Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
ilkel komünal toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilkel komünal toplum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Mayıs 2025 Cuma

İlk Eşitlikçi Topluluklar (İlkel Komünizm)

Mahmut Boyuneğmez

Giriş

İnsanlık tarihinin başlangıcındaki avcı-toplayıcı topluluklar, tarihsel materyalizm çerçevesinde genellikle “ilkel komünizm” ya da “ilkel komünal toplum” olarak adlandırılmıştır. Ancak bu toplulukların temel niteliği, sınıfsal eşitsizliklerin bulunmaması olduğundan, “ilk eşitlikçi topluluklar” terimi daha uygun bir tanımlama sunmaktadır. Bu toplulukların maddi yaşam koşullarını, toplumsal organizasyonlarını, mülkiyet ilişkilerini ve devlet olgusuyla ilişkilerini kısaca değerlendirmek, komünizmle olan benzerlikleri ve farklarını incelemek istiyoruz.

İlk Eşitlikçi Toplulukların Özellikleri

İlk eşitlikçi topluluklar, insanlık tarihinin Paleolitik ve erken Neolitik dönemlerinde ortaya çıkan avcı-toplayıcı topluluklardır. Bu topluluklar, oba ve klanlardan oluşan kabile birimleri şeklinde örgütlenmiştir. “İlk” nitelemesi, bu toplulukların insanlık tarihinin en erken dönemlerinde yer almasını ifade ederken, “ilkel” terimi, üretici güçlerin ve toplumsal organizasyonların görece basit ve gelişmemiş yapısına işaret eder. Ancak “toplum” terimi karmaşık sosyal, ekonomik ve politik yapıları anlattığından, bu topluluklar için “toplum” yerine “topluluk” terimini kullanmak daha uygundur.

Bu toplulukların maddi yaşamı, avcılık, balıkçılık ve yiyecek toplayıcılığına dayalıydı. Üretici güçlerin sınırlılığı, artık-ürün üretimini imkânsız kılmış ve bu durum, sınıfsal eşitsizliklerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Antropolojik çalışmalar, bu toplulukların çoğunda kaynakların paylaşımının eşitlikçi bir şekilde gerçekleştiğini gösterir. Örneğin, !Kung San topluluklarında, avlanan etin paylaşımı sıkı sosyal normlarla düzenlenir ve bireylerin birikim yapması engellenir [1]. Ancak, tüm topluluklar tam anlamıyla eşitlikçi değildi; bazı topluluklarda, özellikle kaynak bolluğunun olduğu bölgelerde, liderler veya yaşlılar gibi belirli bireylerin besin dağıtımı üzerinde sınırlı bir kontrolü olabiliyordu [2]. Yine de genel bir soyutlama olarak, bu topluluklar “eşitlikçi” olarak nitelendirilir, çünkü artık-ürün olmadığından sınıflaşma mümkün değildi.

“Komünal” Kavramındaki Sorun

“Komünal” terimi, ilkel topluluklarda ortaklaşa avlanma ve yiyecek toplama pratiklerini ifade eder. Ancak bu ortaklaşmacılık, geleceğin komünist toplumuyla yalnızca özsel düzeyde benzerlik taşır. İlkel topluluklardaki ortaklaşmacılık, bireylerin hayatta kalmak için birbirine bağımlı olmasından kaynaklanan bir zorunluluktur. Örneğin, bir avcı-toplayıcı toplulukta, bireylerin avcılık veya toplayıcılık faaliyetlerine katılmaması durumunda topluluğun hayatta kalma şansı azalırdı. Bu nedenle, ortaklaşmacılık, özgür bir tercih değil, maddi koşulların dayattığı bir zorunluluktu. Komünizmde ise iş birliği, bireylerin özgür iradesine dayalıdır. Komünizmde üretici güçler ileri düzeyde gelişmiş olsa bile, bireylerin birbirine toplumsal bağımlılığı devam eder (herkes birbiri için üretim yapar). Aralarındaki bu fark, “ilkel komünizm” kavramının kullanımını sorunlu hale getirir; çünkü bu terim, ilkel toplulukların zorunlu ortaklaşmacılığını, komünist toplumun özgür ve gönüllü iş birliğiyle karıştırma riski taşır.

İlkel Topluluklar ile Komünizm Arasındaki Farklar

Komünizm, üretici güçlerin kapitalizm altında ulaştığı düzeyin ötesine geçen muazzam bir gelişmişlik, zorunlu çalışmanın en aza inmesi, bireylerin çok yönlü gelişimi ve gönüllü iş birliği ile tanımlanır. İlkel topluluklar ise bu özelliklerden yoksundur. Komünizm ile ilk eşitlikçi topluluklar arasındaki farklar şunlardır:

  • Üretici Güçler ve İş bölümü: İlkel topluluklarda üretici güçler son derece sınırlıdır. Avcılık ve toplayıcılık, temel geçim kaynaklarıdır ve toplumsal iş bölümü henüz gelişmemiştir. Örneğin, cinsiyete dayalı bir iş bölümü gözlense de (erkekler avcılık, kadınlar toplayıcılık yapardı), bu iş bölümü toplumsal sınıflara yol açmaz [3]. Komünizmde ise iş bölümü tamamen aşılır. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde, komünist toplumda bireylerin “sabah avcı, öğleden sonra balıkçı, akşam eleştirmen” olabileceğini, yani çok yönlü faaliyetlerde bulunabileceğini belirtir [4]. Bu, ilkel topluluklardaki sınırlı üretici güçlerle mümkün olmayan bir durumdur.
  • Bağımlılık ve İş birliği: İlkel topluluklarda bireyler, hayatta kalmak için birbirine muhtaçtır. Örneğin, antropolojik çalışmalarda, çalışamayacak durumda olan bireylerin (yaşlılar, engelliler) veya yetim çocukların ilkel topluluklarda hayatta kalma şansının düşük olduğu belirtilir [5]. Bunun nedeni, topluluğun üretim kapasitesinin yalnızca aktif bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olmasıdır. Komünizmde ise üretim kapasitesi, tüm bireylerin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar yüksektir ve iş birliği, zorunluluk değil, özgür irade temellidir. Bu, komünist toplumun bireylerin özgür gelişimini destekleyen bir yapıya sahip olduğunu gösterir.
  • Bireylerin Zenginliği ve Yaratıcı Potansiyel: İlkel topluluklarda bireylerin yaratıcı potansiyelleri, maddi koşulların sınırlılığı nedeniyle oldukça kısıtlıdır. Örneğin, bir avcı-toplayıcı, tüm enerjisini hayatta kalmaya harcar ve sanatsal, bilimsel veya kültürel üretim için çok az zamanı kalır. Komünizmde ise tarih boyunca biriken zenginlikler (bilim, sanat, teknoloji) toplumsallaştırılır ve bireyler, bu zenginliklerden yararlanarak çok yönlü bir gelişim gösterir. Marx, komünist toplumda bireyin “çok yönlü insan” olarak gelişeceğini vurgular [6].
  • Artık-Ürün ve Eşitsizlik: İlkel topluluklarda artık-ürün olmadığından sınıfsal eşitsizlikler ortaya çıkmaz. Ancak bu durum, üretici güçlerin yetersizliğinden kaynaklanır. Komünizmde ise artık-ürün, toplumsal ihtiyaçları karşılayacak şekilde toplumsallaştırılır ve bireylerin özgür gelişimi için kullanılır. Bu durum, ilkel topluluklardaki eşitlikçiliğin maddi temelleriyle komünist toplumun eşitlikçiliğinin temelleri arasında temel bir fark olduğunu gösterir.

·   Antropolojik çalışmalar, ilkel toplulukların eşitlikçi yapısının, yalnızca maddi koşullarla değil, aynı zamanda kültürel normlarla da şekillendiğini gösterir. Örneğin, Hadza topluluklarında, bireylerin birikim yapmasını engelleyen sosyal normlar, eşitlikçi paylaşımı destekler [7]. Ancak bu normlar, zorunlu bir ortaklaşmacılığa dayanır ve bireylerin özgür iradesinden çok, hayatta kalma gereklilikleriyle şekillenir. Komünizmde ise eşitlik, bireylerin özgürce katıldığı bir toplumsal düzenle sağlanır.

Mülkiyet İlişkileri

İlk eşitlikçi topluluklarda bireysel mülkiyet (örneğin, kişisel eşyalar, aletler) bulunabilir, ancak özel mülkiyet (toprak veya üretim araçları üzerindeki mülkiyet) mevcut değildir. Bu durum, üretici güçlerin artık-ürün oluşturacak kapasiteye sahip olmamasından kaynaklanır. Örneğin, !Kung San topluluklarında, avcılık aletleri bireysel olarak kullanılabilir, ancak bu aletler özel mülkiyet olarak birikime veya sömürüye yol açmaz [8]. Komünizmde ise özel mülkiyet, üretim araçlarının ve toprağın toplumsallaştırılmasıyla aşılır. Bireysel mülkiyet eşyaları (örneğin, giysiler, kişisel eşyalar) ise varlığını sürdürür. Bu yönüyle, ilkel topluluklar ve komünizm arasında mülkiyet ilişkileri açısından bir benzerlik bulunmaktadır; ancak bu benzerlik, farklı maddi koşullar altında ortaya çıkar. İlkel topluluklarda özel mülkiyetin olmayışı, üretici güçlerin yetersizliğinden kaynaklanırken; komünizmde özel mülkiyetin aşılması, üretici güçlerin yüksek düzeyde gelişmişliği ve toplumsal ilişkilerin dönüşümüyle mümkündür.

Devlet ve Toplumsal Örgütlenme

İlkel topluluklarda devlet bulunmaz, çünkü sınıfsal karşıtlıklar ve artık-ürün yoktur. Toplumsal ilişkiler, kabile birimleri, gelenekler ve karşılıklı bağımlılık aracılığıyla düzenlenir. Örneğin, Lewis Henry Morgan, Iroquois kabilelerinde karar alma süreçlerinin topluluk temelli ve eşitlikçi olduğunu belirtir [9]. Komünizmde ise devlet, toplumsal ilişkilerin organizasyonu olarak varlığını sürdürür, ancak toplumla özdeşleşerek sönümlenir. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde, devletin sınıfsal çelişkilerin bir ürünü olduğunu ve komünist toplumda bu çelişkilerin ortadan kalkmasıyla devletin sönümleneceğini savunur [10]. Bu, ilkel topluluklardaki devletsizlikten farklı bir durumdur; ilkel topluluklarda devlet gelişmemişken, komünizmde devlet, toplumsal ilişkilerin dönüşümüyle “sönümlenir”.

Sonuç

İlk eşitlikçi topluluklar, insanlık tarihinin başlangıcındaki avcı-toplayıcı topluluklar olarak, sınıfsal eşitsizliklerin bulunmaması nedeniyle “eşitlikçi” olarak nitelendirilir. Ancak “ilkel komünizm” kavramı, bu toplulukların zorunluluk temelli ortaklaşmacılığını, komünist toplumun özgür ve gönüllü iş birliğiyle karıştırma riski taşır. İlkel topluluklar, üretici güçlerin sınırlılığı nedeniyle özel mülkiyete ve devlete sahip değildir; komünizmde ise bu unsurlar, tarihsel süreçte aşılır. İlkel topluluklarla komünizm arasındaki benzerlikler özsel düzeyde kalır ve maddi koşullar açısından derin farklılıklar içerir. Antropolojik bilgiler ve tarihsel materyalist perspektif, bu toplulukların eşitlikçi yapısını anlamada önemlidir. Ancak komünist toplumun, ilkel toplulukların maddi ve toplumsal sınırlılıklarını aşan bir vizyon sunduğu açıktır.

Kaynaklar

  • Engels, F. (1884). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. (Çev. K. Somer). Sol Yayınları.
  • Marx, K. & Engels, F. (1845-46). Alman İdeolojisi. (Çev. S. Belli). Sol Yayınları.
  • Morgan, L. H. (1877). Ancient Society. University of Arizona Press.
  • Lee, R. B. (1984). The Dobe !Kung. Holt, Rinehart and Winston.
  • Woodburn, J. (1982). “Egalitarian Societies.” Man, 17(3), 431-451.
  • Marlowe, F. W. (2010). The Hadza: Hunter-Gatherers of Tanzania. University of California Press.

Dipnotlar

  1. Lee (1984), !Kung San topluluklarında et paylaşımının eşitlikçi normlarla düzenlendiğini belirtir (s. 89-92).
  2. Woodburn (1982), bazı topluluklarda kaynak dağıtımında sınırlı ayrıcalıkların olduğunu tartışır (s. 435).
  3. Morgan (1877), ilkel topluluklarda cinsiyete dayalı iş bölümünün eşitlikçi yapıyı bozmadığını savunur (s. 120-125).
  4. Marx & Engels (1845-46), komünist toplumda iş bölümünün aşılacağını belirtir (s. 53).
  5. Lee (1984), çalışamayan bireylerin hayatta kalma zorluklarını vurgular (s. 95).
  6. Marx (1848), Komünist Manifesto’da bireylerin çok yönlü gelişimini tartışır (s. 27).
  7. Marlowe (2010), Hadza topluluklarında eşitlikçi normları detaylandırır (s. 145-150).
  8. Lee (1984), bireysel mülkiyetin özel mülkiyete dönüşmediğini belirtir (s. 90).
  9. Morgan (1877), Iroquois kabilelerinde topluluk temelli karar alma süreçlerini inceler (s. 130-135).
  10. Engels (1884), devletin sönümlenme sürecini açıklar (s. 167-170).

29 Mayıs 2022 Pazar

İnsanın Tarihsel Gelişim Aşamaları

Ercan Arslan

1. AŞAMA

Üç boyutlu görme, ellerin tutucu özelliği ve başparmağın evirilmesi, ormanların azalması sebebiyle dik yürümeye başlama, böylece ellerin boşta kalması, boyun kaslarının zayıflaması (beyne baskının azalması) gibi unsurların birleşmesiyle, insansıların, alet kullanmaya ve üretmeye başlaması, insanlaşma sürecinde ana unsurdur. Bu sayede ilk insanlar doğayı değiştirmiştir. Çok uzun süren çocuk bakımının olması,  sosyalleşmeyi, ana çocuk arasındaki bağın kuvvetli olmasını, dilin gelişimini, toplu halde bir arada bulunmayı gerektirmiştir. Diğer hayvanlar ana karnında gelişimlerini tamamlamakta, doğar doğmaz ayağa kalkabilmekte, 3-5 ay sonrasında yetişkinliğe çoğunlukla ulaşmaktadır. Bu da, hayvanlar arasındaki bağın güçlenmesine engel teşkil etmektedir.

Bu aşamada, insanların bilgi birikimi azdı. Doğa koşulları kalabalık olmayan insan gruplarının yaşamasına elverdiği ölçüde, uzun yıllar değişim ihtiyacı doğmamıştır. Burada herkes eşittir, sadece fiziki eşitsizlikler, yetişkin bireyler ile bakıma muhtaç çocuk ve yaşlılar arasında eşitsizlikler olabilir. Grup yaşamak için uyum içinde çalışmıştır. Nüfus az olduğundan bolluk vardır. Geçim yolu, avcılık-toplayıcılıktır. Zamanla bolluk sebebiyle nüfus artmaya başlar. İklim değişimlerinde, gruplar değişen koşullara göre artan nüfusa bakabilmek için aletleri çeşitlendirir. Bu sayede zor koşullarda ayakta kalırlar. Doğayı tanımaya başlarlar, bilgi birikimi artar ve bilgiler nesilden nesile aktarılır. Bu dönemde doğaya bağımlılık fazla olduğu için, bu bilgiler hayati önemdedir. Etkileşimde bulundukları diğer insanlar da, bu bilgileri öğrenir. Avcı-toplayıcı oldukları için hep bir yere bağlı değillerdir. İklimsel oynamalara göre sürekli yer değiştirmek zorunda olmalarından dolayı, diğer gruplarla daha çok etkileşimde bulunurlar. Elde edilen bir bilgi çok uzaklara kadar gidebilmektedir. Bu bilgiler, bu dönemde hayati önemde olduğundan unutulmaz. Küçük gruplar halinde yaşadıklarından ve her grubun belirli bir bölgede yaşaması sebebiyle grupların karşılaşmamaları imkânsızdır. Bir grup bir aleti bulduğunda ve kullandığında, diğer gruplarla yakın olmalarından dolayı, bu alet hayati önemdeyse ve grupların yaşamasını kolaylaştırıyorsa, diğer gruplar da, aleti üretip kullanmaya başlar. Bu durum, bir ağ gibi bütün gruplara yayılır. Afrika’da bulunan bir alet endüstrisi, Avrupa’ya, Asya’ya, hatta Amerika’ya bile gidebilir.

1. aşamada nüfus az ve topraklar geniştir. İlk insanlar alet üretmeyle doğaya hâkim olmaya başlar. Ürünü daha kolay elde ederler. Bunun neticesinde nüfus artar. Kendi bölgelerindeki av hayvanları önceden nüfusa yetmekteyken, giderek yetmemeye başlar. Bu nedenle, bölgelerini genişletir, başka bölgelere giderler.

Nüfus azlığı ve yaşam alanlarının genişliği, uzun bir süre grupların aynı taş endüstrisini kullanmayı beraberinde getirir. Oldowan taş endüstrisi ve ondan sonra gelişecek olan Aşölyen teknik, 2 milyon yıla yakın sürmüştür. 200-100 bin yıl öncesine geldiğimizde, alet üretim tekniklerinde değişim meydana gelir. Grupların nüfusu artmaya başlamıştır. İlk başlarda doğanın sundukları yeterli düzeydeyken, nüfus artmıştır ama doğadaki hayvanlar ve bitkiler kısıtlı olduğundan, artan nüfusa yetmemeye başlar. Hatta bazı türleri yok etme sınırına getirir. Hayvanlar giderek azalır. İklimdeki dengesizlik ve hayvanların azalması veya göç etmesi, daha ayrıntılı ince aletler yapılmasını beraberinde getirir.

1. dönemde gruplarda herkes eşitti. Çünkü burada hiç kimsenin kimseye ekonomik üstünlüğü yoktu. Bu yüzden, bu döneme ana-erkil diyemeyiz. Belki sadece doğurgan olduğu, grupların devamını sağladığı için kadınlara saygı duyulmasından bahsedilebilir. Bu dönemde gruplar, dişi ve erkeğin koşullara göre baskınlığı ile karakterize edilebilir. Örneğin şempanzelerde, eğer grupta erkek oranı fazlaysa ve dişiler azınlıktaysa, “alfa erkeği” öne çıkmaktadır. Eğer dişiler çoğunlukta erkekler azınlıktaysa, “alfa erkeği”nin baskınlığı azalmaktadır (Bonobo’larda “alfa” dişidir).

2. AŞAMA

Nüfus çoğalmış, av hayvanları nüfusa göre azalmış ve iklimsel koşulların değişmesi sebebiyle artık erkekler avdan eli boş dönmeye başlamışlardır. Erkekler avlanma faaliyetleri boyunca haftalardır grubun yerleşim yerine dönmemişken, kadınlar ise yerleşim yerinde kalmışlar, yaşlılara ve çocuklara bakmışlar, toplayıcılık yapmışlar ve grupların hayatta kalmasında belirleyici bir konuma gelmişlerdir. Kadınların ekonomik üstünlüğü oluşmuştur. Bu ekonomik üstünlük, üst yapı kurumunu da beraberinde getirmiştir. Ayrıca kadının doğurgan olması, kabileyi çoğaltması gibi nedenler, onun üstünlüğünü beraberinde getirmiştir. Bu döneme ana-erkil diyebiliriz. Bu dönemde üst yapı kurumları belirginleşmeye başlar. Öteki dünya inanışı belirir. Gens'in oturması/normlaşması gerçekleşir. Sanatın başlangıcı bu döneme tekabül etmiş olabilir. Bu dönem 120-40/30 bin yıllarını kapsamıştır. Bu aşamada, alet endüstrisi ise Levallois ve sonlara doğru Musterieen olarak adlandırılır.

Öteki dünya inanışı, dinin oluşmaya başlaması bu döneme rastlar. Bunun sebebi doğayla iç içeyken, mevcut bilgi birikiminin onu açıklamaya yetmemesidir. İnsanı en fazla etkileyen unsurlarda, bir yaratıcılık ve kutsallık aranır olmuştur. Av hayvanlarını çoğaltmak ve avın başarılı geçmesini sağlamak için, ritüellere yönelmişlerdir. Örneğin uzman avcılar hayvan kılığına girerek, gençlere av öncesi bir nevi prova mahiyetinde bilgi birikimi aktarımında bulunmuş olabilir. Toprak ananın/doğanın bereketli olmasını sağlamak için de, bu ritüellere yönelmiş olabilirler. Kadın, toprak anaya benzetilir ve doğurgan olması sebebiyle kutsallaştırılır. Bu dönemde şamanların erkek olması ihtimali yüksektir.  Çünkü fiziksel yönden güçlü olması sebebiyle, av hayvanlarının peşinden genelde erkekler gider; av hayvanları azalmaya başladığı için, onların dini ritüellerle çoğaltılmaya çalışılması ve avın bereketli olmasının sağlanması onların inisiyatifindedir, Şamanların erkek olmasına rağmen, ekonomik üstünlük kadınların elinde olduğundan, toprak ana ve onunla özdeşleşen ana tanrıça figürleri daha ön plandadır.

Felsefenin gelişme aşamasıyla, dinin gelişme aşaması birbirine çok benzemektedir. İkisi de nesnel, maddesel doğada yaratıcılıkla başlamıştır. Din de, felsefe de, aslında nesnel doğanın ters yüz edilmiş bir yansımasıdır. Yunanlı ilkçağ filozoflarından maddeci açıklamalar yapan Thales, her şey sudan geliyor, Anaksimenes, evrenin temel maddesi havadır, Heraklitos ateştir, bir diğeri topraktır demekteydi. Animizm ise (canlıcılık) bir dindir; doğadaki canlı cansız, bütün varlıklarda yaratıcılık aramadır. Bilgi birikiminin kısıtlı olması sebebiyle ilk dönemlerde insanlar, nesnel doğada bir yaratıcılık aramışlardır. Ne zaman ki bilgi birikimi artmış, bazı doğa olaylarını çözümlemiş, ondan sonra yeryüzü dini inanışları gökyüzüne çıkmaya başlamıştır. Bazı akademik çevreler, bu dönemin inançlarını, din olarak kabul etmemektedir. Burada sınıfsal ilişkiler henüz oturmamıştır, lakin gruplarda statü farkları oluşmaya başlamıştır. Yönetici/yol gösterici, bazı işlerde uzmanlaşmış kişiler saygı görmeye başlamış, yönetmenin verdiği statü farkıyla gelişen bir özgüven belirli kişilerde oluşmaya başlamıştır. Sınıfsal ilişkilerin olmaması, toplulukların statik olmasını gerektirmez. İçten içe değişimler devam etmektedir. Bilgi birikimini elinde tutanlar ve topluluklara önderlik edenler mevcuttur. Artık ürün yeterli düzeyde oluşmadığından ve mevcut ürünler, topluluklara ancak yettiğinden eşitlikçi bir yapı sürmektedir. Mecburiyetten dolayı sistemlerini sürdürürler. Çünkü bazı ürünler yöneticilerin elinde yoğunlaşırsa, topluluktaki bazı kişiler açlıktan ölecek, yönetici konumundakiler üretim faaliyetlerini kendileri yapacak ve gruplar zayıflayacaktır. Bu dönemde gruplar bir arada durdukları ölçüde ilerleme kaydedebilirler.

Bazı çevrelerin bu dönemin inanışlarını, din olarak kabul etmemesinin sebebi kanımca, dinin oluşma sürecini gözlerden gizleme isteği olabilir. Nasıl Marx eseri Kapital’de, kapitalizmi, meta ilişkilerine ve artık değer üretimi üzerine temellendirmişse (kapitalist iktisatçılar genelde pazar ilişkilerine göre değerlendirmektedir), biz de burada, dinin gerçek kökenini, bu dönemi bilimsel olarak inceleyerek yakalayabiliriz. Kimi çevreler ise, Göbeklitepe’den hareketle, dinin uygarlığa geçişte bir basamak olduğunu, tarım ve hayvancılığa, yerleşikliğe geçişte dinin temel bir unsur olduğunu teorize etmekteler. Bu düşünce, dinin oluşma sürecini gözlerden gizlemeye yaramaktadır. Üstelik Göbeklitepe’deki yeni bulgular da, aceleyle ortaya atışmış bu görüşü desteklememektedir.

3. AŞAMA

Aletlerin daha da çeşitlenmesi, bilgi birikiminin artması, yeni aletlerin üretimi, özellikle okun bulunması, erkeklerin tekrar ekonomide belirleyici olmasını sağlamış; daha fazla av hayvanı avlayabilmeleri ve ürün bollaşması, erkeği kadınla eşit düzeye getirmiş, ekonomide geçici bir eşitlik sağlamıştır. Bu sürece ruhban sınıflarının ve yöneticilerin olduğu geçici komünal dönem diyebiliriz. Bu da, 30 bin-8/7 bin yılları arasını kapsamış olabilir. Tarım ve hayvancılığın arkaik nüveleri bu dönemde, 15-13 bin yıllarında başlamış olabilir.

4. AŞAMA

Erkeğin ekonomide, tarımda ve hayvancılıkta, kadından daha belirleyici olmasıyla (sabanın bulunması tarımda erkek gücünü arttırmıştır, ayrıca bazı hayvan türleri sabana koşulmuş olabilir), ata-erkil dönemin başlaması, MÖ 7 binler ve sonrasında gerçekleşir.

Tarım ve hayvancılığa geçiş niye Yakındoğu da olmuştur?.. Bugünkü bilgilerimize göre, insanlığın ilk çıkış yeri Afrika’dır. İlk önceleri nüfus azdır ve alet üretip, topraklar geniş olduğundan hayvanlar nereye gidiyorsa oraya giderler. Ürettiği alet teknolojisi kendine yettiği müddetçe göç eder, önünde hiçbir sınır yoktur. Alet üretimi sayesinde kendine güveni artar. Yakın Doğu üzerinden dünyanın bütün bölgelerine yayılır. Avrupa, Asya, Avustralya ve Amerika’ya kadar gider. Kendi alanı genişlediği, nüfusu arttığı halde, doğadaki fauna ve flora kısıtlı kalır, kısıtlı kaldığı için de arayışlara girer. Hayat zorlaştıkça yeni araçlar edinmeye çalışır.

Buzul dönemlerinde insanlar Amerika’ya, Avustralya’ya gitmişlerdir. Buzulların geri çekilmesiyle o bölgelerde hapsolmuşlardır. Bu bölgelerin kültürleri ana kıtalardan yayılmıştır. Kültürleri yukarıda açıkladığımız 2, ve 3. aşamaya tekabül edebilir; o kıtalarda izole kalmışlar, nüfusları az ve topraklar geniş olduğundan ve kara köprüleri de olmadığından, diğer insan grupları oralara gelemediğinden, kültürleri aynı düzeyde kalmış olabilir. Oysa Asya, Avrupa, Yakındoğu gibi yerlerde, nüfusun fazla, toprakların kısıtlı olması ve hayvanların azalmaya başlaması sebebiyle, yeni arayışlara gitmek zorunda kalınmıştır. Bu yüzden de hayvanları evcilleştirme ve tarım yapma yoluna gidilmiştir. Bu açıdan değerlendirirsek Morgan’ın “gens”ini (kandaş aile) bu döneme uygulamamız doğru olmayabilir.  Gens, bir üst yapı kurumudur ve kadının ekonomide üstünlüğünü öngörür. Ekonomi yeterliyse ve nüfusa göre topraklar genişse, gens katı yapısını sürdürür ve kandaş aile yapısı kadınlara özgüdür. İnsan grupları ekonomik faaliyetlerine göre üst yapı kurumları oluştururlar. Kandaşlık, bir üst yapı kurumudur. Ekonomide kadın üstün olduğundan ve kadın, kabileyi çoğalttığından kutsallaştırılır. Burada eşitlik yoktur ve genslerde durağanlık hâkimdir. Oysaki yakın doğuda bu değişmiştir; gensler bir araya gelmek zorunda kalmışlar, katı yapılarını değiştirmeye başlamışlardır; erkek ve kadın birlikte tarım ve hayvancılığa, yerleşikliğe geçerek 4-5 bin sene ekonomik faaliyette eşitlenmiştir. Sadece analık hukukuna dayalı gens zayıflamış, babalık hukukuna dayalı gens güçlenmeye başlamış ve genslerde eşitlik sağlanmıştır. Bu yüzden kanımca, Göbeklitepe’deki ortadaki büyük heykeller erkek ve kadını temsil etmektedir. Ortadakilerden biraz daha küçük ve kenarda olanlar ise, diğer gens önderlerini veya tarımda önemli olduğu için ayları temsil ediyor olabilir. Kabilenin bir bütün olarak, toprağa yani ana karnına gömülmesini ve öteki dünyaya gönderilmesini de temsil ediyor olabilir. Mısır’daki firavun nasıl ölümsüzse, yeni firavun yeniden doğuyorsa, burada da kabile gömülerek yeniden doğmaktadır, Göbeklitepe’de bunun gibi birçok mabedin olduğu sanılmaktadır. Onlar da, birleştikleri diğer gensleri temsil ediyor olabilir. Yine bunlar ruhban sınıfını temsil ediyor da olabilir. Burada sadece erkek ve kadın arasında cins eşitliği sağlanmıştır, yöneten ve yönetilen arasındaysa, sınıfsal eşitsizlikler oluşmaya başlamıştır. Gens zamanla özelliğini kaybetmektedir.

Bu dördüncü aşamayla birlikte sınıfsal sömürü ilişkileri netlik kazanır ve devlet sistemi ortaya çıkar. Bu aşama Köleci, Feodal, Kapitalist ve Sosyalist sistem olarak devam eder. Sosyalist sistemi bu aşamaya dâhil etmemizin sebebi, küçük üretimin her saniye kapitalist ilişkileri yeniden yaratması, artık-ürün/hizmet üretiminin hala devam etmesi, sosyalist devletin, devlet kapitalizmine dönüşebilme ihtimalinin olmasıdır.


5. AŞAMA

Sınıfsal ilişkilerin ortadan kalktığı, sömürünün olmadığı, herkesin olanaklara ulaşmada eşit olduğu, devletin sönümlendiği bu aşama, komünizmdir. Devlet, bir sınıfın, diğer bir sınıfa karşı baskı aracı olmasından dolayı sınıflı toplumlarda zorunluyken, bu aşamada sınıflar ortadan kalktığı için gerekliliğini kaybeder.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]