19 Mayıs 2022 Perşembe

İnsan Toplumsal Bir Canlıdır

Ercan Arslan

İnsanlar, primat türlerinden sayılan büyük kuyruksuz maymunlar ailesinden, alet üretmesiyle ayrılarak insanlaşmıştır. İnsanın önceli insansılardır. Şempanze veya ona yakın diğer maymun türleri, alet üretecek kapasitede değillerdir. Austrolopithecus Africanus ve Afarensis, diğer maymun türlerinden biraz daha dik yürüyebilmekte olup, beyin hacimleri 700 cm3 civarındadır. Bunlar, henüz alet üretecek düzeyde değildir; doğada hazır buldukları sopa, taş ve diğer malzemeleri, bugün şempanzelerin ve bonoboların yaptığı gibi ellerine alıp, vahşi hayvanlara karşı kullanabilmekteydiler. Vahşi hayvanlardan güçsüz oldukları için, birlikte topluluk olarak hareket etmekteydiler. İnsanın bu ataları, insan değildi, çünkü diğer hayvan türleri gibi doğanın güçlerinin birebir etkisi altındalardı. Eylemleri doğanın şartlarına göre değişiklik göstermekteydi. İnsan olmaları için, birlikte hareket etmeleri; aleti kullanmaları değil, üretmeleri; alet üretimiyle doğayı dönüştürmeleri gerekmekteydi. Alet üretmeye başlanmasıyla, insanlaşma süreci başlamıştır. Alet üretmeyen insansılar, insan sayılmazlar.


“İnsan olmak”, bilim çevrelerinde Homo türleriyle birlikte başlatılır. Bunları Homo Habilis, Homo Erectus, Homo Naledi, Homo Neanderthalensis ve bizim türümüz Homo Sapiens olarak sırlayabiliriz. Toplumsallaşma, doğada zayıf olmaktan kaynaklanan bir sürecin sonucunda meydana gelen bir durumdur. Topluluk/sürü yaşamı, farklı hayvan türlerinde de gözlenir; toplu hareket etme sadece insana özgü değildir. Birçok hayvan türü, toplu olarak hareket ederek yaşamlarını güvence altına alır. Topluluk halinde yaşamayı ve alet üretmeyi, ilk önceleri doğa şartları şekillendirmiştir. Coğrafi şartların değişmesi, koşulların kötüleşmesi sonucunda, bazı insansı türlerinin hayatta kalabilmeleri için, kendilerinden daha güçlü olan hayvanlara karşı organize olmaları, birlikte hareket etmeleri gerekmekteydi. Bu süreçte ilkönce doğadaki hazır maddeleri kullandılar, fakat zamanla o maddelerin şeklini değiştirerek alet üretme yoluna gittiler. İnsansıların, insan olması bu sayede gerçekleşmiştir. Alet üretmeye başlamaları, bilinçli olmaları sebebiyle değildir. Tersine bilincin gelişimi, emek süreciyle birlikte ilerlemiş ve deneyimlerle, pratikler içerisinde yaratıcılık üst düzeylere çıkmıştır. Dilin gelişimi de bu sürecin bir sonucudur. Avın birlikte yapılması, diğer vahşi hayvanlara karşı temkinli hareket edilmesi gerekliliği gibi sebeplerden dolayı, ilkönce değişik sesler çıkarma, işaret dilinin gelişmesi gerçekleşmiş ve daha sonraları da süreç, farenks ve larenksin (yutak ve gırtlak) evrimiyle birlikte konuşmanın gelişmesiyle sonuçlanmıştır. Konuşma için toplumsal olarak bir arada olmak ve aynı türdeş aileden olmak gerekir. Tek başına bir insanın konuşması veya diğer hayvanlarla konuşması anlamsızdır.

İnsan toplumsal bir canlıdır. Bireysel, evrensel, soyut bir varlığa indirgenemez. İnsan, toplumsal olması, alet üretmesi ve bu sayede doğayı dönüştürmesiyle insandır. İnsanlaşma bunların birliğidir. İnsan bu süreçlerden soyutlanıp, Hegel’de olduğu gibi sonlu “Tin” ya da Feuerbach’da olduğu gibi antrpolojik, yalıtılmış birey insan şeklinde görülemez. Feuerbach insanı tanrılaştırmış ve soyut bir insan olarak ele almıştır. Oysa insan soyut, koşullardan yalıtılmış, gökten inen Âdem gibi bir vasfa büründürülerek kavranmamalıdır.

Marx, Hegel’in ters duran felsefesini ayakları üzerine dikmiş, dünyanın yorumlanmasının yetmeyeceğini, artık onun değiştirilmesinin gerektiğini söyleyerek devrimci duruşunu açıkça belirtmiştir. İnsanın evrensel olduğunu açıklamak, Marx’ı, Hegel’in ,Feuerbach’ın Proudhon’un ve Ricardo’nun seviyesine indirmek, düzeltilen felsefeyi tekrar ters çevirmek olur. Marksizmi ilerleteceğim diyerek, Marx’ın aştığı seviyenin gerisine düşmek olur. Aslında bu Marksizmi geliştireceğim derken, tahrif etmektir. Bu görüşlerin derinlemesine tahlil edilmeden savunulması, çağımızın August Bebel’leri durumuna düşmekle eşdeğerdir.

İnsan alet üreterek doğayı değiştirmiş, bu sayede doğanın dışına çıkmıştır. Doğanın işleyiş yasalarıyla, insanın bu dönüşümüyle yaratılan toplumsal işleyiş yasaları farklıdır. İnsanlar, doğayı hayatta kalabilmek için değiştirmiştir. Bunu yapmasalardı, türünü sürdüremezdi. Bu noktada, insanın alet üretmesi, doğayı dönüştürmesiyle, daha sonraki tarihsel dönemde ortaya çıkacak sınıfsal ilişkilerin hâkim olduğu üretim tarzlarının bir sonucu olarak gelişecek olan insanın eşyayla ilişkisini karıştırmamak gerekir. Sınıfsal ilişkiler içerisinde insanlar, bireysel çıkar için hareket etmektedir, her birey diğerlerinin zararına mal biriktirmeye çalışmaktadır. Fakat insan özünde çıkarcı değildir. Bu çıkarı karşıt sınıfsal ilişkiler yaratmaktadır: Bunu günümüzden de örnekleyebiliriz: Köy ve şehir arasındaki farklara, kapitalizmin oturması sürecinde insan ilişkilerindeki değişime ve bireyselliğin ön plana geçmesine bakalım. 30-40 yıl öncesine kadar kırsal kesimlerde, köy ekonomisinin baskın olduğu yerlerde, insanlar, karşılık beklemeden yardımlaşmakta, imece usulü geçerliliğini sürdürmekteydi. Kırsalda, daha toplumsal/insancıl hareket edilmekteydi. Köye gelen hiç kimse geri çevrilmez, tanrı misafiri olarak kabul edilirdi. Kapitalizmin oturmasıyla birlikte bu süreç değişmiştir. Artık insanlar daha bireysel olarak hareket etmekte ve bencillik ön plana geçmektedir.  Kapitalizmin gelişimine koşut olarak şehirleşmeyle birlikte, mal biriktirme eğilimi güçlenmiştir. İlk insanların topluluk olarak hareket etmeleri, alet üretmeleri, bu sayede insan olabilmeleriyle, daha sonraki tarihsel dönemlerde oluşan sınıfsal ilişkilerin sonuçları aynı kefeye konulamaz.

İlk topluluklarda, insanlar alet üretmiş, bu aletler sayesinde hayatta kalmayı başararak ürünler elde etmiş ve bu ürünleri kendi küçük gruplarında ortak olarak paylaşmıştır. Bunu zorunluluktan yapmışlardır. Aletlerin kısıtlı olması, nüfuslarının az olması ve şartların bazen zor olması, av aletlerinin gelişkinlik seviyesinin düşük olması sebebiyle birbirine bağlılığın hayati önemde olması, birey olarak değil de, grup olarak hareket etmeyi zorunlu kılmıştır. İnsan, başı, kolları, bacakları, elleri ve diğer organlarıyla birlikte düşünülürse bir bütünlük teşkil eder. İlk insan topluluklarında da durum böyledir. Topluluğu bir bütün olarak görmeliyiz. Bütünün bir parçası eksik kalırsa, bütünün kendisi riske girer. Bu yüzden ürünler tüm topluluğa eşit bir şekilde dağıtılır. Bireysel bir ürün biriktirme yaşanmaz. Topluluğun ihtiyacının giderilmesi ve türün devamı için üretim faaliyeti yürütülür. Bu topluluklarda üretim faaliyeti sadece kullanım içindir. Henüz ürünlerin değeri yoktur. Ekonomi politikte değer, kullanım değeriyle değişim değerinin birliği gözetilerek değerlendirilir. Değişimin olabilmesi için, benim için kullanabilir olan, başkaları için de kullanım değeri içermelidir. İlk insan gruplarında ürünlerin değişilmesine gereksinim yoktur. Ürünler, grup içerinde bireylerin hayatını garantiye almak için karşılıksız paylaşılır. Grup içerisinde ürünler paylaşılır, çünkü avlanma gibi organize faaliyetlerde diğer grup üyelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Ürünler paylaşılmazsa, grup zayıflar ve bunun neticesinde bireylerin de hayatta kalması riske girer.

İnsan, alet üreterek insanlaşmasıyla birlikte yaklaşık iki milyon yıla yakın bir süre, üretim aletlerinin kısıtlı olması, doğaya birebir bağımlı olması, geniş topraklara ve verimli doğa şartlarına nazaran nüfuslarının az olması gibi sebeplerle, bu üretim tekniğini kullanmış, doğaya aşırı zarar vermeden yaşamaya çalışmıştır. Koşullar kendine yettiği, nüfusları doğal şartlara göre az olduğu müddetçe, bu üretim yordamı, bariz bir değişikliğe uğramamıştır. Bugün Amazonlarda, Afrika’da ve dünyanın bazı yerlerindeki kabilelerin hala avcı-toplayıcı olarak kalmasının sebebi budur. Zorlayıcı koşulların meydana gelmesi, eşitsiz coğrafi şartlar, üretim aletlerinin çeşitlenmesi ve ürün bollaşması, bunun sonucunda ilk toplulukların nüfuslarının çoğalmaya başlaması gibi sebeplerden dolayı değişiklikler gündeme gelmiştir. Toplulukların nüfusunun çoğalmasıyla, doğadan devşirdikleri, artık ilkel topluluklara yetmemektedir.  Bu yüzden zor koşullarda hayatta kalmak için biriktirme yoluna gitmişlerdir. Grupların yaşadıkları alanların eşitsizliği de bu durumu körüklemiştir; farklı coğrafi şartlar farklı üretim tekniklerini beraberinde getirir. Farklı üretim teknikleri de mal biriktirmeyi ve artık ürünlerin oluşmaya başlamasını getirmiştir. Böylelikle değişik gruplarda farklı malların birikmesi söz konusu olmuştur. Ayrıca üretim tekniklerinin gelişmesi, bazı topluluk üyelerinde boş zaman oluşmasını sağlar ve artık herkesin yaptığı işler, değişikliğe uğramaya başlar, sonuçta toplumda işbölümü meydana gelir. Ortak topluluk parçalanmaya ve karşıt sınıfsal ilişkiler açığa çıkmaya başlar. İşte değer yasası da bu süreçte şekillenir.

Üretimin tekrar toplumsal olduğu, ürünlerin değişime girmeyeceği komünist toplumla birlikte de, değer yasası tarihe karışacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.