“İnsanın özü, toplumsal
ilişkiler bütünüdür” ifadesi, Feuerbach
Üzerine Tezler’de yer alır. Bu ifade, Tezler’in
6.sının 3. cümlesini oluşturur.
Marx “Feuerbach Üzerine Tezler”i, Brüksel’de, muhtemelen Nisan 1845’de yazmıştır. Tezler, Marx’ın 1844-47 defterinde, “1)
ad Feuerbach” (Feuerbach Hakkında) başlığının altında yer alır. Bu 11 tez ilk
kez, Engels’in, Ludwig
Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu başlıklı çalışmasının
1888 baskısının ek bölümünde yayınlanmıştır. Marx’ın yayınlanmalarını
düşünmediği kısa notları, okurlar için daha anlaşılır kılmak isteyen Engels, Tezler’i yayına hazırlarken, bir dizi
rötuş ya da küçük değişiklik yapmıştır. Özgün metin ilk olarak 1924’te SBKP
(Sovyetler Birliği Komünist Partisi) Merkez Komitesi Marksizm-Leninizm
Enstitüsü tarafından Almanca ve Rusça olarak yayınlanmıştır. Tezler İngilizcede, K. Marx and F.
Engels, The German Ideology
[Alman İdeolojisi], Parts I & III, Lawrence and Wishart Ltd.,
London, 1938’de yayınlanmıştır. Düzenlenmiş metnin ilk İngilizce çevirisiyse, F.
Engels, Feuerbach. The Roots
of the Socialist Philosophy [Feuerbach. Sosyalist Felsefenin Kökleri],
Chicago, 1903’ün ekinde yayınlanmıştır.
Tezler’in 6.sı
şöyledir:
[[Feuerbach, dinsel özü, insanın
özüne indirger. Ama insanın özü [insan doğası], her bir bireye
içkin bir soyutlama değildir. Bu öz, kendi gerçekliği içinde, toplumsal
ilişkilerin bütünüdür. Bu gerçek özün eleştirisine girişmeyen Feuerbach, bu
nedenle: 1. tarihsel akıştan uzaklaşıp dinsel duyguyu kendisiyle tanımlamak ve
soyut - yalıtılmış
- bir insan bireyinin varlığını temel almak zorundadır; 2. dolayısıyla, insanın
özü, onun tarafından yalnızca “tür”
olarak; içsel, dilsiz, çok sayıda bireyi sadece doğal şekilde birbirlerine bağlayan genellik
olarak kavranabilir.]] (Çeviren: Erkin Özalp)
Peki, bu aforizmik ifadenin
anlamı nedir? İnsanın bir özü ya da bir “insan doğası” var mıdır?.. İnsanın
doğuştan gelen biyolojik/doğal özellikleri, evrensel bir insan doğasının var
olduğunu gösterir diyebilir miyiz? İnsanın doğuştan gelen/doğal ihtiyaçlarının,
sahip olduğu güçlerin (yetkelerin) ve yetilerin (kabiliyetlerin) “insan doğası”
kapsamında değerlendirilmesi bizi, toplumsal ilişkilerin insani özellikler
üzerindeki belirleyiciliğini reddetmeye götürmeli midir? Toplumsal ilişkiler,
insani özellikleri (tümüyle) belirler mi yoksa (kısmen, doğuştan gelen
özellikleri dışarıda bırakacak şekilde) koşullar mı? İnsana ait üretim ve dil
gibi özellikler, toplumsal ilişkiler içerisinde açığa çıkar ya da görünür hale
gelir mi denmelidir, yoksa bu özelliklerin toplumsal olduğu, toplumun yapısına
içkin olduğu mu belirtilmelidir?.. Norman Geras, Marx ve İnsan Doğası - Bir Efsanenin Reddi adlı çalışmasında, bizim
perspektifimize karşıt bir konumu savunur (bkz; Norman Geras, a.g.e., Çevirenler: İsmet Akça-M. Görkem
Doğan, Birikim Yayınları, Birinci Baskı, 2002). Başka sorular eklenerek, bu
konuda bolca çeşitleme yapılabilirse de, bu kadarını sormuş olalım ve
bakışımızın ne olduğunu kısaca ortaya koyalım. Fakat önce “ifademizin”, yer
aldığı bağlamı değerlendirelim.
Feuerbach, insanların tarih
boyunca doğayı araştırarak elde ettikleri bilgileri, dinsel bilinçlilikte
simgesel olarak tanrının her şeyi bilmesi şeklinde yansıttıklarını düşünür.
İnsanların bazı duygu ve düşüncelerinin yabancılaşarak dinsel düşünüş ve duygu formlarına
dönüştürüldüğüne inanır. Ona göre bir “tür” olarak insanların sahip olduğunu
düşündüğü ve her bireyde bulunduklarını kabul etmek durumunda kaldığı özellikler,
dinsel inançlar, simgeler, duygular biçimine dönüşür. “İnsan” ve “insanın
özellikleri” şeklinde bir soyutlamaya başvuran Feuerbach, bu soyutlamadan yola
çıkarak dinin varoluşunu açıklar. Oysa insanlar toplumsal ilişkileriyle vardır
ve bu ilişkiler dinlerin oluşumunda belirleyicidir. “İnsanı“ ve özelliklerini düşünürken,
toplumsal ilişkileri hesaba katmamak hatadır. Toplumlarsa tarihsel gelişim
gösterir.
“İnsan”, toplumsal canlı
varlıktır. İnsanların beslenme, barınma, giyinme, ısınma, uyuma ve dinlenme, cinsel
ilişki gibi doğuştan gelen, arkadaşlık ilişkisi ve kişisel gelişim (çeşitli
uğraşılar edinme, bazı uğraşılarda derinleşme, yetenekler kazanma ve bunları
uygulama) gibi kazanılmış ihtiyaçları vardır. İnsanın “konuşma” yetisi için
sahip olduğu anatomik/fizyolojik potansiyeli de doğuştan gelir. Alet üretimi
için önemli bir özellik olan başparmağın oppozisyon hareketini yapabilme
özelliği, dik yürümeye uygun anatomisi de doğuştan gelir ve genetik olarak
kodlanmıştır. Fakat bu potansiyellerin kullanımı toplumsal ortamda gerçekleşir
ve açığa çıkar. Toplumsal ilişkilerin varlığında, uzun bir çocukluk ve gençlik
dönemi boyunca konuşma, soyut düşünme, planlı ve amaçlı çalışma ya da üretim becerileri
gelişmektedir. Hatta toplumdan yalıtılmış çocukların konuşamamaları yanı sıra
dik yürüme özelliğine fiilen sahip olmadığı da gözlenmiştir. İnsani duygular,
düşünme biçimleri, inançlar, önyargılar, fobiler toplumsal ilişkiler
içerisindeki insanların özellikleridir. Bunların kuşaklar arasında aktarımı,
bireylerde yeniden üretimi toplumsal ortama, toplumsal pratiklere ve ilişkilere
ihtiyaç duyar, bunlara bağlıdır. Bunun anlamı, insani özellikler ya da onu
hayvanlardan ayırt eden özellikler olarak görülebilecek üretimin, dilin,
düşünmenin, bilgilerin ya da dinsel inanışın, sanatın, felsefenin vb. “toplumsal”
olduğudur. Bunları belirleyen toplumsal ilişkilerdir.
Toplum, bireylerin
niceliksel birliğinden oluşmaz. Toplum, insanlar arası ilişkilerle kuruludur.
İnsanlar biyolojik ihtiyaçlarını, tarihsel-toplumsal ilişkiler içerisinde
giderir. Bu ihtiyaçların karşılanma biçimi, tarihsel-toplumsal koşullara
bağlıdır. Dolayısıyla bu biçimler değişkendir. Beslenme ya da yetersiz
beslenme/aç kalmanın biçimi, giyinme biçimleri, barınma ve ısınma biçimleri,
bütün bunların tarihsel akış içerisinde somut toplumsal formlar aldığı ve faklı
yollarla gerçekleştiği açık olmalıdır. Cinsel dürtülerin karşılanmasının ve
baskılanmasının da, toplumsal-tarihsel süreçte farklı biçimleri olmuştur; çok
eşlilik, tek eşle aşk, tecavüz, “ilk gece hakkı”, ensest ilişki gibi… İnsanların
kazandığı yetenekleri uygulamasının, uğraşılar edinmesinin ve bazı
uğraşılarında derinleşmesinin çerçevesini de içinde bulundukları tarihsel kesit
ve toplumsal yapı çizer. Tarihsel gelişim içerisinde insanlar hem
yeteneklerini, hem de ihtiyaçlarını zenginleştirmiş, çeşitlendirmiştir.
“Üretim”, “dil”, “ihtiyaçlar”,
“insani özellikler” gibi soyutlamalar, akıl yürütürken kolaylık sağlayan
kavramlaştırmalar olarak görülmelidir. Bütün bunların “gerçekliği içerisinde”
incelenmesi ve düşünülmesi gereklidir. Tarihsel “somut” nedir, buna
bakılmalıdır. Örneğin farklı üretim modlarında, işbölümünün farklılaşıp
çeşitlendiğini, farklı alet, makine ve cihazların kullanıldığını; farklı
toplumlarda birbirinden değişik birçok dilin üretildiğini unutmamak gerekir.
Tarih boyunca yeni toplumsal ihtiyaçlarının yaratıldığını ve bunların farklı
tatmin edilme yollarının geliştirildiğini de…
Evet, “insan”
üreticidir, biyolojik ihtiyaçları vardır, hayvanlardan onu ayırt eden
yeteneklere, dile ve soyut düşünme özelliğine sahiptir. Evet, “insan” sanata,
bilime, teknolojiye, felsefeye, siyasete, ideolojilere, hukuka da sahiptir.
Bütün bunlara bakılarak bir “insan özü” ya da “insan doğası” saptanabilir.
Bunların insanı insan yapan özellikler olduğu söylenebilir. Fakat hepsi
gerçekliğinde, toplumsal ilişkilerin bileşeni olarak ya da bu ilişkilerle
birlikte var olur, bu ilişkilerin ürünü ya da belirlenenidir. “İnsan”ın
gerçekliği, toplumdur. “İnsanlık” ya da “insan olmak”, toplumsallıktır/toplumsaldır.
Toplum, “insan”ın doğduğu ve oluştuğu ortamdır. Toplum “insan”ın yaşamıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.