Konu:
Bireycilik, sadaka-severlik, Necmi Erdoğan’ın bir önerisi üzerinden
eleştirilmekte, mücadelede dayanışmayla hayırseverliğin farkı vurgulanmaktadır.
Emperyalizme karşı mücadele
mi ediyorsunuz? O zaman “yerli malı” kullanmalısınız. Hatta yerlisinden yemeli
ve içmeli, yerli malı otomobile binmeli, “milli” şirketlerin benzinini satın
almalısınız... Bu düşüncenin tekellere karşı çıkıyorsak esnaftan alışveriş
yapalım/yapmalıyız ya da kapitalizme karşıysak, en iyisi geçim araçlarımızı ve
gereksinimlerimizi kendimiz üretelim/üretmeliyiz demekten özünde bir farkı yok.
Bu öneriler, sömürüye karşıysan, sömürüden kurtulmak istiyorsan, çalışmayıp
işsiz kalmalısın önerisine de benziyor. Aman ne iyi (!).. Neredeyse,
emperyalizme karşıtlığı “yabancılara karşıtlığa”, milliyetçiliğe
eşitleyecekler. Bu türden bireysel tutumlarla, daha anlamlısı bu tutumları
sergileyen bireylerin organize olmasıyla, insanlık tekellerden de,
emperyalist-kapitalist sistemden ve sömürüden de kurtulmuş olacak sanki. Oysa
ister yerlisi olsun ister yabancısı, tekeller çoğu durumda ortaklıklar da
kurarak meta ve hizmet üretimini, günlük hayatın her alanında sürdürüyorlar.
Suyun başını tutan bu “devlere” karşı alınacak bireysel tavırların, ne kadar
yaygınlaşırsa yaygınlaşsın, ne kadar çok sayıda insan tarafından sergilenirse
sergilensin, var olan durumu değiştirip dönüştürmesinin, emperyalist ülkelere
olan bağımlılığı ortadan kaldırmasının olanağı yoktur. Bu türden çabaların
“fare dağa küsmüş”ten öteye geçen bir anlamı ve sonucu olmayacaktır.
Sorgulanması gereken dışa
bağımlılıktır, emperyalist-kapitalist sistemde ülkeler arasındaki
egemenlik-bağımlılık ilişkilerini kuran mekanizmalar ve politikalardır.
Ülkemizde neden petrol ve doğalgaz üretimi için kamu eliyle araştırma yapılması
engelleniyor; neden enerjide dışa bağımlılık giderek derinleştiriliyor?
Ulaşımda otomotiv ve petrol tekellerinin isteği doğrultusunda, düşük
kapasiteyle kullanılsa da, neden bu kadar çok otoyol yapılıyor? Ya da demiryolu
ve deniz taşımacılığının geliştirilmesine çalışılmazken, neden bu kadar çok
duble yol yapımı söz konusu?.. İşte bunlar sorgulanmalıdır. Bu sorgulamalar politik
mücadelenin konusudur. Bu tür sorgulamalar, yaşanan sorunların kaynağında
siyasi iktidarın sorumluluğu olduğunu dikkate alır.
Yahut bugünlerde güncel olan
bir konuya bakalım. Et fiyatlarının tırmanışı yüzünden, et yiyemez hale geldik.
Peki bunun sorumlusu kim?.. Neden et ithaline başlandı?.. Ülkemizde
hayvancılıkla uğraşan küçük üreticilerin sayısı azalırken, neden büyük
çiftliklerin sayısı artıyor?.. Neden bu kar amaçlı üretimi yapan patronlar,
tarımsal desteklerin büyük kısmını yutuyor?.. “At ve eşek eti de yenebilir, bu
bir kültürel meseledir” diyip, maliyetleri kısmak için ve üstelik sağlıksız
koşullarda üretilen bu etleri tüketirken, “kuzu kuzu” sesimizi çıkarmayalım mı
bu duruma?.. Kar için insan hayatını hiçe sayan bu tür uygulamalara karşı örgütlü
bir tepki geliştirsek?.. İthal et yemeyin kampanyası düzenlemek yerine, bu
duruma bizi getirenin, bu konuda yaşadığımız sıkıntıların kaynağının liberal
ekonomik düzenlemeler ve siyasi iktidarlar olduğunu anlasak ve anlatsak?..
Örneğin birileri size “duble
yolları kullanmayalım”, “Rus, İran ya da Azerbaycan doğal gazını kullanmayıp,
odun ve kömür yakmaya dönelim” derse, gülebilir, gülünç olduğunu onlara
hissettirebilir ya da “höst” diyebilirsiniz. “Cola içmeyelim, ayran içelim”
diyenler, “Shell ya da BP’den benzin almayın, Akpet’ten alın” diyenler, “Ülker
markalı ürünlerin yerine Eti markalı ürünleri tercih edelim”, “Marlboro
içmeyelim, TEKEL’de üretilmiş sigaraları tüttürelim” diyenler de diyenler… Bazı
durumlarda aşırıya kaçıp bireylerin tercihlerine de karışan bu kişiler,
solculuğun “bir yaşam tarzı” olduğunu da söyleyebilirler. Oysa sol ve solculuk,
politik mücadeleyle tanımlanır. Bireysel pasif tutumlarla ne tekellere ne de
kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadele edilmiş olunur. Bu bireysel tavırları
savunanlara, “buyurun gelin İMF’yi, AB’yi, NATO’yu protesto etmeye, eylemlere,
mitinglere” denmelidir. AB önerileri doğrultusunda adım atarak tarım ve
hayvancılığı bitiren hükümetleri eylemlerimizle kınayalım. Enerjide dışa
bağımlığı gelin eylemlerimizle protesto edelim, edelim ve örgütlenelim. Gelin o
duble yollarda yürüyüşe geçelim, ulaşım politikalarını eleştirelim. Alternatif
politikaları sloganlarımıza yansıtalım. Gelin TEKEL’in ve diğer kamu mallarının
yağmalanmasını protesto edip, bu satışları durdurmaya yetecek kadar güç
biriktirelim… Evet, bunları diyelim, anlatalım ve politika yapmaya çağıralım
insanları. Solculuk bir “yaşam tarzı” olarak ele alınacaksa, sol yaşam tarzında
aslında bunlar var!..
Üstelik örneklerini
verdiğimiz türden bireysel tutumların, politizasyonun düşük yoğunlukta olduğu
toplumsal dokuda boy verdiği de görülmelidir. Sol politikanın güçlendiği
evrelerde böylesi fikirler ve tavır alışlar insanların gündeminden büyük ölçüde
çıkar. Tamam, bu konularda manipülasyonlar var. Fakat bu tür önerilerle bu
kadar sık karşılaşmamızın bir nedeni de solun henüz yeterince güçlü
olmamasıdır. Öyleyse tekrar olsun, sol politika güçlendirilmelidir!..
“Dayanışma” konusuna
geçelim. “dayanışma” bir değer ya da ilke olarak solun tanımına içkin midir?..
Sol, hangi tür dayanışma örnekleri örgütler ve sergiler?.. Birileri şöyle
söylemektedir: İşsizlerin bir dayanışma ağı kurması, bu dayanışma ağına çalışan
emekçilerin de katılması sağlanırsa, işsizler için bir fon kurulabilir ve
onlara yapılacak yardımlar yaşam kalitelerinin düzelmesini sağlayabilir.
Olabilir. Zaten sosyal devlet uygulamaları arasında sosyal sigortalar, işsizlik
ödenekleri gibi toplumsal dayanışma örnekleri bulunuyordu. Neo-liberal
politikalarla bunlar uzun bir sürece yayılmış biçimde tasfiye ediliyor. Sosyal
devletin üstlenmiş olduğu ya da aracılık ettiği bu tür dayanışma pratiklerinin,
bir başka formu dincilerin vakıflar, dernekler kurarak, hayırseverlik
pratiklerine girişmesidir. Tarikatların etki alanlarını genişletmelerinde
hayırseverlik pratiklerinin rolü bulunmaktadır. Para toplanır, yoksullara
yardım edilir, cami yaptırılır, büyükbaş kurbanlık hayvan alınır/kesilir vb…
Benzer pratikler, seküler insanların kurduğu STÖ’ler aracılığıyla da
gerçekleştiriliyor. Sınırlı sayıda kız çocuğunun okutulması sağlanıyor,
devletin yapması gereken okullar, okul yaptırma kampanyalarıyla inşa ediliyor
vb… Peki solun bu dayanışma ağlarının oluşumuna katılması, dayanışmacı
pratikler örgütlemesi sağlıklı mıdır?..
Bu noktada bir örnek
verelim. Necmi Erdoğan, Birgün gazetesindeki bir yazısında “sinik-sözde
solcu”nun eşkâlini verirken şunları yazdı: Döner sermaye adaletsizliğinin
olduğu bir hastanede, yüksek döner sermaye payı alan emekçiler, düşük döner
sermaye payı alan emekçilerle ya da taşeron firmada asgari ücretle çalışan
işçilerle dayanışmak amacıyla aldıkları paranın küçük bir kısmını, işçilerin ya
da düşük döner sermaye geliri olan kamu emekçilerinin yararlanacağı bir havuzun
oluşturulmasına ayırabilir. Necmi Erdoğan bu öneriyi benimsemeyen solcu emekçilerin,
“sinik-sözde solcu” olduğunu belirtiyor. Bu solcular işyerindeki emekçilerle
dayanışmadan, onların halini anlamadan nasıl örgütlenir diyor. Dikkat edilirse,
döner sermaye sisteminin tamamen olumsuzlanması gerektiğine, eskisine göre daha
çok çalışmayı getirip sömürüyü artırdığına, gereksiz tahlil ve muayenelerin
yapılmasına yol açıldığına hiç değinilmiyor. Taşeron işçilerin sendikal
örgütlenmesi için uğraşan solcu kamu emekçilerine de… İnsanca yaşamaya yetecek
ve emekliliğe yansıyan maaşların talep edilmesi için, kamu emekçilerinin
mücadeleye katılması gerektiği de belirtilmiyor. Var olan duruma karşı tepkinin
örgütlenmesi yerine, paranızın bir kısmını işyerindeki emekçilerle paylaşın
önerisi onaylanıyor. Bu öneriye uymayan solcular “sözde” ve “sinik” solcular
olarak damgalanıyor. Necmi Erdoğan, döner sermaye geliri yüksek olan
emekçilerin de sömürüldüğünü, ailelerinin yaşam standartlarını yükseltmek
istediklerini, örneğin bir ev sahibi olmaya çalıştıklarını ve kazançlarının
küçük de olsa bir kısmını “dayanışma” adı altında da olsa “sadaka” niyetine iş
arkadaşlarına dağıtmaktan doğal olarak kaçınacaklarını göremiyor. Erdoğan, bu
havuz önerisine sıcak bakan düşük gelirli emekçilerin, iş sendikal mücadeleye
geldiğinde yan çizdiklerini, mücadeleyle bir kazanım elde edilmez fikrine sahip
olduklarını bilmiyor. Bu tür “dayanışma” pratiklerinin, onların politizasyon
düzeylerindeki düşüklüğü pekiştireceğini de anlayamıyor. Aslında “havuz
oluşturulsun” önerisinin uygulanabileceği ne yasal/yönetmelik zemini var, ne de
bunu fiilen gerçekleştirmeye imkân. Fakat diyelim ki hastanelerde bu tür bir
uygulama bir şekilde uygulanmış olsun. Bu uygulamaya geçişiyse sağlık
emekçilerinin sendikası sağlamış bulunsun. Bu durumda ne olacaktı!?.. Sağlık
emekçilerinin bilinçleri mi gelişmiş olacaktı; hayır. Düşük döner sermaye payı
alan emekçiler ya da taşeron işçiler, havuzdan paralarını paşa paşa alacak,
belki aralarından çoğu sendikaya kotardığı bu işten dolayı teşekkür edecek, ama
yine de örgütlenmeyecekti. Havuz oluşturulması, sağlık emekçilerinin ve taşeron
işçilerin kitlesel biçimde sağlıktaki dönüşümü, piyasalaşmayı algılamalarına ve
buna karşı mücadeleye girişmelerine mi yol açacaktı; hayır. Taşeron işçilerin
işyerlerinde ve tüm yaşamlarında çektikleri sıkıntıları mı giderecekti?.. E,
öyleyse?.. Bu uçuk öneriyi hiç dillendirmemiş olun.
İşte bu bakışla ben, Necmi
Erdoğan’ın onaylamayıp, “sinik-sözde solcu” diye damgalamaya çalıştığı kişiler
adına, bir kez daha yineliyorum: Oldu olacak döner sermayesi yüksek olan
(solcu) emekçiler, sokak çocuklarının rehabilitasyonuna, işsizlerin iş sahibi
olana kadar desteklenmesine de gelirlerinden yapacakları küçük miktarda bir
para aktarımıyla yardım etsin!.. Bunlar sol adına olacak iş değildir. Böylesi
öneriler “deli saçması” muamelesi görmelidir.
Oysa kamu emekçilerinin
sendikalarının, adaletsiz payların dağıtıldığı döner sermaye uygulamasının
tümüyle kaldırılması ve yerine düzenli, emekli aylıklarına yansıyan, yeterli
maaşlar için mücadeleye girişmesi, düşük pay dağıtılan kamu emekçilerini
böylesi bir mücadeleye ve örgütlenmeye çağırması gerekir. Bu mücadelenin
dayanışma içerisinde yürütülmesine, farklı işyerleri arasında mücadelede
ortaklık ve dayanışma sağlanmasına da çalışılmalıdır (Aslında bu konuda artık
“geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” denebilecek bir noktaya
gelinmiştir). Taşeron işçilerin kendi hakları için örgütlenmelerine destek
olunması ve bu doğrultudaki mücadeleleriyle dayanışma gösterilmesiyse şarttır.
Birileri size şuna benzer
şeyler de söyleyecektir: “Tamam sömürü sosyalizmde ortadan kalkacak, ama
bugünden bir şeyler yapıp sömürüyü sınırlandırsak?..Tamam sosyalizmde işsizlik
olmayacak, ama bugünden bir şeyler yapıp, örneğin işsizler arasında dayanışma
ağı örgütleyip, bir sandık ya da fon kurup onlara yardım etsek?.. Ya da sokak çocukları,
okuyamayan çocuklar, yoksullar, açlar, evsizler ve bunların yanı sıra
katledilen hayvanlar, tahrip edilen çevre için bugünden, “hemen şimdi”
yapılacak bir şeyler yok mudur?.. Bunları yapmayıp, sosyalizmi mi bekleyeceğiz,
yahu!.. Vicdan, ahlak denen bi’şey var, di mi?”
İşsizliğin, okuryazar
oranının düşük olmasının, dilenciliğin, yoksulluğun panzehiri yukarıda
örneklerini verdiğimiz dayanışma pratiklerini sergilemekten ya da dayanışma
ağları oluşturmaktan geçmez. Üstelik tarikatlarda da görülen bu tür dayanışmacı
pratikler, insanların sağlıklı bir politik bilinç geliştirmesini önleyici
işleve de sahiptir. Toplumsal sorunların çözümünde “sağlamcı” olunmalı ve böyle
olunduğu gösterilmelidir. Palyatif tedbirlerle, kalıcı ve kökten sonuç
üretmeyen yardımlaşmalarla, sadaka anlayışı ve kültürüyle, toplumsal işleyişin
sonucu olan sorunlar ortadan kaldırılamaz. Bunların ortadan kaldırılması için
sistemin değişmesi elzemdir. Yardımlaşma örgütleri de, politik mücadelenin ve
örgütlerinin yerini alamaz, almamalıdır.
İşçilere, emekçilere,
işsizlere, okuma imkanı olmayan çocuklara-gençlere, yoksullara yardım etmek mi
istiyorsunuz?.. Öyleyse onları, sömürüldükleri, sefalete itildikleri bu
sistemden, yoksunlukların, eşitsizliklerin ve insanlık dışı koşulların yapısal
müsebbibi olan bu düzenden, kendilerini kurtarmaları için mücadelelere
girişmeye davet edin. Sömürünün yok edilmesinin mümkün olduğunu bilerek ve
anlatarak, sömürüyü sınırlandırmaya, hakların korunmasına ve kazanılmasına
yarayacak sendikal örgütlenmeye katılın. Bireyci davranışlara prim vermeyin,
örgütlü tepkilerin yükselmesine yardım edin. Dayanışmayı mücadelenin içerisinde
kurun. Toplumun kurtuluşu ve dolayısıyla kendi kurtuluşunuz, buradadır.
Kapitalizmi tarihin çöp sepetine atmakta, hürriyetin ve eşitliğin olduğu,
insanca yaşanacak sosyalist bir ülke kurmakta… Vicdanı olan ve gerçekten
insancıl değerlere sahip olan, bu düşüncelerle mücadele içerisindeki yerlerini
alan solculardır. Birisi “sözde” ya da “sinik” demiş kimin umurunda…
Not: Necmi Erdoğan “Sinik-Sözde
Solcu Kişilik Nedir?” başlıklı yazısında (kaynak: http://www.birgun.net/forum_index.php?news_code=1270074339&year=2010&month=04&day=03)
şöyle yazmıştı:
“Sağlıkta sermaye mantığının
hâkim olmasına karşı mücadele eden bir sendikaya üye olan bir sağlık
çalışanının aybaşında alacağı “performans primi”nin hesabını yaparak elinde
barkot olmayan hastaya bakmak istememesi en gevşek tanımıyla bile hangi “sol
ahlaka” sığar? Böyle bir “solcu” karşısındaki hastanın da dâhil olduğu
ezilenler kitlesi ile bağ kurabilir mi? Dahası kendisi hakkında söylediklerine
gerçekten inanan bir zihniyete sahip olabilir mi? Aynı işyerinde çalıştıkları
taşeron firma işçileriyle bağ kurmak için aynı birimde çalışanların aldıkları
performans primlerinin küçük de olsa bir kısmını onlara dağıtılmak üzere bir
havuza aktarmaları örneğini ve önerisini duyunca “Oldu olacak sokak çocuklarına
da yardım edelim!” diyebilen biri kendini “dayanışma”cılar arasında nasıl
sayabilmektedir?”
Erdoğan, ahlakın koşullara bağlı olduğunu görmüyor. Barkodu
olmayan hastalara bakınca performans puanı ve eline geçen parası düşen sağlık
çalışanı ne yapsın?.. Döner sermaye/performans düzenlemesine karşı mücadele
etmekten başka!.. Biz emekçilerin ahlakı, “tuzu kuru” entel-dantellerin
emekçilerin yaşamından kopuk/uzak değer yargılarıyla bağdaşmıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.