığınmacı işçiler, Türkiye işçi sınıfının yeni prekaryasını oluşturmaktadır. Ve elbette çalışma koşullarındaki olumsuzluklardan sığınmacılar değil, kapitalistler ile bu koşulların hukuksal ve politik düzenleyicileri sorumludur.

Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz bölgelerindeki illerde yaşayan kent yoksulları ve mülksüz halk yanı sıra Suriyeli sığınmacılar, mevsimlik tarım işçiliğinde başat konumdadır. Mevsimlik tarım işçileri çoğu durumda günde 10-12 saat, zor koşullarda çalışmaktadır. Çocuklar ve kadınlar tarımsal ücretli işçiliğin temel aktörleridir. Tarım işçiliği yapan Suriyeli sığınmacılar meslekleri olmadığı ve başka iş bulamadığından bu işleri yapmaktadır. Düşük günlük ücretlerin olduğu tarım sektöründe kazançlarını artırmanın ve kalabalık aileleri geçindirmenin yolu, aile ve akrabaların çocuklarla birlikte çalışmasıdır. Suriyeli sığınmacılar özellikle Adana-Mersin-Şanlıurfa-Gaziantep bölgesinde tarımda yaygın olarak çalışmaktadır.

Kayıt dışılığın yaygın olduğu tekstil sektöründe düşük ücretler, güvencesizlik ve yüksek çalışma saatleri bulunmaktadır. Küçük ve orta ölçekli tekstil firmaları, uluslararası büyük tekellerin tedarikçisidir ve kendilerinin de fason alt tedarikçileri bulunmaktadır. Böylelikle bu uluslararası tekeller tedarikçi firmalarda kayıt dışı çalışan ucuz işgücünün aşırı sömürüsü üzerinden emperyalist payını almaktadır. İstanbul’daki tekstil işçileri arasında yapılan bir araştırmaya göre, işçilerin ancak yüzde 2,3’ü haftada yasal çalışma süresi olan 45 saat çalıştığını ifade etmiştir. İşçilerin yüzde 14,26’sı haftada 46-50 saat, yüzde 32,17’si haftada 51-55 saat, yüzde 19,73’ü haftada 56-60 saat, yüzde 16,58’i haftada 61-65 saat, yüzde 14,93’ü ise haftada 65 saatten fazla çalışmaktadır. Yerli ve sığınmacı tüm İşçilerin 3’te 1’inin ücreti asgari ücretin altındayken, Suriyeli tüm işçilerin yaklaşık yarısı, Suriyeli sığınmacı kadın işçilerinse tamamı asgari ücretin altında çalışmaktadır. Yerli işçiler arasında asgari ücretin altındaki bir ücretle çalışan işçiler yaklaşık yüzde 20’lik bir orandadır. Sigortasız ve kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu sektörde işçiler hem cinsiyet hem de Türkiyeli/Suriyeli olmak bakımından ayrışmakta ve emek piyasasının en üstünde Türkiyeli erkek işçiler, ikinci seviyede Türkiyeli kadın işçiler, üçüncü seviyede Suriyeli erkek işçiler, ücret skalasının en altında ise Suriyeli kadın işçiler yer almaktadır. İstanbul’da tekstil sektöründeki Suriyeli işçilerin yüzde 98,6’sı kirada oturmakta, bu konutlarda işçilerin yüzde 54’ü 7’den fazla kişiyle birlikte yaşamaktadır, öyle ki 10’den fazla kişiyle birlikte yaşayan işçilerin oranının yaklaşık yüzde 26 düzeyinde olduğu saptanmıştır.

Gelişmekte olan ülkelerde inşaat işçilerinin önemli bir kısmı kırdan kente göç eden birinci kuşak işçilerden oluşmaktadır. Türkiye’de inşaat işgücü piyasasının sayısal olarak önemli bir kısmını Kürt kökenli işçilerin oluşturduğu tahmin edilmektedir. Taşeronlaşma düşük ücret karşılığında çalışmaya razı, daha hızlı çalışabilecek, iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı ortamlarda çalışmaya itiraz etmeyecek işçileri inşaat sektörüne dahil etmektedir. Suriyeli işçilerin daha düşük ücretle çalışmaları, daha uzun saatler boyunca çalıştırılmaları, sosyal güvencelerinin olmaması gibi etkenler taşeronların yerli işçiler yerine Suriyeli göçmen işçileri çalıştırmayı tercih edebilmelerine neden olmaktadır. Amaçlanan sömürü oranını artırmaktır. Suriyeli sığınmacı işçiler inşaat sektörüne dahil oldukları yerlerde işçiler arasındaki rekabeti artırmıştır.

400 bin Suriyeli çocuk okula gitmiyor

Geçici koruma altındaki Suriyelilerin yaklaşık 1 milyon 124 bin 353’ü zorunlu eğitim çağındaki çocuklardır. 2021’in Kasım ayı itibariyle okul çağındaki Suriyeli çocukların yüzde 65’i devlet okullarına devam etmektedir. Yaklaşık olarak 400.000 Suriyeli çocuk okul dışındadır. 2020-21 eğitim yılı için ilk ve ortaokul düzeyinde okullaşma neredeyse yüzde 80 iken, lise düzeyinde okula gitme oranı yüzde 39 düzeyindedir (yerlilerde yaklaşık yüzde 85). Okula gitmeyen sığınmacı çocuklar ya ev içi işlerde çalışmakta (özellikle kız çocuklar) ya da ailelerinin yoksul olması yüzünden gelir sağlamak amacıyla çocuk işçi olarak çalışmak zorunda kalmaktadır. Suriyeli çocuk ve gençlerin ailelerinin gelirini artırmak amacıyla düşük ücretler karşılığında yevmiye usulü çalışmak zorunda oldukları bilinmektedir. Sığınmacı çocukların çalışma yaşının 6’ya kadar düştüğü saptanmıştır. 15-17 yaşındaki Suriyeli sığınmacı erkek çocukların yüzde 48’i ücretli bir işte çalışmaktadır. Bu oran, savaş öncesi Suriye’deki orandan (yüzde 29) çok daha yüksektir. Sığınmacı çocukların hakkı olan eğitimden mahrum kalmaları ve çocuk işçi olmaları, büyük bir sorundur. Tıpkı zorunlu eğitim çağında olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocukların yüzde 3,9’unun, yani yaklaşık 612 bin 814 çocuğun eğitim dışında bulunması gibi.

Sığınmacı çocuk işçiler sanayide tekstil ya da ayakkabı atölyelerinde, araba tamirhanelerinde, hizmet sektöründe ya da sokaklarda çok düşük ücretlerle/kazançlarla, 12 saate varan çalışma süreleri boyunca çalışmaktadır. Yerli küçük atölyelerde olduğu kadar, dünyaca ünlü markaların/uluslararası firmaların tedarikçilerine ait fabrikalarda da bu çocuklar, erişkin Suriyeli sığınmacılarla birlikte iliğine kadar vampir sermayedarlar tarafından sömürülmektedir. Suriyeli sığınmacı çocukların işçilik yapmasının temel nedeni ailelerinin yoksulluğudur.

İstanbul’da 12-24 yaş arası Suriyeli genç ve çocuklar arasında yapılan bir araştırmada, bu insanların karşılaştıkları sorunların eğitime devam edememe, çalışacak iş bulamama, Türkçe konuşamama, yoksulluk, sömürü, ayrımcılık ve sosyal hizmetlere sınırlı erişim olduğu saptanmıştır.

Suriyeliler suç oranını artırıyor mu?

Emperyalist ülkelerin vekil savaşından/ülkelerindeki iç savaştan kaçıp, ülkemize sığınmış Suriyelilerin yüzde 74’ünü (2 milyon 291 bin 126 kişi) kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. 18 yaş altında olanların/çocukların Suriyeli sığınmacılar içerisindeki payı yüzde 50’dir. Kadınlarda ve çocuklardaki suç oranlarının, erkeklerdekine göre düşük olduğu bilinmektedir. Resmi rakamlara göre sığınmacıların suç oranı 2014 yılından itibaren 2022 yılına kadar yüzde 1,32 düzeyindedir. Buna göre Suriyeli sığınmacılar arasında 100 binde 1320 kişi suç işlemektedir. 2021 yılında Türkiye’de 3 milyon 290 bin 195 ceza davası açılmış, bunların 2 milyon 529 bin 492'sinde (yüzde 50,6) mahkûmiyet kararı verilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de 100 bin kişiden 2984 kişinin mahkûmiyetle sonuçlanmış suçu bulunmaktadır. Öyleyse sığınmacıların suç oranlarını artırdığı ve daha çok suç işledikleri düşüncesi, yanlıştır. 2022 yılında yayınlanan bir araştırma da Suriyelilerin suç istatistiklerine anlamlı bir etkisi olmadığını göstermiştir. Ayrıca bir çalışmada “son 5 yıl içinde bir Suriyeliden zarar gördünüz mü?” şeklinde sorulmuş, katılımcılardan yüzde 11,4’ü bizzat kendisinin, yüzde 6,8’si ailesinin zarar gördüğünü belirtirken, yüzde 30,8’i duyumlara dayalı olarak çevresindekilerin zarar gördüğünü ifade etmiştir. Suriyeli sığınmacılardan kendisinin ya da ailesinin zarar görmediğini belirtenlerin oranı kabaca 10’da 9’düzeyinde olup, Suriyelilerin suçlara daha fazla karıştıkları iddiası bir “şehir efsanesi”dir.

Suriyeli göçmenlerin ekonomik etkisi sonucu Türkiye Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)’sının kısa dönemde yüzde 2, uzun dönemde yüzde 4 artması beklenmektedir. Bu oranların oldukça düşük olması, Suriyeli sığınmacıların sömürüsü üzerinden ortaya çıkan değer büyüklüğünün çok fazla olmadığını göstermektedir. Fakat kayıt dışı sektörde sığınmacılar üzerindeki sömürü derecesinin (artık-değer oranının) yüksek olması, patronların iştahını kabartmakta, ellerini ovuşturmaktadır.

Suriyeli sığınmacıların çoğunluğunun ülkemize geliş nedeninin zorunluluktan kaynaklandığı, emperyalist ülke devletlerinin Suriye’de yürüttükleri vekalet savaşı nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları bilinmektedir. Türk-İş’in 2020 yılı başlarında yayınlanan araştırmasına göre, savaş nedeniyle sığınmacılar arasında her iki evden birinde bir kişi ölmüş ve Suriyelilerin yüzde 76,5’i can güvenliği nedeniyle Türkiye’ye gelmiştir. 8 Aralık 2024 tarihinde Esad yönetiminin devrilmesi sonrasında Türkiye'deki sığınmacı Suriyelilerin kabaca 300 bininin ülkelerine dönmesine rağmen, Türkiye'deki sığınmacı Suriyelilerin önemli bir bölümünün ülkelerine dönmeyeceği anlaşılıyor. Türkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz işgüçleri olarak vahşice sömürmeye devam etmektedir. Sığınmacı işçilerin insanca yaşam ve iş koşullarına kavuşmaları, çocuklarının eğitim alması için mücadeleye koyulmaları ve ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte örgütlenmeleri gerekmektedir.

Notlar:

i.               Ocak 2016 tarihinde geçici koruma altındaki Suriyelilere çalışma izni hakkı tanınmıştır. Yasal düzenlemeye göre çalışma izni başvurusunu patron yapmakta ve yıllık çalışma izni harcını yatırmaktadır. Çalışma izni olan Suriyelilerin en az asgari ücret alması gerekir. Çalışma iznine sahip olabilmek için geçici koruma altındaki Suriyelinin en az 6 ay kayıtlı olması gereklidir ve işçiler ancak kayıtlı olduğu ilde çalışma hakkına sahiptir. Bir işyerinde çalışan Suriyeli sayısı toplam çalışanın yüzde 10’unu geçmemelidir (Çalışma İzni Yönetmeliği, 2016). Bu düzenleme ve patronların kârlarını artırma isteği, sığınmacıların kayıt dışı, eş deyişle yasal olmayan çalışmasını getirmektedir. Sigortasız, düşük ücretlerle ve uzun saatler boyunca…

ii.       Prekarya, işçi sınıfının en alttaki bölmesi olup, çalışma hayatında istihdam güvencesi, iş güvencesi, çalışma güvenliği, vasıfların yeniden üretiminin güvencesi, gelir güvencesi gibi çeşitli güvencelerden yoksun olanlardan oluşmaktadır.

iii.           Kayıt dışı ekonomi yasal ürün ve hizmetlerin kamu otoritesinin bilgisi dışında üretilmesidir. Ya işyeri kayıt dışıdır, devlete kaydı yapılmamıştır ya da işyeri ve işyerindeki bazı çalışanlar kayıtlıyken diğer çalışanların kaydı yapılmamıştır. Patronların bir hilesi olarak “elden ödemeler” de kayıt dışıdır. Bu durumda işçilerin yasal, kayıtlı ücreti gerçek ücretlerinin altında gösterilmekte ve patronlar bu sayede daha az prim ödemektedir. Türkiye’de ekonominin yaklaşık 1/3’ü kayıt dışıdır.

Kaynaklar:

1.       https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638

2.       https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar

3.       https://teyit.org/dosya/turkiyedeki-siginmaci-sayisi-veriler-ne-soyluyor

4.       https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1129860

5.       https://www.calismatoplum.org/wp-content/uploads/2024/05/cvt_2018_56-2.pdf

6.       https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1439333

7.       https://www.csgb.gov.tr/istatistikler/calisma-hayati-istatistikleri/resmi-istatistik-programi/calisma-izin-istatistikleri/

8.       https://users.metu.edu.tr/etaymaz/gocun_ekonomisi.html

9.    https://www.unicef.org/turkiye/media/15891/file/TyüzdeC3yüzde9CRKyüzdeC4yüzdeB0YEyüzdeE2yüzde80yüzde99DEyüzde20GEyüzdeC3yüzde87yüzdeC4yüzdeB0CyüzdeC4yüzdeB0yüzde20KORUMAyüzde20ALTINDAyüzde20OLANyüzde20SURyüzdeC4yüzdeB0YELyüzdeC4yüzdeB0yüzde20yüzdeC3yüzde87OCUKLARAyüzde20YyüzdeC3yüzde96NELyüzdeC4yüzdeB0Kyüzde20EyüzdeC4yüzde9EyüzdeC4yüzdeB0TyüzdeC4yüzdeB0Myüzde20MyüzdeC3yüzde9CDAHALESyüzdeC4yüzdeB0NyüzdeC4yüzdeB0Nyüzde20BELGELENDyüzdeC4yüzdeB0RyüzdeC4yüzdeB0LMESyüzdeC4yüzdeB0yüzde20yüzdeE2yüzde80yüzde93yüzde20NyüzdeC4yüzdeB0HAyüzdeC4yüzdeB0yüzde20RAPOR.pdf

10.    https://www.egitimreformugirisimi.org/egitim-izleme-raporu-2024/

11.    https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/

12.    https://t24.com.tr/haber/turkiye-de-suc-oranlari-artiyor,1057612

13.    https://archive.md/ADHql

14.    Suriyeliler Barometresi 2020

15.    http://kutuphane.turkis.org.tr/cgi-bin/koha/opac-retrieve-file.pl?id=be422972aeb357a219acec109d0bae20

16.    https://www.bbc.com/turkce/articles/cn9dqn9eldpo#:~:text=Suriyelilerinyüzde20belirliyüzde20yerlereyüzde20yoyüzdeC4yüzde9FunlayüzdeC5yüzde9FmasyüzdeC4yüzdeB1nyüzdeC4yüzdeB1yüzde20engellemeye,sonucuyüzde20olarakyüzde20Suriyelilerinyüzde20sayyüzdeC4yüzdeB1syüzdeC4yüzdeB1yüzde20azalyüzdeC4yüzdeB1yor.

17.    https://calismaortami.fisek.org.tr/icerik/gocmen-isciler-neden-orgutlenmeli-nasil-orgutlenmeli/

5 Ağustos 2024 Pazartesi

Çocuk ve genç emeği (her iki cinsiyetten) | Karl Marx

İngilizceden çeviren: Mahmut Boyuneğmez


Modern endüstrinin, her iki cinsiyetten çocuk ve gençleri toplumsal üretimin büyük işinde işbirliği yapmaya yöneltme eğilimini, sermaye altında bir iğrençliğe dönüştürülmüş olmasına rağmen, ilerici, sağlam ve meşru bir eğilim olarak görüyoruz. Rasyonel bir toplumda, 9 yaşından itibaren her çocuk, tıpkı hiçbir sağlıklı yetişkinin doğanın genel yasasından muaf tutulmaması gerektiği gibi, üretken bir emekçi haline gelmelidir: yemek yiyebilmek için çalışmak ve sadece beyniyle değil elleriyle de çalışmak.

Ancak şimdilik, farklı muamele görmek üzere üç sınıfa ayrılan her iki cinsiyetten çocuk ve gençlerle ilgilenmek zorundayız [a]; birinci sınıf 9 ila 12 yaş arasında; ikincisi 13 ila 15 yaş arasında; üçüncüsü ise 16 ve 17 yaşları kapsamaktadır. Birinci sınıfın herhangi bir atölye ya da ev işinde çalıştırılmasının yasal olarak iki; ikincinin dört; üçüncünün ise altı saatle sınırlandırılmasını öneriyoruz. Üçüncü sınıf için, yemek ya da dinlenme için en az bir saat ara verilmelidir.

9 yaşından önce ilkokul eğitimine başlamak arzu edilebilir; ancak biz burada sadece, çalışan insanı sermaye birikimi için sadece bir araç haline getiren ve ebeveynleri zorunlulukları nedeniyle kendi çocuklarının satıcıları olan köle sahiplerine dönüştüren bir sosyal sistemin eğilimlerine karşı en vazgeçilmez panzehirlerle ilgileniyoruz. Çocukların ve gençlerin hakları savunulmalıdır. Onlar kendi başlarına hareket edemezler. Bu nedenle, onlar adına hareket etmek toplumun görevidir.

Eğer orta ve üst sınıflar çocuklarına karşı görevlerini ihmal ederlerse, bu kendi hatalarıdır. Bu sınıfların ayrıcalıklarını paylaşan çocuk, onların önyargılarından muzdarip olmaya mahkûmdur.

İşçi sınıfının durumu ise oldukça farklıdır. Çalışan adam özgür bir özne değildir. Hatta pek çok durumda, çocuğunun gerçek çıkarını ya da insan gelişiminin normal koşullarını anlayamayacak kadar cahildir. Bununla birlikte, işçi sınıfının daha aydınlanmış kesimi, kendi sınıfının ve dolayısıyla insanlığın geleceğinin tamamen yükselen işçi neslinin oluşumuna bağlı olduğunu tamamen anlamaktadır. Onlar her şeyden önce çocukların ve genç işçilerin mevcut sistemin ezici etkilerinden kurtarılması gerektiğini bilirler. Bu ancak toplumsal aklın toplumsal güce dönüştürülmesiyle gerçekleştirilebilir ve verili koşullar altında bunu yapmanın, devlet gücüyle uygulanan genel yasalardan başka bir yolu yoktur. Bu tür yasalar uygulanırken, işçi sınıfı iktidarı güçlendirmez. Aksine, şu anda kendilerine karşı kullanılan bu gücü kendi araçlarına dönüştürürler. Çok sayıda münferit bireysel çabayla boşuna teşebbüs edecekleri şeyi genel bir eylemle gerçekleştirirler.

Bu noktadan hareketle, eğitimle birleştirilmediği sürece hiçbir ebeveynin ve patronun çocuk emeğini kullanmasına izin verilmemesi gerektiğini söylüyoruz.

Eğitimden üç şeyi anlıyoruz:

Birincisi: Zihinsel eğitim.

İkincisi: Jimnastik okullarında ve askeri egzersizlerde verildiği gibi bedensel eğitim.

Üçüncüsü: Tüm üretim süreçlerinin genel ilkelerini öğreten ve aynı zamanda çocuğu ve genci tüm işkollarının temel aletlerinin pratik kullanımına başlatan teknolojik eğitim. [Almanca metinde buna "politeknik eğitim" denmektedir - Ed]

Zihinsel, jimnastiksel ve teknolojik eğitimin aşamalı ve ilerleyen seyri, çocuk işçilerin sınıflandırılmasına uygun olmalıdır. Teknolojik okulların masrafları kısmen ürünlerinin satışıyla karşılanmalıdır.

Ücretli üretken emek, zihinsel eğitim, bedensel egzersiz ve politeknik eğitimin birleşimi, işçi sınıfını yüksek ve orta sınıfların seviyesinin çok üstüne çıkaracaktır.

Kendiliğinden anlaşılmaktadır ki, 9 yaşından 17 yaşına kadar (dâhil olmak üzere) tüm kişilerin gece işlerinde ve sağlığa zarar veren tüm işlerde çalıştırılması kanunen kesinlikle yasaklanmalıdır.

[a] Not: Fransızca ve Almanca metinlerde bu cümle yerine, bir önceki paragrafı sonlandıran ve yeni bir paragraf başlatan iki cümle bulunmaktadır:

"Ancak, şimdilik sadece işçi sınıfına mensup çocuk ve gençlerle ilgilenmek zorundayız.

"Fizyolojiye dayanarak, her iki cinsiyetten çocuk ve gençleri ayırmayı gerekli görüyoruz" ve ardından İngilizce metinde olduğu gibi.

10 Kasım 2022 Perşembe

Çocuk İşçiliği

Mahmut Boyuneğmez

Giriş

“Çocuk işçiliği; çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, fiziksel ve zihinsel gelişimlerine zarar veren işlerde çalıştırılmaları olarak tanımlanabilir. Daha geniş bir ifade ile çocuklar için zihinsel, fiziksel, toplumsal ya da ahlaki açılardan tehlikeli ve zararlı işler, okula düzenli devam etmelerini engelleyerek eğitimlerini aksatmalarına veya okullarından erken ayrılmalarına yol açacak işler ve çocukların okula devam ederken uzun süren ve ağır işlerde çalıştırılmaları ‘çocuk işçiliği’ kavramı altında değerlendirilir.”[1]

18 yaşına kadar her insan çocuk sayılmaktadır. Çocuk işçiliği, çocukların emek gücü olarak kullanımı, dolayısıyla onların sağlık, güvenlik ve eğitim haklarının çiğnenmesi demektir. Bu nedenlerle çocuk işçiliği kabul edilebilir değildir.

Çocuk işçiliği, çocukların eğitimi ile fiziksel, duygusal, zihinsel, ahlaksal ve sosyal gelişimlerini olumsuz etkileyen çalışmaları kapsamaktadır. Çocuk işçiliği, eğitim hakkından mahrum bırakma yanı sıra, çocukların üzerinde fizyolojik ve psikolojik olarak da olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Çalışma, çocukların akranlarıyla vakit geçirmelerine, oyun oynamalarına ve boş zamanlarını değerlendirmelerine engel olmaktadır.


Çocuk istihdamı aşağıdaki özellikleri taşımaktadır:

• Çok genç yaşta çalışmaya başlamak,

• Uzun çalışma süreleri,

• Gerek bedensel gerekse psikolojik açıdan kapasitelerini zorlayan koşullarda faaliyet göstermek,

• Çok az bir ücret karşılığı çalışmak,

• Bedensel, ruhsal ve psikolojik gelişimlerini engelleyen; sürekli tekrardan ibaret monoton işlerde çalışmak,

• Baskı, korku ve tehdit altında çalıştırılmak ve buna bağlı olarak heves duymadan faaliyet göstermek,

• Sokaklarda çalışmak.[2]

Küçük işletmelerde çalışan veya kayıt dışı çırak olarak kullanılan çocuklar, sosyal güvenceden ve sağlıklı çalışma koşullarından yoksundurlar. Bu çocuklar, iş kazası ve meslek hastalığı riski altında çalışmaktadırlar.

Çocuk emeği, çocuk işçiliğin en kötü biçimleri arasında kabul edilen sokakta çalışma, küçük ve orta ölçekli işletmelerde ağır ve tehlikeli işlerde çalışma, aile işleri dışında, ücret karşılığı gezici ve geçici tarım işlerinde çalışma alanlarında yoğunlaşmaktadır.[3]

Öte yandan TÜİK çocuk işgücü istatistiklerine göre ev işleri, hane halkı fertleri tarafından kendi evlerinde gerçekleştirilen ve ekonomik faaliyet tanımının dışında kalan faaliyetlerdir. Bu faaliyetler, hane halkı fertleri tarafından (çocuklar da dâhil olmak üzere) ücretsiz olarak gerçekleştirilen evle ilgili işleri kapsamaktadır. Hane halkı için alışveriş yapma, yemek pişirme, çamaşır yıkama, ütü yapma, küçük kardeşlere veya hanede bulunan hasta fertlere bakma, evi temizleme, hanede bulunan eşyaları onarma vb. faaliyetler bu kapsamda değerlendirilmektedir.[4] Bütün bu alanlardaki çocuk emeği, çocuk işçiliği/istihdamı kapsamında değerlendirmemekte ve istatistiklere de yansımamaktadır.

Evet, çocukluk 18 yaşına kadar sürüyor. Fakat Türkiye’de 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 71. maddesi uyarınca sadece 15 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasak ve suç… 2004 yılında çıkarılan “Çocuk ve Genç İşçilerin Çalıştırılma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik"e göreyse, genç işçi 15 yaşını tamamlamış, ancak 18 yaşını tamamlamamış kişiyi, çocuk işçi ise 14 yaşını bitirmiş, 15 yaşını doldurmamış ve ilköğretimini tamamlamış kişiyi ifade etmektedir. Özcesi hukuksal mevzuat çocukların istihdamını meşrulaştırıyor…

Çocuk işçiliğinin nedenleri

ILO çocuk işçiliğinin nedenlerine şu şekilde değinmektedir:

“Çocuk işçiliğinin temel sebepleri yoksulluk, ücretsiz ve kaliteli eğitime erişememe, göç, yetişkin aile bireylerinin işsizliği, geleneksel bakış açısı ve sosyal dışlanma, denetim eksikliği, kayıt dışılık ve ucuz iş gücü talebi olarak sıralanabilir.”[5]

Gelin, bu nedenlere daha yakından bakalım.[6]

1) Yoksulluk: Çocukların istihdamının en önemli nedeni, yoksulluktur. Yoksul ailelerde çocuğun çalışmayla sağladığı ek gelir veya evdeki bazı işleri üstlenmesiyle ebeveynlerin dışarıda çalışma imkânına katkıda bulunması, yaşamsal önemdedir. Çünkü bu ailelerde kazançların önemli bir miktarı ancak temel gıda maddeleri tüketimini karşılamaktadır. Yoksulluk arttıkça, çocuk emeği kullanımı da artmaktadır. Yoksulluk, erkenden emek gücüne katılımı getirmekte, çocukların bedensel ve zihinsel kapasiteleriyle uyumsuz işlerde erken yaşlarda çalışmalarına yol açmaktadır. Ayrıca, eğitim sürecinden geçmelerini engellemekte ya da kısıtlamaktadır. Vasıf kazanamadıklarından gelecekte ücretleri az olmakta ve bu durum bir kısır döngü oluşturmaktadır. Böylelikle gelecekte kendi kuracakları ailelerde de, çocukların çalışmasıyla sağlanan ek gelire ihtiyaç duyulmaktadır.

Ailede işsiz olan erişkin birey varsa, bu durum, çocukların aile kararıyla çalışma hayatına atılmasında önemli bir neden olmaktadır.

Marx Kapital’in 1. cildinde sefaletin, nüfus artışına yol açtığını belirtir. Yapılan çalışmalar da gelir ve eğitim düzeyi düşük ailelerin daha çok çocuk sahibi olduklarını göstermektedir. Ailelerin nüfusları arttıkça, çocukların eğitime katılımları düşmekte, işgücüne katılımları artmaktadır. Yoksul ailelerde, çocuklar gelir getirmenin aracıdır. Ayrıca ebeveynlerin gelecekteki “sosyal güvenlik araçları” da çocuklarıdır.

2) Kayıt dışı sektörün ve KOBİ’lerin ucuz emek gücü talebi: Çocuk işçiliği, kayıt dışı sektörde yoğunlaşmaktadır. Kayıt dışı sektörde çalışan iki büyük işçi grubu, kırdan kente göç etmiş proleterler ile çocuk işçilerdir. Bu sektördeki çocuk işçilerin büyük çoğunluğu ise kırdan kente göç eden ve çoğunlukla varoşlarda yaşayan ailelerin ikinci kuşağına dâhildir. Kayıt dışı sektörde, mesleki eğitim yoktur, istihdam düzensizdir ve çocuklar yasa dışı işlerde kolaylıkla çalıştırılabilmektedir. Çocuk işçiliğinin ücretleri düşüktür, verilen işe itiraz ve örgütlenme devre dışıdır, fiziksel istismar olağandır.

Çocuk işçiliği özellikle hizmet sektöründe olmak üzere daha çok KOBİ’lerde yaygındır. Bunun nedenleri daha az vasıflı ve eğitimli emek gücüne olan talep, denetim yokluğunda düşük ücretle ve uzun süreler çalıştırmanın yaygın olduğu KOBİ’lerde çocuk emek gücünün patronlar için cazip olması ve sabit sermayesi düşük, teknolojisi geri olan küçük işletmelerde çocuk emeğinin kullanımının patronlar açısından avantaj yaratmasıdır. Daha büyük şirketler ise, fason üretim yoluyla küçük şirketlerdeki ve kayıt dışı sektördeki çocuk emek gücü sömürüsüne katılmaktadır. İhracata yönelik üretim yapan büyük işletmeler, iş yasalarından doğan yükümlülüklerden kaçabilmek ve üretim maliyetini minimize edebilmek amacıyla taşeron uygulamalarına başvurmaktadır. Bu yolla kayıt dışı sektördeki ucuz işgücünü oluşturan çocuk emeğinden faydalanmaktadırlar. Özellikle ihracata dönük üretim yapan endüstrilerde faaliyet gösteren işletmeler açısından çocuk emeğinin sömürüsü, dünya pazarlarında rekabet gücünü belirleyen en önemli faktörlerden biridir. 1980’lerden buyana az ve orta gelişkinlikteki kapitalist ülkelerde ihracata dönük üretim modeli içerisinde patronlar, işgücü maliyetini kısıp rekabet avantajı elde edebilmek için özellikle emek yoğun sektörlerde çocuk işçiliğine daha çok yönelmiştir.

Çocuk işçiler, patronlar açısından daha düşük maliyet ve daha az problem demektir. Çocukların emek güçleri ucuz olduğu kadar, çalışma sürecinde de uysaldırlar, daha az devamsızlık yapar, daha az kaytarırlar ve verilen tüm işleri yerine getirirler. İşten çıkarılmaları da erişkin işçilere göre daha kolaydır. Küçük atölyelerde, kar marjını artırmanın etkili yolu çocuk işçi çalıştırmaktır. Kayıt dışı çıraklık, günümüzde mesleki eğitim olmaktan çıkarak, çocukları ucuz emek gücü olarak çalıştırmanın kılıfı haline gelmiştir. Çocukların "çırak" olarak gösterilmesi ise, patronlara asgari yaş sınırına ilişkin yasal hükümleri ihlal edebilme olanağı vermektedir. Böylece, mevzuatın belirlediği yaş grubundan daha küçük çocukların istihdam edilmesi mümkün olabilmektedir.

Kayıt dışı sektör kapsamında sokak satıcıları, ayakkabı boyacıları ve otopark görevlileri olarak çalışan çocuklar da yer almaktadır. Bu çocuklar, günlük yaşamlarının önemli bir dilimini sokaklarda geçirmektedir.

3) Tarımsal üretimin nüfus artışına olan talebi: Az gelişmiş kapitalist ülkelerde, çocuk işçiliği kayıt dışı sektör yanı sıra tarım sektöründe yoğunlaşmaktadır. Tarımda belirgin masraf oluşturmadan çocukların üretime katılmaları, ailelerin ürün ve dolayısıyla gelir miktarını artırmaktadır. Tarımsal üretimde, geleneksel becerilerin kuşaklar arası aktarımı, çocukların çalışmalara katılımıyla gerçekleşmektedir.

Öte yandan az gelişmiş kapitalist ülkelerdeki kapitalistleşme süreciyle birlikte kırsaldan kentlere göç eden bir artı-nüfus bulunmakta, kentlerde tümüyle soğrulamayan bir işsiz ordusu oluşmaktadır. Kentleşme süreciyle birlikte gelişen işsizlik, çocuk emeğinin istihdamına yönelik bir eğilimi de beraberinde getirmektedir.

Bu noktada emperyalist hiyerarşinin üst kesimindeki gelişmiş kapitalist ülkelerin, ucuz emek gücü talebini bağımlı ve az gelişmiş kapitalist ülkelerin işçi sınıfına ve çocuk işçilerine, kendi sınırları içerisindeyse azınlıklara ve göçmen işçilere yönelttiğini hatırlamak gerekmektedir.

ABD'de 1911'de madenlerde çalışan çocuk işçiler

4) Eğitim politikalarındaki sorunlar: Eğitime devletlerin ayırdığı kaynağın düşük oluşu, okulların yerel nüfusa oranla yetersizliği, eğitim hakkının metalaştırılması (paralı eğitim) gibi nedenlerle eğitim sisteminin dışına çıkan çocuklar, çalışma hayatına itilmektedir. Okuldan kopuş ile iş hayatına giriş arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Ebeveynlerin eğitime dönük olumsuz görüşlere sahip olması, eğitimin işgücü piyasası için vasıf kazandırır nitelikte görülmemesi, kültürel değerlerinde çocukların çalıştırılmasını sorumluluk ile disiplin kazanma süreci olarak görmeleri de, çocukların çalışma hayatına katılmasını teşvik etmektedir.

Türkiye özelinde ise 2012 yılında yasalaşan 4+4+4 yasası ile zorunlu ilköğretim yaşı 6-13 yaş aralığına çekilmiştir. Bu durumda ortaokulun bitiş yaşı, aynı zamanda çocuk işçiliğinin yaygınlaşma yaşını fiilen 13’e düşürmüştür.[7]

5) Çocuk işçiliğine dönük yasal yaptırımların yokluğu, yetersizliği ve denetimsizlik: Çocuk işçiliğine ket vuracak yasal yaptırımlar ve denetimlerin yokluğu, çocuk işçiliğini teşvik etmektedir. Ayrıca çocukların en çok çalıştığı yerler olan küçük işletmeler, ev hizmeti, tarım hizmeti ve sokak işleri iş kanunu dışında kalmaktadır.

Dünyada çocuk işçiliğinin durumu[8]

Tahminlere göre 2020’nin başlarında dünyada 63 milyonu kız, 97 milyonu erkek olmak üzere toplamda 160 milyon çocuğun emeği, çalışma yaşamında kullanılmaktadır. Son dört yılda 8,4 milyon çocuk daha çalışma hayatına girmiş bulunuyor. 160 milyon çocuk işçi, oransal olarak dünyadaki çocukların yaklaşık 1/10’una karşılık gelmektedir.

Toplam çocuk emeğinin yaklaşık yarısı çocukların sağlığını, güvenliğini ve moral gelişmesini tehlikeye atacak işlerden oluşmaktadır. Başka bir ifadeyle 79 milyon çocuk, tehlikeli işlerde çalışmaktadır. 5-17 yaş arasında tehlikeli işlerde çalışan çocuk sayısına, 2016’dan 2021 Haziran’ına kadarki dönemde 6,5 milyon çocuk eklenmiş bulunuyor. Dünyadaki çocuk emeği kullanımının çoğunluğu ise Sahra-altı Afrika bölgesinde yoğunlaşmaktadır.

Afrika’da 92 milyon çocuk, yani her beş çocuktan biri çocuk işçidir. Asya-Pasifik bölgesinde çocukların % 5,6’lık bir oranını oluşturan 49 milyon çocuk, çocuk işçidir. 8,3 milyon çocuk işçi Amerika kıtalarında, 8,3 milyon çocuk işçi Avrupa ve Orta Asya’da, 2,4 milyonuysa Arap ülkelerinde bulunuyor.

Çocuk işçilerin oranı erkek çocuklarda, kız çocuklara oranla daha fazladır. Kırsal bölgelerdeki çocuk işçiliği, şehirlerdeki çocuk işçiliğin neredeyse 3 katı fazla yaygınlığa sahiptir. Dünyadaki çocuk işçiliğin % 70’i tarımda (112 milyon çocuk), % 19,7’si hizmetler sektöründe (31,4 milyon çocuk), %10,3’üyse sanayide (16,5 milyon çocuk) bulunmaktadır.

Çocuk işçilerin %48’i 5-11 yaş grubunda, %28’i 12-14 yaş grubunda ve %25’i de 15-17 yaş grubunda bulunuyor. 5-11 yaş arasındaki çocuk işçilerin ¾’ünden fazlası, tarımda çalışmaktadır. Çocuk işçilerin %72’si ailesi için ve öncelikle tarımda ya da ailenin küçük işletmesinde çalışıyor.


5-11 yaş arasındaki çocuk işçilerin %25’inden fazlası, 12-14 yaş arasındaki çocuk işçilerin ise 1/3’ünden fazlası, okula gitmemektedir. Kapitalist toplumsal sistemde, örneğin bilgi ve teknolojide ilerlemeler yaşanırken (bu alanda emperyalist dünya sisteminde ülkeler arasında eşitsiz gelişim olduğunu unutmamak gerekir), dünya çocuklarının önemli bir bölümü emek gücüne katılıp, eğitim olanağından mahrum kalmaktadır (çocuklar geleceğin üretici güçleridir). Biz bu durumu, üretici güçlerin çok boyutlu ve karşıt eğilimler barındıran gelişimi olarak adlandırıyoruz. Başka bir ifadeyle kapitalist toplumsal ilişkiler, aynı anda üretici güçleri hem geliştirmekte, hem de bunların gelişimine engel olmaktadır.

Çocuk işçiliğinin az gelişmiş kapitalist ülkelerin bir sorunu olduğu doğru olsa da, ileri kapitalist ülkelerde de çocuk emeği kullanımı sürmektedir. Örneğin ABD’de pek çok çocuk tarımsal üretimde çalışmakta olup, bunların büyük bölümü göçmen ailelere mensuptur.

Türkiye’de çocuk işçiliği[9]

Öncelikle çocuk istihdamına ait verilerin tam olarak güvenilir olmadığı belirtilmelidir. Örneğin kayıt dışı sektörde çalışan çocuklar, istatistiksel verilere dahil olmamaktadır. Çalışan her 10 çocuktan 8’i ise kayıt dışı çalıştırılıyor.[10] Okula giden çocukların sayısı 2019 yılında 680 binken, yaklaşık 400 bin çocuk okul dışında bulunuyor ve bu çocukların önemli bir bölümü kayıt dışı olarak çalıştırılıyor.[11]

Kayıt dışı olarak çalışan çocukların önemli bir bölümünü, sığınmacı ailelerin çocukları oluşturuyor. Türkiye’de 6 milyon göçmen ve mülteci olduğu tahmin ediliyor. Göçmen ve mülteci çocukları, tarım, sanayi, inşaat, ticaret gibi işkollarında günübirlik ve güvencesiz şekilde işgücü piyasasına dâhil oluyor. Bu da patronlar açısından, ücret pazarlığı imkânı olmayan, ücret ödemelerini eksik yatırabileceği ya da geciktirebileceği, hakkını aradığında şiddet uygulayabileceği, zorla çalıştırabileceği ek bir çocuk işçi kitlesi anlamına gelmektedir.[12] Suriyeli mültecilerin yaklaşık 1 milyonu ilkokul çağındaki çocuklardan oluşuyor ve bunların sadece ¼’ü okula gidebiliyor. Okula gidemeyen çocukların önemli bir bölümü, çocuk işçiler ordusuna katılıyor.

İstihdam içinde değerlendirilmeyen ev işlerinde çalışan çocukların sayısı ise 1999 yılında 4 milyon 447 bin iken, 2006 yılında bu sayı 6 milyon 540 bine ulaşmıştır. 2012 yılı için ise bu rakam yaklaşık 1 milyon kişi artarak 7 milyon 503 bine yükselmiştir.[13]

Aslında yapılan araştırmalarda Türkiye’deki çocuk işçi sayısının 2 milyonun üzerinde olduğu belirtiliyor. İstatistiklerde, sayısı 1,5 milyonu bulan çırak, stajyer ve meslek eğitimi gören öğrenciler olmak üzere çocuk işçiliğinin ana gövdeleri yer almıyor. Öte yandan çocuk işgücü anketleri, Türkiye’de mevsimsel olarak, çocuk işçiliğin en az olduğu Ekim ila Aralık aylarında yapılıyor, bu da çocuk işçiliğin gerçek boyutlarını gizliyor. Bunlar göz önüne alındığında, bugün Türkiye’de en az 2 milyon (yaz aylarında 4 milyon civarı) çocuk işçi olduğu görülmektedir.[14]

TÜİK tarafından 2019 yılının sonlarında yapılan "Çocuk İşgücü Araştırması" sonuçlarına göre ise Türkiye’de bir ekonomik faaliyette çalışan 5-17 yaş grubundaki çocuk sayısı 720 bin kişidir. 5-17 yaş grubunda çalışan çocukların aynı yaş grubundaki çocuklar içindeki payı %4,4’tür (bkz; görsel-1). Bu “resmi” veriler, gerçek sayının ve oranın çok altında bulunuyor.

Görsel-1: TUİK verilerine göre Türkiye'de çocuk işçiliğinin durumu

Çalışan çocukların %79,7'sini 15-17 yaş grubundakiler oluştururken, %15,9'unu 12-14 yaş grubundakiler, %4,4'ünü ise 5-11 yaş grubundaki çocuklar oluşturmaktadır. Eğitim sistemine katılım, çocuk işçiliğini azaltıyor.

Çalışan çocukların %34,3’ü eğitime devam etmemektedir. Çalışan çocukların çalışma nedenleri şöyledir:

  • -       %35,9 ile "hane halkının ekonomik faaliyetine yardımcı olmak"
  • -       %34,4 ile "iş öğrenmek, meslek sahibi olmak"
  • -       %23,2 ile "hane halkı gelirine katkıda bulunmak"
  • -       %6,4'ü ise "kendi ihtiyaçlarını karşılamak" amacıyla çalıştıklarını ifade etmişlerdir.

Aslında bu nedenleri büyük oranda üst-belirleyenin hane halkının ihtiyaçlarının karşılanmasına katkıda bulunmak olduğu görülmelidir. Başka bir deyişle çocuk işçiliğine yol açan en önemli faktör yoksulluk ve çocuk emeğine ailenin duyduğu ihtiyaçtır.

Çalışan çocukların %30,8'i tarım, %23,7'si sanayi, %45,5'i ise hizmet sektöründe yer almaktadır. 5-14 yaş grubunda çalışan çocukların %64’ü tarım sektöründe, 15-17 yaş grubunda çalışan çocukların ise %51’i hizmet sektöründedir. Daha önce belirttiğimiz gibi, çocuk işçiliği özellikle hizmet sektöründe olmak üzere kayıt dışı sektör ile KOBİ’lerde yaygındır. Ayrıca çocuk işçiliğin en kötü biçimleri arasında sayılan tarım, Türkiye’de ücretli ve ücretsiz aile işçisi çocuk işçiliğin en yoğun olduğu sektör durumundadır.

Çalışan çocukların %66,0'ı düzenli işyerinde, %30,4'ü tarla-bahçede, %3,0'ı seyyar/sabit olmayan işyeri veya pazar yerinde, %0,5'i ise evde çalışmaktadır.

Çocuk işçiliğinin bir biçimi de çıraklık ve stajyerliktir. Bu çocuklar organize sanayide ve fabrikalarda uzun çalışma saatleri boyunca, çok düşük ücretlerle çalıştırılmaktalar. Çalışma sürelerinin bir kısmı teorik eğitime ayrılan çıraklar ‘öğrenci’ sayılmakta, MEB’in belirlediği işkollarında çıraklık sözleşmesi yapılarak ucuza çalışmaktadır. Stajyer çocuk işçilerin ise notunun yarısını patronlar verdiğinden, koşullara boyun eğmekteler. Meslek okulları günümüzde sanayinin fason işletmeleri haline gelmiş bulunuyor.[15] Koç’un “meslek lisesi memleket meselesi”dir sözü, kendileri için bu liselerin “eğitim” sürecinde olduğu kadar, sonrasında da ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Özel meslek liselerine son yıllarda giden öğrenci sayısında ise astronomik artışlar yaşanıyor; buna zemini 4+4+4 eğitim sistemi sağlıyor.

2013 TUİK verilerine göre, okula devam etmeyen çocuklar için haftalık ortalama fiili çalışma süresi 54,3 saattir. Oysa 4857 sayılı iş kanunun 71. maddesine göre; temel eğitimini tamamlamış ve okula gitmeyen çocukların çalışma saatleri günde yedi ve haftada otuz beş saatten fazla olamaz. Ancak 15 yaşını tamamlamış çocuklar için bu süre günde sekiz haftada kırk iki saate kadar artırılabilir.[16]

Ücretli ya da yevmiyeli olarak çalışan çocukların;

  •  % 3,4’ü sakatlanma ve yaralanma yaşamıştır
  • % 34’ü aşırı yorulmaktadır
  • 3’te 1’ine işyerinde yemek verilmemektedir
  • % 36’sının haftalık izni yok
  • Yıllık ücretli izin % 89 için yoktur
  • Mesleki eğitim için çalışanların oranı %21,7 seviyesindedir.[17]

Çalışma ortamında sağlığı olumsuz etkileyen faktörlere bakalım… Çalışan çocukların %12,9'unun aşırı sıcak/soğuk ya da aşırı nemli/nemsiz bir ortamda çalıştığı görülüyor. %10,8'inin kimyasal madde, toz duman veya zararlı gazlara maruz kaldığı anlaşılıyor. Çalışan çocukların %10,1'i zor duruş şekli/hareketle çalışıyor veya ağır yük taşıyor. %10’u ise gürültü veya şiddetli sarsıntıya maruz kalıyor. Çalışan çocukların %6,4'ünün çalıştığı ortamda kaza riski ile karşı karşıya kaldığı, %4,6'sının ise çalıştığı işyerinde göz yorgunluğu veya görsel odaklanma konusunda risk altında olduğu belirlenmiş bulunuyor.[18]

Peki iş cinayetleri?.. İSİG Meclisi’nin araştırmasına göre 2013-2022 yılları arasında en az 616 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetmiş durumda (bkz; görsel-2).

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi çocuk iş cinayetleri raporundan...

Yazdıklarımızdan özetle şu sonuç çıkıyor; Türkiye’de kapitalist üretim ilişkileri, çocuk işçilere acımasız koşullar dayatıyor.

Sonuç: Çocuk işçiliğiyle mücadele nasıl olmalı?..

ILO’nun Türkiye’de Çocuk İşçiliği İle Mücadele Programı (2021-2025) adlı belgede mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan çocuklara ilişkin şunlar yazıyor:

“Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları ekonomik ve sosyal nedenlerden ötürü, 4-7 ay süre ile seyahat eden ebeveynlerine katılmakta, ailelerinin geçimlerine katkıda bulunmak için yaşlarına uygun olmayan işlerde çalıştırılmaktadırlar. Çoğunlukla temel altyapıdan yoksun geçici yerleşim alanlarında ve asgari standartların altındaki koşullarda yaşayan ailelerin çocukları okula düzenli devam edememekte, eğitimden geride kalmakta, okul terk riski ile karşılaşmaktadırlar. Tarımda kullanılan makine ve ekipmanın tehlikeleri, pestisitlere maruz kalma, uzun çalışma saatleri, iklim koşullarına (sıcak ve soğuk) maruz kalma, ağır yük kaldırma / taşıma, fiziksel zorlanma, izole ortamlarda çalışma gibi durumlar olumsuz barınma koşulları ile birleştiğinde çocuklarda yaşamları boyunca sürecek kronik sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.”[19]

Bu belgeden mevsimlik tarım işlerinde çalışan çocuk işçilerin koşullarının ne kadar sağlıksız olduğunu bir kez daha görüyoruz. Fakat ILO’nun sadece mevsimlik tarım işlerindeki çocuk işçiliğini öncelikli bir sorun olarak değerlendirdiğinin ve Avrupa Birliği’nin de desteklediği bir mücadele programı/projesi yürüttüğünün, bunun “komşular alışverişte görsün”den öteye bir anlamı olmadığının altını çizmek gerekiyor.  Oysa çocuk işçiliği bir bütün olarak ele alınmalı ve 18 yaşına kadar tüm çocukların çalışması yasaklanmalıdır. İşsizliği azaltmak mı istiyorsunuz?.. İşsizler, çocuk işçilerin yaptığı işlerde istihdam edilsin!.. Bu taleplerin Türkiye kapitalist toplumsal sistemi içerisinde karşılanması ise mümkün değildir.

Karl Popper’in aşama aşama ilerlemeyi, parça parça düzeltmeleri öngören pragmatik parça-pinçik toplum mühendisliği (piece-meal social engineering), kapitalist toplumsal sistem içerisinde sorunlara liberal bir çözüm yolunu anlatır. Bize göre toplumsal ilişkiler bir açık sistem oluşturduğundan ve sorunlar, toplumsal sistemin bütünlüğü içerisinde süreçlerin, eğilimlerin ve etkileşimlerin bileşkesiyle oluştuğundan, toplumsal ilişkilerin farklı bir iktisadi temelin belirleyiciliğinde yeni bir düzlemde kurulması gerçekleşmeden, basit çözümleri varmış gibi görünen küçük ölçekli birçok sorun dahi çözülememektedir. Örneğin ILO’nun bahsettiğimiz mevsimlik tarım işlerinde çalışan çocuklara dönük projesinde, çocuklara, ailelerine ve tarımsal üretimde işçi çalıştıran toprak sahiplerine eğitim verilmesi, çocuklara eğitim materyali, giysi verilmesi ve beslenme desteği sağlanması, yine çocukların sportif, sanatsal ve kültürel faaliyetlerden faydalandırılması gibi unsurlara yer verilmektedir. Bu çabaların, mevsimlik tarım işlerinde çalışan çocuklar için en fazla palyatif (geçici bir yatışma sağlayan) bir etkisi olacağı, kalıcı, köklü (radikal) ve bütüncül bir çözümü temsil etmediği açıktır.

Başka bir çocuk işçiliğiyle “mücadele” örneğine, UNICEF’in çalışmalarına bakalım:

“Çocuk işçiliğini ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalarımız, 5 temel bileşene dayanmaktadır:

  • Çocuk işçi olarak çalıştığı veya risk altında olduğu belirlenen Türk vatandaşı veya sığınmacı çocuklar ve ailelerinin çocuk koruma, sosyal koruma, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimini artırmak;
  • Mesleki Teknik Eğitim ve çıraklık programlarının kapasitelerini güçlendirerek örgün eğitim yoluyla mesleki beceri kazanımı ve nitelikli istihdama geçişi artırmak;
  • Ulusal düzeyde çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasından ve faaliyetlerin koordinasyonundan sorumlu kurumların kapasitelerinin güçlenmesine katkıda bulunmak;
  • Çocuk işçiliğini normalleştiren ve süreklilik kazandıran düşünce ve toplumsal ön kabulleri değiştirmek ve
  • Çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik politika savunu çalışmalarının ve sosyal koruma mekanizmalarının güçlendirilmesi amacıyla bilgi ve kanıt üretmek.”[20]

Çocuk işçiliğinin nedenlerine değinmiştik. Bu nedenlerin ortadan kaldırılmasına, çocuk işçiliğinin oluşumunun önlenmesine yönelik tavır alamayacak olan UNICEF de, ILO gibi zevahiri kurtarma derdinde…

Bize göre, çocukların eğitim süreci, üretim süreçleriyle uyumlu hale getirilmeli ve eğitimleri boyunca öğrenciler yalnızca üretim işlemlerini tanımak amacıyla belirli pratiklerde bulunmalıdır. Öğrencilerin üretime katılması, örneğin “çıraklık”, “stajyerlik” adları altında işgücü olarak kullanılmaları amaçlı olmamalı, eğitimlerinin nitelikli ve yeterli olması açısından sağlanmalıdır.

Hükumetlerin çocuk işçiliği konusunda tek yaptığı bazı sınırlı yasaklayıcı hukuksal düzenlemelerin getirilmesidir. Aslında bu düzenlemelerle 18 yaşın altındaki çocukların çalıştırılabilmesinin yasal zemini oluşturuluyor. Bir de kapitalist devletler, çıraklık ve stajyerlik gibi konulara meşruiyet kazandıran mevzuatı yürürlüğe koyuyor. Yapmadıkları da var elbette; denetimler, kayıt dışı sektörle mücadele gibi…

Çocuk işçiliğinin kökünün kazınması için, kar amaçlı üretimin yerine planlı, bilimsel kamucu bir üretim sisteminin kurulması, refah içerinde yaşanılan bir toplumsal ilişkiler sisteminin oluşturulması ve çocukların haklarını güvence altına alan yasal/anayasal düzenlemelerin yapılması gereklidir. Bu toplumda, büyük ya da küçük ölçekli, radikal ya da reformist birçok toplum mühendisliği örnekleri uygulanacak ve bunlar arasında çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması da yer alacaktır.


[6] Çocuk işçiliğinin nedenleri konusunda yararlanılan kaynaklar: i) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2154258 Erişim tarihi: 06.11.2022 ii) https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/9784 Erişim tarihi: 07.11.2022 iii) https://evrimagaci.org/cocuk-isciler-ve-cocuk-hukuku-neden-cocuk-isciler-var-8711 Erişim tarihi: 10.11.2022

[8] Child Labour: Global estimates 2020, trends and the road forward, 10 Haziran 2021

[9] Bu başlık altındaki sayısal veriler için temel kaynak; https://www.ilo.org/ankara/projects/child-labour/lang--tr/index.htm Erişim tarihi: 08.11.2022

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]