8 Temmuz 2013 Pazartesi

[Bireyci Tutumlar, Dayanışma ve Sol - Mahmut Boyuneğmez]

Konu: Bireycilik, sadaka-severlik, Necmi Erdoğan’ın bir önerisi üzerinden eleştirilmekte, mücadelede dayanışmayla hayırseverliğin farkı vurgulanmaktadır.

Emperyalizme karşı mücadele mi ediyorsunuz? O zaman “yerli malı” kullanmalısınız. Hatta yerlisinden yemeli ve içmeli, yerli malı otomobile binmeli, “milli” şirketlerin benzinini satın almalısınız... Bu düşüncenin tekellere karşı çıkıyorsak esnaftan alışveriş yapalım/yapmalıyız ya da kapitalizme karşıysak, en iyisi geçim araçlarımızı ve gereksinimlerimizi kendimiz üretelim/üretmeliyiz demekten özünde bir farkı yok. Bu öneriler, sömürüye karşıysan, sömürüden kurtulmak istiyorsan, çalışmayıp işsiz kalmalısın önerisine de benziyor. Aman ne iyi (!).. Neredeyse, emperyalizme karşıtlığı “yabancılara karşıtlığa”, milliyetçiliğe eşitleyecekler. Bu türden bireysel tutumlarla, daha anlamlısı bu tutumları sergileyen bireylerin organize olmasıyla, insanlık tekellerden de, emperyalist-kapitalist sistemden ve sömürüden de kurtulmuş olacak sanki. Oysa ister yerlisi olsun ister yabancısı, tekeller çoğu durumda ortaklıklar da kurarak meta ve hizmet üretimini, günlük hayatın her alanında sürdürüyorlar. Suyun başını tutan bu “devlere” karşı alınacak bireysel tavırların, ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın, ne kadar çok sayıda insan tarafından sergilenirse sergilensin, var olan durumu değiştirip dönüştürmesinin, emperyalist ülkelere olan bağımlılığı ortadan kaldırmasının olanağı yoktur. Bu türden çabaların “fare dağa küsmüş”ten öteye geçen bir anlamı ve sonucu olmayacaktır.

Sorgulanması gereken dışa bağımlılıktır, emperyalist-kapitalist sistemde ülkeler arasındaki egemenlik-bağımlılık ilişkilerini kuran mekanizmalar ve politikalardır. Ülkemizde neden petrol ve doğalgaz üretimi için kamu eliyle araştırma yapılması engelleniyor; neden enerjide dışa bağımlılık giderek derinleştiriliyor? Ulaşımda otomotiv ve petrol tekellerinin isteği doğrultusunda, düşük kapasiteyle kullanılsa da, neden bu kadar çok otoyol yapılıyor? Ya da demiryolu ve deniz taşımacılığının geliştirilmesine çalışılmazken, neden bu kadar çok duble yol yapımı söz konusu?.. İşte bunlar sorgulanmalıdır. Bu sorgulamalar politik mücadelenin konusudur. Bu tür sorgulamalar, yaşanan sorunların kaynağında siyasi iktidarın sorumluluğu olduğunu dikkate alır.

Yahut bugünlerde güncel olan bir konuya bakalım. Et fiyatlarının tırmanışı yüzünden, et yiyemez hale geldik. Peki bunun sorumlusu kim?.. Neden et ithaline başlandı?.. Ülkemizde hayvancılıkla uğraşan küçük üreticilerin sayısı azalırken, neden büyük çiftliklerin sayısı artıyor?.. Neden bu kar amaçlı üretimi yapan patronlar, tarımsal desteklerin büyük kısmını yutuyor?.. “At ve eşek eti de yenebilir, bu bir kültürel meseledir” diyip, maliyetleri kısmak için ve üstelik sağlıksız koşullarda üretilen bu etleri tüketirken, “kuzu kuzu” sesimizi çıkarmayalım mı bu duruma?.. Kar için insan hayatını hiçe sayan bu tür uygulamalara karşı örgütlü bir tepki geliştirsek?.. İthal et yemeyin kampanyası düzenlemek yerine, bu duruma bizi getirenin, bu konuda yaşadığımız sıkıntıların kaynağının liberal ekonomik düzenlemeler ve siyasi iktidarlar olduğunu anlasak ve anlatsak?..

Örneğin birileri size “duble yolları kullanmayalım”, “Rus, İran ya da Azerbaycan doğal gazını kullanmayıp, odun ve kömür yakmaya dönelim” derse, gülebilir, gülünç olduğunu onlara hissettirebilir ya da “höst” diyebilirsiniz. “Cola içmeyelim, ayran içelim” diyenler, “Shell ya da BP’den benzin almayın, Akpet’ten alın” diyenler, “Ülker markalı ürünlerin yerine Eti markalı ürünleri tercih edelim”, “Marlboro içmeyelim, TEKEL’de üretilmiş sigaraları tüttürelim” diyenler de diyenler… Bazı durumlarda aşırıya kaçıp bireylerin tercihlerine de karışan bu kişiler, solculuğun “bir yaşam tarzı” olduğunu da söyleyebilirler. Oysa sol ve solculuk, politik mücadeleyle tanımlanır. Bireysel pasif tutumlarla ne tekellere ne de kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadele edilmiş olunur. Bu bireysel tavırları savunanlara, “buyurun gelin İMF’yi, AB’yi, NATO’yu protesto etmeye, eylemlere, mitinglere” denmelidir. AB önerileri doğrultusunda adım atarak tarım ve hayvancılığı bitiren hükümetleri eylemlerimizle kınayalım. Enerjide dışa bağımlığı gelin eylemlerimizle protesto edelim, edelim ve örgütlenelim. Gelin o duble yollarda yürüyüşe geçelim, ulaşım politikalarını eleştirelim. Alternatif politikaları sloganlarımıza yansıtalım. Gelin TEKEL’in ve diğer kamu mallarının yağmalanmasını protesto edip, bu satışları durdurmaya yetecek kadar güç biriktirelim… Evet, bunları diyelim, anlatalım ve politika yapmaya çağıralım insanları. Solculuk bir “yaşam tarzı” olarak ele alınacaksa, sol yaşam tarzında aslında bunlar var!..

Üstelik örneklerini verdiğimiz türden bireysel tutumların, politizasyonun düşük yoğunlukta olduğu toplumsal dokuda boy verdiği de görülmelidir. Sol politikanın güçlendiği evrelerde böylesi fikirler ve tavır alışlar insanların gündeminden büyük ölçüde çıkar. Tamam, bu konularda manipülasyonlar var. Fakat bu tür önerilerle bu kadar sık karşılaşmamızın bir nedeni de solun henüz yeterince güçlü olmamasıdır. Öyleyse tekrar olsun, sol politika güçlendirilmelidir!..

“Dayanışma” konusuna geçelim. “dayanışma” bir değer ya da ilke olarak solun tanımına içkin midir?.. Sol, hangi tür dayanışma örnekleri örgütler ve sergiler?.. Birileri şöyle söylemektedir: İşsizlerin bir dayanışma ağı kurması, bu dayanışma ağına çalışan emekçilerin de katılması sağlanırsa, işsizler için bir fon kurulabilir ve onlara yapılacak yardımlar yaşam kalitelerinin düzelmesini sağlayabilir. Olabilir. Zaten sosyal devlet uygulamaları arasında sosyal sigortalar, işsizlik ödenekleri gibi toplumsal dayanışma örnekleri bulunuyordu. Neo-liberal politikalarla bunlar uzun bir sürece yayılmış biçimde tasfiye ediliyor. Sosyal devletin üstlenmiş olduğu ya da aracılık ettiği bu tür dayanışma pratiklerinin, bir başka formu dincilerin vakıflar, dernekler kurarak, hayırseverlik pratiklerine girişmesidir. Tarikatların etki alanlarını genişletmelerinde hayırseverlik pratiklerinin rolü bulunmaktadır. Para toplanır, yoksullara yardım edilir, cami yaptırılır, büyükbaş kurbanlık hayvan alınır/kesilir vb… Benzer pratikler, seküler insanların kurduğu STÖ’ler aracılığıyla da gerçekleştiriliyor. Sınırlı sayıda kız çocuğunun okutulması sağlanıyor, devletin yapması gereken okullar, okul yaptırma kampanyalarıyla inşa ediliyor vb… Peki solun bu dayanışma ağlarının oluşumuna katılması, dayanışmacı pratikler örgütlemesi sağlıklı mıdır?..

Bu noktada bir örnek verelim. Necmi Erdoğan, Birgün gazetesindeki bir yazısında “sinik-sözde solcu”nun eşkâlini verirken şunları yazdı: Döner sermaye adaletsizliğinin olduğu bir hastanede, yüksek döner sermaye payı alan emekçiler, düşük döner sermaye payı alan emekçilerle ya da taşeron firmada asgari ücretle çalışan işçilerle dayanışmak amacıyla aldıkları paranın küçük bir kısmını, işçilerin ya da düşük döner sermaye geliri olan kamu emekçilerinin yararlanacağı bir havuzun oluşturulmasına ayırabilir. Necmi Erdoğan bu öneriyi benimsemeyen solcu emekçilerin, “sinik-sözde solcu” olduğunu belirtiyor. Bu solcular işyerindeki emekçilerle dayanışmadan, onların halini anlamadan nasıl örgütlenir diyor. Dikkat edilirse, döner sermaye sisteminin tamamen olumsuzlanması gerektiğine, eskisine göre daha çok çalışmayı getirip sömürüyü artırdığına, gereksiz tahlil ve muayenelerin yapılmasına yol açıldığına hiç değinilmiyor. Taşeron işçilerin sendikal örgütlenmesi için uğraşan solcu kamu emekçilerine de… İnsanca yaşamaya yetecek ve emekliliğe yansıyan maaşların talep edilmesi için, kamu emekçilerinin mücadeleye katılması gerektiği de belirtilmiyor. Var olan duruma karşı tepkinin örgütlenmesi yerine, paranızın bir kısmını işyerindeki emekçilerle paylaşın önerisi onaylanıyor. Bu öneriye uymayan solcular “sözde” ve “sinik” solcular olarak damgalanıyor. Necmi Erdoğan, döner sermaye geliri yüksek olan emekçilerin de sömürüldüğünü, ailelerinin yaşam standartlarını yükseltmek istediklerini, örneğin bir ev sahibi olmaya çalıştıklarını ve kazançlarının küçük de olsa bir kısmını “dayanışma” adı altında da olsa “sadaka” niyetine iş arkadaşlarına dağıtmaktan doğal olarak kaçınacaklarını göremiyor. Erdoğan, bu havuz önerisine sıcak bakan düşük gelirli emekçilerin, iş sendikal mücadeleye geldiğinde yan çizdiklerini, mücadeleyle bir kazanım elde edilmez fikrine sahip olduklarını bilmiyor. Bu tür “dayanışma” pratiklerinin, onların politizasyon düzeylerindeki düşüklüğü pekiştireceğini de anlayamıyor. Aslında “havuz oluşturulsun” önerisinin uygulanabileceği ne yasal/yönetmelik zemini var, ne de bunu fiilen gerçekleştirmeye imkân. Fakat diyelim ki hastanelerde bu tür bir uygulama bir şekilde uygulanmış olsun. Bu uygulamaya geçişiyse sağlık emekçilerinin sendikası sağlamış bulunsun. Bu durumda ne olacaktı!?.. Sağlık emekçilerinin bilinçleri mi gelişmiş olacaktı; hayır. Düşük döner sermaye payı alan emekçiler ya da taşeron işçiler, havuzdan paralarını paşa paşa alacak, belki aralarından çoğu sendikaya kotardığı bu işten dolayı teşekkür edecek, ama yine de örgütlenmeyecekti. Havuz oluşturulması, sağlık emekçilerinin ve taşeron işçilerin kitlesel biçimde sağlıktaki dönüşümü, piyasalaşmayı algılamalarına ve buna karşı mücadeleye girişmelerine mi yol açacaktı; hayır. Taşeron işçilerin işyerlerinde ve tüm yaşamlarında çektikleri sıkıntıları mı giderecekti?.. E, öyleyse?.. Bu uçuk öneriyi hiç dillendirmemiş olun.

İşte bu bakışla ben, Necmi Erdoğan’ın onaylamayıp, “sinik-sözde solcu” diye damgalamaya çalıştığı kişiler adına, bir kez daha yineliyorum: Oldu olacak döner sermayesi yüksek olan (solcu) emekçiler, sokak çocuklarının rehabilitasyonuna, işsizlerin iş sahibi olana kadar desteklenmesine de gelirlerinden yapacakları küçük miktarda bir para aktarımıyla yardım etsin!.. Bunlar sol adına olacak iş değildir. Böylesi öneriler “deli saçması” muamelesi görmelidir.

Oysa kamu emekçilerinin sendikalarının, adaletsiz payların dağıtıldığı döner sermaye uygulamasının tümüyle kaldırılması ve yerine düzenli, emekli aylıklarına yansıyan, yeterli maaşlar için mücadeleye girişmesi, düşük pay dağıtılan kamu emekçilerini böylesi bir mücadeleye ve örgütlenmeye çağırması gerekir. Bu mücadelenin dayanışma içerisinde yürütülmesine, farklı işyerleri arasında mücadelede ortaklık ve dayanışma sağlanmasına da çalışılmalıdır (Aslında bu konuda artık “geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” denebilecek bir noktaya gelinmiştir). Taşeron işçilerin kendi hakları için örgütlenmelerine destek olunması ve bu doğrultudaki mücadeleleriyle dayanışma gösterilmesiyse şarttır.

Birileri size şuna benzer şeyler de söyleyecektir: “Tamam sömürü sosyalizmde ortadan kalkacak, ama bugünden bir şeyler yapıp sömürüyü sınırlandırsak?..Tamam sosyalizmde işsizlik olmayacak, ama bugünden bir şeyler yapıp, örneğin işsizler arasında dayanışma ağı örgütleyip, bir sandık ya da fon kurup onlara yardım etsek?.. Ya da sokak çocukları, okuyamayan çocuklar, yoksullar, açlar, evsizler ve bunların yanı sıra katledilen hayvanlar, tahrip edilen çevre için bugünden, “hemen şimdi” yapılacak bir şeyler yok mudur?.. Bunları yapmayıp, sosyalizmi mi bekleyeceğiz, yahu!.. Vicdan, ahlak denen bi’şey var, di mi?”

İşsizliğin, okuryazar oranının düşük olmasının, dilenciliğin, yoksulluğun panzehiri yukarıda örneklerini verdiğimiz dayanışma pratiklerini sergilemekten ya da dayanışma ağları oluşturmaktan geçmez. Üstelik tarikatlarda da görülen bu tür dayanışmacı pratikler, insanların sağlıklı bir politik bilinç geliştirmesini önleyici işleve de sahiptir. Toplumsal sorunların çözümünde “sağlamcı” olunmalı ve böyle olunduğu gösterilmelidir. Palyatif tedbirlerle, kalıcı ve kökten sonuç üretmeyen yardımlaşmalarla, sadaka anlayışı ve kültürüyle, toplumsal işleyişin sonucu olan sorunlar ortadan kaldırılamaz. Bunların ortadan kaldırılması için sistemin değişmesi elzemdir. Yardımlaşma örgütleri de, politik mücadelenin ve örgütlerinin yerini alamaz, almamalıdır.

İşçilere, emekçilere, işsizlere, okuma imkanı olmayan çocuklara-gençlere, yoksullara yardım etmek mi istiyorsunuz?.. Öyleyse onları, sömürüldükleri, sefalete itildikleri bu sistemden, yoksunlukların, eşitsizliklerin ve insanlık dışı koşulların yapısal müsebbibi olan bu düzenden, kendilerini kurtarmaları için mücadelelere girişmeye davet edin. Sömürünün yok edilmesinin mümkün olduğunu bilerek ve anlatarak, sömürüyü sınırlandırmaya, hakların korunmasına ve kazanılmasına yarayacak sendikal örgütlenmeye katılın. Bireyci davranışlara prim vermeyin, örgütlü tepkilerin yükselmesine yardım edin. Dayanışmayı mücadelenin içerisinde kurun. Toplumun kurtuluşu ve dolayısıyla kendi kurtuluşunuz, buradadır. Kapitalizmi tarihin çöp sepetine atmakta, hürriyetin ve eşitliğin olduğu, insanca yaşanacak sosyalist bir ülke kurmakta… Vicdanı olan ve gerçekten insancıl değerlere sahip olan, bu düşüncelerle mücadele içerisindeki yerlerini alan solculardır. Birisi “sözde” ya da “sinik” demiş kimin umurunda…


Not: Necmi Erdoğan “Sinik-Sözde Solcu Kişilik Nedir?” başlıklı yazısında (kaynak: http://www.birgun.net/forum_index.php?news_code=1270074339&year=2010&month=04&day=03) şöyle yazmıştı:

Sağlıkta sermaye mantığının hâkim olmasına karşı mücadele eden bir sendikaya üye olan bir sağlık çalışanının aybaşında alacağı “performans primi”nin hesabını yaparak elinde barkot olmayan hastaya bakmak istememesi en gevşek tanımıyla bile hangi “sol ahlaka” sığar? Böyle bir “solcu” karşısındaki hastanın da dâhil olduğu ezilenler kitlesi ile bağ kurabilir mi? Dahası kendisi hakkında söylediklerine gerçekten inanan bir zihniyete sahip olabilir mi? Aynı işyerinde çalıştıkları taşeron firma işçileriyle bağ kurmak için aynı birimde çalışanların aldıkları performans primlerinin küçük de olsa bir kısmını onlara dağıtılmak üzere bir havuza aktarmaları örneğini ve önerisini duyunca “Oldu olacak sokak çocuklarına da yardım edelim!” diyebilen biri kendini “dayanışma”cılar arasında nasıl sayabilmektedir?”

Erdoğan, ahlakın koşullara bağlı olduğunu görmüyor. Barkodu olmayan hastalara bakınca performans puanı ve eline geçen parası düşen sağlık çalışanı ne yapsın?.. Döner sermaye/performans düzenlemesine karşı mücadele etmekten başka!.. Biz emekçilerin ahlakı, “tuzu kuru” entel-dantellerin emekçilerin yaşamından kopuk/uzak değer yargılarıyla bağdaşmıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

[Toplumbilim İçin Materyalist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez Giriş Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyo...