2 Haziran 2022 Perşembe

Kırılma: Stalin’in Başarısız Demokrasi Devrimi | 2. Bölüm

Ahmet Açan

Ve Seçimler…

Yakovlev başkanlığındaki Politbüro heyeti, oluşturulduktan dört ay sonra birlik cumhuriyetleri için anayasa çalışmalarını tamamladı. Politbüro, Aralık 1936’da Rusya Federasyonu ve Ukrayna, Ocak 1937’de Kazakistan, Gürcistan ve Belarus, Şubat’ta ise Özbekistan, Ermenistan, Tacikistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve Kırgızistan için anayasa çalışmalarını sonuca bağladı. Bu yüzden de, bu on bir cumhuriyet, kendi yeni anayasalarını, Stalin’in tahmin ettiği gibi Aralık 1936’da değil, Nisan 1937’de onayladılar.

Bu başarının devamını getirmeye çalışan dar yönetim, en önemli yasalardan birini, Sosyal Kökenleri, Maddi Durumları ve Eski Faaliyetleri Gerekçesiyle Oy Hakları Ellerinden Alınmış SSCB Yurttaşlarıyla İlgili Yargı Dosyalarının Kaldırılması Hakkında Kanun’u onayladı. Bu sayede, kısa bir süre sonra gerçekten genel diyebileceğimiz seçimler düzenlenebilecekti. 14 Mart’ta, bütün Sovyet gazetelerinde yayımlanan bu kanun, hak mağdurları kavramını tamamen ortadan kaldırdı. Seçme ve seçilme haklarından mahrum olanların listelerini düzenli olarak hazırlayan Merkez Seçim Komisyonu, Politbüro’nun aynı kararıyla feshedildi.

Ve artık bütün parti örgütlerinde ve tabii ki öncelikle de alt birimlerde seçimler başladı…

'Molotov' kruvazöründe Stalin-Victor Puzyrkov

Ancak daha en başta tuhaf bir manzara ortaya çıkmıştı. Birinci sekreterler ya kendilerinden ne istendiğini anlamadıklarından ya da cehaletleri yüzünden veya kasıtlı bir biçimde, durumu idare etmek için seçimleri eskisi gibi yapmaya çalışıyorlardı. Bunun için listeler kullanılıyor, gösterilen adaylarla ilgili görüşmeler ve tartışmalar yapılmıyor, açık oylama yapılıyordu. Kısacası geniş yönetim, plenumda bizzat kendisinin onayladığı kararı göstere göstere bizzat kendi ihlal ediyordu! Bu ‘anlayışsızlığın’ en açık örneği, Kosior’un 20 Mart’ta Stalin’e sorduğu sorudur. Kosior, sanki Plenum toplantılarında yer almamış gibi açık mı yoksa gizli oyla mı yapalım diye soruyordu! Stalin’in buna cevabı son derece kısadır: Bütün seçimler gizli oylamayla yapılacaktır.

Ancak Stalin, bu işin önünü alamayacağını anlayınca aynı gün bir genelge yayınlar:

“Parti organları için yapılan seçimlerde listelere göre oylama yapılması yasaklansın. Her bir aday için ayrı ayrı oylama yapılsın ve bu arada partinin bütün üyelerine, adayları geri çevirme ve onları eleştirme konusunda sınırsız hak sağlansın. Parti organları seçimlerinde kapalı (gizli) oylama uygulansın.” (Öteki Stalin sf: 347)

Ne var ki, plenum kararının bu şekilde ısrarla vurgulanmasının bile yeterli olmadığı kısa zamanda ortaya çıkar:

“… edinilen bilgilere göre, bazı parti örgütlerinde, parti konferansları ve toplantılarında gizli oylama sonuçları açıklanırken, oy sayma komisyonları, parti organlarına veya parti konferansı delegeliğine aday olan VKP (b) MK üyelerinin aldıkları ‘aleyhte’ oyların sayısını bildirmiyorlar. VKP (b) MK, bu uygulamanın yanlış olduğunu ve kiminle ilgili olursa olsun oylama sonuçlarının tam ve sözlü olarak (basılmış olarak değil) açıklanması gerektiğini bildirir.” (sf: 347-348)

Bu arada bir yandan seçimler devam ederken, diğer yandan Stalin ile obkom, kraykom, ve milli KP MK birinci sekreterleri arasında yapılan ve halkın bilmediği gizli yazışmalarda, kendilerine bağlı bölgelerde, belgesiz, kanıtsız, asılsız suçlama ve iftiralarla tutuklama ve cezalar talep ediliyordu. Doğrusu Stalin ve ekibi bu tutuklama furyasını ne kadar asgari düzeyde tutmaya çalışırsa çalışsın engel olamamıştır. 1937 baharında tutuklamalar artık İç İşleri Bakanlığının üst düzey yöneticilerine kadar ulaşır. Yejov habire hükümete karşı hazırlanan ‘komplo’lar açığa çıkarıyor, Stalin, Yejov’a çok güveniyordu. Artık kimin dost, kimin düşman olduğunu ayırmak olanaksızdı. Stalin iplerin elinden kaydığını fark etmiş, toparlamaya çalışıyordu. Pravda 15 Mayıs’ta başsavcı Vışinski ile yapılmış geniş bir söyleşiye yer verdi. Vişinski cadı avını durdurmaya çalışmaktadır:

“Bazı işletme yöneticileri, kendilerini garantiye almak için, sadece suçları ispatlanmamış olanları değil, suçları hiç soruşturulmamış kişileri bile işten atıyorlar. Yargı organları, bir takım çalışanları yeterince kanıt olmadan yargılamışlardır… Savcılık baştan sona incelemek amacıyla, Donbas bölgesinde 1934, 1935, 1936 ve 1937 yıllarında üretim suçlarıyla ilgili olarak yargılanmış kişilere ait bütün dosyaları istemiştir. Bu dosyalar Moskova’da kontrolden geçirildikten sonra, Başsavcılık, yetersiz kanıtlara göre verilmiş hüküm ve kararlara itiraz edecektir.” (sf: 365)

Vişinski’nin bu eleştirileri, böylesi keyfiliğe göz yuman ve hatta bunları teşvik eden obkom ve kraykomlara, sabotajlardan dolayı dava açan vilayet ve bölge NKVD birimlerine ve mahkemelerin bağlı olduğu Adalet Halk Komiserliği’ne yönelikti.

Bu arada 11 Mayıs’ta daha önce bulunmayan ve tüm ülkeyi kapsayan bir tür Politbüro personel şubesi kurularak, bütün personel politikası tek elde toplanır. Böylece meşhur ‘nomenklatura’ sistemi kurulmuş olur.

General Tuhaçevski’nin darbe girişimi…

Tarihçi Yuri Jukov, tüm diğer ‘komplolar’ gibi, Tuhaçevski’nin de bir darbe girişiminde bulunduğu iddialarına şüpheyle yaklaşmaktadır. Öte yandan bugün ortaya çıkan gestapo belgeleriyle bunun doğru olduğunu kesin olarak biliyoruz. 1. Dünya savaşı sonrası dünyada dışlanan iki ülke vardı. Savaşı kaybeden Almanya ve sosyalist devrimin olduğu Rusya. Bu iki ülke Batı’nın kendilerine karşı uyguladığı ambargoyu delmek için biraraya geldi ve 1922-1933 yılları arasında SSCB’de Tuhaçevski ve diğer Sovyet kumandanları, Alman ordusunun değişik sınıfları için uzman subayların hazırlandığı özel askeri eğitim merkezlerinde Almanlarla yalnızca ilişki kurmadı, aynı zamanda oradaki harp akademelerinde belirli bir süre eğitim gördü ya da staj yaptı. Hitler’in özel tercümanı Carell, yazdığı kitabında, 1936’da general Tuhaçevski, Kral  V. George’un cenaze törenine katılmak için Sovyet delegasyonunun başında İngiltere’ye giderken ve İngiltere dönüşünde Berlin’e uğradığını ve burada önde gelen Alman generallerle görüşmeler yaptığını kaydeder:

“O, Sovyetler Birliğin’de herhangi bir devrim hareketi meydana gelmesi halinde Almanya’nın bundan yararlanıp doğu yönünde bir sefer başlatmayacağı konusunda güvence arayışı içindeydi. Onun için başlıca mesela, Stalin’i devirdikten sonra Almanya ile SSCB arasında bir ittifak kurmaktı.” (aktaran Y. Yemelyanov, Stalin: İktidarın Zirvesinde, sf:114)

Carell’in yazdığına göre darbe, 1 Mayıs 1937 tarihinde, 1 Mayıs törenleri sırasında yapılacaktı çünkü birçok askeri birlik tören için kentte olacaktı. Darbe girişimi açığa çıktı. Komploya katılanların çoğu askeri personeldi; ama aralarında parti Merkez Komitesi’nde yer alan çeşitli sivil unsurlar da yer almaktaydı. İç İşleri Halk Komiseri Yejov, Tuhaçevski komplosuna bulaşan Merkez Komitesi’nin 11 tam, 14 aday üyesinin tutuklanması için izin isteyen bir rapor sundu…

Biz de ne mutlu veya ne yazık ki sadece tek parti var…

Seçimler başlamıştır başlamasına ama geniş yönetim yine her konuda eskisi gibi davranmaktadır. Gerçi parti yönetim organlarına aday olma açısından tam ve sınırsız serbestlik, MK üyeleri de dahil olmak üzere istisnasız bütün adayları eleştirme olanağı sağlanmış, hatta tam gizli oylama yapılmıştır; ancak obkom ve kraykom bürolarında, ayrıca milli komünist partilerinin MK üyeleri arasında yeni adaylar ortaya çıkmamış, neredeyse bütün 1. sekreterler kilit pozisyonlarını korumuş ve böylece bölgelerde duruma hakim olduklarını, üstelik çok adaylı seçim meselesinde de geri adım atmaya niyetleri olmadıklarını Moskova’ya ve dar yönetime göstermişlerdi.

Kuşkusuz ki dar yönetim böyle bir sonucu bekliyordu ve ona göre de hazırlıklarını yapmıştı. 23 Haziranda ki toplantıda bir anda 19 MK üyesi ve aday üyesinin partiden ihraç edilmesi talep edilir, üstelik böylesine acil bir tasfiyenin somut nedenleri de açıklanmamıştır. Böylece Stalin grubu yeni seçim yasasının kabulünü herhangi bir şekilde sabote etmek isteyenlere sopa göstermişti ama karşılığında havuç yoktu…

Bu ‘kurbanların’ ortak yönü belli bir uzmanlıkları, mesleki deneyimleri, yüksek tahsilleri olmamasıydı. Bazıları lise mezunu bile değildir. Stalin 5 Mart’ta ki konuşmasında belki de onları kastederek şunları söylemişti:

“Bunların her biri zannediyor ki, ‘madem ben MK üyesiyim, demek ki her şeyi biliyorum’. Halbuki aslında onların, en hafif deyimle çok az şey bildiklerini kendi biyografileri göstermektedir. Onların devrim ve sosyalizm davasına, partiye samimi olarak sadık, billur gibi temiz ve saf bolşevikler olduklarını da açıkça görüyoruz. Ancak onlar, çok erkenden yüksek görevlere geldiler ve uzun süre bu görevlerde kaldılar. Bu yüzden epeyce hızlı bir şekilde genel, vasıfsız yöneticilere dönüştüler; lakin bu görevler için bilgilerinin yetersiz olduğunu hiç anlayamadılar.” (sf: 394)

Anayasa komisyonunda yer alan ve bizzat bu seçim sisteminin hazırlayıcılarından biri olan Yakovlev, plenumda söz aldı ve bir kez daha ve ısrarla seçimlerin çok adaylı yapılacağını, kimseyle mütabakata gerek kalmadan herkesin kendi adayını gösterebileceğini ve bunun da Stalin’in önerisi olduğunu kaydederek üstü örtülü bir tehditte bulundu. Ayrıca oylama sonuçlarını tahrif etmeye yönelik her türlü girişimin engelleneceğini ve bunun için de ‘bazı yoldaşlara aşırı’ görünse de VIII. bölümde yer alan formalitelerin harfiyen uygulanmak zorunda olduğunu anlattı. Oy sayımının en dürüst ve etkili yönteminin ne olacağı tartışılırken çok tuhaf bir şey olur ve Stalin Batı’da çok partili sistem sayesinde böyle bir sorun olmadığını söyler:

“Bizde farklı partiler yoktur. Ne mutlu veya ne yazık ki, bizde sadece tek parti var.” (Öteki Stalin, sf: 402)

Yakovlev konuşmasının ikinci kısmında, genelde Sovyet organlarına yönelik yasalara uygun seçimler yapılmadığını, çoğunlukla doğrudan atama yoluyla vekil seçildiğinin altını çizerek, keyfiliğin vahim boyutlara ulaştığını anlatır:

“Gerçek olan şu ki, Batı Vilayeti yürütme organlarında, 1936’dan beri 20 bin kararın sadece 500 kadarı prezidyum toplantısında görüşülmüştür; diğerleri ise ya ‘görüş alınarak’ ya da başkan ve sekreterin imzasıyla kabul edilmiştir.” (sf: 398)

Yakovlev, tek tek örnekler vererek Sovyetlerin bütün kademe ve düzeylerdeki çalışmalarını sert bir şekilde eleştirdikten sonra beklenmedik bir şekilde Sovyetlerin sıkı parti kontrolünden çıkıp, sözde değil fiilen bağımsız organlara dönüşmesi gerektiğini, sıradan bir yerde değil MK plenumunda söyler. Böylesi bir radikal söylemin Stalin’in bilgisi dahilinde olmaması mümkün değildir. Bu yaklaşımın temel nedeni kuşkusuz ki partiyle rekabet değil, ‘çürümüş ve kokuşmuş’ bürokratların yerine eğitimli genç kadroları getirmektir. Stalin, devrimin ilk yıllarındaki ağır şartlar yüzünden oluşturamadıkları ideal Sovyetler’i bu hayattan göçüp gitmeden, dünya gözüyle görmeyi arzu etmektedir.

Ardından söz alan Molotov da, kendilerini yasal iktidar organları yerine koyan partokrasiye -parti bürokrasisine karşı – derhal saldırıya geçer:

“Bazı yoldaşlar düşünüyorlar ki, hani bizde bu Sovyet kurumları  ikinci dereceden örgütlerdir; Sovyetlerde çalışanlar da ikinci sınıf kadrolardır. Oysa amaç Sovyetleri, Sovyet organlarını, Sovyetlerde çalışanları daha yüksek seviyeye çıkarmaktır.” (sf: 400)

Ayrıca bu toplantıda Molotov bazı MK üyelerinin neden ihraç edildiğini de açıklar. Tek tek isim vererek bunların doğumevi ve kreşler gibi hayati öneme sahip tesislerin inşaatını aksattıklarını, konuya tamamen bürokratik bir şekilde yaklaşarak görevlerini ihmal ettiklerini söyler:

“… eski kafalı memurların, kart bürokratların, paslanmış ve tükenmiş unsurların yerine yeni insanlar bulmak şart. Biz şimdi Sovyet organlarına, yerel ve üst Sovyet birimlerine öyle insanlar ve personel sağlamalıyız ki, bunlar bulundukları görevde ve makamda parti politikasını, bugünün güncel taleplerine uygunluk içinde, dürüstçe, kararlıca, zekice ve ustaca yürütebilsinler.” (sf: 402)

Stalinist kanat, kaçınılmaz rotasyonu, cezaları kabullenmelerini, gönüllü olarak, kavgasız ve kansız bir şekilde makamlarını bırakmaları konusunda partokrasiyi sıkıştırmaktadır. Ancak çok kısa bir süre içinde partokrasinin var olmak için herşeyi, hatta kendi hayatlarını bile ortaya koyduğu meydana çıkacaktır…

Ültimatom

28 Haziran 1937 günü bugüne dek sır perdesi altında kalmış, Politbüronun ne kendi tutanaklarında, ne de ‘özel dosya’da yer alan, hiçbir yere kaydedilmemiş fakat 51/66 işlem sayılı çok tuhaf bir kararı kabul edilir:

“1. Sürülmüş kulakların isyancı örgütüne mensup bütün faal üyelere en yüksek ceza verilmesi zorunlu sayılsın.

2. Konuyu hızlı bir şekilde çözmek için Batı Sibirya Bölgesi NKVD Müdürü Yoldaş Mironov (başkan), Batı Sibirya Bölge Savcısı Yoldaş Barkov ve Batı Sibirya Kraykomu 1. sekreteri Yoldaş Eykhe’den oluşmak üzere bir troyka kurulsun.” (sf: 405)

Bu karar, dağlarda korkunç bir çığ kopmasına neden olan küçücük bir taş parçasıydı. Üç gün sonra, Politbüro bir kararı daha kabul eder ve ilk başta sadece Robert İndrikoviç Eykhe’ye tanınmış olan olağanüstü yetkiler, istisnasız olarak bütün milli komünist partilerinin merkez komiteleriyle obkom ve kraykomların 1. sekreterlerine de tanınır. Görünen o ki Eykhe Politbüro’dan hiçbir yasada öngörülmemiş ve mahkeme kurumundan bağımsız bir troyka organı kurulması için ‘izin’ istemiş ve bunu da almıştır. Karar bu ‘kulaklar ve adi suçluların’, ‘en çok düşmanlık yapanlar’ ve ‘onlar kadar aktif olmayan düşman unsurlar şeklinde ikiye ayrılması ve birincilerin kurşuna dizilmesi, ikincilerin ise sürgüne gönderilmesini öngörmektedir.

Peki, bir anda ne olmuştur? Çünkü öncesinde böyle bir karar alınacağına dair ne Yakovlev’in ne Molotov’un ne de Stetski’nin konuşmalarında bir işaret vardır. Bugün tarihçiler 1937 Haziran ayının sonunda R.İ. Eykhe’nin – şüphesiz ki Eykhe tek başına değildir – Politbüro’ya Stalin’in siyasi reformlarına aykırı teklifler içeren bir ‘ültimatom’ sunduğunu öne sürmektedir. Her ne kadar bu ültimatomun metni bulunamamışsa da alınan kararlar onun varlığını yeterince kanıtlamaktadır. Çok belli ki bu hamle, özellikle Yakovlev ve Molotov’un konuşmalarından rahatsız olan partokrasinin Stalin grubuna karşı verdiği güçlü bir ültimatomdur. Geniş yönetim, her ne kadar Stalin’in olağanüstü bir itibarı olsa da Stalin, Molotov, Jdanov, Voroşilov, Vışinski ve diğerlerinin bundan böyle MK üyeleri olarak kalıp kalmayacaklarını belirleyecek yeterli çoğunluğa sahiptir. Politbüro’da, Sekreterya’da, Organizasyon Bürosu’nda kimlerin olacağı sadece onlara bağlıdır. Üstelik plenumda sadece üç defa el kaldırmak yoluyla MK üye ve aday sayısını neredeyse üçte bir azaltmak gibi basit ve etkili bir yolu onlara açan da Stalin grubudur. Artık bıçak kemiğe dayanmış, geniş yönetim ya herro ya merro diyerek son ve en ölümcül hamlesini gerçekleştirmiştir…

Bu “ültimatomun” varlığını destekleyen en önemli kanıtlardan biri, söz konusu karardan önce yerel parti örgütlerinin Stalin’i çalışma odasını ziyaretleriydi. Bu ziyaretler birlikte değil, ayrı ayrı olmuştu. İkinci ‘tesadüf’ ise 1-2 Temmuz’da Stalin’i odasında ziyaret eden dokuz 1. sekreterden altısının, troykaların kimlerden oluşacağına dair belgeleri ve kurşuna dizilecek olanların listeleri onay için Moskova’ya ilk gönderenler arasında olmasıdır. Geniş yönetim, onbinlerce, yüzbinlerce kişiye yönelik geniş çaplı kıyım ve ceza uygulamalarını neden talep ediyordu?

Çünkü kolektivizasyon sürecindeki aşırılıklar sadece kulakların değil, bir çok köylünün hafızasında hâlâ tazeliğini korumaktaydı. Ayrıca birinci ve ikinci beş yıllık dönemde karne sistemiyle temel gıda maddeleri ve genel tüketim mallarını çok kötü bir şekilde dağıtarak, işçi ve memurların onlardan yaka silkmelerine neden olmuşlardı. Şimdi, genel, eşit ve doğrudan, üstelik de çok adaylı ve gizli oylamayla yapılacak seçimler arifesinde, bu yerel parti yöneticileri, kendileri için en büyük tehlike ile karşı karşıyaydılar; zira onlar, kendilerine geniş yönetime girmeyi sağlayan ve sınırsız bir iktidarı garanti eden iki makamdan birini, Sovyet makamını kaybedebilirlerdi. Şimdi SSCB Yüksek Sovyet vekili olamazlarsa bu, hem partisizler, hem de partililerin güvenini kaybetmek anlamına gelecekti. Bu durumda, büyük olasılıkla otomatik olarak, seçim kaybetmiş bir birinci sekreterin parti görevinde kalmayı hak edip etmediği de sorgulanacaktı. Siyasi Organizasyon Şubesi’nin teklifiyle Politbüro onun görevini değiştirebilir ve hatta onu ekonomi alanına kaydırabilirdi; oysa bu tür bir iş için onun ya da onların ne deneyimi, ne tahsili, ne de bilgisi vardı.

Söz konusu kitlesel cezalar ve kıyım, esasında infaz ve ceza kurumu olan NKVD organları için de avantaj, prestij ve otorite kaynağıydı; yoksa Troçki, Zinovyev ve Buharin’in gerçek veya hayali yandaşlarının fiilen ‘ifşa edilip’ tutuklanmalarından sonra bu kurumlara yapacak pek fazla iş kalmamıştı. Bu yüzdendir ki kendisi de partokrasiden gelen Yejov da, büyük bir olasılıkla ortak çıkar duygularıyla hareket ederek, Eykhe ve diğer birinci sekreterlerle beraber tutum sergilemiş, kesinlikle bu sekreterler aleyhinde oy verecek, hatta belki de kendi adaylarını seçtirebilecek unsurları en kısa sürede ortadan kaldırma fikrini kabul etmiştir. Böylece Vişinski’nin gayretleri sayesinde seçme ve seçilme hakları iade edilmiş olan bu unsurların şimdi kimisi idam edilecek, idam edilmekten kurtulanlar ise sürülecektir. Bu arada NKVD de ekonominin ihtiyaçlarına göre çok sayıda çalışma ıslah kampı kuracaktır! (Çalışma kamplarının ekonomiye hiçbir faydası olmadığı, tam tersine zararı olduğu 1950’lerde anlaşıldı, sonra ise hepsi kapatıldı. Ancak ekonomiden bağımsız olarak sosyalist bir devlette çalışma kampı olur mu, olmalı mı konusu ayrıca tartışılmalıdır. Türkiye’de ki Stalinist sol bu meseleyi yok saymaktadır…)

Cadı avının işaret fişeği verilmişti. Buna karşın 7 Temmuz Plenumunda Yakovlev hâlâ çaresizce haykırıyordu:

“Sovyet demokrasisi bırakın halktan kopmayı, bırakın halka uzak durmayı, yüzünü doğrudan halk kitlelerine, emekçi kitlelere dönmekte, işletmelerde, fabrikalarda, kolhozlarda ve sovhozlarda emekçilere kendi adaylarını koymalarını önermektedir… Stalin anayasası ve seçim kanunun kararlılıkla uygulanması, kuşku yok ki, Sovyet organlarının çalışmalarındaki eksiklikleri eleştirmeye ve Sovyet makamlarına yeni insanları seçmeye imkân sağlayacak, aşağıdan yukarıya Sovyetlerin tüm çalışmalarını iyileştirecektir.” (sf: 412)

Geniş yönetim Yakovlev’e artık iyice diş bilemektedir. 12 Ekim 1937’de Yakovlev tutuklanır. Neden tutuklandığıyla ilgili elimizde hiçbir bilgi yok ama bildiğimiz, anayasa komisyonunda yer alan ve yeni seçim kanununu Yakovlev’le birlikte hazırlayan Tal ve Stetski’nin de ardından tutuklanmasıdır. Yejov’un, Stalin’in destekçileri arasında ‘kolay lokma’ görünen bu kişilerin infazı konusunda kendini sınırlamadığı görülmektedir. Stalin ise destekçilerini koruyamamıştır.

Kayda geçirelim. Ondan sonraki konuşmacıların hepsinin – başta Hruşçov olmak üzere – bütün bu seçim ve demokrasi ‘teranelerine’ karşı açıkça kan dökme çağrısı yapmasına Baş savcı Vişinski itiraz eder:

“Kanunların geçerli olması için, hukukun her yerde aynı şekilde ve standart biçimde yorumlanması gerekir. Bu hukuka karşı olanlar hâlâ ‘yerel etki’ sahibi olanlardır ve Lenin’in yazdığı üzere, hukuk ve kültürün kurumsallaşması önündeki en büyük engel bunlardır. İtiraf etmek gerekir ki, bizde Sovyet kanunları şimdiye kadar fiilen kaba bir şekilde ihlal edilegelmektedir. Dün Yoldaş Yakovlev, Sovyet organlarının kanunları nasıl çiğnediği hakkında örnekler verdi; ben ise buna yasaların, ne yazık ki yerel savcıların çoğu zaman açık şekilde ihmalleri ve göz yummaları sonucunda ihlal edilmesini de ekliyorum.” (sf: 413-414)

Bu aslında savcılarla eşit haklar tanınan troykalara karşı ilk tepkidir. Çünkü zaten adalet sisteminin dışında kalan ve yasadışı bir organ olan troykalarda savcının da yer alması şartı kalkmış, emirde ‘isterse savcı oturumlarda hazır bulunabilir’, denmektedir. Yani savcı olmasa da olurdur! Ayrıca cumhuriyetler, bölgeler ve vilayetlerdeki troykaların kimlerden oluşacağına Politbüro değil, bizzat İçişleri Halk Komiseri yani Yejov karar verecektir. Yejov, Stalin’in bile elinde olmayan sınırsız bir güç kazanmıştır.

Cadı Avı

Ve Politbüroya listeler yağmaya başlar. 78 değişik yerel birimden  gelmiş 43 şifreli telgrafta kurşuna dizileceklerin  ve sürüleceklerin sayısına dair ‘limit’ler yani bir tür kontenjan talep edilmektedir. Gelen telgraflardan, ülkenin yalnızca üçte birinin bu cadı avına katılmaya çok da hevesli olmadığı anlaşılır ancak 10 binin üzerinde kurban isteyen üç sekreter varken, 5 binin üzerinde kurbana talip olan yedi 1. sekreter bulunmaktadır. Diğer bir ‘canavar’ da Moskova Vilayeti’nde kısa sürede toplam 41.305 ‘eski kulak ve adi suçlu’ tespit etmiş olan Hruşçov’dur!

Doğrusu Yejov ve 1. sekreterlerin bu şekilde hedefe koydukları insanlar aslında 7 Ağustos 1932 tarihli kararname uyarınca verilen cezalarını artık çekmiş veya Politbüro kararıyla erken tahliye edilmiş köylüler ya da zamanında kulak ilan edilerek Sibirya’nın uzak yerlerine sürülen kişilerdi. Yeni anayasa ve yeni seçim yasası, bu insanlara sivil, medeni haklarını iade etmiş, onlara SSCB Yüksek Sovyeti seçimlerinde kendi adaylarını koyma, açıkça propaganda yapma ve oy kullanma hakkı vermişti. Yani şimdi ‘düşman’ ilan edilen bu kişileri bizzat Sovyet devleti affetmişti ve onlar da eskiden olup bitenleri saklamıyorlardı ve saklamaları da zaten mümkün değildi. İç İşleri Halk Komiseri Yejov ise ‘düşman’ listesini gün be gün genişletiyordu.

NKVD birimleri bu operasyonları dört ay içinde yani 5-15 Aralık günlerinde bitirmek zorundaydı. Çünkü SSCB Yüksek Sovyeti seçimleri tam o sırada düzenlenecekti. Böylece kitlesel ceza uygulamaları, mutlaka  bir sindirme ve korku ortamı yaratacak şekilde, bütün seçim kampanyası boyunca devam ettirilebilirdi. Adaylar bu ortamda gösterilecek ve bu adayların propagandası da böylesi şartlarda yapılacaktı. Tarihçi Jukov, istense bile bu iki çok önemli olayın örtüşmesini bir tesadüf olarak görmenin imkansız olduğunu yazar: “Kesinlikle hiçbir kuşku yok ki, cezalandırma operasyonları seçimleri doğrudan etkileyecek ve bu operasyonları organize edenlerin, istedikleri sonuçları elde etmelerine imkân sağlayacaktı.” (sf: 421)

15 ay sürecek olan ve halkın ‘Yejovculuk’ adını taktığı SSCB tarihinin en karanlık dönemi böyle başlamıştı. Bir süre sonra süreç bizzat bu kan isteyenleri vuracak başta Eykhe ve Yejov olmak üzere geniş yönetimin neredeyse tamamı kurşuna dizilecekti. Eykhe’den sonra en yüksek ‘tasfiyeyi’ yapan Hruşçov’un bu cehennemden nasıl olup da kurtulduğu ayrıca incelenmelidir.

Yejov toplumun eseridir…

Antistalinist yazının, ‘kana susamış cüce’, ‘ahlaken ve fiziksel olarak pigme’, ‘kanlı soysuz’ gibi sıfatlarla nitelediği Nikolay İvanoviç Yejov kimdir? 151 cm boyuyla, ufak tefek görüntüsünü gizlemek için açıkça yüksek topuklar giyen biseksüel bir adam… Gençlik arkadaşları onu “iyi niyetli, özenli, duyarlı, insancıl, anlayışlı, ölçülü, küstahlık ve bürokratik tavırlardan uzak, yardımsever, alçakgönüllü, çok hoş, sessiz ve biraz utangaç” biri olarak tarif etmektedir. (Stalin’in Baş Celladı Yejov, sf: 318)

Dolayısıyla yukarıda Vişinski’den de alıntıladığımız NKVD’nin çalışma ve soruşturma yöntemlerinden rahatsız olan Stalin’in, Devlet Güvenliği’nin başına bir ‘psikopat’ı getirmeyi düşünmediği ortadadır. Nitekim ‘Büyük Terör’den tamamen Stalin’i sorumlu tutan Marc Jansen-Nikita Petrov bile, Yagoda’nın yerine Yejov’un atanmasının halk arasında olumlu karşılandığını, hatta Buharin’in bile bu atamadan memnun kaldığını belirtir:

“Eski Çekistlerin çoğu Yejov’un NKVD’ye gelişiyle nihayet Dzerjinski’nin geleneklerine geri döneceğimize, sağlıksız ortamı ortadan kaldıracağımıza ve Yagoda’nın yönetimindeki son yıllarda, teşkilat içindeki sağlıksız ortamı ve kariyerist, yozlaşan ve sahtekârca eğilimlerin üstesinden geleceğimize inanıyorduk. Çünkü Merkez Komite Sekreteri olarak Yejov, hepimizin inandığı Stalin’in yakınındaydı ve Merkez Komite’nin güçlü ve güvenilir elinin teşkilat içinde egemen olacağını düşünüyorduk.” (Stalin’in Baş Celladı Yejov, sf: 99)

Ancak öyle olmadı. Yejov da Yagoda döneminde eğitilmiş ve kadroya alınmış çok sayıda elemanla çalıştı. Onun sorgulama ve soruşturma yöntemlerini aynen devam ettirdi:

“NKVD şubelerindeki bütün soruşturma kadroları iki kısma ayrılmıştı. Birinciler, sadece işkenceci soruşturma görevlileriydi, ikinciler ise sıradan soruşturma memurlarıydı. Birinciler tutuklulara istedikleri şekilde işkence yaparak kısa sürede ‘ifade’ alıyorlardı ve sorgu tutanaklarını çok tutarlı, düzgün ve anlamlı bir şekilde tanzim etmeyi öğrenmişlerdi. İşkenceci gruplarda yer alan teknik görevliler aslında konuyu ve davaya ait materyalleri bilmiyorlardı; onların görevi sadece tutuklulara suçlarını ‘itiraf’ edene kadar işkence yapmaktı. (…) Yani aslında ifadeleri zanlılar değil, soruşturma memurları veriyordu. Yejov ve ekibi, bu tür yöntemlerle ülkede vahim bir korku ve panik havası yaratmıştı.” (Stalin, İktidarın Zirvesinde, sf: 140)

Eğer Stalin, bizzat kendisi tüm bunları emretmediyse, nasıl olup da Yejov’a bu kadar güvenmişti? Tarihçi Yuri Yemelyanov bu durumu şöyle açıklamaktadır:

“Belirtmemiz gerekir ki Stalin’in kurduğu merkeziyetçi yönetim düzeni, profesyonellerce hazırlanmış bilgi ve belgelerin kesinlikle doğru olmasını gerektiriyordu. Stalin, kişisel içgüdü ve görüşlerini bir tarafa bırakarak profesyonel görevlilerin sunduğu belgeleri esas almayı tercih ederken, aslında onların sorumluluk içinde görevlerini yaptıklarına inanmaktaydı. Yoksa onun bunca idamı onaylamasını açıklamak kolay olmayacaktır. Ayrıca Stalin, onun güvenini sarsan veya kötüye kullananları da hiç affetmezdi.” (sf: 147)

Stalin daha sonra uçak tasarımcısı Yakovlev’e şunları söyleyecektir:

“Yejov hergelenin biriydi. En iyi kadrolarımızı mahvetti. Ahlaken yozlaşmıştı. (…) Bir çok masum insanı mahvetti. Bu yüzden onu kurşuna dizdik.” (Stalin’in Baş Celladı Yejov, sf: 331)

Ancak kuşkusuz ki bu masum insanların kurşuna dizilmesinde Stalin’in de imzası vardı. Orgeneral A.V. Hrulyov anılarında şöyle yazıyor:

“Stalin, belgeleri genelde hiç okumadan imzalardı; ancak bu güven, sadece itibarınız devam ettiği sürece geçerliydi. İşin temelinde çok büyük bir güven duygusu ve bilinci yatıyordu. Ama eğer onda, karşısındakinin sahtekâr olduğu, yalan söylediği veya kıvırdığı yönünde en ufak bir şüphe oluşursa (bu, belki de milliyetinden kaynaklanıyordu) bu kişinin işi o an bitmiş demekti.” (Stalin, İktidarın Zirvesinde, sf:147)

Stalin Yejov’a da bir süre tam ve kesin olarak güvenmişti; onun sunduğu bilgileri aynen kabul ediyor, onaylıyordu. Ancak Stalin ve çevresinin hükümete karşı komplolar düzenlendiği konusunda da hiçbir şüphesi yoktu. Düşmanların varlığından emindiler ve dolayısıyla cezaları ve şiddeti onaylıyorlardı. Bugün, hepsi komplo olsa bile general Tuhaçevski’nin darbe girişimi konusunda bir şüphe yoktur. Dolayısıyla Yejov’da aşırı gayretkeşlik göstererek Stalin ve dar yönetiminin gözüne girmeye çalışmış, bulamadığında ise ‘düşman’ icat etmişti. Dolayısıyla Yemelyanov’a göre Yejov’un 1937-1938’deki NKVD teröründe başrole soyunmuş olması, onun devrime ve Stalin’e az görülür sadakatiyle açıklanmalıdır. Çünkü Yejov aslında toplumun eseridir:

“Sovyet halkının total desteği olmaksızın Yejovculuk diye bir fenomen ortaya çıkamazdı. 1930’lu yıllarda devrimci sloganlarla yapılan reformlar ve elde edilen sosyoekonomik başarılar, milyonlarca insanın hayatında meydana gelen değişiklikler, doğal olarak olumsuz sonuçlar da doğurmuştu. Bu süreçte yeni kent kültürünün getirdiği yeni ufuklarla birlikte, insanların bilincine kaba siyasi propaganda şablonları da yerleşiyor, toplumsal psikoloji totaliter bir düşünce çemberine sıkışıp kalıyor, söylentiler, olaylar ve gelişmelerin çarpıtılması, eleştiri ve serbest düşünce ortamının yok edilmesi toplumda derin yaralar açıyordu. İlginçtir ki milyonlarca Sovyet insanı için ülkedeki sorunların ve eksikliklerin başlıca suçlusu gizli düşmanlardı. Öte yandan parti, bu konularda aşırılığa kaçarak kendisini de yok edebilecek bir ortam hazırlıyordu.” (sf: 141-142)

Ancak Yejovculuk olarak nitelenen dönem yaşattığı ağır kayıplara rağmen Sovyetler Birliği’ni ölümcül bir şekilde zayıflatamadı. Birincisi, 1937-1938’de tutuklananlar ve idam edilenler arasında gerçek casuslar ve sosyalizm düşmanları da vardı. Ayrıca Batı Avrupa ülkelerinden farklı olarak Sovyetler Birliği Hitler’in zaferler kazanmasına olanak veren ‘beşinci kol’dan kurtulmayı becermişti. Alman generalleri, savaşın ilk aylarında, SSCB içindeki ajan sayıları az olduğu için, Kızıl Ordu ve Sovyet savunma sanayisi hakkındaki gerçek bilgilerinin zayıflığından yakınıyorlardı…

Ve Stalin kaybediyor…

Artık ülkede demokratik reformların gerçekleştirilmesinin imkansız olduğu, halkın yeni seçim yasasını kendi çıkarları için kullanmaya hazır olmadığı, gün geçtikçe daha net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Ülke patalojik bir psikoza yakalanmıştı. Total kuşkuculuk, korku, güvensizlik, gayet normal ve sağduyulu insanların komşuda düşman arayan paranoyaklara ve acımasız cellatlara dönüşmeleri, saçma nedenlerle tutuklamalar ve diğer aşırılıklar tüm ülkeye yayılmıştı. Gayet normal insanlar, tanıdıkları ve çevrelerindeki kişiler aleyhinde jurnal ve ihbarlar yazıyor, her tarafta düşman ve ajan görüyor, her türlü hatayı veya eksikliği sabotaj olarak değerlendiriyordu. Tüm bunlara devrimden zararlı çıkanların asılsız ihbar ve jurnallerle intikam almaya çalışmasını da eklemek gerekiyor. Ancak histeri öyle bir noktaya varmıştı ki örneğin çocuk kitapları yazarı, edebiyatçı Korney Çukovski, Stalin’e yazdığı mektupta, yankesicilik yapan veya örneğin hayvanat bahçesinde maymunların gözüne kum atan on yaşındaki çocukların hapse atılmalarını öneriyordu:

“Onları eğitmek ve değiştirmek için sert askeri rejime sahip çalışma ve eğitim kampları kurmak zorunludur, bunların azami sayıda olması gerekir… Bu tür ıslah kolonileri olursa, her okulda titiz bir ayıklama yapılabilir ve buralar, sosyal açıdan tehlikeli çocuklardan arındırılır.” (Stalin, İktidarın Zirvesinde, sf: 154)

Bu çocuk yazarı Çukovski, söz konusu kamplara hangi çocukların gönderileceklerini de yazmıştı. Tarihçi Y. Yemelyanov’a göre bu ‘patalojik bir istisna’ sayılamazdı ve o dönemde bu mektubun altına imza atmaya hazır çok sayıda kişi vardı. Artık partinin sıradan üyeleri birbirini suçlamaya başlamış, eskiden toplantı ve mitinglerde Llyord George ve Chamberlain’ı lanetleyen halk, şimdi ‘halk düşmanlarını’ lanetliyor olmuştu. Bu koşullarda aday olmak ve serbest propaganda yapmak büyük tehlikeydi. Çünkü böyle bir ortamda şüpheler, iftiralar, suçlamalar, yalanlar ve patalojik kana susamışlık ön plana çıkacak, büyük olasılıkla siyasi ihtilaflarla alakası olmayan apaçık bir hesaplaşma yaşanacaktı. Stalin ve dar grubu ülkede gittikçe artan ve giderek çığ gibi büyüyen şiddet ve kıyım furyasının kontrolden çıktığını fark ettiklerinde artık ipin ucu kaçmıştı. Partinin üst düzey üye ve yöneticileriyle ilgili hüküm ve kararlar zirvenin onayına tabiyse de, alt kademelerde ve taşradaki kararlar zirveden onay beklenmeksizin alınıyordu:

“Rıbin’in yazdığına göre, 1937-1938’de tasfiye edilenlerle ilgili soruşturma ve yargılama dosyaları daha sonra inceleme altına alındığı zaman, birçok belgede Stalin, Molotov ya da Voroşilov’un onay veya imzalarının olmadığı ortaya çıkmıştı.” (sf: 154)

Vyaçeslav Molotov ve Joseph Stalin

V. Kojinov’un verdiği rakamlara göre 1937-1938’de 681 bin kişi kurşuna dizilmişti. 1917’den başlayarak, o tarihe kadar toplamda 800 bin kişinin idam edildiğini düşünürsek psikozun korkunç boyutları çok daha net anlaşılacaktır.

Ve dar yönetim geri adım attı. Çok sayıda köylüye daha yeni tanınmış seçme seçilme hakkı tekrar feshedildi. Bu arada partokrasiyi hizaya getirmek ve dizginlemek için önce tavizler verilmiş, sınırsız yetkiler tanınmış, sonra ise aşırı sert cezalar verilerek birbiriyle çelişik iki girişimde bulunulmuş ama buna rağmen hiçbir sonuç alınamamıştı. Ayrıca dar yönetimin otoritesi güç geçtikçe zayıflıyor, yanı sıra kendi içinde de çatlaklar ortaya çıkıyordu.

11 Ekim 1937 akşamı Politbüro toplandı ve bu toplantıda Politbüroyu oluşturan 9 üyenin en az beşinin red oyuyla çok adaylı seçim reddedildi. Bu beş kişinin Voroşilov, Kaganoviç, Kosior, Mikoyan ve Çubar olduğu tahmin edilmektedir. Herşeye rağmen Stalin ve Molotov hâlâ çok adaylı sistemden yanaydılar. Ayrıca parti dışı adaylar için başlangıçta düşünülen %40 kota, %20’ye düşürülmüş, toplumsal örgüt, dernek veya cemiyetlerin serbestçe aday koyması ve seçimlerde rekabeti öngören bütün husus ve kurallar karar tasarısından çıkarılmıştı. Partokrasi neredeyse intihar edercesine sonuna kadar muhalefet ederek istediğini almış, eski siyasi sistemin neredeyse hiç değişmeden kalmasını sağlamıştı. Stalin grubunun Sovyetler Birliği’nin siyasi sisteminde reform yapma girişimleri böylece başarısızlıkla sona erdi.

Eğer Stalin ve destekçileri düşündükleri siyasal reformları tamamlayabilmiş olsalardı, muhtemelen SSCB siyasal liderlerini seçme konusunda daha iyi bir sisteme sahip olacak ve çok büyük bir olasılıkla Hruşçov, Gorbaçov ve benzerlerinin iktidara gelmesine imkan verilmeyecekti. Stalin’in alternatif adaylar düşüncesinden kalan tek miras, Sovyetler Birliği’nde, 1991’de varlığı sona erene kadar, yapılan her seçimde, kullanılan her oy pusulasının üst kısmında yer alan bir ibaredir: ‘Oy pusulasından geriye kalanların hepsini silerek, oy verdiğiniz TEK BİR adayın adını bırakın’ Söz konusu seçimlerde zaten TEK BİR aday olduğu için bu ibarenin pratikte bir anlamı yoktu; ibare, oy verenlerin, ilkesel olarak, birden çok aday arasından da seçim yapabileceklerini hatırlatıyordu…

Not: Bu çalışma ilk olarak https://gorus21.com/ sitesinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.