20 Temmuz 2013 Cumartesi

İnsanın Özü – Mahmut Boyuneğmez


“İnsanın özü, toplumsal ilişkiler bütünüdür” ifadesi, Feuerbach Üzerine Tezler’de yer alır. Bu ifade, Tezler’in 6.sının 3. cümlesini oluşturur.

Marx “Feuerbach Üzerine Tezler”i, Brüksel’de, muhtemelen Nisan 1845’de yazmıştır. Tezler, Marx’ın 1844-47 defterinde, “1) ad Feuerbach” (Feuerbach Hakkında) başlığının altında yer alır. Bu 11 tez ilk kez, Engels’in, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu başlıklı çalışmasının 1888 baskısının ek bölümünde yayınlanmıştır. Marx’ın yayınlanmalarını düşünmediği kısa notları, okurlar için daha anlaşılır kılmak isteyen Engels, Tezler’i yayına hazırlarken, bir dizi rötuş ya da küçük değişiklik yapmıştır. Özgün metin ilk olarak 1924’te SBKP (Sovyetler Birliği Komünist Partisi) Merkez Komitesi Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından Almanca ve Rusça olarak yayınlanmıştır. Tezler İngilizcede, K. Marx and F. Engels, The German Ideology [Alman İdeolojisi], Parts I & III, Lawrence and Wishart Ltd., London, 1938’de yayınlanmıştır. Düzenlenmiş metnin ilk İngilizce çevirisiyse, F. Engels, Feuerbach. The Roots of the Socialist Philosophy [Feuerbach. Sosyalist Felsefenin Kökleri], Chicago, 1903’ün ekinde yayınlanmıştır.

Tezler’in 6.sı şöyledir:

[[Feuerbach, dinsel özü, insanın özüne indirger. Ama insanın özü [insan doğası], her bir bireye içkin bir soyutlama değildir. Bu öz, kendi gerçekliği içinde, toplumsal ilişkilerin bütünüdür. Bu gerçek özün eleştirisine girişmeyen Feuerbach, bu nedenle: 1. tarihsel akıştan uzaklaşıp dinsel duyguyu kendisiyle tanımlamak ve soyut - yalıtılmış - bir insan bireyinin varlığını temel almak zorundadır; 2. dolayısıyla, insanın özü, onun tarafından yalnızca “tür” olarak; içsel, dilsiz, çok sayıda bireyi sadece doğal şekilde birbirlerine bağlayan genellik olarak kavranabilir.]] (Çeviren: Erkin Özalp)

Peki, bu aforizmik ifadenin anlamı nedir? İnsanın bir özü ya da bir “insan doğası” var mıdır?.. İnsanın doğuştan gelen biyolojik/doğal özellikleri, evrensel bir insan doğasının var olduğunu gösterir diyebilir miyiz? İnsanın doğuştan gelen/doğal ihtiyaçlarının, sahip olduğu güçlerin (yetkelerin) ve yetilerin (kabiliyetlerin) “insan doğası” kapsamında değerlendirilmesi bizi, toplumsal ilişkilerin insani özellikler üzerindeki belirleyiciliğini reddetmeye götürmeli midir? Toplumsal ilişkiler, insani özellikleri (tümüyle) belirler mi yoksa (kısmen, doğuştan gelen özellikleri dışarıda bırakacak şekilde) koşullar mı? İnsana ait üretim ve dil gibi özellikler, toplumsal ilişkiler içerisinde açığa çıkar ya da görünür hale gelir mi denmelidir, yoksa bu özelliklerin toplumsal olduğu, toplumun yapısına içkin olduğu mu belirtilmelidir?.. Norman Geras, Marx ve İnsan Doğası - Bir Efsanenin Reddi adlı çalışmasında, bizim perspektifimize karşıt bir konumu savunur (bkz; Norman Geras, a.g.e., Çevirenler: İsmet Akça-M. Görkem Doğan, Birikim Yayınları, Birinci Baskı, 2002). Başka sorular eklenerek, bu konuda bolca çeşitleme yapılabilirse de, bu kadarını sormuş olalım ve bakışımızın ne olduğunu kısaca ortaya koyalım. Fakat önce “ifademizin”, yer aldığı bağlamı değerlendirelim.

Feuerbach, insanların tarih boyunca doğayı araştırarak elde ettikleri bilgileri, dinsel bilinçlilikte simgesel olarak tanrının her şeyi bilmesi şeklinde yansıttıklarını düşünür. İnsanların bazı duygu ve düşüncelerinin yabancılaşarak dinsel düşünüş ve duygu formlarına dönüştürüldüğüne inanır. Ona göre bir “tür” olarak insanların sahip olduğunu düşündüğü ve her bireyde bulunduklarını kabul etmek durumunda kaldığı özellikler, dinsel inançlar, simgeler, duygular biçimine dönüşür. “İnsan” ve “insanın özellikleri” şeklinde bir soyutlamaya başvuran Feuerbach, bu soyutlamadan yola çıkarak dinin varoluşunu açıklar. Oysa insanlar toplumsal ilişkileriyle vardır ve bu ilişkiler dinlerin oluşumunda belirleyicidir. “İnsanı“ ve özelliklerini düşünürken, toplumsal ilişkileri hesaba katmamak hatadır. Toplumlarsa tarihsel gelişim gösterir.

“İnsan”, toplumsal canlı varlıktır. İnsanların beslenme, barınma, giyinme, ısınma, uyuma ve dinlenme, cinsel ilişki gibi doğuştan gelen, arkadaşlık ilişkisi ve kişisel gelişim (çeşitli uğraşılar edinme, bazı uğraşılarda derinleşme, yetenekler kazanma ve bunları uygulama) gibi kazanılmış ihtiyaçları vardır. İnsanın “konuşma” yetisi için sahip olduğu anatomik/fizyolojik potansiyeli de doğuştan gelir. Alet üretimi için önemli bir özellik olan başparmağın oppozisyon hareketini yapabilme özelliği, dik yürümeye uygun anatomisi de doğuştan gelir ve genetik olarak kodlanmıştır. Fakat bu potansiyellerin kullanımı toplumsal ortamda gerçekleşir ve açığa çıkar. Toplumsal ilişkilerin varlığında, uzun bir çocukluk ve gençlik dönemi boyunca konuşma, soyut düşünme, planlı ve amaçlı çalışma ya da üretim becerileri gelişmektedir. Hatta toplumdan yalıtılmış çocukların konuşamamaları yanı sıra dik yürüme özelliğine fiilen sahip olmadığı da gözlenmiştir. İnsani duygular, düşünme biçimleri, inançlar, önyargılar, fobiler toplumsal ilişkiler içerisindeki insanların özellikleridir. Bunların kuşaklar arasında aktarımı, bireylerde yeniden üretimi toplumsal ortama, toplumsal pratiklere ve ilişkilere ihtiyaç duyar, bunlara bağlıdır. Bunun anlamı, insani özellikler ya da onu hayvanlardan ayırt eden özellikler olarak görülebilecek üretimin, dilin, düşünmenin, bilgilerin ya da dinsel inanışın, sanatın, felsefenin vb. “toplumsal” olduğudur. Bunları belirleyen toplumsal ilişkilerdir.

Toplum, bireylerin niceliksel birliğinden oluşmaz. Toplum, insanlar arası ilişkilerle kuruludur. İnsanlar biyolojik ihtiyaçlarını, tarihsel-toplumsal ilişkiler içerisinde giderir. Bu ihtiyaçların karşılanma biçimi, tarihsel-toplumsal koşullara bağlıdır. Dolayısıyla bu biçimler değişkendir. Beslenme ya da yetersiz beslenme/aç kalmanın biçimi, giyinme biçimleri, barınma ve ısınma biçimleri, bütün bunların tarihsel akış içerisinde somut toplumsal formlar aldığı ve faklı yollarla gerçekleştiği açık olmalıdır. Cinsel dürtülerin karşılanmasının ve baskılanmasının da, toplumsal-tarihsel süreçte farklı biçimleri olmuştur; çok eşlilik, tek eşle aşk, tecavüz, “ilk gece hakkı”, ensest ilişki gibi… İnsanların kazandığı yetenekleri uygulamasının, uğraşılar edinmesinin ve bazı uğraşılarında derinleşmesinin çerçevesini de içinde bulundukları tarihsel kesit ve toplumsal yapı çizer. Tarihsel gelişim içerisinde insanlar hem yeteneklerini, hem de ihtiyaçlarını zenginleştirmiş, çeşitlendirmiştir.

“Üretim”, “dil”, “ihtiyaçlar”, “insani özellikler” gibi soyutlamalar, akıl yürütürken kolaylık sağlayan kavramlaştırmalar olarak görülmelidir. Bütün bunların “gerçekliği içerisinde” incelenmesi ve düşünülmesi gereklidir. Tarihsel “somut” nedir, buna bakılmalıdır. Örneğin farklı üretim modlarında, işbölümünün farklılaşıp çeşitlendiğini, farklı alet, makine ve cihazların kullanıldığını; farklı toplumlarda birbirinden değişik birçok dilin üretildiğini unutmamak gerekir. Tarih boyunca yeni toplumsal ihtiyaçlarının yaratıldığını ve bunların farklı tatmin edilme yollarının geliştirildiğini de…

Evet, “insan” üreticidir, biyolojik ihtiyaçları vardır, hayvanlardan onu ayırt eden yeteneklere, dile ve soyut düşünme özelliğine sahiptir. Evet, “insan” sanata, bilime, teknolojiye, felsefeye, siyasete, ideolojilere, hukuka da sahiptir. Bütün bunlara bakılarak bir “insan özü” ya da “insan doğası” saptanabilir. Bunların insanı insan yapan özellikler olduğu söylenebilir. Fakat hepsi gerçekliğinde, toplumsal ilişkilerin bileşeni olarak ya da bu ilişkilerle birlikte var olur, bu ilişkilerin ürünü ya da belirlenenidir. “İnsan”ın gerçekliği, toplumdur. “İnsanlık” ya da “insan olmak”, toplumsallıktır/toplumsaldır. Toplum, “insan”ın doğduğu ve oluştuğu ortamdır. Toplum “insan”ın yaşamıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.