Mahmut Boyuneğmez
Marksizm,
insanlık tarihindeki büyük bir dönüşümün, Marx’ın deyimiyle “tarih öncesi”nden
komünizme doğru gerçekleşen devrimin teorik kavranışıdır. Bu teorik kavrayış,
tarihsel bir özne olan işçi sınıfının mücadelesiyle birleşir ve örtüşür.
Komünizm ve tarihsel materyalizm, tarihsel gerçekliğin ürettiği realist
ideolojiler olarak, Marksist toplum bilimsel incelemelerin dokusunda bulunur.
Bu realist ideolojiler, Marksizm’in teorik açıklayıcı gücünün oluşumunda önemlidir.
Marksizm,
komünizme doğru giden tarihsel devrimci sürecin ürünü olduğundan, bu yönde
değişim eğilimi taşıyan mevcut toplumsal dünyayı, realist biçimde/bilimsel
açıdan kavrayabilme olanağı sunar. Marksizm, mevcut toplumsal dünyayı realist
biçimde kavramayı sağladığı için ve toplumsal dünya Marksizm’le kavranabildiği
ölçüde, bu dünyanın eğilimleri saptanabilir, geleceğe ilişkin sınanabilen
devrimci projeksiyonlar üretilir. Kapitalist toplumu dönüştürme mücadelesinin,
bu tarihsel eylemin bilinçli/teorik kavranışı olan Marksizm, bilimsel realizmin
yanı sıra, materyalizmle felsefi ve komünizmle siyasal realizme de sahip bir
görüştür.
İnsan
bilincinin dışında, ondan bağımsız bir gerçeklik vardır. İnsan aklının
gerçekliği doğrulukla kavraması, var olanı, kavradığı oranda değiştirmesi ve
denetim altına alması mümkündür. Doğru ve realist kavrayışı gösteren kriter,
gerçekliği değiştirebilmek ve gerçeklik üzerinde egemen olmaktır. Bu
düşünceler, felsefi realizmi oluşturur. Gerçekliğin maddesel olduğu tezi materyalizme
aittir. Materyalizm, felsefi realizmdir. Marksizm’in felsefesi materyalizmdir.
Marksizm siyasal ve bilimsel bir realizme de sahiptir. Bu son tez, ideolojiler
alanında yapılacak kısa bir “gezinti”yle açımlanabilir.
Realist ve metafizik ideolojiler
İdeolojileri,
realist ve metafizik ideolojiler olmak üzere iki kategoride sınıflandırmak
mümkün ve gereklidir.[1]
Bilimsel düşünceler ile ideolojileri, iki karşıt kutba yerleştirmekse sağlıklı
değildir. Bilimsel düşünceler, realisttir. Realist ideolojiler, gerçekliğin
çarpık ya da “baş aşağı” algılamasını sağlamaz. Bu işlev, metafizik
ideolojilere aittir.
Bilim ve
komünist ideoloji, gerçekleştirilebilir düşünceler içerir. Bilimsel faaliyet,
devrimcidir; dünyamızı değiştirir-dönüştürür. Komünizm, siyasal ve toplumsal
devrimle gerçekleşir. İçeriği gerçekleştirilebilir ve dönüştürücü olan
düşünceler, realist niteliktedir.
Komünizm,
devrimci/ilerici bir ideolojidir ve toplumsal temel çelişkinin aşılması
yönündeki nesnel eğilimin ürünüdür. Komünizm, mevcut durumun dönüştürülmesini,
olanaklı olana/olması gerekene doğru ilerlemeyi savunduğundan, sınıflar arası
çelişkinin ortadan kaldırılmasına doğru yönelen tarihin yönüyle uyumlu bir
görüştür. Komünistlerin savundukları, gerçekleştirilebilir özelliktedir ve
tarihin sınamasından geçmektedir.
Toplum ve
gelişimi, başka bir ifadeyle insanlık tarihi, tıpkı doğa gibi bilimsel olarak
kavranabilirdir. Doğa bilimleriyle gerçeklikteki nedensel mekanizmalar, nesnel
yasalar, düşünce ve eylemle kavranır. Bu yasalara dayanarak öngörülerde/kestirimlerde
bulunulur. Gerçekliğin tarih ve toplum düzeyinde de, yine düşünsel ve eylemli
bir çabayla, toplumsal mekanizmalar ve eğilimler kavranır; çağımızın verileri
üzerinden sosyalist devrime ve komünist topluma dair öngörülere sahip olunur.
Marksizm’in doğuşuyla birlikte, komünizm artık, insanlık için, bir ütopya
değildir. Marksizm, ütopik değil, realist bir görüştür.
Doğaya
egemen olmakla, doğanın yasalarına tabi olmak arasında, bilimsel pratikler
içerisinde oluşan karşıtlık, karşıtlığın ilk ve ilerletici yönünün kalıcı
olmayan galibiyetiyle kısmen aşılır. Bu durum, tüm toplumsal pratikler için de
geçerlidir. İnsanlar, tarihin/toplumun yasalarına bağlıdır ve onlar üzerinde
toplumsal süreçler belirleyicidir. Aynı anda, toplumsal süreçlerin ve toplumun
işleyiş yasalarının yaratıcıları da insanlardır. İnsanların ortaya koydukları
tüm toplumsal pratiklerde, bu pratiklerin ürününe, kendisine ya da bu
pratikleri belirleyen nesnel koşullara ilişkin, biri bunlara bağımlılık, diğeri
bunlar üzerinde egemenlik kurulması yönünde olmak üzere, iki eğilim vardır. Bu
eğilimler arasında gözlenen sürekli bir karşıtlık bulunur. Karşıtlığı oluşturan
eğilim ya da yönler, insanların çeşitli toplumsal pratiklerinde durmadan
yeniden üretilir. Toplumların sınıflara bölünmesi, insanların diğer insanlarla
ve doğayla olan ilişkilerinde ve gerçekleştirdikleri pratiklerde, süreçler ya
da nesneler üzerinde denetim kurmaları önündeki başlıca engeli oluşturur. Bu
durum aynı zamanda tarihsel gelişimin başlıca itici gücüdür. Bu olgu, sınıflı
toplumların temel “çelişki”sidir. Ancak, sınıflar arasındaki karşıtlığın
komünizmde ortadan kalkması, tarihsel/toplumsal süreçlerdeki ve doğa üzerinde
denetim kurma pratiklerindeki tüm engelleri yok etmez. Doğal ya da toplumsal
olsun, çeşitli süreçler, nesneler, mekanizmalar üzerinde egemenlik kurma çabası
bitimsizdir. Başka bir ifadeyle, ne kadar egemen olunursa olunsun, insanların
nesnel doğal ve toplumsal koşullara bağımlılığı yok edilemez. Bu durum, hakim
olunacak mekanizmaların hem genişliğinin hem de derinliğinin sınırsızlığıyla
ilişkilidir. Bu nedenle, realist ideolojiler tarihin her döneminde
geliştirilerek yeniden üretilir ve komünizm döneminde de üretilecektir.
Komünizmle birlikte, metafizik ideolojiler, insanların zihinsel kalıplarının başat
öğesi olmaktan çıkacak ve egemenliği realist ideolojilere bırakacaktır.
Komünizmde, realist ideolojiler insanların zihinsel işleyişinde egemen
olacaktır. Realist ideolojilerin hükümranlıkları komünizmde başat ve ebedi
olacaktır. Doğal ve toplumsal olguların, süreçlerin üzerinde egemenlik
kurulmasına hizmet eden pratiklerde karşılaşılan tıkanıklıklar, sınırlamalar,
insanların zihinlerinde metafizik ideolojilerin üretilmesine gelecekte de
yarayabilir. Ancak, bunlar bir ağırlık ve kalıcılık oluşturmayacak, çeşitli
araç ve kurumlarla öğretilmesi, pekiştirilmesi de gerçekleşmeyecektir.
Komünizmde,
metafizik, toplumsal çelişkilerin algılanmasını engelleyen, statükocu ya da
gerici ideolojiler ortadan kalkacak, realist ve bilimsel düşüncelerin
üretilmesi devam edecektir. Bu süreç, sosyalist devletin sınıfsal baskı
uygulama işlevinin (proletarya diktatörlüğü) zamanla “sönümlenmesi”, sosyalist
demokrasinin gelişerek tüm emekçiler arasında kök salmasıyla ve fakat sosyalist
devletin, ekonominin planlanması, zelzele, kasırga gibi şimdilik önlenemez
görünen felaketlere karşı acil toplumsal savunma/korunma organizasyonunun
oluşturulması, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik, ulaşım vb. hizmetlerin
geliştirilmesi gibi idari/yönetsel işlevlerinin ebedi* olmasıyla birlikte
düşünülebilir. Elbette, dünya sosyalist devrim sürecinde, ülkelerdeki/ülkeler
birliğindeki siyasal ve toplumsal devrim boyunca ve tüm dünyada komünist sistem
hakim oluncaya kadarki süreçte, sosyalist devletin/devletlerin içine,
kadrolarıyla nüfuz etmiş olan komünist partinin/partilerin, metafizik
ideolojilerin oluşumunun engellenmesi ve realist ideolojilerin
geliştirilmesinde, öncü nitelikte bilinçli politikalar izlemesi de gerekir.
Metafizik
ideolojilere gelinirse… Metafizik ideolojiler, toplumsal çelişkilerin
geriletici yanını temsil eder ve işlevleri, insanları çelişkilerin yeniden
üretimine katmaktır. Tüm dinler, ırkçı/faşist fikirler, tarihin akışı
içerisinde toplumsal koşullardaki değişime tepkiyle oluşmuş, muhafaza
edici/gerici (reaksiyoner) düşünceler, metafizik ideolojilerdir.
Metafizik
ideolojiler, “camera obscura”daki görüntü gibi ya da “serap” olayında olduğu
gibi, gerçekliğe ilişkin bir görüntü ya da yansımadır. Metafizik ideolojiler,
gerçekliği olduğu gibi yansıtmaz; bu ideolojilerde, gerçeklik “baş aşağı”
algılanır; gerçekliğin fetişleri ürettiğine değil, fetişlerin gerçeği
belirlediklerine inanılır. Metafizik ideolojiler, gerçekliğin böylesi bir
illüzyonlu (yanılsamalı) algılamasına ve kavrayışına tekabül eder. Metafizik
ideolojilerde, bir liderin, kurt, deve, inek gibi bir hayvanın, Türklük gibi
bir etnik kökenin, haç gibi bir nesnenin, kurgu ürünü bir antitenin
fetişleştirilmesi söz konusudur. Gerçekte öyle olmadığı halde, bunlara güç,
kudret, büyüklük, yaratıcılık, koruyuculuk, tılsım gibi özellikler atfedilir.
Metafizik
ideolojilerin içerdikleri fikirler, hayaller veya düşler gibi test edilebilir,
sınanabilir, gerçekleştirilebilir de değildir. İnsanlar bu tür ideolojilerle
hayatlarına bir yön verebilir, somut faaliyetlerde bulunabilir, politik hareketlere
katılabilir, ancak metafizik ideolojilerinin içeriğini nesnelleştirme
olanakları yoktur. Bu tür ideolojiler, bireyler tarafından duygu, değer,
algılama, kavrayış biçiminde deneyim olarak yaşanır.
Metafizik
ideolojiler, bazı bilimsel bilgiler ya da görüşler, genel yapılarını bozmayan
bazı realist ama tali görüşler içerebilir. Ayrıca, bilim tarihi ve komünist
hareketin mücadele tarihi, bu realist perspektiflerin kapsamına, sonradan
aşılmış da olsa, bazı metafizik ve ütopik fikirlerin girebildiğinin
örnekleriyle doludur. Filojiston görüşü, esir (ether) anlayışı, dünya merkezli
evren anlayışı, bilimsel düşüncenin gelişiminde, metafizik fikirlerin de
benimsenebildiğini gösterir üç örnektir. Bilimsel düşüncelerin ve komünizmin
tarihsel ilk kuruluş ve gelişmelerinde, ilki için simya, astroloji gibi
metafizik yönelimler, ikincisi içinse ütopik/ahlaki komünist anlayışlar gibi,
ütopik eğilimler gözlenmiştir.
Faşist
ideoloji ve dinci ideoloji gibi metafizik ideolojilerin kapsamındaki fikirler,
toplumsal gelişmenin ana yönüyle uyum göstermez; bunlar gerici, statükocu
özelliktedir. Bu ideolojiler, metafizik, gerçekleştirilebilir olmayan fikirler
barındırır. Örneğin, arı bir şeriat düzeni ya da bir turan devleti kurma ülküsü
gibi… Ancak, değişen toplumsal koşullarla birlikte dönemin diğer değer ve
fikirleriyle eklemlenir, arılıklarını yitirirler. Bu metafizik ideolojiler,
egemen sınıfların mevcut düzeni sürdürmelerine, kısacası statükoya hizmet eder.
Bunlar, doğru bir adlandırmayla “muhafazakar”dır. Olması gereken/olanaklı olan
toplumsal durum ile mevcut olumsuz durum arasında var olan karşıtlıkta, birçok
mekanizmayla olumsuzlukların ve mevcut “olumsuz” durumun yeniden üretimine
hizmet eden “muhafazakar” ideolojilerin, toplumsal dönüşüm dönemlerinde, gerici
yüzü belirginleşir. Gerici/tutucu ideolojilerin, fikirler yanı sıra, bu
fikirlere eklemlenen kendilerine has duygu ve davranış kalıpları da vardır.
İdeolojiler
sistemleştirilmiş düşünce ve fikirler içerir. Ancak ideolojiler, fikirlerin
bu organizasyon sürecinden önce, insanların zihninde, algı, duyum, tasarım,
soyut düşünce motifleri olarak üretilir. Bu nedenle, insanların toplumsal
dünyasında her spesifik ideoloji, sınıflandırılıp incelenebilecek olan, belirli
duygu, algı, düşünce ve davranış kalıplarına sahiptir.
Psikoloji
bilim dalının yazınında, metafizik ideolojilerden biri olan dinin, bireysel
psikolojik süreçlerle olan bağı üzerinde durulmuştur. Zihinsel “homeostazis”i
(dengeyi) sağlamak için bireylerin rutin olarak baş vurduğu “benliğin savunma
düzenekleri”nden bazıları, bireylerin, dinlere has duygu, davranış, algı ve
düşünce kalıplarının oluşumunda saptanabilir. Bunlar arasında, bastırma
(repression, refoulement), yadsıma (inkar, denial), yansıtma (projection),
içe-atım (introjection), çözülme (dissociation), yer değiştirme (displacement),
kendine yöneltme (turning toward one's self), akla uygunlaştırma
(rationalization), karşıt-tepki kurma (reaction-formation), somutlaştırma
(concretization), yapıp-bozma (undoing), düş kurma (fantasy-formation, day-dreaming)
ve özdeşim (identification)[2]
düzeneği yer alır. Din ideolojisi kapsamında bu düzeneklerin yürürlükte olduğu
zihinsel ve davranışsal kalıplardan bazıları şunlardır: Tövbe etme, dua etme,
günah çıkarma yoluyla bastırılmış dürtüleri rahatlatma (“tövbe estağfurullah”
yinelemesi); harem-selamlık ayrımıyla, kadınların olduğu yere erkeklerin
girmemesiyle açığa vurulan, cinsel dürtünün bastırılması; günahı şeytanın işi
sayarak ona yansıtma, kendini ahlaklı sayıp başkalarını ahlaksız sayma ve sık
sık ahlakın bozulduğundan dem vurma; kişilerin büyülenmiş olduğuna, cin
çarptığına içe-atımla inanma; zikir ayininde kişiliğinden çözülerek transa
geçme, günah işleyip bunu unutma; “ezen”den duyulan korkunun tanrı korkusuyla
yer değiştirmesi; namaz, abdest, dua, tespih çekme gibi yer değiştirmenin
gözlendiği obsessif-kompülsif davranışlar; dürtülerini doyuramadığında ve
nefsin engellerle karşılaşması durumunda, perhiz, oruç gibi nefsi terbiye etme
yollarına başvurulması; kader/alın yazısı gibi akla uygunlaştırıcı inanışlar;
günahkar insanın karşıt tepki kurarak sofu/ahlaklı görünmesi; kin duyulduğu,
“ezenden” nefret edildiği halde ona yönelik karşıt-tepkiyle “bir yanığına
vurulduğunda öteki yanağını çevir” fikrine inanılması ve öyle davranılması;
belirsizliğin getirdiği kaygıyı, korkuları nesnelerde somutlaştırarak,
totemlerle, nazar boncuğuyla, haçla savuşturma vb...
Yine
örneğin Osmanlı İmparatorluğu çözülürken yükselen turancı/milliyetçi akımların
mikro düzeydeki temelinde ve oluşumunda, değişen koşullara karşı direnme, gelen
yeniliklerin yaşam şartlarında oluşturacağı değişimle yaşanacak sefilleşmeye
tepki, geçmiş mutlu günlere duyulan özlem gibi bireysel ölçekte cereyan eden
psikolojik süreçler gözlenebilir.
Metafizik
ideolojilerin doktrinleşmiş düzeyinde, pratikte rutinleşmiş kalıplar haline
gelen, bütün bu zihinsel ve davranışsal motifler, ideologlar (teolog, tarikat
şeyhi, vaiz, piskopos, idealist filozof vb.) tarafından soyutlanır,
genelleştirilir ve sistemli hale getirilir.
Realist
ideolojik motiflerin ya da kalıpların oluşumundaysa, çalışma merakı, bilme ve
öğrenme tutkusu, toplum için yararlı uğraşlara yönelme gibi yüceleştirme
(sublimation) örnekleri; mevcut sorunları gidermeye dönük somut düşünme ve
pratik yönelim, deneycilik ve yanılgılardan ders çıkarma; saf ve kendiliğinden
materyalistçe bir tutum olan basit neden-sonuç ilişkileri kurma; sorgulama,
şüphecilik gibi psikolojik mekanizmaların ve özelliklerin etkili olduğu
görülür.
Egemen
sınıfların gözünde sefalet koşullarındaki insanların ihtiyacı olduğu ölçüde lüzumlu
görülen din ve milliyetçilik gibi metafizik ideolojiler, halkın
“acısını/inlemesini” dindiren, palyatif “afyon” tedavisi işlevini yerine
getirmekteyse, buna karşıt olarak, komünizm ve bilim, doğal ve toplumsal
imkanların tüm insanların hizmetine sunulması ve toplumsal “ezikliğin/yaranın”
radikal tedavisi işlevini temsil etmektedir. Dünyada genel toplumsal
pratiklerin getirdiği tahribatlara karşı, neredeyse her gün kimi bireylerin
yeni mikro dinler hayal edip tasarladığı ve çeşitli tarikatlar kurduğu bilinen
bir gerçekse, realist ideolojilerin de, ancak kolektif çabalarla ve spesifik
pratikler dolayımıyla geliştirilebildiği ortadadır. Komünist ideolojik
mücadelede, insanların günlük realist kalıplarına yönelip, onların oluşum
mekanizmalarının harekete geçirilmesi, onlarla ilişkilenilmesi de önemlidir.
“Gezinti”yi
burada sonlandırabilir ve vurgulayabiliriz; Marksizm bünyesindeki felsefi,
bilimsel ve siyasal realizm nedeniyle, realist bir görüştür.
Marksizm’in bütünselliği
Marksizm ne
tek başına bilim (tarih ya da toplum bilimi), ne de tek başına felsefi (tarih
felsefesi) bir ideoloji olarak nitelenebilir. Marksizm, tek başına ve basitçe
bir siyaset teorisine de indirgenemez. Marksizm, bilimsel, felsefi
(materyalizm) ve siyasal değerlendirmeler içeren sistemli bir yapıya sahiptir.
Bu teorik sistem, yeni siyasal deneyimler ve yapılan bilimsel incelemeler
üzerinden geliştirilerek yeniden üretilmektedir. Marksizm, tarihsel
gelişmelerle birlikte yeniden üretilen, devrimci bir teoridir. Marksizm,
geçerliliğini yitirmiş, anakronik bir doktrin değildir; bunun kanıtı günümüzün
ve geleceğin tarihindedir. Bilimsel düşünceler ve komünizm, gerçekliği, onu
dönüştürecek tarzda açıklamamıza izin veren realist anlayışlardır. Materyalizm,
felsefi realizmdir. Materyalizm, bilimsel düşüncelerle ve komünizmle uyumludur.
Marksizm, komünist-materyalist perspektife ve bilimsel düşüncelere sahip olan,
realist bir görüştür. Birbiriyle uyumlu ve birbirini tümleyen bu anlayışların
bütünsel bir yapılanması olan Marksizm, tarihsel hareketin içerisinde
geliştirilen ve bu değişim/dönüşüm hareketine katılan bir teoridir.
Yaşadığımız
dönemde sosyalist devrim mücadelesinde kullanılan bu teori, tarihin komünizm
döneminde de, insanlığın biriktire geldiği realist ideolojilere katkısı
oranında yürürlükte olacaktır. Tarihin hiçbir döneminde mutlak katılıkta ve
değişmez nitelikte düşünceler/ideolojiler yoktur. Ancak, bazı düşüncelerin
“evrensel” nitelikte olduğu ve bin yılları aşan bir kalıcılığa sahip olduğu
dikkatlerden kaçmamalıdır. Örneğin Aristo’nun ortaya koyduğu mantığın günümüzde
hala geçerliliğini koruduğu açıktır (buna itiraz edenlerin, bu mantığın
kullanım alanını yeterince bilmedikleri söylenebilir). Komünizmde, eşitlik
düşüncesinin hep yeniden ve yeniden üretilmesi; materyalizmin kitlesel biçimde
benimsenmesi; üretim, planlama ve çeşitli toplumsal hizmetlerin organizasyonu
gibi faaliyetlerin gerçekleştirilmesi söz konusu olacaksa, Marksizm’in bu
alanlara katkısı geleceğe miras kalacaktır. Gelecekte toplum bilim, iktisat
bilimi, komünist düşünceler ve materyalist felsefe var olacaksa, bu alanlara
yaptığı katkı oranında Marksizm’in bazı önermeleri de, geliştirilmiş halleriyle
ve gelecekteki toplumsal yapıyla uyumlu bir biçimde yeniden üretilerek
yaşatılacaktır. Komünizmin nihai aşamasında örneğin sınıflar arasındaki
mücadeleden, Leninist öncülükten bahsedilmeyecektir, fakat örneğin “toplumsal
bilinci belirleyen toplumsal varlıktır” önermesi geçerliliğini korumaya devam
edecektir. Komünizmde, Aristoteles’in, Hegel’in, Marx’ın eserleri okullarda
okutulacaktır, ama toplumsal yaşamda egemen olan düşünceler, “realist”
ideolojiler olacaktır.
Marksist
teorik sistemin pedagojik amaçlarla bileşenlerine ayrılması olumsuz sonuçlar
doğurmaktadır. Pedagojik amaçla yazılmış el kitaplarında, Marksizm’i didaktik-şematik
bir tarzla öğretelim denirken, sistemin “organik bütünlüğü”[3]
bozulmaktadır. Bu kitaplarda çoğunlukla gözlenen ve tümüyle reddedilmesi
gereken bir yaklaşım biçimi bulunur. Bu yaklaşım biçiminde, tarihsel
materyalizm ile diyalektik materyalizm arasına “Çin seddinin” örüldüğü
gözlenir. Oysa materyalizm, bütünlüklü bir ideoloji olarak görülmelidir.
Ayrıca, tarih ve toplum alanında Marksist bakışla yapılacak somut konulu
araştırmalarda, ortaya çıkan yazılı ürünün, bilimsel inceleme, felsefi yorumlama
ya da siyasal değerlendirme yönlerinden biri ön planda olabilir; yazar
bunlardan birine ağırlık verebilir. Ancak toplum bilimsel değerlendirmelerin
her zaman, belirli bir felsefi ve siyasal perspektif taşıdıkları dikkatlerden
kaçmamalıdır. Bu durum elbette Marksist toplum bilimsel incelemeler için de
geçerlidir.
Marksizm bir
dünya görüşü olarak sunulduğunda, bu çaba genellikle “Marksizm’in üç kaynağı”
formülü etrafında yapılandırılır. Bu formülün Engels’in Anti-Dühring’teki
(1876-1878) izah tarzından doğduğu belirtilir. Kautsky, bu şemayı 1907’de, Marksizm’in
Üç Kaynağı. Marx’ın Tarihsel Eseri adlı konferansında sistemleştirir.[4]
Lenin’in bu formülü, 1913’de Üç Kaynak ve Marksizm’in Üç Kurucu Parçası
adlı yazısında yeniden ele aldığı bilinir. Lenin burada, Marksizm’in
gelişiminde önemli olan üç kaynağı; İngiliz siyasal iktisadı, Almanya’daki
felsefi birikim ve Fransız sosyalizmi olarak saptar.[5]
Marksizm bu kaynakların değerlendirilip eleştirilmesiyle geliştirilirse de, bu
eleştiri ve değerlendirme üzerinden varılan sonuçların eklektik bir toplamı
değildir. Marksizm, bu kaynakların birbirleriyle ilişkilendirilmeden ayrı ayrı
değerlendirilmesi, her bir kaynaktaki verilerden yola çıkılarak birbirlerinden
bağımsız soyutlamalar yapılmasıyla geliştirilmez. Marksizm, bu üç kurucu ekolün
tarihsel eleştirisiyle, tarihsel açıdan kapsanarak aşılmasının olanaklı
duruma gelmesiyle doğar. Marksizm, siyasal iktisat, siyasal inceleme, tarihsel
materyalist anlayış, diyalektik mantık gibi birbirinden bağımsız bileşenlere ya
da alanlara ayrılamaz. Çünkü bu alanlar onun yapısında sistemli bir örüntüyle
girifttir.[6]
Marksist dünya görüşü, dokusundaki unsurların örüntüsüyle oluşan bütünlüklü bir
teorik sistemdir. Bu bileşenler birbirlerinden ayırt edilebilir, ancak anlam
kaybına uğramadan bütünüyle ayrı alanlar olarak yapılandırılamaz.
Bu nedenle
tarihsel materyalizme dair öne sürülen, “değişik teorik kökenlerden ve farklı
disiplinlerden alınan öğeleri daha üst bir teoride bir araya getirme
girişiminden kaynaklanan sorunlar mevcuttur” yaklaşımı kabul edilemez. Başka
bir ifadeyle söylenecek olursa, “farklı teorik kıyıların Marx’ın düşüncesinde
bir araya geldiği geniş ölçüde kabul edilmekte, ancak bu durumun gerilim ve
belirsizliklere kaynaklık ettiği gerçeğine çoğunlukla gereken önem verilmemektedir”[7]
değerlendirmesi sağlıklı değildir. Bahsedilen gerilim ve belirsizlikler, ancak
aplike, eklektik şekilde bir araya getirme ya da toparlama yapıldığında
mümkündür. Ancak elbette her yazarın çeşitli yazıları arasında, hatta tek bir
incelemesi içerisinde, tali önemde tutarsızlıklar ve belirsizlikler
saptanabilir, hatta aynı konuda birbirinden farklı ama birbirini tamamlayan
yaklaşımları bulunabilir. Marksizm, tarihte koşulları oluşan ve bunun sonucunda
yapılabilen bir teorik sentezin adıdır. Marksizm’i oluşturan unsurların
birbirini tümlediği ve birbirleriyle uyumlu oldukları görülmelidir.
Marksizm’in
bileşeni olduğu düşünülen alanların, 1848’den sonra Marx ve Engels’in
yazdıkları ayrı ayrı eserlerde somutlaştırılmış olması, Marksizm’in bütünsel
yapısını bozmaz. Burada yalnızca ihtiyaçların koşullamasıyla, farklı
değerlendirme alanlarından birinin üzerinde durularak geliştirilmesi söz
konusudur. Marx ve Engels’in düşünsel gelişiminde, her üç bileşendeki ya da
kurucu parçadaki birikimde belirgin sıçramaların olduğundan da bahsedilebilir.
1843-46 yılları arasında tarihsel materyalizmin temel bazı yaklaşımlarının
kurulmasıyla felsefede, 1847-52 yılları arasında yapılan siyasal incelemelerle
(Komünist Manifesto (KM), Fransa’da Sınıf Savaşımları, 18 Brumaire, Almanya’da Devrim ve
Karşı-Devrim) ve 1871 Paris Komünü’nün değerlendirilmesiyle (Fransa’da İç Savaş) siyasal teoride, Kapital’le siyasal iktisatta ve toplum
biliminde belirgin ilerlemeler gözlenir. Ancak “tarihsel materyalizm” adı
verilen perspektifin kuruluşuyla birlikte, Marx ve Engels’in daha sonraki bütün
incelemeleri, bu perspektifle üretilip geliştirilir. Tarihsel materyalist
anlayış, Marksizm’in bileşenlerindeki ya da ayırt edilebilir teorik
alanlarındaki somut incelemeler geliştirilirken yön verici olur ve bu
alanlardaki gelişmelerle daha da zenginleştirilir. Marx ve Engels, tarihsel
materyalist anlayışı oluşturduktan sonra, tüm yaşamları boyunca bu perspektifi,
komünist siyasal görüşlerinden ve bilimsel incelemelerinden ayırmaz.
“Tarihsel diyalektik materyalizm”
Marksizm’in
kapsamını, tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizmle sınırlamak sağlıklı
değildir. Marksizm’in bilimsel boyutunu tarihsel materyalizmin, felsefi
boyutunuysa diyalektik materyalizmin oluşturduğunu sanmak hatalıdır.
Materyalizmi “tarihsel” ve “diyalektik” nitelemeleriyle iki farklı kategoriye
ayırmak da uygun değildir.
“Tarihsel
materyalizm” ya da “materyalist tarih anlayışı” adlandırmasını Engels yapar.
Ancak elbette, Alman İdeolojisi (Aİ)’nde
Marx’la birlikte yaptıkları değerlendirmeleri, toplum bilimsel incelemeler için
oluşturdukları paradigmatik çerçeveyi, “tarih anlayışı” olarak nitelerler.[8]
“Diyalektik materyalizm” kavramlaştırmasıysa, Marx ve Engels’te yoktur. Bu
terim, 18. yüzyıl “metafizik materyalizm”leriyle, Hegel’in “diyalektik
idealizm”i göz önüne alınarak, Plehanov tarafından “Marx’ın felsefesinin en
uygun adlandırması olarak” görülür ve 1894 yılında ortaya atılır.[9]
Bize göre,
gerçeklik tektir. Gerçeklik, farklı organizasyon düzeyleri ya da katmanlardan[10]
oluşan, her birinde farklı yasaların hüküm sürdüğü bir bütünlüktür. Gerçekliğin
her bir düzeyinde farklı nitelikte yasalar ve işleyiş mekanizmaları bulunur.
Oluşan bütünlükte, düzeyler, birlikte varoluş gösterir. Düzeyler arasında
etkileşim vardır. Kimya, fizik, biyoloji, toplum bilim, psikoloji gibi farklı
bilim alanlarının inceleme konusu olan gerçekliğin farklı organizasyon
düzeylerinde, birbirine tümüyle
indirgenemeyen ancak birbirine zemin oluşturan/yaslanan ve metafizik hiçbir
kavrama ihtiyaç duyulmadan açıklanabilen süreçler, mekanizmalar, yasalar hüküm
sürer. Farklı düzlemler içeren gerçekliğin etkileşimli ve eşitsiz gelişimi,
“tarih”i oluşturur. “Tarih”teki başka bir deyişle gerçekliğin gelişimindeki
evrelerin sahip olduğu genel nitelikleri, bu evrelerin oluşturduğu değişik
katmanların içerdiği temel mekanizmaları, katmanların birlikte uyumlu
varoluşunu ve aralarındaki etkileşimi, bilimsel bulgular üzerinden yorumlamak felsefenin işidir. Elbette
insanlar, spesifik bir pratik üzerinden, bir anlamda bilimle de, evreni
zihinlerinde yorumlar. Felsefi düşünsel etkinlikse, bilimsel pratiğin doğrudan
ürünü değildir. Yine de bilimsel bulguların değerlendirilmesi felsefenin
alanına girmektedir. Bu felsefi değerlendirme materyalist yaklaşımla
yapıldığında, “tarihsel diyalektik materyalizm” olarak adlandırılabilir.
“Tarihsel diyalektik materyalizm”, gerçekliğin farklı katmanlarını araştıran, doğa ve insanlara ilişkin
süreçleri inceleyen bilim
dallarının bulgularının yorumlanmasıyla yeniden üretilir.
Tarihsel materyalizm,
tarih ya da toplum bilim incelemesi değildir. Diyalektik materyalizm de, tek
başına, doğadaki süreçlerin materyalist bir yorumuna indirgenemez. Doğanın ve
toplumun farklı yasaları vardır; ancak doğal ve toplumsal süreçlerin işleyiş ve
gelişim mekanizmalarında, süreçler ve süreçleri oluşturan eğilimler arasındaki
ilişkilerde, etkileşimlerde ortak özellikler saptanabilir. Diyalektik mantık,
bilimsel yasalar türünden “evrensel” ve genel “yasa”lar içermez. Gerçekliğin
farklı gelişim evrelerinin ve katmanlarının incelenmesi ve yasalarının
soyutlanması, ayrı bilim dallarının alanına girmektedir. “Tarihsel diyalektik
materyalizm”, bilim dallarının yaslandığı ve oluşturduğu genel paradigmatik
kavramları ve ilkeleri içerir.
Tarihsel
materyalizm, spekülatif bir felsefi sistem değildir; toplum bilimsel ve siyasal
incelemelere “kılavuz” olan felsefi bir perspektif, felsefi bir paradigmadır.
Felsefe, bir entelektüel uğraşı alanı, fikir jimnastiği yapılacak spekülatif
bir alan ya da Feuerbach’ın deyimiyle “geviş getirilecek” bir düşünme alanı
olarak görülmemelidir. Felsefe fuzuli bir düşünsel uğraşı sayılamaz. Felsefi
perspektifimiz, “yaşam felsefemiz”in, dünya görüşümüzün oluşumuna katılan bir
unsurdur. Marksizm, bir felsefe çeşidi, örneğin bir tür tarih felsefesi
değildir, fakat felsefi perspektifsiz de değildir. Ayrıca materyalizm, komünist
ideolojiden ayırt edilebilir, ancak ondan tümüyle ayrılamaz. Tutarlı bir
materyalist, toplumsal konularda ilerici, komünist bakışa ulaşma olanağına
sahiptir. Tersine, bir komünistse her zaman, materyalist perspektife sahip
olmak durumundadır.
Diyalektik
ilkelerin pedagojik amaçlı el kitaplarında soyut şablonlarla öğretilmesi ve
bunların, süreçlerden, süreçlerin oluşturduğu gelişimden soyutlanması yoluna
gidilmeyip, örnek verilen bazı olaylar üzerinden işlenmesi, didaktik-şematik
bir pedagojik tarz oluşturmaktadır. Sol harekette, didaktik-şematik tarzın
başat olduğu bir eğitsel formasyon ya da teorik donanım edinen bir çok
okuyucunun, akıl yürütme yetisindeki ve yaptığı incelemelerdeki sığlığın bir
nedeni bu olabilir. El kitaplarındaki sorun, diyalektik kavramların ve
ilkelerin soyut biçimleriyle sunulmuş olmasında değildir; diyalektik mantığın
soyutlanmış biçimiyle anlatılması sırasında, içerikten bir ölçüde
ayrıştırılarak ele alınması kaçınılmazdır. Ancak kavramlar ve ilkeler,
spekülatif-metafizik bir biçime kavuşturulmamalıdır.[11]
Diyalektik mantığın, tümüyle ayrı bir teorik bölmeyi, bilgi alanını oluşturduğu
şeklinde bir illüzyon yaratılmamalıdır. Sorun, diyalektik ilke ve kavramların
anlamlarına dair derinlikli bir kavrayışın olmaması ve oluşturulamamasıdır.
Diyalektik materyalizmin ne olduğunu öğretme niyetiyle yazılmış el
kitaplarında, verilen örnekler tekil olaylardan ibaret olunca, ortaya çiğ bir
yorum çıkmaktadır. “Nicelikten niteliğe geçiş”, “karşıtların çelişkili birliği”
gibi ilkeler her sürece uygulanacak, süreçleri her yönüyle ve yeterince
açıklayabilen ilkeler değildir. Bunların süreçler incelenirken göz önünde
tutulması ve nedensellik, belirlenimcilik/determinizm, zorunluluk, olasılık,
beliriş (imergence), ilerleme ve yeniden üretim mekanizmaları
(çelişki/karşıtlık, potansiyelizasyon/inhibisyon, sinerjistik etki, pozitif ve
negatif geri-besleme vb.), bütünlük (totality), eşitsiz gelişme gibi birçok
kavram ve ilkeyle birlikte düşünülmesi gerekir.
Diyalektik,
gerçeğin ve gerçeğin gelişiminin incelenmesinden çıkarılan bir mantık türüdür.
Başka bir ifadeyle, diyalektik mantık, doğanın, tarihin ve düşüncelerin işleyiş
ve gelişiminde gözlenir. Bu mantığın biçimsel olarak kavranması ve günümüzde
bilimsel bilgilerin ulaştığı kapsamla zenginleştirilmesi mümkündür. Diyalektik
mantık, ne Marksist teorinin bir “süsü” olarak görülmeli, ne de formel mantıkla
uyuşmadığı iddia edilerek mantıklı düşünmeye engel olacak bir akıl yürütme yolu
sayılmalıdır. Yine o, anlamını hiç kimsenin kavrayamadığı bir “fuzuli” felsefi
fikir jimnastiği alanı da değildir. “Diyalektik”, “diyalektik yöntem”,
“diyalektik mantık” kelimelerinin sıkça kullanıldığı, ancak bunların ne
olduğunun açıkça belirtilmediği, içerik olarak ortaya koyulmadığı, sadece bazı
belirli kavramları kullanarak bir tür spekülatif lafazanlığın yapıldığı yazım
biçiminden uzak durulmalıdır.
Althusser karşıtı tezler
Toplumun ve
tarihin bilimsel incelemesi, belirli bir siyasal-felsefi bakış açısıyla
yapılır; “(...) sınıf çatışması temeline dayanan bir toplumda, ‘tarafsız’
toplumsal bilim yoktur.”[12]
Toplum bilim alanında bilimsel incelemeler yapılırken, mutlaka bir ideolojik
bakış açısı kullanımdadır. Felsefi-siyasal bir perspektif, toplum bilimsel
incelemelerin dokusundadır. Marksist toplum bilimsel ve siyasal incelemelerdeki
ideolojik perspektif, tarihsel materyalizm ve komünist ideolojidir. Tarihsel
materyalizm, komünist siyasal perspektife açılır.
Marksizm’in
kuruluşu, 1848 öncesinde tarihsel materyalist anlayışın sentezlenmesiyle
birlikte başlar. 1848’den sonraki siyasal ve bilimsel ayrıntılı incelemelerde,
bir paradigma ya da anlamlandırıcı bir perspektif olarak kullanılan tarihsel
materyalizm, yapılan çalışmalar üzerinden daha da zenginleşir. Tarihsel
materyalizmin, Marx ve Engels’in siyasal değerlendirmelerinde paradigmatik bir
çerçeve oluşturduğunu gözlemek mümkündür. Örneğin Marx ve Engels, 1848
Devrimleri değerlendirmesini, 1871 Paris Komünü deneyimi incelemesini, tarihsel
materyalist bir perspektifle yapar. Bu siyasal incelemelerdeki tarihsel
materyalist bakış açısı, komünist politik perspektiften ayrılmaz. Marx,
bilimsel incelemelerini de, belirli bir siyasal-felsefi perspektifle yapar.
Kapitalist üretim tarzı incelenirken, komünist-tarihsel materyalist perspektif
yine yürürlüktedir.
Althusser’in Marksizm’in oluşumuna dair öne sürdüğü
yorumda, şu şekilde bir saptama yer alır:
“Marx’ın eserinde açık seçik bir ‘epistemolojik kopuş’, bizzat Marx’ın gösterdiği noktada, eski
felsefi (ideolojik) bilincini eleştirdiği ve sağlığında yayınlanmamış eserde
görülür: Alman İdeolojisi. Bu eserin
ancak birkaç cümlesi olan Feuerbach
Üzerine Tezler, bu kopuşun önceki uç sınırını belirtir; burası, eski
bilinçte ve eski dilde, yani kaçınılmaz
olarak istikrarsız ve anlamı belirsiz kavram ve formüller içinde, yeni
teorik bilincin delik açtığı noktadır.
Bu ‘epistemolojik kopuş’, birbirinden ayrı ve teorik iki disiplini birlikte içerir. Marx,
tarih teorisini (tarihsel materyalizm) kurarken, aynı anda, önceki ideolojik
felsefi bilincinden koptu ve yeni bir felsefe (diyalektik materyalizm) kurdu.”[13]
“Yeni
felsefe, yeni bilimin içinde ve yeni bilim tarafından öyle iyi içerilmişti ki, onunla karışabilirdi”[14]
şeklinde bir uyarı da yapan Althusser, tarihsel materyalizmi “tarih bilimi” olarak niteler. O’nun
yorumunda, bu tarih biliminin bir felsefesi olduğu belirtilir. Bu felsefe,
“diyalektik materyalizm” ya da “materyalist diyalektik” olarak adlandırılır.
Hegel’in felsefesinin sui generis (kendine özgü, emsalsiz) bir
diyalektiği olduğu; Hegel’in felsefesinin idealist dokusunun, diyalektiğini de
etkilediği vurgulanır. Tarihsel materyalizmin tarih bilimi olması nedeniyle,
Hegel felsefesine içkin olan diyalektikten tümüyle farklı özellikler taşıyan,
farklı yapıda bir diyalektiğe, eş deyişle felsefeye sahip olduğu öne sürülür.
Althusser’e göre, “yabancılaşma”, “yadsınmanın yadsınması”, “nicelikten
niteliğe geçiş”, “aşma” türü diyalektik ilke ve kavramlar, Hegel’in idealist
felsefesinin dokusunda bulunur. Bunların, Marx’ın bilimsel çalışmalarına sinmiş
olan “materyalist diyalektiğe” ya da “diyalektik materyalizme” özgü ilke ve
kavramlar olmadığı sonucuna ulaşır. Althusser ayrıca, “çelişki” kavramı
ekseninde bir değerlendirme yaparak, “diyalektik materyalizm” adına olumlu tezler
geliştirmeye de çalışır. Örneğin “üst-belirlinim”[15]
kavramıyla, Marksist diyalektiğe yeni bir formülün eklenmesini de önerir.[16]
Oysa,
Marksizm’in doğuşu, bir “sentezlenme süreci” olarak değerlendirilmeli, bu süreç
tarihsel bir süreklilik-kopuş ekseninde kavranmalıdır. Marksizm’in ya da
bilimsel sosyalist görüşün oluşumunda, 1845 yılında gerçekleştiği öne sürülen
ve felsefi-ideolojik alandan tarih bilimine geçiş anlamına gelen “epistemolojik
kopuş” kavramlaştırmasını kullanmak yerine, üç farklı kaynağın sentezinin
önemli olduğu tezi dikkate alınmalıdır. Bahsi geçen ikinci yaklaşım,
değerlendirmeye farklı verilerin dahil edilmesi sırasında, tutarsızlığa
düşmeden geliştirilmeye ve detaylandırılmaya uygundur.[17]
Marksizm’in doğuşu bu yaklaşımla, tarihsel materyalist bir bakış açısıyla ele
alınır. Tarihsel materyalizmin oluşumunun irdelenmesi, tarihsel materyalist bir
perspektifle yapılmalıdır. 1840’lı yıllarda, tarihsel materyalizmin ilk oluşum
ve sentezlenme süreci, teorik/zihinsel bir işleme indirgenemez. Marx ve
Engels’in komünist oldukları politizasyon süreci ve tarihsel materyalist bakış
açısını oluşturmaları, birlikte aynı süreç içerisinde gerçekleşir. Bu süreç
tarihsel/toplumsal koşullardan yalıtılamaz.
Althusser’in,
genç Marx’ın düşünsel gelişiminde çeşitli idealist evreler saptaması, tarihsel
materyalist anlayışın doğuşunu tümüyle bireysel/psikolojik bir ölçeğe
indirgemesi ve bu konuda, epistemolojik düzlemde sınırlanan bir değerlendirme
yapması kabul edilemez. 1840-1848 yılları arasında, 1848 devrimlerine doğru
ilerleyen tarihsel süreç içindeki Avrupa’da, Marx ve Engels’in tarihsel
materyalist anlayışı kurarak, 18. yüzyılın mekanik materyalistlerini ve
Feuerbach’ı tarihsel olarak “aşma”ları, bunların yerine alternatif bir
paradigmayı oluşturmaları için, gerekli tarihsel öğelerin, dolayısıyla bilgi ve
anlayış birikiminin üretilmiş olduğu görülmelidir.
Marx ve Engels’in Aİ’nde, eski felsefi-ideolojik
bilinçleriyle bir ölçüde
hesaplaştığı ve düşünsel bir sıçrama ya da geçişi gerçekleştirirken,
ulaştıkları sonuçları yazdıkları doğrudur. Ancak, buradaki “hesaplaşma”,
ideolojilerindeki bir gelişim olarak görülmelidir. Aİ’nin yazılmasından
önceki süreçte Marx ve Engels’in bakışlarında, özellikle Hegel ve Feuerbach’ın
görüşlerinden izler vardır. Ancak Marx ve Engels’in, 1840-1845 yılları
arasında, görece primitif de olsa, muhalif ve materyalist bakışları dışında
başka bir perspektifleri yoktur. Bu yıllar arasında, Marx ve Engels, Hegel’den
ve Feuerbach’tan etkilenmiş olsalar da, kesinlikle Hegelci ya da Feuerbachçı
değildir. 1843-1845 yılları arasında, Marx ve Engels’te, komünist-materyalist
bilinçten başka bir temel felsefi-ideolojik bilinç gözlenmez. Marx ve Engels,
1837-1842 yılları arasında genç-hegelci çevre içerisinde bulunduktan sonra,
1848’e kadar süren bir “sentezlenme süreci”nde, genç-hegelcilerin,
Feuerbach’ın, Hegel’in, 18. yüzyıl materyalistlerinin, okudukları siyasal
iktisatçıların ve Proudhon’un eleştirisini yaparken, yeni bir paradigmayı
kurar. 1842 yılından önceki tarihsel kesitte, henüz kendi perspektiflerini
oluşturmak için çok genç olan bu iki “kafa”, Marx’ın akademik felsefe doktorası
tezi dışında, teorik özgün bir üretimde bulunmaz. Dolayısıyla, tarihsel
materyalizmin oluşumunu, Althusser’in anladığı şekilde, felsefeden bilime doğru
bir “epistemolojik kopuş” olarak kavramak yanlıştır. Ayrıca, tarihsel
materyalist paradigmanın geliştirilmesi nedeniyle, Marx ve Engels’in,
felsefi-ideolojik bakışlarını tamamen ortadan kaldırdıklarını ya da tümüyle
felsefeye elveda dediklerini düşünmek sağlıklı değildir.
Althusser’in
öne sürdüğü “tarihsel materyalizm tarih bilimidir” bildirimi ya da argümanı
yanlıştır. Tarihsel materyalist anlayış, tarihsel gelişimi değerlendiren ve bu
gelişimdeki diyalektik mantığı içeren, materyalist felsefi bir paradigmadır. Bu
paradigma, toplumsal ilişkilerin bilimsel incelemesi sonucu ortaya konan
bilgilerin yorumlanmasıyla ve yeni tarihsel-toplumsal olguların incelenmesiyle
zenginleştirilebilir özelliktedir. Tarihsel materyalizm, realist bir görüştür.
Ancak, tarihsel materyalist anlayış, tarih bilimi kapsamındaki bilimsel bir
araştırma/incelemenin kendisi değildir.
Tıpkı diyalektik materyalizmin, doğa bilimlerinin
araştırma sonuçlarıyla özdeş olmaması gibi, tarihsel materyalizm de,
toplum/tarih alanındaki araştırmaların doğrudan ürünü olan yasaları içermez.
“Tarihsel diyalektik materyalizm”, bu araştırmaların işaret ettiği paradigmatik
ilkeleri, kavramları, yaklaşımları kapsar. Diyalektik mantık, bilimsel
yasalardan, inceleme sonuçlarından ayırt edilebilir, ancak onlardan tümüyle bağımsız,
spekülatif bir bilgi alanı oluşturmaz. Bu mantık, her olguya uygulanabilecek ve
evrensel oldukları düşünülen, bilimsel yasalara benzer “yasa”lardan oluşmadığı
gibi, spekülatif nitelikte ilkelerin bir derlemesi ya da şeması da değildir.
Marx’ın materyalist perspektifle incelemelerinde giderek daha yetkin biçimde
yakaladığı toplumsal/tarihsel gerçekliğin diyalektiği, tarihsel materyalist
paradigmanın kapsamında yer alır.
Althusser’in diyalektik mantığı kavrayışı da sağlıklı
değildir. Diyalektik mantığın soyutlanmış öznel bir mantık türü olarak var
olmasını olanaklı kılan, doğadaki ve toplumdaki süreçlerin diyalektik
işleyişidir. Diyalektik, gerçekliğin işleyiş ve gelişiminden çıkarılmış bir
mantıktır. Bu mantığın ilk sistemli ve kapsamlı soyutlamasının yapılması için,
insanlığın tarihsel gelişiminde eylem ve düşüncenin, özellikle de bilimsel
pratik ve düşüncelerin, Hegel’in yaşadığı dönemdeki zenginlik düzeyine ulaşması
gerekmiştir.[18] Hegel, gerçekliğin
gelişiminde bir mantığın olduğunu, öznel bir mantık olan insan bilincinin
işleyişiyle, nesnel gerçeklikteki mantığın birbiriyle bütünleştiğini kavrar. O,
nesnel akılla öznel akıl arasındaki ilişkiyi, idealist biçimde (baş aşağı
biçimde) inceler. Marx “akla uygun özü”, diyalektik mantığı ayakları üzerine koyarak
devralır ve incelemeleri sonucunda zenginleştirip, farklılaştırır. Aslında,
gerçekliğin gelişim mantığı olan diyalektik, günümüze kadar gerçekliğin farklı
katmanlarındaki ilişkilerin ve süreçlerin, bilim dalları tarafından
değerlendirilmesiyle birlikte çok daha gelişkin bir biçimde soyutlanabilir
durumdadır.
Marx’ın diyalektiği kavrayışındaki yaklaşım Hegel’in
kavrayışının tam tersi özellikler (materyalizmin idealizme karşıtlığı,
metafizik-spekülatif kavramların olmayışı, anti-teleolojik yaklaşım gibi
özellikler) gösterir. Bunlar dikkate alınmadığında, bazı ortak kavramları ve
ilkeleri (tarihsel algılayış, gelişim/ilerleme, çelişki, “organik bütün” gibi
kavramları, niceliksel tedricen gelişim ilkesine karşıtlıkla niteliksel
dönüşümlü, sıçramalı gelişim gibi ilkeleri) paylaştıkları gözlenir. Ayrıca,
Marx’ın incelemeleriyle düşünsel olarak kavrayışımıza sunduğu, tarihsel
materyalizme içkin olan diyalektik, Hegel’in soyutladığı diyalektik ilkelerden
bazı yönleriyle daha farklı, daha gelişkindir. Althusser Marx İçin adlı eserinde, bu iki diyalektik kavrayış arasındaki
farkın köklü olduğu temasını işlerse de, Marx ve Engels’in tarihsel-diyalektik
kavrayışının, hangi ilkelerle/yaklaşımlarla daha gelişkin olduğunu ortaya
koyamaz.
Marx ve Engels’in felsefe anlayışı
Marx, 24-27
yaşları arasında, yani 1842-45 yılları arasındaki dönemde, Hegel’in idealist
sisteminden ve okuduğu diğer görüşlerden etkilense de, esasen bir
materyalisttir. Marx, Hegel’in idealist felsefesini, 1843 yılından beri (Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi (HHFE), 1844 Ekonomi-Politik ve
Felsefe Elyazmaları (1844 EFE)) materyalist bir bakış açısıyla, zaten
eleştirmektedir. Bu dönemde Marx’ın ve Engels’in düşüncelerinde Feuerbach’ın da
etkisi görülür. 1843 sonlarından itibaren, Hegel’in
Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı. Giriş (HHFEK. Giriş)’in, sonra 1844
EFE’nin ve Kutsal Aile (KA)’nin yazılmasıyla birlikte, klasik felsefi düzlemden, başka bir ifadeyle eski materyalist
felsefelerin düzleminden çıkışın ilk belirtileri görülür. Ancak bu eserleri,
Aİ-Tezler’le ya da Marx ve
Engels’in daha sonra yazılmış diğer eserleriyle kıyaslayarak, felsefeye ve
materyalizme tümüyle elveda denildiği sonucu çıkarılamaz. Bir süreç içinde
klasik felsefe anlayışından bir çıkış yapılırsa da, yeni tipte bir felsefe
anlayışına, tarihsel materyalist anlayışa geçiş gerçekleşir. Tarihsel
materyalizm, materyalist felsefi anlayışta bir sıçrama olmanın yanı sıra,
felsefe anlayışındaki bir değişimi de beraberinde getirir. Bu değişim,
materyalizmin tarihsel bir perspektife kavuşturulması sürecinde, komünist
politik perspektifle birleşmesiyle birlikte gerçekleşir. 1842-48 yılları
arasındaki “sentezlenme süreci”nin en kritik kesiti, 1843 sonu ile 1846 yılları
arasındaki bu geçiş ya da sıçrama dönemidir. Bu geçiş sürecinin yetkin ürünü,
polemik olma özelliği olan Aİ’dir. Ancak, “sentezlenme süreci”nin daha
pozitif, daha tam ve yetkin olan ilk ürünü KM, Marksizm’in kaynaklarının
başarılı sentezinin somut belgesidir.
Tezler,
Marx’ın düşünsel gelişiminde gerçekleşen sıçramayı sembolize eden bir
metin olarak ele alınabilir. Aynı zamanda, klasik materyalist felsefelerin
düzleminden tarihsel materyalist anlayışa geçişin ortalama tarihini de
verir. Tezler, Feuerbach felsefesini ve 18. yüzyılın mekanik materyalist
felsefelerini eleştirmek üzere not alınır. Bu eleştiri, Marx’ın oluşum
halindeki yeni paradigmatik felsefi bakış açısıyla yapılır. Tezler,
Marx’ın oluşum halindeki yeni perspektifinin işlevinin ne olacağı hakkında ip
uçları verir. KA’de, 1844 EFE’nda, HHFE ve bunun Giriş’inde, yeni tipte bir bakış açısı
olan tarihsel materyalist anlayışın, görece geliştirilmemiş bazı yaklaşımları
görülür. Marx ve Engels Aİ’ndeyse, tarihsel materyalist anlayışın görece
geliştirilmiş bazı temel ilkelerini, derli toplu bir biçimde açıklar. Bu metinde,
toplum ve tarih üzerine, tarihsel materyalist perspektifle formüller
geliştirilir. Burada, ilk kez üretim güçleri, “karşılıklı ilişki” (Verkehr)
gibi kavramların kullanımı ve geliştirilmemiş ilk biçimleri göze çarpar. Bu
kavramlar henüz anlamsal kesinliğe sahip değildir. Çünkü henüz yeterli bilimsel
inceleme yapılmamıştır. Felsefenin Sefaleti (FS) ile daha sonraki siyasal ve bilimsel çalışmaların hepsinde,
tarihsel materyalist anlayış ya da paradigmayla bilimsel araştırmanın iç içe
geçmiş bir bütünlük oluşturdukları gözlenir. Marx ve Engels’in, Aİ’nin
yazılmasından ve özellikle de KM’nun yazılmasından sonra,
siyasal-felsefi (komünist-tarihsel materyalist) bir perspektifle, bilimsel
değerlendirme yaptıkları, dolayısıyla yaptıkları bilimsel incelemelerle bu perspektifin
birlikte geliştirildiği izlenir.
Bu
noktada, Marx ve Engels’in Aİ’nde kendi düşünsel etkinliklerini nasıl
algıladığına bakmak yararlı görünmektedir:
“Gerçeğin kendisi ortaya konduğunda,
özerk felsefe varlık ortamını yitirir. Onun yerini, olsa olsa insanların
gösterdikleri tarihsel gelişmenin gözlemlenmesinden çıkartılabilecek en genel
sonuçların bir sentezi alabilir. Bu soyutlamalar, gerçek tarihten kopartılarak
kendi başlarına ele alındıklarında hiçbir değer taşımazlar. Olsa olsa tarihsel
malzemenin daha kolay sınıflandırılmasını, ayrı ayrı tabakalarının sıralanışını
göstermeye yarar. Ama hiçbir biçimde, felsefenin yaptığı gibi, tarihsel çağları
güzelce düzenlemeyi sağlayabilecek bir reçete, bir şema veremezler.”[19]
Bu cümlelerde
reddedilenin ne olduğu, çok açık bir biçimde ortaya konmuştur. İdealist felsefi
düzlem, “özerk felsefe” (spekülatif gevezelik) reddedilir. Bu cümlelerde Marx
ve Engels’in, idealist spekülasyonu, bu felsefenin skolastik fikirlerini
onaylamadığı ve yerdiği açıkça hissedilir. Spekülatif ve skolastik felsefe,
Hegel’in ve tilmizlerinin (genç-hegelciler) felsefesidir. Marx ve Engels,
bilimsel çalışmayı önemsediklerini belirttikten sonra, “tarihsel gelişmenin
gözlemlenmesinden çıkartılabilecek en genel sonuçların sentezi”nden de bahseder.
Bu “sentez”, tarihsel materyalist anlayıştan başka bir şey değildir.
Marx, Tezler’i ve Engels’le birlikte KA
ile Aİ’ni yazarken, bir “geçiş
süreci”ndedir. Henüz, üretim ilişkileri, üretim tarzı, sınıf mücadelesi gibi
kavramlar tümüyle ve net bir biçimde geliştirilmiş değildir. “Geçiş süreci”nde,
iktisadi incelemelerde henüz yeterince derinleşmemişlerdir. Ancak Marx ve
Engels, 1843 sonları ile 1846 yılları arasındaki “geçiş sürecinde”, yeni bir anlayışın ilk formüllerini
şekillendirir. Bu anlayış tarihsel, materyalist ve diyalektik bir paradigmadır;
özerk yapıda (spekülatif gevezelik), kapalı bir felsefi sistem değildir.
Tarihsel materyalizm, Marx’ın iktisadi toplum bilim araştırmalarına çerçeve
oluşturan, bu araştırmalara uygun bir zemin sunan, kapitalist üretim biçiminin
bilimsel incelemesi üzerinden daha da zenginleşen bir paradigmadır. Yaşamda bir
bakış açısı anlamına gelen bu felsefi perspektif, komünist politik mücadeleyle
ve dolayısıyla bu yöndeki siyasal değerlendirmelerle ilişkilidir. Örneğin, Tezler’in bütününe ve Aİ’ne
bakıldığında, düşüncelerle toplumsal pratik arasındaki diyalektik bağ
kavrandığından, toplumsal olaylara karşı alınacak tavırla materyalizm
ilişkilendirilir ve pratikteki gerçek materyalist tutum, devrimci (komünist)
politik mücadele olarak görülür. Tarihsel materyalist anlayış, “geçiş
süreci”nden sonraki siyasal çalışmalarda (KM
ve Fransa’daki sınıfsal ilişkilerin değerlendirildiği “üçleme”de) siyasal
analizin, bilimsel çalışmalarda (kapitalist üretim biçiminin analizinin yapıldığı
Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı
ve Kapital’de) bilimsel incelemenin
dokusunda bulunur. Örneğin KM’da, tarihsel materyalist anlayışla
komünist politik faaliyet aşikar biçimde ilişkilendirilmektedir. Felsefi
boyutun, bilimsel boyut ve politik perspektifle oluşturduğu bu düzenli örüntü,
Marksist teorik sistemin bütünlüğünü sağlar.
Marx ve Engels “geçiş dönemi” çalışmalarıyla,
materyalist felsefe geleneğine tarihsel değerlendirmeyi ve diyalektik mantığı
dahil eder. Tarihsel materyalizmin doğuşundan önce, 18. yüzyılda İngiliz ve
Fransız materyalizmi gelişmiştir. Bu dönemin materyalistleri, birey ve doğanın
yanı sıra, toplumsal konularda da görüşlerini dile getirir; ancak onlar,
düşüncelerle toplumsal koşullar arasındaki ilişkiyi mekanik/anti-diyalektik bir
biçimde kavrar. Bu filozoflar “tek yanlı” yaklaşımlarıyla, insanları edilgen
düşünce sahibi tekil varlıklar olarak görüp, onların toplumsal etkin
pratiklerini ve oluşturduğu toplumsal ilişkilerdeki çelişkileri kavrayamaz.
Yine, toplumsal ilişkilerin çeşitli ideolojilerde düşünsel temsiller şeklinde
nasıl yansıtıldığı konusuna eğilmez, ideolojilerin ve düşüncelerin oluşumundaki
toplumsal mekanizmayı dikkate almazlar. Bu klasik felsefeler, dönemin bilimsel
gelişim düzeyi ve bilimin genel paradigmatik yapısı dikkate alındığında,
doğanın bilimsel incelemesiyle uyumlu yorumlar içerir ve bu incelemeleri
felsefi açıdan anlamlandıran bir temel sunar. 17-18. yüzyıl doğa bilimlerinin
paradigması, Galilei, Newton, Copernicus, Kepler ve diğer bilim adamlarının paylaştığı
kabullerden ve ortaya koydukları yasaların dayandığı ilkelerden oluşur.
Gözlemden/deneyden bağımsız nesnel yasa anlayışı, mekanik nedensellik,
atomcu/indirgemeci anlayış bu ilkelere örnek olarak verilebilir. Ancak,
toplumun/tarihin bilimsel incelemesi için klasik materyalist temsil, yeterli
bir temel zemin ya da çerçeve sunmaz. Çünkü tarih ya da toplum, öznelerin
pratiğini, düşünsel temsillerin oluşumunu ve geliştirilmesini de içerir.
Mekanik materyalistler, gerçekliğin bir temsilini kendi felsefelerinde,
düşüncelerinde oluştururken, bu düşünce biçiminin, felsefelerinin,
gerçeklikteki yerini, işlevini ve sınırlarını göremez. Bir düşünsel temsilin
öğelerinin tek tek nasıl oluştuğunu değil de, ayrı ayrı temsillerin nasıl
oluştuğunun açıklamasını, farklı bilinç biçimlerinin gerçeklikteki yeri, işlevi
ve oluşum/gelişiminin değerlendirmesini, klasik materyalist felsefeler yapamaz.
Onlar daha çok, toplumun, akla uygun ve değerli saydıkları ilkeler temelinde
düzenlenmesini ister.
Oysa, varlığın, gelişiminin belli bir evresinde
toplumsal/tarihsel varlık durumuna gelmesi ve düşünceler üreterek kendi
gelişimini kavramasında, tarihsel süreç içinde gerçekleştirdiği diyalektik
ilerleme ve gerçekliğin bütünsel gelişiminde, varlıkla düşünce arasındaki
etkileşimli ilişki kavranmalıdır. Bu kavrayış, ayakları üzerine oturtulmuş,
idealizm yerine materyalist bakış açısıyla ele alınmış diyalektik mantığın;
İdea’nın değil varlığın, gerçeklikteki gelişimin diyalektik mantığının
kavranışıdır. Tarihin, toplumların gelişiminin, bir mantığı olduğuna
inanılması, toplumsal varlıklarla düşünceler arasındaki ilişkiyi de içeren,
gerçekliğin diyalektik bir mantığının var olduğunun kavranılması, tarihsel
materyalizme geçişte yakalanan kritik halkadır. Bu noktada, diyalektik mantığın
ve tarihin felsefi yorumunun, Hegel felsefesinin mirası olduğu belirtilmelidir.
Ancak bu miras, Marx ve Engels tarafından aynen devralınarak kullanılan bir
şablon olarak görülmemelidir. Tarihsel materyalizmin sahip olduğu diyalektik mantık, zaman içerisinde
Marx ve Engels tarafından giderek geliştirilir. Tarihsel materyalizm, toplumsal/tarihsel gerçekliğin diyalektiğini
soyutlayan realist bir perspektiftir. Tarihsel materyalizm, toplum/tarih
bilimlerindeki incelemeler için realist ideolojik bir kılavuz ya da anlamlandırıcı
bir paradigma olabilmektedir.
Materyalist felsefi ön kabuller olmadan, hiç bir konu bilimsel açıdan
ele alınamaz.[20]
İdealist felsefeler oluşturulurken, bilimsel bilgilerden yararlanılsa da, bu
felsefeler bilimsel incelemeye uygun bir perspektif sunmaz. Bilimsel
araştırmalarda, incelenen konuya katıksız ampirik bir yaklaşım mümkün değildir.
Örneğin tarihsel materyalizm, kapitalist toplumların üstyapısal öğelerinin
bilimsel incelemesi yapılırken, bu incelemeyi şekillendiren bir yaklaşım ya da
paradigma olarak işlev görür.
Demek ki, Tezler’de ve Aİ’nde
geliştirilen, bir tarih anlayışıdır. Aİ
bir tarih araştırması/incelemesi değildir. Marx ve Engels bu eserde, tarih ve
toplum üzerine sahip oldukları, dönemin bilgilerine dayanarak bazı soyutlamalar
yapar. Marx ve Engels bu metinde, sahip oldukları iktisadi, tarihsel, siyasal
bilgileri değerlendirip, idealist tarih anlayışını eleştirir; tarih ve toplum
hakkında bazı soyutlamalar yaparak perspektiflerini geliştirir. Marx, yıllar
sonra yazdığı Ekonomi-politiğin
Eleştirisine Katkı ve Kapital gibi eserlerinde bile, klasik anlamıyla bir tarih bilimi
incelemesi yapmaz. Amacı, kapitalist üretim biçiminin kapsamlı bir
değerlendirmesini ve eleştirisini yapmaktır. İdeolojilerin, devletin, sanatsal
üretimlerin, siyasal olayların birlikte kronolojik bir çizgi üzerinde bütünsel
gelişimini, tarih bilimi kapsamında ayrıntılarıyla incelemez. Klasik bir tarih
yazımı niyeti olmadan, daha çok kapitalizm çağıyla sınırlı, dev boyutlu bir
teorik çalışmayı yapmayı planladığı, ancak ömrünün Kapital’in ilk
cildini yayınlamaya yettiği bilinir. Yine de, kapitalist üstyapısal öğeler
üzerine yaptığı incelemelerden, tarihsel materyalist perspektif kapsamında yer
alan bazı sonuçlara ve soyutlamalara ulaşır. Engels’le birlikte, bunların işleyiş,
oluşum mekanizmaları ve gelişimlerindeki temel eğilimler üzerine saptamalar
yapar…
1846’dan
yıllar sonra Engels’in anlayışlarına, doğa bilimlerindeki bilgileri yorumlamaya
çalışarak bazı felsefi katkılar yapmaya çalıştığı, görüşlerini daha genel bir
materyalist perspektife dayandırmaya çalıştığı da doğrudur (Doğanın
diyalektiği, Anti-Dühring). Ancak bu çalışmalar, fikir jimnastiği
olarak görülemez ve skolastik bir doğa felsefesi oluşturmak için yapılan
çalışmalar değildir. Engels, Marx’la beraber kararlaştırdıkları bir iş bölümü
uyarınca, doğa bilimlerindeki gelişmeleri izleme görevini kendi üzerine alır.
Ancak, bu iş bölümüne ve Engels’in doğanın diyalektiği üzerine
değerlendirmelerine bakarak, Marx’ın bilimsel incelemeyle, Engels’in diyalektik
mantık ve felsefeyle uğraştığı, birbirlerine zıt eğilimlerle çalışmalar
yaptıkları sonucuna varılamaz. Pek iyi, ama Engels’in, 1840’lı yıllarda
gözlenen paradigmatik sıçramanın gerçekleşmesinin üzerinden yıllar geçmesine
rağmen, doğa bilimleri alanıyla ilgilenip, bu alan üzerinden felsefi
soyutlamalar yapma çabasına nasıl bakmalıdır?.. “İhtiyar” Engels’in bu alandaki
çabası, “Avrupa Marksizmi”nin “çaplı” temsilcileri tarafından çoğu kez
suçlanır. Lucaks’ın yorumu, buna örnektir:
“Yöntemin toplum-tarihsel gerçeklikle
sınırlı tutulması çok önemlidir. Engels’in diyalektiği yorumlama biçiminden
kaynaklanan yanlış anlamalar, aslında Engels’in –Hegel’in verdiği yanlış örneğe
dayanarak- diyalektik yöntemi doğa bilgisine de genelleştirmeye kalkışmasından
ileri geliyor. Çünkü diyalektiğin asıl belirleyicileri (determinantları)
şunlardır: Özne ile nesne arası karşılıklı etkileşme, teori ile pratiğin
birliği, kategorilerin düşüncede uğradığı değişmelerin kök-nedeni olarak
onların temelindeki tözde, yani gerçeklikte meydana gelen tarihsel değişmeler.”[21]
Oysa,
Engels’in felsefi yorumlarıyla, doğanın diyalektiği üzerine
değerlendirmeleriyle ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekir. Bu çalışmalar,
özünde materyalist anlayışın ve diyalektik mantığın zenginleşmesine katkı
olması niyetiyle yapılır. Özerk bir felsefi sistem oluşturmadan, doğa
bilimlerindeki gelişmelerin değerlendirilmesi, felsefi açıdan yorumlanması,
dünyanın materyalist kavranışında ve gerçekliğin işleyiş ve gelişim mantığı
olan diyalektiğin anlaşılmasında önem taşır. Tarihsel materyalistler, doğanın
ve doğanın tarihinin (gelişiminin) yorumlanmasında da materyalisttir. Üstelik,
tarih içerisinde, insan pratiği ve düşüncesinin doğayla etkileşiminin ürünü
olan doğa bilimleri incelenerek, bu etkileşimin yolu, bilimsel çalışmanın
mantığı da kavranır. Elbette, Engels’in yaşadığı dönemdeki doğa bilimleriyle
ulaşılan sonuçlardan bazıları günümüzde aşılmış durumdadır. Görelilik ve
kuantum teorisi gibi bilimsel ilerlemelerle birlikte, “paradigma kaymaları” da
gerçekleşmiş bulunmaktadır. Uzun bir süredir Marksistlerin, diyalektik mantığı
geliştirmek için doğa bilimlerinin sunduğu bilgileri yorumlamayı büyük ölçüde
ihmal etmiş olduğu görülmektedir. Engels’in “doğanın diyalektiği” konusunda
sonuca ulaştırmadığı saptamalarını ve bazı geliştirilmemiş formüllerini
tekrarlamaktan başka, bizim bildiğimiz kadarıyla, Marksistler tarafından, bu
konuda yoğun bir çaba gösterilmemektedir.
Öte yandan,
Engels'in bazı cümleleri, yazdıklarının bağlamı içerisinde değil de, izole
edilerek ele alınırsa yanlış sonuçlara varılabilir. Engels, Ludwig Feuerbach
ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı eserinde şöyle yazar:
“Ama bu anlayış (Marksist tarih anlayışı
-MB), tarih alanında felsefeye son vermiştir, tıpkı diyalektik doğa anlayışının
da her çeşit doğa felsefesini gereksiz olduğu kadar olanaksız kılması gibi. Her
alanda, artık, kafasında birtakım zincirlenişler kurup tasarlamak değil, ama
onları olayların içinde bulup çıkarmak söz konusudur. Böyle yapılınca, doğadan
ve tarihten sürüp atılan felsefeye, ancak salt düşünce alanı, demek ki, düşünme
sürecinin kendi yasalarının öğretisi, yani mantık ve diyalektik kalıyor, o da
salt düşünce alanının hala varlığını sürdürmesi ölçüsünde.”[22]
Bu
cümlelerden ikincisindeki “her alanda, kafasında birtakım zincirlenişler kurup
tasarlamak” ifadesiyle Engels, “klasik Alman felsefesi”nin “klasik” bir
özelliğini belirtir. Aktarılan satırlar, eser içerisinde “klasik Alman
felsefesi”nin değerlendirilmesi bağlamında yer alır. Zaten yazdığı eserin
adında da, neyin “sonu”nun geldiğine vurgu yapar. Engels aktarılan alıntıda,
“tarih alanında felsefe” ifadesiyle, Hegel'in felsefesine gönderme yapar; “her
çeşit doğa felsefesi” ifadesiyse, Feuerbach, Moleschott, Büchner, Vogt'un
felsefelerine işaret eder. Peki, “Marksist tarih anlayışı” ve “diyalektik doğa
anlayışı” ifadeleri ne anlama gelmektedir?.. Alıntılanan cümlelerde “klasik”
spekülatif felsefi uğraşı (spekülatif “geviş getirme”) eleştirilmekte,
Feuerbach ve diğer doğa felsefecileriyle birlikte, Hegel'in felsefesinin de
tarihsel olarak aşıldığı belirtilmektedir. Bunlar ne ile mi aşılmaktadır?
Marksist tarih anlayışı ve diyalektik doğa anlayışıyla; bahsettiğimiz “klasik”
özelliği taşımayan bu perspektiflerle... Klasik Alman felsefesinden miras olan
ve geriye kalanınsa, diyalektik mantık olduğu vurgulanır. Engels bu satırların
biraz ilerisinde şu cümlelerle, 1848 devrimi sonrasında Almanya'nın siyasal bir
gericilik dönemine girdiğini belirterek, yazdığı kitapçığı bitirir:
“1848 devrimi ile birlikte ‘kültürlü’
Almanya, teoriye yol verdi ve pratiğe geçti (...) kurgu, tapınağını hisse
senedi borsasına kurmak üzere filozofun çalışma odasından gitgide daha çok
uzaklaştıkça, kültürlü Almanya, en büyük siyasal gerileme döneminde,
Almanya'nın şanı olmuş olan o büyük teorik anlayışını (...) (bilimsel araştırma
anlayışını -MB) yitiriyordu (...) Ve felsefe de dahil, tarihsel bilimler
alanında, eski uzlaşmaz teorik zihniyet, klasik felsefe ile birlikte, boş bir
seçmeciliğe, kariyer ve gelir kaygılarına yer vermek, ve en bayağı bir ikbal
avcılığına kadar düşmek üzere gerçekten tamamıyla yok oldu. Bu bilimin resmi
temsilcileri, burjuvazinin ve bugünkü devletin ilan edilmiş ideologları oldular
(...) (Sonuçta -MB) Alman işçi hareketi, klasik Alman felsefesinin
mirasçısıdır.”[23]
Althusser'in
birçok alanda sahip olduğu yanlış görüşlerinden bir diğeriyle, bu noktada da
karşılaşılmaktadır. Althusser, üzerinde durduğumuz ve yukarıda aktarılan
cümlelerinden yola çıkarak, Engels'i “pozitivist” olmakla niteler. Üstelik,
kendi görüşlerini kabullendirmek için, Lenin'in felsefi çalışmalarını kendince
yorumlarken, Lenin'in adının oluşturduğu etkiyi kullanma cüretini de gösterir.
Althusser, Engels'in yukarıda alıntıladığımız cümlelerini bakın nasıl
anlamaktadır:
“Felsefe görevini tamamlamıştır. Şimdi
yerini bilime bırakmalıdır. Bilimler ilişkilerinin birleştirici, bütünleyici
organik sistemini bilimsel anlamda gösterme durumuna geleli beri, artık ne
bir doğa felsefesine (Naturphilosophie) ne de bir tarih felsefesine (Geschichtephilosophie)
ihtiyaç kalmıştır.
“Felsefe için ne kalır bunların dışında? Bir
nesne: Diyalektik, yani düşüncenin ve doğanın en genel kanunları (ama bu
kanunları da bilimler sağlar). Öyleyse bilimler tarihinden çıkarılabilecek olan
düşüncenin kanunları kalıyor geriye (...) Engels, (...) kendini pozitivizmden
gerçek anlamda kurtarmış değildir.”[24]
Engels'in
yazdıklarında yer alan “Marksist tarih anlayışı” ve “diyalektik doğa anlayışı”
yerine, bir çırpıda “bilimler” kelimesi geçiriliverir... Elbette Engels,
bilimsel çalışmaları önemser ve “zincirlenişleri olayların içinde bulup
çıkarmak”tan da bahseder. Ancak Engels pozitivist değildir. Althusser'in
Engels'i, “pozitivizm”le yaftalaması doğru değildir. Aslında, Engels'in
materyalist felsefeyle bilim arasındaki ilişkiye dair görüşünü, şu satırlar özetler
niteliktedir:
“Materyalizm,
doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini
değiştirmek zorundadır; ve tarihin kendisi de materyalist bir yoruma tabi
tutulalı beri burada da yeni bir gelişme yolu açılmaktadır.”[25]
19. yüzyıldan
bu yana, felsefi büyük sistemlerin kurulması yerine, bilimsel gelişmelerin
doğurduğu sorunlar üzerinden felsefi tartışmaların yapıldığı görülmelidir.
Örneğin, kuantum teorisi, görelilik teorisi gibi bilimsel atılımlar, idealist
ve materyalist yorumcular arasında çeşitli tartışmalara yol açmıştır.
Tarih/insan bilimleri alanındaysa, daha dar bölmelerde, post-yapısalcılık,
post-modernizm gibi bazı felsefi perspektiflerle yapılan çalışmalar
yaygınlaşmaktadır. Bir yandan da dil felsefesi, pozitivizm, yapısalcılık,
varoluşçuluk, bilim felsefesi gibi alanlar oluşmuştur. Materyalizm ve
idealizmin, tarihsel seyirle birlikte güçlendiği/zayıfladığı, atılım
yaptığı/köreldiği dönemler olur. Tarihte genel ve ortalama bir eğilim olarak,
materyalist/realist görüşlerin zamanla derinleşip yetkinleştiğinden
bahsedilebilir. Ancak bir o kadar da, kitlelerde, metafizik, mistik, idealist
görüşlerin yaygınlaştığından bahsedilebilir. İnsanlığın çeşitli toplumsal
pratikleri üzerinden türeyen realist ve metafizik ideolojiler arasındaki
savaşımda, realist ideolojik üretimin ve genel olarak materyalizmin nihai ve
kalıcı zaferi, ancak komünizmin ileri bir döneminde gerçekleşebilecektir. Bu
durum doğal ve toplumsal süreçler üzerinde ne ölçüde ve derinlikte egemenlik
kurulduğuyla ilişkilidir.
Toparlanırsa;
“tarihsel diyalektik materyalizm”in, doğa ve toplum bilimlerinin sunduğu
verilerin yorumlanmasıyla, gerçekliğin soyutlanmış diyalektik mantığını
içermesi; bilim dallarının ortak ilkelerine, kavramlarına, yaklaşımlarına
işaret etmesi ve bilimsel incelemeleri anlamlandırıcı bir çerçeve oluşturması,
onun “paradigma” özelliğini gösterir. “Tarihsel diyalektik materyalizm”,
realist, bilimsel düşüncelerle uyumlu felsefi bir perspektif ya da
paradigmadır.
“Paradigma”nın anlamı
Doğa
bilimleri alanında, paradigmaların kuruluşu öncesindeki “bunalım” dönemini ilk
tasvir eden Kuhn’dur. Kuhn, bilimsel ilerlemenin doğası konusunda kısmen
sağlıklı değerlendirmeler yapar. O’na göre, bilimsel ilerleme birikimci bir
tarzda gerçekleşmez. Bilim tek tek keşif ve icatların birikmesiyle değil,
“bilimsel devrim”, “olağan bilimsel faaliyet”, “bunalım” ve “yeni bir
paradigmanın kuruluşuyla birlikte gerçekleşen yeni bir bilimsel devrim”*,
dönemlerinin birbiri ardına gelmesiyle ilerler. “Bilimsel gelişmedeki büyük dönüm
noktaları” olan bilimsel devrimlere örnek olarak Copernicus, Newton, Lavoisier,
Maxwell, Einstein gibi isimlerin çağrıştırdığı bilimsel başarılar verilir.
Örneğin, Copernicus ve Kepler’in, yeni bir paradigma kurarak astronomi
biliminin temellerini atmasından önce, astrolojinin ideolojik söylemleri, Tycho
Brahe’nin sayısız ölçüm ve gözlemleri bulunur. Bilimsel devrim öncesinde rakip
paradigmalar birbirleriyle yarışır. Her biri, inceleme konusu olan fenomenleri
kısmen açıklayabilir ve her biri için kendi yapısıyla uyuşmayan gözlemler
vardır. İçlerinden biri, temel bir ya da birkaç yasanın ortaya koyulmasıyla, bu
fenomenlerin ve aykırı gözlemlerin açıklamasını yapar. Bu paradigma,
kendisinden çıkarılan öngörülerin deneyle gösterilmesiyle bilim adamlarını bir
süre sonra ikna eder. Çoğu kez bu ikna süreci, eski paradigmayı savunmakta
direnen bilim adamlarının dışlanması ya da ölmesiyle ve yeni kuşak bilim
adamlarının, yeni paradigmayı benimseyip, bu çerçevede olağan bilimsel
faaliyetlerini gerçekleştirmeleriyle tamamlanır. Yeni paradigmalar, bakılan
sürecin, olayın farklı algılanmasını temsil eder. Kuhn bu durumu, bir görsel
kalıptan (Gestalt’tan) diğerine atlama örneklerine (genç-yaşlı kadın,
ördek-tavşan figürü) benzetir. Yeni paradigma, eskiden kullanılan kavramlar,
terimler arasındaki ilişkileri, kavramlar setini ya da ağını, deneylerin
düzenlenme biçimini vb. değiştirir. Çoğunlukla, yeni paradigmanın ortaya
konması, bunalım belirtilerinin üzerinden birkaç yıldan daha uzun bir süre
geçmeden olur. Bir/bir kaç keşif, yasa ya da teorinin ortaya konmasıyla beliren
yeni paradigmayı, çoğu kez eski paradigmalardan biriyle kendini sınırlamamış,
çok dar bir uzmanlık alanı içine girmemiş, genç yaştaki insanlar geliştirir.[26]
Kuhn’un
kusuru, saptamalarını toplumsal yapı içerisine oturtamayışı ya da toplumsal
ilişkilerle bağlantılı bir şekilde soyutlamalarını yapamayışıdır. Kuhn,
bilimsel başarıları, tarihsel dönemlerin genel dünya görüşü çerçevesi
içerisinde dikkate almaz. Bilimsel ilerlemenin doğası üzerine geliştirdiği
tezlerin, bilimi, sanat ve felsefe gibi alanlarda kaydedilen başarılardan ayırt
eden özelliklere işaret ettiğini düşünür.[27]
Kuhn, “bunalım dönemleri”nin “bilimsel devrim”le aşılması sürecinde, bir
paradigmanın rakip paradigmalara üstün gelmesinden bahsederken, rakip bilimsel
yaklaşımları/ anlayışları da “paradigma” kelimesiyle adlandırır. Kuhn, “siyasi
devrim” ile “bilimsel devrim” arasında biçimsel bir benzerlik, koşutluk
bile kurmuştur.[28] Ancak, bilimsel
ilerlemeyi, bilim adamları topluluğuyla sınırlı bir “toplumsal” boyutta ele
almanın ötesine gidemez. Yine, paradigmanın anlamını, bilimsel alan içinde
kalarak genişletmek mümkün görünür.[29]
Ayrıca, bilimsel düşünceleri, diğer alanları da içeren, daha genel bir “dünya
görüşü” düzeyinde değerlendirmek de mümkün olabilir.
Bu
noktada, tarihsel materyalizmin kuruluşuna ilişkin bilgilerimizi, Khun’un
yaklaşımının getirdiği çağrışımlarla birleştirilebiliriz.
Avrupa’da
orta çağ boyunca, feodal toplumsal üretici güçler-üretim ilişkilerinin
gelişimindeki göreli durgunluk, sınıflar arası çelişkilerin toplumsal
ilişkileri ilerleten yönündeki güdüklük, felsefi, siyasal, sanatsal, bilimsel
alanlardaki göreli durgunluğa ve çelişkilerin korunmasına, statükoya yarayan
dinsel metafizik ideolojik kalıpların derinleşmesine, yayılmasına yol açar.
Toplumsal yaşamda sınıflar arasındaki çelişkilerin yeterince yoğunlaştığı ve
dönüşüm gösterdiği, eski feodal üretim tarzının çözülüşü ve yeni toplumsal
ilişkilerdeki çelişkilerin, kapitalist üretim tarzı çerçevesinde kuruluşunun
gerçekleştiği dönemde, büyük çaplı, dönemin toplumsal gerçekliğindeki değişimle
uyumlu ve ilerici siyasal arayışlar, bilimsel, sanatsal, felsefi üretimler
oluşur. Bu dönemde dört büyük alanda gerçekleşen üretimlerin, geniş bir
ideolojik spektrum gösterdiği doğruysa da, kimi örneklerde metafizik, realist,
ütopik vb. çeşitli fikirlerden oluşan karışımlar gözlenirse de, ağırlıklı
olarak, dönemin toplumsal gerçekliğindeki değişim eğilimine uygun, “realist”
temel eğilimler, açıklamalar/yaklaşımlar içermeleri, toplumsal ilişkilerdeki
çelişkilerin ilerletici yönünü temsil etmeleri yüzündendir. Bu dönemde
bunlarla, metafizik, mistik ideolojik kalıplar ve arayışlar, açıklamalar
arasındaki savaşım belirgindir. Örnek olarak, kabaca Büyük Fransız Devrimi’ne
kadarki dönemde Avrupa’da, bu dört alanda gerçekleşen büyük atılımlar
verilebilir. 16. yüzyıldan Aydınlanma dönemine kadarki tarihsel süreçte
Avrupa’da, İngiliz ve Fransız materyalist felsefesini, doğa bilimlerindeki
büyük ilerlemeleri, siyasal düşüncelerdeki gelişmeleri ve edebiyat, müzik gibi
alt-alanlarıyla beraber sanattaki atılımları düşünmek, bunu görmeye yeter. Bu
atılımlar, çeşitli alanlarda ve alt-alanlarda az çok ortak olan özellikleri ve
yönleriyle, genel hatlarıyla ilerici bir dünya görüşünün kuruluşunu gösterir.
Avukatlardan, hekimlerden, politikacılardan, bilim adamlarından, filozoflardan,
aydınlardan oluşan “burjuvazi”nin (yurttaşların), bütün bu ilerici üretimleri,
onların “eski düzen” (ancien régime)’le oluşturduğu karşıtlıkta, ilerletici
kutbu temsil etmeleriyle ilişkilidir. Bu alanlardaki atılımlar ya da
“devrimler”, bilimsel aktivitelerdeki devrimlerin yanı başında, “toplumsal
devrim”in sanat, siyaset ve felsefe alanlarındaki üst-yapısal bileşenleri olur.
Doğanın
birçok temel gücü ve olgusuna egemen olmayı getiren, doğa bilimlerindeki büyük
atılım dönemi Avrupa’da, kabaca “yeni çağ”la birlikte başlar. Toplumların
geleceği ve tarihsel akış üzerinde, insani olgular ve süreçler üzerindeyse, bu
çağda “bilinçli” bir egemenlik kurulması mümkün değildir. Toplumsal ilişkilerin,
ideolojilerin, insani olguların oluşum ve gelişim mekanizmalarını realist bir
biçimde açıklamak, ancak bu oluşum ve gelişim üzerinde bir denetim kurma
potansiyeli oluştuğunda mümkün olabilir. Komünizm ve tarihsel materyalizm, bu
potansiyelin oluşmasıyla birlikte 19. yüzyılda doğar.
19.
yüzyılla birlikte “burjuvazi”nin bir bölümü kapitalist sınıfın “organik aydını”
olurken, bir kısmı da proletaryanın çıkarlarına siyasi/ideolojik bağlanma
göstermeye başlar. Komünizm ve tarihsel materyalizm, kapitalizmin belirli bir
gelişme aşamasında gözlenen toplumsal ilişkilerdeki çelişkilerin ilerletici
yönünü temsil eder ve böylelikle ilerici bir ideolojinin/teorinin bileşeni
olarak kurulur. Artık toplum bilimde, felsefede, sanatta, gerici, tutucu egemen
sınıfın yönelimine karşı ilericiliğin temsilini, komünizm/tarihsel
materyalizmle ilişkilenen çalışmalar yapmaya başlar. Elbette bu süreç devam
etmektedir. Bu noktada, reel sosyalizmin söz konusu alanlarda gerçekleştirdiği
üretimlerle, emperyalist sistemin üretimlerini hatırlamak gerekir. Kapitalist
toplumsal dünya, komünist toplumsal dünyaya dönüşürken, bu dünyaların, Hegel
terminolojisi kullanılarak belirtilebilir ki, “ilkeleri”, “tini” ya da görüşü
de değişir. Kapitalist toplumsal dünyanın görüşü ya da “ilkesi”, kendi çağının
deneyimiyle test edilir, “aşılır” ya da “yadsınır”. Bu deneyim sürecinde
komünist toplumsal dünyanın ana ilkesi, “tini” ya da görüşü oluşur.
Marksizm,
tarih ve toplumsal gelişmeyi neredeyse tümüyle göz ardı eden klasik materyalizm
türlerinden ve bu gelişmeyi idealist biçimde baş aşağı kavrayan Hegel’in
felsefi anlayışından farklı olarak, yakın çağın tarih/toplumu ile bu
toplumların değişim/dönüşümünü (feodalizmin çözülüşü, kapitalizmin gelişimi ve
devrilişini) değerlendiren farklı ve yeni bir görüş olarak doğar. Marksizm’in
kurucu paradigmasıysa, tarihsel materyalizmdir. Marksizm’in ve tarihsel
materyalizmin doğuşunun nasıl olduğunu açıklamak için, dar bir uzmanlık
alanıyla kendilerini sınırlamamış genç yaştaki Marx ve Engels’in dünyaya
geldikleri ve yaşadıkları dönemin koşulları hakkında, tarihsel bir
değerlendirmeye sahip olmak gerekir.
Toplumsal
değişim/dönüşümün ve kapitalist üretim biçiminin işleyişinin genel kurallarının
bilinçte yansımasını bulması için, soyutlanması için, değişimin, siyasetin,
toplumsal hareketlenmelerin belirli bir gelişim düzeyine ulaşması, kapitalist
üretim tarzının oluşturduğu toplumsal ilişkilerin çeşitli yönleriyle kurulmuş
ve çelişkilerini biriktiriyor olması gerekir. Ayrıca, tarihsel materyalizmin
kuruluşu öncesinde, bu ilişkilerin ve çelişkilerin parçalı biçimde
yorumlandığı, değişik fenomenlerin izole soyutlamalarının yapıldığı
belirtilmelidir. Tarih/toplum bilimleri alanında organize edilmemiş, bir sistem
dahilinde bütünleştirilmemiş bilgi ve yaklaşım yığını, tarihsel materyalizmin
kuruluşu öncesinde hazırlanmış durumdadır. Marx ve Engels’in gençlik döneminde
Avrupa’da, toplum/tarih alanında çeşitli yaklaşımlar arasındaki rekabet
belirgindir. Marx ve Engels’in kurduğu teorik sistem öncesinde, Alman felsefesi
(özellikle G. W. F. Hegel); İngiliz iktisadi incelemeleri (Adam Smith, David
Ricardo, James Mill ve diğerleri), Fransız ve İngiliz materyalistleriyle
politikacılarının felsefi-siyasal görüşleri (18. yüzyıl Aydınlanma döneminin
materyalistleri, Büyük Fransız Devrimi’nin siyasal kadrolarından Maximillien de
Robespierre, Saint Just ve diğerleri, Saint Simon, Charles Fourier, Robert
Owen, Etienne Cabet, Flora Tristan gibi ilerici ütopyacılar, Proudhon, Babeuf,
Blanki ve diğerleri); Aydınlanma dönemi aydınlarının toplumsal görüşleri
(Montesquieu, Rousseau, Volter, Condorcet ve diğerleri) ve Fransız
tarihçilerinin toplumsal sınıflar ve sınıf mücadelesi gibi kavramları, betimsel
tarzda da olsa kullandıkları tarih yazımı denemeleri (François Qesnay, Benjamin
Costant, Augistin Thiery, Mignet, Guizot, Thiers ve diğerleri) rakip
yaklaşımlar olarak halihazırda bulunur. Bu yaklaşımların sahip olduğu,
akılcılık, insan aklına duyulan güven, “robinsoncu” bakış açısı, ilerleme ve
özgürlük düşüncesi, dine/metafiziğe karşıtlık gibi az çok ortak olan
ilkelerden, değerlerden ve paradigmatik kavramlardan da bahsedilebilir. Yine bu
yaklaşımlarla toplum/tarih konusunda birçok kavramın, gözlem sonucunun,
bilginin ve perspektifin biriktiği kesindir. Ortada yeterli bir eylem, bilgi,
deneyim ve görüş birikimi bulunmaktadır. Bunların çoğunda, görece realist olan
ama yetersiz ve dönemin koşullarını yansıtan düşünceler, sınıflar arasındaki
toplumsal ilişkilerin ve insanların doğayla olan ilişkilerinin değişiminde, bu
değişimin, ilerici, dönüştürücü yönü ile tutucu, muhafaza edici, gerici yönü
arasındaki savaşımda, genel olarak ilerici yanı temsil eder.
Marksizm
öncesi burjuva siyasal iktisatta fizyokratların, merkantilistlerin, klasik
iktisatçıların oluşturduğu çeşitli ekoller bulunur. Bu ekoller, belirli
tarihsel evrelere karşılık gelir ve her bir evrenin temsilcileri, bir önceki
evrenin temsilcilerinin görüşlerini eleştirir. Bu eleştiriler tarihsel olarak
mümkün olduğundan yapılabilir. Başka bir ifadeyle, kapitalizmin gelişim
göstermesiyle birlikte oluşan toplumsal çelişkiler eleştirilerin kaynağıdır.
Böylelikle, kapitalist sınıfın dünya görüşünün bir bölmesini oluşturan siyasal
iktisadın yaklaşımı, tarihsel gelişimle birlikte değişir. Marx’ın siyasal
iktisat eleştirisiyse, tarihsel yeni bir dönemin açılışına işaret eder. Bu
eleştiri, kapitalist sınıfın değil, işçi sınıfının çıkarları açısından yapılır.
Marksizm’in kapitalizm eleştirisi devrimcidir; çünkü, Marksizm doğduğunda,
kapitalizmin geliştire geldiği çelişkilerin kökleriyle kavranması ve aşılma
yolunun görülmesi olanaklıdır.
Sonuçta,
burjuva devriminin, kapitalist üretim biçiminin, tarihsel/toplumsal gelişimin
yakın dönemdeki durumunun ve gelişme/dönüşme eğiliminin en kapsamlı ve bütünsel
açıklamasını Marksizm yapar. Marksizm’in kurucu paradigması olan tarihsel
materyalizm, bahsettiğimiz birikimin üzerinde tarihsel bir sentezle doğar. Bu
paradigma, eski dünya görüşünün bazı ilerici yönelimlerini muhafaza ederek
geliştirir ve onları tarihsel olarak kapsayıp aşarak, onlardan farklı bir
görüşü oluşturur.
Toplum
bilimlerinde realist ve bilimsel yaklaşımların kurulmasında, Marksizm’in yapmış
olduğu büyük atılım da, emekçilerin Marksist sistemin realist düşüncelere
katkılarını, çok daha zenginleşmiş ve farlılaştırılmış bir içerikle
benimseyecekleri komünizm dönemiyle birlikte sürecektir. Komünizmde, “tarih
öncesi”nin sınıflarıyla birlikte bu evre’nin tortusu olan gerici, tutucu
metafizik her türden değer ve ideoloji yok olacak; tarihin bilinçle yapıldığı
evre’nin başlangıcıyla birlikte realist, bilimsel, ilerici ideolojiler düşünsel
üretimde egemen olup, insanlığın biriktire geldiği en iyi, en ileri değerlerin,
estetik/sanatsal üretimlerin korunup geliştirilmesinin yanı başında, dünyamızın
görüş spektrumunu oluşturacaktır. İşte o zaman doğa bilimleriyle toplum
bilimleri arasındaki uçurum ortadan kalacak ve bunlar, komünist dünyanın görüş
spektrumunda, realist/bilimsel düşüncelere sahip, birbiriyle uyumlu birer
bileşen durumuna gelecektir.
1 Ocak 2007
[1] Realist ve metafizik ideolojiler arasında yaptığımız
ayrımın, Mannheim'ın “ütopya” ve “ideoloji” arasında yaptığı ayrıma benzediği
belirtilebilir. Mannheim eserinde, şunları kaydeder: “Hem ideolojinin hem de ütopyanın kıstası hayata geçmedir. Olmuş
ya da yükselmekte olan bir yaşamsal düzenin üstünde maskeleyici tasarımlar
olarak süzüldüklerinin daha sonradan ortaya çıktığı fikirler, ideolojilerdir;
bu tasarımların, daha sonra oluşmuş yaşamsal düzene uygun olarak
gerçekleşebilir durumdaki unsurları ise, göreli ütopyalardır.” [Karl
Mannheim, İdeoloji ve Ütopya, Çeviren: Mehmet Okyayuz, Epos Yayınları,
İkinci Baskı, 2004, s. 228] Mannheim’ın bu formülasyonu değerlidir. Mannheim bu
yaklaşımını, sınıf savaşımı ve toplumsal pratiklerin çelişkili doğası üzerinde
kurmaz. Oysa, bunlar dikkate alınmalıdır. Ayrıca, Russel Keat ve John Urry,
doğa ve toplum bilimlerine dair bilim anlayışlarını değerlendirdikleri, Marx’ın
görüşlerini içerik ve metod açısından yeterince sağlıklı olmasa da
irdeledikleri eserlerinde, Marx’ın bir realist olduğunu doğru olarak saptar.
Ancak, bu realizmin ontolojik kaynağı ve kökeni üzerinde hiç durmazlar. Onlara
göre realizm, bir bilim anlayışı olarak öznel bir metodolojik yaklaşımdır.
[Russel Keat, John Urry, Bilim Olarak Sosyal Teori, Çeviren: Nilgün
Çelebi, İmge Kitabevi, İkinci Baskı, 2001]
*
Başka bir yazıda açmak üzere şu kadarını belirtmekle yetinelim: Devlet,
komünist dünyada toplumsal örgütlülükle özdeşleşecektir. Devletin gelecekte yok
olmasından değil, toplumsal örgütlenme içerisinde eriyip, onunla kaynaşmasından
bahsedilmelidir. Bize göre, devlet teorisi söz konusu olduğunda, Marx, Engels,
Lenin'in bu konuda yazdıklarını tarihsel ve ayrıca teorik bağlamıyla
değerlendirmek gerekir. Bir de, reel sosyalizmin devlet pratiğini hesaba
katmak... Yoksa, bir “papağan” bile Marksist klasik metinlerdeki ifadeler
öğretilirse tekrar edebilir.
[2]
Bahsi geçen “benliğin savunma düzenekleri”nin geniş kapsamlı açıklaması için
bkz; M. Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Evrim Yayınları,
İkinci Baskı, 1989, s. 43-59
[3]
“Organik yaşamda tikel bağımsızlıkların böylesine bir karşıtlığı söz konusu
değildir: örneğin hayvanların her bir hücreciğinde yaşam genelliğiyle
sürmektedir; hücreyi bütünden koparın, organik olmayan bir şeye dönüşür.” [G.
W. F. Hegel, Tarihte Akıl, Çeviren: Önay Sözer, Ara Yayıncılık, Birinci
Basım, 1991, s. 144]
[4]
Etienne Balibar, Marx’ın Felsefesi, Çeviren: Ömer Laçiner, Birikim
Yayınları, Üçüncü Baskı, 2003, s.15
[5]
Viladimir İlyiç Lenin, “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi”, Marx Engels
Marsizm içinde, Çeviren: Vahap Erdoğdu, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 1997,
s. 82-88
[6]
Birçok yazar Marksizm’in anti-eklektik bir yapıda olduğunu belirtir. İki örnek
vermekle yetinelim: Plehanov ve Korsch böyle düşünür. [G. V. Plehanov, Marksizmin
Temel Sorunları, Çevirenler: Erdem Buri, Selahattin Hilav, Cenap Karakaya,
Orhan Suda, Sosyal yayınları, İkinci Baskı, 1994, s. 127-128; Karl Korsch, Marksizm
ve Felsefe, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge Yayınları, Birinci Baskı, 1991, s.
57-58]
[7] Jorge Larrain, Tarihsel Materyalizmi Yeniden Yapılandırmak, Çeviri: S. Çeviker, Toplumsal Dönüşüm Yayınları,
Birinci baskı, 1998, s. 22, 24. “Marx’ın düşüncesinde önemli gerilimlere kaynaklık eden dört
temel alan bulunmaktadır: Diyalektik kavramı, bilinç çözümlemesi, toplumsal
değişim mekanizması ve tarih kavramı.” [Jorge Larrain, a. g. e., s. 25]
[8]
Karl Marx, Friedrich Engels, Alman
İdeolojisi-Feuerbach, Çeviren: Sevim Belli, Sol Yayınları, Beşinci Baskı,
2004, s. 65
[9]
Jorge Larrain, a. g. e., s. 50
[10]
Bu yaklaşımı Evren Asena da paylaşır. O’nun bu yaklaşımının (“gerçeklik
katmanlı olarak yapılanmıştır.”) yer aldığı makale İmago’da yayınlanmıştır. [Evren Asena, “Materyalizm, Marksizm ve
Bilinç Biçimleri-I”, İmago sayı:
2, Güz 2005, s. 91-124]
[11]
Bu saptamayı Vefa Saygın Öğütle de yapmaktadır. Öğütle “Pozitivist Marksizm ve
felsefi-politik içerimleri” adlı makalesinde, Stalin’den, Politzer’den
“öğrendiğimiz” diyalektik mantığı, Korsch ve Larrain’in görüşlerini kullanarak
eleştirir. Öğütle’nin söz konusu makalesindeki bu saptamasına katılmak mümkünse
de, adı geçen komünistlerin söz konusu çalışmalarını “pozitivist Marksizm”
şeklinde nitelemesine/suçlamasına ve genel görüş açısına katılmak olanaklı
değildir. [Vefa Saygın Öğütle, “Pozitivist Marksizm ve felsefi-politik
içerimleri”, Praksis 13, Kış 2005, s. 203-222]
[12]
Viladimir İlyiç Lenin, “Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğesi”, a. g. e.
içinde, s. 82
[13]
Louis Althusser, Marx İçin, Çeviren: Işık Ergüden, İthaki Yayınları,
Birinci Baskı, 2002, s. 43
[14] a.
g. e., s. 44
[15]
Gülnur Savran, “Althusser, Yapısal Nedensellik ve Teorisizm” adlı makalesinde,
yapısalcı Marksizm’in “kerteler” (instance, düzeyler) tahlilini ve dolayısıyla
üst-belirlenim (owerdetermination) kavramını eleştirmiştir. Bu makalenin yer
aldığı 11. Tez kitabını, bugün bile
sahaflarda bulmak mümkündür [Gülnur Savran, “Althusser, Yapısal Nedensellik ve
Teorisizm”, 11. Tez Kitap Dizisi: 5,
1987, s. 164-181]. Çulhaoğlu da, yapısalcı Marksizm’i eleştirir. Çulhaoğlu,
Savran’ın aksine, “üst-belirlenim” kavramının yararlı olduğunu düşünür ve
ekler; “bu kavramın mekanik ya da kaba determinizme karşı bir tür panzehir
işlevi görmesi için, Althusser’in tüm modelini benimseme gibi bir zorunluluk
yok.” [Metin Çulhaoğlu, Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, YGS
Yayınları, İkinci Baskı, 2002, s. 120]
[16]
Louis Althusser, “Çelişki ve Üstbelirlenim”, “Materyalist Diyalektik üzerine”, a.
g. e. içinde, s. 109-158, 197-265. Althusser'in görüşlerini iyi bir biçimde
özetleyen bir yazı için bkz; Kubilay Hoşgör, “Althusser'in Marksizm'i ve
'Epistemolojik Kopuş` Nosyonu”, Sınırda sayı: 5, Nisan/Haziran 2006, s.
70-73
[17]
Örneğin Mandel, Marksizm’in “dört katlı bir sentez” olarak ortaya çıkmasından
bahseder. [Ernest Mandel, Marksizmin Tarihteki Yeri, Çeviren: Masis
Kürkçügil, Yazın yayıncılık, Birinci Baskı, 1986, s. 16]
[18]
Ortalama Türkiye solcusu, Efesli “karanlık” Herakleitos’un (M. Ö. 540-480)
doğadaki diyalektiği kavradığı yönünde bir yargıya sahiptir. Bu yargının
oluşmasında, felsefe okumalarının felsefeye giriş niteliğindeki kitaplarla
sınırlı kalması ve ilk elden kaynakların okunmamasının etkisi büyüktür. Herakleitos’un
yazdıklarından günümüze ulaşan, yazarken noktalama işaretleri kullanmadığından
anlamları açık olmayan, çoğu bir iki cümle uzunluğunda, toplamda yaklaşık
olarak yüz otuz yedi adet fragmandır. Bu apokaliptik fragmanlar hakkında,
Sokrates’in yorumuna katılmamak mümkün değildir. Sokrates, kendisine
Herakleitos’un yapıtını okuyan Euripides’e şöyle demiştir: “Anladıklarım çok
güzel, öyle sanıyorum ki anlamadıklarım da. Herakleitos’un derinliğine
inebilmek için Deloslu bir dalgıç gerekiyor.” Türkiye’de diyalektikten
bahsedildiğinde neredeyse hemen daima akla ilk gelen isimlerden biri olan
Herakleitos’un (diğer isim Hegel’dir) doğadaki değişimi, oluşu kavradığı, bazı
ikili karşıtlıklara değindiği doğrudur. Ancak görünendeki değişimin hangi
mekanizmalarla gerçekleştiğine girmez; bir süreç anlayışı geliştirmez; süreç
içinde karşıt eğilimlerin varlığını tanımladığı da görülmez. Yaşadığı dönem
dikkate alındığında, bunları O’ndan beklememek de gerekir. Dolayısıyla,
diyalektiğin tarihin çocukluk döneminde, şaşırtıcı bir sezgiyle ve derinlikli
bir kavrayışla Herakleitos tarafından ortaya konduğu iddiası, doğru ve gerçekçi
değildir.
[20]
Bilim, birtakım varsayımlara dayanır: “1) Kendi dışımızda bir olgular
dünyasının varlığı, 2) Bu dünyanın bizim için anlaşılabilir olduğu, 3) Bu
dünyayı bilme ve anlamanın değerli bir uğraş olduğu.” [Cemal Yıldırım, Bilim
Felsefesi, Remzi Kitabevi, Dokuzuncu Baskı, 2004, s. 22]. Bu varsayımlar
materyalizmin varsayımlarıdır. İnsanların zihinlerinin dışında nesnel bir
gerçekliğin olduğunu materyalizm kabul eder. Bilgi edinmek olanaklıdır; bu tez
de, materyalist yansıma ya da karşılıklılık teorisine işaret eder. Bilimsel
bilgilerin doğruluğunu sınamanın ve dolayısıyla dünyayı değiştirmenin olanaklı
olduğunu da materyalizm benimser.
[21]
György Lukács, Tarih ve Sınıf Bilinci, Çeviren: Yılmaz Öner, Belge
Yayınları, Birinci Baskı, 1998, s. 57-58, dipnot 6. “Diamat”ı pozitivist
olmakla eleştiren Larrain’de de, benzer bir düşünce gözlenir. “Doğanın diyalektik
bir mantığı yoktur”, “doğa bilimlerinin yöntemiyle Engels’in ortaya koyduğu
diyalektik ilkelerin ilişkisi yoktur” türünde yorumlar yapan Larrain’in
görüşlerinin [bkz; Jorge Larrain, a. g.
e., s. 83-91] eleştirisi, başka bir çalışmanın konusu olabilir. Bu
yaklaşımlara ve Larrain’in diğer yaklaşımlarından bazılarına katılmamaktayız.
Örneğin Larrain, çelişki ilkesinin doğada değil, sadece tarihte ve ancak
sınıflı toplumların oluşmasıyla birlikte geçerliliği olduğunu savunur. Aslında,
doğanın ve toplumların gelişiminin diyalektiğinde, gerçekliğin farklı alanları
ve katmanlarındaki süreçlerde, bunlara spesifik olan ve başka
alanlarda/katmanlarda geçerli olmayan işleyiş mekanizmaları, bilimsel yasalar
vardır. Bununla ilişkili olarak, diyalektik ilkelerin ve kavramların kapsamı,
evrenselliği konusunda tartışılabilir. Ancak Larrain, bu tartışmayı bir yana
bırakın, iki değerli formel mantığın “p önermesi hem yanlış, hem de doğru
olamaz” (mantıksal olanaksızlık ya da mantıksal “çelişme”) ilkesiyle, doğadaki
ve toplumdaki süreçler arasında veya bir süreci oluşturan eğilimler arasında
var olan “karşıtlığı”/“çelişki”yi, birbirine karıştırmaktadır.
[22]
Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu,
Çeviren: Sevim Belli, Üçüncü Baskı, 1992, s. 57
[23] a. g. e., s. 57-58
[24]
Louis Althusser, “Lenin ve Felsefe”, Lenin ve Felsefe içinde, Çeviren:
Erol Tulpar, Yayına Hazırlayan: Murat Belge, İletişim yayınları, Birinci Baskı,
2004, s. 81. Murat Belge'nin ve Birikim tayfasının yıllardır Batı
Marksizm'inin yaklaşımlarını Türkiye soluna servis yaptığı bilinir. Şimdi
İthaki yayıncılık Althusser kitaplarının yeni baskılarını yaparak, liboşların
faaliyetiyle oluşmuş olması muhtemel bir Althusser “sempatizanları” kitlesinin
üzerinden, iyi gelir elde etmeyi umuyor olabilir.
[25]
Friedrich Engels, a. g. e., s. 25
*
Bu dizilimin, Hegel’in “yadsımanın yadsınması” ilkesiyle uyumlu olduğu
söylenebilir.
[26]
Bkz; Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, Çeviren: Nilüfer
Kuyaş, Alan yayıncılık, Üçüncü Baskı, 1991
[27]
Thomas S. Kuhn, a. g. e., s. 152-160, 185
[28] a.g.
e., s. 105-106
[29]
“Paradigma”nın daha geniş kapsama sahip bir anlamda kullanımı için bkz; Ian
Marshall, Danah Zohar, Kim Korkar
Schödinger’in Kedisinden-A’dan Z’ye Yeni Bilimin Kılavuzu, Çeviren: Orhan
Düz, Paradigma Yayıncılık, Dördüncü Baskı, 2006, 19-35
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.