4 Şubat 2023 Cumartesi

Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü

Hazırlayan: MAR

Bu yazı, Kemal Okuyan’ın Sovyetler Birliği’nin Çözülüşü Üzerine Antitezler adlı çalışmasının özetidir. Bu özetin eksikleri olduğu gibi, yazılanlar kavrandığı oranda yansıtılabilmiştir. Okura Sovyetler Birliği’nin çözülüşü hakkında bir perspektif sunulması amaçlanmıştır. Kitabın okunmasını önerdiğimiz ise açıktır.


1) Sovyetler Birliği (SB)’nin çözülüşü kaçınılmaz değildi. Sosyalizm, tarihsel olarak nesnel bir olgu olan siyasal devrimi izler ve nesnel toplumsal dönüşümler üzerinde yükselir. Bu nesnel kesitler, öznel karar almaları ve gerçekliğe müdahaleleri içerir. Öznelerin politikaları ve uygulamaları, nesnel süreçlerin bileşenidir. SB’nin çözülüşü tarihsel kesitinde, süreçlerin başka türlü gelişimini sağlayacak, sorunları düzeltecek, karşı-devrimcilerin eylemlerini boşa çıkaracak müdahalelerde bulunulabilirdi.

2) SB’nde sosyalizmin çözülüşünde Bolşevizm adındaki siyaset yapma tarzının gereğinden erken terk edilmesi etkilidir. Bolşevizm olmasaydı, Rus devrimi kısa sürede karşı-devrimle sonlanır, ülkeye emperyalist müdahale gerçekleşir ya da devrim kendiliğinden sönüp giderdi. Bolşevizm uzunca bir süre sosyalist iktidarı korumuştur. Bolşevik öncü devrimci siyaset tarzı ve toplumsal yaşama jakoben müdahalelerden uzaklaşıldığında, sosyalizmin kuruluşunda ilerleme tıkanmıştır.

3) Rusya, sosyalist kuruluşa izin vermeyecek ölçüde geri bir ülke değildir. Sovyet iktidarının, endüstrileşmek, eğitim sorunlarını çözmek için büyük çabalar sarf ettiği doğrudur. Fakat eşitsiz gelişme sadece siyasal iktidarın işçilere geçişi döneminde değil, siyasal devrimi izleyen toplumsal devrim döneminde de gözlenir. Sosyalist kuruluş için gerekli olan, kitlelerin yaratıcı enerjisi ve bu enerjiyi komünizm hedefi doğrultusuna yönlendirecek öncü komünist partidir. Bu ileri unsurlara sahip bir ülke, iktisadi gelişmişlik açısından göreli olarak geri de olsa, sosyalist kuruluşta başarıyla ileri sıçramalar gerçekleştirebilir.

4) Sovyet iktidarı, 1. Dünya Savaşı ve sonrasında iç savaşla, toplamda 7 yıl savaşın yıkıcı yükünü sırtlamış, 2. Dünya Savaşı’nda 20 milyonun üzeride yurttaşını kaybetmenin ağırlığını taşımıştır. Fakat bunlarla baş edebilecek güce sahip olduğunu da göstermiştir. SB’nin bu süreçlerin yükünü taşıyamadığından yıkıldığını söylemenin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Öte yandan kolektivizasyon politikasıyla toprak sahibi zengin köylülerin tasfiyesi, toplumsal gelişimi/devrimi frenlememiş, aksine bu gelişimin bir hamlesini oluşturmuştur.

5) SB’nde sosyalizmin çözülüşü temel olarak ekonomik sorunlardan kaynaklanmamıştır.

Sosyalist kuruluş döneminde, ekonominin farklı sektörlerinde farklı zamanlarda ve farklı hızlarda üretim araçlarının kamulaştırılması gerçekleşir. Bunun için sosyalist iktidarın iradi politikaları gereklidir. Bu öznel iradi politikalar ve uygulamalar, nesnel süreçler içerisinde özel bir yere sahiptir. Komünizm hedefi/perspektifi, “sosyalist üretim tarzını” bu hedefe bağlı ve geçici kılar. Sosyalizmin sınırlandırılmış meta üretimi ve piyasası, kendi hallerine bırakıldığında yayılır ve derinleşir, üstelik kamu mülkiyeti bunu önlemek için yeterli değildir.

SB’nde somut olarak neler olmuştur?.. 3 yıl süren “savaş komünizmi” döneminde, iç savaş sırasında ortaya çıkan gıda gereksinimini karşılamak için otoriter bir ekonomi yönetimi uygulanmıştı. İç savaşla birlikte 7 yıl süren savaş nedeniyle, altyapı tahrip olmuş, iş disiplini kaybolmuş, işletmeler arası bağlantılar kaybolmuş, birçok fabrika yönetsel bir karmaşanın içerisine girmiş, tarımda mülk sahibi sınıfların direnişiyle kentlerde açlık baş göstermişti. Bunun üzerine geçici bir soluklanma olarak NEP (Yeni Ekonomi Politika)’ya geçildi. Durma noktasına gelen üretim canlandırıldı. Bu dönem sayesinde Sovyet ekonomisi toparlandı. Fakat bazı sektörlerde yerli ve yabancı kapitalistler sahne almaya başladı, mülk sahibi sınıflar palazlandı. 1929 yılında başlatılan kolektivizasyon hamlesiyle, zengin çiftçileri denetleme politikasından, onları bir sınıf olarak ortadan kaldırma politikasına geçildi. Sosyalizm, tarımda üretim ilişkilerini dönüştürme ve komünizmin kır ile kent arasındaki farkı azaltarak sonunda kaldırma hedefi doğrultusunda, tarımdaki özel mülkiyeti tasfiye etmek zorundadır. SB’nde köylü nüfusunun % 5’ini oluşturan zengin toprak sahipleri, kolektivizasyonla tasfiye edildiler.

Kolektivizasyon ile birlikte tarımdaki mülkiyet biçimleri şunlar oldu: Devlet çiftliklerindeki kamu mülkiyeti, kolektif çiftlikler (kolhozlar)’daki üye çiftçilerin sınırlandırılmış mülkiyeti, çiftçi ailelerin kendi tasarruflarındaki topraklardaki mülkiyeti… Kolhozlar ürünlerini devlete, başka ekonomik birimlere ve doğrudan pazara sürüyorlardı. Toprağı alıp satma hakları yoktu, fakat meta üretimi yapıyorlardı. SB’nde belirgin bir kırsal nüfus vardı ve Sovyet iktidarı, işçilerle yoksul köylülerin ittifakına dayanıyordu. 1935 yılında 250 bine ulaşan kolhoz bulunuyordu. Bu kolektif çiftliklerde melez bir mülkiyet biçimi, melez bir toplumsal örgütlenme ve melez bir sınıfsal karakter bulunmaktaydı.

Kolektivizasyon hamlesi, kırların dönüşümünü tamamlamamıştır. Bunun nedeni tarımın modernizasyonunun zamana ihtiyaç duymasıdır. Fakat Sovyet köylüsü 2. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar, ideolojik ve siyasal mücadeleyle rejime kazanılmıştır. 1950’lerle birlikte kolhoz sistemi ve sınırlandırılmış meta üretimi kanıksanmış, kırların dönüşümü doğrultusunda yeni siyasal ve ideolojik hamleler geliştirilememiştir. Kolhozların sovhozlara (devlet çiftlikleri) dönüşüm süreci örgütlenmemiştir. Kolhozlar, planlama sistemine bütünüyle dâhil edilemiyordu, halkı birçok ürünü farklı fiyatlardan almak durumunda bırakıyordu, Sovyet devletinin dış ticaret tekeliyle uyum sorunları bulunuyordu. Kolhozlara sorun oluşturmuyormuşçasına ve kalıcı bir mülkiyet biçimi olarak yaklaşılması yanlıştı.

Köylülerin kendi gereksinimlerini karşılaması için kullandırılan ve geçici bir uygulama olarak görülen “kişisel bahçeler”in, yüz ölçümlerine kıyasla tarımsal üretimdeki paylarının çok artması, kolhoz üyesi çiftçilerin, kolhozların yanı başında yer alan bu topraklardaki üretimi, asli iş alanı haline getirmesi, bu bahçelerde yetiştirilen ürünlerin ve hayvanların, kişisel gereksinimlerin karşılanmasının ötesine geçip, pazara sürülmesinin önüne geçilmemesi, hatta bazı örneklerde teşvik edilmesi başka bir sorunu oluşturmaktaydı. “Komünizme doğru ilerlediği” iddia edilen SB’nde 1977 Anayasası’nda bahçe ekonomisine yeni güvenceler bile verilmişti. 1935-56 yılları arasında bahçe ekonomisinin küçültülmesi/denetlenmesi yolunda girişimlerde bulunulmuşsa da, Sovyet iktidarı, bu uygulamayı ortadan kaldırmadı.

SB’nde sınırlandırılmış meta üretimi, bir egemen ya da yönetici sınıf doğurmamıştır. Garbaçovcu kapitalist restorasyon, uyuşturucu, silah, kadın pazarlayıp, kamusal zenginlikleri yağmayla oluşan bir sermaye birikimiyle/kapitalist sınıfla birlikte gerçekleşmiştir. SB’inde kapitalizmin restorasyonu, “devlet kapitalizmi” olarak adlandırılan bir zemin üzerinde olmadı. SB’nde çözülüş Stalin sonrası SBKP önderliğinin ideolojik çizgisinin belirsizleşmesi, siyasal ve ideolojik mücadele dinamizmini yitirmesiyle şekillenmiştir.

SB’nde planlama mekanizmalarındaki aksaklıkların iki temel nedeni bulunmaktadır: Kolhozlar, kişisel bahçeler gibi planlamayı dağıtıcı ekonomik unsurlar tasfiye edilememiştir ve merkezi planlama, toplumu ileri hedeflere yönlendiren öncü partinin ideolojik açıdan kurumasıyla teknik boyuta indirgenmiştir. Sosyalizmde planlama, komünizme dönük toplumsal hedeflere doğru mevcut üretici güçleri geliştirme işlevine sahiptir. Sosyalizmde merkezi planlama, ekonomiyi toplumun yararına, rasyonel biçimde, sektörler arası uyum sağlayıp, tasarruflu şekilde yönetmenin adıdır. Fakat sosyalist kuruluş sürecinde planlama, neyin ne kadar üretileceği teknik boyutunun ötesinde komünizme dönük hedefler doğrultusunda siyasal bir mücadele aracıdır da. Sosyalizmde ideal planlama, merkezidir, çünkü mülkiyet ilişkilerinde, tamamıyla kamu mülkiyetine geçiş, sosyalist kuruluşun temel izleğidir.

6) SB’nde kapitalist sistemde görülen insanlar arası eşitsizliklere karşı büyük pratik başarılar elde edilmiştir. Eğitim, sağlık, kültür, barınma, spor, ulaşım, tatil, ısınma gibi başlıklarda paranın saltanatı kırılmış, bu alanlarda eşitlikçi bir toplumsal yaşam oluşturulmuştur. Sovyet insanı, doğal bir şeymiş gibi gördüğü eşitlikçi yaşamın, karşı-devrim sonrasında elinden kaçıp gitmesi karşısında önce şaşa kalmıştı, iş işten geçtikten sonraysa öfkelenmişti… SB’nde henüz 1930’ların ortalarına gelindiğinde bile toplumsal eşitsizlikler, neredeyse ücret farklılıklarına kadar daraltılmıştır. Fakat 2. Dünya Savaşı’nın ardından Stalin henüz hayattayken, daha ileri bir eşitlikçilik, siyasal-ideolojik mücadele konusu olmaktan çıkmıştır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sosyalist kuruluşta yeni bir hamle için gerekli olan ideolojik/siyasal silkiniş yaşanmamıştır. Bu konuda ideolojik-siyasal hedefler konulmamıştır. Maddi özendiriciler ve ücret farklılıklarının yerine ücret farklılıklarının minimum düzeye çekilmesi için kitlelerin ideolojik anlayışında bir dönüşüm seferberliği, parti önderliği tarafından yaşama geçirilmemiştir.

7) SB’nde çalışma hayatında, komünizm hedefiyle uyumlu bir çizgide çalışma saatlerinin azaltılması perspektifi yitirilmiştir. Hruşçov’dan itibaren Sovyet yöneticileri, “komünizmi kuruyoruz” diye dursun, 7-8 saatlik çalışma yürürlükteydi. Komünizmde çalışmanın doğallaşması ve yaşamsal bir gereksinime dönüşmesi (insanların yetenekleri ve güçlerinin gerçekleşmesi, yaratıcı bir faaliyet olarak çalışma) için, sosyalizm dönemi bir geçiş toplumudur. Komünizm ise, dünya ölçeğinde olanaklı bir toplumsal sistemdir.

8) SB’nin ekonomik sorunları vardı; gerilik, verimsizlik, hantallık, köhnemişlik, kalitesizlik gibi. Fakat bunlar merkezi planlamaya veya kamu mülkiyetine bağlanamaz. Ne yaptığını bilen bir önderlikle bu ekonomik sorunlar aşılabilirdi. SB’nde üretici güçlerin gelişiminde yaşanan durgunlaşma, ülke ekonomisinin yönünü yitirmesiyle ilişkilidir. SB bilimsel-teknolojik ilerlemede nicel ve nitel birçok başarıya imza atmıştır. Örneğin Sovyet uzay ve silah sanayisi hiç de geri durumda değildir. Fakat Sovyet teknolojisinin göreli olarak geri olduğu alanlar vardı. Bu geriliğin nedeni, sosyalizmin yeni bir toplumsal yaşam oluşturulmaya başlandıktan sonra, bu yaşam tarzında ısrarını korumak, bilimsel-teknolojik gelişmeleri yeni toplumsal yaşama aktarmanın yollarını aramak için gereksindiği devrimci siyasal-ideolojik hedeflerin yokluğuydu. SB kendi referans kriterlerini unutarak, verimlilik, büyüme, tüketim, demokrasi, insan hakları, kültür gibi başlıklarda kapitalist referanslarla değerlendirme yapılmasına izin vermiştir. Örneğin, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nde “portakal yoktu, tüketilmiyordu” türünde bir sefihçe fikrin altında ezilmek yerine, sosyalist ülkelerde tüketim kültürsüzlüğüne meydan okuyacak bir ideolojik/etik duruş sergilenmeliydi. Kapitalist referanslar yerine, sanat, spor, çalışma hayatı, eğlenme kültürü gibi başlıklarda sosyalizmin kazanımları ve referansları ön plana çıkarılmalıydı.

9) Sosyalist demokrasi, başka bir deyişle proletarya diktatörlüğü, “doğrudan yönetim”, “özyönetim” perspektifleriyle uyuşmaz. Bu perspektif Yugoslavya’da Tito tarafından savunulmuş ve uygulanmıştır. Bu görüşe göre devletin sönümlendirilmesi doğrultusunda merkezi devlet yapılanması dağıtılmalı, üretim süreçlerinin örgütlenmesi ve yürütülmesi, işçi birliklerine/kolektiflerine devredilmeliydi. Tito’nun söylemindeki bireysel inisiyatif, serbest pazar, sosyalist rekabet, komünizmin alt evresi olan sosyalizmle bağdaşmayan olgu ve kavramlardır. Sonuçta Yugoslavya’da devlet balon gibi sönmedi, fakat devlet eliyle işçilerin küçük bir bölümü zenginleşip tekelci kapitalistlere dönüştürüldü. SB’nde ise Lenin ve Stalin âdemi merkeziyetçi, özyönetimci politikalara her daim teorik ve pratik olarak uzak durmuştur. Stalin, Lenin’in perspektifinden ayrı ve ona aykırı bir yolda bulunmadan, sosyalizmin kuruluşuna önderlik etmiş bir tarihsel kişiliktir.

10) Stalin, Sovyet tarihinin en devrimci ve müdahaleyi en fazla gerektiren döneminde sorumluluk üstlenmiş devrimci bir liderdir. Onun liderliğinde yapılan ileri hamleler, bu hamlelerde kullanılan yöntem ve araçlar, alınan riskler ve ödenen bedeller, Bolşevik parti kültürüne aittir. SB’nde sosyalizmin zayıflaması ve çözülüşe gidiş sürecinde Stalin’in en büyük kabahati, Bolşevik siyaset tarzını ve kültürünü yeniden üretecek mekanizmalar ve kaynaklar yaratmamış olmasıdır. Stalin, son Bolşevik kadrodur. SB’nde kitlelerin Stalin’e duyduğu güven ise, “kişi putlaştırması” olarak damgalanmaya çalışılmaktadır. Oysa siyasallaşan kitlelerin, birlikte hareket edebilmek için lider bir kişiye gereksinim duyması doğaldır.

11) 1956’da 20. Kongre konuşmasında Stalin hakkında gerçeklerle yalanları kurnazlıkla birleştiren Hruşçov, Sovyet toplumunun kendine güvenini büyük ölçüde sarsmıştır. Hruşçov bir devrimci lider değil, reformisttir. Hruşçov, SBKP’nin genel sekreteri olarak sosyalizmi ilerletme yolunda devrimci bir hamle örgütlemeye yetecek bir çapa sahip değildi. Stalin ve parti önderliği, gelecek için etkili bir kadrolaşma politikası geliştirmediğinden, meydan Hruşçov gibi ikinci sınıf bir politikacıya kalmıştır. Hruşçov, ülkesini ve uluslar arası hareketi “barış içinde bir arada yaşama” formülüne hapsetmiş, SB’nin devrimci bir inisiyatif almayacağını, emperyalist ülkelere hissettirmiştir.

12) 1985 yılına gelindiğinde Sovyet toplumu apolitikleşmiş, uyanıklığını yitirmişti. Garbaçov kliği, SB’ne karşı bir komplonun içerisindeydi. Fakat asıl sorun bu komploya karşı direniş gösterilememiş olmasıdır. Garbaçov, karşı-devrimin kolay sonuç almasında önemlidir. SB’nde ve tüm ülkelerde birçok komünist, Gorbaçova umut bağlamakla ve çok değerli bir süre tanımakla hata yapmıştır. Sovyet halkı ve dünya komünist hareketi, SBKP’ye dönük güven nedeniyle, Garbaçovcu kliğin eleştirdikleri bazı sorunlar karşısında “devrimci” rolü yapmasına aldanmıştır. Oysa Garbaçov genel sekreter olmadan önce Sovyet düzeninin bertaraf edilmesi yolunda Edvard Şvardnadze ve Aleksandr Yakovlev ile görüşmeler yapmaktaydı. Karşı-devrimci kliğin merkezini oluşturan bu üç isim, partinin “liberal” görüşlerdeki diğer yöneticileriyle de temasa geçip, 1985’ten sonra birbirlerini kollayıp, kritik noktaları tutmuşlardır. Yeltsin, Roy Medvedev, Sobçak, Popov, Frolov gibi kişiler, karşı-devrimci ekipte yer almıştır. Karşıdevrimci süreç ilerledikçe bu ekibe bir kısım parti yöneticisinden ve Moskova entelijansiyasından destek gelmiştir. Sivil-asker bürokratlardan, Katolik ve Rus Ortodoks kilisesinden de… Özetle, Garbaçov, karşı-devrimci bir koalisyonu örgütlemiştir. Lenin’in arkasına saklanarak, “iyi komünist” kılığına girerek, “daha fazla sosyalizm” diyerek, sosyalizme karşı açık bir mücadeleye girişmeden, kendilerini gizleyip iş gördüler. SBKP’ye ve Sovyet halklarına SB’nin önemli sorunları bulunduğu ve yeni bir devrimci atılımın gerekli olduğu mesajını verdiler. SB’nde nüfusun önemli bir bölümü de daha çok sosyalizm istiyordu. İşte bunu istismar ettiler. Aslında 1987’ye gelindiğinde Garbaçov’un yaptığı konuşmalarda, uluslar arası politikada teslimiyetçilik ve ekonomide piyasacı yönelimler sırıtıyordu. Fakat bu tarihe kadarki 2 yılı karşı-devrim kazanmıştı.

Yeltsin’e kitlelerin verdiği destekse, halkın mücadeleci olmayan, siyasetten soğumuş idarecilerin ellerindeki olanaklardan bunalmış olmasından ve Yuriy Andropov’un başlattığı fakat erken ölümüyle yarım kalan “ahlaki yenilenme” döneminin yeniden açılacağını sanmalarındandı.

13) Garbaçov’un ne yapmakta olduğunun toplumsal bilince çıktığı 1988 yılından kapitalist egemenliğin tesis edildiği 1993 Ekim’ine kadarki sürede, emekçiler ayağa kalkabilirdi, gidişatı durdurabilirdi. Bunun olmamasının nedeni, SBKP’nin dağınıklığı ve öndersizliği, Rusya Komünist Partisi’nin tereddütleridir. 1988 Haziranında toplanan 19. SBKP Konferansı’nda ve 1990 Temmuz’unda toplanan SBKP 28. Kongresi’nde komünistler, karşı-devrimcilerin önünü kesmediler.

19 Ağustos 1991’de Rusya’da “darbe” yapanlar ise, ne yaptıklarını bilmiyorlardı ve bu işi ellerine gözlerine bulaştırdılar. Garbaçov, bu darbeci ekiple işbirliğine de istifaya da yanaşmadı. Sonuçta darbe iki günde çözüldü, SBKP yasaklandı, SB’nin dağılma süreci hızlandı. SB halkları ne olduğunu anlamadan, ülkesini kaybetmişti. 1993 yılında henüz yerli yerine oturmayan kapitalist devlette yaşanan ve “parlamento olayları” olarak bilinen kriz sırasında silaha başvurulsa da, artık çok geçti ve Yeltsin’in parlamentoyu topa tutturmasıyla binlerce komünist öldürüldü.

Özetle, 1985-1991 arasında karşı-devrimcilerin faaliyetlerine karşı yürütülen mücadelede yenik düşüldü. SB’nin çözülüşü bu şekilde gerçekleşti.

14) Sınıflar bütünüyle ortadan kaldırılmadığı müddetçe, komünizme giden kendiliğinden bir yol yoktur. Sosyalist kuruluşun sürekliliği iktisadi olarak güvenceye alınamaz. Bunun için siyaset gerekir. Öncü parti ve sosyalist devlet, işçi sınıfının örgütlü birliğini sağlar. Çok partililik, işçi sınıfının birliğini parçalar ve devrimci dönüşümleri gerçekleştirmeyi engeller. Fakat elbette sosyalist demokraside, kararlar çok boyutlu değerlendirmelerle, yaratıcı tartışmalarla alınır.

15) SB’nde öncü partinin ideolojik mücadelede geriye çekilişi ve komünizm perspektifiyle hareket etmeyişi, bir sonuç olarak bürokratlaşmayı da doğurmuştur. Bürokratlaşma bunların nedeni değildir. Sosyalist kuruluşta siyaset, tüm toplumsal süreçleri kapsar ve bu süreçlere yön veren güçtür. Sosyalizmde siyasal yapılanma, toplumsal örgütlenmelerle iç içedir. SBKP ile Sovyetler, sendikalar, gençlik örgütü, Kızıl Ordu kulüpleri, kadın örgütleri arasındaki ilişkiler hatırlansın. Sosyalizmde devlet ve parti, birbirlerinden ayrılmazlar. Öncü parti, sosyalist devlet örgütlenmesi içerisinde kadrolarıyla yer alır. Sosyalizmde parti-devlet iç içeliği, kapitalist diktatörlüklerdeki, eş deyişle kapitalist demokrasilerdeki “kuvvetler ayrılığı”nın reddiyesidir. Komünist parti, yasama ile yürütme birliğini sağlar. Öncü parti, devletin içerisinde yer aldığı için, onu mücadeleci bir örgütlenme olarak yapılandırabilir, onu dinamik kılacak müdahalelerde bulunabilir. SBKP, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra toplumsal süreçlere olduğu kadar, sosyalist devlete dönük müdahale yeteneğini de yitirmiştir. Bu nedenle SB’nde devlet, öncü partiyi hantallaştırmıştır.

16) Her dönemde SB’ndeki bürokrat sayısı, gelişmiş kapitalist ülkelerdekinden daha azdı. Fakat zihinlerde SB’nin çözülüşünü, bürokratlaşmaya bağlayanların sayısı o kadar çoktu ki… Oysa mademki iktidarda bir bürokrasi vardı, bu bürokrasi 1991 yılında neden hiçbir direniş göstermeden alaşağı edilebildi; komik… Gerçekte SB’nde bürokrasi, ayrıcalıklı bir sınıfa hiçbir zaman dönüşmedi. SB’nde çözülüşü de, asıl olarak bürokrasi sağlamadı. Çözülüşle birlikte büyük çoğunluğu yoksullaşan bürokratların ancak küçük bir kısmı kapitalist restorasyon sırasında sermaye birikim sürecinde köşeyi dönmüştür.

SB’nde yöneticilerin yolsuzluk yaptıkları olmuştur, toplumda siyasal süreçlere dönük ilgisizlik vardı, kadro standartlarında gerileme bulunuyordu, ekonomide tıkanıklıklar da vardı; fakat bunların nedeni olarak bürokrasi ve bürokratlaşma gösterilemez.

SBKP’nin örgütsel mekanizmalarında bürokratlara/idareci-yöneticilere sahip olması gayet doğaldı. Bu bürokratlarla kolektivizasyon, endüstrileşme, faşizme karşı savaş gibi dönemeçler alındı. Sovyet tarihinde bürokratlaşmaya ilişkin birçok kez önlemler alınmaya çalışılmış, uyarılar da yapılmıştır. Fakat SBKP’nin bürokratlaşması, partinin mücadele etmekten vazgeçtiği andan (1950’lerin başından) itibaren bir sonuç olarak gerçeklik haline geldi. Partinin yeniden devrimci hedefleri gündemine alamaması nedeniyle, bürokratlaşma sorunu kronikleşti. Bu durumun “taban inisiyatifi/dinamizmi” ile düzeltilmesi ise mümkün değildir.

17) SB’nin Ekim 1977’de kabul edilen son anayasasında “proletarya diktatörlüğünün tüm halkın devletine dönüştüğü” ilan edilmiştir. Bu ilan, SB’nde sınıflar var olmaya devam ettiği halde, artık aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunmamasına dayandırılmıştır. Yani Sovyet iktidarının temelinin genişlediği ve siyasi iktidarın, tüm toplum üzerinde yükseldiği belirtilmiştir. Bu, Stalin sonrasında teorik bir derinlik kazandırılabilen tek siyasal hamledir ve sorunlu değildir. Fakat bu anayasa, 1936 Anayasası’ndaki mülkiyet ilişkilerini daha ileriye taşımak için hiçbir madde içermiyordu. Tıpkı Hruşçov döneminde “komünist aşamaya geçilmekte olduğu” tezi gibi, Brejniyev dönemindeki “halkın devletine geçiş” de, Sovyet toplumuna doğrultu kazandıracak bir hedef oluşturmuyordu. 1970’lerden itibaren SB’nde sağlık, eğitim, kültür emekçileri ile uzmanlaşmış teknik personel “işçi sınıfından ayrı durma” gayreti içerisine girmişti. “Halkın devletine geçiş”, bu kesimlerin sosyalizmle sorunlarını azaltmaya dönük bir yan da taşıyordu. Fakat SBKP, bu tavır ve düşünceyle ideolojik mücadele görevini, yerine getirmedi. “Halkın devleti” için bir toplumsal seferberlik başlatılmadı. İyi eğitimli kentli kesimler, daha sonra çözülüş sürecinde karşı-devrimin motor gücü olacaklardı.

18) SB, kapitalizmin eşitsizlikçiliği doğallaştırmasına alternatif olarak eşitliğin hava kadar, su kadar doğal olduğunu Sovyet insanına kavratmıştı. Bu durum SB’nin insan faktörünü ne kadar önemsediğinin açık kanıtıdır. Ayrıca geri toplumsal ilişkiler içindeki insanları, okulla, hastaneyle, makinelerle tanıştıran SB’ne, insan faktörünü küçümsediler demek haksızlıktır. Sosyalist kuruluşa milyonlarca insanın emeği, heyecanı, coşkusu katılarak, ilerlendi. SB’nde insanlar mücadele içerisindeydi, kısacası… Fakat 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, mücadele etmeyen bir parti, mücadele etmeyen bir halk yarattı. Stalin ve parti yöneticileri, savaş sonrası SB’nin güvende olduğunu düşünmekle, Sovyet halkları ise eşitliğin ellerinden alınamayacağını düşünmekle hata ettiler.

19) SB’nde 1950’lere kadar aydın damarı canlı tutulmuştur. Kültür ve sanat alanında bu tarihe kadarki yaratım eşsizdir. Bu dönemde SBKP tarafından aydınları harekete geçirici, özgürleştirici, yön gösterici müdahaleler yapılmıştır. Ancak müdahaleler zaman zaman düzeysizleşmiş ve kısıtlayıcı, kalıplaştırıcı da olabilmiştir. 1950’lerden sonraysa, aydın damarı kurumaya başlamış, Sovyet aydını düzenle olan mesafesini açmaya başlamıştır. SBKP bu dönemde aydınlara müdahale edip, onları karşıt konumlanışlara itmemiş, tersine aydınları kendi haline bıraktığı için deforme olmalarının önüne geçmemiştir. Böylelikle ideolojik mücadele hafife alınmıştır. Çünkü aydın ideolojik mücadelede tarihin ileriye gidişinden yana düşünsel şiddet kullanandır. Sovyet aydınları burjuva ideolojisinin etki alanına girmiş oldular. 1980’lere gelindiğinde Sovyet aydınlarının çoğunda “özgürlük ve demokrasi” hayranlığı gelişmişti. Özetle SBKP, aydınlara yön ve hedef sunmaktan vazgeçti ve kendisini de aydınsızlaştırdı. 20 milyon üyeye ulaşan SBKP ile bu partiye üye olan yüz binlerce aydın arasındaki bağ, ideolojik bir perspektifle şekillenmiyordu.

SBKP’nde troçkizmin yenilgiye uğradığı 1927 yılından sonra parti yönetiminin düşünsel derinliği belli ölçülerde kaybolmaya başladı. Boşluğu Stalin dolduruyordu. SBKP, 2. Dünya Savaşı sonrasında soğuk savaşın en önemli cephesinin ideolojik mücadele olduğunu kavrayamadı. Mücadeleciliği bırakan öncü parti, düşünsel olarak da geriliğe mahkûmdu. Çünkü ileri düşünceler, ilerletici mücadelelerden çıkar. Stalin sonrası parti genel sekreterleri teorik üretimi bıraktılar. Teoriyle uğraşmak Bilimler Akademisi’ne ya da Marksizm-Leninizm Enstitüsü’ne bırakıldı. Parti, ileri düşünceden böylelikle uzaklaştı.

20) Tek ülkede sosyalizm kurulabilir, fakat ulaşabileceği sınırları vardır. Bu sınırların nerede yerleştiğini kestirmek mümkün değildir. Sosyalist kuruluş ekonomik ve ayrıca siyasal açıdan komünizme doğru “ilerlenemediğinde geriye düşülen” bir dönemdir. Komünizm ise, ancak dünya ölçeğinde gerçeklik kazanabilir.

SB önderliğinin tek ülkede sosyalizmin kuruluşunu gerçekleştirme dışında bir tercih şansı yoktu. 3. Enternasyonal, yükselen Avrupa devrimine öznel faktörü yetiştirme gayretinin bir sonucuydu. Fakat bu çaba kısmi sonuçlar verebildi. Sonuçta Avrupa’da 1920’lerin ilk yarısında devrimin geriye çekilişi yaşandığından ve artık yeni bir devrimci yükselişin gecikeceği anlaşıldığından, tek ülkede sosyalizmin kuruluşunda ilerlemeye devam edildi. 1924-39 arasında Sovyet işçi sınıfı ilgisini ve enerjisini, sosyalist kuruluşa odakladı. Bu enternasyonalizme ve dünya devrimine ihanet değildir. SB, dünya sosyalist devrimine sırt çevirmemiştir. Örneğin, 1926-7 yılında İngiltere’de yükselen işçi sınıfı hareketini destekleyen Sovyet yönetimi, 1932 yılında bu kez KPD’ye yardım etmekteydi. Moğolistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Laos, Vietnam, Kamboçya, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya, Macaristan, Çekoslavakya, Polonya, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Küba, Demokratik Yemen, Angola, Mozambik, Etiyopya, Afganistan… Tüm bu ülkelerin devrimci iktidarla tanışmasında ve iktidarı korumasında SB’nin özel katkısı bulunuyordu. SB’nin dünya devrimine ihanet ettiği ve bu yüzden çözüldüğü önermesi doğru değildir.

21) Hruşçov’un “barış içinde bir arada yaşama” politikasında yanlış olan barış istemek değildi. Emperyalistlerle barış yapılsa da, asla barışılmaz, mücadele edilir. Emperyalizmin militarist politikalarına karşı yanıtlar vermek varken, ideolojik açıdan ülkeyi savunmasız kılan bu politika, “emperyalizm ve sosyalist devrimler çağı” tanımlamasının yerine geçirildi. Emperyalist ülkelerle mücadele gevşetildi.

22) SB’nin ve dünya işçi sınıfı hareketinin yenildiği coğrafya Avrupa’dır. SB Avrupa’yı bir mücadele alanı olarak terk etmiş, Avrupa’da bir mücadele stratejisi geliştirememiştir. Stalin, gelişmiş kapitalist ülkelerde yeni bir devrimci dönem açılıncaya kadar, emperyalizmle barışı korumak üzerine strateji geliştirmiştir. Stalin’in ölümünden sonra buna bir de, geri kalmış coğrafyalarda emperyalizmi kemirme unsuru eklendi. SB Asya, Afrika ve Latin Amerika’da sömürgeciliğe karşı mücadeleye anti-emperyalist ve sosyalizan bir karakter veren hareketlere açık destekler verdi. SB güvenliğini Avrupa’da kurmuştu, fakat emperyalistlerin halk demokrasileri olan ülkelere ve Baltık Cumhuriyetleri’ne baskısına karşı etkili mücadele geliştirmedi. Emperyalizm, Yugoslavya’yı işin başında kendisine bağlamıştı, Polonya ve Macaristan’ın ekonomisine ve siyasal yaşamına sürekli müdahale ediyordu, Romanya’yı diplomatik etki altına almışlardı, Çekoslovakya ve DAC’inde karşı-devrimci unsurları her zaman diri tuttu. ABD, Avrupa’da, SB’ne dönük “insan hakları ve demokrasi” başlığında bir saldırı başlatmıştı. SSCB tartışma masasına yatırılmıştı…

2. Dünya Savaşı sonrasında SBKP, diğer ülkelerdeki devrimci ve komünist partilere yardım etmiştir, fakat bu partilerin iç işlerine de karışmış ve bazı komünist partileri geriye çekmiştir. SB, hangi ülkede hangi partinin “resmi” parti olduğunu belirler hale gelmiştir. Bunlar yanlıştı. Öte yandan, SBKP “Maoizm, troçkizm ve goşizm”le uğraşayım derken, anti-leninist ve anti-sovyetik Avro-komünizmle ideolojik mücadeleye girişmemiştir. Oysa SB’nin kuşatılmasında Avro-komünizm de yer almaktaydı. Son olarak Çin’in sosyalist kamptan kopması, SB’ni çözülüşe götüren diğer nedenlerden biriydi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.