17 Aralık 2021 Cuma

Yahudi Sorunu Üzerine - Karl Marx

Hazırlayan: Mahmut Boyuneğmez

Marx’ın doktora tezinde Hegelci kavramları kullandığı bilinir. Fakat bu durum onun doktora tezini yazdığı sırada bir Hegelci olduğu anlamına gelmez. Marx hiçbir zaman dar anlamıyla Hegelci olmamıştır. Sol Hegelciliğin dahi, Hegelcilik olmadığı kabul edilmelidir. Doktora tezini yazdığı sırada ateist-materyalist eğilimli olan Marx’ın bu eserin dilini Hegelci kavramlarla oluşturduğu da açıktır.

Mayıs 1842’den itibaren Ren Gazetesi’nin yazarı olan Marx, gazetenin editörlüğünü 15 Ekim 1842’de üstlenir ve gazetenin başyazarı olur. Bu dönemde ateist olan, fakat komünist olmayan Marx’ın düşünsel ufkunun Hegel’den ayrıldığı noktalar büyür ve gelişir. Radikal bir demokrat olan Marx, baskıcı Prusya devletini ussal bulan Hegel’e karşıt olarak, bu devleti eleştirmektedir. Ren Gazetesi’ndeki yazılarında Marx’ın devlete bakışı, radikal bir demokratın bakışıdır. Prusya devletinin uygulamalarını bu perspektifle eleştirir. Bu dönemde halkçı bir perspektife sahip olsa da, net bir sınıfsal bakış açısı olmayan Marx’ın, devlet hakkındaki düşüncelerinde Hegelci olduğu ileri sürülemez. Dolayısıyla örneğin Mehmet İnanç Turan’ın, Marx’ın bu dönemi için yaptığı şu saptamalar yanlıştır:

“Marx, devlet sorununa bakışta şimdilik Hegelcidir; yanlış noktadadır.” (M. İ. Turan, Marksizmin Doğuşu, Kalkedon Yayınları, Birinci Baskı, 2010, s. 63)

“Marx, ‘Hegelci usçu teorinin’ etkisi altındadır. ‘Usçu devlet’ anlayışı da aynı yanlış kaynağa uzanır.” (a.g.e, s. 63)

Marx’ın Ren Gazetesi’nde çıkan yazılarında Hegelci bir bakışın olmadığı açıktır. Yaygın olan “genç Marx bir Hegelcidir” (bunun anlamı onun Hegel’in düşüncelerini benimsemesidir) tezini kanıtlayan birisi bugüne kadar çıkmamıştır.

Turan’ın Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi adlı esere ilişkin şu yorumuysa daha sağlıklıdır:
  
“Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi’nin felsefe açısından önemi, Marx’ın Hegel'den sistematik kopuşuna başlangıç oluşturmasıdır. Ayrıca Feuerbach’ın maddeci görüşlerinin Marx tarafından siyasete uygulanmasıdır.” (a.g.e., s. 70)

Bu eseri yazarken Marx’ın Hegelci ve Feuerbachçı olmadığı, ancak onlardan etkilenmiş olduğu ortadadır. Turan’ın şu yorumunun yetersiz olduğu görülmektedir:

“Hegel’in Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi, kuşkusuz ki bir Hegel eleştirisidir, ancak Marx’ın Hegel’den bütünüyle koptuğu, beynindeki Hegel’in bütün izlerini sildiği bir eleştiri değil!” (a.g.e., 86)

Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nde (HHFE’nde) Hegel’in meclisli anayasal bir monarşiyi olumlaması karşısında radikal demokrat bir konumdan eleştirisini getirir. Marx bu eserinde demokratik devleti benimser. İşte bu benimseyiş, Hegel’in düşüncelerinin ötesinde bir konumlanışın açık kanıtıdır. Marx HHFE’nde ayrıca Feuerbach’tan aldığı “tersyüz etme”yle, toplum-devlet ilişkisini materyalist yaklaşımla değerlendirir. 1843’te Feuerbach’ı siyasetle ilgilenmemekle suçlayan Marx, onu bu alanda yetersiz görür. Marx’ın bu dönemde de Feuerbachçı olmadığı çok açıktır.

Marx’ın Fransız-Alman Yıllıkları’nda çıkan iki yazısının başlıkları Yahudi Sorunu (YS) ile Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı: Giriş’tir (HHFEG). İlki yaklaşık olarak Eylül-Ekim 1843’te yazılmış olup, Marx bu yazıda, 1842’de bozuştuğu Bruno Bauer’in Yahudi sorunundaki görüşlerini eleştirir. İkincisiyse 1843 sonu veya 1844 başlarında yazılmıştır. Bunlara dair M. İ. Turan’ın şu değerlendirmesi yanlıştır:

“Marx’ın iki yazısı arasında yazım tarihi açısından 2-3 ay fark vardır; ama içerdikleri görüşler açısından Marx’ta görülen ilerleme şaşırtıcı düzeydedir. Şubat 1844’te aynı tarihte yayınlanmış bu iki yazı arasında Marx’ın beyninde ‘düşünsel bir devrim’ yaşadığı söylenebilir.” (a.g.e., s. 88)

Oysa YS ile HHFEG arasında şaşılacak bir “sıçrama” yoktur. YS’nda siyasi devrim/özgürleşme ile insanal kurtuluş/özgürleşmenin (komünizm olarak adlandırılmasa da, anlamı budur) ayırt edildiği görülür. Bu ayrım bu eserin en önemli ve temel kavrayışıdır. HHFEG’teyse Marx’ın proletaryanın siyasi temsilcisi olduğu ve komünist kimlikle yazdığı gözlenir.

YS’nun, Marx’ın eserleri incelenirken oturtulması gereken gelişim çizgisi budur. YS kısaca belirttiğim bu biyografik bağlam bilindiğinde daha iyi anlaşılır.

Gelelim YS’nun içeriğine. Bu eserdeki temel saptamaları kısaca özetlemek istiyorum.

1. 1848 devrimi öncesinde Almanya’daki Hıristiyan devlet, Yahudileri baskı altında tutmaktadır. Yahudilerin dinsel pratikleri, yurttaşlık hakları ve politik özgürlük istemleri yasaklarla engellenmektedir. 1840 yıllarında Almanya’da öne çıkan Yahudi sorunu budur ve bu sorun genç Hegelciler arasında tartışılmaktadır. Bruno Bauer’in bu konuda çıkan iki yazısını Marx, YS adlı eserinde eleştirmektedir. Marx bu eserde, politik özgürleşmenin ne olduğunu, devlet ile din ilişkilerini, insan haklarının anlamını inceler.

2. Bauer, Yahudilerin insan haklarına ve yurttaşlık haklarına sahip olmak, politik açıdan özgürleşmek için, dini inançlarından vazgeçmeleri gerektiğini düşünür. Ona göre Yahudilik ortadan kalkmadan, Yahudiler özgürleşemez. Bauer, siyasal kurtuluş ile insanal kurtuluş arasında ayrım yapamaz ve bunları birbirine karıştırır. Bauer’e göre, laik devlet anlamına gelen dinin politik kaldırılışı, dinin bütünüyle kaldırılışına eşittir. Marx’a göreyse, Yahudi sorununu iki boyutuyla incelemek gerekir: Siyasal kurtuluşla ilgili olarak Yahudi sorununun çözümü, Yahudilerin dini inançlarından vazgeçmeden politik özgürleşmelerinin mümkün olduğunu, yurttaşlık ve insan haklarına kavuşabileceklerini anlatır. İnsani kurtuluşla ilişkili olarak Yahudi sorununun çözümüyse, Yahudilerin de içinde yaşadıkları burjuva sivil toplumun Yahudice ilişkilerden kurtulmasıdır.

3. Marx, dinsel devlet ile politik devlet ayrımını yapar. Almanya’daki devlet Hıristiyan bir devlettir, çünkü din ile devlet ayrışmamıştır. Bu ayrışmanın olduğu politik devlet, burjuva demokratik devlettir. Kuzey Amerika’daki politik devletlerin kabul edilen resmi devlet dini yoktur ve dini inançlar, kişilerin özel hayatına bırakılır. Yahudi ya da Hıristiyan olsun, dini inançlara sahip insanların politik özgürleşmesi, devletin dinlerden özgürleşmesi, başka bir deyişle laikleşmesidir. Politik devlette insanlar dinden kurtulmuş olmaz, fakat devlet dinden kurtulmuş olur. “Politik özgürleşme”, insanları dinden özgürleştirmez. Dinsel kuralların kısıtlamasından kurtulan bu devlet, “özgür”ken, bu devletin eşleniği olan sivil toplumda insanlar dine bağlı kaldığından özgür değildir.

4. Politik özgürleşmeyle din, devletin karakteristiği olmaktan çıkar ve sivil topluma kayar. Kuzey Amerika devletlerinde olduğu gibi, politik özgürleşmenin tamamlandığı bir ülkede, dinin, sivil toplumda özgürce geliştiği görülür. Politik özgürleşmenin sonucunda dinden kurtulan devletin oluşması, dinin toplumda ortadan kalkması anlamına gelmez, aksine politik özgürleşmenin olduğu ülkede, dinin “yaşam dolu, canlı varlığı” görülür. Politik özgürleşmeyi başlı başına bir ilerleme olarak gören Marx, bunun insanın kurtuluşu olmadığını da belirtir. Marx’ın YS’nu yazarken artık bir burjuva demokrat olmadığı buradan anlaşılır. YS’nda burjuva toplumun insansal kurtuluşu sağlamadığını belirten Marx, Feuerbach’ın “türsel-varlık” kavramını kullanırsa da, perspektifi ve kavrayışı açısından burada Feuerbachçı değildir. YS’nda Marx’ın bir Hegelci olduğu da söylenemez.

5. Politik özgürleşme, eski feodal devletin ve toplumun çözülmesi anlamına gelir. Fransız devriminde olduğu gibi politik devrim, toplumun feodal dönemdeki politik niteliğini ortadan kaldırır ve feodal toplumu çözer. Politik özgürleşmeyi, insani özgürleşme olarak görmeyen Marx, politik devrimle oluşan sivil toplumun insanını eleştirir. Sivil toplum eleştirisinde kullandığı kavramlar ve ifadeler arasında “egoizm”, “bencil gereksinim”, “atomize olmuş ve biri diğerine düşman bireyler dünyası” gibi nitelemeler yer alır. Görüldüğü gibi Marx’ın YS’nu yazarken, bu eleştirisi nedeniyle radikal bir demokrat sayılması mümkün değildir. Çünkü artık burjuva toplumu eleştirmeye başlamıştır.

6. Politik devrim, devlet ile sivil toplumu ayırır. Marx politik özgürleşme ya da kurtuluşun ne anlama geldiğini, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni örnek alarak irdeler ve eleştirir. Bu belge, politik özgürleşmenin “teorik” belgesidir. Bu belgeye göre yurttaşlar, dinsel inançları yüzünden rahatsız edilemezler ve herkesin dinsel ibadet özgürlüğü vardır. Marx ayrıca 1793 anayasasında yer alan ve insanın doğal hakları olarak kabul edilen “özgürlük, mülkiyet, eşitlik ve güvenlik” hakkından bahseder. YS’nda Marx, burjuva toplumu bu hakların özünde neye karşılık geldiğini anlatarak eleştirir. Burjuva özgürlük ilkesine dönük eleştirisi özetle şöyledir: “İnsanın özgürlük hakkının pratik uygulanımı, insanın özel mülkiyet hakkıdır (…) Bu, her insanın öteki insanlarda, özgürlüğünün gerçekleştirimini değil, sınırını bulmasına yol açar.” Burjuva toplumda negatif özgürlüğün, bireylerin özel mülkiyetinin, birbirlerine zarar vermemek üzere, korunmasını yansıttığını kavrayan Marx, özgürlük hakkının mülkiyet hakkını tamamladığını görür. Burjuva eşitliği, yasa karşısında aynı haklara sahip olma şeklinde değerlendiren Marx, güvenlik hakkınınsa, egoist bireylerin kişiliklerinin, mülkiyetlerinin toplum tarafından korunmasını içerdiğini belirtir. Egoizmin sigortası olan güvenlik hakkının, “polis” kavramıyla örtüştüğünü saptar. Üstelik Marx bu hakların “teori”de kabulüyle pratikte uygulanması arasındaki uyumsuzluklara da dikkat çeker. Güvenlik hakkı tanınır, fakat pratikte insanlar arasındaki haberleşme gizliliği çiğnenir. Sınırsız basın özgürlüğü tanınmıştır, fakat basının belli bir bölümüne “kamu özgürlüğüne zarar veriyor” gerekçesiyle yasaklama getirilir ve ilke pratikte uygulanmaz. Marx böylelikle YS’nda burjuva demokrasisini bir kez daha eleştirmektedir. Marx bu politik özgürleşmenin (burjuva devrimle gelen burjuva demokrasisinin), insanın ikiye bölünüşüne yol açtığını saptar: Sivil toplumun egoist insanı ile politik haklara sahip, soyut yurttaş insan.

7. Marx’ın YS’nda dikkate aldığı Yahudi tipolojisi, iktisadi ilişkileri içerisindeki, somut görünümüyle Yahudi’dir. Bu Yahudi tipolojisinde özel mülkiyet temelinde bir özgürleşme gözlenir. Yani onun dünyevi dayanakları özel çıkar, bezirgânlık, tefecilik, ticaret ve parasal ilişkilerdir. Bunlar “Yahudi tarzında” özgürleşmedir. Sivil toplumdaki Yahudi bu “özgürleşmesiyle”, Hıristiyan olanlara örnek oluşturur. Yahudi’nin özel çıkar ve özel mülkiyet konusundaki düşünceleri, Hıristiyan halkların pratikteki düşünceleri haline gelmiştir. Burjuva-sivil toplum kendi içerisinden Yahudi tipolojisini sürekli çıkarmaktadır.

8. YS’nda paranın insanların hayatı üzerindeki hükümranlığını eleştiren Marx, onu Yahudi tipolojisinin pratikteki tek tanrısı olarak niteler.

9. Marx’ın YS’nda insani özgürleşmeden anladığı, politik özgürleşmeyle/burjuva devrimle gelen politik devlet ile sivil toplum arasındaki ayrımın kalkmasıdır. Sivil toplumdaki “dinsel insan”ın, yani tüccar, gündelikçi ya da toprak sahibi olan insanın, soyut bir yurttaş tanımı altında politik yaşamda tanınması, bir yanıltmacadır. Devlet/kamu yaşamında oluşan aldatıcı yurttaş görünümü ile sivil toplumdaki gerçek insan arasında uyuşmazlık vardır. İnsani özgürleşmede bu uyuşmazlık aşılır. Atomize olan toplumda kendisinden yabancılaşmış güçlerin egemenliği altında olan bireyci/bencil insanın yerine “türsel-varlık” olarak insan geçtiğinde; insanın kendi güçleri ona yabancılaşmadan toplumsal güçler olarak örgütlendiğinde ve böylece insanın toplumsal gücü, politik güç/devlet olarak ona yabancılaşmadığında/ondan ayrışmadığında, işte ancak o zaman insani özgürleşme tamamlanmış demektir. Marx, burjuva politik özgürleşmeyi henüz tamamlanmamış ve çelişkili durumda olan insani özgürleşme sürecinin bir uğrağı olarak görür.

10. Marx YS’nda, Yahudi’nin insani özgürleşmesinin nasıl olacağını açıklar. Yahudilerin inanç özgürlüğüne sahip olmaları, burjuva politik özgürleşme ile olanaklıdır, fakat bu onları insani olarak özgürleştirmez. Bauer’in yaklaşımıysa tersidir: Bauer, Yadudilerin dinlerinden özgürleşmedikçe, politik bakımdan özgürleşemeyeceklerini anlatır. Marx’a göre bezirgânlığın önkoşullarını, dolayısıyla bezirgân olmanın olanaklarını ortadan kaldıran bir toplum örgütlenmesi, Yahudi tipolojisinin varoluşunu olanaksız kılar. Yahudi’nin dinsel bilinci olan Musevi dini, bu toplum kurulduğunda, dağılıp çözülür. Yahudiler, sivil toplumdaki pratik özlerini, bezirgânlığın önkoşullarını kaldırmak için çalışırsa, insani özgürleşme için çalışmış olur. Bütün bunları yazan Marx, şunu ekler:

“Toplum Yahudi’nin ampirik özünü –bezirganlığı ve bunun önkoşullarını- ortadan kaldırmayı başarır başarmaz, Yahudi olanak-dışı hale gelir; çünkü bilincinin artık nesnesi yoktur; çünkü Yahudiliğin öznel temeli, pratik gereksinim, insanileştirilmiştir.” (YS, Marx)

Marx’ın dini ideolojiye dair bu bakışı, materyalisttir ve YS’nu yazdığı tarihte Feuerbach’ın humanizmini/materyalizmini aştığını gösterir. Bu bakış açısı HHFEG’ten Kapital’e varıncaya kadar ne zaman din konusu gündeme gelse, özünde değişmeden kalır ve fakat bakış açısının içi doldurularak zenginleştirilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.