Konu: Türkiye solunun gündemine Ramazan ayında bir grup İslamcının yaptığı
protesto eylemleri giriyor. Ne garip!.. Bu konuda kafaların karışık olduğu
görülüyor. Beklenir bir durum. Marksizm’i kitap cümleleri olarak algılayan sol,
bu cümlelerin yaşanılanlarla bağını kuramaz. Her muhalif söylemi anlamlı bulmak
ya da değerli saymak “bize” mi düştü?.. Düşmemeli. Öyleyse müdahale etmek
gerekiyor.
İhsan Eliaçık'ın
fikirleriyle öne çıktığı bir muhalif söylemle karşı karşıyayız. “İslam’da
şatafata, lüks tüketime, gösterişe yer var mıdır?” konulu TV tartışmalarını
hatırlayın. Sonra bazı sol gazetelerin “iftar protestoları”nı sahiplenircesine
haberleştirmesi ve ardından ilahiyatçı-yazar Eliaçık'la yapılan röportajlara
yer vermesi... Bir-iki solcu yazardan gelen zayıf eleştiri dışında, “ne oluyor,
ne yapıyoruz?” diyen yok. Vah ki vah...
Eliaçık'ın sözlerini mercek
altına alıyor ve bu adamın gerçekleri tersyüz edişini yer yer espirili, popüler
bir dille yanıtlıyoruz...
İlahiyatçı yazar İhsan Eliaçık bağırıyor;
"kapitalizmin eli kolu bağlansın"... Bu duayı "âmin" diye
yanıtlayan kalabalık, İslam'ın kapitalizmle bağdaşamayacağı, servet sahibi
olmanın dinen suç olduğu görüşünde. Biri Kur'an'ın tefsiri olmak üzere 20 kitap
yazmış olan İhsan Eliaçık şu sıralar 'Sosyal İslam' adını taşıyacak yeni
kitabını hazırlıyor.
Dua'nın aciz durumdakilerin bir yakarışı olduğu
biliniyor. Özellikle yaşlıların tekrar tekrar aynı ya da birkaç duayı okuyarak,
bağışlanmayı dilediklerinde olduğu gibi... Evet, bir de bereket, iş ve aş
sahibi olma, işlerinin rast gitmesi, sağlık ve sıhhat vb. için yapılan dualar
var. Sabretmeye, dayanmaya, psikolojik desteğe ve motivasyonlara yol açıyor. Ha
bir de köy ya da mahalle imamlarının absürt dualarını anmak gerekiyor. Örneğin,
köyün koyunlarından her gün birini ikisini kapıp götüren kurtlara karşı
okunmuş, fakat okunduktan sonra da durum değişmeyince, “herhalde kurtların
ağzını değil, götlerini bağladı, merak etmeyin sıçamayıp ölürler” diyiveren
imamın duası gibi. İlahiyatçımız öyle buyurmuş, “eli kolu bağlansın” demiş.
20'nin üzerinde kitap yazan adamın üfürüğü kuvvetli olur, değil mi?.. “Allah
kabul etsin” diyelim.
Cumartesi günleri kurdukları yer
sofralarını yazar İhsan Eliaçık şöyle açıklıyor:
“Memleketimizde din maalesef bir zengin eğlencesine
dönüşmüş vaziyettedir. İftar bir zengin eğlencesine dönüşmüş vaziyettedir.
Burada bizler dini anlayışsızlığın, derin çelişkilerin, açlıkların,
yoksullukların olduğu bir ülkede ve dünyada insanlara mesaj vermek için
toplandık. (…) Somali’de 5 yaşından aşağıda olan 29.000 çocuk son üç ay
içerisinde açlıktan öldü. Yeryüzünde 1 milyar 200 bin aç insan var. Açlık ve
yoksulluk, Kitabın en temel ve birinci meselesidir. Yanında asgari ücretle işçi
çalıştıranlar, kıldıkları namazı gözden geçirmelidirler. 1 ay boyunca herhangi
bir açın yüzüne bakmadan lüks otel iftarlarında oruç açanlar, tuttukları orucu
gözden geçirmelidirler. Ama bizim memleketimizde öyle bir din anlayışı var ki
Kur-an’a açın ve yoksulun gözüyle değil; zenginin, varlıklının, servet ve
iktidar sahiplerinin gözleriyle bakıyorlar. Bu nedenle de ne namazı, ne orucu,
ne haccı anlamıyorlar. Eğer insanlar camide Allah’ın önünde eğiliyor, hayatta
ise servet ve iktidar sahiplerinin önünde eğilmekle ömürleri geçiyorsa onların
kıldığı namaz boştur. Eğer insanlar Ramazanda oruç tutuyorlar, aç kalıyorlar;
ömürleri boyunca hiç bir yoksulla karşılaşmıyorlar ve geri kalan 11 ay mal mülk
peşinde koşturuyorlarsa onların kıldığı namaz boştur, tuttukları oruç boştur!”
Evet, dünyada ve Türkiye'de çocuklar açlıktan ölüyor, yoksullaşma artıyor,
savaşlarda insanlar ölüyor... Bunların sebebi kapitalist dünya sistemi… Evet
iftar dinci sermayedarlar için bir eğlence, peki ya işçiler ve köylüler için?..
Kendi koşullarında onlar için de bir “eğlence”... Onca saat aç kaldıktan sonra
yemek-içmek keyiflidir. İster zeytin, ister hurma, ister bir bardak su,
istersen sigara, 15-16 saat aç kalıp sağlığına zarar verdikten sonra, keyif
senin. Hem hurmanın kilosu 100 TL olanı da var, 10 TL olanı da. Hurmanın pahalısını
mı ucuzunu mu tükettiğinize bakarak, hangi sınıfta olduğunuzu mu belirleyelim.
Peki ezilenler, yoksullar ne yapsın?.. Camide tanrının önünde eğildiklerini
düşündükten sonra, mal mülk peşinde koşturmasın. Zenginler de öyle. Yoksulları
görsünler, hayırseverlik ve sadakaya yönelsinler, öyle mi?.. İyi de bunlar
nereden çıkmış? Bir yanda açlık, sefalet, sağlıksızlık ve cehalet, diğer yanda
servet birikimi, bu birikimi koruyan iktidar mekanizmaları..., kapitalist
toplumlarda bunlar var. Bu topluma uygun biçimde Hıristiyanlık da var,
Yahudilik te, İslamiyet te. Hangi müslümanlıktan bahsediyorsunuz? Emevilerin,
Abbasilerinki... Anadolu'da bir zamanlar “bir hırka bir lokma” anlayışıyla
yaşayan dervişlerinki... Toplumlarla birlikte dinsel fikirlerde değişim
yaşanır. Fakat sömürünün olduğu yerde dinler hep vardır. Saflardayken, açlıkta
ve ihram içinde “eşitlik”in anlamı nedir? Yaşamda eşit olmayanlar için, tanrı
önünde eşit oldukları duygu ve düşüncesi. Ezilen, sömürülen, acı çeken
insanların, tahammül etmesi, acılarını dindirmesi, yoksunluklara katlanması,
teselli bulması, huzur arayışı vb... Sömürenler ve onların politik temsilcileri
içinse istikrarı ve düzeni sağlama, hegemonya oluşturma, oy avcılığı, yönetme
kolaylığı, vicdanları rahatlatma... Bu dünyanın gerçeklerinin, halkın aldatıcı
mutluluğu olan din alemini doğurduğu açık değil mi?..
“Bugün Türkiye Müslümanları sokaktan, açlıktan,
yoksulluktan kopmuş vaziyetteler. Gözlerini zenginlerin şaşaalı iftarlarına ve
yaşantılarına dikmiş vaziyettedirler. Eğer bugün bir peygamber gelse ilk
okuyacağı ayet ‘yeryüzünde 1 milyar insan hangi suçundan dolayı aç?’ olurdu.
Buradan başlardı. Hiradan indikten sonra buradan başladı. Kitap buradan
başladı. İsa buradan başladı. Musa buradan başladı. Bütün peygamberler buradan
başladı. Buradan kopan din Allah’ın dini değildir. Kur-an var olan dini
eleştirerek başladı. Var olan dinin İbrahim’in dini olmadığını söyledi. Bugün
Türkiye’de var olan din, tapınak dinine dönüşmüştür. Bir ritüel dinine
dönüşmüştür. Gerçek hayat dini değildir. Akşama kadar vaazlar, programlar,
mitolojiler, hurafeler dinliyorsunuz! İçinde öksüz, yetim geçmiyor.”
Sen mi karar vereceksin, şu anda egemen ve yaygın olan dini anlayışın
“Allah'ın dini” olmadığına?.. İçine garip gurebayı da katarak, akşama kadar
vaaz, program, hurafe gırla, gerçekten. İslamcı sermaye sokaktan, yoksullardan
mı kopmuş? Sokaktaki emekçi halkımızı sömürüyorlar ya, sömürdükleri yoksullara
sadaka dağıtıyor, iftar çadırları açıyorlar ya. %50 oyu alanlar ve verenler
kim?.. YİMPAŞ, Kombassan, Denizfeneri vb. hayırsever A.Ş'lerle milyarları
götürdüler ya. Bunlar da buradan başladı; Kuran'dan ayetler, peygamberden
hadisler söyleyerek. Gerçek hayat işte bu, değil mi?.. Bu hayatın dini de bu
kadardır.
Son 15 yıldır gördüğümüz şey şu;
yoksullar iftar çadırlarına gidiyor, kendi evlerinde mütevazı iftarlarını
yapıyor ama zenginler beş yıldızlı otellere gidiyor ve bu zenginleşme özellikle
teşvik ediliyor. MÜSİAD her yıl daha pahalı iftarlar vererek daha da
geliştiğini göstermeye çalışıyor! Bilinçaltında şöyle yanlış bir anlayış var;
“Bir insan yoksulsa uğursuzdur, ondan uzak durmalıdır, çünkü Allah yoksul
yapmakla onun belasını vermiştir. Diğerini ise lüks hayat yaşatmakla
ödüllendirmiştir, onun iyi bir insan olduğunu onu zengin yapmakla
göstermiştir.” Kafa bu! Kafa bu olunca; “Ben de zengin olduğumu göstereyim,
Allah’ın sevgili kulu olduğumu herkes görsün” diye düşünülüyor.
Evet işte “kafa bu!”... “Yoksullar”, işçiler ve köylüler, emekçi halklar;
“zenginler”se sermaye sınıfı, tarikat başları ve politikacılar. Zenginliğin
kaynağında sömürü var. Fakat sömürüden zinhar bahsedilmemeli, değil mi?..
Kapitalizme abdest aldırılmak
isteniyor. Yani özündeki servet ve mülkiyet ilişkisine hiç dokunmadan, ona dini
bir kılıf geçirilmek isteniyor. Bir gazete reklâmı her şeyi anlatıyor aslında;
“VIP Umre ziyareti, Kâbe ayağınızın altında!” Bir kere edebe mugayir… Zihniyet
olarak böyle bir kafa üretilmiş; zengin sevicilik. Anadolu muhafazakârlarının
yıllarca sistemden uzak tutulduktan sonra birden bire iktidara gelmesi, yüzde
50 oy alması neticesinde sonradan görmüşlük...
Kapitalizm nire, abdest almak, oruç tutmak nire?.. Kapitalist üretim tarzı,
çağımızda hâkim durumda olan ve emekçilerin sömürüsüyle temellenen bir üretim
biçimi. Bir dinin ibadet sayılan davranış kalıplarının ya da dinsel düşünce ve
duyguların, bir üretim biçimini nitelendirmek için kullanılması “deli
saçmalığı”dır. “Hıristiyan/protestan kapitalizmi”, “abdestli kapitalizm”,
“İslami sermaye” gibi kavramlaştırmalar absürttür. Tamam, anladık; bir İslamcı
söylem geliştirmişsiniz ve ahlaki bir eleştiri yapıyorsunuz. Yaptığınızın özü
bu... Fakat, “günah”, “edebe mugayir”, “sonradan görmüşlük”, “dine uygun
davranmıyorsunuz” şeklinde bir eleştiri yöneltmek yerine, “kapitalizm”,
“iktidar, bilgi ve servetin temerküzü”, “adalet, doğruluk, dürüstlük, bölüşüm,
paylaşım” gibi kavramları kullanarak kimi aldatabileceğinizi sanıyorsunuz?..
Günümüzde sizin eleştirdiğiniz hâkim dini anlayışın şekillenmesini yadırgamak,
bilime aykırı. Din budur; tarih boyunca değişir, başkalaşır. Bir ideoloji ve
kültür yapısı olarak, toplumsal yaşamı kimi zaman aynen, kimi zaman bozarak
yansıtır. İlahiyatçılar yorum üzerine yorum getiriyor, çağımızın
şeyhülislamları fetva üzerine fetva çıkarıyor, her bir mezhep ve tarikat kendi
dini yorumunu güncelleyip duruyor. Bunlar boşuna yapılmıyor elbette.
“Emek ve Adalet Platformu”nu oluşturan İslamcı ve
sosyalist kökenden gelen gençler beş yıldızlı otellerin dibinde, yer sofrasında
iftar yapmak gibi oldukça orijinal ve yaratıcı bir eylem tasarladı, ben de
onları destekledim. Çelişkiyi gösteren bu tablo, aslında iki dünya görüşünü
temsil ediyor. Beş yıldızlı otel; insanlara yukarılardan bakmayı, yerdekileri
ele geçirdiği yetmiyormuş gibi göktekileri de ele geçirmeye çalışan, açgözlü bir
yaşam biçimini temsil ediyor. Mesela önüne 100 dolarlık bir yemek geldi hepsini
birden yersen görgüsüz sayılıyorsun. Az az alacaksın, gerisi çöpe! O bir yaşam
tarzı, bir kültür. Orada Anadolu kültürü yok, aile kültürü yok, iftar sıcaklığı
falan yok. Biz ne yapıyoruz; onun yanına toprağa yer sofrası seriyoruz. Bir
tarafta gökdelen, bir tarafta toprak… Toprak nedir? Doğadır, tevazudur. Bizim
yer soframızda herkes birbirinin işini görüyor, evden getirdiğini yanındakiyle
bölüşüyor. Hiyerarşi yok, hegemonya yok, emreden yok, finansör yok, sponsor
yok! Gökdelenin alternatifi; karşısına haremlikli, selamlıklısını dikmek
değildir. Onun alternatifi yer sofrasıdır. Güç de oradadır, dayanışma da,
mutluluk da oradadır. Tabii burada yer sofrası metafor oluyor.
Evet, işte esası budur. Eliaçık'ın ahlaki muhalif söyleminin özü budur.
Sermayenin ve işçi sınıfının yaşam tarzları farklı… Buna işaret ediyorlar.
Ürkekçe, “sınıf” kavrayışı olmadan, İslami söyleme sınıflı toplumun oluşturduğu
görünümlerden bazılarını içermeye çalışarak. Dünyayı algılama biçimlerinde
yaşam tarzlarının farklı olmasından kaynaklanan farklar gerçekten var. Aslında
bu iki sınıfın bir “ortak aklı” ya da “sağduyu”yu kısmen paylaştıklarından da
söz edilebilir. Emekçilerin günlük hayatta sahip oldukları sağduyu, parçalıdır
ve karışık ideolojik motifler içerir. Gerçek çıkarları sömürünün sonlanmasında
olduğu halde, olağan koşullarda emekçiler dünyayı ve kendi konumlarını “alınyazısı,
kaderim bu” türünden metafizik, mistik yorumlarla, “her koyun kendi bacağından
asılır” ya da “gemisini kurtaran kaptan” türünden liberal düşünsel motiflerle
anlamlandırır. Fakat sorgulayıcı, itiraz eden, pragmatik ve gerçekçi düşünce ve
duygulanımların da “sağduyu”da yeri vardır. Patron sınıfın ve emekçilerin
ideolojiler alanında, siyasal alanda ve kültürel alanda paylaşımlarının ve
ikincilerin ilkine bağımlılığının olduğu bilinmektedir.
Eliaçık ve etrafındakilerin, anti-kapitalist bir siyasal hattın nüvelerini
oluşturmadıkları çok açık. Çünkü özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasına,
sınıfların=eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına dair anlamlı, ciddiye
alınabilir en ufak bir sözleri yok. Sonuç olan toplumsal görünümlere dikkat
çekiyorlar: yoksulluk/zenginlik, adaletsizlik, kültür farkları. “İktidar kurumu
adaletsizlik üretir”, “bilgi, iktidar ve servetin temerküzüne İslam karşıdır”
türündeki sözleri, bir toplumsal incelemeye yaslanmıyor. Bunların bir söylem
oluşturduğuysa doğrudur. Tıpkı 1979 İran karşı-devrimi öncesinde Ayetullah
Humeyni'nin “İslam, eşitlik dinidir” türünden çok sayıda sözünün, bir politik
söylemi oluşturması gibi. İran'da karşı-devrimle kurulan rejimin binlerce
solcuyu katlettiğini ve bu ülkede kapitalist üretim biçiminin sürdürüldüğünü
bilmeyense yok. Yine örneğin, Erbakan ve etrafındakilerin “adil düzen” olarak vurgulanan
politik perspektifiyle, Eliaçık ve etrafındakilerin söylemi arasında
benzerlikler de var. Bu adamların politik bir iddiaları var mıdır; bilmiyoruz.
Fakat olacaksa, bunun anti-kapitalist olmayacağı, düzen içi muhalif bir politik
hattı oluşturacağını netlikle söylüyoruz.
Tarihte “İslami üretim tarzı” şeklinde adlandırılan bir üretim biçimi
olmadı. İslami ideoloji, farklı üretim biçimleri boyunca değişerek, çeşitli
kollar vererek bu günlere geldi. “Adil düzen” politikası da dâhil tüm İslamcı
politikalar, liberalizmle uyumsuz yanlar içerseler de, kapitalist üretim
biçimini dönüştürmeyi hedeflemezler. İktidarın devrimle emekçilere geçmesi, bu
siyasi hareketlere yabancıdır.
Kur’an diyor; “Servet sahiplerini,
nimet sahiplerini bana bırak. Ben onlara cehennemde göstereceğim” (...) Servet
yığanlar Kur’an’da Tevbe suresinde 34. ve 35. ayetlerde tehdit ediliyor. 35.
Ayet: “O gün biriktirip yığdıkları, cehennem ateşinde kızdırılacak ve alınları,
böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. ‘İşte bu, bencilce biriktirip
yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım!’ denilecek.” Faiz sömürünün en büyüğüdür.
Bakara suresi 279. der ki: “Faiz yiyenler şunu bilsinler ki: faiz yiyenlere
Allah ve Resul’ü savaş açmıştır.”
Eliaçık'ın verdiği örnekler şunu gösteriyor: Servet sahiplerine ceza hep
“cehennemde” öngörülüyor. Bunlara benzer ifadelere İncil'de de rastlarsınız.
Dinlerde ezilenlerin ve yoksulların duygularına hitap edecek ifadeler vardır.
Peki ya gerçek hayat?.. Ticaretle uğraşan peygamberden başlayın ve günümüze
kadar kurulmuş olan, İslamı devlet dini olarak benimsemiş uygarlıklara bir
bakın. Servet de birikmiş, yönetici ve yönetilen sınıflar hep var olmuş,
servetler için cihad da yapılmıştır. Günümüzde bazı din âlimleri “İslam'da riba
yasak, tefecilik yasak, faiz değil” diyedursun, Albaraka türünden bankalar
kelime değiştirerek, “faiz” yerine “kar payı” diyerek durumu kurtarsın. Ne ala,
değil mi?.. Hayat buysa, din de bu.
Tabii servet sahibi olmanın kendisi
suç olarak görülüyor. Servet sahibi o serveti nasıl edindi? Ya faizle
edinmiştir ki yasak; ya hak yemekle edinmiştir ki yasak; ya emeği sömürmekle
kazanmıştır ki yasak, ya da kamu imtiyazıyla edinmiştir. Bugün de zenginliğin
kaynağı bunlar değil midir? Bunlardan herhangi birini yapmadan zengin olamazsın
kardeşim. Helalinden zenginlik diye bir şey yok. Kenz, Türkiye’nin bilmediği
bir kavramdır; biriktirmek, mal toplayıp kendine hazine yapmak demektir. Biz
servet diyoruz ona.
Söyledikleriniz açısından bakarsak
İslamiyet kapitalizme kat-i suretle karşı, öyle mi? (Röportajı
yapan soruyor-BİG)
Tabii ki. Kapitalizmle İslam’ın bir
araya gelmesi çok büyük bir çelişki olur. Bizim muhafazakâr dindarlar, dini hiç
bu gözle okumadılar. Biraz da algıda seçicilik var. Adam o faiz ayetlerini,
kenz ayetlerini falan görmüyor. Sadece namaz kılma, oruç tutma, hacca gitmeye
takarsan kafayı bunları görmezden gelirsin. Şu anki Diyanet İslamı bunları
veriyor insanlara. Yoksulun gözüyle, ekonomik ve politik gözle değil ritüeller
gözüyle bakıyorlar. Oysa ritüelin kendisi din değildir, ibadet de değildir.
Ritüelin gereği ibadettir.
“Çelişki”ymiş... Sınıflı toplumlar/sömürü var olalı
beri, servet biriktirme de, dinler de toplumlarda hep bir arada var oldu.
Kapitalist üretimin olduğu çağımızda, sömürülen insanlar, sadece İslam dinine
değil, geçmişten günümüze farklılaşarak gelen birçok dine inanmaktadır. Semavi
dinlerde ortak olan oruç/perhiz, hac, kurban gibi ibadetlerin nasıl oluştukları
yönünde antropolojik araştırmaların sonuçlarıysa biliniyor. Zenginliğin kaynağı
doğa üzerine uygulanan emektir. Zenginliğin özel mülk olması, sömürüyle
gerçekleşir. Sömürgen “haramiler”in saltanatının, sosyalizmle yıkılacağını
herkes bilmektedir.
İftardan sahura kadar aç kalmak bir
ritüeldir, bir ibadet değildir. Kur’an’daki ifadesiyle nüsuktur. Ama iftardan
sonra gidip bir aç insan bulmak, aç bir eve misafir olmak, elindekini onunla
paylaşmak, onun yüzüne bakmak, onu doyurmak, açlıktan kurtarmak gibi herhangi
bir girişimde bulunmak ibadettir. Mesela namazda eğiliyorsun, bu rüku’dur, bir
ritüeldir. Ama hayatın içinde güçlünün ve zenginin önünde eğilmemek bir
ibadettir. Namazdaki eğilmenin sana hayatın içinde böyle bir eğilmemeyi
öğretmiş olması gerekiyor. Peygamberimiz diyor ki: “Kim birisinin önünde sırf
zengin olduğu için eğilirse (ayağa kalkarsa) dinin yarısı gider.” Rükû sana
kimin önünde eğileceğini öğretiyor.
Hac da öyle... Orada da tavaf var,
sana eşitlik öğretiliyor. Rütbelerin sökülüyor, ihrama giriyorsun. Dikişsiz
olacak, herhangi bir sınıfı ya da nereli olduğunu ima etmeyecek. Kadın erkek, cinsiyet
ortadan kalkıyor, siyah beyaz, doğu batı, aşağısı yukarısı... Hepsi ortadan
kalkıyor, tek bir insan, tek bir ümmet oluyor.
Bu tamamen bir ritüel. Hac o
ritüelden çıktıktan sonra başlıyor. Siyah diyorsun, beyaz diyorsun, Kürt
diyorsun, Türk diyorsun, o ona eşit değil diyorsun, yukarıdan bakıyorsun,
kibirleniyorsun. Her türlü eşitsizliğin batağındasın zaten! İyi de kardeşim sen
o Haccı niye yaptın, ne öğretti o sana?
Tamam, dinen bunlara diyecek bir söz yok. Peki ama,
dünyadaki açları bu şekilde mi doyuracağız?.. Onların açlıklarının nedenini yok
etmedikçe, söyledikleriniz neye yarar?.. Hacda ümmet olup, “eşitlendik”, peki
ama geriye ülkelerimize dönünce sınıfsal eşitsizliklerimizi ne yapacağız?..
“Eşitsizliğin batağı” olan kapitalist toplumlarda yaşıyoruz, değil mi?..
Sömürülmemek için bilinçlensek ve örgütlensek, olmaz mı?.. Siyahı, beyazı,
Türk'ü, Kürt'ü... Sahi, bu ülkede Türk-İslam sentezi ne için vardı?..
Türbelere gidenlerin, oruç
tutanların, başını örtenlerin sayısının artması bir dindarlık göstergesidir.
Bunlar diğer dinlerde de olabilir. Ritüellerin yaygınlaşması, dindarlığın
yaygınlaşmasıdır. Fakat ben İslam’dan bahsediyorum. Adalet, eşitlik, emek,
doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, paylaşım, bölüşüm yaygınlaşmaya başladığı an
orada İslamlaşma oluyor, Kur’an’a yöneliş oluyor demektir. Şu an bunlar
olmadığı için bir İslamlaşma da yok haliyle. Çünkü emeğe, işçiye hiç önem
vermiyorlar. Taşeronlaşma almış başını gidiyor ve insanlar sendikalı olduğu
için işten atılıyor. Üstüne üstlük bunlar dinle meşrulaştırılıp, pekiştirilmeye
çalışılıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kalkınma yönünden biraz olumlu
bulabilirim ama sosyal adalet zihniyeti yok. Sağcı, muhafazakâr ve kalkınmacı
bir kafaya sahipler. Menderes’ten beri bu politikaya sahip olanların dediği nedir:
“Her mahallede bir milyoner yaratacağız.” Bu Erdoğan ile devam ediyor. Hâlbuki
önemli olan her mahallede aç ve yoksul bırakmamaktır.
İslam'ın taşeronlaşma ve işçi hakları üzerine Kitap'ta bir sözü yoktur.
Çünkü döneminde bu toplumsal olgular yoktu. Siz bir İslamcı olarak elbette bu
konularda söz söyleyebilirsiniz. Ahlaki bir eleştiriyle “doğruluk,
dürüstlükten”, “emek”, “paylaşım”, “bölüşüm”, “kardeşlikten” dem
vurabilirsiniz. Aslında bu kavramları kullanmayan insan yok. Her insan
doğruluktan, dürüstlükten, kardeşlikten, paylaşım ve bölüşümden bahsedebilir.
Nasıl bir paylaşım, nasıl bir bölüşüm, ne biçim bir kardeşlik?.. İdeolojiler
bunları anlamlandırma biçimleriyle ayrılır. AKP'ye karşı olduğunuz anlaşılıyor.
Fakat Türkiye toplumunun dindarlaştırılmaya ve İslamcılaştırılmaya
çalışıldığını herkes görüyor. Mahallelerdeki açlığın ve yoksulluğun çözümü, bir
ideoloji olan dinde olamaz. Çünkü bir inanç sistemi olan din, bu açlık ve
yoksulluk üzerinde yükselir. Açlığın ve yoksulluğun toplumsal nedenlerini ortadan
kaldırmak için üretim tarzının dönüştürülmesine ihtiyaç var. Tarihsel açıdan
bunun yolu, sosyalizme geçiş olarak kabul edilmiştir.
En az yirmi milletvekili arkadaşım
var.
“Doğru söylüyorsun ama biraz bekle. Zaten kırk yıldır
dışlanıyoruz, nimetlerden, imkânlardan yararlandırılmıyoruz. Sen de diyorsun
ki; almayın, yararlanmayın! Bırak biraz yararlanalım” diyorlar. Tabii o “biraz”
nedir bilmiyorum ama böyle dörtnala çapula gidenler var. Çapul; eski Türkler’de
de vardı. Yağmaya gidilir, çapulculuk yapılır, yağmadan elde edilenler birlikte
bölüşülür, ayrı yiyen, kendine saklayan cezalandırılırdı. Çapul bile kamucu,
bölüşüyor. (Gülüyor) Bunlarda o da yok! Dolayısıyla AKP’nin de ruh kökünde bir
iyilik görmüyorum. Eğer samimiysen, üzerinde sadece bir ev ve bir binek olması
gerekir. Geri kalanını infak edeceksin. Kamu adamısın, devlet her şeyini
karşılıyor zaten. Tek başına kurtuluş yok; zenginlik, bolluk olacaksa herkesin
olacak. Biri yerken diğeri bakmayacak, komşun açken tok yatmayacaksın.
İşte AKP'yi eleştirisindeki yüzeysellik karşımızda…
Özetle şöyle diyor: Onlar benim arkadaşlarım, konumlarını “yemek” için
kullanıyorlar. Yahu biraz da etrafınıza dağıtın!.. Oysa yandaş kurumlaşmalar,
MÜSİAD ve TÜSİAD, vekiller vb. hep birlikte “yiyorlar”... “Komşun açken tok
yatmayacaksın” türünden ahlaki sözler, gerçekte tam tersi olduğu için söylenir.
Hayatta fuhuş, zina, hırsızlık, çalıp çırpma, haksızlık, adam öldürme vb.,vb.
var olduğu için, ahlaki söylemler üretilir, adaletten, haklardan, suçlardan
bahsedilir. Gerçekte işçiler/emekçiler ve onların komşuları açtır; bunların
arasında “aç yatmamak” için bir dayanışma da vardır. Fakat bu komşuların
toplumsal komşuluğunda patronlar, sermaye sınıfı, tarikatçı holding sahipleri
vb., trilyonluk servetleriyle birlikte “tok yatmaktadır”. Bu eşitsizlik, ahlaki
söylemlerin dayanağı olan temeldir.
Şöyle yaygın bir algı var; “dünyaya
zengin de yoksul da gelsen bunun bir önemi yok. Zaten bu dünya sınav dünyası...
Bu dünyadaki yoksunluklarına kafayı takma. Öbür dünyada zaten eşitleneceğiz.”
Kur’an zenginliğe karşıysa neden böyle bir algı var? (Röportajı
yapan soruyor-BİG)
Bu tamamen dinin afyon yüzüdür. Marx
“din halkın afyonudur” diyor ya; bu şekilde kullanıldığı takdirde doğrudur.
Dünyanın en önemli sorununu en önemsiz, en temel meseleyi en gereksiz
gösterirsen bu afyondur işte! (...) Kur’an’ın içeriğinde bir servet karşıtlığı,
eşitlik talebi var, buna yanaşmıyorlar. Kavga şimdi de aynı sebepten çıkıyor.
Bu argümanlar işte bu gerçeği yumuşatıyor, dünyanın en önemli çelişkisini gizliyor.
Türkiye’de asker eleştiriliyor mesela ama zenginler eleştirilmiyor, bankalar
eleştirilmiyor. Para, servet, mülkiyet, bankalar dışında her şeyi tartış. Ne
yaparsan yap umurlarında bile değil. Aman sakın o mevzulara girme!
Kuran'da mülkiyete dair olumlu yaklaşımlar, miras
hukuku, erkeklerin kadınlar ve cariyelerle olan ilişkileri üzerine de hükümler
var. Bu dünyadaki temel meseleyse, zenginlik ile yoksulluk arasındaki karşıtlık
değildir!.. Bunlar sonuçtur. Kapitalist sömürünün sonuçları... Sömürünün ortadan
kaldırılmasının yoluysa, tarihin gösterdiği üzere sosyalist topluma geçiştir.
Dinin gerçek hayatta var oluş biçimi, işlevi sömürülenlerin “afyonu” olmak,
iktidarın yeniden üretimine katkı sağlamaktır. Din budur; toplumsal hayatın
gerçeklerine bu şekilde bağlıdır. Fikirleri değerlendirirken, ne dediklerine,
içeriklerine değil, gerçek hayattaki işlevlerine, bu fikirleri savunanların ne
yaptıklarına bakmak gerekir. Dini fikirlerin hâkim olduğu toplumlarda hiçbir
zaman eşitlik olmadı.
Biz de İslam’ın kapitalizmle uyumlu
bir din haline getirilmesine itiraz ediyoruz. Türkiye’de din demek Diyanet
demek değil mi? Bu kurum ne yapar? Camide namaz kıldırır, iftarda oruç açtırır,
Kâbe’ye gidişi organize eder, ölüleri mezarlara kaldırır, onların merasimlerini
yapar, kandil geceleri falan... Diyanete göre din bunlardan ibarettir. Hâlbuki
benim görüşüme göre bunların dindeki yeri yüzde 5 bile değildir. Din asıl
yaşayanlara lazım. Kelim-i Şahadet’i “Lailahe illallah Muhammeden Resul Allah”
diye biliyorlar. Öyle söylediğin zaman eksik oluyor. Kur’an’da A’raf suresi
158’de anlatılır. Tam hali şudur: “Lehül mülk Lailahe illallah Muhammeden
Resulallah”. Önce, “Mülkiyet Allah’ındır.” Dine önce bu kapıdan girmek
gerekiyor. Şimdi bu tamamen kaldırılmış. Sadece “Lailahe illallah” denince
“putları reddedeceksin Allah’a inanacaksın” manası çıkartılıyor. Hâlbuki önce
mülkiyetin Allah’a ait olduğunu kabul edeceksin sonra bu mülke sahip olmaya
kalkan olursa, onu bir yere yığan, kenz eden olursa onu reddedeceksin. Bütün
peygamberlerin de bunu gerçekleştirmek için geldiğini kabul edeceksin. Dinin
özeti bundan ibarettir. Yani mülk edinme hakkı diye bir hak yok. Dünyada
yaşamak için gerekli temel ve zaruri ihtiyaçları edinme hakkın var sadece.
Bunlar nedir; evdir, ev eşyasıdır, binektir, iştir, aştır, eştir, maaştır.
Gerisi Allah’ındır. Bu ne demektir; her şey herkesindir demektir.
İslam’la kapitalizmin
bağdaşmayacağını söylüyorsunuz. Peki sosyalizmle? (Röportajı
yapan soruyor-BİG)
Sosyalizmle bağdaşma ihtimali var
ama kapitalizmle hiç yok. Sosyalizmin ekonomi-politiği İslam’la büyük oranda
uyuşur, bir sorun çıkacağını sanmıyorum. Toplumcu, eşitlikçi durumları İslama
uyar mesela. Zaten sosyalist İslam’dan bahsetmiyorum. İslam’ın sosyal yanını
vurguluyorum. Buna olsa olsa “Sosyal İslam” denilebilir. Ben sosyalizmi
anlatmıyorum, solcuyum da demedim ama benziyorsa ne yapalım.
Laik devlet olsaydı, dini uygulamalar bu kadar
yaygınlaşmazdı. Yaşayanları bırakın, ölülerin bile yakasını dini pratikler
bırakmıyor. Din, insanların gönül meselesidir; isteyen inanır, isteyen inanmaz.
İnsanların bilimsel düşüncelere inanması, dini propagandayla engellenemez. Laik
devlet, namaz kıldırmaz, oruç açtırmaz, hacca gidişi organize etmez, kandil
gecesi düzenlemez, ölüleri dini merasimle mezara kaldırmaz. Bırakın insanların
yakasını!.. İnsanlar gönlünde diledikleri gibi inansın.
Asya Tipi Üretim Tarzında, mülkiyet tanrının kabul
edilirdi. İnsanlık bu üretim biçimini aşalı çok oldu. Günümüzde mülkiyet, fakat
üretim araçlarının mülkiyeti sermaye sınıfındadır. Günümüzün hakim dini
ideolojileri de bununla uyumlu bir içeriğe kavuşmuştur. Dinlerin toplumsal
işlevleri, iktidarın sürekliliğinde fonksiyonları var. Sömürünün olmadığı
toplumsal sistemde, dinlerin bu işlevlerine gereksinim olmayacak. Eşitliğin ve
dolayısıyla özgürlüğün olduğu bir toplumda, sömürülenlerin ram olmasını
sağlayan, sömürenlerin servet birikimini kutsayan inançlara yer yoktur.
Evet, belki de en doğru niteleme “Sosyal İslamcı”
olabilir, sizin için. Sosyal-demokrasinin, liberalizmin bir türü olarak paylaşım/bölüşüm
sorunlarına, adaletsizliklere dikkat çekmesi ve kapitalizmin temel işleyiş
mekanizmalarına karşı çıkmaksızın, sosyal adalet kapsamında önerilerde
bulunması gibi, siz de, İslamcı bir muhalif olarak, kapitalizmin temel
işleyişine karşı çıkmayıp, onun bazı görünümlerine, adaletsizliklere dikkat
çekiyorsunuz. Söyleminiz ve önerileriniz sosyal-liberal ve İslamcı, ahlaki
muhalif bir çerçeve oluşturuyor. Solculuk, sosyalizm?.. Dediğiniz gibi siz
bunları anlatmıyorsunuz. Onlar da sizi.
Kaynaklar:
- “Orucunu Kapitalizmle Bozma”, Mustafa Kara, http://evrensel.net/news.php?id=11783
- “Abdestli
kapitalizme karşı yer sofrası”, Devrim Büyükacaroğlu'nun İhsan Eliaçık'la
yaptığı ropörtaj, http://evrensel.net/news.php?id=12201, 21.08.2011
Din'e alerjinizin olması normal. Sonuçta diyalektik materyalizmden çıkan bir kafa'nın gerçek islam dinini anlamaması yadırganmaz. Ancak İhsan Hoca'nın sözlerinin çarpıtılması yanlış. Kur'an ı doğru meallerden "öğrenen" bir kimsenin anti-kapitalist olmaması kaçınılmaz. Bunu anlayamayan kişi din düşmanı kişidir. Bu önyargısının zihnini köreltmesi ise büyük kayıp.
YanıtlaSilOysa ki azıcık analiz edebilse, komünizmin , kapitalizmle aynı idea'ya sahip sadece farklı yöntemden ilerleyen bir "ekonomizm" olduğunu, Başta ahlak, erdem, kültür, hak, eşitlik gibi "özgün değerler" üretirken sonra materyalist determinizmle tüm bu değerleri makineleşme sanayileşme kültürününe bağlı olarak mekanik bir sürecin sonucu şekline soktuğunu görür, marksizmin insandaki erdem, değer ve ahlak gibi unsurlarını tüm diğer realist materyalist ya da natüralistler gibi nasıl da yok ettiğini anlardınız.
İslam ise buna karşıdır, insana ait erdemleri ona verir, bununla birlikte göğe çekilmez, yeryüzünde eşitliği adaleti, eşit paylaşımı emreder. Fakat bunu anlamak duru bir görü çabası gerektirir, önyargıları değil.
Biz Marksistler, dini üreten “dünyaya”, sömürü ilişkilerine karşıyız. Biz, eşitsizlikçi toplumsal ilişkilerin zemini üzerinde yeniden üretilen dinsel fikirlerin ve duyguların kendisiyle uğraşmayız. Bize göre din, bireylerin vicdanında özgürce inanıp inanmamakta serbest olduğu bir maneviyat alanıdır. Devlet ya da başka örgütlenmeler, bireylere dini düşünceleri ve duyguları empoze edemez, etmemelidir. Oysa günümüzde dinsel uygulamalar, fikirler, devlet eliyle ya da onun izniyle tarikatlarca öğretiliyor. Sosyalist iktidarımızda, bireyler seçtikleri dini vicdanlarında ve pratikte dilediğince yaşayacaktır. Herhangi bir dine inanmama hakları da olacaktır. Gerçek inanç özgürlüğü sosyalizmde mümkün olacak, insanlara inançlarını seçime hakkı tanınacaktır. Önyargı değil ama ilkemizse şudur: Din eksenli siyasal ve iktisadi örgütlenmelere izin verilmeyecektir. Tarikatlar yasal ve meşru olmayacaktır.
YanıtlaSilKomünizmi algılamanızdaki çarpıklığa yanıt verecek değilim. Çünkü siyasal meseleler tartışma değil, mücadele konusudur. Herkesle laf dalaşına girmek gerekli değildir, siyaseten. Günümüzde din de siyasal bir mesele durumundadır. Oysa biz, dinin siyasal alandan tamamen çekilmesini ve bireyin maneviyat alanında bir yeri olmasını savunuyoruz.
İslami ideolojinin lafzında nelerin yer aldığı değildir önemli olan, İslam dini de dâhil dinlerin, gerçek yaşam içerisinde nasıl fonksiyonları olduğuna bakılmalıdır. Biat kültürü, öteki dünyaya havale etme, tevekkül, teselli bulma, avunma, sığınma, kaderim buymuş inancı vb. vb… Siyasal iktidarların yeniden üretiminde toplumsal onayın alınmasında, sömürü ilişkilerine katlanılmasında dini ideolojilerin işlevleri var. Toplum bilim ve Marksizm, bunu saptıyor. Gelecekte insanların dini düşünce ve duygulardan özgürleşmesi içinse, önce mevcut toplumsal ilişkilerin dönüştürülmesi gerekiyor. İşte bu, siyasetin konusudur. Dolayısıyla ne alerjidir söz konusu olan, ne de önyargı. Mevcut toplumsal ilişkilerin onaylanmasına, benimsenmesine yarayan bir ideoloji, ancak toplumsal ilişkilerde köklü bir alt-üst olma yaşandığında kendine varlık zemini bulamamaya başlar.
Birçok inanç sistemi ya da ideoloji, ahlaktan, erdemlerden, eşitlikten, adaletten vb. bahseder. Fikirleri değerlendirirken kendileri hakkında ne dediklerine bakılmamalıdır. Pratikte bu inanç sisteminin işlevi/rolü nedir, buna bakılmalıdır. İnanç sistemlerinin, dinlerin, ideolojilerin fonksiyonları var ve bunlar onların gerçekliğini oluşturur. Bunlardan ayrı bir gerçeklikleri yoktur. Söylemlere bakılıp, düşünce sistemleri hakkında karar verildiğinde, çocukça bir tutum sergilenir ve bu durumda aldanmak kaçınılmazdır.
İnsanların erdemli, ahlaklı, kültürlü olması, değerlere sahip olması için dini inançlarının olması elzem değildir. Komünist dünya toplumunun, ileri değerlere, insanlığın erdemlerine sahip çıkacağı, gelişkin bir kültürel ve ahlaki sisteme de sahip olacağı bugünden aşikâr. Çünkü gelişkin ve örgütlü bir toplumsal yapı, gelişkin niteliklere sahiptir. Bir de günümüzdeki dini düşünce ve duygularla iç içe olan duruma bakılsın… Siyasal iktidarların ve tarikatların içinde olduğu çürümeye… Bu pislikleri, tarihin akışı temizler. Tarihin akışındaysa devrimci kabarışların olduğu bir gerçektir.