Ercan Arslan
1. AŞAMA
Üç
boyutlu görme, ellerin tutucu özelliği ve başparmağın evirilmesi, ormanların
azalması sebebiyle dik yürümeye başlama, böylece ellerin boşta kalması, boyun
kaslarının zayıflaması (beyne baskının azalması) gibi unsurların birleşmesiyle,
insansıların, alet kullanmaya ve üretmeye başlaması, insanlaşma sürecinde ana
unsurdur. Bu sayede ilk insanlar doğayı değiştirmiştir. Çok uzun süren çocuk
bakımının olması, sosyalleşmeyi, ana
çocuk arasındaki bağın kuvvetli olmasını, dilin gelişimini, toplu halde bir
arada bulunmayı gerektirmiştir. Diğer hayvanlar ana karnında gelişimlerini
tamamlamakta, doğar doğmaz ayağa kalkabilmekte, 3-5 ay sonrasında yetişkinliğe çoğunlukla
ulaşmaktadır. Bu da, hayvanlar arasındaki bağın güçlenmesine engel teşkil
etmektedir.
Bu
aşamada, insanların bilgi birikimi azdı. Doğa koşulları kalabalık olmayan insan
gruplarının yaşamasına elverdiği ölçüde, uzun yıllar değişim ihtiyacı doğmamıştır.
Burada herkes eşittir, sadece fiziki eşitsizlikler, yetişkin bireyler ile
bakıma muhtaç çocuk ve yaşlılar arasında eşitsizlikler olabilir. Grup yaşamak
için uyum içinde çalışmıştır. Nüfus az olduğundan bolluk vardır. Geçim yolu,
avcılık-toplayıcılıktır. Zamanla bolluk sebebiyle nüfus artmaya başlar. İklim
değişimlerinde, gruplar değişen koşullara göre artan nüfusa bakabilmek için
aletleri çeşitlendirir. Bu sayede zor koşullarda ayakta kalırlar. Doğayı
tanımaya başlarlar, bilgi birikimi artar ve bilgiler nesilden nesile aktarılır.
Bu dönemde doğaya bağımlılık fazla olduğu için, bu bilgiler hayati önemdedir. Etkileşimde
bulundukları diğer insanlar da, bu bilgileri öğrenir. Avcı-toplayıcı oldukları
için hep bir yere bağlı değillerdir. İklimsel oynamalara göre sürekli yer
değiştirmek zorunda olmalarından dolayı, diğer gruplarla daha çok etkileşimde
bulunurlar. Elde edilen bir bilgi çok uzaklara kadar gidebilmektedir. Bu bilgiler,
bu dönemde hayati önemde olduğundan unutulmaz. Küçük gruplar halinde
yaşadıklarından ve her grubun belirli bir bölgede yaşaması sebebiyle grupların karşılaşmamaları
imkânsızdır. Bir grup bir aleti bulduğunda ve kullandığında, diğer gruplarla
yakın olmalarından dolayı, bu alet hayati önemdeyse ve grupların yaşamasını
kolaylaştırıyorsa, diğer gruplar da, aleti üretip kullanmaya başlar. Bu durum,
bir ağ gibi bütün gruplara yayılır. Afrika’da bulunan bir alet endüstrisi, Avrupa’ya,
Asya’ya, hatta Amerika’ya bile gidebilir.
1.
aşamada nüfus az ve topraklar geniştir. İlk insanlar alet üretmeyle doğaya hâkim
olmaya başlar. Ürünü daha kolay elde ederler. Bunun neticesinde nüfus artar. Kendi
bölgelerindeki av hayvanları önceden nüfusa yetmekteyken, giderek yetmemeye
başlar. Bu nedenle, bölgelerini genişletir, başka bölgelere giderler.
Nüfus
azlığı ve yaşam alanlarının genişliği, uzun bir süre grupların aynı taş
endüstrisini kullanmayı beraberinde getirir. Oldowan taş endüstrisi ve ondan
sonra gelişecek olan Aşölyen teknik, 2 milyon yıla yakın sürmüştür. 200-100 bin
yıl öncesine geldiğimizde, alet üretim tekniklerinde değişim meydana gelir. Grupların
nüfusu artmaya başlamıştır. İlk başlarda doğanın sundukları yeterli
düzeydeyken, nüfus artmıştır ama doğadaki hayvanlar ve bitkiler kısıtlı
olduğundan, artan nüfusa yetmemeye başlar. Hatta bazı türleri yok etme sınırına
getirir. Hayvanlar giderek azalır. İklimdeki dengesizlik ve hayvanların
azalması veya göç etmesi, daha ayrıntılı ince aletler yapılmasını beraberinde
getirir.
1.
dönemde gruplarda herkes eşitti. Çünkü burada hiç kimsenin kimseye ekonomik
üstünlüğü yoktu. Bu yüzden, bu döneme ana-erkil diyemeyiz. Belki sadece
doğurgan olduğu, grupların devamını sağladığı için kadınlara saygı duyulmasından
bahsedilebilir. Bu dönemde gruplar, dişi ve erkeğin koşullara göre baskınlığı
ile karakterize edilebilir. Örneğin şempanzelerde, eğer grupta erkek oranı
fazlaysa ve dişiler azınlıktaysa, “alfa erkeği” öne çıkmaktadır. Eğer dişiler
çoğunlukta erkekler azınlıktaysa, “alfa erkeği”nin baskınlığı azalmaktadır
(Bonobo’larda “alfa” dişidir).
2. AŞAMA
Nüfus
çoğalmış, av hayvanları nüfusa göre azalmış ve iklimsel koşulların değişmesi
sebebiyle artık erkekler avdan eli boş dönmeye başlamışlardır. Erkekler avlanma
faaliyetleri boyunca haftalardır grubun yerleşim yerine dönmemişken, kadınlar
ise yerleşim yerinde kalmışlar, yaşlılara ve çocuklara bakmışlar, toplayıcılık
yapmışlar ve grupların hayatta kalmasında belirleyici bir konuma gelmişlerdir. Kadınların
ekonomik üstünlüğü oluşmuştur. Bu ekonomik üstünlük, üst yapı kurumunu da
beraberinde getirmiştir. Ayrıca kadının doğurgan olması, kabileyi çoğaltması
gibi nedenler, onun üstünlüğünü beraberinde getirmiştir. Bu döneme ana-erkil
diyebiliriz. Bu dönemde üst yapı kurumları belirginleşmeye başlar. Öteki dünya
inanışı belirir. Gens'in oturması/normlaşması gerçekleşir. Sanatın başlangıcı
bu döneme tekabül etmiş olabilir. Bu dönem 120-40/30 bin yıllarını kapsamıştır.
Bu aşamada, alet endüstrisi ise Levallois ve sonlara doğru Musterieen olarak
adlandırılır.
Öteki
dünya inanışı, dinin oluşmaya başlaması bu döneme rastlar. Bunun sebebi doğayla
iç içeyken, mevcut bilgi birikiminin onu açıklamaya yetmemesidir. İnsanı en
fazla etkileyen unsurlarda, bir yaratıcılık ve kutsallık aranır olmuştur. Av
hayvanlarını çoğaltmak ve avın başarılı geçmesini sağlamak için, ritüellere
yönelmişlerdir. Örneğin uzman avcılar hayvan kılığına girerek, gençlere av
öncesi bir nevi prova mahiyetinde bilgi birikimi aktarımında bulunmuş olabilir.
Toprak ananın/doğanın bereketli olmasını sağlamak için de, bu ritüellere
yönelmiş olabilirler. Kadın, toprak anaya benzetilir ve doğurgan olması
sebebiyle kutsallaştırılır. Bu dönemde şamanların erkek olması ihtimali
yüksektir. Çünkü fiziksel yönden güçlü
olması sebebiyle, av hayvanlarının peşinden genelde erkekler gider; av
hayvanları azalmaya başladığı için, onların dini ritüellerle çoğaltılmaya
çalışılması ve avın bereketli olmasının sağlanması onların inisiyatifindedir,
Şamanların erkek olmasına rağmen, ekonomik üstünlük kadınların elinde
olduğundan, toprak ana ve onunla özdeşleşen ana tanrıça figürleri daha ön
plandadır.
Felsefenin
gelişme aşamasıyla, dinin gelişme aşaması birbirine çok benzemektedir. İkisi de
nesnel, maddesel doğada yaratıcılıkla başlamıştır. Din de, felsefe de, aslında
nesnel doğanın ters yüz edilmiş bir yansımasıdır. Yunanlı ilkçağ
filozoflarından maddeci açıklamalar yapan Thales, her şey sudan geliyor,
Anaksimenes, evrenin temel maddesi havadır, Heraklitos ateştir, bir diğeri
topraktır demekteydi. Animizm ise (canlıcılık) bir dindir; doğadaki canlı
cansız, bütün varlıklarda yaratıcılık aramadır. Bilgi birikiminin kısıtlı
olması sebebiyle ilk dönemlerde insanlar, nesnel doğada bir yaratıcılık
aramışlardır. Ne zaman ki bilgi birikimi artmış, bazı doğa olaylarını
çözümlemiş, ondan sonra yeryüzü dini inanışları gökyüzüne çıkmaya başlamıştır.
Bazı akademik çevreler, bu dönemin inançlarını, din olarak kabul etmemektedir.
Burada sınıfsal ilişkiler henüz oturmamıştır, lakin gruplarda statü farkları
oluşmaya başlamıştır. Yönetici/yol gösterici, bazı işlerde uzmanlaşmış kişiler
saygı görmeye başlamış, yönetmenin verdiği statü farkıyla gelişen bir özgüven
belirli kişilerde oluşmaya başlamıştır. Sınıfsal ilişkilerin olmaması,
toplulukların statik olmasını gerektirmez. İçten içe değişimler devam
etmektedir. Bilgi birikimini elinde tutanlar ve topluluklara önderlik edenler
mevcuttur. Artık ürün yeterli düzeyde oluşmadığından ve mevcut ürünler, topluluklara
ancak yettiğinden eşitlikçi bir yapı sürmektedir. Mecburiyetten dolayı
sistemlerini sürdürürler. Çünkü bazı ürünler yöneticilerin elinde yoğunlaşırsa,
topluluktaki bazı kişiler açlıktan ölecek, yönetici konumundakiler üretim faaliyetlerini
kendileri yapacak ve gruplar zayıflayacaktır. Bu dönemde gruplar bir arada
durdukları ölçüde ilerleme kaydedebilirler.
Bazı
çevrelerin bu dönemin inanışlarını, din olarak kabul etmemesinin sebebi kanımca,
dinin oluşma sürecini gözlerden gizleme isteği olabilir. Nasıl Marx eseri Kapital’de, kapitalizmi, meta ilişkilerine
ve artık değer üretimi üzerine temellendirmişse (kapitalist iktisatçılar genelde
pazar ilişkilerine göre değerlendirmektedir), biz de burada, dinin gerçek
kökenini, bu dönemi bilimsel olarak inceleyerek yakalayabiliriz. Kimi çevreler
ise, Göbeklitepe’den hareketle, dinin uygarlığa geçişte bir basamak olduğunu, tarım
ve hayvancılığa, yerleşikliğe geçişte dinin temel bir unsur olduğunu teorize
etmekteler. Bu düşünce, dinin oluşma sürecini gözlerden gizlemeye yaramaktadır.
Üstelik Göbeklitepe’deki yeni bulgular da, aceleyle ortaya atışmış bu görüşü
desteklememektedir.
3. AŞAMA
Aletlerin
daha da çeşitlenmesi, bilgi birikiminin artması, yeni aletlerin üretimi,
özellikle okun bulunması, erkeklerin tekrar ekonomide belirleyici olmasını
sağlamış; daha fazla av hayvanı avlayabilmeleri ve ürün bollaşması, erkeği
kadınla eşit düzeye getirmiş, ekonomide geçici bir eşitlik sağlamıştır. Bu
sürece ruhban sınıflarının ve yöneticilerin olduğu geçici komünal dönem
diyebiliriz. Bu da, 30 bin-8/7 bin yılları arasını kapsamış olabilir. Tarım ve
hayvancılığın arkaik nüveleri bu dönemde, 15-13 bin yıllarında başlamış
olabilir.
4. AŞAMA
Erkeğin
ekonomide, tarımda ve hayvancılıkta, kadından daha belirleyici olmasıyla (sabanın
bulunması tarımda erkek gücünü arttırmıştır, ayrıca bazı hayvan türleri sabana
koşulmuş olabilir), ata-erkil dönemin başlaması, MÖ 7 binler ve sonrasında
gerçekleşir.
Tarım
ve hayvancılığa geçiş niye Yakındoğu da olmuştur?.. Bugünkü bilgilerimize göre,
insanlığın ilk çıkış yeri Afrika’dır. İlk önceleri nüfus azdır ve alet üretip, topraklar
geniş olduğundan hayvanlar nereye gidiyorsa oraya giderler. Ürettiği alet
teknolojisi kendine yettiği müddetçe göç eder, önünde hiçbir sınır yoktur. Alet
üretimi sayesinde kendine güveni artar. Yakın Doğu üzerinden dünyanın bütün
bölgelerine yayılır. Avrupa, Asya, Avustralya ve Amerika’ya kadar gider. Kendi
alanı genişlediği, nüfusu arttığı halde, doğadaki fauna ve flora kısıtlı kalır,
kısıtlı kaldığı için de arayışlara girer. Hayat zorlaştıkça yeni araçlar
edinmeye çalışır.
Buzul
dönemlerinde insanlar Amerika’ya, Avustralya’ya gitmişlerdir. Buzulların geri
çekilmesiyle o bölgelerde hapsolmuşlardır. Bu bölgelerin kültürleri ana
kıtalardan yayılmıştır. Kültürleri yukarıda açıkladığımız 2, ve 3. aşamaya
tekabül edebilir; o kıtalarda izole kalmışlar, nüfusları az ve topraklar geniş
olduğundan ve kara köprüleri de olmadığından, diğer insan grupları oralara gelemediğinden,
kültürleri aynı düzeyde kalmış olabilir. Oysa Asya, Avrupa, Yakındoğu gibi
yerlerde, nüfusun fazla, toprakların kısıtlı olması ve hayvanların azalmaya başlaması
sebebiyle, yeni arayışlara gitmek zorunda kalınmıştır. Bu yüzden de hayvanları
evcilleştirme ve tarım yapma yoluna gidilmiştir. Bu açıdan değerlendirirsek Morgan’ın
“gens”ini (kandaş aile) bu döneme uygulamamız doğru olmayabilir. Gens, bir üst yapı kurumudur ve kadının
ekonomide üstünlüğünü öngörür. Ekonomi yeterliyse ve nüfusa göre topraklar
genişse, gens katı yapısını sürdürür ve kandaş aile yapısı kadınlara özgüdür. İnsan
grupları ekonomik faaliyetlerine göre üst yapı kurumları oluştururlar. Kandaşlık,
bir üst yapı kurumudur. Ekonomide kadın üstün olduğundan ve kadın, kabileyi çoğalttığından
kutsallaştırılır. Burada eşitlik yoktur ve genslerde durağanlık hâkimdir. Oysaki
yakın doğuda bu değişmiştir; gensler bir araya gelmek zorunda kalmışlar, katı
yapılarını değiştirmeye başlamışlardır; erkek ve kadın birlikte tarım ve
hayvancılığa, yerleşikliğe geçerek 4-5 bin sene ekonomik faaliyette
eşitlenmiştir. Sadece analık hukukuna dayalı gens zayıflamış, babalık hukukuna
dayalı gens güçlenmeye başlamış ve genslerde eşitlik sağlanmıştır. Bu yüzden kanımca,
Göbeklitepe’deki ortadaki büyük heykeller erkek ve kadını temsil etmektedir. Ortadakilerden
biraz daha küçük ve kenarda olanlar ise, diğer gens önderlerini veya tarımda
önemli olduğu için ayları temsil ediyor olabilir. Kabilenin bir bütün olarak,
toprağa yani ana karnına gömülmesini ve öteki dünyaya gönderilmesini de temsil
ediyor olabilir. Mısır’daki firavun nasıl ölümsüzse, yeni firavun yeniden
doğuyorsa, burada da kabile gömülerek yeniden doğmaktadır, Göbeklitepe’de bunun
gibi birçok mabedin olduğu sanılmaktadır. Onlar da, birleştikleri diğer
gensleri temsil ediyor olabilir. Yine bunlar ruhban sınıfını temsil ediyor da olabilir.
Burada sadece erkek ve kadın arasında cins eşitliği sağlanmıştır, yöneten ve
yönetilen arasındaysa, sınıfsal eşitsizlikler oluşmaya başlamıştır. Gens zamanla
özelliğini kaybetmektedir.
Bu
dördüncü aşamayla birlikte sınıfsal sömürü ilişkileri netlik kazanır ve devlet
sistemi ortaya çıkar. Bu aşama Köleci, Feodal, Kapitalist ve Sosyalist sistem olarak
devam eder. Sosyalist sistemi bu aşamaya dâhil etmemizin sebebi, küçük üretimin
her saniye kapitalist ilişkileri yeniden yaratması, artık-ürün/hizmet üretiminin
hala devam etmesi, sosyalist devletin, devlet kapitalizmine dönüşebilme
ihtimalinin olmasıdır.
Sınıfsal
ilişkilerin ortadan kalktığı, sömürünün olmadığı, herkesin olanaklara ulaşmada eşit
olduğu, devletin sönümlendiği bu aşama, komünizmdir. Devlet, bir sınıfın, diğer
bir sınıfa karşı baskı aracı olmasından dolayı sınıflı toplumlarda zorunluyken,
bu aşamada sınıflar ortadan kalktığı için gerekliliğini kaybeder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.