Ercan Arslan
İnsanlar,
primat türlerinden sayılan büyük kuyruksuz maymunlar ailesinden, alet
üretmesiyle ayrılarak insanlaşmıştır. İnsanın önceli insansılardır. Şempanze
veya ona yakın diğer maymun türleri, alet üretecek kapasitede değillerdir.
Austrolopithecus Africanus ve Afarensis, diğer maymun türlerinden biraz daha
dik yürüyebilmekte olup, beyin hacimleri 700 cm3 civarındadır. Bunlar,
henüz alet üretecek düzeyde değildir; doğada hazır buldukları sopa, taş ve
diğer malzemeleri, bugün şempanzelerin ve bonoboların yaptığı gibi ellerine
alıp, vahşi hayvanlara karşı kullanabilmekteydiler. Vahşi hayvanlardan güçsüz
oldukları için, birlikte topluluk olarak hareket etmekteydiler. İnsanın bu
ataları, insan değildi, çünkü diğer hayvan türleri gibi doğanın güçlerinin birebir
etkisi altındalardı. Eylemleri doğanın şartlarına göre değişiklik göstermekteydi.
İnsan olmaları için, birlikte hareket etmeleri; aleti kullanmaları değil,
üretmeleri; alet üretimiyle doğayı dönüştürmeleri gerekmekteydi. Alet üretmeye
başlanmasıyla, insanlaşma süreci başlamıştır. Alet üretmeyen insansılar, insan
sayılmazlar.
İnsan
toplumsal bir canlıdır. Bireysel, evrensel, soyut bir varlığa indirgenemez.
İnsan, toplumsal olması, alet üretmesi ve bu sayede doğayı dönüştürmesiyle
insandır. İnsanlaşma bunların birliğidir. İnsan bu süreçlerden soyutlanıp, Hegel’de
olduğu gibi sonlu “Tin” ya da Feuerbach’da olduğu gibi antrpolojik, yalıtılmış
birey insan şeklinde görülemez. Feuerbach insanı tanrılaştırmış ve soyut bir
insan olarak ele almıştır. Oysa insan soyut, koşullardan yalıtılmış, gökten
inen Âdem gibi bir vasfa büründürülerek kavranmamalıdır.
Marx,
Hegel’in ters duran felsefesini ayakları üzerine dikmiş, dünyanın
yorumlanmasının yetmeyeceğini, artık onun değiştirilmesinin gerektiğini
söyleyerek devrimci duruşunu açıkça belirtmiştir. İnsanın evrensel olduğunu açıklamak,
Marx’ı, Hegel’in ,Feuerbach’ın Proudhon’un ve Ricardo’nun seviyesine indirmek,
düzeltilen felsefeyi tekrar ters çevirmek olur. Marksizmi ilerleteceğim diyerek,
Marx’ın aştığı seviyenin gerisine düşmek olur. Aslında bu Marksizmi
geliştireceğim derken, tahrif etmektir. Bu görüşlerin derinlemesine tahlil
edilmeden savunulması, çağımızın August Bebel’leri durumuna düşmekle
eşdeğerdir.
İnsan
alet üreterek doğayı değiştirmiş, bu sayede doğanın dışına çıkmıştır. Doğanın
işleyiş yasalarıyla, insanın bu dönüşümüyle yaratılan toplumsal işleyiş
yasaları farklıdır. İnsanlar, doğayı hayatta kalabilmek için değiştirmiştir.
Bunu yapmasalardı, türünü sürdüremezdi. Bu noktada, insanın alet üretmesi,
doğayı dönüştürmesiyle, daha sonraki tarihsel dönemde ortaya çıkacak sınıfsal
ilişkilerin hâkim olduğu üretim tarzlarının bir sonucu olarak gelişecek olan
insanın eşyayla ilişkisini karıştırmamak gerekir. Sınıfsal ilişkiler içerisinde
insanlar, bireysel çıkar için hareket etmektedir, her birey diğerlerinin
zararına mal biriktirmeye çalışmaktadır. Fakat insan özünde çıkarcı değildir.
Bu çıkarı karşıt sınıfsal ilişkiler yaratmaktadır: Bunu günümüzden de
örnekleyebiliriz: Köy ve şehir arasındaki farklara, kapitalizmin oturması sürecinde
insan ilişkilerindeki değişime ve bireyselliğin ön plana geçmesine bakalım.
30-40 yıl öncesine kadar kırsal kesimlerde, köy ekonomisinin baskın olduğu
yerlerde, insanlar, karşılık beklemeden yardımlaşmakta, imece usulü
geçerliliğini sürdürmekteydi. Kırsalda, daha toplumsal/insancıl hareket
edilmekteydi. Köye gelen hiç kimse geri çevrilmez, tanrı misafiri olarak kabul
edilirdi. Kapitalizmin oturmasıyla birlikte bu süreç değişmiştir. Artık
insanlar daha bireysel olarak hareket etmekte ve bencillik ön plana geçmektedir.
Kapitalizmin gelişimine koşut olarak
şehirleşmeyle birlikte, mal biriktirme eğilimi güçlenmiştir. İlk insanların
topluluk olarak hareket etmeleri, alet üretmeleri, bu sayede insan olabilmeleriyle,
daha sonraki tarihsel dönemlerde oluşan sınıfsal ilişkilerin sonuçları aynı
kefeye konulamaz.
İlk
topluluklarda, insanlar alet üretmiş, bu aletler sayesinde hayatta kalmayı başararak
ürünler elde etmiş ve bu ürünleri kendi küçük gruplarında ortak olarak
paylaşmıştır. Bunu zorunluluktan yapmışlardır. Aletlerin kısıtlı olması,
nüfuslarının az olması ve şartların bazen zor olması, av aletlerinin
gelişkinlik seviyesinin düşük olması sebebiyle birbirine bağlılığın hayati
önemde olması, birey olarak değil de, grup olarak hareket etmeyi zorunlu
kılmıştır. İnsan, başı, kolları, bacakları, elleri ve diğer organlarıyla
birlikte düşünülürse bir bütünlük teşkil eder. İlk insan topluluklarında da
durum böyledir. Topluluğu bir bütün olarak görmeliyiz. Bütünün bir parçası
eksik kalırsa, bütünün kendisi riske girer. Bu yüzden ürünler tüm topluluğa
eşit bir şekilde dağıtılır. Bireysel bir ürün biriktirme yaşanmaz. Topluluğun
ihtiyacının giderilmesi ve türün devamı için üretim faaliyeti yürütülür. Bu
topluluklarda üretim faaliyeti sadece kullanım içindir. Henüz ürünlerin değeri
yoktur. Ekonomi politikte değer, kullanım değeriyle değişim değerinin birliği
gözetilerek değerlendirilir. Değişimin olabilmesi için, benim için kullanabilir
olan, başkaları için de kullanım değeri içermelidir. İlk insan gruplarında ürünlerin
değişilmesine gereksinim yoktur. Ürünler, grup içerinde bireylerin hayatını
garantiye almak için karşılıksız paylaşılır. Grup içerisinde ürünler
paylaşılır, çünkü avlanma gibi organize faaliyetlerde diğer grup üyelerine ihtiyaç
bulunmaktadır. Ürünler paylaşılmazsa, grup zayıflar ve bunun neticesinde bireylerin
de hayatta kalması riske girer.
İnsan,
alet üreterek insanlaşmasıyla birlikte yaklaşık iki milyon yıla yakın bir süre,
üretim aletlerinin kısıtlı olması, doğaya birebir bağımlı olması, geniş
topraklara ve verimli doğa şartlarına nazaran nüfuslarının az olması gibi
sebeplerle, bu üretim tekniğini kullanmış, doğaya aşırı zarar vermeden yaşamaya
çalışmıştır. Koşullar kendine yettiği, nüfusları doğal şartlara göre az olduğu
müddetçe, bu üretim yordamı, bariz bir değişikliğe uğramamıştır. Bugün
Amazonlarda, Afrika’da ve dünyanın bazı yerlerindeki kabilelerin hala avcı-toplayıcı
olarak kalmasının sebebi budur. Zorlayıcı koşulların meydana gelmesi, eşitsiz
coğrafi şartlar, üretim aletlerinin çeşitlenmesi ve ürün bollaşması, bunun
sonucunda ilk toplulukların nüfuslarının çoğalmaya başlaması gibi sebeplerden
dolayı değişiklikler gündeme gelmiştir. Toplulukların nüfusunun çoğalmasıyla,
doğadan devşirdikleri, artık ilkel topluluklara yetmemektedir. Bu yüzden zor koşullarda hayatta kalmak için
biriktirme yoluna gitmişlerdir. Grupların yaşadıkları alanların eşitsizliği de
bu durumu körüklemiştir; farklı coğrafi şartlar farklı üretim tekniklerini
beraberinde getirir. Farklı üretim teknikleri de mal biriktirmeyi ve artık ürünlerin
oluşmaya başlamasını getirmiştir. Böylelikle değişik gruplarda farklı malların birikmesi
söz konusu olmuştur. Ayrıca üretim tekniklerinin gelişmesi, bazı topluluk üyelerinde
boş zaman oluşmasını sağlar ve artık herkesin yaptığı işler, değişikliğe
uğramaya başlar, sonuçta toplumda işbölümü meydana gelir. Ortak topluluk
parçalanmaya ve karşıt sınıfsal ilişkiler açığa çıkmaya başlar. İşte değer
yasası da bu süreçte şekillenir.
Üretimin
tekrar toplumsal olduğu, ürünlerin değişime girmeyeceği komünist toplumla
birlikte de, değer yasası tarihe karışacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.