Mustafa Güney
2022 yılının ortasında yapılan zam sonucunda,
asgari ücret konusu Türkiye’de yeniden gündeme geldi. Giderek artan enflasyon daha çok
insanı yoksulluğa sürüklerken, asgari ücrete yapılacak zam, doğal olarak yoksullukla
mücadelede insanların aklına gelen ilk araçlardan
birisidir. Çalışanların içinde en az para
kazananların ücret miktarını arttırmak için, ilk etapta birçok
insan tarafından, onların yaşadığı yoksulluk düzeyini düşürecek bir araç olarak
görülür. Ancak iktisatçılar söz konusu olduğunda
asgari ücretin ekonomi açısından ne kadar faydalı olduğu konusunda uzun süredir
devam eden bir tartışma vardır. Birçok iktisatçı, asgari ücretle ilgili insanların kafasında uyanan ilk izlenime katılmaz.
İktisatçıların bir kısmına göre asgari ücret, enflasyon
ve işsizlik yaratan ”zararlı” bir uygulamadır. Fazlaca kabul gören görüş budur, ancak bu görüşe ciddi itirazlar da
vardır. Kimi iktisatçılar, asgari ücretin bu ilk başta belirtilen “zararları”na
rağmen, özellikle işçiler
ve patronlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen başka politikalarla birlikte
uygulandığında, kimi faydalarının olabileceğini dile getirir. Kimi çalışmalar
ise, ilk başta dile getirilen “zararlar”ın aslında var olmayabileceği yönünde
kanıtlar ortaya koymuştur.
Bu yazıda bu tartışmayı özetlemek ve sonunda
kısaca değerlendirmek istiyorum. Her zamanki gibi yazının altında kendi düşüncelerini yazmak isteyen okurlarım olursa, bu yorumları
okumak beni mutlu eder.
İlk iktisatçılara göre, işçilerin ücreti ekonomik
sistem tarafından hayatta kalmaları için gerekli olan en düşük düzeye
getirilirdi. İşçilerin ücretleri bu düzeyin üstünde olduğunda işçiler daha
fazla sayıda çocuğa bakabilecek ekonomik güce kavuşur, bu güce kavuştuklarında
da dürtüleri ile hareket ettikleri için çok çocuk sahibi olurdu. Çocuklar
büyüyüp yetişkin birer insan olduklarında iş arayan insan sayısı arttığında
ücretler tekrar aşağıya düşerdi. Sonuç olarak işçiler yoksulluğa mahkumdular ve
bunun nedeni de onların dürtüleri ile hareket etmesi ve kendilerini
denetleyememesiydi.
Marx da tıpkı ilk iktisatçılar gibi, kapitalizmde
ücretlerin hayatta kalmak için gerekli olan en düşük düzeye düşme eğiliminde
olduğunu düşünüyordu (Marx, 1867). Ancak Marx’a göre bunun nedeni
sermayedarların kar oranlarını koruyabilmek için ucuz işgücüne ihtiyaç
duymasıydı. Marx’a göre kapitalizmin ayakta kalabilmesi için en önemli
şartlardan birisi, işçilerin en azından sermayedar olamayacak kadar yoksul
kalmasıydı. Ekonomik sistemin, hayatta kalmak için işgüçlerini satmak zorunda
olan insanlara ihtiyacı vardı. O nedenle bu insanlar, asla kendilerine
çalışmadan para kazandırabilecek kadar büyük bir servete sahip olmamalılardı ve
ücretleri bu serveti biriktirmelerine izin vermeyecek kadar düşük olmalıydı.
Marx’a göre ücretlerin düşük kalmasına neden olan ikinci bir etken, teknoloji
geliştikçe şirketlerin üretim yaparken giderek daha çok doğrudan üretilen
ürünün parçası olmayan alet, makine, kimyasal, bilgisayar ve benzer ürün
kullanmasıydı. Bu durum şirketlerin işçilerine verdikleri ücret dışındaki
maliyetlerini giderek arttırıyordu. Bu nedenle şirketler, kar oranlarını
koruyabilmek için, işçilerin şirketin kazancından elde ettiği payı giderek
azaltmak zorunda kalıyordu. Kısacası Marx’a göre kapitalist sistem, sürekli
daha ucuza çalışacak işçiye ihtiyaç duyuyordu. Bu ihtiyaç kısa vadede her an
hissedilmiyordu, ama uzun vaadede yeniden ve yeniden kendini gösteriyordu.
1940’larda ABD’deki ve Avrupa’daki şirketler, Dünya’nın geri kalanına açılarak,
bu ihtiyacı karşılayabilmiş ve bu nedenle kendi ülkelerindeki işçilere nisbeten
daha iyi bir yaşam olanağı saylayabilmiştir. Böyle olsa da, zamanla diğer
ülkelerde kendileri için çalışan ucuz emek gücü yetersiz kalmış ve kendi
ülkelerinde de emek gücünün değerini ucuzlatacak koşulları talep etmeye
başlamışlardır (Weisskopf, 2015).
Marx kapitalizmde ücretlerin düşebileceği en son
düşük nokta ile ilgili daha önceki iktisatçıların bahsetmediği ilginç bir
noktaya da değinmiştir (Marx, 1867). Eskiden ailenin yetişkin erkeği evin
geçimi için gereken paranın tamamını kazanmak zorundaydı. Ancak 19. yüzyılda
kadın ve çocuklar giderek daha fazla fabrikalarda çalışan işgücünün parçası
olmaya başlamıştı. Artık ailenin geçimi için gerekli para ailenin yetişkin
kadınları ve çocukları tarafından da kazanılıyordu. Bu da örneğin dört kişilik
bir ailenin fabrikada çalışan her bir üyesine ödenmesi gereken paranın, ailenin
geçimi için gerekli miktarın dörtte birine düşürülmesini getiriyordu. Bir defa
ücretler bu düzeye düşünce, artık sadece yetişkin erkeklerin çalışması bir
aileyi geçindirmek için yeterli olmamaya başlıyordu.
Mevcut ekonomik sistemin çocuklar ve kadınları
çalışmak zorunda bırakması, asgari ücretle ilgili talebin gündeme gelmesini ve
çalışanlar arasında destek bulmasını sağlayan faktörlerden birisidir. 19.
yüzyılda birçok ülkede işçiler ve aktivistler ücretlerin “family wage” adı
verilen bir düzeye çıkarılmasını istediler (Barrett, 1980). ”Family wage” aile
ücreti anlamına geliyordu. Bu düzeyde ücret alan bir erkek işçi, eşinin ve
çocuklarının çalışmasınına gerek kalmadan ailesine bakacak kadar bir para
kazanabilecekti. İleride “family wage” kavramının yerini, “living wage” kavramı
aldı (Bennett, 2014). “Living wage”in tam karşılığı yaşam ücretidir. Yaşam
ücreti, bir işçinin insanca bir yaşam sürdürebilmesi için kazanması gereken
ücret düzeyi olarak tanımlanıyor. Bu ücret düzeyini belirlemek için öncelikle
“insanca yaşam”ın ne olduğunu tanımlamak gerekiyor. İnsanlar beslenme, barınma
gibi temel ihtiyaçlarını karşılayabildiği sürece insanca yaşam düzeyine çıkmış
sayılırlar mı?.. Yoksa bir insanın sağlıklı bir hayat sürebilmesi için gazete
ve kitap okuma, sinemaya gitme, tatile çıkma gibi ihtiyaçları da var mıdır?..
Bu soruların cevabı farklı ülkelerin yoksulluk ve açlık sınırları olarak
bilinen ve asgari ücretin belirlenmesine etki eden gelir düzeylerinin
hesaplanmasında kullanılıyor.
Asgari ücrete neden ihtiyaç duyulduğunu en etkili
şekilde ifade eden iktisatçılardan biri Karl Polanyi’dir. Polanyi’ye göre
kapitalist bir ekonomide, şirketler üretim için ihtiyaç duydukları her şeyi
istedikleri zaman satın alabilmek isterler (Polanyi, 1944). Bunun için
şirketlerin ihtiyaç duydukları her şey, tıpkı bir süpermarkete gidip aldığımız
ürünler gibi, bir ürüne dönüşmelidir.
Polanyi, emek gücünün ekonomik sistemde alınıp satılan diğer ürünlerden
farklı olduğunu savunur. Diğer ürünler, onları üreten insanlardan bağımsızdır.
Elmanın fiyatı aşırı artarsa, portakal, buğday ya da pamuk üretmek mümkündür.
Ancak emek gücü ona sahip olan insanın ayrılmaz bir parçasıdır.Birçok insanın
hayatta kalmak için emek gücünden başka satacak bir şeyinin olmadığı bir
ekonomik sistemde, emek gücünü satan bir insan için, emek gücünün değerinin
düşmesi, o insanın hayatta kalacak kadar para kazanamaması demektir. Çok sayıda
insan bu durumda olduğunda bu husus, toplumun çözülmesine neden olabilecek
kadar büyük bir tehlikedir. Dolayısıyla Polanyi’ye göre emek gücünün değeri,
ekonomik sistem tarafından serbestçe belirlenmemelidir.
ABD’de ülke düzeyinde bir asgari ücretin
belirlenmesi 1938 yılını bulmuştur. Türkiye’de ise uygulama 1951 yılında
başlamıştır (Koçer, 2009). 1940’lar ile birlikte asgari ücret, yeni kurulan
Dünya düzeninin kapitalist bölümündeki yeni ekonomik düzenin bir parçası
olmuştur (Weisskopf, 2015). Yeni ekonomik
düzen, birçok ülkede, işçilere görece yüksek ücret, görece uygun çalışma
saatleri, iş güvencesi, örgütlenme özgürlüğü gibi haklar veriyor, bir yandan da
ulaşım, eğitim, barınma, sağlık gibi ihtiyaçları devletin desteği ile veya
bazen bizzat devlet tarafından ucuza ya da ücretsiz bir şekilde sağlayarak,
işçilerin büyük bölümünün minimum bir yaşam standardına sahip olmasını
getiriyordu. Asgari ücret işçilere bu imkanları veren sistemin bileşenlerinden
birisiydi.
1960’larla birlikte bu yeni düzen birçok farklı
boyutuyla eleştirilmeye başlanmıştır (Annunziata, 1980). Eleştirinin temelinde,
yeni düzenin özellikle daha başarılı olan ve daha çok para kazanmaya hakkı
olanları cezalandırdığı, ancak genel olarak tüm insanların özgürlüklerini
kısıtladığı iddiası vardı. Asgari ücret de sistemin eleştirilen yanlarından
birisiydi. Günümüzde iktisada giriş dersi verilen birçok kitapta asgari
ücretin, sermayedarların işe almak istediği insan sayısını azaltarak işsizliğe
neden olduğu yazar (Dolar, 2013). Bu işsizliğin, özellikle iş bulma şansı daha
az olanları, kadınları, iş bulmakta zorlanan etnik azınlıkları, göçmen
işçileri, yaşlı insanları ve gençleri etkilediğinden özellikle bahsedilir. Bu
bakış açısına göre asgari ücret, zaten işi olan küçük bir azınlığa
yaramaktadır. İşi olmayan ve daha
düşük ücrete çalışmaya razı insanların, sermayedarlarla ”özgürce”
anlaşmasını önlemektedir.
Bu kadar sıklıkla dile getirilmese de asgari
ücret konusunda ifade edilebilecek bir başka eleştiri, işçilerin arasındaki
ücret farkını azaltmasıdır (Lang, 1998; Wade, 2014). İşçilerin arasındaki ücret
farkları bu bakış açısına göre ekonomik sistem açısından faydalıdır. Kapitalizm
koşullarında, daha çok çalıştığı veya daha yetenekli olduğu ya da daha iyi
eğitim aldığı için daha çok üreten işçinin ücretinin daha yüksek olması, hem
onu daha üretken kalmaya hem de diğer işçileri daha üretken olmaya teşvik eder.
Asgari ücret arttığında, patronlar o kadar da üretken olmayan işçilere görece
daha fazla ücret vereceğinden, daha üretken işçilerine verdiği ücreti kısacak
ve işletmede farklı alanlarda çalışan işçilerin ücretleri birbirine
yaklaşacaktır. Bu da patronların görüş açısına göre, işçiler arasındaki
rekabeti azalttığından, onların daha çok çalışma motivasyonunu yok edecektir.
Türkiye’de asgari ücretin enflasyona yol açtığı
eleştirisi zaman zaman dile getirilse de, aslında bu zayıf bir eleştiridir
(Wadsworth, 2010). Bu eleştirinin temelinde, kar amaçlı işletmelerin her zaman
işçilere verebileceği en yüksek ücreti verip ürünleri satabileceği en düşük
fiyattan sattığı varsayımı vardır. Bu durumda, ücretlerde artış olması
durumunda şirketin zarar etmemesi için sattığı ürünlerin fiyatını arttırması
şarttır. Bu varsayımın kendisi tartışmalıdır, fakat bu tartışmayı bir yana
bırakalım ve bu varsayımın doğru olduğunu kabul edelim. Bu durumda bile,
şirketlerin tek maliyetinin düşük ücretli çalışanlara verdiği ücret tutarları
olmadığı dikkate alınmalıdır. Şirketlerin kira ve faiz ödemeleri, dışarıdan
aldıkları ürünlerin bedeli, çoğu zaman düşük ücretlerden bağımsız veya bu
ücretlere kısmen bağlıdır. Şirketlerin toplam maliyetinin 1000 TL’lik bölümünün
100 TL’si düşük ücretli işçilere verdiği ücretse, asgari ücretin iki katına
çıkması, fiyatlara bire bir yansısa bile maliyeti yüzde 10’luk bir enflasyon
yaratacak ve düşük ücretli işçiler bu durumdan avantajlı çıkacaktır.
1980’lerden başlayarak işçiler Keynezyen sermaye
birikim rejiminde sahip olduğu birçok avantajı kaybetmiştir (Koçer,
2009). Asgari ücret tamamen kalkmasa da, bugünün değeri ile örneğin ABD’de
1938’de 4,81 dolar olan asgari ücret, 1968’de 12,75 dolara çıktıktan sonra 7,25
dolara kadar düşmüştür. Bu dönemde giderek artan eşitsizlikler, çoğu
zaman daha çok çalışanların değil, ailesi daha varlıklı olanların daha çok
para kazanmasını sağlamıştır. Bu gerçeği aslında
verisel olarak göstermek mümkündür. İktisat biliminde nesiller
arası gelir farklılığını gösteren bir
değişken var. İngilizcesi “Intergenerational Income Mobility”. Türkçeye
”nesiller arası gelir grubu geçişkenliği” olarak çevrilebilir.
Kısaca bir ülkede anne babaların gelir düzeyi ile çocuklarınki
arasında büyük farklar varsa, söz konusu değişken
daha yüksek; fark düşükse, daha düşük bir değer alır. Kısacası bir toplumda
zenginlik anne babadan çocuğa aktarılıyorsa bu değişkenin aldığı değer düşük
olur. Aşağıdaki grafik, bu veriyi ülkedeki eşitsizliği ölçen
Gini Endeksi adındaki veri ile bir araya getiriyor. Grafiği, “Reinventing
Capitalism” isimli meşhur bir kitaptan aynen aktarıyorum. (Mayer-Schönberger, 2018) İsmine
Great Gatspy Curve denilen çok meşhur bir
grafiktir, bu...
Grafikte görülen şudur: Bir
ülkenin eşitlik düzeyi düştükçe bu değişkenin
nasıl değiştiğini gösteriyor.
Grafikte sağa doğru gittikçe eşitsizlik
artıyor. Aşağı doğru indikçe nesiller arası gelir grubu geçişkenliği azalıyor.
Bunun anlamı, insanların kazandıkları para miktarının giderek baba ve
annelerinin kazandığı para miktarına benzer hale gelmesi, yani zengin
insanların çocuklarının da zengin, yoksul insanların çocuklarının da yoksul
olması. Nesiller arası gelir grubu geçişkenliğinin fazla olduğu ülkelerde,
insanların anne babaları ne kadar zengin ve yoksulsa, onlar da o kadar zengin
veya yoksul oluyor. Geçişkenlik azaldıkça çok çalışmak çocukların zengin olması
için yetmemeye, zengin kalması için de gerekmemeye başlıyor. Dolayısı ile böyle
ülkelerde geliri yüksek ya da düşük işçilerin kendilerini daha üretken hale
getirmek için motivasyonları azalıyor.
Eşitsizliğin insanları
çalışma konusunda daha çok motive edebilmesi için, onların
Bu antre parantezden sonra devam edelim... Asgari
ücretle ilgili en güçlü eleştiri, bu uygulamanın işsizliğe yol açtığı
eleştirisidir. Açıkçası ben de uzun süre bu eleştiriyi getiren iktisatçılar
gibi, ücretlerin artmasının sermayedarların daha az işçiyi işe almasına neden
olacağını ve bunun da çalışan insan sayısını azaltacağını düşünüyordum. Elbette
bu sorun, yaşlı insanlara emeklilikle ilgili, gençlere de üniversite eğitimi
ile ilgili destek verip onların çalışmak zorunda kalmamasını sağlayıp bu sayede
iş arayan insan sayısını azaltarak, çalışma saatlerini azaltıp, aynı üretimi
yapmak için patronları daha çok işçiyi işe almak zorunda bırakarak ve işsizlere
iş arama sürecinde maddi destek olarak hafifletilebilir. Bunların 1980’lerden sonraki
neoliberal sermaye birikim biçimi açısından uygulanması ise imkansız... Öte
yandan, asgari ücretin çalışan insan sayısını azaltmadığı hatta arttırdığını
keşfeden bir iktisadi çalışma olduğunu gördüğümde çok şaşırmıştım. Söz konusu
çalışma Card Krueger Deneyi olarak bilinir (Card, 1993). Bu deney, en azından
belli koşullar altında asgari ücretteki artışın çalışan sayısını
arttırabileceğini, işsizlik oranını azaltabileceğini bulmuştur.
Bu hayret verici sonuç, emek gücünün alınıp
satıldığı koşulların, sıradan bir ürünün alınıp satılmasından farklı olmasından
kaynaklanmaktadır. Emek gücünün sahibi olan işçi için, bunu satın alan
sermayedar yerine yeni bir sermayedar bulmak çoğu zaman büyük bir zaman, çaba
ve kimi zaman da para gerektirir (Ashenfelter, 2010). Birikimi olmayan, gününün
büyük bölümünü kendisini işe almış patronu için çalışarak geçiren bir işçinin,
bu zamanı harcaması, bu çabayı göstermesi veya parayı biriktirmesi zordur. Bu
durum özellikle toplumun en yoksul ve iş bulması en zor kesimleri için, örneğin
göçmenler, kadın işçiler, yaşlı işçiler ve dezavantajlı gruplar için
geçerlidir. Bu gruplara mensup işçiler çoğu zaman buldukları ilk işte çalışmak
zorundadır. O nedenle talep edebilecekleri ücret miktarı fazla değildir.
Örneğin bir fast food lokantası böyle bir insanı saati 7,5 dolara
çalıştırabilir. Ancak bu fiyata sadece bu maaşa çalışacak kadar çaresiz
insanları çalıştırabilir. Görece daha iyi durumda olan işçileri çalıştırmak
için ücreti iyileştirmelidir. 7.5 dolara 10 işçi bulan lokantanın 11. işçiyi
bulmak için maaşı 10 dolara çıkarması gerektiğini varsayalım.7,5 dolara çalışan
10 işçisi olan bir lokanta, diğer işçilerin maaşı aynı kaldığı sürece 11.
işçiye 10 dolar vermekten çekinmeyebilir, ancak 11. işçiyi işe aldığında diğer
10 işçinin ücretini de arttırması gerekecektir. Dolayısıyla 11. işçiyi işe
almanın maliyeti çok daha yüksek hale gelir. O nedenle 11. işçiyi işe almaz.
Bunun nedeni patronun 11 işçinin 11’ine de 10 dolar vermeye gücü yetse de, 10
işçiyi kişi başı 7,5 dolara çalıştırmayı, 11 işçiyi kişi başı 10 dolara
çalıştırmaya tercih etmesidir. Ancak asgari ücret zaten 10 dolarsa ve daha önce
işe aldığı 10 işçiye de yasal olarak bu ücreti vermek zorundaysa, o zaman 11.
işçiyi işe almanın maliyeti 10 dolardır. Patron 10 işçiyi kişi başı 10 dolara
çalıştırmak ile 11 işçiyi kişi başı 10 dolara çalıştırmak arasında tercih yapar
ve bu durumda 11. işçiyi işe alır.
Elbette asgari ücret, patronların bu ücreti
karşılama gücünü aşan bir noktaya gelirse, o zaman bu durum, gerçekten işe alınan
işçi sayısını azaltabilir ve işsizlik artabilir, ancak en azından birçok
iktisadi çalışma ABD’de birçok şehirde asgari ücret artışının işsizliği
artırmayacağı, aksine azaltacağı yönünde kanıtlar ortaya koymaktadır. İşin
güzel yanı asgari ücret, işçilerin arasında en çaresiz ve en düşük ücrete
çalışmaya mahkum kesimin, kadınların, göçmenlerin, yaşlıların, gençlerin aldığı
ücret düzeyini yükseltip, bu kesimin yaşam standardını yukarı çekmektedir.
Buraya kadar iktisat alanında bu konuda dile
getirilmiş öne çıkan fikirleri özetlediğimi düşünüyorum. Yazıyı bitirmeden önce
bu tartışmayı kısaca değerlendirmek istiyorum. Bu konu ile ilgili tartışmaların
ayrıntılarına girildiğinde yazılabilecek çok şey var. Özellikle işçi
hareketinin asgari ücret uygulamasını kabul ettirmek için verdiği büyük
mücadeleden, bu yazıda sadece kısaca bahsettim. Bu uygulamayı kabul ettirmek
için yürütülen kampanyaların en büyük katkısı, tüm işçilerin, minimum bir yaşam
standartına ulaşma hakkı olduğu düşüncesini gündeme getirmesidir. Bu minimum
yaşam standardının ne olduğu tartışılsa bile, böyle bir hakkın artık hem
bilimsel hem de siyasi alanda kendine yer bulması önemlidir. Yoksulluk ve açlık
sınırı gibi kavramlar bu gelişmenin sonucunda günümüzde yaygın olarak
konuşulmaktadır.
Bahsettiğim tartışmalar göz önünde
bulundurulduğunda, asgari ücret konusunda, enflasyona, işsizliğe yol açtığı ve
işçilerin üretkenliğini azalttığı gibi eleştirilerin her zaman doğru
olmadığının görülebildiğini düşünüyorum. Ancak içinde bulunduğumuz ekonomik sistemin
problemli olduğunu düşündüğüm yanlarını, asgari ücret uygulamasının ne kadar
giderebileceği konusunda şüphelerim var. Yukarıdaki tartışmaların içinde en
önemli noktanın Marx’ın dile getirdiği görüş olduğu kanaatindeyim. Kısa vaadede
birçok şirket için düşük ücretli işçilere daha fazla ücret vermek mümkün olsa
da, Marx’ın dile getirdiği gibi işçilerin para biriktirmesini önlemek,
kapitalizm için gerçekten hayati derecede önemli midir?.. Uzun vaadede
şirketler, işçilerin maaşları dışındaki maliyetlerin artması sonucunda
karlarını korumak için işçi ücretlerini kısmak ve daha ucuz işçi aramak zorunda
mıdır?.. Bu sorular asgari ücret tartışması açısından da hayati sorulardır.
Belki bu soruların temelinde, Marx’ın gündeme getirdiği daha hayati bir soru var.
Kapitalizm çalışan tüm işçilere “insanca” bir yaşam sunabilecek bir ekonomik
sistem midir?.. İçinde bulunduğumuz ekonomik sistemi sağlıklı bir şekilde
değerlendirebilmek için bu sorunun yanıtı üzerinde düşünmemiz gerekir.
Referanslar:
1. Annunziata, F. (1980).
The Revolt Against the Welfare State: Goldwater Conservatism and the Election
of 1964. Presidential Studies Quarterly, 10(2), 254-265.
2. Ashenfelter, O. C.,
Farber, H., & Ransom, M. R. (2010). Labor market monopsony. Journal of
Labor Economics, 28(2), 203-210.
3. Barrett, M., &
McIntosh, M. (1980). The ‘family wage’: some problems for socialists and
feminists. Capital & Class, 4(2), 51-72.
4. Bennett F. The ‘living
wage’, low pay and in work poverty: Rethinking the relationships. Critical
Social Policy. 2014;34(1):46-65.
5. Card, D., & Krueger,
A. B. (1993). Minimum wages and employment: A case study of the fast food
industry in New Jersey and Pennsylvania.
6. Dolar, V. (2013). The
treatment of minimum wage in undergraduate economics textbooks revisited.
International Journal of Pluralism and Economics Education, 4(2), 157-182.
7. Iversen, T., &
Soskice, D. (2020). Democracy and prosperity: Reinventing capitalism
through a turbulent century. Princeton University Press.
8. Koçer, R. G., &
Visser, J. (2009). The Role of the State in Balancing the Minimum Wage in
Turkey and the USA. British journal of industrial relations, 47(2), 349-370.
9. Lang, K., & Kahn, S.
(1998). The effect of minimum-wage laws on the distribution of employment:
theory and evidence. Journal of Public Economics, 69(1), 67-82.
10. Malthus, T. R. (1986).
An essay on the principle of population (1798). The Works of Thomas Robert
Malthus, London, Pickering & Chatto Publishers, 1, 1-139.
11. Marx, K. (2004). The
General Law of Capitalist Accumulation,.Capital: volume I (Vol. 1). Penguin UK.
12. Marx, K. (2004). Time
Wages. The General Law of Capitalist Accumulation, Capital: volume I (Vol. 1).
Penguin UK.
13. Mayer-Schönberger,
V., & Ramge, T. (2018). Reinventing capitalism in the age of big data.
Hachette UK.
14. Smith, A. (1937). On
Wages of Labor. The wealth of nations [1776] (Vol. 11937). na.
15. Polanyi, K. (1944).
Market and Man. The great transformation. Boston: Beacon.
16. Ricardo, D.
(2009). On Wages. On the Principles of Political Economy and Taxation
(1821). Kessinger Publishing.
17. Wade, R. H. (2014). The
Piketty phenomenon and the future of inequality. Real-world economics review,
69(4), 2-17.
18. Wadsworth, J. (2010).
Did the national minimum wage affect UK prices?. Fiscal Studies, 31(1), 81-120.
19. Weisskopf, T. E. (2015). The Rise and Demise of the Postwar Social Structure of Accumulation. In After the Waste Land: Democratic Economics for the Year 2000 (pp. 63-95). Routledge.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.