19 Kasım 2022 Cumartesi

DÜNYA KUPASI 2022: FUTBOL BİR KATLİAMDIR

Fuat Filizler

Dünya çapında despotik neoliberalizmin öncüllerinden Thatchearizmin işçi sınıfına açtığı savaşın önemli bileşenlerinden biriydi: “Holiganizm ile savaş” adı altında işçi sınıfının stadyumlardan, işçi sınıfı kültürünün de futbol ve taraftar kültüründen tümüyle dışlanması. Neomuhafazakar işçi düşmanlığının bu operasyonunda Liverpool’un muhalif liman işçisi taraftarları “holiganlar” diye hedefe çakıldı, delil karartmadan dezenformasyona, kara listeler oluşturmaya kadar binlerce işçi statlardan zorla sürüldü. Maçların ucuz halk tribününden ayakta izlenmesi, mahallelerde toplanılıp birlikte gidilmesi, sabahın köründe binlerce kişilik bilet kuyrukları, maçlardan sonra “zafer yürüyüşleri” ve sonra gruplar halinde birahanelere dağılıp sohbetleri koyultma bu kültürün bir parçasıydı. Statlar ve taraftarlar kent merkezlerinden sürüldü. Ayakta maç izlemenin yasak olduğu AVM-Arena-Otopark tarzı Stadyumlar artık daha ziyade orta ve üst sınıflar için tek tek arabayla gidilip VİP koltuklarda iş sözleşmeleri ve lüks tüketimin yapıldığı, maç sırasında maçtan çok elektronik reklam tabelalarının ve pazarlamacılığın insanın göz hareketlerini bile kontrol ettiği, sayısız kamera, polis ve özel güvenlik tarafından denetlenen, haftanın her günü alışveriş, eğlence ve rant merkezlerine dönüştürüldü. Bugün bu süreç Türkiye’de de AVM-Otopark-Stadyumlar ve paso-lig gibi yüksek rant ve polis kontrolü mekanizmalarıyla uygulanıyor.

2009’da bu kez İtalya’da Silvio Berlusconi, “Tessara del Tifosi” adında taraftar güvenlik kartı benzeri bir projeyi başlattı. Deplasmana gidecek taraftar bu kartı almak zorundaydı, kart da taraftarın oturduğu semtin polisi tarafından yapılacak güvenlik araştırması ve fişlemesiyle verilecekti. Ezeli rakip Juventus ve Torino taraftarları, Napoli taraftarlarının da katılımıyla aylarca sokaklara döküldü, birlikte gösteriler yaptı, maçları boykot etti.

2012’de Mısır’da Al Masri ve Al Ahli takımları arasındaki süper lig maçında, bizzat polisin provoke etmesi ve muhalif taraftar gruplarına saldırmasıyla çıkan çatışmalarda 79 kişi öldü. Devlet, katliamı muhalif taraftar grubuna yıkıp 21 kişiyi idama mahkum etti. Al Masri taraftarları idama mahkum edilen taraftarların konulduğu Port-Said hapishanesini kuşattı ve polisle çıkan çatışmalarda 21 taraftar daha katledildi. Üst mahkemece tekrar yargılanan 21 kişi bu kez ömür boyu cezaya mahkum edilince, her iki takım taraftarları Tahrir’e yürüdü ve taraftarlara verilen cezaları ve katliamın sorumlusu polislerin yargılanmamasını haftalarca eylemlerle protesto etti. Al-Masri ve Al-Mahli taraftarlarının hapishane basma ve Tahrir eylemleri, Mısır’da ikinci Tahrir meydan isyanının öncülleri arasındadır.

Güney Afrika’daki dünya futbol kupası organizasyonunda ise, taşeron stad işçileri fiili grevler yaptılar, polis saldırısına karşı direndiler.

Gezi’de Çarşı’nın Dolmabahçe ve İnönü’nün rant, AVM ve devlet temsilciliği merkezi haline getirilmesine, Fenerbahçeli muhalif taraftarların ise Şükrü Saraçoğlu’nun modernizasyon adı altında benzer dönüşümüne karşı direnişlerinin payı vardı. Abbasağa ve Yoğurtçu parkları forumları, muhalif futbol taraftarlarının Gezi boyunca oynadığı rol, POMA, endüstriyel futbol karşıtlığını, “İstanbul United”ın birlikte yaptığı Ali İsmail Korkmaz eylemleri ve sloganları, aylar boyunca tüm statlarda yapılan 34. dakika “Her yer Taksim her yer direniş” eylemleri, pasolig’e karşı yapılan boykot ve mücadeleler...

Çarşı’nın eski İnönü’deki her maç öncesi Beşiktaş Kartal heykelinde binlerce kişi toplanıp ironik pankart, slogan ve mizansenlerini birlikte hazırlayışları, bazen Beşiktaş yönetimi ve hükumete karşı sloganlarla hep birlikte Dolmabahçeye trafiği keserek yürüyüşleri, sayısız kez polisle çatışarak Stada girebilişlerini, takım kazansa bile bir seyir zevki sunmadıkları zaman yuhlayışları, yani futbolda metalaştırılmış müşteri çarkının edilgen parçası olmayı reddetme çabalarını, farklı bir sosyalleşme ve inisiyatif olarak kendilerini var etme, futbolu kapitalist oligarklar ve devlet için değil, kendileri için bir festival haline getirme çabalarını, ve tüm bunların nasıl bastırıldığını ve cezalandırıldığı...

Brezilya’daki 2013 kitlesel isyan ve direniş hareketinin önemli bir dinamiğini Brezilya’da yapılacak “dünya futbol kupası” karşı protesto ve eylemler oluşturdu. Ülkede açlık kol gezer, tüm sosyal harcamalar budanırken, aşırı sermaye birikiminin dev beton statlara gömülmesine, ülkenin büyük bir şantiyeye dönüştürülmesine, emek (dünya kupası şantiyelerinde 6 işçi öldü) ve doğa katliamı ve yerinden etmelere, yeni stadyumlara, hava alanlarına, otoyollara, lüks oteller ve uluslararası medya merkezlerine tepki büyüktü. Eylemlerin temel taleplerinden biri “bir ay kullanılıp sonra boş yatacak futbol şantiyelerine değil eğitim, sağlık, ulaşım ve işsizlere bütçe”ydi. Stadyum, hava alanı ve otoyol inşaatları için 100 bin kişi mahalle ve evlerinden, 20 yerli kabile topraklarından atıldı, kupa organizasyon mekanları hemen birkaç sokak gerisinde başlayan favelalardan demir bariyerlerle ayrıldı.

Avrupa’da da 2011 krizinden itibaren sert ve sonsuz kemer sıkma paketleriyle işçilerden gasp edilenlerin EURO 2016 futbol kupası gibi mali sermaye organizasyonlarına akıtılması, tartışma ve eylemlere konu olmuştu. AB-Fransa emperyalist burjuvazisinin EURO 2016 “festivalini” (Liberal sol, “futbol bir festivaldir” diye bu organizasyonların reklamını yapmayı üstlenmişti) işçi sınıfının gerçek festivali olan direniş, işgal ve blokajlardan korumak için polis, asker 50 bin kişilik bir orduyu seferber etmiş, stadların çevresinde birkaç kilometrelik güvenlik sahası oluşturmuş, hava yolu işçilerinin süresiz grevi futbol taraftarlarına provokatif biçimde hedef gösterilmiş, grev sert devlet baskılarıyla kırılmıştı. Takımlarının maçlarını seyretmek için Fransa’ya gelen, ancak otelde kalacak parası olmadığı için garlarda, parklarda yatan taraftarların Fransız polisi tarafından aynı mülteciler gibi buralardan ite kaka sürüklenerek dışarı atılmıştı.

İki yılda bir Avrupa’nın bir kentinde, EURO 2016’nın hemen öncesinde ise Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenen muhalif futbol taraftarlarının, alternatif futbolun gerçek festivali, anti-ırkçı, anti-cinsiyetçi, anti-kapitalist taraftar futbolu şenliği Antira 2016’da (Anti-ırkçı 2016) ise tabii ki uluslararası kapitalist medya yoktu. Antira’da Avrupa ülkelerinin yanı sıra Rusya, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan bizzat muhalif, anti-ırkçı, anti-faşist, anti-cinsiyetçi, anti-endüstriyel futbol taraftarlarının, kadını, erkeği, lgbt'si, mültecisi, göçmeni, siyahı, beyazı, Hristiyan, Müslümanıyla kurdukları amatör futbol takımları oynuyor, kimin kazanıp kaybettiği hiçbir önem taşımıyordu. Tüm maçlar oyun, eğlence, müzik, dans ve anti-ırkçı, anti-kapitalist taraftar gösterileri ve forumlarıyla birleştiriliyordu.

Dünya Futbol Kupası 2018, Rusya’da yapıldı. Rusya’nın 11 ayrı kentinde inşa edilen stadyum ve diğer tesis ve altyapıların yapımında, çoğunluğu Orta Asya ülkeleri, Kuzey Kore, Belarus ve Ukrayna’dan gelmiş taşeron inşaat işçilerinden 21’i yaşamını yitirdi. Kışın eksi 25 dereceye kadar düşen aşırı soğuk hava koşullarında aşırı uzun saatler çalışmaya zorlanan taşeron inşaat işçilerinden yüzlercesi de yaralandı, ağır hastalıklara yakalandı, sakat kaldı. Ücretleri ödenmeyen, geç veya eksik ödenen göçmen işçilerin bir dizi grevi ve grev girişimi ağır baskılar ve sınır dışı edilmelerle bastırılmaya çalışıldı.

30 Kasım 2022’de Endonezya’da tarihin en büyük futbol katliamlarından biri yaşandı. 42 bin kişilik futbol stadyumundaki iki “ezeli rakip” takımın maçında ev sahibi takımın maçı kaybetmesi üzerine yüzlerce taraftar sahaya girdi. Polis taraftarlara gaz fişekleri, plastik mermiler ve coplarla saldırdı. Çıkan çatışmalar, panik ve izdihamda biri 3 yaşında, onlarca çocuk yaşta 174 kişi yaşamını yitirdi. Katliamın başlıca nedeni polisin stat içinde ve tribünlere gaz bombası atması, taraftarlara saldırması, binlerce taraftarın dar çıkış tünellerine yığılarak birbirini ezmesiydi. Futbol taraftarları katil polis ve diğer devlet ve spor bakanlığı yetkililerinin yargılanması istemiyle, 1 hafta sonra, başkent Jakarta’da tüm kent ve takımlardan 100 bin kişiye yakın futbol taraftarının katılımıyla dev bir gösteri yürüyüşü gerçekleştirdi.

Katar katar kara para ve işçi katliamı kupası 2010-2022

2022 FIFA Dünya Futbol Kupasının (2010 yılında) Katar’a verilmesi ise, herhalde futbolun kapitalist mali oligarşi tarafından içine çekildiği kara para endüstrisi skandalları ve kan şelalesi uçurumunun dip noktasıdır. Doğru dürüst bir futbol geleneği, kültürü, seyircisi ve altyapısı olmayan, aslında bir “milli futbol takımı” bile olmayan (Brezilya vb.'den büyük paralarla satın aldığı yaşı geçmiş ünlü oyuncuları kendi vatandaşlığına geçirip milli takımında oynatan), iklimi de bu çapta bir futbol turnuvasına uygun olmayan Katar FIFA dünya kupasını nasıl satın almıştı? Daha önemlisi, dünya kupası için sayısız stadyum, binlerce kilometrelik metro, tren ve otoyol hatlarını “Kalifa sistemi” adı altında zorunlu çalıştırmaya dayalı kölelik sistemine tabi tuttuğu ve binlercesinin bu sistem altında öleceğinin ve 50 dereceyi bulan sıcaklıklarda çalışmaya zorlanacağının öngörülmesi zor olmayan göçmen işçilere yaptıracağı bilinen Katar nasıl satın alabilmişti?

Tabii ki toplamı milyarlarca doları bulan rüşvet, kara para, çeşitli Avrupa ülke şirket ve borsalarıyla çeşitli hisse, finansal yatırım ve spekülasyon anlaşmalarıyla. Bu gerçekçi bir tahmin olmanın ötesinde, 2014’ten itibaren çeşitli uluslararası basın organlarında bile alenen deşifre edilen gerçeğin ta kendisidir. Katar FİFA’nın uluslararası alt düzey delegelerinin bir kısmına 1.5’ar milyon dolar, FİFA üst komitesi üyelerinin bir kısmına ise 5’er milyon dolar dağıtmış; o dönem UEFA başkanı olan Michel Platini’yi FIFA’da forsunu kullanması için kim bilir kaç milyon dolara satın almış, Katar devlet merkezli Al-Jaziraa üzerinden dünya kupası yayın haklarını gerçek değerinin çok üzerinde, 880 milyon dolara satın almış, aynı zamanda dünya futbolunda ağırlığı olan İngiltere, Almanya, Fransa gibi bir dizi ülkenin spor, medya, finans, altyapı, teknoloji şirketlerinde ve borsalarında hisse payını artırarak Katar için lobi yapmalarını sağlamış, dünya kupasına bir çok uluslararası kapitalist tekelin de sebepleneceği biçimde ortalama bir dünya kupasından 30 kat fazla yatırım ve harcama yapacağı (yaklaşık 200 milyar dolar) garantisi vermişti. Bunlar yine Katar’ın petro-dolarlarıyla örtbas edilmeye çalışıldıysa da, 2017’den itibaren FİFA yetkililerinin tamamına yakını yolsuzluk ve rüşvet davalarıyla ya da dolandırıcılık, şantaj ve kara para aklama soruşturmalarıyla boğuşuyor. Bu dava ve soruşturmalar nedeniyle dönemin FİFA başkanı Sepp Blatter ve FİFA-spor endüstrisi ve bahis işleriyle bağlantılı bir dizi şirket yöneticisinin FİFA faaliyetlerine katılması yasaklanmış durumda.

Küresel mali oligarşi ortağı ve bileşeni olan Katar petro-dolarlarını dünya kupası için her desteklemekle kalmadı. ILO, ITUC (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu), WHO (Dünya Sağlık Örgütü), Uluslararası İnsan Hakları Örgütü gibi paravan örgütlerini devreye sokarak Katar’ın köleci ve göçmen işçi katliamcısı sicilini aklayıp uluslararası kamuoyu ve futbol taraftarları nezdinde meşrulaştırmaya çalıştı. Bu uluslararası örgütler güya Katar’ın dünya kupası hazırlık ve inşa çalışmalarını denetleyecek, Katar petro-dolar oligarşisi ile işçi hakları, sağlığı, asgari ücretleri için pazarlık yapacak, Katar da Kalifa kölelik sistemini kaldıracak, işçilere asgari ücret temin edecek, taşeron şirketler ve göçmen işçi mafyasından paralarını alamayan işçiler için fon oluşturacak, işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alacaktı. Bu kölecilik ve işçi katliamı aklama örgütleri, yıllar boyunca Katar’ın göçmen işçi, insan hakları, demokrasi konusunda ne kadar değişip geliştiği, Kalifa sistemini kaldırdığı, işçi haklarını tanıdığı, Pandemide işçileri nasıl koruduğu vb propagandası yapıp durdular. Oysa vitrin dışında değişen bir şey yoktu. Göçmen işçiler yine 50 derece sıcaklıkta 10-12 saat çalıştırılıyor ve ölüyor, taşeron şirketler tarafından ücretleri 6-7 ay ödenmeyen göçmen işçiler grev ve eylem yaptığında tutuklanıyor ve dövülüyor, 3-4 hafta toplama kamplarında tutulduktan sonra ücretleri lütfen verilerek sınır dışı ediliyorlardı. Katar şeriata dayalı görünmesine karşın dünya kupası için ülkeye gelecek zengin futbol turistlerine içki ve fuhuş serbestisi tanıyor, ama göçmen işçilerin şantiye ve baraka kamplarından çıkmasını, taleplerini, sendikalaşmalarını ve grevlerini şeriat hükümleriyle yasaklamaya devam ediyordu. Göçmen işçiler uluslararası işçi simsarlığı şirketlerinin aldığı 7-8 bin doları bulabilmek için genellikle borçlanıyor, Katar’da taşeron şirketler aylar boyunca ücretlerini ödemediğinde yine tefecilere borçlanıyor, 2-4 kişilik bitli barakalarda ya da fahiş kiralı odalarda 6-8 kişi kalıyor, bazen dışarıda yatmak zorunda kalıyor, hatta haftalarca aç kalıp yaşayabilmek için alenen bir şeyler çalar gibi kalıp birkaç hafta hapse girerek karınlarını doyurmaya çalışıyor, yarı sağ olarak ülkelerine dönmeyi başarmış görünenlerin bir çoğu da yolluğunu doğrultmuş olmak bir yana öncekinden daha borçlu ve yoksul hale gelmiş oluyordu.

Bununla birlikte Katar’daki daha önceki göçmen inşaat işçileri ücret gasplarına karşı barakalarından çıkmayarak ve işe gitmeyerek pasif grevler yapabilirken, Katar son yıllarda ilk kez, kent merkezlerinde trafiği keserek yapılan en az 14 kitlesel göçmen işçi grev ve eylemine tanık oldu.

Ve Katar’da dünya kupası stadyum ve altyapı inşaatlarında çalıştırılan (Nepal, Hindistan, Bangladeş, Pakistan, Filipinler, Sri Lanka, Kenya, Uganda, Somali gibi) 17 ülkeden sirkülasyonla toplam sayıları 200 bini bulan göçmen işçilerden en az 6500 kişi öldürüldü. (Bu işçi cinayetleri sayısı, Guardian gazetesinin Katar’a işçi yollayan ülkelerin konsolosluk ve çeşitli kurumlarından toplayabildiği işçi cesedi istatistikleridir. Gerçek rakamın bunun epey üzerinde olabileceği, meslek hastalıklarıyla ölümü zamana yayılmış olanların ise 5 katı olabileceği bilinmektedir.) Göçmen işçilerin ölüm nedenleri arasında, aşırı sıcakta güneş altında çalıştırılma, kalp krizi, yüksekten düşme, elektrik çarpması, patlama, intihar ilk sıralarda yer alıyor.

Katar’daki bu Dünya Futbol Kupasından yükselen kan ve kemik anaforunun sorumlusu yalnızca Körfez şeri kanlı kara petro-dolar oligarşisi değil, 200 milyar dolarlık dünya kupası yatırım ve harcamalarından pay alan tüm uluslararası inşaat, finans, endüstriyel futbol, kumar, kara para şirket, kurum ve devletlerdir. Bunlar arasında çok sayıda AB, Hindistan, Çin ve Türkiye merkezli (örneğin Tekfen, STFA, Gama, TAV, Yüksel İnşaat) şirket de vardır.

Avrupa ve Latin Amerika’nın çeşitli ülkelerinde muhalif futbol taraftarları ve muhalif akımlar, yolsuzluk, kara para ve binlerce göçmen işçi kan ve kemikleriyle yapılan Katar 2022’yi ve yayınlarını boykot edeceklerini açıkladı ve milli takımlarının ve taraftarlarının da boykot etmesi için imza kampanyaları yürüttü. Ama kan emici mali sermaye gruplarının ters yöndeki baskısıyla, parlamentolar bile bu kampanyalara kulaklarını tıkadı. Yalnızca Hollanda parlamentosunda bir grup parlamenterin ülke kralı ve başbakanının Katar’a gitmemesini istemesiyle sınırlı kaldı.

Çünkü yalnızca Katar’ın petrol-doğal gaz kuyuları değil, bir bütün olarak kapitalist, mali oligarşik, mafyatik futbol endüstrisi ve organizasyonları kanlı-kara milyar dolarlar basmaktadır. UEFA Kupasının EURO Lig’e dönüştürülmesi, Avrupa kupasının 16 ülke takımdan 24 ülke takıma çıkartılması, endüstriyel futbolun serbest zaman ve mekan hakimiyetini ve sömürü ve dolandırıcılık tabanını genişleterek, yapılan maç sayısı ve karlı organizasyon süresini uzatarak, futbolda tekelci oligarşik sermaye ve hakimiyet yoğunlaşması ve merkezileşmesini bir üst düzeye çıkararak, yalnızca bunun bir ifadesi olmaktadır.

Kapitalist kara para endüstrisi olarak futbola Türkiye’den birkaç örnek

Quality Sports Investment (QSI), futbol sermayesi piyasalarında işletilen kara para fonlarından biri. Bu gibi büyük yatırım fonları futbol kara piyasasına yatırım yapmak isteyen büyük kapitalistlerden para toplayarak çeşitli ülkelerdeki yıldız futbolcuların veya gelecek vaadeden futbolcuların bonservis, transfer gibi finansal mülkiyet ve işletme haklarını ele geçirir. Çeşitli futbol kulüp/şirketlerine de ele geçirdiği futbolcu kılığındaki spekülatif sermaye havuzlarından, transfer yapabilmeleri için kredi/finansman olanağı sağlar. Futbol yatırım fonları (ki Gayrimenkul Yatırım Fonları’ndan daha mafyatik olması dışında pek bir farkı yoktur) futbolcu transfer piyasasının esas hakimidir. Hangi kulübün hangi futbolcuyu alıp satacağına kadar belirleyecek güce sahiptir. Hepsi bu gibi yatırım fonlarına gırtlağına kadar borçlu futbol kulüpleri/teknik direktörleri, yönetim kurulları bile bu fonların denetimindeki futbolcuları alıp satmaya, hatta oynatıp oynatmamaya kendileri karar veremez. Çünkü bu fonlarla (kendilerinin de paylarını aldıkları) gayrı nizami anlaşmaları, bu fonlara borçları, ve tabii ki büyük futbol yatırımcıları -fonlar – devletler- federasyonlar- kulüp ilişkileri – borsa vb ilişkileri üzerinden silahlı tetikçiler bir yana, diyelim ki taraftarın artık istemediği bir futbolcuyu elden çıkarabilmek veya bu fonların dayattığı bir transferi yapmayı reddetmek için bile, bu fonlara çok yüklü “tazminat” (haraç) ödemek zorunda kalır. 2018 futbol leaks belgeleri arasında, Yıldırım Demirören’in Almedia’yı Beşiktaş’a transfer etmesinin QSI fonları üzerinden gerçekleştiği, Fenerbahçe yönetimindeki Ali Koç’un ise QSI fonlarının yatırımcılarından ve danışma kurulu üyesi olduğu açığa çıktı. Tabii ne (8 yıl Beşiktaş başkanlığı, 7 yıl Türkiye Futbol Federasyonu başkanlığı yapan) Demirören’e ne de Demirören’e de fonculuk ve danışmanlık yapan “rasyonel” yatırımcı Koç’a bir soruşturma açıldı.

Fenerbahçe taraftarlarının “Ali Koç başkan Fener şampiyon” beklentisi söne dursun, Ali Koç çoktan gayrı nizami şarj şampiyonu olmuştu bile. Fenerbahçe başkanı olduğu ilk 2 yılda, Acun Ilıcalı aracılığıyla gerçekleştirdiği Mesut Özil enkazı transferi dahil, tam 72 futbolcu alıp satarak bir finansal ticaret ve spekülasyon rekoruna daha imza attı. Transferler için resmi olarak 67 milyon dolar gelir bildirirken bu transferlerde gerçekte “kaynağı belirsiz” yüz milyonlarca doların döndüğü ve aklandığı iddiaları, söz konusu Koç olunca haber değeri taşımıyor. Fenerbahçe’den Lazio’ya 3-4 aracı üzerinden 17.5 milyon dolara satılmış görünen Vedat Muriqi için sahte fatura kesildiği ortaya çıktı ve İtalya’da Muriqi’nin bahis şirketi ve Türkiye Arnavutluk Konsolosunun da içinde yer aldığı, Türkiye-Arnavutluk-İtalya arasındaki futbol yatırım fonları-bahis şirketleri-mafya hattının bir skandalı daha patladı.

Mali-endüstriyel kapitalist futbol

Kuşkusuz bu tür uluslararası spor organizasyonlarında, her zaman bir takım “sürpriz”ler de olur. Bazan Yunanistan şampiyon, Türkiye üçüncü olur, bazen Nijerya tur atlar, bazen İzlanda yarı final oynar, vb. Ama bu “bakın gördünüz mü en büyük para keseleri ve güçler her zaman kazanamıyor, yoksullar da kazanabiliyor” filan anlamına gelmez. Bu düşünce işçi ve kent yoksullarının hayallerini süslese de, Yunanistan’ın dünya futbol şampiyonu veya İzlanda’nın Avrupa şampiyonu olması, o ülke işçi ve kent yoksullarının gerçek çalışma, yaşam ve yönetilme koşullarında hiç bir şey değiştirmez. Kaldı ki, siz TV’de, sosyal medyada, stadyumda Nijerya veya İzlanda’daki futbol maçlarını değil, eskisinden daha fazla İspanya, İngiltere, Almanya, İtalya liglerini ve Bayern Münich, Barcelona, Milan ve Mancherster United maçlarını izlemeye, onlara verilen sponsorluk ve reklam harcamalarını ödemeye devam edersiniz. İster bireysel, ister kulüpsel veya “ulusal” olsun, bu gibi başarı öykülerinin hepsi, mali oligarkların sömürü ve hakimiyetlerini genişletme öyküsünden başka bir şey değildir.

İmalat sanayi temelinin ve yatırımlarının giderek yavaşlaması, dev çaplı aşırı sermaye birikiminin, inşaat, enerji, turizm, sağlık, eğitim, futbol gibi alanlara akmasına yol açmaktadır. Tıpkı kentsel dönüşüm, eğitim, sağlık alanlarında yol açtığı yıkıcı etkiler gibi, sporun da daha üst düzeyde mali sermayeleştirilmesi, spor, sporcu ve kitleler üzerinde yıkıcı, ezici ve çürütücü bir etkiye yol açmaktadır. Amatör spor, az sayıdaki ülkedeki kalıntıları dışında neredeyse dünya çapında yok edilmiştir. Futbol stadyumları alışveriş merkezleri ve stadyuma gidecek parası olmayanlar için de büyük ekranlı maç-kafelerin her biri birer mini-stadyum haline gelmiştir.

Endüstriyel futbol, aynı zamanda mali sermayenin zaman ve mekan hakimiyetini azamileştirmenin bir aracı olarak işlemektedir. Spor okulları giderek küçülen yaşlardan çocuklara, gerçek sporu, dayanışmayı, kendini toplumsal olarak gerçekleştirmeyi değil, hırs, rekabet, ataerkil agresifliği ve “Arda gibi olmak” için kendi yeteneklerini pazarlamayı öğretir. Bir tür meta-sermaye toplumsallaşması biçimi olarak, endüstriyel futbol, sermayeye kafaca, ruhça, zaman ve mekan olarak bağımlılığı da artırmaktadır. Haftada birkaç gün AVM’ye dönüşen futbol mabetlerine ya da her semtteki şubelerine gitmeniz, tuttuğumuz kulüp şirketi ya da futbolcu markalı metaları satın almanız, haftada en az birkaç gün, bazen her gün maçları kafe-stadyumlardan bol ıvır zıvır tüketerek izlemeniz, kar paylı yüksek “futbol otoriteleri”nin bayağı futbol dedikodularını papağan gibi tekrarlamanız gerekir.

Bugün küreselleşme süreciyle daha da derinleşen sömürüsüyle beraber “boyalı yüzü”nü de büyüten kapitalizmin, bir tarafıyla dev bir uyku tulumu futbol. Aynı zamanda da futbol, gerçekliğin dışındaki parçalanmaların meşrulaştırma kanallarından biri durumunda. Maç günleri dışında da, hafta boyunca tüketimin yapıldığı birer mekan olarak -özellikle ileri kapitalist ülkelerin başa oynayan kulüplerin statlarını -ele alırsak bu bize, kapitalizmin zaman ve mekan üzerindeki tahakkümünün bir parçası olarak futbolu görmemizi sağlayacaktır. Artık rahatça şunu söyleyebiliriz: futbol çim saha, tribünler ve oyunculardan oluşan basit bir oyun değildir ve kapitalizmin kendini yeniden ürettiği bir alandır. Yani futbolda her şey pazarlanabilir durumdadır ve özellikle de küreselleşmeyle beraber tüm ilişkilerini kapsayan bir saldırı pozisyonu daha da belirginleşmiştir. Stadyumların organize edilmesinden, taraftarın hareketlerinin denetimine kadar kapitalizmin iktidar ilişkileri, futbolseverin uykusunu gün geçtikçe daha da derinleştirmekte.” (Osman Bullugil)

Mali-endüstriyel kapitalist futbol, futboldaki son oyun ve spor kalıntılarını da yok ediyor. Sahadaki futbolu da güç, hız, performansın domine ettiği bir tekno-bürokratik bilgisayar oyununa benzetiyor. Ve gerçekten Latin Amerika, Afrika gibi çoğu sokak futbolu geleneğinden gelip futbolcu fabrikalarına dönüşen ülkelerden sürekli taze kan almasa, dijital reklam tabelalarıyla pek uyumlu dijital bir bilgisayar oyunundan fazla bir şey kalmayacak sahada.

İşte tüm bu nedenlerle, mali-endüstriyel ya da neoliberal kapitalist futbol, bir “festival” değil, işçi sınıfına ve kitlelere bir saldırı, sömürü ve tahakküm aracıdır. Fakat mali sermaye birikim ve hakimiyetinin, eğitim, sağlık, kent-mekan, doğa gibi tüm yeniden üretim ve yeni değerlendirme alanlarında olduğu gibi, bu, dev çaplı ekonomik, toplumsal, siyasal, ideo-kültürel uzanımlarıyla futbolu da, son derece belirgin biçimde, bir kutupta sermaye ve güç birikimi, merkezileşmesi ve yoğunlaşması, diğer kutupta, kendi toplumsal emek ve ihtiyaçlarını tekelci kapitalizme kölelik olarak üretenlerin safında, sefalet ve tepki birikimi olarak yaşanıyor. Geriye kalan nadir bir toplumsal soluklanma gözeneğinin de tıkanması ve çürümesi, mali oligarşik sermaye diktatörlüğü aygıtına, işçiler ve işçi-yoksul taraftarlar açısından zamanda ve mekanda büyüyen kölelik aygıtına dönüşmesi, futbolu da, son yıllardan giderek yoğunlaşan çarpıcı örneklerini verdiğimiz gibi, patlamalı bir sınıfsal-toplumsal çelişki ve mücadele alanı haline getiriyor.

Bilim, sanat, spor, oyun, eğlence, doğa gibi alanlarda keskinleşen sınıfsal-toplumsal çelişkilerin bir özgüllüğü, kitlelerin ekonomik ve siyasal olarak yıkıcı değersizleştirilme sürecine karşılık, kendini toplumsal-bireysel olarak gerçekleştirme çabasıyla bu alanlara olan ihtiyacının artması, fakat bu alanlarda da aynı değersizleştirilme, baskı ve sefalet birikimiyle karşı karşıya kalmasıdır. Kitlelerin ve bireylerin en büyük kültürel gelişme koşul ve dinamiklerinin, dahası yakıcı ihtiyacının ortaya çıkması, görülmemiş bir mali oligarşik sermaye ve meta kültürü ve tahakkümüne köleleşmesiyle, giderek daha fazla bağdaşmaz hale gelmektedir. Bu tür organizasyonların da, kitle isyan ve direnişlerine karşı yüksek güvenlik duvarları arkasında yapılabilmesi, bunun sadece bir göstergesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.