Mahmut Boyuneğmez
Türkiye solunda eleştiri ve tartışma kültürü zayıftır. Geliştirilmesi
gerekiyor… Haluk Yurtsever’in Orta Sınıf
Efsanesi adlı kitabını, birileri bana “beyaz yakalı” dese de, çalışma
koşullarım açısından bakıldığında “ağır işçi” olduğumdan dolayı, okuma ve eleştirme
olanağım bu zamana kadar olmamıştı. Ancak kitabın basım tarihi olan 2016
yılından bugüne 5 yıl geçmiş olmasına karşın, üzerine durup irdelemek,
eleştirmek ve tartışmak için geç kalınmış olduğunu düşünmüyorum. “Komünizm
fikrine” bağlılığında, bir gün bile “boşluğu” bulunmayan Yurtsever’in ve ayrıca
okurların, eleştirilerimi yapıcı şekilde algılamasını umut ediyorum. Yanlış
anladığım, yanlış yorumladığım yerler olabileceği gibi, bazı konularda yanlış
da düşünüyor olabilirim. Başka bir deyişle, eleştirilere açığım. “Bizi” geliştirmesi
umuduyla…
***
1. Sınıfları belirleyen gelir düzeyleri değildir. Gelir, bir görünüştür ve
özüne gitmek, nasıl elde edildiğine odaklanmak gerekir. Bu nedenle Amerikan
sosyolojisinin “sınıfları” gelir düzeylerine göre bölmelere ayırıp, tanımlaması
yanıltıcıdır. “Orta sınıf”, geliri “orta” olan kişilerden oluşan bir sınıf
olarak algılanıyor. Oysa gelenekseli ve yenisiyle “orta sınıf küçük burjuvazi”
denen ara katmanlar, proletarya ile kapitalist sınıf arasında geçişken konumdadır.
“Birincisi, gelirin kaynağı ve miktarı gerçekten de sınıf belirleniminin
ölçütlerinden biridir. İkincisi, gelir dağılımı istatistiklerinin, gelir
dilimlerini yüz üzerinden yirmilik beş bölüme ayırarak sunması, “gelir”i sınıf
belirleme ve derecelendirme ölçütü olarak almayı kolaylaştırıcı ve kullanışlı
hale getiriyor.” (s.15)
Gerçek “kaynakları”, gelirlerin nasıl oluştuğunu görebilmek gerekiyor.
Örneğin otomobil üreten bir tekelde/şirkette bir CEO da, alt düzey yönetici bir
mühendis de gelirini “ücret” biçiminde alır. Gelirlerinin görünüşteki “kaynağı”
ücrettir. Fakat CEO’nun ücreti, kendi emek-gücünün değerini yansıtacak şekilde
aldığı bir ücret formunda değildir ve o işletmede çalışan işçilerin yarattığı
artık değerden kaynaklanır. Alt düzey yönetici konumundaki mühendisin geliri
ise, emek-gücünü satmasının karşılığı olarak aldığı ücretten kaynaklanır.
Sınıflar, toplumlardaki gerçekliklerdir, insanların gelir düzeylerine göre
derecelendirilmesinin sonucu olan kurgusal kavramlaştırmalar değildir.
2. “Marx’ın sınıf konusuna, proletaryanın pratik hareketinden esinlenerek
ya da kapitalist üretim tarzının anatomisini ortaya çıkaran bilimsel bir
çalışmanın sonucu olarak “giriş” yapmadığını kaydedelim. Marx, ilk eserlerinden
başlayarak sınıfları, sınıf mücadelesini ele alırken, ortada elle tutulur,
gözle görülür işçi sınıfı hareketi yoktu. Engels’le birlikte, bir sınıf
mücadelesi ilanı ve çağrısı olan Komünist
Parti Manifestosu’nu yazdıklarında, birkaç ay sonra 1848 Avrupa Devrimi’nin
sökün edeceğini bilmiyorlardı.” (s. 21-22)
Oysa Marx, Kreuznach’tayken 1843 yazında
“18. yüzyıl Fransız Devrimi üzerine yazılmış özel tarih çalışmaları
üzerinde de durdu.” (Karl Marx Biyografi,
Hazırlayanlar: SSCB Bilimler Akademisi Kolektifi, çeviri: Ertuğrul Kürkçü,
Sorun Yayınları, 2. Baskı, s. 49-50). Başka bir deyişle bu tarihte, Fransa’daki
sınıflar arasındaki mücadeleleri inceleyen tarihçileri okuduğunu biliyoruz.
Ekim 1843 sonlarında karısıyla birlikte Paris’e yerleşen Marx’ın, toplumsal
olaylardan soyutlanarak yaşadığını düşünmemek gerekir: “Paris diyordu Lenin: “O
zamanlar siyasetle ve çeşitli teorilerin tartışılmasıyla dolup taşıyordu.”
Paris sınıf çelişmelerinin ve burjuva dünyasını sarsan çarpışmaların
incelenmesi için mükemmel imkânlar sağlıyordu. Marx’ın proletaryanın
insanlarıyla temas kurduğu ilk yer de burasıydı.” (Karl Marx Biyografi, s. 52). Ayrıca, 1842 sonbaharında
Manchester’e giden ve orada 12 yıl kalan Engels’in, Chartist hareketle
ilişkileri vardı. Engels’in kendi gözlemleri ve işçilerin anlatımlarının
yazılmasında önemli payı olan İngiltere’de
Emekçi Sınıfın Durumu (yazılışı Eylül 1844-Mart 1845 arası) adlı eserini
unutmamak gerekir… Devrimci fikirler, devrimci sınıfların varlığı ve
mücadeleleri üzerinde yükselir. Marx ve Engels’in düşünceleri gelişir ve
bilimsel/realist bir içerik kazanırken, proletaryanın ve diğer sınıfların
mücadeleleri belirleyicidir.
3. “Üretim araçlarından yoksun,
yaşamak için emek gücünü satmak zorunda olan, üretim etkinliği sermaye
tarafından denetlenen, sömürülen ya da sömürülmeye hazır sınıf proletaryadır.”
(s. 39)
Bu yazılanlar doğrudur. Ancak dikkate almadığı nokta, proletaryanın,
sermaye sınıfıyla ilişkisi içerisinde ele alınması gerektiğidir. Bize göre
kapitalist üretim ilişkileri, üretim sürecinde, iki temel sınıf olan
kapitalistler ve proleterler arasındaki sınıfsal ilişkilerdir. Bu ilişkiler,
kapitalist üretim biçiminde simetrik olarak içseldir. Proletarya ve kapitalist
sınıf, birbirini karşılıklı olarak üretir. Aynı zamanda bu ilişkiler, uzlaşmaz
zıt kutuplar olan iki temel sınıf arasındaki karşıtların mücadelesini barındırır. Şu şekilde
de yazılabilir: Üretim sürecindeki proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki
ilişki, kapitalist üretim ilişkilerinin başka bir anlatımıdır ve karşıtların birliği ile mücadelesini oluşturur. Üretim ilişkileri, sömürü ilişkileridir. Kapitalist
üretim/sömürü ilişkileri, üretim sürecinde iki temel sınıf arasındaki salt
ekonomik bir ilişki değil, üretimin maddi koşulu olan üretim araçlarının özel
mülkiyeti nedeniyle proletarya ile kapitalist sınıf arasında bir
iktidar/egemenlik ilişkisidir de. Üretim ilişkileri içerisindeki temel iki
sınıf, birbirleri hakkında, ilişkileri hakkında, diğer toplumsal fenomenler
hakkında, ideolojileri olan düşünceleri, inançları, duyguları, değerleriyle
birlikte üretim sürecine katılır. Üretim/ekonomi, her zaman ekonomik
ilişkilerden fazlasını içerir. Kapitalist üretimdeki iki temel sınıf arasındaki
ilişkilerin yeniden üretimi, yani sürekliliği/kalıcılığı, kendisi de bir
sınıflar arası örgütlenme olan devlet, hukuksal düzenlemeler ve egemen
ideolojiyi oluşturan bazı ideolojiler tarafından sağlanır. Sömürü, bir defalık
olan bir “olay” değil, ancak yeniden üretildiğinde var olan sınıflar arası bir
ilişkidir. Üretim/sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi için siyasal, ideolojik,
hukuksal ve devletsel formlara, mekanizmalara, düzenlemelere gereksinim vardır.
Dolayısıyla kapitalist üretim biçiminin hâkim olduğu bir toplumda, toplumsal
ilişkilerin diğer biçimlerinden izole olarak var olan ve işleyen salt ekonomik
pratiklerden oluşan, bir iktisadi düzeyin varlığından bahsedilemez.
Üretim/ekonomi, her zaman diğer toplumsal pratiklerle ve ilişkilerle, devlet
gibi toplumsal örgütlenmelerle, ideolojilerle senkronik olarak birlikte var
olan bir toplumsal bütünlüğün içerisindedir.
Üretim ilişkileri, proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki ilişkilerin
iktisadi boyutunu oluşturur. Bu iki temel sınıf arasındaki ilişkilerin siyasal,
ideolojik, hukuksal, devletsel, kültürel boyutları varlığını, üretim/sömürü
ilişkilerine borçludur. Bu sınıfların, aralarındaki mücadelelerle siyasal ve
ideolojik boyutlarda ilişkilenmeleri, üretim ilişkilerinin yeniden üretimi ya
da değişimine yol açar. Proletarya ile kapitalist sınıf, bu sınıfların politik
temsilcisi ve ideologlarının arasında, bir toplumsal örgütlenme olan devlet
içerisinde de ilişkiler/mücadeleler vardır.
Kapitalist üretim ilişkilerinin özü bu üretim tarzı varlığını devam
ettirdiği müddetçe aynı kalsa da, bu ilişkiler farklı sermaye birikim
süreçlerinde farklı ve yeni formlara bürünür. Yeni üretici güçlerin, farklı
sermaye ve emek tiplerinin oluşumuyla, bunlar arasındaki üretim ilişkilerinin
çeşitliliği de artar.
“Sermaye birikimi asla salt ekonomik değil, aynı zamanda siyasal bir
süreçtir.” (s. 92). Daha doğrusu, sermaye birikim süreci, ideolojik, kültürel,
hukuksal, devletsel süreçleri de gerektiren bir süreçtir. Kapitalist toplum,
bütünlüğü içerisinde bir gelişime sahiptir.
4. Şu saptama doğrudur: “Sınıf, yalnızca bir konum değil, ilişkidir.
Sınıflar, üretim sistemi içindeki konumları, üretim koşulları ve öteki
sınıflarla ilişkileri içinde oluşmaktadırlar.” (s. 52). Sınıfın, bir ilişki
olduğu, temelde üretim ilişkileriyle belirlendiği hep hatırlanmalıdır.
“Sınıflar mücadele içinde oluşurlar.” (s. 52). Evet, gerçekten, sınıflar,
sınıflar arası ilişkiler/mücadeleler içerisinde her gün yeniden ve yeniden oluşurlar.
5. “Sınıf bilinci en genel ve
kaba tanımıyla sınıf bireylerinin öteki sınıflardan ayrı, koşulları, çıkarları
ve geleceği öteki sınıflarla çelişen, onlara karşıt bir topluluk olduklarının
farkına varmasıdır.” (s. 54)
“Sınıf bilinci”nin, erişilmesi gereken bir “durum” olarak algılanması
sorunludur. Marx’ın, “kendinde sınıf”, “kendisi için sınıf” ayrımı
geçerliliğini koruyor. Ancak kanımca, iktisadi sınıf konumlarıyla, ideolojik,
siyasal bilinç oluşumu arasında bir boşluk, eşzamansızlık bulunmuyor.
İdeolojik, kültürel, siyasal süreçler, iktisadi süreçlerle aynı anda ve iç içe
yaşanıyor. Proletarya ile kapitalist sınıfın oluşumu, aralarındaki sınıfsal
ilişkilerin gelişiminin ürünüdür. Bu temel sınıfların aralarındaki mücadeleyle
gelişen ve başından itibaren gelişim sürecinde olan sınıf bilinçleri vardır.
Sınıfların bilinci aralarındaki ilişkilerle/mücadelelerle birlikte gelişim
halindedir ve bu ilişkileri yeniden üretir ya da değiştirir. Örneğin Luddizm,
sendikalizm, proletaryanın sınıf bilincindeki gelişimin uğrakları olmuştur.
Komünist ideolojinin sınıfın geniş kesimleri tarafından benimsenmesiyse,
proleter sınıf bilincinin daha gelişmiş bir başka uğrağıdır. “Olağan”
dönemlerde, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde, proletaryanın
“dünyaya” bakışında egemen olan ideolojilerin çeşitli değer ve düşüncelerinden
oluşan bir sınıf bilinci, yani ideolojik hegemonya önemlidir. Kapitalist
sınıfın, “organik aydınları” ve siyasal temsilcileri, ideologları nasıl ki varsa,
proletaryanın da tarih sahnesinde belirmesinden bu yana “organik aydınları”,
ideologları ve politik temsilcileri olmuştur.
“Sınıf, sömürücüler ile sömürülmeye hazır üretici güç arasındaki tarihsel
toplumsal, aynı zamanda ideolojik-kültürel bir ilişkidir.” (s. 56) Böyle
olduğundan ve kapitalist sınıf, proletarya üzerinde ideolojik-kültürel
hegemonya oluşturduğundan, işçi sınıfının organik aydınları, siyasal
mücadelenin şemsiyesi altında bir ideolojik ve kültürel mücadele vermelidir.
Bunun için de, yeni mekânlar ve araçlar oluşturmak gerekir. Emekçiler
üzerindeki ideolojik-kültürel hegemonyanın kırılmasında, emekçilerin
komünizan/realist ideolojik motifleri üretmesinde ve bunların sonucu olarak
siyasal örgütlenmeye katılmasında, “ortak deneyim” (E. P. Thompson) önemli rol
oynar.
6. “On dokuzuncu yüzyılın burjuva toplumu ile bugünkü kapitalist toplum, o
dönemin burjuva sınıfı ile bugünün kapitalist sınıfı özdeş değiller.” (s. 63).
Burjuva devrimleri döneminde burjuva “sınıfın”, iktidara gelmekte olan kentli
“sınıflar” blokunu ya da yelpazesini anlattığını biliyoruz. Bu katmanlar
içerisinden süzülüp yükselen bir kapitalist sınıf, karşıtı proletaryanın
oluşumuyla birlikte zaman içerisinde oluştu. Dolayısıyla artık, “bugünkü
toplumu anlatmak için ‘kapitalist toplum’, ‘sermaye düzeni’, egemen sınıf için
de ‘sermaye sınıfı’ ya da ‘kapitalist sınıf’ terimlerini kullanmalıyız.” (s.
79). Katılıyorum. Geçmişte birçok katmandan oluşan “burjuvaziyi” bir sınıf
yapan, devrimci siyasal ve ideolojik mücadelelerinde temel bazı izleklerin
olmasıydı. Günümüzde “küçük burjuvazi”nin siyasal ve ideolojik “dünyasında”
kendine has, bağımsız bir hat var mıdır?.. Buna geleceğiz.
7. “Küçük burjuvazi” ya da “orta sınıf” kimlerden oluşur?.. Küçük toprak
sahibi köylüler, tarım işçisi çalıştırıyorsa, “küçük kapitalist”tir. Geçimini
kendi emekleriyle ürettikleri basit meta üretimiyle sağlıyorlarsa, bir ara
katmandırlar, bir sınıf oluşturmazlar. Kentlerdeki küçük zanaatkârlar da aynı
şekilde işçi çalıştırmıyorsa, bir ara katmanı oluşturur. Küçük dükkân
sahipleri, işçi de çalıştırsa, salt kendileri de çalışsa, çalıştırdığı
işçilerin artık zamanına el koyduğundan ya da başka yerde üretilmiş artık
değerin gerçekleşmesini sağladığından ve bundan pay aldığından, küçük
kapitalistlerdir. Avukat, hekim, mühendis, müşavir, serbest gazeteci vb. meslek
sahipleri, örneğin bir sekreter çalıştırıp onun artık emek zamanına el koyuyor
da olsa, tek başına kendi emek gücünü harcıyor ve bir artık emek zamanı
üretiyor da olsa, ara katmanlara aittirler. Burada serbest meslek sahibi ile
sekreteri arasındaki ilişkide bir sömürü söz konusuysa da, bu sömürü üzerinden
sermaye birikimi amaçlanmaz. Yani, üretilen metanın ya da hizmetin değerinin
küçük bir miktarı sekreterin emeğinden oluştuğundan ve amaç sekreterin artık
emek zamanına el koyma yoluyla sermaye artırmak olmadığından, aralarında
kapitalist-proleter ilişkisi bulunmaz.
Kanımca, üretim araçlarının sahibi olup, emek-gücünü kendi tasarrufunda
kullanan avukatlar, hekimler vb. meslek sahipleri; terzi, kunduracı, berber
gibi bazı “esnaflar”, ağırlıkla proleterleşme eğilimine sahip olan, işçi sınıfı
ile kapitalist sınıf arasındaki ara katmanlara dâhildir. Ara katman
mesleklerine sahip kişilerin, giderek daha büyük bir kesimi ücretli emekçi/işçi
olarak çalışmakta, daha az sayıdaki bir kesimi ise patron olarak ayrışmaktadır.
Ancak, sömürü amaçlı (az ya da çok sayıda) işçi çalıştıran imalatçı “esnaflar”,
ırgat/mevsimlik işçi çalıştıran toprak sahibi köylüler, sanayide üretilen
artık-değerden ufak da olsa bir pay alan mağaza ve dükkân sahipleri yani küçük
tüccarlar, beyaz eşya, elektronik eşya ve cep telefonu bayileri, kelimenin tam
anlamıyla küçük-kapitalisttirler. Başka örneklerle devam edelim…
Avukatlık bürosunda ücret alarak çalışan bir avukat, özel hastanede ya da devlette
ücretli çalışan bir hekim, berber “ustasının”/patronun dükkânında çalışan
zanaat sahibi, birer işçidir. Bu işyerlerinin patronu mesleğini, meslektaşı
işçilerle birlikte icra ediyor olsa bile, sömürgen bir küçük kapitalisttir.
Kendi bürosunda çalışan bir avukat, başka avukatları çalıştıran patron
konumunda değilse, bir ara katman üyesidir. Eczane zincirinde ücretli olarak
çalışan değil de, kendi dükkânının sahibi eczacılar, işçi çalıştırmasalar
bile, ilaç sektöründe üretilen
artık-değerin bir bölümüne el koyduklarından küçük-kapitalisttir.
Bütün köylüleri, bütün zanaatkârları ve bağımsız/kendi hesabına çalışan
profesyonelleri (hekim, avukat, veteriner, eczacı, muhasebeci, danışman, mimar,
mühendis, mali müşavir, grafikçi, bilgisayarcı, destinatör vb.), “küçük
burjuvazi” kapsamında değerlendirmek yanlıştır. Köylü aileler arasında, kendi
geçimini sağlayan küçük toprak sahibi olanlar ile küçük-kapitalist köylüler
ayırt edilebilir. Günümüzde zanaatkârların bir bölümü ara katmanlar
arasındayken, bir bölümü küçük-kapitalisttir. Ara katmanlara dâhil olan
profesyoneller ağırlıkla işçileşmekte, az bir orandaysa küçük-kapitalistler
olmaktadır. Bağımsız profesyoneller, adına “orta sınıf” denilen bir sınıfın
bileşenini oluşturmazlar, olsa olsa proletarya ile kapitalist sınıflar
arasındaki bir ara tabaka olarak değerlendirilebilirler.
“Orta sınıf küçük burjuvazi de, orta sınıf burjuvazi gibi bir katmanlar
toplamıdır.” (s. 186) Düşünsel düzlemde, eklektik bir biçimde birbirinden
farklı (heterojen) ara katmanları bir araya getirip, bir “orta sınıf”
oluşturmak yanlıştır. Başka bir deyişle küçük burjuvazi, “üretim araçlarının
sahibi” olmakla, “kendi emeğini sömürmekle”, “ne kapitalist ne de proleter
olmakla”, “hibrit” olmakla tanımlanan
bir “sınıf”... (s. 75). Toplumsal gerçeklikte bu insanları bir “sınıf”
yapan, belirleyici bir ölçüt var
mıdır?.. Kanımca, küçük burjuvazi adlandırmasıyla anlatılan toplumsal
kesimleri, bir sınıf yapan reel bir
ölçüt yoktur. Zaten bu yüzden ara katmanlar olarak adlandırıyoruz. “Küçük
burjuvazi” terimi, bu ara katmanlar hakkında teorik olarak işe yarar bir
anlayışa yol açmamaktadır. Dolayısıyla şu satırlar anlamlıdır:
“Öte yandan, tıpkı orta sınıf burjuvazi gibi, orta sınıf küçük burjuvazi de
monoblok değil. Gelenekseli ile yenisi, küçük üretici/zanaatkârı ile orta düzey
yazılım mühendisi, eski ve yeni dükkân, serbest meslek sahipleri birçok
bakımdan farklı özellikler taşıyor, farklı siyasal-ideolojik tercih ve tutumlar
alabiliyorlar.” (s. 149)
Marx ve Engels’in örneğin Komünist
Manifesto’da, küçük burjuvaziden bir “sınıf” olarak bahsettikleri doğrudur.
Bunu bir toplumsal kesimi anlatmak
için kullandıklarını düşünüyorum. Örneğin Lenin’in küçük burjuvazi terimiyle
birlikte “küçük üreticiler katmanı”, “orta katman” terimlerini kullanması dikkat
çekicidir:
“Bütün kapitalist ülkelerde proletaryayla yan yana her zaman geniş bir
küçük burjuva, küçük üreticiler katmanı vardır. Kapitalizm küçük üretimi
doğurdu ve sürekli doğuruyor. Birçok yeni ‘orta katman’ kapitalizm tarafından
var ediliyor.” (s. 152).
“Küçük burjuvazi”nin “kendi emeğini sömüren” (Marx da Artık Değer Teorileri’nde bağımsız köylü ve zanaatçı için “ücretli
işçi olarak kendini sömürür” diyor) “çelişkili” bir “ara sınıf” olduğu (s. 74
ve 75, 149) önermesine katılmıyorum. Çünkü sömürü, insanlar arasındaki ve
dolayısıyla en az iki insan arasındaki bir tür iktisadi ilişkidir ve bir tür
iktidar ilişkisidir. “Sınıf” olmak içinse, öncelikle
belli bir üretim ilişkisinin karşıt kutuplarından birini oluşturuyor olmak
gerekir. Elbette sınıf olmanın, siyasal, ideolojik ve kültürel boyutları da
var. “Küçük burjuvazi/orta sınıf” bu boyutlar açısından da, bağımsız bir sınıf
oluşturmaz. Üretim araçlarının sahipliği ile bu araçları sadece kendi emeğiyle
kullanıp değer üretmekse, kanımca bir “çelişkili” durum değildir ya da
“çelişki” oluşturmaz. Kapitalist üretim tarzının temel özellikleri açısından
“tuhaf” denebilir belki… Öte yandan, sınıflı toplumlar tarihi boyunca meta ve
hizmet üretiminin bir bölümü hep egemen üretim ilişkilerinden bağımsız olarak
varlığını sürdürmüştür. Egemen de olsa, çağımızdaki toplumsal tüm üretim-emek
süreçlerine kapitalist üretim ilişkileri nüfuz etmemektedir.
8. Sömürü, işçilerin karşılığı ödenmeyen emeklerine kapitalistler
tarafından el konmasıdır; bu işçiler artık değer üretsin ya da üretmesin bu
durumu değiştirmez. Yani üretken olmayan, artık değer üretmeyen işçiler,
örneğin ücretli ticaret emekçileri, reklam, pazarlama, muhasebe, banka, sigorta
vb. alanlarda çalışan emekçiler de sömürülürler. Ağırlıkla kafa ve ağırlıkla
kol emeğine sahip işçilerin, sermaye ile ilişkisi, ücretli işçinin kapitalistle
kurduğu ilişkidir. Örneğin, kafa emeğini, artık değer üretim sürecine katan bir
mühendis, kolektif işçinin bir parçası olarak, üretken emek sarf eder. Taşıma,
depolama ve dağıtım alanlarındaki emek de, üretken emektir.
Hizmet sektörü ile sanayi ve ticaretteki hizmet işlerinde emek-gücünü
sermayedarlara satarak çalışanların, işçi sınıfının bir kesimini oluşturduğu
açıktır. “Eğitim, sağlık, sanat, bilim, yayıncılık, eğlence, temizlik, ulaşım,
depolama, posta gibi alanlarda kapitalistin ücretli işçisi olanlar hem işçi,
hem de üretken işçi konumundadırlar. Üretken olmayan hizmet emekçileri de işçi
sınıfının parçasıdırlar.” (s. 98-9). Bunlara “orta sınıf” denmesinin hiçbir
bilimsel yanı yoktur.
“Sonuç olarak, hizmette çalışanların
tümünü aynı sınıftan saymak saçmadır. Hizmet sektörünün içinde de üç sınıf
vardır: Orta ve büyük işletme sahibi kapitalistler; küçük dükkân-kafe
sahipleri, bakkallar, berberler, kuaförler, beyaz eşya bayileri vb. yani
emeğini sömüren ‘orta sınıf’ küçük burjuvalar ve ana yığını oluşturan
proleterler.” (s. 99-100).
Oysa bakkallar ve beyaz eşya bayileri, daha önce üretilmiş artık değerden
kendi paylarına düşen ticari karı alırlar ve bu yüzden küçük kapitalisttirler.
Küçük dükkân-kafe sahipleri, berberler/kuaförler işçi çalıştırıyorlarsa küçük
bir kapitalist, kendi emek güçlerini harcayarak ürettikleri hizmeti
satıyorlarsa ara katmanlardandır.
“CEO’lar, üst yöneticiler, başmühendisler (…) kapitalist sınıftandırlar.
(…)
Üretim aracı sahibi olmayan, esas olarak emek gücünü satarak yaşayan,
üretim ve dolaşımda sermaye adına alt düzey denetim ve gözetim işlevlerini
yerine getiren, eğitim ve becerileri nedeniyle ücret gelirleri nitelikli
işçilerden yüksek olan emekçiler, çelişkili
ara sınıf konumundadırlar. (…) Başka bir deyişle, tartışma konusu
çalışanların bir bölümünün orta sınıf ‘küçük burjuvazi’ olarak nitelenmesi
mümkün (…)” (s. 113).
CEO’ların, üst düzey yöneticilerin, başmühendislerin, kapitalist
olduklarına katılıyorum. Çünkü bunlar kolektif kapitalistin bileşeni olarak
sömürü ilişkisinin, sermaye tarafında yerlerini alırlar. Aldıkları yüksek
ücretler, kendi emek güçlerinin değerini yansıtmaz. Üretilmiş artık değerden
aslında ufak olan bir payı, ücret formunda alırlar. Öte yandan, alt düzey
denetim ve gözetim işlevlerini yerine getiren yöneticiler, mühendisler,
“çelişkili ara sınıf” konumunda değillerdir. Çünkü bunlar kolektif emekçinin
bileşeni olarak artık değer üretimi sürecine doğrudan ya da dolaylı olarak
katılırlar. Kendi emek güçlerinin değerini yansıtan ücretleri vardır.
Kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu toplumlarda, sınıflar ya
sömürülürler, ya da sömürürler; ara katmanlar ise bir sınıf oluşturmazlar.
Dolayısıyla Yurtsever’in şu yazdıklarına da katılmıyorum: “Kafa emeği için
söylenenler, bu kesim (bilişim sektöründen bahsediliyor- MB) için de
geçerlidir. Burada da, (…) üç sınıflı bir yelpaze söz konusudur.” (s. 121).
Tekrarlayalım bilişim alanında da üst düzey yöneticiler ve CEO’lar, üretilen
artık değerden pay alırlar. Ücretli bilişim emekçileri, tasarım yapan, yazılım
üreten mühendisler vb. emek güçlerini satıp, patronları için artık değer
üretirler.
“Hiyerarşinin altlarında ise, çeşitli açılardan durumları çelişkili olan
ücretliler grubu yer alıyor. İkili ya da ara sınıf karakteri gösteriyorlar. (…)
Emek sürecinin örgütlenmesinde iki temel sınıfın ikisinden de farklı yerler
tutuyorlar.
Görüldüğü gibi, yeni küçük burjuvazi orta sınıf geleneksel küçük
burjuvaziden farklı özellikler taşıyor. Kapitalist üretim biçiminin iki temel
sınıfından hiçbirine ait olmamak ortak özelliğini ise sürdürüyor.” (s. 156-7)
“İkili sınıf karakteri”, “çelişkili durumlar”, “iki temel sınıftan
hiçbirine ait olmamak”… Oysa kapitalist işletmedeki işbölümü üzerinden artık
değer üretimi sürecine katılan ve eskiden sermayedarın işlevleri olan yönetim,
denetim, gözetim gibi işlevlerin bir bölümünün emekçilere devredilmesiyle
bunları günümüzde üstlenmiş olan çalışanlar, kolektif işçinin bileşenidir.
9. Yurtsever, “mübadele değerine dönüşmeyen kullanım değeri üreten emeği”,
bir “üretken olmayan emek” türü sayıyor ve “karşılığı ödenmeyen ev içi emek,
özel hizmetçinin emeği, facebook kullanıcısının emeği” örneklerini veriyor (s.
47). Buna katılıyorum. Kafa karışıklıklarına yol açabilen bu örneklere değinmek
istiyorum.
Ev içi emek, mübadele değerine dönüşmeyen kullanım değeri üreten emektir ve
doğrudan artık değer, dolayısıyla sermaye üretmediğinden, “üretken olmayan
emek”tir. Erkek işçinin veya eşinin ücretinin içinde, ağırlıkla kadının ev içi
emeğine karşılık gelen, her ikisinin ve çocuklarının ertesi gün yaşamaları için
gerekli bu emek türünün parasal karşılığı bulunmuyor. Bu ev içi harcanan emeğin
değeri/değişim değeri yok, sadece yararlılığı, yani kullanım değeri var.
Özel hizmetçiler, değişim değeri ve artık değer değil, hizmet ve artık
hizmet üretirler. Ürettikleri hizmet, mübadeleye girmez. Ürettikleri hizmetin
karşılığı olan bir ücreti değil, emek güçlerinin değerine tekabül eden bir
ücreti alırlar. Yani sömürülürler.
Facebook kullanıcısının emeği hakkında ne denebilir?.. Bu kullanıcıların
emeği, değişim değeri yaratmaz. Bu kullanıcılar “sermaye için kullanım değeri,
yani reklam sanayi için hedefli reklam alanı yaratırlar” (s. 127). Aslında
Facebook kullanıcılarının, bilişim mühendisleri tarafından üretilmiş bir meta
olan bu platformun, kullanım değerini tükettikleri, ondan yararlandıkları, onu
kullandıkları açık olmalıdır. Bu metayı kullandıklarından ötürü bir parasal
karşılık ödemiyorlar, çünkü bu kullanımlar sırasında içlerinden bazıları
reklamlara tıklayıp, inceleyebiliyor ve hatta reklamı yapılan metaları satın
alabiliyorlar. Ursula Huws, “sosyal ağ
ve arama motoru sitelerinin payına düşen değerin, emeğin ürettiği artık
değerden elde edildiğini, ama siteleri kullanan insanların emeğinden değil, bu
sitelerde reklamı yapılan metaları üreten işçilerin emeğinden elde edildiğini
savunuyor” (s. 125-6); ben de öyle düşünüyorum. “Sosyal medya kullanıcıları,
kuşkusuz bu etkinlik alanıyla sınırlı bir ölçüt açısından karşılığı ödenmemiş emekçilerdir (italikler bana ait-MB).” (s.
127). Sosyal medya kullanıcılarını “emekçi” saymak uygun değilse de, sermaye
için kullanım değeri ürettikleri ve karşılığı ödenmeyen bir emek sarf ettikleri
doğrudur. Özetle, sosyal medya kullanıcılığı, adı üzerinde bir kullanımı,
tüketimi anlatır, ama bu artık değer üreten bir tüketim değildir; değişim
değeri yaratmaz.
“(…) sosyal medya kullanıcısının reklamları izleyerek geçirdiği zaman,
reklamı veren kapitalistin toplam artık değerdeki payına yaptığı katkı
ölçüsünde karşılığı ödenmemiş bir emek-zaman olarak değerlendirilmektedir.” (s.
125) Burada Yurtsever, Christian Fuchs’un düşüncelerini aktarıyor. Reklamı
izleme süresinin, “telepatik” bir etkiyle, reklamı yapılan metaların içerisinde
somutlaşan artık değere katkı yaptığını düşünmek elbette, absürttür.
10. “Geleneksel küçük burjuvazinin çok önemli bir bileşeni” olan
“kentlerdeki serbest meslek sahipleri” için Yurtsever şunları yazıyor: “Ayrıksı
durumlar dışında, doğrudan artık değer üretmez, başkasının ürettiği değere
doğrudan el koymaz, verdikleri mesleki hizmet emeği karşılığı olarak genellikle
ücretli işçilerin çok üstünde gelir elde ederler.” (s. 153). Oysa Marx’ın küçük
köylüler ve zanaatçılar için yazdıkları bu toplumsal kesim için de geçerlidir;
artık değer üretmeleri olasıdır ve ürettikleri artık değere kendileri “el
koyar”.
11. “(…) bu dönemde ücretli profesyonellerin bir bölümünün Marksist sınıf
ölçütleriyle de orta sınıf konumlarına yükseldiğini
kabul etmek gerekiyor. (İtalik benim-MB)” (s. 158). Bahsedilen yer Türkiye ve
zaman 1980 sonrası yıllar. Yurtsever neredeyse bu kesimlerin gelirlerindeki
artışla “sınıf atladıklarından” bahsedecek.
“Özal döneminin pragmatik, yiyiciliği, rüşveti hoş gören, kentliliği,
tüketimciliği, bireyciliği, küreselciliği özendiren, varlıklı olmayı, ‘Hatice
değil netice’ anlayışıyla kutsayan, yeni ‘değerler’, yeni bir orta sınıf
kültürü yaratmıştır.” (s. 159). Bu yoz liberal değerler, aslında toplumumuzdaki
egemen ideolojinin liberalizm bileşeninden gelen bazı motifleridir. Yani
ülkemizdeki tüm sınıflarda ve katmanlarda gözlenen genel değerler.
12. Yurtsever, serbest meslek sahipleri ile “yeni orta sınıfın zihinsel
emekleriyle, eğitimle kazanılmış mesleki-entelektüel kapasiteleriyle sivrilen
kesimleri”ni (s. 186), “orta sınıf ideolojisinin üretiminde ve yayılmasında
aktif ve etkili olan” kesim olarak görüyor. “Toplumun eğitimli, entelektüel
yetenekleri olan, ‘aydın’ da denen kesimi, yalnız orta sınıf küçük burjuva
ideolojisinin değil, burjuva ve işçi sınıfı ideolojilerinin de ana
üreticisidir.” (s. 189). Kanımca, nesnel sınıfsal konumlarını dikkate almanın
teorik bir anlamının olmadığı, kapitalistlerin ve proletaryanın “organik
aydınları”, ideologları, yazarları, sanatçıları ve siyasetçileri var.
İdeolojik, sanatsal ve siyasal üretimde, bu üretimleri yapanların toplumsal
iktisadi ilişkiler içerisindeki yeri dikkate alınarak yorum yapmak kafa
karıştırıcı ve yanıltıcıdır. Bu üretimleri yapan kişileri karakterize eden,
ideolojik angajmanlarıdır. Örneğin Engels, babasının fabrikasında hissesi var
diye devrimci bir “burjuva” olmaz; proletaryanın politik ve ideolojik
temsilcisidir.
Dolayısıyla Yurtsever’in şu yazdıklarına katılıyorum:
“İki temel sınıf arasında ara konumda olması ayırt edici özelliklerinden
biri olduğu için küçük burjuvazi orta sınıfın bağımsız sınıf çıkarı,
ideolojisi, siyaseti ve programı olamıyor. (…)
Bu özelliğinin sonucu olarak bu sınıf kendi başına iktidar olma ve sürdürme
yeteneğinden yoksun olduğu gibi, kapitalizme ve kapitalistlere doğrudan karşı
da çıkamıyor. (…)
(…) Bunların bir bölümü kapitalist sınıfa, bir bölümü proletaryaya
bağlanıyorlar.” (s. 189-190)
Aslında Yurtsever, bu toplumsal kesimlerin bağımsız gelecek tasarımı,
ideolojisi ve siyaseti olmadığını söylerken, bu boyutlarıyla da bir “sınıf”
oluşturmadıklarını söylemiş olmuyor mu?.. “Orta sınıf” denen bu kesimin, egemen
ideolojinin eklektik “çorbası” üretilir ve yeniden üretilirken eklediği bazı
öğeler, değerler, malzemeler vardır ve bu “çorba”dan kendi payına çeşitli
öğeleri ayırıp seçerek “tükettir.”
Örneğin bu kesimden bazıları dindarlığı ve muhafazakârlığı, milliyetçiliği,
liberal değerlerle eklemlerken, diğer bazıları seküler/laik ilkeleri liberal
değerlerle eklemler.
Yurtsever, kafa emekçilerinin, serbest meslek sahiplerinin ve diğer “yeni
küçük burjuvazinin” yaşam biçimi ve dolayısıyla kültüründe soyutlanabilecek
bazı özellikler görüyor: “Kentlilik, tüketimcilik, bireycilik, girişimcilik,
küreselcilik bu kesimin ortak yaşam-kültür kodlarıdır.” (s. 191). Daha önce
belirttiğim gibi bunlar liberal ideolojik-kültürel kodlardır ve dincilik,
milliyetçilik gibi başka ideolojilerin motif ve kodlamalarıyla birlikte egemen
ideolojik formasyona (“çorba”) katılır.
Yurtsever “orta sınıf”ın “ideolojik çizgileri” olarak şunları sıralıyor:
“sınıflar üstülük”/”sınıfsızlık ideolojisi”, “liberal-liberter özlem ve
refleksler”, “uçlar arasında ortacılık ve ortalamacılık”, “en alttakilere karşı
eleştirel-mesafeli tutum, aşağılayıcı” bakış (örneğin Kürtleri ve Suriyeli
sığınmacıları dışlayan bir bilinç)… (s. 192-7). Bu ideolojik reflekslere,
tavırlara karşı verilecek ideolojik mücadelenin önemini kabul ediyorum.
Özellikle de proletaryanın görece daha eğitimli bölmelerinde yer alan emekçilere
dönük olarak…
13. Son olarak önemli gördüğüm iki saptamayı alıntılamak istiyorum:
“Ekonominin siyasetten bağımsızlığı savı bir aldatmacadır.” (s. 53)
“Ekonomik mücadele-siyasal mücadele ayrımı aldatmacasının soldaki
yansıması, ekonomizm ve politisizm olarak ortaya çıkmaktadır. (…) Politisizm,
“siyaseti” (…) “iş” ve “yaşam” ilişkilerinin dışındaki devlet-iktidar alanıyla
sınırlamaktadır.” (s. 53). Devlet,
emek/üretim süreçlerini ve emek gücünün yeniden üretildiği yaşam süreçlerini,
yasalar, yönetmelikler yoluyla ve gerektiğinde baskı gücüyle düzenler. Bu
süreçlerde üretilen ve yeniden üretilen ya da bu süreçlere taşınan
ideolojik-kültürel kodlar da, üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde
önemlidir.
***
“Orta sınıf” kavramlaştırması, Gezi İsyanı sonrasında bazı akademisyenler
tarafından gündeme getirilmişti. Bu kavramlaştırmaya karşıt olarak, benim de
dâhil olduğum diğer cephe, “Gezi İsyanı’na katılanlar ağırlıkla işçi
sınıfındandır (aileleri emekçi olan ve geleceğin proleterleri olacak öğrenciler
de dâhil)” şeklindeki tezi savunmuştu. Haklıydık…
Onur
Uca’nın yazdığı Türkiye’de Orta Sınıfın
Fotoğrafı: Akışlar ve İlişkiler adlı bir saha araştırmasını içeren çalışmadan
uzun bir alıntıyla bitirmek istiyorum:
“Buna
göre görüşülen maddi olmayan emek üreticilerinin tamamına yakını kendisini işçi
sınıfı olarak diğerleri ise memur olarak tanımlamaktadır. Bunun başlıca
sebepleri şu şekilde sıralanabilir;
- Yoğun
rekabet ortamında çalışmaktadırlar. İş hayatında tutunabilmek için çok çalışmak
ve kendilerini geliştirmek mecburiyetindedirler. Ama bu emeklerinin karşılığını
elde edemediklerini düşündüklerinden kendilerini işçi olarak görmektedirler.
- Aşırı
iş ve rekabet ortamından sıyrılarak orta sınıf olabilmiş bir beyaz yakalı işçi
daha az angarya iş yapmaktadır. Ancak orta sınıf olarak kalabilmek için daha
kritik kararları doğru bir şekilde almak zorundadır. Bunun için orta sınıf
üyesi beyaz yakalı işçi kadar hatta hiç ara verme şansı olmadan çalışmaktadır.
Bu nedenle orta sınıf üyesi olabilen maddi olmayan emek üreticisi, kendisini
işçi olarak tanımlamaktadır.
- Sektör
beyaz yakalı olarak kalma süresini belirlemektedir. Bazı sektörlerde beyaz
yakalı işçi pozisyonunda çok fazla kişi çalışırken yükselebileceği pozisyon
sayısı azdır. Aynı çalışma tecrübesine sahip kişiler diğer sektörlerde
yükselirken bu sektörlerde yükselemez. Bundan dolayı bu sektörlerde çalışanlar,
zaman içerisinde kendilerinin işçi olduğuna kanaat getirmektedir.
- Maddi
olmayan emek üreten bazı çalışanların işleri yaratıcı değildir. Rutindir. Aynı
işi aynı makineyle, aynı sürede günde birçok kez yapmak zorundadırlar. Emek
biçiminin getirdiği yaratıcılığı kullanamadığından bu kişiler kendini işçi
olarak tanımlamaktadır.” (s. 187-8)
Aslında
bu “sebepler”le bir şey açığa çıkmış oluyor: “maddi olmayan emek üreticileri”,
çok çalıştıklarının farkındadır ve sömürüldüklerini hissetmektedirler.
Kendilerini işçi olarak tanımlamaları, “orta sınıf efsanesine” inananlara ders
verecek nitelikte… Rekabet, çok çalışma, rutin işlemlerle yapılan işe
yabancılaşma, harcadığı tüm emeğin karşılığını alamama, bütün bunlar mavi
yakalı işçiler de dahil, proletaryanın tüm bölmeleri için geçerli değil mi?..
Alıntılar;
i. Orta sınıf Efsanesi, Haluk
Yurtsever, Yordam Kitap, 2016, ii. Türkiye’de
Orta Sınıfın Fotoğrafı: Akışlar ve İlişkiler, Onur Uca, NotaBene Yayınları,
1. Baskı, 2016 adlı kitaplardan yapılmıştır.