13 Temmuz 2013 Cumartesi

[İhsan Eliaçık Bir Anti-Kapitalist mi? - B. İlke Gerçek]

Konu: Türkiye solunun gündemine Ramazan ayında bir grup İslamcının yaptığı protesto eylemleri giriyor. Ne garip!.. Bu konuda kafaların karışık olduğu görülüyor. Beklenir bir durum. Marksizm’i kitap cümleleri olarak algılayan sol, bu cümlelerin yaşanılanlarla bağını kuramaz. Her muhalif söylemi anlamlı bulmak ya da değerli saymak “bize” mi düştü?.. Düşmemeli. Öyleyse müdahale etmek gerekiyor.

İhsan Eliaçık'ın fikirleriyle öne çıktığı bir muhalif söylemle karşı karşıyayız. “İslam’da şatafata, lüks tüketime, gösterişe yer var mıdır?” konulu TV tartışmalarını hatırlayın. Sonra bazı sol gazetelerin “iftar protestoları”nı sahiplenircesine haberleştirmesi ve ardından ilahiyatçı-yazar Eliaçık'la yapılan röportajlara yer vermesi... Bir-iki solcu yazardan gelen zayıf eleştiri dışında, “ne oluyor, ne yapıyoruz?” diyen yok. Vah ki vah...

Eliaçık'ın sözlerini mercek altına alıyor ve bu adamın gerçekleri tersyüz edişini yer yer espirili, popüler bir dille yanıtlıyoruz...

İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık bağırıyor; "kapitalizmin eli kolu bağlansın"... Bu duayı "âmin" diye yanıtlayan kalabalık, İslam'ın kapitalizmle bağdaşamayacağı, servet sahibi olmanın dinen suç olduğu görüşünde. Biri Kur'an'ın tefsiri olmak üzere 20 kitap yazmış olan İhsan Eliaçık şu sıralar 'Sosyal İslam' adını taşıyacak yeni kitabını hazırlıyor.

Dua'nın aciz durumdakilerin bir yakarışı olduğu biliniyor. Özellikle yaşlıların tekrar tekrar aynı ya da birkaç duayı okuyarak, bağışlanmayı dilediklerinde olduğu gibi... Evet, bir de bereket, iş ve aş sahibi olma, işlerinin rast gitmesi, sağlık ve sıhhat vb. için yapılan dualar var. Sabretmeye, dayanmaya, psikolojik desteğe ve motivasyonlara yol açıyor. Ha bir de köy ya da mahalle imamlarının absürt dualarını anmak gerekiyor. Örneğin, köyün koyunlarından her gün birini ikisini kapıp götüren kurtlara karşı okunmuş, fakat okunduktan sonra da durum değişmeyince, “herhalde kurtların ağzını değil, götlerini bağladı, merak etmeyin sıçamayıp ölürler” diyiveren imamın duası gibi. İlahiyatçımız öyle buyurmuş, “eli kolu bağlansın” demiş. 20'nin üzerinde kitap yazan adamın üfürüğü kuvvetli olur, değil mi?.. “Allah kabul etsin” diyelim.

Cumartesi günleri kurdukları yer sofralarını yazar İhsan Eliaçık şöyle açıklıyor:

Memleketimizde din maalesef bir zengin eğlencesine dönüşmüş vaziyettedir. İftar bir zengin eğlencesine dönüşmüş vaziyettedir. Burada bizler dini anlayışsızlığın, derin çelişkilerin, açlıkların, yoksullukların olduğu bir ülkede ve dünyada insanlara mesaj vermek için toplandık. (…) Somali’de 5 yaşından aşağıda olan 29.000 çocuk son üç ay içerisinde açlıktan öldü. Yeryüzünde 1 milyar 200 bin aç insan var. Açlık ve yoksulluk, Kitabın en temel ve birinci meselesidir. Yanında asgari ücretle işçi çalıştıranlar, kıldıkları namazı gözden geçirmelidirler. 1 ay boyunca herhangi bir açın yüzüne bakmadan lüks otel iftarlarında oruç açanlar, tuttukları orucu gözden geçirmelidirler. Ama bizim memleketimizde öyle bir din anlayışı var ki Kur-an’a açın ve yoksulun gözüyle değil; zenginin, varlıklının, servet ve iktidar sahiplerinin gözleriyle bakıyorlar. Bu nedenle de ne namazı, ne orucu, ne haccı anlamıyorlar. Eğer insanlar camide Allah’ın önünde eğiliyor, hayatta ise servet ve iktidar sahiplerinin önünde eğilmekle ömürleri geçiyorsa onların kıldığı namaz boştur. Eğer insanlar Ramazanda oruç tutuyorlar, aç kalıyorlar; ömürleri boyunca hiç bir yoksulla karşılaşmıyorlar ve geri kalan 11 ay mal mülk peşinde koşturuyorlarsa onların kıldığı namaz boştur, tuttukları oruç boştur!”

Evet, dünyada ve Türkiye'de çocuklar açlıktan ölüyor, yoksullaşma artıyor, savaşlarda insanlar ölüyor... Bunların sebebi kapitalist dünya sistemi… Evet iftar dinci sermayedarlar için bir eğlence, peki ya işçiler ve köylüler için?.. Kendi koşullarında onlar için de bir “eğlence”... Onca saat aç kaldıktan sonra yemek-içmek keyiflidir. İster zeytin, ister hurma, ister bir bardak su, istersen sigara, 15-16 saat aç kalıp sağlığına zarar verdikten sonra, keyif senin. Hem hurmanın kilosu 100 TL olanı da var, 10 TL olanı da. Hurmanın pahalısını mı ucuzunu mu tükettiğinize bakarak, hangi sınıfta olduğunuzu mu belirleyelim. Peki ezilenler, yoksullar ne yapsın?.. Camide tanrının önünde eğildiklerini düşündükten sonra, mal mülk peşinde koşturmasın. Zenginler de öyle. Yoksulları görsünler, hayırseverlik ve sadakaya yönelsinler, öyle mi?.. İyi de bunlar nereden çıkmış? Bir yanda açlık, sefalet, sağlıksızlık ve cehalet, diğer yanda servet birikimi, bu birikimi koruyan iktidar mekanizmaları..., kapitalist toplumlarda bunlar var. Bu topluma uygun biçimde Hıristiyanlık da var, Yahudilik te, İslamiyet te. Hangi müslümanlıktan bahsediyorsunuz? Emevilerin, Abbasilerinki... Anadolu'da bir zamanlar “bir hırka bir lokma” anlayışıyla yaşayan dervişlerinki... Toplumlarla birlikte dinsel fikirlerde değişim yaşanır. Fakat sömürünün olduğu yerde dinler hep vardır. Saflardayken, açlıkta ve ihram içinde “eşitlik”in anlamı nedir? Yaşamda eşit olmayanlar için, tanrı önünde eşit oldukları duygu ve düşüncesi. Ezilen, sömürülen, acı çeken insanların, tahammül etmesi, acılarını dindirmesi, yoksunluklara katlanması, teselli bulması, huzur arayışı vb... Sömürenler ve onların politik temsilcileri içinse istikrarı ve düzeni sağlama, hegemonya oluşturma, oy avcılığı, yönetme kolaylığı, vicdanları rahatlatma... Bu dünyanın gerçeklerinin, halkın aldatıcı mutluluğu olan din alemini doğurduğu açık değil mi?..

Bugün Türkiye Müslümanları sokaktan, açlıktan, yoksulluktan kopmuş vaziyetteler. Gözlerini zenginlerin şaşaalı iftarlarına ve yaşantılarına dikmiş vaziyettedirler. Eğer bugün bir peygamber gelse ilk okuyacağı ayet ‘yeryüzünde 1 milyar insan hangi suçundan dolayı aç?’ olurdu. Buradan başlardı. Hiradan indikten sonra buradan başladı. Kitap buradan başladı. İsa buradan başladı. Musa buradan başladı. Bütün peygamberler buradan başladı. Buradan kopan din Allah’ın dini değildir. Kur-an var olan dini eleştirerek başladı. Var olan dinin İbrahim’in dini olmadığını söyledi. Bugün Türkiye’de var olan din, tapınak dinine dönüşmüştür. Bir ritüel dinine dönüşmüştür. Gerçek hayat dini değildir. Akşama kadar vaazlar, programlar, mitolojiler, hurafeler dinliyorsunuz! İçinde öksüz, yetim geçmiyor.”

Sen mi karar vereceksin, şu anda egemen ve yaygın olan dini anlayışın “Allah'ın dini” olmadığına?.. İçine garip gurebayı da katarak, akşama kadar vaaz, program, hurafe gırla, gerçekten. İslamcı sermaye sokaktan, yoksullardan mı kopmuş? Sokaktaki emekçi halkımızı sömürüyorlar ya, sömürdükleri yoksullara sadaka dağıtıyor, iftar çadırları açıyorlar ya. %50 oyu alanlar ve verenler kim?.. YİMPAŞ, Kombassan, Denizfeneri vb. hayırsever A.Ş'lerle milyarları götürdüler ya. Bunlar da buradan başladı; Kuran'dan ayetler, peygamberden hadisler söyleyerek. Gerçek hayat işte bu, değil mi?.. Bu hayatın dini de bu kadardır.

Son 15 yıldır gördüğümüz şey şu; yoksullar iftar çadırlarına gidiyor, kendi evlerinde mütevazı iftarlarını yapıyor ama zenginler beş yıldızlı otellere gidiyor ve bu zenginleşme özellikle teşvik ediliyor. MÜSİAD her yıl daha pahalı iftarlar vererek daha da geliştiğini göstermeye çalışıyor! Bilinçaltında şöyle yanlış bir anlayış var; “Bir insan yoksulsa uğursuzdur, ondan uzak durmalıdır, çünkü Allah yoksul yapmakla onun belasını vermiştir. Diğerini ise lüks hayat yaşatmakla ödüllendirmiştir, onun iyi bir insan olduğunu onu zengin yapmakla göstermiştir.” Kafa bu! Kafa bu olunca; “Ben de zengin olduğumu göstereyim, Allah’ın sevgili kulu olduğumu herkes görsün” diye düşünülüyor.

Evet işte “kafa bu!”... “Yoksullar”, işçiler ve köylüler, emekçi halklar; “zenginler”se sermaye sınıfı, tarikat başları ve politikacılar. Zenginliğin kaynağında sömürü var. Fakat sömürüden zinhar bahsedilmemeli, değil mi?..

Kapitalizme abdest aldırılmak isteniyor. Yani özündeki servet ve mülkiyet ilişkisine hiç dokunmadan, ona dini bir kılıf geçirilmek isteniyor. Bir gazete reklâmı her şeyi anlatıyor aslında; “VIP Umre ziyareti, Kâbe ayağınızın altında!” Bir kere edebe mugayir… Zihniyet olarak böyle bir kafa üretilmiş; zengin sevicilik. Anadolu muhafazakârlarının yıllarca sistemden uzak tutulduktan sonra birden bire iktidara gelmesi, yüzde 50 oy alması neticesinde sonradan görmüşlük...

Kapitalizm nire, abdest almak, oruç tutmak nire?.. Kapitalist üretim tarzı, çağımızda hâkim durumda olan ve emekçilerin sömürüsüyle temellenen bir üretim biçimi. Bir dinin ibadet sayılan davranış kalıplarının ya da dinsel düşünce ve duyguların, bir üretim biçimini nitelendirmek için kullanılması “deli saçmalığı”dır. “Hıristiyan/protestan kapitalizmi”, “abdestli kapitalizm”, “İslami sermaye” gibi kavramlaştırmalar absürttür. Tamam, anladık; bir İslamcı söylem geliştirmişsiniz ve ahlaki bir eleştiri yapıyorsunuz. Yaptığınızın özü bu... Fakat, “günah”, “edebe mugayir”, “sonradan görmüşlük”, “dine uygun davranmıyorsunuz” şeklinde bir eleştiri yöneltmek yerine, “kapitalizm”, “iktidar, bilgi ve servetin temerküzü”, “adalet, doğruluk, dürüstlük, bölüşüm, paylaşım” gibi kavramları kullanarak kimi aldatabileceğinizi sanıyorsunuz?.. Günümüzde sizin eleştirdiğiniz hâkim dini anlayışın şekillenmesini yadırgamak, bilime aykırı. Din budur; tarih boyunca değişir, başkalaşır. Bir ideoloji ve kültür yapısı olarak, toplumsal yaşamı kimi zaman aynen, kimi zaman bozarak yansıtır. İlahiyatçılar yorum üzerine yorum getiriyor, çağımızın şeyhülislamları fetva üzerine fetva çıkarıyor, her bir mezhep ve tarikat kendi dini yorumunu güncelleyip duruyor. Bunlar boşuna yapılmıyor elbette.

Emek ve Adalet Platformu”nu oluşturan İslamcı ve sosyalist kökenden gelen gençler beş yıldızlı otellerin dibinde, yer sofrasında iftar yapmak gibi oldukça orijinal ve yaratıcı bir eylem tasarladı, ben de onları destekledim. Çelişkiyi gösteren bu tablo, aslında iki dünya görüşünü temsil ediyor. Beş yıldızlı otel; insanlara yukarılardan bakmayı, yerdekileri ele geçirdiği yetmiyormuş gibi göktekileri de ele geçirmeye çalışan, açgözlü bir yaşam biçimini temsil ediyor. Mesela önüne 100 dolarlık bir yemek geldi hepsini birden yersen görgüsüz sayılıyorsun. Az az alacaksın, gerisi çöpe! O bir yaşam tarzı, bir kültür. Orada Anadolu kültürü yok, aile kültürü yok, iftar sıcaklığı falan yok. Biz ne yapıyoruz; onun yanına toprağa yer sofrası seriyoruz. Bir tarafta gökdelen, bir tarafta toprak… Toprak nedir? Doğadır, tevazudur. Bizim yer soframızda herkes birbirinin işini görüyor, evden getirdiğini yanındakiyle bölüşüyor. Hiyerarşi yok, hegemonya yok, emreden yok, finansör yok, sponsor yok! Gökdelenin alternatifi; karşısına haremlikli, selamlıklısını dikmek değildir. Onun alternatifi yer sofrasıdır. Güç de oradadır, dayanışma da, mutluluk da oradadır. Tabii burada yer sofrası metafor oluyor.

Evet, işte esası budur. Eliaçık'ın ahlaki muhalif söyleminin özü budur. Sermayenin ve işçi sınıfının yaşam tarzları farklı… Buna işaret ediyorlar. Ürkekçe, “sınıf” kavrayışı olmadan, İslami söyleme sınıflı toplumun oluşturduğu görünümlerden bazılarını içermeye çalışarak. Dünyayı algılama biçimlerinde yaşam tarzlarının farklı olmasından kaynaklanan farklar gerçekten var. Aslında bu iki sınıfın bir “ortak aklı” ya da “sağduyu”yu kısmen paylaştıklarından da söz edilebilir. Emekçilerin günlük hayatta sahip oldukları sağduyu, parçalıdır ve karışık ideolojik motifler içerir. Gerçek çıkarları sömürünün sonlanmasında olduğu halde, olağan koşullarda emekçiler dünyayı ve kendi konumlarını “alınyazısı, kaderim bu” türünden metafizik, mistik yorumlarla, “her koyun kendi bacağından asılır” ya da “gemisini kurtaran kaptan” türünden liberal düşünsel motiflerle anlamlandırır. Fakat sorgulayıcı, itiraz eden, pragmatik ve gerçekçi düşünce ve duygulanımların da “sağduyu”da yeri vardır. Patron sınıfın ve emekçilerin ideolojiler alanında, siyasal alanda ve kültürel alanda paylaşımlarının ve ikincilerin ilkine bağımlılığının olduğu bilinmektedir.

Eliaçık ve etrafındakilerin, anti-kapitalist bir siyasal hattın nüvelerini oluşturmadıkları çok açık. Çünkü özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına, sınıfların=eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına dair anlamlı, ciddiye alınabilir en ufak bir sözleri yok. Sonuç olan toplumsal görünümlere dikkat çekiyorlar: yoksulluk/zenginlik, adaletsizlik, kültür farkları. “İktidar kurumu adaletsizlik üretir”, “bilgi, iktidar ve servetin temerküzüne İslam karşıdır” türündeki sözleri, bir toplumsal incelemeye yaslanmıyor. Bunların bir söylem oluşturduğuysa doğrudur. Tıpkı 1979 İran karşı-devrimi öncesinde Ayetullah Humeyni'nin “İslam, eşitlik dinidir” türünden çok sayıda sözünün, bir politik söylemi oluşturması gibi. İran'da karşı-devrimle kurulan rejimin binlerce solcuyu katlettiğini ve bu ülkede kapitalist üretim biçiminin sürdürüldüğünü bilmeyense yok. Yine örneğin, Erbakan ve etrafındakilerin “adil düzen” olarak vurgulanan politik perspektifiyle, Eliaçık ve etrafındakilerin söylemi arasında benzerlikler de var. Bu adamların politik bir iddiaları var mıdır; bilmiyoruz. Fakat olacaksa, bunun anti-kapitalist olmayacağı, düzen içi muhalif bir politik hattı oluşturacağını netlikle söylüyoruz.

Tarihte “İslami üretim tarzı” şeklinde adlandırılan bir üretim biçimi olmadı. İslami ideoloji, farklı üretim biçimleri boyunca değişerek, çeşitli kollar vererek bu günlere geldi. “Adil düzen” politikası da dâhil tüm İslamcı politikalar, liberalizmle uyumsuz yanlar içerseler de, kapitalist üretim biçimini dönüştürmeyi hedeflemezler. İktidarın devrimle emekçilere geçmesi, bu siyasi hareketlere yabancıdır.

Kur’an diyor; “Servet sahiplerini, nimet sahiplerini bana bırak. Ben onlara cehennemde göstereceğim” (...) Servet yığanlar Kur’an’da Tevbe suresinde 34. ve 35. ayetlerde tehdit ediliyor. 35. Ayet: “O gün biriktirip yığdıkları, cehennem ateşinde kızdırılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ‘İşte bu, bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım!’ denilecek.” Faiz sömürünün en büyüğüdür. Bakara suresi 279. der ki: “Faiz yiyenler şunu bilsinler ki: faiz yiyenlere Allah ve Resul’ü savaş açmıştır.”

Eliaçık'ın verdiği örnekler şunu gösteriyor: Servet sahiplerine ceza hep “cehennemde” öngörülüyor. Bunlara benzer ifadelere İncil'de de rastlarsınız. Dinlerde ezilenlerin ve yoksulların duygularına hitap edecek ifadeler vardır. Peki ya gerçek hayat?.. Ticaretle uğraşan peygamberden başlayın ve günümüze kadar kurulmuş olan, İslamı devlet dini olarak benimsemiş uygarlıklara bir bakın. Servet de birikmiş, yönetici ve yönetilen sınıflar hep var olmuş, servetler için cihad da yapılmıştır. Günümüzde bazı din âlimleri “İslam'da riba yasak, tefecilik yasak, faiz değil” diyedursun, Albaraka türünden bankalar kelime değiştirerek, “faiz” yerine “kar payı” diyerek durumu kurtarsın. Ne ala, değil mi?.. Hayat buysa, din de bu.

Tabii servet sahibi olmanın kendisi suç olarak görülüyor. Servet sahibi o serveti nasıl edindi? Ya faizle edinmiştir ki yasak; ya hak yemekle edinmiştir ki yasak; ya emeği sömürmekle kazanmıştır ki yasak, ya da kamu imtiyazıyla edinmiştir. Bugün de zenginliğin kaynağı bunlar değil midir? Bunlardan herhangi birini yapmadan zengin olamazsın kardeşim. Helalinden zenginlik diye bir şey yok. Kenz, Türkiye’nin bilmediği bir kavramdır; biriktirmek, mal toplayıp kendine hazine yapmak demektir. Biz servet diyoruz ona.

Söyledikleriniz açısından bakarsak İslamiyet kapitalizme kat-i suretle karşı, öyle mi? (Röportajı yapan soruyor-BİG)

Tabii ki. Kapitalizmle İslam’ın bir araya gelmesi çok büyük bir çelişki olur. Bizim muhafazakâr dindarlar, dini hiç bu gözle okumadılar. Biraz da algıda seçicilik var. Adam o faiz ayetlerini, kenz ayetlerini falan görmüyor. Sadece namaz kılma, oruç tutma, hacca gitmeye takarsan kafayı bunları görmezden gelirsin. Şu anki Diyanet İslamı bunları veriyor insanlara. Yoksulun gözüyle, ekonomik ve politik gözle değil ritüeller gözüyle bakıyorlar. Oysa ritüelin kendisi din değildir, ibadet de değildir. Ritüelin gereği ibadettir.

Çelişki”ymiş... Sınıflı toplumlar/sömürü var olalı beri, servet biriktirme de, dinler de toplumlarda hep bir arada var oldu. Kapitalist üretimin olduğu çağımızda, sömürülen insanlar, sadece İslam dinine değil, geçmişten günümüze farklılaşarak gelen birçok dine inanmaktadır. Semavi dinlerde ortak olan oruç/perhiz, hac, kurban gibi ibadetlerin nasıl oluştukları yönünde antropolojik araştırmaların sonuçlarıysa biliniyor. Zenginliğin kaynağı doğa üzerine uygulanan emektir. Zenginliğin özel mülk olması, sömürüyle gerçekleşir. Sömürgen “haramiler”in saltanatının, sosyalizmle yıkılacağını herkes bilmektedir.

İftardan sahura kadar aç kalmak bir ritüeldir, bir ibadet değildir. Kur’an’daki ifadesiyle nüsuktur. Ama iftardan sonra gidip bir aç insan bulmak, aç bir eve misafir olmak, elindekini onunla paylaşmak, onun yüzüne bakmak, onu doyurmak, açlıktan kurtarmak gibi herhangi bir girişimde bulunmak ibadettir. Mesela namazda eğiliyorsun, bu rüku’dur, bir ritüeldir. Ama hayatın içinde güçlünün ve zenginin önünde eğilmemek bir ibadettir. Namazdaki eğilmenin sana hayatın içinde böyle bir eğilmemeyi öğretmiş olması gerekiyor. Peygamberimiz diyor ki: “Kim birisinin önünde sırf zengin olduğu için eğilirse (ayağa kalkarsa) dinin yarısı gider.” Rükû sana kimin önünde eğileceğini öğretiyor.

Hac da öyle... Orada da tavaf var, sana eşitlik öğretiliyor. Rütbelerin sökülüyor, ihrama giriyorsun. Dikişsiz olacak, herhangi bir sınıfı ya da nereli olduğunu ima etmeyecek. Kadın erkek, cinsiyet ortadan kalkıyor, siyah beyaz, doğu batı, aşağısı yukarısı... Hepsi ortadan kalkıyor, tek bir insan, tek bir ümmet oluyor.

Bu tamamen bir ritüel. Hac o ritüelden çıktıktan sonra başlıyor. Siyah diyorsun, beyaz diyorsun, Kürt diyorsun, Türk diyorsun, o ona eşit değil diyorsun, yukarıdan bakıyorsun, kibirleniyorsun. Her türlü eşitsizliğin batağındasın zaten! İyi de kardeşim sen o Haccı niye yaptın, ne öğretti o sana?

Tamam, dinen bunlara diyecek bir söz yok. Peki ama, dünyadaki açları bu şekilde mi doyuracağız?.. Onların açlıklarının nedenini yok etmedikçe, söyledikleriniz neye yarar?.. Hacda ümmet olup, “eşitlendik”, peki ama geriye ülkelerimize dönünce sınıfsal eşitsizliklerimizi ne yapacağız?.. “Eşitsizliğin batağı” olan kapitalist toplumlarda yaşıyoruz, değil mi?.. Sömürülmemek için bilinçlensek ve örgütlensek, olmaz mı?.. Siyahı, beyazı, Türk'ü, Kürt'ü... Sahi, bu ülkede Türk-İslam sentezi ne için vardı?..

Türbelere gidenlerin, oruç tutanların, başını örtenlerin sayısının artması bir dindarlık göstergesidir. Bunlar diğer dinlerde de olabilir. Ritüellerin yaygınlaşması, dindarlığın yaygınlaşmasıdır. Fakat ben İslam’dan bahsediyorum. Adalet, eşitlik, emek, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, paylaşım, bölüşüm yaygınlaşmaya başladığı an orada İslamlaşma oluyor, Kur’an’a yöneliş oluyor demektir. Şu an bunlar olmadığı için bir İslamlaşma da yok haliyle. Çünkü emeğe, işçiye hiç önem vermiyorlar. Taşeronlaşma almış başını gidiyor ve insanlar sendikalı olduğu için işten atılıyor. Üstüne üstlük bunlar dinle meşrulaştırılıp, pekiştirilmeye çalışılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kalkınma yönünden biraz olumlu bulabilirim ama sosyal adalet zihniyeti yok. Sağcı, muhafazakâr ve kalkınmacı bir kafaya sahipler. Menderes’ten beri bu politikaya sahip olanların dediği nedir: “Her mahallede bir milyoner yaratacağız.” Bu Erdoğan ile devam ediyor. Hâlbuki önemli olan her mahallede aç ve yoksul bırakmamaktır.

İslam'ın taşeronlaşma ve işçi hakları üzerine Kitap'ta bir sözü yoktur. Çünkü döneminde bu toplumsal olgular yoktu. Siz bir İslamcı olarak elbette bu konularda söz söyleyebilirsiniz. Ahlaki bir eleştiriyle “doğruluk, dürüstlükten”, “emek”, “paylaşım”, “bölüşüm”, “kardeşlikten” dem vurabilirsiniz. Aslında bu kavramları kullanmayan insan yok. Her insan doğruluktan, dürüstlükten, kardeşlikten, paylaşım ve bölüşümden bahsedebilir. Nasıl bir paylaşım, nasıl bir bölüşüm, ne biçim bir kardeşlik?.. İdeolojiler bunları anlamlandırma biçimleriyle ayrılır. AKP'ye karşı olduğunuz anlaşılıyor. Fakat Türkiye toplumunun dindarlaştırılmaya ve İslamcılaştırılmaya çalışıldığını herkes görüyor. Mahallelerdeki açlığın ve yoksulluğun çözümü, bir ideoloji olan dinde olamaz. Çünkü bir inanç sistemi olan din, bu açlık ve yoksulluk üzerinde yükselir. Açlığın ve yoksulluğun toplumsal nedenlerini ortadan kaldırmak için üretim tarzının dönüştürülmesine ihtiyaç var. Tarihsel açıdan bunun yolu, sosyalizme geçiş olarak kabul edilmiştir.

En az yirmi milletvekili arkadaşım var.

Doğru söylüyorsun ama biraz bekle. Zaten kırk yıldır dışlanıyoruz, nimetlerden, imkânlardan yararlandırılmıyoruz. Sen de diyorsun ki; almayın, yararlanmayın! Bırak biraz yararlanalım” diyorlar. Tabii o “biraz” nedir bilmiyorum ama böyle dörtnala çapula gidenler var. Çapul; eski Türkler’de de vardı. Yağmaya gidilir, çapulculuk yapılır, yağmadan elde edilenler birlikte bölüşülür, ayrı yiyen, kendine saklayan cezalandırılırdı. Çapul bile kamucu, bölüşüyor. (Gülüyor) Bunlarda o da yok! Dolayısıyla AKP’nin de ruh kökünde bir iyilik görmüyorum. Eğer samimiysen, üzerinde sadece bir ev ve bir binek olması gerekir. Geri kalanını infak edeceksin. Kamu adamısın, devlet her şeyini karşılıyor zaten. Tek başına kurtuluş yok; zenginlik, bolluk olacaksa herkesin olacak. Biri yerken diğeri bakmayacak, komşun açken tok yatmayacaksın.

İşte AKP'yi eleştirisindeki yüzeysellik karşımızda… Özetle şöyle diyor: Onlar benim arkadaşlarım, konumlarını “yemek” için kullanıyorlar. Yahu biraz da etrafınıza dağıtın!.. Oysa yandaş kurumlaşmalar, MÜSİAD ve TÜSİAD, vekiller vb. hep birlikte “yiyorlar”... “Komşun açken tok yatmayacaksın” türünden ahlaki sözler, gerçekte tam tersi olduğu için söylenir. Hayatta fuhuş, zina, hırsızlık, çalıp çırpma, haksızlık, adam öldürme vb.,vb. var olduğu için, ahlaki söylemler üretilir, adaletten, haklardan, suçlardan bahsedilir. Gerçekte işçiler/emekçiler ve onların komşuları açtır; bunların arasında “aç yatmamak” için bir dayanışma da vardır. Fakat bu komşuların toplumsal komşuluğunda patronlar, sermaye sınıfı, tarikatçı holding sahipleri vb., trilyonluk servetleriyle birlikte “tok yatmaktadır”. Bu eşitsizlik, ahlaki söylemlerin dayanağı olan temeldir.

Şöyle yaygın bir algı var; “dünyaya zengin de yoksul da gelsen bunun bir önemi yok. Zaten bu dünya sınav dünyası... Bu dünyadaki yoksunluklarına kafayı takma. Öbür dünyada zaten eşitleneceğiz.” Kur’an zenginliğe karşıysa neden böyle bir algı var? (Röportajı yapan soruyor-BİG)

Bu tamamen dinin afyon yüzüdür. Marx “din halkın afyonudur” diyor ya; bu şekilde kullanıldığı takdirde doğrudur. Dünyanın en önemli sorununu en önemsiz, en temel meseleyi en gereksiz gösterirsen bu afyondur işte! (...) Kur’an’ın içeriğinde bir servet karşıtlığı, eşitlik talebi var, buna yanaşmıyorlar. Kavga şimdi de aynı sebepten çıkıyor. Bu argümanlar işte bu gerçeği yumuşatıyor, dünyanın en önemli çelişkisini gizliyor. Türkiye’de asker eleştiriliyor mesela ama zenginler eleştirilmiyor, bankalar eleştirilmiyor. Para, servet, mülkiyet, bankalar dışında her şeyi tartış. Ne yaparsan yap umurlarında bile değil. Aman sakın o mevzulara girme!

Kuran'da mülkiyete dair olumlu yaklaşımlar, miras hukuku, erkeklerin kadınlar ve cariyelerle olan ilişkileri üzerine de hükümler var. Bu dünyadaki temel meseleyse, zenginlik ile yoksulluk arasındaki karşıtlık değildir!.. Bunlar sonuçtur. Kapitalist sömürünün sonuçları... Sömürünün ortadan kaldırılmasının yoluysa, tarihin gösterdiği üzere sosyalist topluma geçiştir. Dinin gerçek hayatta var oluş biçimi, işlevi sömürülenlerin “afyonu” olmak, iktidarın yeniden üretimine katkı sağlamaktır. Din budur; toplumsal hayatın gerçeklerine bu şekilde bağlıdır. Fikirleri değerlendirirken, ne dediklerine, içeriklerine değil, gerçek hayattaki işlevlerine, bu fikirleri savunanların ne yaptıklarına bakmak gerekir. Dini fikirlerin hâkim olduğu toplumlarda hiçbir zaman eşitlik olmadı.

Biz de İslam’ın kapitalizmle uyumlu bir din haline getirilmesine itiraz ediyoruz. Türkiye’de din demek Diyanet demek değil mi? Bu kurum ne yapar? Camide namaz kıldırır, iftarda oruç açtırır, Kâbe’ye gidişi organize eder, ölüleri mezarlara kaldırır, onların merasimlerini yapar, kandil geceleri falan... Diyanete göre din bunlardan ibarettir. Hâlbuki benim görüşüme göre bunların dindeki yeri yüzde 5 bile değildir. Din asıl yaşayanlara lazım. Kelim-i Şahadet’i “Lailahe illallah Muhammeden Resul Allah” diye biliyorlar. Öyle söylediğin zaman eksik oluyor. Kur’an’da A’raf suresi 158’de anlatılır. Tam hali şudur: “Lehül mülk Lailahe illallah Muhammeden Resulallah”. Önce, “Mülkiyet Allah’ındır.” Dine önce bu kapıdan girmek gerekiyor. Şimdi bu tamamen kaldırılmış. Sadece “Lailahe illallah” denince “putları reddedeceksin Allah’a inanacaksın” manası çıkartılıyor. Hâlbuki önce mülkiyetin Allah’a ait olduğunu kabul edeceksin sonra bu mülke sahip olmaya kalkan olursa, onu bir yere yığan, kenz eden olursa onu reddedeceksin. Bütün peygamberlerin de bunu gerçekleştirmek için geldiğini kabul edeceksin. Dinin özeti bundan ibarettir. Yani mülk edinme hakkı diye bir hak yok. Dünyada yaşamak için gerekli temel ve zaruri ihtiyaçları edinme hakkın var sadece. Bunlar nedir; evdir, ev eşyasıdır, binektir, iştir, aştır, eştir, maaştır. Gerisi Allah’ındır. Bu ne demektir; her şey herkesindir demektir.

İslam’la kapitalizmin bağdaşmayacağını söylüyorsunuz. Peki sosyalizmle? (Röportajı yapan soruyor-BİG)

Sosyalizmle bağdaşma ihtimali var ama kapitalizmle hiç yok. Sosyalizmin ekonomi-politiği İslam’la büyük oranda uyuşur, bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Toplumcu, eşitlikçi durumları İslama uyar mesela. Zaten sosyalist İslam’dan bahsetmiyorum. İslam’ın sosyal yanını vurguluyorum. Buna olsa olsa “Sosyal İslam” denilebilir. Ben sosyalizmi anlatmıyorum, solcuyum da demedim ama benziyorsa ne yapalım.

Laik devlet olsaydı, dini uygulamalar bu kadar yaygınlaşmazdı. Yaşayanları bırakın, ölülerin bile yakasını dini pratikler bırakmıyor. Din, insanların gönül meselesidir; isteyen inanır, isteyen inanmaz. İnsanların bilimsel düşüncelere inanması, dini propagandayla engellenemez. Laik devlet, namaz kıldırmaz, oruç açtırmaz, hacca gidişi organize etmez, kandil gecesi düzenlemez, ölüleri dini merasimle mezara kaldırmaz. Bırakın insanların yakasını!.. İnsanlar gönlünde diledikleri gibi inansın.

Asya Tipi Üretim Tarzında, mülkiyet tanrının kabul edilirdi. İnsanlık bu üretim biçimini aşalı çok oldu. Günümüzde mülkiyet, fakat üretim araçlarının mülkiyeti sermaye sınıfındadır. Günümüzün hakim dini ideolojileri de bununla uyumlu bir içeriğe kavuşmuştur. Dinlerin toplumsal işlevleri, iktidarın sürekliliğinde fonksiyonları var. Sömürünün olmadığı toplumsal sistemde, dinlerin bu işlevlerine gereksinim olmayacak. Eşitliğin ve dolayısıyla özgürlüğün olduğu bir toplumda, sömürülenlerin ram olmasını sağlayan, sömürenlerin servet birikimini kutsayan inançlara yer yoktur.

Evet, belki de en doğru niteleme “Sosyal İslamcı” olabilir, sizin için. Sosyal-demokrasinin, liberalizmin bir türü olarak paylaşım/bölüşüm sorunlarına, adaletsizliklere dikkat çekmesi ve kapitalizmin temel işleyiş mekanizmalarına karşı çıkmaksızın, sosyal adalet kapsamında önerilerde bulunması gibi, siz de, İslamcı bir muhalif olarak, kapitalizmin temel işleyişine karşı çıkmayıp, onun bazı görünümlerine, adaletsizliklere dikkat çekiyorsunuz. Söyleminiz ve önerileriniz sosyal-liberal ve İslamcı, ahlaki muhalif bir çerçeve oluşturuyor. Solculuk, sosyalizm?.. Dediğiniz gibi siz bunları anlatmıyorsunuz. Onlar da sizi.

Kaynaklar:
  1. Orucunu Kapitalizmle Bozma”, Mustafa Kara, http://evrensel.net/news.php?id=11783
  2. Abdestli kapitalizme karşı yer sofrası”, Devrim Büyükacaroğlu'nun İhsan Eliaçık'la yaptığı ropörtaj, http://evrensel.net/news.php?id=12201, 21.08.2011

2 yorum:

  1. Din'e alerjinizin olması normal. Sonuçta diyalektik materyalizmden çıkan bir kafa'nın gerçek islam dinini anlamaması yadırganmaz. Ancak İhsan Hoca'nın sözlerinin çarpıtılması yanlış. Kur'an ı doğru meallerden "öğrenen" bir kimsenin anti-kapitalist olmaması kaçınılmaz. Bunu anlayamayan kişi din düşmanı kişidir. Bu önyargısının zihnini köreltmesi ise büyük kayıp.
    Oysa ki azıcık analiz edebilse, komünizmin , kapitalizmle aynı idea'ya sahip sadece farklı yöntemden ilerleyen bir "ekonomizm" olduğunu, Başta ahlak, erdem, kültür, hak, eşitlik gibi "özgün değerler" üretirken sonra materyalist determinizmle tüm bu değerleri makineleşme sanayileşme kültürününe bağlı olarak mekanik bir sürecin sonucu şekline soktuğunu görür, marksizmin insandaki erdem, değer ve ahlak gibi unsurlarını tüm diğer realist materyalist ya da natüralistler gibi nasıl da yok ettiğini anlardınız.
    İslam ise buna karşıdır, insana ait erdemleri ona verir, bununla birlikte göğe çekilmez, yeryüzünde eşitliği adaleti, eşit paylaşımı emreder. Fakat bunu anlamak duru bir görü çabası gerektirir, önyargıları değil.

    YanıtlaSil
  2. Biz Marksistler, dini üreten “dünyaya”, sömürü ilişkilerine karşıyız. Biz, eşitsizlikçi toplumsal ilişkilerin zemini üzerinde yeniden üretilen dinsel fikirlerin ve duyguların kendisiyle uğraşmayız. Bize göre din, bireylerin vicdanında özgürce inanıp inanmamakta serbest olduğu bir maneviyat alanıdır. Devlet ya da başka örgütlenmeler, bireylere dini düşünceleri ve duyguları empoze edemez, etmemelidir. Oysa günümüzde dinsel uygulamalar, fikirler, devlet eliyle ya da onun izniyle tarikatlarca öğretiliyor. Sosyalist iktidarımızda, bireyler seçtikleri dini vicdanlarında ve pratikte dilediğince yaşayacaktır. Herhangi bir dine inanmama hakları da olacaktır. Gerçek inanç özgürlüğü sosyalizmde mümkün olacak, insanlara inançlarını seçime hakkı tanınacaktır. Önyargı değil ama ilkemizse şudur: Din eksenli siyasal ve iktisadi örgütlenmelere izin verilmeyecektir. Tarikatlar yasal ve meşru olmayacaktır.

    Komünizmi algılamanızdaki çarpıklığa yanıt verecek değilim. Çünkü siyasal meseleler tartışma değil, mücadele konusudur. Herkesle laf dalaşına girmek gerekli değildir, siyaseten. Günümüzde din de siyasal bir mesele durumundadır. Oysa biz, dinin siyasal alandan tamamen çekilmesini ve bireyin maneviyat alanında bir yeri olmasını savunuyoruz.

    İslami ideolojinin lafzında nelerin yer aldığı değildir önemli olan, İslam dini de dâhil dinlerin, gerçek yaşam içerisinde nasıl fonksiyonları olduğuna bakılmalıdır. Biat kültürü, öteki dünyaya havale etme, tevekkül, teselli bulma, avunma, sığınma, kaderim buymuş inancı vb. vb… Siyasal iktidarların yeniden üretiminde toplumsal onayın alınmasında, sömürü ilişkilerine katlanılmasında dini ideolojilerin işlevleri var. Toplum bilim ve Marksizm, bunu saptıyor. Gelecekte insanların dini düşünce ve duygulardan özgürleşmesi içinse, önce mevcut toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi gerekiyor. İşte bu, siyasetin konusudur. Dolayısıyla ne alerjidir söz konusu olan, ne de önyargı. Mevcut toplumsal ilişkilerin onaylanmasına, benimsenmesine yarayan bir ideoloji, ancak toplumsal ilişkilerde köklü bir alt-üst olma yaşandığında kendine varlık zemini bulamamaya başlar.

    Birçok inanç sistemi ya da ideoloji, ahlaktan, erdemlerden, eşitlikten, adaletten vb. bahseder. Fikirleri değerlendirirken kendileri hakkında ne dediklerine bakılmamalıdır. Pratikte bu inanç sisteminin işlevi/rolü nedir, buna bakılmalıdır. İnanç sistemlerinin, dinlerin, ideolojilerin fonksiyonları var ve bunlar onların gerçekliğini oluşturur. Bunlardan ayrı bir gerçeklikleri yoktur. Söylemlere bakılıp, düşünce sistemleri hakkında karar verildiğinde, çocukça bir tutum sergilenir ve bu durumda aldanmak kaçınılmazdır.

    İnsanların erdemli, ahlaklı, kültürlü olması, değerlere sahip olması için dini inançlarının olması elzem değildir. Komünist dünya toplumunun, ileri değerlere, insanlığın erdemlerine sahip çıkacağı, gelişkin bir kültürel ve ahlaki sisteme de sahip olacağı bugünden aşikâr. Çünkü gelişkin ve örgütlü bir toplumsal yapı, gelişkin niteliklere sahiptir. Bir de günümüzdeki dini düşünce ve duygularla iç içe olan duruma bakılsın… Siyasal iktidarların ve tarikatların içinde olduğu çürümeye… Bu pislikleri, tarihin akışı temizler. Tarihin akışındaysa devrimci kabarışların olduğu bir gerçektir.

    YanıtlaSil

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...