Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Türkiye işçi sınıfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye işçi sınıfı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2024 Pazartesi

Türkiye’de Suriyeli sığınmacı işçilerin durumu

Mahmut Boyuneğmez

sendika.org için yazdığımız bu yazımızı blogumuzda da yayınlıyoruz. Bağlantı adresi: https://sendika.org/2024/12/turkiyede-suriyeli-siginmaci-iscilerin-durumu-715871 


Türkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz işgüçleri olarak vahşice sömürmeye devam etmektedir. Sığınmacı işçilerin insanca yaşam ve iş koşullarına kavuşmaları, çocuklarının eğitim alması için mücadeleye koyulmaları ve ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte örgütlenmeleri gerekmektedir.

Sığınmacılarla ilgili istatistiklere güvenmeyenler ya da bu verilere dair şüphe duyanlar şu soruları yanıtlamalıdır: Neden sığınmacılara ilişkin resmi veriler gerçekte olan değerlerin çok üzerinde ya da çok altında olsun? Sayılardan şüphe duymak için ya da onlara güvenmemek için ne neden var?.. Örneğin enflasyon hesaplamasında düşük bir oran verilmesi, kitleleri yönlendirmede işlevliyken, sığınmacılar konusunda sayılar iddia edildiği gibi az gösteriliyorsa, bunun amacı nedir? Uluslararası göçmenlerle ilgili kuruluşların sayıları da benzer düzeydeyken, neden sığınmacılarla ilgili resmi verilerden şüphe duyulsun ya da bu verilere güven duyulmasın?.. Resmi verilerden şüphe duymak ya da bunlara güvenmemek için bir neden bulunmamaktadır. Öyleyse sığınmacı emekçilerin ne durumda olduğunun bir panoramasını resmi verilere başvurarak, fakat bununla yetinmeyip yapılan ampirik araştırma sonuçlarıyla ortaya koymak yararlı olacaktır.

Göçmenler gittikleri ülkelerin yerli nüfusunun çalışmak istemediği/çalışmayı kabul etmediği ve 3D olarak nitelenen “kirli, tehlikeli ve zor” (dirty, dangerous and difficult) işleri yapmaktadır. Göçmenlerin emek piyasasına katılımda seçenekleri azdır, yoğun emek gerektiren işlerde kendilerine yer bulurlar. Göçmenler daha sadık ve güvenilir, uzun saatler boyunca çalışmaya hazır işçilerdir. Göçmenlerin pazarlık gücünün sınırlı olması, onları emek piyasasının en mahrumiyet içerisindeki üyeleri yapmaktadır. Göçmenler genellikle kayıt dışı ve korunmasız olarak çalışırlar. 1990’lardan günümüze ev içi bakım hizmetleri ve turizm sektörlerinde çalışan göçmenler bir yana bırakıldığında, Türkiye’de diğer göçmenlerin emek yoğun sektörlerde, ücret pazarlığı yapamadan, düşük nitelikli ve geçici işlerde (tarım, inşaat, tekstil ve hizmetlerde) çalıştığı görülmektedir. Geçimlerini sağlamak, kira ve beslenme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için çoğunlukla Suriyeli mülteci ailelerde yaşı çalışmaya müsait olanların tamamı çalışmak zorunda kalmaktadır.

Türkiye’de 2011 yılından beri Suriye’deki iç savaştan kaçanlar yaşamaktadır. Suriyeli mülteciler Nisan 2014’ten bu yana Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu kapsamında geçici koruma statüsünde bulunmaktadır. 1990’lardan bu yana kitlesel düzensiz göçmen akışıyla karşılaşan ülkeler, göçmenlere doğrudan mülteci statüsü sağlamak yerine geçici koruma statüsü olarak tanımlanan hukuki statüyü kullanma eğilimindeler. Geçici koruma, ağırlayan devletlere daha dar bir sorumluluk yüklemektedir. Türkiye’de sermaye sınıfı için ucuz işgücü arzı oluşturduklarından, sığınmacılar kamplarda uzun süre tutulmamış, halk tabiriyle “etinden-sütünden” yararlanmak üzere işgücü piyasasına dahil edilmişlerdir.

Demografik yapıyı ne kadar etkiliyorlar?

Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre Türkiye’de kayıt altına alınmış geçici koruma statüsündeki Suriyeli sayısı 24 Temmuz 2025 itibarıyla 2 milyon 589 bin 914'ye gerilemiş bulunuyor. Türkiye’de yabancı uyruklu olan ve kayıt dışı bulunan kişi sayısının 300 bin ile 2 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Ortalama 1 milyon düzensiz göçmen (kayıt dışı sığınmacı) olduğu kabul edildiğinde, Türkiye’deki toplam göçmen sayısının 3,6 milyon civarında olduğu görülmektedir. Hatırlayalım; Kemal Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ gibi siyasi figürlerin göçmenler için dile getirmiş olduğu sayılar 10 milyon, hatta 13 milyon düzeyindeydi. Bu kişiler toplumumuzda sığınmacılar konusunda yanlış bir algı ve bakış açısı oluşturmaya çalışanlar korosunda yer almıştır.

Suriyeli sığınmacıların Türkiye toplumunun nüfusuna oranı sadece yüzde 4,21 düzeyindedir. Sığınmacılara dönük bir alerji ve negatif hissiyat geliştirmeye neden olacak şekilde “ülkemizin göçmenlerin işgali altında bulunması” durumu söz konusu değildir.

Veriler 2021 yılından buyana sığınmacı Suriyelilerin sayısının azaldığını göstermektedir. Bunun nedenleri, 2016-2024 yılları arasında 715 bini aşkın Suriyelinin ülkesine geri dönmesi, AB ülkelerine kaçak geçişler, geçici koruma statüsünü kaybeden sığınmacıların oluşu (örneğin 6 Şubat depremi nedeniyle evleri yıkılan sığınmacılardan statülerini sürdürmeleri için gerekli olan adres güncellemesini yapamayanlar var), 238 bin 768 Suriyeli uyrukluya vatandaşlık verilmesidir. 8 Aralık 2024’te Esad hükümetinin devrilmesi sonrası ise kabaca 300 bin Suriyeli sığınmacı ülkelerine geri dönmüştür.

Kamplarda kalan Suriyeli sayısının toplam Suriyeli sayısına oranı yüzde 1,85 olup, Suriyelilerin yüzde 98,15’i şehirlerde yaşamaktadır. En çok Suriyeli sığınmacı barındıran şehir 511 bin 393 kişi ile İstanbul’dur. İstanbul’da Suriyeli sığınmacılar, kent çeperlerindeki yoksul semtlere yerleşmiştir. Semt seçimlerinde akrabalık bağları ve sınıfsal özellikler etkilidir. Kayıtlı Suriyeli sığınmacıların, en yoğun bulundukları ilçe nüfuslarına oranı yüzde 4-9 arasındadır. İstanbul’u 412 bin 153 kişi ile Gaziantep, 243 bin 965 kişi ile Şanlıurfa takip etmektedir. Oran olarak Suriyelilerin en yoğun olduğu şehir ise yüzde 29 ile Kilis’tir. Kilis’te 155 bin 179 Türk vatandaşı ile kayıt altına alınmış 64 bin 105 Suriyeli bulunmaktadır. Suriyeli yoğunluğunda Kilis’i yüzde 16 oranı ile Gaziantep takip etmektedir. Türkiye’de hiçbir ilde Suriyeli sığınmacılar demografik olarak baskın konumda değildir. Başka bir deyişle sığınmacıların, hiçbir ilde nüfus yapısını değiştirecek boyutta bir ağırlığı bulunmamaktadır. Sığınmacılara karşı sınır illerindeki bazı yerelliklerde sığınmacı nüfusun yoğunluğundan kaynaklı hoşnutsuzlukları, tüm ülke genelinde de varmış gibi göstermek bir manipülasyon ve çarpıtmadır.

Nüfus piramidindeki verilerden hareketle yapılan analizlere göre Suriyeli sığınmacıların yıllık ortalama nüfus artış hızı binde 8 civarındadır. Bu artış Türkiye ortalamasının binde 13,9 altındadır. Yeni doğumlarla Suriyeli sığınmacıların nüfusundaki artışın, örneğin 10 yıl sonrasında ülkemizi istila edecek boyutlara ulaşması mümkün görünmemektedir.

Suriyeli sığınmacılar arasında 2017 yılı için yapılan bir çalışmada Türkiye’ye gelmeden önce ülkelerinde aylık geliri 75 dolar ve bunun altında olanların oranı yüzde 83 olarak hesaplanmıştır. Bu oran Suriye’den Türkiye’ye sığınanların önemli ölçüde yoksullar olduğunu göstermektedir.

Sağlık Bakanlığı, AFAD ve DSÖ’nün araştırmasına göre Türkiye’deki 18-69 yaş arasındaki Suriyelilerin ortalama eğitim yılı 8,7’dir. Türkiye’deki Suriyeli nüfus genel olarak lise ve altında eğitime sahiptir.

Türkiye’de 18-69 yaş aralığındaki 5.760 Suriyeli göçmenin örneklemini oluşturduğu bir araştırma kapsamında, Suriyeli erkeklerin yüzde 44,3’ü işçi, yüzde 2,7’si memur olarak çalışmakta, çalışmalarına herhangi bir engel olmamasına ve çalışma isteğinde olmasına rağmen işsiz olan erkeklerin oranı ise yüzde 32 düzeyinde bulunmaktadır. Bu işçiler ağırlıkla vasıfsız işgücüdür. Üstelik Suriye’de aldığı eğitimle ilgili diploması olmasına rağmen Türkiye’de bu diplomaya denklik verilmemesi, vasıflı sığınmacı emekçilerin kendi vasıflarından daha düşük vasıf gerektiren işlerde çalışmaları sonucunu doğurmaktadır. Suriyeli kadınların büyük çoğunluğunu oluşturan yüzde 84,4’lük bir kesimi ev işleriyle uğraşmaktadır/ev kadınıdır. Suriyeli kadınlar çoğunlukla emek yoğun üretim yapan tekstil, hazır giyim ve hizmet sektöründe ya da tarımda kayıt dışı olarak çalışmaktadır. Çalışan ya da iş arayan Suriyeli kadınların önemli bir bölümünü, ülkelerindeki iç savaşta eşini kaybetmiş ve hanenin geçiminden sorumlu olanlar oluşturmaktadır. Bazı illerde evlerinde parça başı dikiş işleri yaparak çalışan kadınlara da rastlanmaktadır.

Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların yüzde 85’inin temel gelir kaynağı çalışarak elde ettikleri ücretlerdir. Suriyeli sığınmacıların çoğunluğu işçi ailelerinden oluşmakta, bir kurum tarafından verilen ayni veya nakdi destek ile geçinmemektedir. Suriyeli sığınmacılara çalışma izni 2016 yılında çıkarılan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik ile verilmeye başlanmış olup, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verilerine göre 2023 yılında çalışma izni olan Suriyeli sayısı 108 bin 520’dir. Suriyeli sığınmacı işçilerin çok büyük bir bölümünün kayıt dışı olarak düşük nitelikli işlerde (özellikle tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde) çalıştığı bilinmektedir. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre yaklaşık 650 bin Suriyeli sığınmacı işçinin kayıt dışı çalıştığı belirtilmektedir. Türkiye’de reel ücretler zaten yüksek enflasyon ile azalmakta ve tüm ücretlerde asgari ücrete doğru bir gerileme yaşanmaktadır. Bunun sığınmacılarla hiçbir ilintisi bulunmamaktadır. Fakat tekstil, inşaat ve tarım sektörlerinde kayıt dışı çalışan sığınmacıların, düşük ücretlerle/yevmiyelerle çalışıp, yerli işçilerle rekabete girdiği görülmektedir.

Yapılan çalışmalarda Suriyeli sığınmacıların oranının nispeten yüksek olduğu illerde, yerli kayıt dışı çalışanların yerini aldıkları yönünde bulgular vardır. Sığınmacıların yoğun olduğu bölgelerde yerli kayıt dışı istihdamın azaldığı, yerli kayıtlı istihdamın fazla etkilenmediği, hatta kısmen arttığı, yerli çalışanların ücretlerinde ise anlamlı bir değişiklik olmadığı bulunmuştur. Fakat bu konu tartışmalıdır. Düşük nitelikli işlerde Türkiyeli ve Suriyeli işçiler arasında rekabetin arttığı, bunun da zaten düşük olan ücretleri baskıladığı yönünde değerlendirmeler bulunmaktadır.

Ortalama gelirleri asgari ücretin altında

Suriyelilerin 2017 yılında Türkiye’deki aylık ortalama kazançlarının 908 TL (229,39 dolar) olduğu tespit edilmiştir. Bu tarih itibari ile Türkiye’deki asgari ücret 354,70 dolara karşılık geldiğinden, Suriyeli işçilerin Türkiye’de asgari ücretin altında ücretlerle çalışmasına rağmen Suriye’deki kazançlarına kıyasla daha fazla gelir elde etmekte oldukları anlaşılmaktadır. Fakat satın alma gücü açısından değerlendirildiğinde ülkelerindekine göre Türkiye’deki artan kazançlarına rağmen Suriyeli ailelerin yüzde 77’sinin temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı saptanmıştır. Sığınmacı kadın işçiler genellikle istihdam edildikleri sektörlerde hem yerli kadın işçiler hem de göçmen erkek işçilere göre düşük ücretle çalıştırılmaktadır.

Türkiye işçi sınıfının bir bileşeni olan Suriyeli sığınmacı işçiler, vasıfsızlık, çalışma izinlerinin olmaması ve Türkçe dilinde yetersizlik nedeniyle ağırlıkla kayıt dışı sektörlerde, düzensiz işlerde, kolayca işten çıkarılma tehdidi altında, uzun süreler boyunca, asgari ücretten düşük ücretlerle, kimi durumlarda ücretleri ödenmeyerek ya da patronlarla yaptıkları anlaşmadan daha düşük ücretler ödenerek, en kötü/ölüm ve yaralanma riskine en açık koşullarda (iş güvenliği ve sağlığı tedbirlerinin olmadığı koşullarda), sosyal güvenceden yoksun (sigortalanmadan), sendikaları ve örgütlülükleri olmadan çalışmakta ve yoksulluk içerisinde yaşamaktadır. Yapılan araştırmalar Suriyeli göçmenlerin yerli işçilere göre düşük ücretlerle çalıştırılmasının farklı sektörlerde yaygın bir uygulama olduğunu göstermektedir. Bu çalışma koşullarına sahip işçi sınıfı bölmesine “prekarya” denmektedir. Suriyeli sığınmacı işçiler, Türkiye işçi sınıfının yeni prekaryasını oluşturmaktadır. Ve elbette çalışma koşullarındaki olumsuzluklardan sığınmacılar değil, kapitalistler ile bu koşulların hukuksal ve politik düzenleyicileri sorumludur.

Doğu, Güneydoğu ve Akdeniz bölgelerindeki illerde yaşayan kent yoksulları ve mülksüz halk yanı sıra Suriyeli sığınmacılar, mevsimlik tarım işçiliğinde başat konumdadır. Mevsimlik tarım işçileri çoğu durumda günde 10-12 saat, zor koşullarda çalışmaktadır. Çocuklar ve kadınlar tarımsal ücretli işçiliğin temel aktörleridir. Tarım işçiliği yapan Suriyeli sığınmacılar meslekleri olmadığı ve başka iş bulamadığından bu işleri yapmaktadır. Düşük günlük ücretlerin olduğu tarım sektöründe kazançlarını artırmanın ve kalabalık aileleri geçindirmenin yolu, aile ve akrabaların çocuklarla birlikte çalışmasıdır. Suriyeli sığınmacılar özellikle Adana-Mersin-Şanlıurfa-Gaziantep bölgesinde tarımda yaygın olarak çalışmaktadır.

Kayıt dışılığın yaygın olduğu tekstil sektöründe düşük ücretler, güvencesizlik ve yüksek çalışma saatleri bulunmaktadır. Küçük ve orta ölçekli tekstil firmaları, uluslararası büyük tekellerin tedarikçisidir ve kendilerinin de fason alt tedarikçileri bulunmaktadır. Böylelikle bu uluslararası tekeller tedarikçi firmalarda kayıt dışı çalışan ucuz işgücünün aşırı sömürüsü üzerinden emperyalist payını almaktadır. İstanbul’daki tekstil işçileri arasında yapılan bir araştırmaya göre, işçilerin ancak yüzde 2,3’ü haftada yasal çalışma süresi olan 45 saat çalıştığını ifade etmiştir. İşçilerin yüzde 14,26’sı haftada 46-50 saat, yüzde 32,17’si haftada 51-55 saat, yüzde 19,73’ü haftada 56-60 saat, yüzde 16,58’i haftada 61-65 saat, yüzde 14,93’ü ise haftada 65 saatten fazla çalışmaktadır. Yerli ve sığınmacı tüm İşçilerin 3’te 1’inin ücreti asgari ücretin altındayken, Suriyeli tüm işçilerin yaklaşık yarısı, Suriyeli sığınmacı kadın işçilerinse tamamı asgari ücretin altında çalışmaktadır. Yerli işçiler arasında asgari ücretin altındaki bir ücretle çalışan işçiler yaklaşık yüzde 20’lik bir orandadır. Sigortasız ve kayıt dışı çalışmanın yaygın olduğu sektörde işçiler hem cinsiyet hem de Türkiyeli/Suriyeli olmak bakımından ayrışmakta ve emek piyasasının en üstünde Türkiyeli erkek işçiler, ikinci seviyede Türkiyeli kadın işçiler, üçüncü seviyede Suriyeli erkek işçiler, ücret skalasının en altında ise Suriyeli kadın işçiler yer almaktadır. İstanbul’da tekstil sektöründeki Suriyeli işçilerin yüzde 98,6’sı kirada oturmakta, bu konutlarda işçilerin yüzde 54’ü 7’den fazla kişiyle birlikte yaşamaktadır, öyle ki 10’den fazla kişiyle birlikte yaşayan işçilerin oranının yaklaşık yüzde 26 düzeyinde olduğu saptanmıştır.

Gelişmekte olan ülkelerde inşaat işçilerinin önemli bir kısmı kırdan kente göç eden birinci kuşak işçilerden oluşmaktadır. Türkiye’de inşaat işgücü piyasasının sayısal olarak önemli bir kısmını Kürt kökenli işçilerin oluşturduğu tahmin edilmektedir. Taşeronlaşma düşük ücret karşılığında çalışmaya razı, daha hızlı çalışabilecek, iş güvenliği önlemlerinin alınmadığı ortamlarda çalışmaya itiraz etmeyecek işçileri inşaat sektörüne dahil etmektedir. Suriyeli işçilerin daha düşük ücretle çalışmaları, daha uzun saatler boyunca çalıştırılmaları, sosyal güvencelerinin olmaması gibi etkenler taşeronların yerli işçiler yerine Suriyeli göçmen işçileri çalıştırmayı tercih edebilmelerine neden olmaktadır. Amaçlanan sömürü oranını artırmaktır. Suriyeli sığınmacı işçiler inşaat sektörüne dahil oldukları yerlerde işçiler arasındaki rekabeti artırmıştır.

400 bin Suriyeli çocuk okula gitmiyor

Geçici koruma altındaki Suriyelilerin yaklaşık 1 milyon 124 bin 353’ü zorunlu eğitim çağındaki çocuklardır. 2021’in Kasım ayı itibariyle okul çağındaki Suriyeli çocukların yüzde 65’i devlet okullarına devam etmektedir. Yaklaşık olarak 400.000 Suriyeli çocuk okul dışındadır. 2020-21 eğitim yılı için ilk ve ortaokul düzeyinde okullaşma neredeyse yüzde 80 iken, lise düzeyinde okula gitme oranı yüzde 39 düzeyindedir (yerlilerde yaklaşık yüzde 85). Okula gitmeyen sığınmacı çocuklar ya ev içi işlerde çalışmakta (özellikle kız çocuklar) ya da ailelerinin yoksul olması yüzünden gelir sağlamak amacıyla çocuk işçi olarak çalışmak zorunda kalmaktadır. Suriyeli çocuk ve gençlerin ailelerinin gelirini artırmak amacıyla düşük ücretler karşılığında yevmiye usulü çalışmak zorunda oldukları bilinmektedir. Sığınmacı çocukların çalışma yaşının 6’ya kadar düştüğü saptanmıştır. 15-17 yaşındaki Suriyeli sığınmacı erkek çocukların yüzde 48’i ücretli bir işte çalışmaktadır. Bu oran, savaş öncesi Suriye’deki orandan (yüzde 29) çok daha yüksektir. Sığınmacı çocukların hakkı olan eğitimden mahrum kalmaları ve çocuk işçi olmaları, büyük bir sorundur. Tıpkı zorunlu eğitim çağında olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocukların yüzde 3,9’unun, yani yaklaşık 612 bin 814 çocuğun eğitim dışında bulunması gibi.

Sığınmacı çocuk işçiler sanayide tekstil ya da ayakkabı atölyelerinde, araba tamirhanelerinde, hizmet sektöründe ya da sokaklarda çok düşük ücretlerle/kazançlarla, 12 saate varan çalışma süreleri boyunca çalışmaktadır. Yerli küçük atölyelerde olduğu kadar, dünyaca ünlü markaların/uluslararası firmaların tedarikçilerine ait fabrikalarda da bu çocuklar, erişkin Suriyeli sığınmacılarla birlikte iliğine kadar vampir sermayedarlar tarafından sömürülmektedir. Suriyeli sığınmacı çocukların işçilik yapmasının temel nedeni ailelerinin yoksulluğudur.

İstanbul’da 12-24 yaş arası Suriyeli genç ve çocuklar arasında yapılan bir araştırmada, bu insanların karşılaştıkları sorunların eğitime devam edememe, çalışacak iş bulamama, Türkçe konuşamama, yoksulluk, sömürü, ayrımcılık ve sosyal hizmetlere sınırlı erişim olduğu saptanmıştır.

Suriyeliler suç oranını artırıyor mu?

Emperyalist ülkelerin vekil savaşından/ülkelerindeki iç savaştan kaçıp, ülkemize sığınmış Suriyelilerin yüzde 74’ünü (2 milyon 291 bin 126 kişi) kadın ve çocuklar oluşturmaktadır. 18 yaş altında olanların/çocukların Suriyeli sığınmacılar içerisindeki payı yüzde 50’dir. Kadınlarda ve çocuklardaki suç oranlarının, erkeklerdekine göre düşük olduğu bilinmektedir. Resmi rakamlara göre sığınmacıların suç oranı 2014 yılından itibaren 2022 yılına kadar yüzde 1,32 düzeyindedir. Buna göre Suriyeli sığınmacılar arasında 100 binde 1320 kişi suç işlemektedir. 2021 yılında Türkiye’de 3 milyon 290 bin 195 ceza davası açılmış, bunların 2 milyon 529 bin 492'sinde (yüzde 50,6) mahkûmiyet kararı verilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de 100 bin kişiden 2984 kişinin mahkûmiyetle sonuçlanmış suçu bulunmaktadır. Öyleyse sığınmacıların suç oranlarını artırdığı ve daha çok suç işledikleri düşüncesi, yanlıştır. 2022 yılında yayınlanan bir araştırma da Suriyelilerin suç istatistiklerine anlamlı bir etkisi olmadığını göstermiştir. Ayrıca bir çalışmada “son 5 yıl içinde bir Suriyeliden zarar gördünüz mü?” şeklinde sorulmuş, katılımcılardan yüzde 11,4’ü bizzat kendisinin, yüzde 6,8’si ailesinin zarar gördüğünü belirtirken, yüzde 30,8’i duyumlara dayalı olarak çevresindekilerin zarar gördüğünü ifade etmiştir. Suriyeli sığınmacılardan kendisinin ya da ailesinin zarar görmediğini belirtenlerin oranı kabaca 10’da 9’düzeyinde olup, Suriyelilerin suçlara daha fazla karıştıkları iddiası bir “şehir efsanesi”dir.

Suriyeli göçmenlerin ekonomik etkisi sonucu Türkiye Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH)’sının kısa dönemde yüzde 2, uzun dönemde yüzde 4 artması beklenmektedir. Bu oranların oldukça düşük olması, Suriyeli sığınmacıların sömürüsü üzerinden ortaya çıkan değer büyüklüğünün çok fazla olmadığını göstermektedir. Fakat kayıt dışı sektörde sığınmacılar üzerindeki sömürü derecesinin (artık-değer oranının) yüksek olması, patronların iştahını kabartmakta, ellerini ovuşturmaktadır.

Suriyeli sığınmacıların çoğunluğunun ülkemize geliş nedeninin zorunluluktan kaynaklandığı, emperyalist ülke devletlerinin Suriye’de yürüttükleri vekalet savaşı nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kaldıkları bilinmektedir. Türk-İş’in 2020 yılı başlarında yayınlanan araştırmasına göre, savaş nedeniyle sığınmacılar arasında her iki evden birinde bir kişi ölmüş ve Suriyelilerin yüzde 76,5’i can güvenliği nedeniyle Türkiye’ye gelmiştir. 8 Aralık 2024 tarihinde Esad yönetiminin devrilmesi sonrasında Türkiye'deki sığınmacı Suriyelilerin kabaca 300 bininin ülkelerine dönmesine rağmen, Türkiye'deki sığınmacı Suriyelilerin önemli bir bölümünün ülkelerine dönmeyeceği anlaşılıyor. Türkiye kapitalizmi ve sermaye sınıfı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelen göçmen emekçileri örgütsüz olduklarından ucuz işgüçleri olarak vahşice sömürmeye devam etmektedir. Sığınmacı işçilerin insanca yaşam ve iş koşullarına kavuşmaları, çocuklarının eğitim alması için mücadeleye koyulmaları ve ülkemizdeki diğer emekçilerle birlikte örgütlenmeleri gerekmektedir.

Notlar:

i.               Ocak 2016 tarihinde geçici koruma altındaki Suriyelilere çalışma izni hakkı tanınmıştır. Yasal düzenlemeye göre çalışma izni başvurusunu patron yapmakta ve yıllık çalışma izni harcını yatırmaktadır. Çalışma izni olan Suriyelilerin en az asgari ücret alması gerekir. Çalışma iznine sahip olabilmek için geçici koruma altındaki Suriyelinin en az 6 ay kayıtlı olması gereklidir ve işçiler ancak kayıtlı olduğu ilde çalışma hakkına sahiptir. Bir işyerinde çalışan Suriyeli sayısı toplam çalışanın yüzde 10’unu geçmemelidir (Çalışma İzni Yönetmeliği, 2016). Bu düzenleme ve patronların kârlarını artırma isteği, sığınmacıların kayıt dışı, eş deyişle yasal olmayan çalışmasını getirmektedir. Sigortasız, düşük ücretlerle ve uzun saatler boyunca…

ii.       Prekarya, işçi sınıfının en alttaki bölmesi olup, çalışma hayatında istihdam güvencesi, iş güvencesi, çalışma güvenliği, vasıfların yeniden üretiminin güvencesi, gelir güvencesi gibi çeşitli güvencelerden yoksun olanlardan oluşmaktadır.

iii.           Kayıt dışı ekonomi yasal ürün ve hizmetlerin kamu otoritesinin bilgisi dışında üretilmesidir. Ya işyeri kayıt dışıdır, devlete kaydı yapılmamıştır ya da işyeri ve işyerindeki bazı çalışanlar kayıtlıyken diğer çalışanların kaydı yapılmamıştır. Patronların bir hilesi olarak “elden ödemeler” de kayıt dışıdır. Bu durumda işçilerin yasal, kayıtlı ücreti gerçek ücretlerinin altında gösterilmekte ve patronlar bu sayede daha az prim ödemektedir. Türkiye’de ekonominin yaklaşık 1/3’ü kayıt dışıdır.

Kaynaklar:

1.       https://www.goc.gov.tr/gecici-koruma5638

2.       https://www.unhcr.org/tr/turkiyedeki-multeciler-ve-siginmacilar

3.       https://teyit.org/dosya/turkiyedeki-siginmaci-sayisi-veriler-ne-soyluyor

4.       https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1129860

5.       https://www.calismatoplum.org/wp-content/uploads/2024/05/cvt_2018_56-2.pdf

6.       https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1439333

7.       https://www.csgb.gov.tr/istatistikler/calisma-hayati-istatistikleri/resmi-istatistik-programi/calisma-izin-istatistikleri/

8.       https://users.metu.edu.tr/etaymaz/gocun_ekonomisi.html

9.    https://www.unicef.org/turkiye/media/15891/file/TyüzdeC3yüzde9CRKyüzdeC4yüzdeB0YEyüzdeE2yüzde80yüzde99DEyüzde20GEyüzdeC3yüzde87yüzdeC4yüzdeB0CyüzdeC4yüzdeB0yüzde20KORUMAyüzde20ALTINDAyüzde20OLANyüzde20SURyüzdeC4yüzdeB0YELyüzdeC4yüzdeB0yüzde20yüzdeC3yüzde87OCUKLARAyüzde20YyüzdeC3yüzde96NELyüzdeC4yüzdeB0Kyüzde20EyüzdeC4yüzde9EyüzdeC4yüzdeB0TyüzdeC4yüzdeB0Myüzde20MyüzdeC3yüzde9CDAHALESyüzdeC4yüzdeB0NyüzdeC4yüzdeB0Nyüzde20BELGELENDyüzdeC4yüzdeB0RyüzdeC4yüzdeB0LMESyüzdeC4yüzdeB0yüzde20yüzdeE2yüzde80yüzde93yüzde20NyüzdeC4yüzdeB0HAyüzdeC4yüzdeB0yüzde20RAPOR.pdf

10.    https://www.egitimreformugirisimi.org/egitim-izleme-raporu-2024/

11.    https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/

12.    https://t24.com.tr/haber/turkiye-de-suc-oranlari-artiyor,1057612

13.    https://archive.md/ADHql

14.    Suriyeliler Barometresi 2020

15.    http://kutuphane.turkis.org.tr/cgi-bin/koha/opac-retrieve-file.pl?id=be422972aeb357a219acec109d0bae20

16.    https://www.bbc.com/turkce/articles/cn9dqn9eldpo#:~:text=Suriyelilerinyüzde20belirliyüzde20yerlereyüzde20yoyüzdeC4yüzde9FunlayüzdeC5yüzde9FmasyüzdeC4yüzdeB1nyüzdeC4yüzdeB1yüzde20engellemeye,sonucuyüzde20olarakyüzde20Suriyelilerinyüzde20sayyüzdeC4yüzdeB1syüzdeC4yüzdeB1yüzde20azalyüzdeC4yüzdeB1yor.

17.    https://calismaortami.fisek.org.tr/icerik/gocmen-isciler-neden-orgutlenmeli-nasil-orgutlenmeli/

19 Mayıs 2024 Pazar

İşçi sınıfının işsizlik oranı

Mahmut Boyuneğmez

“Oran, parçayla bütün arasındaki bağıntı” olarak tanımlanır. Türkiye’de işsizlik oranları hesaplanırken, işsizlerin sayısı (parça), işçi sınıfının tüm üyelerinin sayısına (bütün) bölünerek bulunmuyor. Yani aslında işsizlik oranı olarak bizlere sunulanlar, “oran” değil!..


Yazıyı şu bağlantı adresinde okuyabilirsiniz: https://sendika.org/2024/05/isci-sinifinin-issizlik-orani-705897

14 Temmuz 2013 Pazar

[İşçi Sınıfının İşsizlik Oranı - Mahmut Boyuneğmez]

Konu: İşsizlik oranının, işçi sınıfındaki gerçek düzeyinin saptanması için bir öneri.

TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu)’nun “istihdam” tanımına, ücretli-maaşlı, yevmiyeli çalışanların yanı sıra “kendi hesabına çalışanlar”, “işverenler” ve “ücretsiz aile işçileri” kategorileri dâhil edilmektedir. Üretici kooperatifi üyeleri, mesleki bilgi ve görgülerini artırmak amacıyla belirli bir menfaat (ayni ya da nakdi gelir, sosyal güvence, cep harçlığı, bahşiş vb.) karşılığında çalışan çıraklar ve stajyer öğrenciler de “istihdam” halinde olanlar kapsamına alınmaktadır. TÜİK’in “işgücü” olarak değerlendirmeye aldığı kesimse, “istihdam edilenler” ile “işsizlerin” oluşturduğu nüfusu kapsamaktadır.[1] 

TÜİK’e göre bir kişinin işsiz olarak tanımlanabilmesi için, şu üç koşulu birlikte sağlaması gerekmektedir: “Çalışabilir çağdaki nüfusa dâhil olan kişilerden;

a. Referans döneminde bir işi olmayan, ücretli, kendi hesabına veya işveren olarak ‘bir saat bile olsa’ bir işte çalışmayan,

b. Referans haftası ile biten son 3 ay içinde iş aramak üzere, ücretli, kendi hesabına veya işveren olarak çalışmak üzere iş arayan (iş arama kanallarından en az birini kullanmış olan),

c. Referans dönemini takip eden iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olanlar.”[2] “işsiz” sayılmaktadır.

Bu tanımlara ve kıstaslara göre düzenlenmiş Hanehalkı İşgücü Anketi’yle elde edilen veriler, “işsizlik oranının” bulunmasında kullanılmaktadır. “TÜİK-işsizlik oranı”, “işsizler”/“işgücü” formülüyle hesaplanmaktadır. Bunu 2006 yılı verilerini dikkate alarak örneklendirelim: 2006 yılında TÜİK verilerine göre 2 milyon 328 bin kişi “işsiz”, 22 milyon 751 kişiyse “işgücü” olarak görünmektedir. Bu durumda 2 milyon 328 bin/22 milyon 751=%10,2 “işsizlik oranı” olarak sunulmaktadır.

Hesaplanan bu işsizlik oranına, “sahte işsizlik oranı” denmelidir. TÜİK-işsizlik oranını “sahte” olarak nitelendirmemizin iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi, işsizlerin niceliği eksik bir biçimde hesaba katılmaktadır. İkincisi, işsizlik oranı hesaplanırken dikkate alınan “işgücü” niceliğine, patronların, esnafların, ücretsiz aile çalışanlarının sayıları da dâhil edilmektedir. Sonuçta “TÜİK-işsizlik oranı”, işçi sınıfının işsizlik oranını yansıtmamaktadır. İşsizlik oranı TÜİK tarafından, gerçekte olduğundan daha düşük düzeylerde gösterilmektedir.

Biz, işsizlik oranı hesaplanırken dikkate alınacak işgücü kapsamına patron sınıfının, geleneksel küçük burjuvazi ve köylü sınıfının büyüklüklerinin dâhil edilmemesi gerektiğini, işgücü olarak sadece işçi sınıfının niceliksel toplamının dikkate alınması gerektiğini savunuyoruz. Sadece işçi sınıfının sahip olduğu metalaşmış işgücüne, proleter işgücü diyoruz. Üstelik işsizlik oranı hesaplanırken değerlendirmeye alınacak işsiz kitlesinin büyüklüğüne, “işgücüne dâhil olmayanlar” kategorisindeki “iş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar”ın[3] da eklenmesi gerektiğini öne sürüyoruz.

Dolayısıyla proleter işgücü sayısını bulmak için, “TÜİK-işgücü” sayısından, “kendi hesabına çalışanlar”, “işverenler”, “ücretsiz aile işçileri” olarak adlandırılanların niceliğini çıkarmak gerekmektedir. Proleter işgücü sayısı, ücretli-maaşlı ya da yevmiyeli olarak çalışanların sayısına, gerçek işsiz sayısı eklenerek de bulunabilmektedir. Örnek olarak seçtiğimiz 2006 yılı için, “kendi hesabına çalışanlar” 4 milyon 555 bin, “işverenler” 1 milyon 162 bin ve “ücretsiz aile işçileri” 2 milyon 678 bin kişidir. Bu sayıların toplamı olan 8 milyon 395 bin kişi, işgücünü satmadığından işçi sınıfının nicel büyüklüğüne dâhil edilmemelidir. Çalışan işçilerin sayısı, “TÜİK-istihdam” sayısından bu sayıyı çıkararak ya da doğrudan ücretli-maaşlı ve yevmiyeli çalışanların sayıları toplanarak elde edilebilmektedir. Bu durumda 2006 yılında, 12 milyon 028 bin kişi ücretli-maaşlı ya da yevmiyeli olarak çalışmaktadır.[4] 2006 yılı için işçi sınıfının işsizlik oranı (“gerçek işsizlik oranı” da denebilir) hesaplanırken kullanılması gereken işgücü niceliği, bu sayıya, 2006 yılı için hesapladığımız işsiz sayısının eklenmesiyle bulunur.

İşsiz sayısını daha gerçekçi biçimde hesaplamak içinse, “TÜİK-işsiz” sayısına, “işgücüne dâhil olmayanlar” kategorisine dâhil edilmiş olan “iş bulma ümidi olmayanlar” ve “diğer-iş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar”ın niceliğini eklemek gerekir. Örnek olarak dikkate aldığımız 2006 yılında, “iş bulma ümidi olmayanlar”ın sayısı 624 bin, “diğer-iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar”ın sayısı 1 milyon 285 bin olduğuna göre, bu yıl için işgücüne dâhil olmayanlardan toplam 1 milyon 909 bin kişi, yanlış bir biçimde işsizlerin sayısına dâhil edilmemektedir. TÜİK’in “işsiz” sayısı olan 2 milyon 328 bine bu sayı da eklenince, 2006 yılında bulduğumuz işsiz sayısı 4 milyon 237 bin kişidir.

İşçi sınıfının işsizlik oranı, elde edilen işsiz sayısı, işçi sınıfının çalışan ve işsiz olan niceliğine bölünerek hesaplanmalıdır. Bu durumda 2006 yılı için, sınıfın işsizlik oranı, 4 milyon 237 bin işsiz/(12 milyon 028 bin ücretli-maaşlı ve yevmiyeli çalışanlar+4 milyon 237 bin işsiz) hesaplamasıyla % 26.05 olarak karşımıza çıkmaktadır. Tablo’da 2006, 2007, 2008 yılı ve 2009 Ekim ayında Türkiye’de “işgücü” ile işçi sınıfının işgücü durumuna ilişkin veriler ve işçi sınıfının işsizlik oranı yansıtılmaktadır.



2006
2007
2008
2009 Ekim
TÜİK-işgücü (000)
22.751
23.114
23.805
25.319
TÜİK-istihdam edilenler (000)
20.423
20.738
21.194
22.019
TÜİK-işsiz (000)
2.328
2.376
2.611
3.299
TÜİK-işsizlik oranı (%)
10.2
10.3
11
13
Çalışan işçiler (ücretli + yevmiyeli) (000)
12.028
12.534
12.937
13.319
“İşgücüne dahil olmayanlar” içinde “iş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar” (iş bulma ümidi olmayanlar + diğer) (000)
1.909
1.742
1.850
1.897
Hesaplanan işsiz sayısı (TÜİK-işsiz + “iş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar”) (000)
4.237
4.118
4.461
5.196
Proleter işgücü (Çalışan işçiler + işsizler) (000)
16.265
16.652
17.398
18.515
İşçi sınıfının işsizlik oranı (hesaplanan işsiz sayısı / proleter işgücü sayısı) (%)
26.05
24.73
25.64
28.06

Tablo: 15 yaş üstü işgücü durumu. (Kaynak: TÜİK verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır)

Tabloda da görüldüğü üzere, 2006, 2007 ve 2008 yılında Türkiye’de işsizlik oranı % 10 düzeyinde değildir. Bu oran, % 25 civarındadır. Bu yıllarda TÜİK tarafından her 10 “işgücünden”[5] 1’i işsiz olarak gösterilmekteyse de, gerçekte 15 yaş üzerindeki her 4 işçiden 1’i işsizdir. Türkiye’de bahsedilen üç yılda, her 3 çalışır durumdaki işçiye karşılık, 1 işçi, işsiz durumdadır. Kapitalist Türkiye’de çocuk işçiliği (öğrenim görmesi gerekirken çalışmak zorunda kalan işçi çocuklar) konusuysa bu yazının sınırlarını aşmaktadır.

2009 Ekim ayı verilerine göreyse, sınıfın işsizlik oranı %28 düzeyinde görünmektedir. Krizin etkisiyle %3 düzeyinde bir artışın olduğu anlaşılmaktadır.

Not: Bu yazıda kullanılan veriler TÜİK’in revize ettiği verilerdir. TÜİK’in ADNKS (adrese dayalı nüfus kayıt sistemi)’ni dikkate alarak verilerde düzeltmeler yapmış olmasının, işsizlik oranlarını belirgin biçimde etkilemediğini de belirtmek gerekir.



[1] TÜİK’in “işgücü” tanımı ve bununla ilişkili diğer tanımlamalar için bakılabilecek internet adresi; http://www.tuik.gov.tr

[2] http://www.tuik.gov.tr/isgucu/jsp/body/issizacik.jsp. “Ayrıca, üç ay içinde başlayabileceği bir iş bulmuş ya da kendi işini kurmuş ancak işe başlamak ya da işbaşı yapmak için çeşitli eksikliklerini tamamlamak amacıyla bekleyenlerden iki hafta içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kişiler de işsiz kabul edilmektedir.”

[3] http://www.tuik.gov.tr Sitede tanımlar şu şekilde verilmektedir: “İşgücüne dâhil olmayan nüfus: İşşiz veya istihdamda bulunmayan kurumsal olmayan çalışma çağındaki nüfustur. İşgücüne dahil olmayanlar aşağıdaki gruplara ayrılmıştır. İş aramayıp, çalışmaya hazır olanlar: Çeşitli nedenlerle iş aramayan, ancak 2 hafta içinde iş başı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir. İş bulma ümidi olmayanlar: Bölgede iş bulunmadığına veya bölgede kendisine uygun iş olmadığına inandığı ya da nereden iş arayacağını bilmediği için iş aramayıp, ancak iş başı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir. Diğer: Mevsimlik çalışma, ev kadını olma, öğrencilik, irad sahibi olma, emeklilik ve çalışamaz halde olma gibi nedenlerle iş aramayıp, ancak iş başı yapmaya hazır olduğunu belirten kişilerdir.” Bu noktada, bütün ev kadınlarını, bütün öğrencileri ve emeklileri vb. işsiz kategorisi kapsamına aldığımız sanılmamalıdır. Belirtilen kesimlerden iş aramayıp, “çalışmaya hazır olan”, “2 hafta içinde iş başı yapmaya hazır olduğunu belirten” kişiler işsiz sayılmıştır. Bu kitle işgücünü satmaya hazır durumda ama çalışmamaktadır. TÜİK’in “işgücüne dâhil olmayanlar” kategorisi kapsamında, mevsimlik çalışma, ev işleriyle meşgul olma, eğitim/öğretime devam etme, emekli, çalışamaz halde olma ve ailevi/kişisel ya da diğer nedenlerle, “iş aramayan ve iş başı yapmaya hazır olmayanlar” da vardır. Ayrıca, Hacer Ansal, Suat Küçükçifçi, Özlem Onaran, Benan Zeki Orbay, Türkiye Emek Piyasasının Yapısı ve İşsizlik, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, Kasım 2000, s.109-112’da, işsizlik olgusu, işsizlere iş aramayıp iş başı yapmaya hazır olanlar eklenerek de değerlendirilmiştir.

[4] http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8 - İstihdam Edilenlerin Yillar Ve Cinsiyete Göre İşteki Durumu

[5] TÜİK “işgücüne”, işçilerin yanısıra patronları, esnafları, köylüleri de dâhil edilmektedir. “Kendi hesabına çalışanların” ve “ücretsiz aile işçilerinin” de bir işgücü ya da emekgücü vardır. Ancak bu işgücü ücret karşılığı satılan, metalaşmış bir işgücü değildir. Bu noktada Marx’ın iki saptamasını hatırlamak gerekir. Bir; kapitalizmin gelişirken, küçük burjuvazi için genel bir proleterleşme eğilimi söz konusudur (bkz; özellikle Komünist Manifesto). İki; Kırsal bölgeler/tarım, sanayi için “saklı artı-nüfus” deposu konumundadır (bkz; Karl Marx, Kapital I. Cilt, Çeviren: Alaattin Bilgi, Sol Yayınları, Yedinci Baskı, 2004, s. 612). Türkiye’de nispi artı-nüfusun bu “saklı” kısmı, tarımdaki “ücretsiz aile çalışanları”dır. Türkiye’de günümüzde kırsal nüfusun %30’lar düzeyine kadar gerilemiş olması, proleterleşme süreciyle uyumludur.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

[Atalay Girgin'in Doğruları ve Yanılgısı – Mahmut Boyuneğmez]

Konu: Atalay Girgin’in, 08.01.2010 tarihinde Radikal gazetesinin internet sitesinde yayınlanan, TEKEL işçilerinin eylemlilik sürecini değerlendirdiği, “Sınıfsal hak, Tekel İşçileri ve Sosyalistler” başlıklı yazısı eleştirilmektedir.

Sınıfsal hak, Tekel işçileri ve sosyalistler - Atalay Girgin, Felsefe Öğretmeni

Sınıfın varlığına ilişkin yanılsamayı güçlendiren tüm bu yaklaşımları da dikkate alarak, “Türkiye'de (Batı'daki gibi) bir işçi sınıfı yoktur” hükmünün doğru olduğu söylenebilir mi?

21.yüzyılın sözüm ona “post-modern dünyası”nda, dönem dönem köşe yazılarına dek yansır. Avrupa-merkezci bir tarzda toplumsal mücadeleler tarihine ve bunun içinde de işçi sınıfının oluşma, mücadele ve örgütlenme tarihine ilişkin ‘mürekkep yalamış’ ve arada sırada da bu konuda kelam eylemeye meraklı kimi zevat şöyle yazar : Bizde Batı’daki gibi bir işçi sınıfı yoktur. Ardı sıra da vaziyeti dengelemek ve yanılsamayı güçlendirmek için “burjuvazi de yoktur” derler. Bu söz, sağından solundan çekiştirilerek, nihayetinde “Türkiye’de işçi sınıfı yoktur” hükmüne dönüştürülüverir.

Ne yazık ki, bu yanılsamayı güçlendirecek yaklaşımlar da geçmişten günümüze hiç eksik olmamıştır: Hem memur sendikaları hem de özellikle işçi sendikaları ve üyeleri, sınıfsal hak mücadelesi yapmaktan çok, bir biçimde verilmiş ya da edinilmiş ayrıcalıklarını (artık yenileri şimdilik söz konusu olmadığı için) koruma peşine düşmüşlerdir. Sınıfsal olarak kazanmak yerine, “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışına kapılanmışlardır. Keza, “sınıf sınıf” diyen bazı devrimci-sosyalist kesimlerin de, lâfzîliği ve kitabiliği aşamayıp tekil ve salt kendilerine dönük “ayrıcalık” talepleri eksenindeki işçi eylemleri ve mücadelelerine, “kahramanlık”, “şanlılık” sıfatları yükleyen hamasi yaklaşımlarını ve methiyelerini de bunlara eklemek gerek.

Öte yandan, “Mülk Allah’ındır” söyleminin ardında, üretim araçlarının özel mülkiyetini ve insanın insanı sömürüsünü meşrulaştıran; sınıfın kolektif bilinci üzerinde yarattıkları yanılsamayla kapitalist sömürü düzenine ideolojik-siyasal-örgütsel anlamda paratoner olan, her düzey ve konumdaki “gönüllü kullar”ın etkisiyse, görmezlikten gelinemeyecek denli apayrı bir konudur. Yeter ki, eklektik bir tarzda ampirik verilerle bezenip genellenmiş ve sonra da sanattan siyasete dek toplumsal yaşamın her alanında ve ‘aydın’lar nezdinde “ideolojik esir”liğin argümanı kılınmış, düşünsel ve yanılsamalarla malûl “post-modern dünya” algısı, dünyanın, bölgenin ve toplumun gerçekliğine giydirilmemiş olsun… Çünkü bunlar (hem din hem de post-modernizm), toplumsal gerçekliğin, sınıfsal boyutlarıyla birlikte algılanması ve anlamlandırılmasını engelleyen ve yanılsamaları güçlendiren ideolojik örümcek ağlarıdır.

İşçi sınıfının varlığı yadsınamaz

Sınıfın varlığına ilişkin yanılsamayı güçlendiren tüm bu yaklaşımları da dikkate alarak, “Türkiye’de (Batı’daki gibi) bir işçi sınıfı yoktur” hükmünün doğru olduğu söylenebilir mi? Elbette hayır!... Çünkü bu, sanki Dünyanın her yerinde işçi sınıfının oluşumu ve gelişiminin Batı’daki, yani daha doğrusu Avrupa’nın belli başlı kapitalist ülkelerindeki süreci izlemesi zorunluymuş gibi, bir yanılsamadan kaynaklanır. Oysa böyle bir zorunluluk, hatta gereklilik ne ekonomik, sosyal, siyasal kültürel ne de mücadele ve örgütlenme anlamında vardır. Avrupa’nın genelinde bile geçerli değildir bu. Çünkü Dünya söz konusu olduğunda, hem kapitalizmin ve onun egemen sınıfı burjuvazinin gelişimi hem de sanayileşme düzeyi açısından hiçbir yerde eşzamanlılık yoktur. Hiçbiri, bazı karakteristik özellikler dışında aynı süreci izlemez. Bunun temel nedeni, “kapitalizmin eşitsiz bileşik gelişimi”dir.

Immanuel Wallerstein’in deyişiyle Dünya “evrensel bir çözücü” olan kapitalizm, adım attığı her ülkede, mevcut toplumsal yapının tüm kurumlarını etkiler. Onların işleyişini ve kurallarını hızlı ya da yavaş bir biçimde değiştirir. Öncelik her zaman için, egemen sınıfının gelişimine ve ihtiyaçlarına denk düşenlerdedir. Bundan dolayı, toplumsal kurumlardaki değişim ve bunların birbirlerine eklemlenmeleri ve aralarındaki etkileme-belirleme ilişkisi “eşitsiz bileşik” bir süreç izler. Bu “eşitsiz bileşik gelişim” süreci hem kapitalizme ve onun hiyerarşik yapılanmasına eklemlenen ülkeler hem de aynı toplum içindeki kurumlar için geçerlidir.

Sürecin işleyişi ne denli hızlı ya da yavaş olursa olsun, ekonomik, sosyal, siyasal, vb. alanlarda kapitalizmin ve onun egemen sınıfının şu ya da bu ölçüde etkileyen-belirleyen bir unsura dönüşme süreci, onun “mezar kazıcılarını”(Marx) da yaratır. Bunların yarı-köylü ya da şehirli oluşu işçi sınıfının ortaya çıkmakta oluşu gerçekliğini değiştirmez. Köyle bağlarının kopmamış ve daha tam anlamıyla mülksüzleşmemiş oluşları, kapitalizmin vahşi olarak nitelenebilecek gelişim dönemlerinde bu insanlara, bir yanıyla, özellikle ekonomik anlamda önemli bir destek, dayanak olur ve bu aşamada nesnel olarak işçileşme sürecinin sürekliliğini sağlar. Elbette diğer yanıyla da bunun, bir sınıf bilincinin oluşması, örgütlenme, mücadele, dayanışma ve bağımsız bir sınıf tavrının kuvveden fiile açısından, olumsuz etkileri vardır.

Tüm bunların etkisi altında, Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze dek geçen süreçte, Türkiye’de nesnel anlamda bir işçi sınıfı oluşmuştur. Bazı dönemlerde de, yenilmesine rağmen mücadele, örgütlenme ve dayanışmanın parlayıp sönen başarılı örneklerini sergilemiştir. Dolayısıyla, saplantılı bilinç halleriyle malul olmayan, Avrupa eksenli ve şablonik düşünmeyen ya da bile isteye yanılsamalar yaratma peşinde koşmayanlar için, Türkiye’de nesnel anlamda işçi sınıfının varlığı yadsınamaz bir gerçekliktir. Hem de “mavi yakalı”sından “beyaz yakalı”sına dek… Keza sorunlarının varlığı da…

İşçi sınıfının temel sorunları

İşte Abdi İpekçi Parkı’nda polisin kimyasal gaz saldırısına maruz kalan Tekel işçileri de Bursa’da madende çalışan ve bir kısmı grizu patlamasında göçük altında kalıp yaşamını yitiren maden işçileri de, İstanbul’da eylemlerini sürdüren itfaiyeciler de bu sınıfın birer parçasıdır. Keza, yaşamak için işgücünü satmaktan başka seçeneği olmadığı halde iş bulamayan işsizler de… Sendikalaşmak istediği için işten atılanlar, sendikasızlaştırılanlar; herhangi bir sosyal güvenceden yoksun bir biçimde sigortasız, hatta asgari ücretin altında çalıştırılanlar; sigorta primi gerçek ücretten ödenmeyenler de Türkiye işçi sınıfının birer parçasıdır.

Türkiye işçi sınıfın bu temel sorunları, ne yazık ki, ne özelleştirme sürecinde ne de son eylemlilik sürecinde Tekel işçilerinin sorunu haline dönüşebilmiştir. Bir başka deyişle, ne Tekel işçileri, itfaiyeciler ve diğerleri ne de bunların örgütlü olduğu sendikalar, sorunu kendi eksenlerinin dışına taşıyıp sınıfın temel sorunlarıyla bağ kurabilmişlerdir. Dolayısıyla, tek tek işçilerin ve işçi gruplarının sorunu işçi sınıfının da sorunu olmasına rağmen, işçi sınıfının öncelikli ve acil sorunları bu kesimlerin sorunu haline gelememiş ya da getirilememiştir. Tabir-i caizse her biri kendilerini bulundukları kuyuya hapsetmiş ve kuyunun ağzına çıkmaya, sınıfın geniş ve örgütsüz kesimleriyle buluşmaya birlikte örgütlenme ve mücadeleye yeltenmemişlerdir. Böyle bir önceliklerinin olmadığı da aşikârdır.

Ancak mevcut egemen anlayışla ve mevcut koşullarda bu kesimlerin ve başlarındaki sendika yöneticilerinin elde edebileceği her şey de palyatif olmaktan, günü ve vaziyeti kurtarmaktan öte geçmeyecektir. Bugüne dek de geçememiştir zaten. Oysa böylesi bir anlayış, tutum ve davranış temelinde de ne günü kurtarmak dışında kendilerinin ne de sınıfın kazanması mümkündür.

Dolayısıyla, başta Tekel işçileri, itfaiyeciler, madenciler ve diğerleri olmak üzere, sınıfın temel sorunlarını kendi sorunları kılıp bunun için, işsiz, sigortasız, sendikasız ve sigorta primi gerçek ücretten ödenmeyen işçilerle, dahası kendi toprağında tüccarın işçisine dönüşen küçük tarım üreticisi yoksul köylülerle birlikte örgütlenme ve mücadeleye yönelmeyen hiçbir kesimin kazanma ihtimali yoktur. Hatta ellerinde kalan / var olan ve artık ayrıcalığa dönüşmüş hak kırıntılarını koruma ihtimalleri bile…

Çünkü sınıfsal olarak kazanılıp sınıfsal olarak kullanılıp korunamayan her kazanım, her hak, şu ya da bu nedenle, birilerinin geçici olarak verdikleri ya da vermek zorunda kaldıkları ayrıcalıktan öte bir değer taşımaz. Ayrıcalıklar da çok geçmeden verenler tarafından geri alınır. İşçi sınıfının ise ayrıcalıklara değil, kendi örgütlü gücüyle koruyuculuğunu yaptığı, genelleştirip uygulanmasını gözettiği sınıfsal-toplumsal haklara ihtiyacı vardır.

Sosyalistler saksağanlaşmamalı

Tekel işçileri ve sınıfın tüm kesimleri bunu anımsamalı; onlara hamasi methiyeler düzen devrimci ve sosyalistler ise asla unutmamalı ve unutturmamalıdır. Çünkü unuttukları ve methiyelerle vaziyeti idare etmeyi sürdürdükleri sürece, kendi üzerlerini çizmekten; bağımsız bir sınıf siyaseti üretemeyip tekil işçi eylemlerinin ardında ya da “Kürt sorunu” ve son dönemin siyasal gelişmeleri ve odakları peşinde savrulup bunların ardı sıra saksağanlaşmaktan kurtulamazlar.

Oysa bu kesimlerin, özellikle ilk ikisinin, saksağanlaşan değil, düşünüşü, söyleyişi ve eyleyişiyle bağımsız bir sınıf siyaseti izleyen, yürüten, dünya, bölge ve Türkiye gerçekliğine ilişkin sınıf temelli hakikati dile getiren ve bunun gerektirdiği davranışı gösteren sosyalistlere ihtiyacı vardır. Peşlerinde vecd içinde secde eden saksağanlara değil.

Saksağan ise, malum, onun bunun peşinde koşturup onların yürüyüşlerini taklit etmeye çalışırken kendi yürüyüşünü ve duruşunu kaybeden bir kuş türüdür. Böylelerinin başkalarına ve kendilerine ne yararı olur bilemem. Ama kendilerine atfettikleri sıfatlara bilinçli ya da bilinçsizce zarar verdikleri, bunları erozyona uğrattıkları kesindir. Bundan dolayı, saksağanlaşanların sosyalistlikleri yitiktir, ilinek bir sıfattan, bir aksesuardan öte değer taşımaz.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=973421&Date=11.01.2010&CategoryID=83, 08.01.2010

****

Atalay Girgin’in Doğruları ve Yanılgısı
 
Yazıda, önce doğru ve bilinen saptamalar sıralanıyor. Özetleyelim:

Türkiye’de “işçi sınıfı ve burjuvazi yoktur” diyenler ideolojik bir körlük içindedir. 

Sendikalar, işçi sınıfının çıkarlarını bütüncül bir bakışla kavramamakta, sınıfın sorunlarını kapitalist sistemle ve liberal politikalarla ilişkilendirememektedir.

Bazı sol gruplarda “kitabi” ve “lafzi” yaklaşımlarla, geçmişteki işçi sınıfı eylemlerinin aşırı yüceltildiği gözlenmektedir.

Sömürünün meşrulaşmasına hizmet eden, hakların elde edilmesi için mücadele etmek yerine şükretmeyi salık veren gerici ideolojilerin; yandaşlık, adam kayırma gibi mekanizmalar üzerinden oluşturulan cemaat kültürünün, sistem açısından işlevleri yaşamsaldır.

Her ülkede kapitalizmin gelişim süreci özgündür. İşçi sınıfının oluşumu ve mücadelesi de, bu özgün koşullar içerisinde belirlenir. Proleterleşme süreci devam etmektedir (Türkiye nüfusunun artık %30’lar düzeyindeki bir bölümü kırsal alanda yaşamaktadır). Türkiye işçi sınıfının büyük bölümünde kırsal kökenin izleri bulunur ve kırsal hayatla olan bağlar birçok işçi için söz konusudur. Bu bağların sınıf bilincinin oluşumuna ve örgütlenmeye olumsuz etkileri bulunmaktadır. 

Türkiye’de 100 yılı aşan bir süredir yaşanan proleterleşme sürecinin sonucunda, bir işçi sınıfının varlığından şüphe duyulamaz. Bu işçi sınıfının sorunlarının olduğundan da… İşsizlik, sendikasızlık ve sendikalasızlaştırma, sigortasız çalışma, asgari ücretin altında çalışma, yoksulluk gibi temel sorunlar, sendikalar tarafından mücadele konusu yapılmamaktadır.

Tekel işçileri, itfaiye işçileri ve bunları temsil eden sendikalar kendi sınırlı hakları için eylemler yapmakta, işçi sınıfının bütününü ilgilendiren sorunlara dair bir mücadelenin oluşturulmasına katkılarını sunmamaktadırlar. Geçmişte özelleştirme süreçlerinden hak kayıplarıyla mağdur olan emekçilerin ve sendikalarının da tavrı benzer olmuştur. Bu sendikalar geçmişten devrolmuş hakların korunmasında yetersiz kalmakta; günü kurtarma anlayışıyla, lokal etkiye sahip direniş örnekleri oluşturmanın ötesine geçememişlerdir.

İşçi sınıfı büyük oranda örgütsüzdür (Türkiye işçi sınıfının %6 düzeyindeki sendikalaşma oranı hatırlansın). Var olan örgütlülüğüyse, çok parçalıdır. Bu sendikal parçaların koordine hareket etme ve sınıfın hakları için kazanımlar oluşturma kapasitesi yoktur.

Bütün bu belirtilenler doğrudur. Yazıda ortaya konan bu saptamalar gerçekçidir.

Ancak gelin görün ki, yazar sosyalistlere dönük bir eleştiri de yapmaktadır. Sınıf temelli hakikatleri dile getiren, bağımsız bir sınıf siyaseti geliştiren sosyalistlere ihtiyaç duyulduğunu belirten yazar, işçi eylemlerini destekleyenleri “saksağana” benzetmektedir. Yazıda saksağan tavrına sahip olanlar açıkça ifade edilmediğinden, bu işçi eylemlerinin içinde olan ve eylemlere sağlıklı bir yön tayin edilmesi amacıyla müdahalede bulunan sosyalistlerin de suçlandığı yönünde bir izlenim oluşmaktadır. Saksağanlaşanların sosyalistliklerinin “yitik” olduğu, bunların sosyalist kimliğe bilinçli ya da bilinçsizce zarar verdikleri de belirtilmektedir.

Bize göre bu son yaklaşım sağlıklı değildir. Sosyalistlerin işçi sınıfının bütün bölmelerinin hakkını koruma ve hak arama mücadelesi için hareketlendiği her yerde, bu mücadelenin içinde olması bir zorunluluktur. Sınıfın çıkarlarının savunusu ve temsili, güncel olaylar karşısında seyirci kalınarak hak edilemez. Mücadele süreçlerinin baskı, santaj ve tehdit, ideolojik manipülasyon ve izolasyon gibi çeşitli yöntemlerle sönmesine engel olmada, mücadeleler arasında bir koordinasyon ve eşgüdüm oluşturmada, sürecin kazanımlara ulaşmasını sağlamada, sosyalistlerin müdahalesi vaz geçilmezdir. AKP’nin ülkemiz siyasetindeki gücünü zayıflatacak, kolayca satın alamayacağı, yönlendiremeyeceği ve geriletemeyeceği bir mücadeleyi örmek için, sosyalistlerin elinden geleni tüm gücüyle ortaya koyması bir görevdir. Bundan kaçış, sınıfa ihanettir. Mücadele süreçlerinde işçilerin sınıf bilinci gelişmekte, gericiliğin bilinçleri üzerinde oluşturduğu örümcek ağları parçalanmaktadır. Bu bile başlı başına bir kazanımdır. 

Bugün Ankara’da yapılacak TEKEL işçileri mitingi ve sonrasındaki açlık grevi çok ama çok değerlidir. Ulusalcı ve Kemalist kesimlerin hareket alanlarının daraltılmasında, Kürtlere dönük çok boyutlu politik hamlelerle sürecin kontrol altında tutulmasında dinci-liberal cephenin sahip olduğu özgüven ve beceri, işçi sınıfının mücadele örneklerinde çuvallama olanağına sahiptir. Süreci Türk-İş yönetimi de yeterince kontrol altında tutamamaktadır.

Sosyalistler bu mücadele örneklerinin kazanımlarla sonuçlanmasına çalışmalı (örneğin işten atılan demiryolcular, işlerine geri döndüler) AKP’nin tüm toplumun algısında geri adım attığını göstermelidir. TEKEL işçilerinin, ülkemiz halklarına örnek ve ders alınacak bir mücadele ve eylemlilik süreci oluşturdukları görülmelidir. Bu mücadelenin etkisinin sınırlanması artık mümkün değildir.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]