Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
işçi sınıfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
işçi sınıfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Mayıs 2025 Çarşamba

TARİHTE 'GREV'İN DOĞUŞU

Grev'e, Neden "Grev" (Burada İngilizcesi: "Strike" -çn) Diyoruz?

Dermot Feenan (Londra Üniversitesi, Hukuk Fakültesi'nde araştırma görevlisi)

İngilizce'den Almanca'ya: Johannes Liess

Almanca'dan Türkçe'ye: Doğan Ağrı

MAR notu: Bu yazı, "Jacobin" adlı hem İngilizce hem Almanca yayınlanan dergide, 1 Mayıs 2020'de yayımlanmıştır.

Üstte: Wollworth'ta çalışan kadın işçiler, haftalık 40 saatlik çalışma süresi için grev yapıyor. Alt-solda: 1899, Hamburg Limanı'nda (İngiltere'deki işçi taşeronlarına benzer -çn), "Gastwirtschaft & amp./ FrühstücksLocal L.W. Schultz" ("L. W. Schultz'un Hızlı Kahvaltı Salonu ve Misafirhanesi -çn) adlı liman bar ve restoranı, diğerleri gibi, bir tür iş bulma kurumu olarak işlev görüyordu. Alt-sağda: "Mengene"leriyle fıçıların üzerinde oturan liman işçileri. Onların etrafında, "limanın kara adamları" denen kömür hamalları. (Hamburg liman grevi, 1899).

Bu sorunun cevabı, ilk kez 250 yıl önce, Londra'da, kendi yarattığı yeni eylem türleriyle işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışında yatıyor. O zamana kadar "yelken indirme" anlamında kullanılan "strike" sözcüğü, bundan sonra, "topluca iş bırakma" anlamına gelmek üzere, İngilizce kelime haznesine girmeye başlamıştı. Londralı kömür hamallarının ve deniz işçilerinin, gemilerin oldukları yerde hareketsiz kalması için kullandıkları "yelken indirme" ("Striking") tekniğine, o günün işçileri tarafından bu sefer "grev" anlamına gelecek şekilde ilk kez başvurulmuştu. İşte, o günlerden beri "Strike" sözcüğü, 1768'in Londra limanlarından, şimdi 2018'de Batı Virginia'nın başkentindeki eylemlere kadar, bütün işçi mücadelelerinin anlam yüklü en sembol sözcüklerinden biri haline geldi.

Ama, bu eylem, işçilerin kollektif biçimde yaptığı ilk eylem değildi elbette. Gerçekten de, 1768 Londra grevlerinden çok daha önce, daha 17. yüzyılın ortalarından itibaren, kuzeydoğu İngiltere'de bulunan Tyne ve Wear prensliklerindeki "Kielciler"in (kömürü kıyıdan gemilere taşıyan omurgasız, yelkensiz teknelerde çalışan deniz işçileri -çn) başvurduğu toplu yelken indirme eylemleri o kadar etkiliydi ki, John Stevenson'ın da (yanlış tespit etmediysem, bir İngiliz sinema yapımcısı ve yönetmeni -çn) dikkat çektiği gibi, Kielciler, "işçi sendikası örgütleyen ilk meslek gruplarından biri" olarak tarih kayıtlarına geçeceklerdi. İngiltere'nin kuzeybatısındaki liman şehri Liverpool'lu denizciler de ücret artışı talebiyle, Aralık 1762'de, bir toplu iş bırakma eylemi yapmışlardı.

Yine, 1765 yılında, kadın ve erkek kömür madencileri de süreli bir iş bırakma eylemi tecrübe etmişlerdi. Son olarak, 1 Nisan 1768'de Sunderland'daki denizciler, gemi direklerini devirerek (böylece yelkenleri indirerek) gemilerin limandan ayrılmasını engellemiş, bu eylemin sonucunda, gemi sahipleri ve gemi kaptanları, denizcilerin ücret artışı taleplerini kabul etmek zorunda kalmışlardı. Aynı yılın Mayıs ayında, bu kez Themse Nehiri boyunca (şehir içi ticari taşımacılıkta -çn) çalışan gemi işçileri, aynı eylem biçimine başvuracaklardı. Ülkenin Kuzey Atlantik kıyısına bakan kuzeydoğusunda başlayan bu türde (yelkenleri indirerek -çn) iş bırakma eyleminin başarı haberi Londra'daki kömür madencilerine kadar ulaştı. İşte, tüm bu işçi eylemleri boyunca, (toplumsal tarihin içine -çn) yepyeni bir kavram doğmuş oldu.

- Kömür Hamalları

(Buharlı motorun endüstriyel üretimi başlatmasıyla birlikte -çn) Londra'nın 18. yüzyılda hızlanan büyümesi, İngiltere'nin kuzeydoğusundaki kömür madenlerinden, sayıları sürekli çoğalan buharlı gemilerle çok daha fazla kömürün de şehre taşınmasını gerektirmişti. Gemilerle önce denizden, sonra nehir üzerinden şehir içlerine taşınan kömür, Themse Nehri'nin kuzey kıyısında bulunan Wapping ve Shadwell'daki nehir limanlarında çalışan kömür hamalları tarafından boşaltılıyordu. Gemilerle yapılan mamul mal ve kömür taşımacılığı, kömür hamallarını işe alıp onlara parça başı ücret ödeyen (ör: sırt sepeti veya fıçı başına -çn) "undertaker" (aracı, komisyoncu, işçi taşeronu -çn) tarafından kontrol edilen, ağır, sıkıcı ve pis bir işti.

Bu aracı taşeronların çoğu, oradaki lokanta ve meyhanelerin de sahibiydi ve hamallara ücretlerini, (ısınmak için verilen kömür doldurulmuş -çn) bir "çuval" veya "fıçı" ile, kendilerine ait lokanta ve barlarda işçilerin içip yediklerini de hesaba katarak ödüyorlardı. (Uzun saatler boyunca -çn) durmadan kömür fıçılarını taşımak, susuzluk yaratan ağır bir işti ve o dönemde suyun nasıl sterilize edileceği bilinmediği için, işçiler genelde, (içindeki alkolün steril hale getirdiği -çn) bira içerlerdi. O zamanlar (12 ila 16 saate varan uzun çalışma süreleri ve işyerlerinin şehre uzaklığı nedeniyle -çn) yeme ve içmenin tek mümkün olduğu bu lokanta ve meyhanelerin de sahipleri olan aracı taşeronlar, kömür işçilerinin ve hamalların hayatlarını idame etmelerini her bakımdan kontrol edebiliyorlardı. Kömür hamallarının çoğunluğunu ise, etnik bakımdan İrlandalı'lar oluşturuyordu. Bunların da büyük bir kısmı, 1762-1763 yıllarında İrlanda'nın güneyinde yaşanan ilk toprak isyanlarından sonra buralara göç eden topraksız köylülerden meydana geliyordu.

Diğer bir kısmı ise, (önceleri soylu kontlardan ekip biçmek için toprak kiralayabilen -çn) köylülerin bu isyanları sırasında, onları savunmak amacıyla şiddete dayalı gizli örgütler kuran İrlandalı "Whiteboys"lardan (beyaz maske giydikleri için "Beyaz Delikanlılar"-çn) oluşuyordu. Bu açıdan, David Featherstone'un da (kendi sözleriyle, küresel jeopolitikalar ile yerel direnişler arasındaki ilişkiler üzerine temel çalışmaların yanında, alt sınıfların ekolojik ulusötesi dayanışma ağlarının oluşumuyla ilgili araştırmalar yapan Glasgow Üniversitesi'nde bir politik tarih profesörü -çn) tespit ettiği üzere, artık Londra'da kömür işçiliği ve hamallık yapan bazı İrlandalı göçmenlerin, daha önce "Whiteboys"ların başvurduğu örgütlenme ve mücadele yöntemlerini şimdi örnek aldıkları söylenebilir. Zira, örneğin, liman ve rıhtımlarda çalışan bu gemi işçileri ve kömür hamalları, tıpkı "Whiteboys"lar gibi, 16 kişilik gruplar halinde çalışıyorlardı. Yani, (tarihteki ilk grev eylemleri, hiç yoktan oluşmamış -çn), burada başlayan toplu işçi eylemlerinin "kolektif örgütü", bir bakıma, önceden mevcuttu.

1758 yılında, taşeronların, taşıma işleri için kullanılan omurgasız, yelkensiz kürekli tekneler üzerindeki tekelini kırmak için hamallar, Parlamento'ya başvurdular ve bunda başarılı da oldular. O güne kadar, bu kürekli teknelerin üretimini taşeron şirketler kontrol ediyor ve bunları, işçilere fahiş fiyatlarla kiralıyorlardı. Öte yandan, taşeron patronlar, 1758'de çıkarılmış olan ücret tarifnamesi yasasını da çok çabuk laçkalaştırmış, onu pratikte işlemez hale getirmişlerdi. Yasanın uygulanmasından sorumlu olan şehir meclisi idare başkanı William Beckford'un bizzat kendisi, (Afrika'dan getirilen -çn) kölelerin çalıştırıldığı Jamaika'da çok büyük şeker plantasyonlarının sahibiydi ve aslında, işçilerin çıkarları lehine (yasal devlet düzenlemeleri -çn) istemeyen yeni sınıf "laissez-faire" (fransızca'dan: bırakın yapsınlar -çn) kapitalistlerini temsil ediyordu.

Londra'nın Doğu Yakası'nda ticaretin ve hafif sanayinin hızlı gelişimi, benzer toplumsal çelişki ve çatışmaların her yerde su yüzüne çıkmasını beraberinde getirmişti. Tekstil ve dokuma sektörünün ekonomik bir kriz yaşadığı 1765'te başlayan "Spitalfields İsyanları" sırasında dokumacı kadın ve erkek işçiler, hayatta kalmaları için gerekli ücretin belirli bir asgarinin altında olmaması istemiyle örgütlenmeye başladılar. Böylece bu işçiler, aslında, işçi sınıfı mücadelesinin bu başlangıç dönemlerinde, yasadışı ve resmi olmayan yollarla tarihin ilk sendikasını örgütlemeye girişmişlerdi. 1765 yılında, (işgüçlerinin ucuzlamasının ve işlerini kaybetmelerinin nedenlerinden biri olan -çn) Fransız ipeğinin ülkeye ithal edilmesine karşı protesto eylemleri düzenlediler. Bu eylem ve isyanlar, 1767'ye kadar inişli çıkışlı devam etti.

1768'de yiyecek darlığının baş gösterdiği Londra genelinde, bu sefer açlık isyanları başladı. Aynı yılın Nisan ayında, gemilere çıkan kömür hamalları, bir dizi grev kırıcısını döverek cezalandırdılar. Kömür madeni işçileri ve hamallar, daha iyi ücret alabilmek için mücadelelerini hiç kesmeden sürdürdüler. Mayıs ayı başlarında, ücret artışına ilişkin yazılı bir yasal güvence alana kadar "işi askıya aldılar". Bütün bunları yaparken, kömürü, şehrin Doğu Yakası'ndan, zengin Batı Yakası'na taşıdıkları atlarını bile hep yanlarına alıyor, böylece, tüm endüstriyel tedarik zincirinin sürekli aksamasına dikkat ediyorlardı. Bu sırada, kömür hamallarının süreklileştirdiği eylemler, diğer gemi ve deniz işçilerini de içine alacak şekilde, daha da büyüdü.

- Gemi ve Deniz İşçileri

1763'te Yedi Yıl Savaşları'nın ("Yedi Yıl Savaşları", Viyana'daki Habsburg hanedanlığından Kutsal Roma Germen imparatoriçesi Maria Theresia'nın, Silezya'yı geri almak için, Rus Çarlığı ve Fransa Krallığı ile ittifak kurarak, Prusya imparatoru II. Friedrich'e karşı başlattığı bir savaş. Bu savaş, daha başlarken, özellikle Amerika ve Hind-Çini kıtasındaki koloniler uğruna İngiltere ile halihazırda savaşmakta olan Fransa ve İspanya başta olmak üzere, İsveç, Danimarka, Hollanda ve bazı Alman dukalıklarını da içine alarak, bir bakıma, 1756'dan 1763'e kadar süren bir proto-dünya savaşına dönüşmüştü -çn) sona ermesinden sonra, çoğu gemi ve deniz işçileri arasında işsizlik baş göstermişti. Var olan işlerde ise ücretler, gemi sahibinden gemi sahibine azalarak değişiyordu.

Mayıs 1768'de deniz işçileri, çeşitli gemi şirketlerince ödenen değişik ücretleri bir araya getirerek, aralarındaki ücret farklarını birlikte tespit ettiler. Bununla kalmayıp, birkaç hafta önce Sunderland'da ücret artışları mücadelesinde başarılı olan meslektaşlarının, sadece "yelken indirme" değil, artık alamayacakları kadar pahalanmış geçim ihtiyaçlarını satan fırın ve kasap dükkanlarının önünde de gösteriler düzenlediğini hatırladılar. Şimdi, Londralı denizcilerin elinde, artık bir kolektif eylem örneği de vardı. Geriye, limandaki tüm gemilerin işgal edilmesi ve "yelkenlerin indirilmesi" kalmıştı. (Topluca gemileri işgal ve yelken indirme eylemiyle gemi işçileri -çn), ücret artışı yapılmadığı sürece, hiçbir geminin yükünün indirilmeyeceği ve gemilerin tekrar sefere çıkamayacağı tehdidinde bulunmuş oluyorlardı.

Bütün bunlarla birlikte gemi ve hamal işçileri, ücretlerinin arttırılması için Parlamento'ya ve belediye başkanlığına da yöneldiler. 11 Mayıs'ta 14.000 işçi, parlamentonun bulunduğu Westminster semtine doğru yürüyüşe geçti. Walter Shelton'ın (1894-1959. Sanayileşme, açlık vb. konularda araştırmalarıyla bilinen ABD'li bir sosyal tarihçi -çn) bildirdiğine göre, "feribotçular, mavnacılar, yük getiren, yük indiren, yük bindiren hamallar, kömürcüler dahil tüm gemi ve liman işçilerini, işlerini askıya almaya ve ücret konusu kararlaştırana kadar işe gitmemeye ikna ettiler." Mayıs ayının ikinci haftasına girildiğinde, bu kez, kömür hamallarını ve denizcileri taşıyan birkaç omurgalı yelkenli tekne, nehrin kenarında bulunan Parlamento binasının önünden geçerek, meclis binasının batısında demir attı ve eylemciler, rıhtımdaki diğer işçileri de oraya çağırdılar.

Bunun üzerine, birkaç kilometrelik yürüyüşün ardından, diğer işçiler de onlara katılmış oldu ve Wapping'in kuzeyinde açık bir arazi olan Stepney Fields'a ulaştılar. Yol boyunca daha birçok kömür işçisi ve denizci, yürüyüş koluna katıldı. Feribot işçileri ve yük taşıtı sürücüleri gibi başka işkollarındaki işçiler de ya onlara katıldı ya da onlar da greve çıkmakla tehdit ettiler. Böylece, sadece birkaç hafta içinde, İmparatorluk için hayati önemdeki denizaşırı ticaretin ana arteri ve ülke içi tüm ticaretin de neredeyse üçte birlik bir hacmini oluşturan Themse Nehri üzerindeki tüm mal ve mamul akışı tamamen durmuş oldu.

- Tüccara ve Kral'a Karşı

Ancak taşeron firmalar, grevci işçiler karşısında (hemen "yelkenleri indirmediler"-çn). Kömür madencileri, hamallar ve diğer deniz ve liman işçileri arasında eylemle kurulan birliği bozmak amacıyla, Tyneside'dan Londra'ya, grev kırıcıları getirmeye devam ettiler. Tüccarlar ve taşeronlar, daha Mayıs ayı başında denizcilerin ücret artışı talebini reddetmişlerdi. Bu arada hükümet, gemi donanmasından grev yapılan limanlara, savaş gemileri gönderdi. Çatışma, bundan sonra çığırından çıkmaya başladı. Grev kırıcıların gemileri boşalttığı bir esnada çıkan şiddetli çatışmalarda, grev kırıcı bir gemi işçisi hayatını kaybetti. (Devletin buna karşılık-çn) cevabı, çok sert oldu.

Bir gemi işçisinin ölümüyle ilgili olarak dokuz kömür hamalı yargılandı. Bunlardan ikisi, geleneksel infaz yeri olan şehir ortasındaki Tyburn'de hemen asılarak idam edildi. Diğer altı işçi ise, kömür işçilerinin yaşadığı ve çalıştığı yerlerden çok da uzak olmayan Sun Tavern Fields'da asıldı. 50 bin kişinin izlemeye geldiği bu infaz gösterisi için, yüzlerce polis ve asker görevlendirilmişti. Asker ve polis birlikleri, Mayıs ayından Eylül ayına kadar, hiç kesmeden bölgede konuşlu kaldı. İdamlar, gemi ve kömür işçilerinin kararlılığını kırmıştı, ama tüccara ve krala karşı gösterdikleri mücadele ve direniş, hiç unutulmadı ve gelecekte sonraki mücadeleler için hep bir esin kaynağı olmaya devam etti.

- Etkisi Çok Derin Bir Miras

"Strike" (burada "grev" anlamında -çn) sözcüğünün ilk yazılı örneğine, Themse Nehri üzerindeki bütün gemilerin deniz işçilerince engellendiği bu eylemlerden sadece birkaç gün sonra, başka bir meslekten işçilerin (şapkacılar) ücret artışı için (bizzat o kelimeyi kullanarak -çn) "strike" yaptığına dair, o günkü basının yaptığı haberlerde karşılaşıyoruz ("St. James’s Chronicle" ve "The British Evening-Post" gazetelerinin, 7-10 Mayıs 1768 günkü baskılarında). Anlaşılan, aslında denizcilerin mesleki bir teknik terim olarak çoktandır kullandığı yelkenleri "striken" etme fiil sözcüğü, bu sırada Tyneside deniz işçilerinin ücretlerinde artış amacıyla başvurdukları ve sonucunda başarılı da oldukları bir eylemin ismine dönüşerek, grev yapılan kıyı limanlarından, o sırada pahalılaşan gıda fiyatlarından mustarip olan Londra'nın çalışan diğer insanları arasına doğru hızla yayılmıştı. Bu açıdan "strike" kelimesi, işçilerin kolektif olarak yaptığı iş bırakma eylemlerinin adı haline, ilk defa, 1768 baharından sonra gelmeye başladı, diyebiliriz.

Deniz işçilerinin başlattığı "strike"lar, çok geçmeden, Atlantik'in her iki yakasında da yaygınlaşacak ve başka işkolundaki işçilere de ilham kaynağı olacaktı. 1775 yılında, o dönem Büyük Britanya'nın en büyük tersanesi olan Portsmouth'daki gemi yapım işçileri strike yapmıştı, yani greve girmişti. ABD'de, Philadelphia'daki "Federal Society of Journeymen Cordwainers" (Federal Ayakkabı Kalfaları Derneği), ayakkabı işçilerinin ücret seviyelerini korumak amacıyla, istikrarlı ve uzun vadeli biçimde, "Turn Out"lar ("fabrika dışına toplu çıkma" anlamına gelen "dışarıya sürgün") (Türkçe: işi ortasında bırakıp, erken "toplu paydos" yapmak -çn) örgütledi. ABD'de "striken" (burada, yelken indirmek değil, işi durdurmak anlamında "grev yapmak") fiil kelimesinin, ilk kez, 19. yüzyıl başlarında, federasyon çapında örgütlenen bir gösteriyle kendi doruğuna çıkan, işte bu ayakkabıcı eylemleri sırasında kullanıldığı sanılıyor.

Bunlardan önce Londra'da düzenlenen ilk "strike"lar, kömür hamalları ile grev kırıcı gemi işçileri arasındaki ölümcül şiddete varan çatışmalara rağmen, tüm işkollarından işçiler arasında "benzeri görülmemiş düzeyde bir dayanışmanın" oluşabildiğini göstermişti. Grev, birbirinin iyiliğiyle dolmuş işçilerin mücadele potansiyelinin gelişmesinde önemli bir eşiğin geçildiğini ortaya koymuştu ama, gemi işçilerinin, yapılan ücret zammına razı olup iş başına dönmeleriyle bu potansiyel bir süreliğine geri çekildi. Zira, gemi ve diğer liman işçileri, onlardan sonra mücadeleye halâ devam eden kömür hamallarını yarı yolda bırakmışlardı.

Öte yandan, bu toplu işçi eylemleri ve açlık isyanları, Hannover İngiltere’si için ("Hannover İngiltere’si" ile, Stuart Hanedanlığını takiben evlilik yoluyla kurulan siyasi birlik içinde 1714-1901 yılları arasında sık sık Büyük Britanya krallık tacını giyen Alman Hannover Düklüğü kastediliyor -çn) hiç de yeni bir olgu değildi. Zira, bu tür eylem ve mücadeleler, nüfusun çoğunluğunun sorunlarını ve ihtiyaçlarını göz ardı eden eski aristokrasi, yeni toprak sahipleri ve yeni ortaya çıkan sınıf olan tüccar burjuvaların, temsilen Parlamento'ya tam egemen olduğu ve yürüttüğü idari politikalarla halka karşı giderek saldırganlaşan III. George döneminde bile (1760'tan 1820'de ölümüne kadar Büyük Britanya Kralı -çn) kitlesel bir yaygınlık kazanmaya başlamışlardı.

Egemen sınıfların bu toplu eylem ve ayaklanmalara tek yanıtı, sansasyonel idamlar, baskıcı yasalarla isyancıların acımasızca kovuşturulması ve özellikle, (durmadan Londra'ya göçmekte olan kırın -çn) yoksul sınıflarını, (henüz boy veren modern -çn) sanayinin itaatkâr işçilerine dönüştürmeyi amaçlayan yoğun bir askeri baskı oldu. Bu baskı ve şiddet yöntemleri, 1980'lerde İngiltere'de atlı polislerin, grevdeki maden işçilerine coplarla vahşice saldırdığı "Orgreave Hesaplaşması"nda görüleceği üzere, neredeyse günümüze kadar hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmadı (1979'da İngiltere başbakanı olan Margareth Theacher'ın, pek çok başka sektörde olduğu gibi, devlet mülkiyetinde olan kömür madenlerini kapatma ve özelleştirme politikalarına karşı başlayan uzun süreli maden ve demiryolu işçilerinin eylemleri kastediliyor -çn).

(Yukarıdan bakıldığında -çn), 1768'de ilk defa Londra'nın limanlarında başlayan işçi strike ve grevleri, pek çok açıdan, günümüzün iş ve işçi mücadeleleriyle benzerlikler gösterir. Yine de o zamanki grevleri ilk ve öncü yapan yönler de gözden kaçırılmamalıdır. Bunlara, özellikle gemi ve kömür hamallarının bu mücadelelerde oynadığı oldukça önemli rol ve belirleyici özgün katkıları da dahildir. Yoksulluğa sürüklenmiş İrlanda adasından göç etmiş bu hamal işçiler, (o güne kadar İngiltere anakarasında bilinmeyen -çn) kolektif mücadele ve örgüt biçimlerini, yine İrlandalı "Whiteboys"lardan ilham alarak, tüm İngiltere'nin hayat damarlarına akıttılar. İşte, tam da bu direniş ve örgütlenme biçimleri, daha büyük işçi kitleleriyle sentezleştiği anda, Saray'da köklü varoluşsal korkulara yol açacaktı.

Artık (bazı Avrupa devletlerinin -çn) dünya çapına yayılan ticari çıkarları, 19. yüzyılın ilk yarısında kıta Avrupası çapında yaşanan Jakoben toplumsal mücadeleler ve o sıralar halâ İngiliz kolonisi olan "Yeni Dünya" Amerika'da yükselen bağımsız cumhuriyetçi hareket, kömür hamalları ve liman işçilerinin mücadelelerini, zamanın tüm egemen sınıfları açısından daha da tehdit edici hale getirmişti. Tüm bu tarihsel gerçeklerin gözlerini kararttığı İngiltere'deki aristokratik saltanat, ülkede yeni yeni boy veren her türlü fikir ve akımları zorla bastırmaya ve sürekli hareket halinde kaldıkça her geçen gün daha çok büyüyen mücadelelerinde krala itaatkârlığını kaybeden işçileri, sadece şiddetle tekrar aristokrasinin disiplini altına almaya karar vermişti.

Zira, Londra liman işçilerinin yaptığı ilk grevin başarısı, yeni devrimci sınıf işçilere, özellikle de vasıfsız işçilere, ülke çapında örgütlenme ve kolektif eylem yapma konusunda bambaşka bir özgüven kazandırmıştı. Bu anlamda, yıllar sonra 1889'da yapılan bir diğer grevin (söz konusu yıl, Almanya'nın Hamburg limanında gerçekleşen uzun süreli büyük grev kastediliyor -çn), işçi hareketi açısından oynadığı belirleyici rolü, bizatihi belirtmek gerekir. Bu grevde de 1768'deki kömür hamalları ve gemi işçilerinin gerçekleştirdiği ilk grevin öncü örneği, çok önemli bir rol oynamıştı. Günümüzde "grev" kelimesi, henüz sendikaların mücadele haykırışı olmadan ve E. P. Thompson'ın söylediği üzere (Edward Palmer Thompson, 1924-1993, İngiliz Marksist tarihçi. Christopher Hill ve Eric Hobsbawm'la birlikte aşağıdan tarihin öncülerinden -çn), sınıf dayanışması, işçilerin karakteristik bir özelliğine dönüşmeden çok önce, 18. yüzyılın işte o ilk grevci işçileri, bugünkü işçilerin de mücadelelerine unutulmaz izlerini böyle bırakmış oldular.

15 Mayıs 2025 Perşembe

İşçi sınıfı ve küçük burjuvaziyi nasıl değerlendirmeli?

Mahmut Boyuneğmez

Kapitalist üretim ilişkileri, üretim sürecinde iki temel sınıf olan kapitalistler ve proleterler arasındaki sınıfsal ilişkilerdir. Bu ilişkiler, kapitalist üretim biçiminde simetrik olarak içseldir. Proletarya ve kapitalist sınıf, birbirini karşılıklı olarak üretir. Aynı zamanda bu ilişkiler, uzlaşmaz zıt kutuplar olan iki temel sınıf arasındaki karşıtların mücadelesini barındırır. Şu şekilde de yazılabilir: Üretim süreçlerindeki proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki ilişki, kapitalist üretim ilişkilerinin başka bir anlatımıdır ve karşıtların birliği ile mücadelesini içerir.

Üretim ilişkileri, sömürü ilişkileridir. Kapitalist üretim/sömürü ilişkileri, üretim sürecinde iki temel sınıf arasındaki salt ekonomik bir ilişki değil, üretimin maddi koşulu olan üretim araçlarının özel mülkiyeti nedeniyle proletarya ile kapitalist sınıf arasında bir iktidar/egemenlik ilişkisidir de. Üretim ilişkileri içerisindeki temel iki sınıf, birbirleri hakkında, ilişkileri hakkında, diğer toplumsal fenomenler hakkında, ideolojilerini oluşturan düşünceleri, inançları, duyguları, değerleriyle birlikte üretim sürecine katılır. Üretim/ekonomi, her zaman ekonomik ilişkilerden fazlasını içerir. Kapitalist üretimdeki iki temel sınıf arasındaki ilişkilerin yeniden üretimi, yani sürekliliği/kalıcılığı, bir sınıflar arası toplumsal ilişki ve örgütlenme olan devlet, hukuksal düzenlemeler ve egemen ideoloji tarafından sağlanır. Sömürü, bir defalık olan bir olay değil, ancak yeniden üretildiğinde var olan sınıflar arası bir ilişkidir. Üretim/sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi için siyasal, ideolojik, hukuksal ve devletsel formlara, mekanizmalara, düzenlemelere gereksinim vardır. Dolayısıyla kapitalist üretim biçiminin hâkim olduğu bir toplumda, toplumsal ilişkilerin diğer biçimlerinden izole olarak var olan ve işleyen salt ekonomik pratiklerden oluşan bir iktisadi düzeyin varlığından bahsedilemez. Üretim/ekonomi, her zaman diğer toplumsal pratiklerle ve ilişkilerle, devlet gibi toplumsal örgütlenmelerle, ideolojilerle senkronik olarak birlikte var olan bir toplumsal bütünlüğün içerisindedir.

Üretim ilişkileri, proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki ilişkilerin aslen iktisadi boyutunu oluşturur. Bu iki temel sınıf arasındaki ilişkilerin siyasal, ideolojik, hukuksal, devletsel, kültürel boyutları varlığını, üretim/sömürü ilişkilerine borçludur. Bu sınıfların, aralarındaki mücadelelerle siyasal ve ideolojik boyutlarda ilişkilenmeleri, üretim ilişkilerinin yeniden üretimi ya da değişimi/dönüşümüne yol açar. Proletarya ile kapitalist sınıf, bu sınıfların politik temsilcisi ve ideologlarının arasında ve üstelik bir toplumsal örgütlenme olan devlet içerisinde ilişkiler/mücadeleler vardır.

Kapitalist üretim ilişkilerinin özü bu üretim tarzı varlığını devam ettirdiği müddetçe aynı kalsa da, bu ilişkiler farklı sermaye birikim süreçlerinde farklı ve yeni formlara bürünür. Yeni üretici güçlerin, farklı sermaye ve emek tiplerinin oluşumuyla, bunlar arasındaki üretim ilişkilerinin çeşitliliği de artar.

Kapitalist toplumda proletarya ile kapitalist sınıf, sınıflar arası ilişkiler/mücadeleler içerisinde her gün yeniden ve yeniden oluşurlar.

“Sınıf bilinci”nin, erişilmesi gereken bir “durum” olarak algılanması sorunludur. Marx’ın, “kendinde sınıf”, “kendisi için sınıf” ayrımı geçerliliğini korumaktadır. Ancak kanımızca, iktisadi sınıf konumlarıyla, ideolojik/siyasal bilinç oluşumu arasında bir boşluk, eşzamansızlık bulunmamaktadır. İdeolojik, kültürel, siyasal süreçler, iktisadi süreçlerle aynı anda ve iç içe yaşanır, etkileşirler. Proletarya ile kapitalist sınıfın oluşumu, aralarındaki sınıfsal ilişkilerin gelişiminin ürünüdür. Bu temel sınıfların aralarındaki mücadeleyle gelişen ve başından itibaren gelişim sürecinde olan sınıf bilinçleri vardır. Sınıfların bilinci aralarındaki ilişkilerle/mücadelelerle birlikte gelişim halindedir ve bu ilişkilerin yeniden üretiminde ya da değişiminde işlevlidir. Örneğin Luddizm, sendikalizm, proletaryanın sınıf bilincindeki gelişimin uğrakları olmuştur. Komünist ideolojinin sınıfın geniş kesimleri tarafından benimsenmesiyse, proleter sınıf bilincinin daha gelişmiş bir başka uğrağıdır. “Olağan” dönemlerde, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde, proletaryanın “dünyaya” bakışında egemen olan ideolojilerin çeşitli değer ve düşüncelerinden oluşan bir sınıf bilinci önemlidir. Buna başka bir adlandırmayla proletarya üzerindeki ideolojik hegemonya denir.

Kapitalist sınıfın siyasal temsilcileri, ideologları nasıl ki varsa, proletaryanın da tarih sahnesinde belirmesinden bu yana ideologları ve politik temsilcileri olmuştur. Kapitalist sınıf, proletarya üzerinde ideolojik-kültürel hegemonya oluşturduğundan, işçi sınıfının aydınları buna karşı, siyasal mücadelenin şemsiyesi altında bir ideolojik ve kültürel mücadele vermelidir. Bunun için de, yeni mekânlar ve araçlar oluşturmak gerekir. Emekçiler üzerindeki ideolojik-kültürel hegemonyanın kırılmasında, emekçilerin komünizan/realist ideolojik motifler üretmesinde ve bunların sonucu olarak siyasal örgütlenmeye katılmasında, “ortak deneyimler” önemli rol oynar.

“Kendinde sınıf” ile “kendisi için sınıf” … İlki başlangıç ve ikincisi sondaki “uğraklar” olarak görülürse, işçi sınıfının bilincinde, dolayısıyla karşıtı kapitalist sınıfla olan ilişkilerinde, müzikten benzetme yaparsak bir tür “çıkıcı gam” bulunur ya da resim alanından daha iyi bir benzetmeyle bir bilinçlilik “skalası” vardır. Sınıf bilinci, kendinde sınıf ile kendisi için sınıf arasında “gradyan”lıdır ya da bir “tayf” sergiler. Bu skalanın başında örgütlenmesi zayıf, mücadelesi ilkel, bilinci geri olan bir sınıf çoğunluğu varken, sonrasında Luddist hareketten, sendikal mücadelelere, oradan sınıf partisinin saflarında örgütlü mücadeleye, devrim öncesi konseyler/Sovyetler türü örgütlenmelere, devrim sonrası bir toplumsal kesim olarak sosyalist bilinçlilikle devlet yönetimine katılmaya ve komünist toplumun organizasyonlarına varıncaya kadar geçilen birçok tonlama yer alır. Elbette sınıf bilincinde, bir ülke içerisindeki somut mücadele örneklerinde ve benzer koşullarda yer alan ülkeler içerisindeki bir ülkede, eşitsiz gelişmeyle sıçramaların yaşanabildiğini unutmamak gerekir.

İşçi sınıfı günümüzde devrimci ve ilerici tek sınıftır. Kapitalist sınıf, bütün bileşenleriyle gericidir. İlericilik/gericilik, devrimcilik/karşı-devrimcilik tarihseldir ve sınıflara özgüdür. Bu iki sınıf arasında yer alan ara katmanlar olan köylüler ile küçük-burjuvazi, bir sınıf oluşturmaz, bunların çeşitli alt unsurları, işçi sınıfının devrimci hareketlenmesine yedeklenebildikleri gibi, bunun karşısında sermaye sınıfının safında da konumlanabilirler. İşçi sınıfının devrimciliği, bir kapasitedir. Kapitalist toplumda içerisinde yer aldığı üretim ilişkilerinin devrilmesi, bu sınıfın çıkarınadır. Bu nesnel konumlanış, onu devrimci yapar. Fakat kapitalist devletin tipi, sınıfın örgütlülük düzeyi, düzene bağlanmayı sağlayan hegemonya yapılarının durumu, bilinçliliği bulanıklaştıran/saptıran faktörler, işçi sınıfının devrimci kapasitesinin oluşumunu engelleyici özellikte olabilmektedir.

Tek tek işçiler dikkate alındığında, politik görüşleri açısından işçilerin sağcı ya da solcu olduklarından bahsedilir. İşçilerin, aralarında nüanslar da bulunan birçok sağ ya da sol görüşe sahip olduğu açıktır. İşçinin sağcısı ya da solcusu olur. Bu durum, bir sınıf olarak işçilerin devrimci kapasiteye sahip olmalarıyla mantıksal olsun, gerçeklik düzleminde olsun çelişmez. Aralarında bulunup, onlara sosyalist politikaları ve ideolojiyi ulaştırarak örgütleyecek parti, özellikle işçilerin bilinçlerinde kaymaların ya da kırılmaların olduğu zaman kesitlerinde, uygun organizasyonlarla ve uygun tarzla yaklaşarak, işçilerin sosyalist harekete kazanılması için çalışır.

“Karşıtlık” ile “çelişki” arasında fark olduğu ise bilinmelidir. İşçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında uzlaşmaz karşıtlık ilişkisinden bahsedilmelidir. Bu iki temel sınıf arasında her zaman ve her durumda çelişkinin olduğu söylenemez. Devrimci durum, grev, kitle grevi, boykot gibi özel uğraklarda, bu iki sınıf arasındaki karşıtlık ilişkisi çelişkiye evrilir. Çelişkiden bahsedilebilmesi için, karşıt süreçler, eğilimler, sınıflar vd. arasındaki karşıtlık ilişkisinde, aralarındaki dinamik dengeyi bozacak bir “kriz” sürecine girilmiş olunması gerekir. Çelişkiler bu kriz sürecinde ya çözülerek ortadan kalkar ya da eski dinamik dengedeki karşıtlık durumuna dönülerek giderilir.

Peki “küçük burjuvazi” ya da “orta sınıf” kimlerden oluşur?.. Küçük toprak sahibi köylüler, tarım işçisi çalıştırıyorsa, “küçük kapitalist”tir. Geçimini kendi emekleriyle ürettikleri basit meta üretimiyle sağlıyorlarsa, bir ara katmandırlar, bir sınıf oluşturmazlar. Kentlerdeki küçük zanaatkârlar da aynı şekilde işçi çalıştırmıyorsa, bir ara katmanı oluşturur. Küçük dükkân sahipleri, işçi de çalıştırsa, salt kendileri de çalışsa, çalıştırdığı işçilerin artık zamanına el koyduğundan ya da başka yerde üretilmiş artık değerin gerçekleşmesini sağladığından ve bundan pay aldığından, küçük kapitalistlerdir. Avukat, hekim, mühendis, müşavir, serbest gazeteci vb. meslek sahipleri, örneğin bir sekreter çalıştırıp onun artık emek zamanına el koyuyor da olsa, tek başına kendi emek gücünü harcıyor ve bir artık emek zamanı üretiyor da olsa, ara katmanlara aittirler. Burada serbest meslek sahibi ile sekreteri arasındaki ilişkide bir sömürü söz konusuysa da, bu sömürü üzerinden sermaye birikimi amaçlanmaz. Yani, üretilen metanın ya da hizmetin değerinin küçük bir miktarı sekreterin emeğinden oluştuğundan ve amaç sekreterin artık emek zamanına el koyma yoluyla sermaye artırmak olmadığından, aralarında kapitalist-proleter ilişkisi bulunmaz.

Üretim araçlarının sahibi olup, emek-gücünü kendi tasarrufunda kullanan avukatlar, hekimler vb. meslek sahipleri; terzi, kunduracı, berber gibi bazı “esnaflar”, ağırlıkla proleterleşme eğilimine sahip olan, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki ara katmanlara dâhildir. Ara katman mesleklerine sahip kişilerin, giderek daha büyük bir kesimi ücretli emekçi/işçi olarak çalışmakta, daha az sayıdaki bir kesimi ise patron olarak ayrışmaktadır. Ancak, sömürü amaçlı (az ya da çok sayıda) işçi çalıştıran imalatçı “esnaflar”, ırgat/mevsimlik işçi çalıştıran toprak sahibi köylüler, sanayide üretilen artık-değerden ufak da olsa bir pay alan mağaza ve dükkân sahipleri yani küçük tüccarlar, beyaz eşya, elektronik eşya ve cep telefonu bayileri, kelimenin tam anlamıyla küçük-kapitalisttirler. Başka örnekler verelim…  Avukatlık bürosunda ücret alarak çalışan bir avukat, özel hastanede ya da devlette ücretli çalışan bir hekim, berber “ustasının”/patronun dükkânında çalışan zanaat sahibi, birer işçidir. Bu işyerlerinin patronu mesleğini, meslektaşı işçilerle birlikte icra ediyor olsa bile, sömürgen bir küçük kapitalisttir. Kendi bürosunda çalışan bir avukat, başka avukatları çalıştıran patron konumunda değilse, bir ara katman üyesidir. Eczane zincirinde ücretli olarak çalışan değil de, kendi dükkânının sahibi eczacılar, işçi çalıştırmasalar bile,  ilaç sektöründe üretilen artık-değerin bir bölümüne el koyduklarından küçük-kapitalisttir.

Bütün köylüleri, bütün zanaatkârları ve bağımsız/kendi hesabına çalışan profesyonelleri (hekim, avukat, veteriner, eczacı, muhasebeci, danışman, mimar, mühendis, mali müşavir, grafikçi, bilgisayarcı, destinatör vb.), “küçük burjuvazi” kapsamında değerlendirmek yanlıştır. Köylü aileler arasında, kendi geçimini sağlayan küçük toprak sahibi olanlar ile küçük-kapitalist köylüler ayırt edilebilir. Günümüzde zanaatkârların bir bölümü ara katmanlar arasındayken, bir bölümü küçük-kapitalisttir. Ara katmanlara dâhil olan profesyoneller ağırlıkla işçileşmekte, az bir orandaysa küçük-kapitalistler olmaktadır. Bağımsız profesyoneller, adına “orta sınıf” denilen bir sınıfın bileşenini oluşturmazlar, olsa olsa proletarya ile kapitalist sınıflar arasındaki bir ara tabaka olarak değerlendirilebilirler.

Düşünsel düzlemde, eklektik bir biçimde birbirinden farklı (heterojen) ara katmanları bir araya getirip, bir “orta sınıf” oluşturmak yanlıştır. Başka bir deyişle küçük burjuvazi, “üretim araçlarının sahibi” olmakla, “kendi emeğini sömürmekle”, “ne kapitalist ne de proleter olmakla”, “hibrit” olmakla tanımlanacak bir “sınıf” değildir. Toplumsal gerçeklikte bu insanları sınıf yapan bir ölçüt bulunmamaktadır. Eş deyişle küçük burjuvazi adlandırmasıyla anlatılan toplumsal kesimleri bir sınıf olarak görmemizi sağlayan reel bir ölçüt yoktur. Bu yüzden bu toplumsal kesimlere ara katmanlar denmesi uygundur. “Küçük burjuvazi” kavramı, bu ara katmanlar hakkında teorik ve pratik olarak işe yarar bir anlayışa yol açmamaktadır. 

Bitirirken Türkiye’deki sınıf kompozisyonuna değinelim. 2023 Haziran ayında (yanlış bir adlandırmayla “işgücüne dâhil olanlar” anlamında) “aktif” nüfusun sınıfsal dağılımında patronlar %4,2, işçi sınıfı %73,8 oranına sahiptir. Ara katmanlar ise Türkiye “aktif” nüfusunun 1/5’ini oluşturmaktadır.

Demek ki Türkiye'de artık köylülüğün nüfus içerisindeki oranı iyiden iyiye azalmış olup, ara katmanlara dâhil olan küçük ve sömürgen olmayan esnafın oransal büyüklüğü de fazla değildir. Tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki mücadelenin seyri, toplumumuzun geleceğini şekillendirmede nihai koşullayıcıdır.

23 Aralık 2024 Pazartesi

Devrimci kapasite: İşçi sınıfı neden devrimcidir?

Mahmut Boyuneğmez

“Kendinde sınıf” ile “kendisi için sınıf”… İlki başlangıç ve ikincisi sondaki “durumlar” olarak görülürse, işçi sınıfının bilincinde, dolayısıyla karşıtı kapitalist sınıfla olan ilişkilerinde, müzikten benzetme yaparsak bir tür “çıkıcı gam” bulunur ya da resim alanından daha iyi bir benzetmeyle bir bilinçlilik “skalası” vardır. Sınıf bilinci, kendinde sınıf ile kendisi için sınıf arasında “gradyan”lıdır ya da bir “tayf” sergiler. Bu skalanın başında örgütlenmesi zayıf, mücadelesi ilkel, bilinci geri olan bir sınıf çoğunluğu varken, sonrasında Luddist hareketten, sendikal mücadelelere, oradan sınıf partisinin saflarında örgütlü mücadeleye, devrim öncesi konseyler/Sovyetler türü örgütlenmelere, devrim sonrası sosyalist bilinçlilikle devlet yönetimine katılmaya ve komünist toplumun organizasyonlarına varıncaya kadar geçilen birçok tonlama yer alır. Elbette sınıf bilincinde, bir ülke içerisindeki somut mücadele örneklerinde ve benzer koşullarda yer alan ülkeler içerisindeki bir ülkede, eşitsiz gelişmeyle bilinçlilikte sıçramaların yaşanabildiğini unutmamak gerekir.

İşçi sınıfı günümüzde devrimci ve ilerici tek sınıftır. Kapitalist sınıf, bütün bileşenleriyle gericidir. İlericilik/gericilik, devrimcilik/karşı-devrimcilik tarihseldir ve sınıflara özgüdür. Bu iki sınıf arasında yer alan ara katmanlar olan köylüler ile küçük-burjuvazi, bir sınıf oluşturmaz, bunların çeşitli alt unsurları, işçi sınıfının devrimci hareketlenmesine yedeklenebildikleri gibi, bunun karşısında sermaye sınıfının safında da konumlanabilirler. İşçi sınıfının devrimciliği, bir kapasitedir. Kapitalist toplumda içerisinde yer aldığı üretim ilişkilerinin devrilmesi, bu sınıfın çıkarınadır. Bu nesnel konumlanış, onu devrimci yapar. Fakat kapitalist devletin tipi, örgütlülük düzeyi, düzene bağlanmayı sağlayan hegemonik yapıların durumu, bilinçliliği bulanıklaştıran/saptıran faktörler, işçi sınıfının devrimci kapasitesinin oluşumunu engelleyici özellikte olabilmektedir.

Tek tek işçiler dikkate alındığındaysa, politik görüşleri açısından işçilerin sağcı ya da solcu olduklarından bahsedilir. İşçilerin aralarında nüanslar da bulunan birçok sağ ya da sol görüşe sahip olduğu açıktır. İşçinin sağcısı ya da solcusu olur. Bu durum, bir sınıf olarak işçilerin devrimci kapasiteye sahip olmalarıyla çelişmez. İşçilerin arasında bulunup, onlara sosyalist ideolojiyi ulaştırarak örgütleyecek parti, işçilerin sosyalist sol harekete kazanılması için çalışır.

Bunlara ek olarak, “karşıtlık” ile “çelişki” arasında fark bulunduğu bilinmelidir. İşçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasında uzlaşmaz karşıtlık ilişkisinden bahsedilmelidir. Bu iki temel sınıf arasında her zaman ve her durumda çelişkinin olduğu söylenemez. Devrimci durum, grev, kitle grevi, boykot gibi özel uğraklarda, bu iki sınıf arasındaki karşıtlık ilişkisi, çelişkiye dönüşür. Çelişkiden bahsedilebilmesi için, karşıt süreçler, eğilimler, sınıflar vd. arasındaki karşıtlık ilişkisinde, aralarındaki dinamik dengeyi bozacak bir “kriz” sürecine girilmiş olunması gerekir. Çelişkiler bu kriz sürecinde ya çözülerek ortadan kalkar ya da eski dinamik dengedeki karşıtlık durumuna dönülerek giderilir.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]