Ahmet Açan
Ve Seçimler…
Yakovlev
başkanlığındaki Politbüro heyeti, oluşturulduktan dört ay sonra birlik
cumhuriyetleri için anayasa çalışmalarını tamamladı. Politbüro, Aralık 1936’da
Rusya Federasyonu ve Ukrayna, Ocak 1937’de Kazakistan, Gürcistan ve Belarus,
Şubat’ta ise Özbekistan, Ermenistan, Tacikistan, Türkmenistan, Azerbaycan ve
Kırgızistan için anayasa çalışmalarını sonuca bağladı. Bu yüzden de, bu on bir
cumhuriyet, kendi yeni anayasalarını, Stalin’in tahmin ettiği gibi Aralık
1936’da değil, Nisan 1937’de onayladılar.
Bu
başarının devamını getirmeye çalışan dar yönetim, en önemli yasalardan birini,
Sosyal Kökenleri, Maddi Durumları ve Eski Faaliyetleri Gerekçesiyle Oy Hakları
Ellerinden Alınmış SSCB Yurttaşlarıyla İlgili Yargı Dosyalarının Kaldırılması
Hakkında Kanun’u onayladı. Bu sayede, kısa bir süre sonra gerçekten genel
diyebileceğimiz seçimler düzenlenebilecekti. 14 Mart’ta, bütün Sovyet
gazetelerinde yayımlanan bu kanun, hak mağdurları kavramını tamamen ortadan
kaldırdı. Seçme ve seçilme haklarından mahrum olanların listelerini düzenli
olarak hazırlayan Merkez Seçim Komisyonu, Politbüro’nun aynı kararıyla
feshedildi.
Ve
artık bütün parti örgütlerinde ve tabii ki öncelikle de alt birimlerde seçimler
başladı…
'Molotov' kruvazöründe Stalin-Victor Puzyrkov |
Ancak
Stalin, bu işin önünü alamayacağını anlayınca aynı gün bir genelge yayınlar:
“Parti organları için yapılan
seçimlerde listelere göre oylama yapılması yasaklansın. Her bir aday için ayrı
ayrı oylama yapılsın ve bu arada partinin bütün üyelerine, adayları geri
çevirme ve onları eleştirme konusunda sınırsız hak sağlansın. Parti organları
seçimlerinde kapalı (gizli) oylama uygulansın.” (Öteki Stalin sf: 347)
Ne
var ki, plenum kararının bu şekilde ısrarla vurgulanmasının bile yeterli
olmadığı kısa zamanda ortaya çıkar:
“… edinilen bilgilere göre, bazı parti
örgütlerinde, parti konferansları ve toplantılarında gizli oylama sonuçları
açıklanırken, oy sayma komisyonları, parti organlarına veya parti konferansı delegeliğine
aday olan VKP (b) MK üyelerinin aldıkları ‘aleyhte’ oyların sayısını
bildirmiyorlar. VKP (b) MK, bu uygulamanın yanlış olduğunu ve kiminle ilgili
olursa olsun oylama sonuçlarının tam ve sözlü olarak (basılmış olarak değil)
açıklanması gerektiğini bildirir.” (sf: 347-348)
Bu
arada bir yandan seçimler devam ederken, diğer yandan Stalin ile obkom,
kraykom, ve milli KP MK birinci sekreterleri arasında yapılan ve halkın
bilmediği gizli yazışmalarda, kendilerine bağlı bölgelerde, belgesiz, kanıtsız,
asılsız suçlama ve iftiralarla tutuklama ve cezalar talep ediliyordu. Doğrusu
Stalin ve ekibi bu tutuklama furyasını ne kadar asgari düzeyde tutmaya
çalışırsa çalışsın engel olamamıştır. 1937 baharında tutuklamalar artık İç
İşleri Bakanlığının üst düzey yöneticilerine kadar ulaşır. Yejov habire
hükümete karşı hazırlanan ‘komplo’lar açığa çıkarıyor, Stalin, Yejov’a çok
güveniyordu. Artık kimin dost, kimin düşman olduğunu ayırmak olanaksızdı.
Stalin iplerin elinden kaydığını fark etmiş, toparlamaya çalışıyordu. Pravda 15
Mayıs’ta başsavcı Vışinski ile yapılmış geniş bir söyleşiye yer verdi. Vişinski
cadı avını durdurmaya çalışmaktadır:
“Bazı işletme yöneticileri,
kendilerini garantiye almak için, sadece suçları ispatlanmamış olanları değil,
suçları hiç soruşturulmamış kişileri bile işten atıyorlar. Yargı organları, bir
takım çalışanları yeterince kanıt olmadan yargılamışlardır… Savcılık baştan
sona incelemek amacıyla, Donbas bölgesinde 1934, 1935, 1936 ve 1937 yıllarında
üretim suçlarıyla ilgili olarak yargılanmış kişilere ait bütün dosyaları
istemiştir. Bu dosyalar Moskova’da kontrolden geçirildikten sonra, Başsavcılık,
yetersiz kanıtlara göre verilmiş hüküm ve kararlara itiraz edecektir.” (sf:
365)
Vişinski’nin
bu eleştirileri, böylesi keyfiliğe göz yuman ve hatta bunları teşvik eden obkom
ve kraykomlara, sabotajlardan dolayı dava açan vilayet ve bölge NKVD
birimlerine ve mahkemelerin bağlı olduğu Adalet Halk Komiserliği’ne yönelikti.
Bu
arada 11 Mayıs’ta daha önce bulunmayan ve tüm ülkeyi kapsayan bir tür Politbüro
personel şubesi kurularak, bütün personel politikası tek elde toplanır. Böylece
meşhur ‘nomenklatura’ sistemi kurulmuş olur.
General Tuhaçevski’nin
darbe girişimi…
Tarihçi
Yuri Jukov, tüm diğer ‘komplolar’ gibi, Tuhaçevski’nin de bir darbe girişiminde
bulunduğu iddialarına şüpheyle yaklaşmaktadır. Öte yandan bugün ortaya çıkan
gestapo belgeleriyle bunun doğru olduğunu kesin olarak biliyoruz. 1. Dünya
savaşı sonrası dünyada dışlanan iki ülke vardı. Savaşı kaybeden Almanya ve
sosyalist devrimin olduğu Rusya. Bu iki ülke Batı’nın kendilerine karşı
uyguladığı ambargoyu delmek için biraraya geldi ve 1922-1933 yılları arasında
SSCB’de Tuhaçevski ve diğer Sovyet kumandanları, Alman ordusunun değişik
sınıfları için uzman subayların hazırlandığı özel askeri eğitim merkezlerinde
Almanlarla yalnızca ilişki kurmadı, aynı zamanda oradaki harp akademelerinde
belirli bir süre eğitim gördü ya da staj yaptı. Hitler’in özel tercümanı
Carell, yazdığı kitabında, 1936’da general Tuhaçevski, Kral V. George’un
cenaze törenine katılmak için Sovyet delegasyonunun başında İngiltere’ye
giderken ve İngiltere dönüşünde Berlin’e uğradığını ve burada önde gelen Alman
generallerle görüşmeler yaptığını kaydeder:
“O, Sovyetler Birliğin’de herhangi bir
devrim hareketi meydana gelmesi halinde Almanya’nın bundan yararlanıp doğu
yönünde bir sefer başlatmayacağı konusunda güvence arayışı içindeydi. Onun için
başlıca mesela, Stalin’i devirdikten sonra Almanya ile SSCB arasında bir
ittifak kurmaktı.” (aktaran Y. Yemelyanov, Stalin: İktidarın Zirvesinde, sf:114)
Carell’in
yazdığına göre darbe, 1 Mayıs 1937 tarihinde, 1 Mayıs törenleri sırasında
yapılacaktı çünkü birçok askeri birlik tören için kentte olacaktı. Darbe
girişimi açığa çıktı. Komploya katılanların çoğu askeri personeldi; ama
aralarında parti Merkez Komitesi’nde yer alan çeşitli sivil unsurlar da yer
almaktaydı. İç İşleri Halk Komiseri Yejov, Tuhaçevski komplosuna bulaşan Merkez
Komitesi’nin 11 tam, 14 aday üyesinin tutuklanması için izin isteyen bir rapor
sundu…
Biz de ne mutlu veya ne yazık
ki sadece tek parti var…
Seçimler
başlamıştır başlamasına ama geniş yönetim yine her konuda eskisi gibi
davranmaktadır. Gerçi parti yönetim organlarına aday olma açısından tam ve
sınırsız serbestlik, MK üyeleri de dahil olmak üzere istisnasız bütün adayları
eleştirme olanağı sağlanmış, hatta tam gizli oylama yapılmıştır; ancak obkom ve
kraykom bürolarında, ayrıca milli komünist partilerinin MK üyeleri arasında
yeni adaylar ortaya çıkmamış, neredeyse bütün 1. sekreterler kilit
pozisyonlarını korumuş ve böylece bölgelerde duruma hakim olduklarını, üstelik
çok adaylı seçim meselesinde de geri adım atmaya niyetleri olmadıklarını
Moskova’ya ve dar yönetime göstermişlerdi.
Kuşkusuz
ki dar yönetim böyle bir sonucu bekliyordu ve ona göre de hazırlıklarını yapmıştı.
23 Haziranda ki toplantıda bir anda 19 MK üyesi ve aday üyesinin partiden ihraç
edilmesi talep edilir, üstelik böylesine acil bir tasfiyenin somut nedenleri de
açıklanmamıştır. Böylece Stalin grubu yeni seçim yasasının kabulünü herhangi
bir şekilde sabote etmek isteyenlere sopa göstermişti ama karşılığında havuç
yoktu…
Bu
‘kurbanların’ ortak yönü belli bir uzmanlıkları, mesleki deneyimleri, yüksek
tahsilleri olmamasıydı. Bazıları lise mezunu bile değildir. Stalin 5 Mart’ta ki
konuşmasında belki de onları kastederek şunları söylemişti:
“Bunların her biri zannediyor ki,
‘madem ben MK üyesiyim, demek ki her şeyi biliyorum’. Halbuki aslında onların,
en hafif deyimle çok az şey bildiklerini kendi biyografileri göstermektedir.
Onların devrim ve sosyalizm davasına, partiye samimi olarak sadık, billur gibi
temiz ve saf bolşevikler olduklarını da açıkça görüyoruz. Ancak onlar, çok
erkenden yüksek görevlere geldiler ve uzun süre bu görevlerde kaldılar. Bu
yüzden epeyce hızlı bir şekilde genel, vasıfsız yöneticilere dönüştüler; lakin
bu görevler için bilgilerinin yetersiz olduğunu hiç anlayamadılar.” (sf: 394)
Anayasa
komisyonunda yer alan ve bizzat bu seçim sisteminin hazırlayıcılarından biri
olan Yakovlev, plenumda söz aldı ve bir kez daha ve ısrarla seçimlerin çok
adaylı yapılacağını, kimseyle mütabakata gerek kalmadan herkesin kendi adayını
gösterebileceğini ve bunun da Stalin’in önerisi olduğunu kaydederek üstü örtülü
bir tehditte bulundu. Ayrıca oylama sonuçlarını tahrif etmeye yönelik her türlü
girişimin engelleneceğini ve bunun için de ‘bazı yoldaşlara aşırı’ görünse de
VIII. bölümde yer alan formalitelerin harfiyen uygulanmak zorunda olduğunu
anlattı. Oy sayımının en dürüst ve etkili yönteminin ne olacağı tartışılırken
çok tuhaf bir şey olur ve Stalin Batı’da çok partili sistem sayesinde böyle bir
sorun olmadığını söyler:
“Bizde farklı partiler yoktur. Ne
mutlu veya ne yazık ki, bizde sadece tek parti var.” (Öteki Stalin, sf: 402)
Yakovlev
konuşmasının ikinci kısmında, genelde Sovyet organlarına yönelik yasalara uygun
seçimler yapılmadığını, çoğunlukla doğrudan atama yoluyla vekil seçildiğinin
altını çizerek, keyfiliğin vahim boyutlara ulaştığını anlatır:
“Gerçek olan şu ki, Batı Vilayeti yürütme
organlarında, 1936’dan beri 20 bin kararın sadece 500 kadarı prezidyum
toplantısında görüşülmüştür; diğerleri ise ya ‘görüş alınarak’ ya da başkan ve
sekreterin imzasıyla kabul edilmiştir.” (sf: 398)
Yakovlev,
tek tek örnekler vererek Sovyetlerin bütün kademe ve düzeylerdeki çalışmalarını
sert bir şekilde eleştirdikten sonra beklenmedik bir şekilde Sovyetlerin sıkı
parti kontrolünden çıkıp, sözde değil fiilen bağımsız organlara dönüşmesi
gerektiğini, sıradan bir yerde değil MK plenumunda söyler. Böylesi bir radikal
söylemin Stalin’in bilgisi dahilinde olmaması mümkün değildir. Bu yaklaşımın
temel nedeni kuşkusuz ki partiyle rekabet değil, ‘çürümüş ve kokuşmuş’
bürokratların yerine eğitimli genç kadroları getirmektir. Stalin, devrimin ilk
yıllarındaki ağır şartlar yüzünden oluşturamadıkları ideal Sovyetler’i bu
hayattan göçüp gitmeden, dünya gözüyle görmeyi arzu etmektedir.
Ardından
söz alan Molotov da, kendilerini yasal iktidar organları yerine koyan
partokrasiye -parti bürokrasisine karşı – derhal saldırıya geçer:
“Bazı yoldaşlar düşünüyorlar ki, hani
bizde bu Sovyet kurumları ikinci dereceden örgütlerdir; Sovyetlerde
çalışanlar da ikinci sınıf kadrolardır. Oysa amaç Sovyetleri, Sovyet
organlarını, Sovyetlerde çalışanları daha yüksek seviyeye çıkarmaktır.” (sf: 400)
Ayrıca
bu toplantıda Molotov bazı MK üyelerinin neden ihraç edildiğini de açıklar. Tek
tek isim vererek bunların doğumevi ve kreşler gibi hayati öneme sahip
tesislerin inşaatını aksattıklarını, konuya tamamen bürokratik bir şekilde
yaklaşarak görevlerini ihmal ettiklerini söyler:
“… eski kafalı memurların, kart
bürokratların, paslanmış ve tükenmiş unsurların yerine yeni insanlar bulmak
şart. Biz şimdi Sovyet organlarına, yerel ve üst Sovyet birimlerine öyle
insanlar ve personel sağlamalıyız ki, bunlar bulundukları görevde ve makamda
parti politikasını, bugünün güncel taleplerine uygunluk içinde, dürüstçe,
kararlıca, zekice ve ustaca yürütebilsinler.” (sf: 402)
Stalinist
kanat, kaçınılmaz rotasyonu, cezaları kabullenmelerini, gönüllü olarak,
kavgasız ve kansız bir şekilde makamlarını bırakmaları konusunda partokrasiyi
sıkıştırmaktadır. Ancak çok kısa bir süre içinde partokrasinin var olmak için
herşeyi, hatta kendi hayatlarını bile ortaya koyduğu meydana çıkacaktır…
Ültimatom
28
Haziran 1937 günü bugüne dek sır perdesi altında kalmış, Politbüronun ne kendi
tutanaklarında, ne de ‘özel dosya’da yer alan, hiçbir yere kaydedilmemiş fakat
51/66 işlem sayılı çok tuhaf bir kararı kabul edilir:
“1. Sürülmüş kulakların isyancı
örgütüne mensup bütün faal üyelere en yüksek ceza verilmesi zorunlu sayılsın.
2. Konuyu hızlı bir şekilde çözmek
için Batı Sibirya Bölgesi NKVD Müdürü Yoldaş Mironov (başkan), Batı Sibirya
Bölge Savcısı Yoldaş Barkov ve Batı Sibirya Kraykomu 1. sekreteri Yoldaş
Eykhe’den oluşmak üzere bir troyka kurulsun.” (sf: 405)
Bu
karar, dağlarda korkunç bir çığ kopmasına neden olan küçücük bir taş
parçasıydı. Üç gün sonra, Politbüro bir kararı daha kabul eder ve ilk başta
sadece Robert İndrikoviç Eykhe’ye tanınmış olan olağanüstü yetkiler, istisnasız
olarak bütün milli komünist partilerinin merkez komiteleriyle obkom ve
kraykomların 1. sekreterlerine de tanınır. Görünen o ki Eykhe Politbüro’dan
hiçbir yasada öngörülmemiş ve mahkeme kurumundan bağımsız
bir troyka organı kurulması için ‘izin’ istemiş ve bunu da almıştır.
Karar bu ‘kulaklar ve adi suçluların’, ‘en çok düşmanlık yapanlar’ ve ‘onlar
kadar aktif olmayan düşman unsurlar şeklinde ikiye ayrılması ve birincilerin
kurşuna dizilmesi, ikincilerin ise sürgüne gönderilmesini öngörmektedir.
Peki,
bir anda ne olmuştur? Çünkü öncesinde böyle bir karar alınacağına dair ne
Yakovlev’in ne Molotov’un ne de Stetski’nin konuşmalarında bir işaret vardır.
Bugün tarihçiler 1937 Haziran ayının sonunda R.İ. Eykhe’nin – şüphesiz ki Eykhe
tek başına değildir – Politbüro’ya Stalin’in siyasi reformlarına aykırı
teklifler içeren bir ‘ültimatom’ sunduğunu öne sürmektedir. Her ne kadar bu
ültimatomun metni bulunamamışsa da alınan kararlar onun varlığını yeterince
kanıtlamaktadır. Çok belli ki bu hamle, özellikle Yakovlev ve Molotov’un
konuşmalarından rahatsız olan partokrasinin Stalin grubuna karşı verdiği güçlü
bir ültimatomdur. Geniş yönetim, her ne kadar Stalin’in olağanüstü bir itibarı
olsa da Stalin, Molotov, Jdanov, Voroşilov, Vışinski ve diğerlerinin bundan
böyle MK üyeleri olarak kalıp kalmayacaklarını belirleyecek yeterli çoğunluğa
sahiptir. Politbüro’da, Sekreterya’da, Organizasyon Bürosu’nda kimlerin olacağı
sadece onlara bağlıdır. Üstelik plenumda sadece üç defa el kaldırmak yoluyla MK
üye ve aday sayısını neredeyse üçte bir azaltmak gibi basit ve etkili bir yolu
onlara açan da Stalin grubudur. Artık bıçak kemiğe dayanmış, geniş yönetim ya
herro ya merro diyerek son ve en ölümcül hamlesini gerçekleştirmiştir…
Bu
“ültimatomun” varlığını destekleyen en önemli kanıtlardan biri, söz konusu
karardan önce yerel parti örgütlerinin Stalin’i çalışma odasını ziyaretleriydi.
Bu ziyaretler birlikte değil, ayrı ayrı olmuştu. İkinci ‘tesadüf’ ise 1-2
Temmuz’da Stalin’i odasında ziyaret eden dokuz 1. sekreterden
altısının, troykaların kimlerden oluşacağına dair belgeleri ve kurşuna
dizilecek olanların listeleri onay için Moskova’ya ilk gönderenler arasında
olmasıdır. Geniş yönetim, onbinlerce, yüzbinlerce kişiye yönelik geniş çaplı
kıyım ve ceza uygulamalarını neden talep ediyordu?
Çünkü
kolektivizasyon sürecindeki aşırılıklar sadece kulakların değil, bir çok
köylünün hafızasında hâlâ tazeliğini korumaktaydı. Ayrıca birinci ve ikinci beş
yıllık dönemde karne sistemiyle temel gıda maddeleri ve genel tüketim mallarını
çok kötü bir şekilde dağıtarak, işçi ve memurların onlardan yaka silkmelerine
neden olmuşlardı. Şimdi, genel, eşit ve doğrudan, üstelik de çok adaylı ve
gizli oylamayla yapılacak seçimler arifesinde, bu yerel parti yöneticileri,
kendileri için en büyük tehlike ile karşı karşıyaydılar; zira onlar,
kendilerine geniş yönetime girmeyi sağlayan ve sınırsız bir iktidarı garanti
eden iki makamdan birini, Sovyet makamını kaybedebilirlerdi. Şimdi SSCB Yüksek
Sovyet vekili olamazlarsa bu, hem partisizler, hem de partililerin güvenini
kaybetmek anlamına gelecekti. Bu durumda, büyük olasılıkla otomatik olarak,
seçim kaybetmiş bir birinci sekreterin parti görevinde kalmayı hak edip
etmediği de sorgulanacaktı. Siyasi Organizasyon Şubesi’nin teklifiyle Politbüro
onun görevini değiştirebilir ve hatta onu ekonomi alanına kaydırabilirdi; oysa
bu tür bir iş için onun ya da onların ne deneyimi, ne tahsili, ne de bilgisi
vardı.
Söz
konusu kitlesel cezalar ve kıyım, esasında infaz ve ceza kurumu olan NKVD
organları için de avantaj, prestij ve otorite kaynağıydı; yoksa Troçki,
Zinovyev ve Buharin’in gerçek veya hayali yandaşlarının fiilen ‘ifşa edilip’
tutuklanmalarından sonra bu kurumlara yapacak pek fazla iş kalmamıştı. Bu
yüzdendir ki kendisi de partokrasiden gelen Yejov da, büyük bir olasılıkla
ortak çıkar duygularıyla hareket ederek, Eykhe ve diğer birinci sekreterlerle
beraber tutum sergilemiş, kesinlikle bu sekreterler aleyhinde oy verecek, hatta
belki de kendi adaylarını seçtirebilecek unsurları en kısa sürede ortadan
kaldırma fikrini kabul etmiştir. Böylece Vişinski’nin gayretleri sayesinde
seçme ve seçilme hakları iade edilmiş olan bu unsurların şimdi kimisi idam
edilecek, idam edilmekten kurtulanlar ise sürülecektir. Bu arada NKVD de
ekonominin ihtiyaçlarına göre çok sayıda çalışma ıslah kampı kuracaktır!
(Çalışma kamplarının ekonomiye hiçbir faydası olmadığı, tam tersine zararı
olduğu 1950’lerde anlaşıldı, sonra ise hepsi kapatıldı. Ancak ekonomiden
bağımsız olarak sosyalist bir devlette çalışma kampı olur mu, olmalı mı konusu
ayrıca tartışılmalıdır. Türkiye’de ki Stalinist sol bu meseleyi yok
saymaktadır…)
Cadı
avının işaret fişeği verilmişti. Buna karşın 7 Temmuz Plenumunda Yakovlev hâlâ
çaresizce haykırıyordu:
“Sovyet demokrasisi bırakın halktan
kopmayı, bırakın halka uzak durmayı, yüzünü doğrudan halk kitlelerine, emekçi
kitlelere dönmekte, işletmelerde, fabrikalarda, kolhozlarda ve sovhozlarda
emekçilere kendi adaylarını koymalarını önermektedir… Stalin anayasası ve seçim
kanunun kararlılıkla uygulanması, kuşku yok ki, Sovyet organlarının
çalışmalarındaki eksiklikleri eleştirmeye ve Sovyet makamlarına yeni insanları
seçmeye imkân sağlayacak, aşağıdan yukarıya Sovyetlerin tüm çalışmalarını
iyileştirecektir.” (sf: 412)
Geniş
yönetim Yakovlev’e artık iyice diş bilemektedir. 12 Ekim 1937’de Yakovlev
tutuklanır. Neden tutuklandığıyla ilgili elimizde hiçbir bilgi yok ama
bildiğimiz, anayasa komisyonunda yer alan ve yeni seçim kanununu Yakovlev’le
birlikte hazırlayan Tal ve Stetski’nin de ardından tutuklanmasıdır. Yejov’un,
Stalin’in destekçileri arasında ‘kolay lokma’ görünen bu kişilerin infazı
konusunda kendini sınırlamadığı görülmektedir. Stalin ise destekçilerini
koruyamamıştır.
Kayda
geçirelim. Ondan sonraki konuşmacıların hepsinin – başta Hruşçov olmak üzere –
bütün bu seçim ve demokrasi ‘teranelerine’ karşı açıkça kan dökme çağrısı
yapmasına Baş savcı Vişinski itiraz eder:
“Kanunların geçerli olması için,
hukukun her yerde aynı şekilde ve standart biçimde yorumlanması gerekir. Bu
hukuka karşı olanlar hâlâ ‘yerel etki’ sahibi olanlardır ve Lenin’in yazdığı
üzere, hukuk ve kültürün kurumsallaşması önündeki en büyük engel bunlardır.
İtiraf etmek gerekir ki, bizde Sovyet kanunları şimdiye kadar fiilen kaba bir
şekilde ihlal edilegelmektedir. Dün Yoldaş Yakovlev, Sovyet organlarının
kanunları nasıl çiğnediği hakkında örnekler verdi; ben ise buna yasaların, ne
yazık ki yerel savcıların çoğu zaman açık şekilde ihmalleri ve göz yummaları
sonucunda ihlal edilmesini de ekliyorum.” (sf: 413-414)
Bu
aslında savcılarla eşit haklar tanınan troykalara karşı ilk tepkidir.
Çünkü zaten adalet sisteminin dışında kalan ve yasadışı bir organ
olan troykalarda savcının da yer alması şartı kalkmış, emirde ‘isterse
savcı oturumlarda hazır bulunabilir’, denmektedir. Yani savcı olmasa da
olurdur! Ayrıca cumhuriyetler, bölgeler ve vilayetlerdeki troykaların
kimlerden oluşacağına Politbüro değil, bizzat İçişleri Halk Komiseri yani Yejov
karar verecektir. Yejov, Stalin’in bile elinde olmayan sınırsız bir güç
kazanmıştır.
Cadı Avı
Ve
Politbüroya listeler yağmaya başlar. 78 değişik yerel birimden gelmiş 43
şifreli telgrafta kurşuna dizileceklerin ve sürüleceklerin sayısına dair
‘limit’ler yani bir tür kontenjan talep edilmektedir. Gelen telgraflardan,
ülkenin yalnızca üçte birinin bu cadı avına katılmaya çok da hevesli olmadığı
anlaşılır ancak 10 binin üzerinde kurban isteyen üç sekreter varken, 5 binin
üzerinde kurbana talip olan yedi 1. sekreter bulunmaktadır. Diğer bir ‘canavar’
da Moskova Vilayeti’nde kısa sürede toplam 41.305 ‘eski kulak ve adi suçlu’
tespit etmiş olan Hruşçov’dur!
Doğrusu
Yejov ve 1. sekreterlerin bu şekilde hedefe koydukları insanlar aslında 7
Ağustos 1932 tarihli kararname uyarınca verilen cezalarını artık çekmiş veya
Politbüro kararıyla erken tahliye edilmiş köylüler ya da
zamanında kulak ilan edilerek Sibirya’nın uzak yerlerine sürülen
kişilerdi. Yeni anayasa ve yeni seçim yasası, bu insanlara sivil, medeni
haklarını iade etmiş, onlara SSCB Yüksek Sovyeti seçimlerinde kendi adaylarını
koyma, açıkça propaganda yapma ve oy kullanma hakkı vermişti. Yani şimdi
‘düşman’ ilan edilen bu kişileri bizzat Sovyet devleti affetmişti ve onlar da
eskiden olup bitenleri saklamıyorlardı ve saklamaları da zaten mümkün değildi.
İç İşleri Halk Komiseri Yejov ise ‘düşman’ listesini gün be gün genişletiyordu.
NKVD
birimleri bu operasyonları dört ay içinde yani 5-15 Aralık günlerinde bitirmek
zorundaydı. Çünkü SSCB Yüksek Sovyeti seçimleri tam o sırada düzenlenecekti.
Böylece kitlesel ceza uygulamaları, mutlaka bir sindirme ve korku ortamı
yaratacak şekilde, bütün seçim kampanyası boyunca devam ettirilebilirdi.
Adaylar bu ortamda gösterilecek ve bu adayların propagandası da böylesi
şartlarda yapılacaktı. Tarihçi Jukov, istense bile bu iki çok önemli olayın
örtüşmesini bir tesadüf olarak görmenin imkansız olduğunu yazar: “Kesinlikle
hiçbir kuşku yok ki, cezalandırma operasyonları seçimleri doğrudan etkileyecek
ve bu operasyonları organize edenlerin, istedikleri sonuçları elde etmelerine
imkân sağlayacaktı.” (sf: 421)
15
ay sürecek olan ve halkın ‘Yejovculuk’ adını taktığı SSCB tarihinin en karanlık
dönemi böyle başlamıştı. Bir süre sonra süreç bizzat bu kan isteyenleri vuracak
başta Eykhe ve Yejov olmak üzere geniş yönetimin neredeyse tamamı kurşuna
dizilecekti. Eykhe’den sonra en yüksek ‘tasfiyeyi’ yapan Hruşçov’un bu
cehennemden nasıl olup da kurtulduğu ayrıca incelenmelidir.
Yejov toplumun eseridir…
Antistalinist
yazının, ‘kana susamış cüce’, ‘ahlaken ve fiziksel olarak pigme’, ‘kanlı
soysuz’ gibi sıfatlarla nitelediği Nikolay İvanoviç Yejov kimdir? 151 cm
boyuyla, ufak tefek görüntüsünü gizlemek için açıkça yüksek topuklar giyen
biseksüel bir adam… Gençlik arkadaşları onu “iyi niyetli, özenli, duyarlı,
insancıl, anlayışlı, ölçülü, küstahlık ve bürokratik tavırlardan uzak,
yardımsever, alçakgönüllü, çok hoş, sessiz ve biraz utangaç” biri olarak tarif
etmektedir. (Stalin’in Baş Celladı Yejov, sf: 318)
Dolayısıyla
yukarıda Vişinski’den de alıntıladığımız NKVD’nin çalışma ve soruşturma
yöntemlerinden rahatsız olan Stalin’in, Devlet Güvenliği’nin başına bir
‘psikopat’ı getirmeyi düşünmediği ortadadır. Nitekim ‘Büyük Terör’den tamamen
Stalin’i sorumlu tutan Marc Jansen-Nikita Petrov bile, Yagoda’nın yerine
Yejov’un atanmasının halk arasında olumlu karşılandığını, hatta Buharin’in bile
bu atamadan memnun kaldığını belirtir:
“Eski Çekistlerin çoğu Yejov’un
NKVD’ye gelişiyle nihayet Dzerjinski’nin geleneklerine geri döneceğimize,
sağlıksız ortamı ortadan kaldıracağımıza ve Yagoda’nın yönetimindeki son
yıllarda, teşkilat içindeki sağlıksız ortamı ve kariyerist, yozlaşan ve
sahtekârca eğilimlerin üstesinden geleceğimize inanıyorduk. Çünkü Merkez Komite
Sekreteri olarak Yejov, hepimizin inandığı Stalin’in yakınındaydı ve Merkez
Komite’nin güçlü ve güvenilir elinin teşkilat içinde egemen olacağını
düşünüyorduk.” (Stalin’in Baş Celladı Yejov, sf: 99)
Ancak
öyle olmadı. Yejov da Yagoda döneminde eğitilmiş ve kadroya alınmış çok sayıda
elemanla çalıştı. Onun sorgulama ve soruşturma yöntemlerini aynen devam
ettirdi:
“NKVD şubelerindeki bütün soruşturma
kadroları iki kısma ayrılmıştı. Birinciler, sadece işkenceci soruşturma
görevlileriydi, ikinciler ise sıradan soruşturma memurlarıydı. Birinciler
tutuklulara istedikleri şekilde işkence yaparak kısa sürede ‘ifade’ alıyorlardı
ve sorgu tutanaklarını çok tutarlı, düzgün ve anlamlı bir şekilde tanzim etmeyi
öğrenmişlerdi. İşkenceci gruplarda yer alan teknik görevliler aslında konuyu ve
davaya ait materyalleri bilmiyorlardı; onların görevi sadece tutuklulara
suçlarını ‘itiraf’ edene kadar işkence yapmaktı. (…) Yani aslında ifadeleri
zanlılar değil, soruşturma memurları veriyordu. Yejov ve ekibi, bu tür
yöntemlerle ülkede vahim bir korku ve panik havası yaratmıştı.” (Stalin, İktidarın
Zirvesinde, sf: 140)
Eğer
Stalin, bizzat kendisi tüm bunları emretmediyse, nasıl olup da Yejov’a bu kadar
güvenmişti? Tarihçi Yuri Yemelyanov bu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Belirtmemiz gerekir ki Stalin’in
kurduğu merkeziyetçi yönetim düzeni, profesyonellerce hazırlanmış bilgi ve
belgelerin kesinlikle doğru olmasını gerektiriyordu. Stalin, kişisel içgüdü ve
görüşlerini bir tarafa bırakarak profesyonel görevlilerin sunduğu belgeleri
esas almayı tercih ederken, aslında onların sorumluluk içinde görevlerini
yaptıklarına inanmaktaydı. Yoksa onun bunca idamı onaylamasını açıklamak kolay
olmayacaktır. Ayrıca Stalin, onun güvenini sarsan veya kötüye kullananları da
hiç affetmezdi.” (sf: 147)
Stalin
daha sonra uçak tasarımcısı Yakovlev’e şunları söyleyecektir:
“Yejov hergelenin biriydi. En iyi
kadrolarımızı mahvetti. Ahlaken yozlaşmıştı. (…) Bir çok masum insanı mahvetti.
Bu yüzden onu kurşuna dizdik.” (Stalin’in Baş Celladı Yejov, sf: 331)
Ancak
kuşkusuz ki bu masum insanların kurşuna dizilmesinde Stalin’in de imzası vardı.
Orgeneral A.V. Hrulyov anılarında şöyle yazıyor:
“Stalin, belgeleri genelde hiç
okumadan imzalardı; ancak bu güven, sadece itibarınız devam ettiği sürece
geçerliydi. İşin temelinde çok büyük bir güven duygusu ve bilinci yatıyordu.
Ama eğer onda, karşısındakinin sahtekâr olduğu, yalan söylediği veya kıvırdığı
yönünde en ufak bir şüphe oluşursa (bu, belki de milliyetinden kaynaklanıyordu)
bu kişinin işi o an bitmiş demekti.” (Stalin, İktidarın Zirvesinde, sf:147)
Stalin
Yejov’a da bir süre tam ve kesin olarak güvenmişti; onun sunduğu bilgileri
aynen kabul ediyor, onaylıyordu. Ancak Stalin ve çevresinin hükümete karşı
komplolar düzenlendiği konusunda da hiçbir şüphesi yoktu. Düşmanların
varlığından emindiler ve dolayısıyla cezaları ve şiddeti onaylıyorlardı. Bugün,
hepsi komplo olsa bile general Tuhaçevski’nin darbe girişimi konusunda bir
şüphe yoktur. Dolayısıyla Yejov’da aşırı gayretkeşlik göstererek Stalin ve dar
yönetiminin gözüne girmeye çalışmış, bulamadığında ise ‘düşman’ icat etmişti. Dolayısıyla
Yemelyanov’a göre Yejov’un 1937-1938’deki NKVD teröründe başrole soyunmuş
olması, onun devrime ve Stalin’e az görülür sadakatiyle açıklanmalıdır. Çünkü
Yejov aslında toplumun eseridir:
“Sovyet halkının total desteği
olmaksızın Yejovculuk diye bir fenomen ortaya çıkamazdı. 1930’lu yıllarda
devrimci sloganlarla yapılan reformlar ve elde edilen sosyoekonomik başarılar,
milyonlarca insanın hayatında meydana gelen değişiklikler, doğal olarak olumsuz
sonuçlar da doğurmuştu. Bu süreçte yeni kent kültürünün getirdiği yeni
ufuklarla birlikte, insanların bilincine kaba siyasi propaganda şablonları da
yerleşiyor, toplumsal psikoloji totaliter bir düşünce çemberine sıkışıp
kalıyor, söylentiler, olaylar ve gelişmelerin çarpıtılması, eleştiri ve serbest
düşünce ortamının yok edilmesi toplumda derin yaralar açıyordu. İlginçtir ki
milyonlarca Sovyet insanı için ülkedeki sorunların ve eksikliklerin başlıca
suçlusu gizli düşmanlardı. Öte yandan parti, bu konularda aşırılığa kaçarak
kendisini de yok edebilecek bir ortam hazırlıyordu.” (sf: 141-142)
Ancak
Yejovculuk olarak nitelenen dönem yaşattığı ağır kayıplara rağmen Sovyetler
Birliği’ni ölümcül bir şekilde zayıflatamadı. Birincisi, 1937-1938’de
tutuklananlar ve idam edilenler arasında gerçek casuslar ve sosyalizm düşmanları
da vardı. Ayrıca Batı Avrupa ülkelerinden farklı olarak Sovyetler Birliği
Hitler’in zaferler kazanmasına olanak veren ‘beşinci kol’dan kurtulmayı
becermişti. Alman generalleri, savaşın ilk aylarında, SSCB içindeki ajan
sayıları az olduğu için, Kızıl Ordu ve Sovyet savunma sanayisi hakkındaki
gerçek bilgilerinin zayıflığından yakınıyorlardı…
Ve Stalin kaybediyor…
Artık
ülkede demokratik reformların gerçekleştirilmesinin imkansız olduğu, halkın
yeni seçim yasasını kendi çıkarları için kullanmaya hazır olmadığı, gün
geçtikçe daha net bir şekilde ortaya çıkıyordu. Ülke patalojik bir psikoza
yakalanmıştı. Total kuşkuculuk, korku, güvensizlik, gayet normal ve sağduyulu
insanların komşuda düşman arayan paranoyaklara ve acımasız cellatlara
dönüşmeleri, saçma nedenlerle tutuklamalar ve diğer aşırılıklar tüm ülkeye
yayılmıştı. Gayet normal insanlar, tanıdıkları ve çevrelerindeki kişiler
aleyhinde jurnal ve ihbarlar yazıyor, her tarafta düşman ve ajan görüyor, her
türlü hatayı veya eksikliği sabotaj olarak değerlendiriyordu. Tüm bunlara
devrimden zararlı çıkanların asılsız ihbar ve jurnallerle intikam almaya
çalışmasını da eklemek gerekiyor. Ancak histeri öyle bir noktaya varmıştı ki
örneğin çocuk kitapları yazarı, edebiyatçı Korney Çukovski, Stalin’e yazdığı mektupta,
yankesicilik yapan veya örneğin hayvanat bahçesinde maymunların gözüne kum atan
on yaşındaki çocukların hapse atılmalarını öneriyordu:
“Onları eğitmek ve değiştirmek için
sert askeri rejime sahip çalışma ve eğitim kampları kurmak zorunludur, bunların
azami sayıda olması gerekir… Bu tür ıslah kolonileri olursa, her okulda titiz
bir ayıklama yapılabilir ve buralar, sosyal açıdan tehlikeli çocuklardan
arındırılır.” (Stalin, İktidarın Zirvesinde, sf: 154)
Bu
çocuk yazarı Çukovski, söz konusu kamplara hangi çocukların gönderileceklerini
de yazmıştı. Tarihçi Y. Yemelyanov’a göre bu ‘patalojik bir istisna’
sayılamazdı ve o dönemde bu mektubun altına imza atmaya hazır çok sayıda kişi
vardı. Artık partinin sıradan üyeleri birbirini suçlamaya başlamış, eskiden
toplantı ve mitinglerde Llyord George ve Chamberlain’ı lanetleyen halk, şimdi
‘halk düşmanlarını’ lanetliyor olmuştu. Bu koşullarda aday olmak ve serbest
propaganda yapmak büyük tehlikeydi. Çünkü böyle bir ortamda şüpheler, iftiralar,
suçlamalar, yalanlar ve patalojik kana susamışlık ön plana çıkacak, büyük
olasılıkla siyasi ihtilaflarla alakası olmayan apaçık bir hesaplaşma
yaşanacaktı. Stalin ve dar grubu ülkede gittikçe artan ve giderek çığ gibi
büyüyen şiddet ve kıyım furyasının kontrolden çıktığını fark ettiklerinde artık
ipin ucu kaçmıştı. Partinin üst düzey üye ve yöneticileriyle ilgili hüküm ve
kararlar zirvenin onayına tabiyse de, alt kademelerde ve taşradaki kararlar
zirveden onay beklenmeksizin alınıyordu:
“Rıbin’in yazdığına göre, 1937-1938’de
tasfiye edilenlerle ilgili soruşturma ve yargılama dosyaları daha sonra
inceleme altına alındığı zaman, birçok belgede Stalin, Molotov ya da
Voroşilov’un onay veya imzalarının olmadığı ortaya çıkmıştı.” (sf: 154)
Vyaçeslav Molotov ve Joseph Stalin |
Ve
dar yönetim geri adım attı. Çok sayıda köylüye daha yeni tanınmış seçme seçilme
hakkı tekrar feshedildi. Bu arada partokrasiyi hizaya getirmek ve dizginlemek
için önce tavizler verilmiş, sınırsız yetkiler tanınmış, sonra ise aşırı sert
cezalar verilerek birbiriyle çelişik iki girişimde bulunulmuş ama buna rağmen
hiçbir sonuç alınamamıştı. Ayrıca dar yönetimin otoritesi güç geçtikçe
zayıflıyor, yanı sıra kendi içinde de çatlaklar ortaya çıkıyordu.
11
Ekim 1937 akşamı Politbüro toplandı ve bu toplantıda Politbüroyu oluşturan 9
üyenin en az beşinin red oyuyla çok adaylı seçim reddedildi. Bu beş kişinin
Voroşilov, Kaganoviç, Kosior, Mikoyan ve Çubar olduğu tahmin edilmektedir.
Herşeye rağmen Stalin ve Molotov hâlâ çok adaylı sistemden yanaydılar. Ayrıca
parti dışı adaylar için başlangıçta düşünülen %40 kota, %20’ye düşürülmüş,
toplumsal örgüt, dernek veya cemiyetlerin serbestçe aday koyması ve seçimlerde
rekabeti öngören bütün husus ve kurallar karar tasarısından çıkarılmıştı.
Partokrasi neredeyse intihar edercesine sonuna kadar muhalefet ederek
istediğini almış, eski siyasi sistemin neredeyse hiç değişmeden kalmasını
sağlamıştı. Stalin grubunun Sovyetler Birliği’nin siyasi sisteminde reform
yapma girişimleri böylece başarısızlıkla sona erdi.
Eğer
Stalin ve destekçileri düşündükleri siyasal reformları tamamlayabilmiş
olsalardı, muhtemelen SSCB siyasal liderlerini seçme konusunda daha iyi bir
sisteme sahip olacak ve çok büyük bir olasılıkla Hruşçov, Gorbaçov ve
benzerlerinin iktidara gelmesine imkan verilmeyecekti. Stalin’in alternatif
adaylar düşüncesinden kalan tek miras, Sovyetler Birliği’nde, 1991’de varlığı
sona erene kadar, yapılan her seçimde, kullanılan her oy pusulasının üst
kısmında yer alan bir ibaredir: ‘Oy pusulasından geriye kalanların hepsini
silerek, oy verdiğiniz TEK BİR adayın adını bırakın’ Söz konusu seçimlerde
zaten TEK BİR aday olduğu için bu ibarenin pratikte bir anlamı yoktu; ibare, oy
verenlerin, ilkesel olarak, birden çok aday arasından da seçim
yapabileceklerini hatırlatıyordu…
Not: Bu çalışma ilk olarak https://gorus21.com/ sitesinde yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.