Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Friedrich Engels etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Friedrich Engels etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2025 Perşembe

Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim: Friedrich Engels | Özet

Friedrich Engels'in "Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim" adlı eserinin analizi, 1848-49 Alman Devrimi'nin başarısızlığını, devrime katılan sınıfların yapısal zayıflıkları ve stratejik hataları üzerinden açıklamaktadır. Devrimin yenilgisinin temel nedenleri, Alman burjuvazisinin siyasi iktidarı ele geçirme konusunda gösterdiği korkaklık ve kararsızlık; küçük-burjuvazinin sallantılı ve eylemsiz doğası ve proletaryanın henüz bağımsız bir siyasi güç olarak olgunlaşmamış olmasıdır.

Engels'e göre, ekonomik olarak gelişmekte olan ancak siyasi olarak feodal ve bürokratik yapılar tarafından engellenen Alman burjuvazisi, devrimin liderliğini üstlenmiştir. Ancak Fransa'daki işçi sınıfı hareketinden duyduğu korku, onu mutlakiyetçi güçlerle (soyluluk, bürokrasi ve ordu) uzlaşmaya itmiştir. Kendi devrimci ideallerine ve müttefikleri olan halk kitlelerine ihanet eden burjuvazi, karşı-devrimin en önemli kolaylaştırıcısı olmuştur.

Frankfurt Ulusal Meclisi, devrimin merkezî otoritesi olma potansiyelini, halk hareketinden duyduğu korku nedeniyle kullanamamış ve etkisiz bir tartışma platformu olarak kalmıştır. Bu siyasi boşluk, Prusya ve Avusturya'daki eski rejim güçlerinin yeniden toparlanarak ordularını devrimci hareketleri ezmek için kullanmasına olanak tanımıştır. Sonuç olarak, Viyana ve Berlin'deki ayaklanmaların bastırılmasıyla devrim sona ermiş ve Almanya'da karşı-devrim mutlak bir zafer kazanmıştır. Bu süreç, burjuvazinin iktidardan kovulması ve devrimci kazanımların tamamen ortadan kaldırılmasıyla neticelenmiştir.

Eserin Tarihsel Bağlamı ve Oluşumu

Friedrich Engels tarafından kaleme alınan "Almanya'da Devrim ve Karşı-Devrim," başlangıçta New York Daily Tribune gazetesinde Karl Marx imzasıyla yayınlanan 19 makaleden oluşan bir dizidir. 1848 devrimi sırasında Marx ile tanışan gazetenin editörü Charles Dana'nın 1851'deki teklifi üzerine Marx, Londra muhabirliği görevini üstlenmiş ve bu çalışmalara Engels'i de dahil etmiştir. Engels, Ağustos 1851 ile Eylül 1852 arasında bu makaleleri yazmış, Marx ise New York'a gönderilmeden önce gözden geçirmiştir. Eser, 1848-49 Alman Devrimi'ni, bu dönemdeki sınıf mücadelelerini ve partilerin eylemlerini tarihsel materyalist bir bakış açısıyla analiz eder.

Devrim Öncesi Almanya'nın Durumu

1. Sosyo-Ekonomik Yapı ve Siyasal Bölünmüşlük

1848 öncesi Almanya, feodal ilişkilerin ve toprak mülkiyetinin hâkim olduğu bir yapıdaydı. Soyluluk, ayrıcalıklarının büyük bir kısmını koruyor ve bürokrasi ile ordunun üst kademelerini oluşturuyordu. Burjuvazi, İngiltere ve Fransa'daki muadillerine kıyasla sayıca zayıf, dağınık ve az gelişmişti. Alman sanayisinin geri kalmasının başlıca nedenleri şunlardı:

• Coğrafi Konum: Dünya ticaretinin Atlantik'e kaymasıyla Almanya'nın elverişsiz bir konumda kalması.

• Savaşlar: 16. yüzyıldan itibaren Almanya topraklarında yaşanan sürekli savaşlar.

Buna rağmen, 1815'ten itibaren burjuvazinin zenginliği ve siyasi etkisi artmaya başlamıştır. Özellikle Prusya öncülüğünde 1834'te kurulan Zollverein (Gümrük Birliği), iç pazarın oluşumunu hızlandırmış ve farklı devletlere bölünmüş Alman burjuvazisinin çıkarlarını ortaklaştırarak merkezileşmesine katkı sağlamıştır.

2. Sınıfsal Yapı ve Dinamikler

Engels, Almanya'daki temel sınıfları şöyle tanımlar:

• Soylular: Ayrıcalıklarını koruyan, siyasi ve askeri gücü elinde tutan egemen sınıf.

• Burjuvazi: Ekonomik olarak güçlenen ancak siyasi iktidardan yoksun olan sınıf. 1840'tan itibaren liberal muhalefetin liderliğini üstlenmiş ve anayasa ile basın özgürlüğü gibi taleplerde bulunmuştur.

• Küçük-Burjuvazi: Küçük esnaf ve dükkâncılardan oluşan kalabalık bir sınıf. Konumu gereği burjuvazi ile proletarya arasında gidip gelen, son derece sallantılı ve kararsız bir yapıya sahiptir. Monarşiye bağımlılığı nedeniyle genellikle itaatkâr bir tutum sergiler.

• Proletarya: İngiltere ve Fransa'ya göre geri bir aşamadadır. Büyük çoğunluğu modern sanayi yerine küçük zanaatkârlar tarafından istihdam edilmektedir. Bağımsız siyasi hareketi, 1844'teki Silezya ve Bohemya dokumacılarının ayaklanmalarıyla başlamıştır.

• Köylüler: Çeşitli tabakalara ayrılmıştır:

    ◦ Büyük ve Orta Köylüler: Anti-feodal burjuvaziyle hareket etme eğilimindedirler.

    ◦ Küçük "Özgür" Köylüler: Özellikle Renanya'da yaygındır ve tefecilere borçludurlar.

    ◦ Feodal Toprak Kiracıları ve Tarım İşçileri: Devrim öncesi apolitiktirler, ancak devrimle birlikte hareketlenmeleri beklenir. Kırsal nüfus, bağımsız bir hareket yaratma kapasitesinden yoksundur ve kentlerden gelecek bir itkiye ihtiyaç duyar.

3. Fikri ve Siyasi Muhalefetin Doğuşu

1840'ta Prusya tahtına geçen IV. Friedrich Wilhelm'in anayasa vaatlerini yerine getirmemesi üzerine burjuvazinin liderliğindeki liberal muhalefet güçlenmiştir. Bu dönemde muhalefet çeşitli biçimler almıştır:

• Edebi Akımlar: "Genç Almanya" gibi edebi akımlar, muhalif fikirleri yaymıştır.

• Felsefi Muhalefet: Hegel'in takipçisi olan Genç-Hegelciler, Hıristiyanlığa yönelik felsefi eleştirilerle dolaylı bir siyasi muhalefet yürütmüşlerdir.

• Basın: Burjuvazi ve felsefi muhalefetin iş birliğiyle 1842'de Köln'de çıkarılan Rheinische Zeitung gibi gazeteler, toplumsal sorunları tartışmaya açmıştır.

• Dinsel Muhalefet: Almanya'nın birliği düşüncesi, yeni mezheplerin ortak bir din yaratma çabalarında örtük olarak yer almıştır.

1847'deki açlık yılı ve ekmek ayaklanmaları, toplumsal hoşnutsuzluğu zirveye taşımış ve devrim için koşulları olgunlaştırmıştır.

Avusturya İmparatorluğu'ndaki Koşullar

Prens Metternich yönetimindeki Avusturya, feodal toprak sahipleri ve büyük bankerlere dayanan mutlakiyetçi bir yapıya sahipti. Metternich, imparatorluk altındaki farklı ulusları birbirine karşı kullanarak otoritesini sürdürüyordu. 1843'e kadar Avrupa'dan yalıtılmış bir görünüm sergileyen Avusturya'da bu tarihten sonra sanayileşme ve demiryollarının yapımıyla burjuvazi yavaş yavaş gelişmeye başlamıştır.

Gelişen burjuvazi, entelektüel çevreler ve yoksullaşan soyluların bir kısmı reform taleplerinde bulunmaya başlamıştır. Avusturya dışına çıkan yazarların eserleri kaçak yollarla ülkeye girerek siyasal bilgilenmeyi artırmıştır. 1847'ye gelindiğinde Almanya'daki siyasi çalkantı Avusturya'ya da sıçramış, bankerler dahi yönetime olan güvenlerini yitirmiş ve devrim koşulları burada da olgunlaşmıştır.

1848 Devrimlerinin Patlak Vermesi ve İlk Aşama

24 Şubat 1848'de Fransa'da cumhuriyetin ilanı, Avrupa çapında bir devrim dalgasını tetiklemiştir.

• 13 Mart: Viyana halkı ayaklanarak Metternich hükümetini devirdi.

• 18 Mart: Berlin halkı ayaklanarak krallığı geri adım atmaya zorladı.

• Diğer küçük Alman devletlerinde de başarılı ayaklanmalar yaşandı.

Devrimin ilk aşaması, farklı sınıfların geçici bir güç birliği kurmasıyla karakterize edilir. Ancak iktidar ele geçirilir geçirilmez bu birlik dağılmış ve sınıflar arası mücadeleler başlamıştır.

Olay/Merkez

Temel Dinamikler ve Sonuçlar

Viyana Ayaklanması

Burjuvazi ve küçük dükkâncılar Ulusal Muhafız'da örgütlenirken, işçiler ve öğrenciler de silahlandı. Öğrencilerin baskısıyla Güvenlik Komitesi devrimci kararlar aldı. Mayıs ayındaki karşı-devrimci girişimler, yeni ayaklanmalarla püskürtüldü ve sınıflar arası ittifak geçici olarak yeniden kuruldu.

Berlin Ayaklanması

Viyana'nın aksine, burjuvazi işçi sınıfının gücünden korktuğu için devrime mesafeli durdu. Kralın küçük ödünleriyle yetinmeye çalışsa da, ordunun halka saldırmasıyla başlayan sokak savaşlarını işçi sınıfı kazandı. Burjuvazi, devrimden sonra iktidarı ele almasına rağmen (Camphausen-Hansemann hükümeti), kitle hareketinden duyduğu korkuyla eski bürokratik aygıtı korudu ve devrilen sistemin yandaşlarıyla ittifak kurdu.

Köylü Hareketleri

Prusya'da köylüler, feodal yükümlülüklerden kurtulmak için devrimden yararlandı. Ancak özel mülkiyete yönelik bir tehdit olarak algılanan bu hareketlerden korkan burjuvazi ve küçük-burjuvazi, köylülere destek vermedi ve anti-feodal yöneliminden vazgeçti.

Frankfurt Ulusal Meclisi'nin Rolü ve Başarısızlığı

Viyana ve Berlin ayaklanmalarından sonra toplanan Frankfurt Alman Ulusal Meclisi'nden halk, Almanya'nın birliğini sağlamasını ve en yüksek otorite olmasını bekliyordu. Ancak meclis, bu beklentileri boşa çıkardı:

• Eylemsizlik: Halk hareketinden korktuğu için kendini egemen ilan etmedi, hükümet kurmadı ve yasa gücünde kararlar almadı.

• İktidarsızlık: Hiçbir şeyi değiştirmeyen, yetkileri belirsiz bir merkezi otorite olarak kaldı. Tahta, gümrük engellerine ve prenslerin iktidarına dokunmadı.

• Halka İhanet: Mainz'de halkın silahsızlandırılması gibi karşı-devrimci hareketlere sessiz kalarak halkın gücünü arkasına almayı reddetti.

Bu meclis, devrimin yazgısı Viyana ve Berlin'de belirlenirken, küçük-burjuvaziyi oyalayan etkisiz bir kurum işlevi görmüştür.

Karşı-Devrimin Yükselişi ve Zaferi

Haziran 1848'de Paris proletaryasının ayaklanmasının ezilmesi, Avrupa'daki karşı-devrimci güçlere cesaret verdi. Almanya'da ordu yeniden devletin en etkin gücü haline geldi ve eski feodal-bürokratik parti, geçici müttefiki olan burjuvaziden kurtulmak için harekete geçti.

Panslavizm ve Dış İlişkilerin Rolü

Devrimin dış ilişkileri de karmaşıktı. Özellikle Avusturya'daki Slav halkları arasında gelişen Panslavizm akımı, Rus çarlığının çıkarlarına hizmet eden anti-tarihsel bir hareket olarak tanımlanmaktadır. Bohemya ve Hırvatistan'daki Panslavistler, Alman ve Macar devrimci unsurlara karşı Avusturya monarşisiyle iş birliği yaparak karşı-devrimin güçlenmesine katkı sağladılar. Prag'daki Slav Kongresi, Avusturya ordusu tarafından dağıtıldı.

Viyana'daki Ekim Ayaklanması ve Bastırılması

5 Ekim 1848'de imparatorun Macar diyetini dağıtması ve Hırvat Ban Jellachich'i Macaristan'a vali ataması, Viyana'da yeni bir ayaklanmayı tetikledi. Halk, öğrenciler ve Ulusal Muhafız'ın bir kısmı, Macaristan'a gönderilmek istenen birliklere karşı çıkarak 6 Ekim'de zafer kazandı.

Ancak bu zafer kalıcı olamadı. İmparator ve saray Olmutz'a kaçarak karşı-devrimci güçleri (Windischgraetz komutasındaki ordu ve Slav birlikleri) topladı. Viyana'daki devrimci güçler ise dağınık, örgütsüz ve lidersizdi. Macar ordusunun ve Alman halkının beklenen yardımı gelmedi. Sonuç olarak, Windischgraetz'in ordusu Viyana'ya saldırdı ve 1 Kasım 1848'de şehir düştü.

Viyana'nın düşüşü, devrim için bir dönüm noktası oldu. Prusya kralı bu gelişmeden cesaret alarak 9 Kasım'da Berlin'deki kurucu meclisi dağıttı ve sıkıyönetim ilan etti. Böylece karşı-devrim, Almanya'nın iki büyük merkezinde de zafere ulaştı.

Devrimin Son Evresi ve Nihai Yenilgi

1849'un ilk aylarında Prusya ve Avusturya'da mutlakiyetçi yönetimler yeniden tesis edildi. Bu süreçte Frankfurt Meclisi, Prusya kralını Alman imparatoru seçti ancak kral bu tacı reddetti. Meclisin hazırladığı liberal Reich Anayasası, burjuvazi ve küçük-burjuvazi tarafından devrimi sonlandırmak umuduyla desteklendi.

Ancak Prusya ve diğer büyük devletlerin anayasayı reddetmesi, Mayıs 1849'da Almanya'nın çeşitli yerlerinde (Saksonya, Baden vb.) anayasayı savunmak için yeni silahlı ayaklanmaların başlamasına neden oldu.

• Liderlik Zafiyeti: Bu ayaklanmaların liderliğini üstlenen küçük-burjuvazi, korkak, kararsız ve eylemde yeteneksiz olduğunu bir kez daha kanıtladı.

• Frankfurt Meclisi'nin Sonu: Frankfurt Meclisi'ndeki demokratlar, ayaklanmalara önderlik etmek yerine ezilmelerine göz yumdu. Meclis, siyasi olarak tamamen etkisizleştikten sonra 18 Haziran 1849'da kapatıldı.

• Askeri Yenilgi: Ayaklanmaların gerçek dövüşken gücünü oluşturan işçiler ve onlara katılan diğer halk kesimleri, örgütsüz ve lidersiz oldukları için Prusya ordusu tarafından kolayca bastırıldı. Temmuz 1849'da tüm isyanlar sona erdi.

Böylece, birinci Alman devrimi, karşı-devrimin tam zaferiyle sonuçlanmış oldu. Burjuvazi hem devrime ihanet etmiş hem de sonunda iktidardan tamamen kovularak kendi siyasi iflasını hazırlamıştır.

Friedrich Engels | Alman Köylüler Savaşı: Özet

1.0 Giriş: 1848 Devriminin Işığında 1525'i Yeniden Okumak

Friedrich Engels'in "Alman Köylüler Savaşı" adlı eseri, 1848-49 Alman devriminin karşı-devrimle bastırılmasının hemen ardından, 1850 yazında kaleme alınmış bir tarihsel analizdir. Bu çalışma, siyasal bir durgunluk döneminde Alman halkına devrimci geleneğini hatırlatma ve geçmişin başarısızlıklarından geleceğin mücadeleleri için dersler çıkarma amacı taşımaktadır. Engels, 16. yüzyıldaki bu büyük toplumsal patlamayı, dönemin dini ve siyasi söylemlerinin ötesine geçerek, tarihsel materyalist bir yaklaşımla ele alır. O, bu yaklaşımıyla, olayların ardındaki gerçek itici güçleri, yani dönemin ekonomik yapısını ve bu yapıdan doğan sınıf mücadelelerini aydınlatmayı hedefler.

Engels, kendi yaklaşımını şu sözlerle açıklar: “...Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, meta ve para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri değil ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım.” Bu perspektif, dini çatışmalar ve siyasi entrikalar olarak görünen olayları, kökenlerindeki maddi çıkarların ve sınıfsal çelişkilerin bir yansıması olarak konumlandırır.

Bu analizin temel tezi, Engels'in Köylüler Savaşı'nı ve Reform hareketini, Almanya'nın feodalizme karşı ilk büyük burjuva devrimi olarak yorumlamasıdır. Bu devrimin motor gücünü köylüler ve kentli halk tabakası (plebejerler) oluşturmuş, ancak Alman burjuvazisinin kararsızlığı ve nihayetinde ihaneti, hareketin örgütsüzlüğü ve yerel düzeyde parçalanmışlığı nedeniyle bu büyük girişim başarısızlığa uğramıştır. Bu sınıf antagonizmalarının kaçınılmaz patlamasını anlamak için, öncelikle 16. yüzyıl Almanya'sının, filizlenen kapitalist gelişim ile kökleşmiş feodal çürüme arasında sıkışıp kalmış çelişkili sosyo-ekonomik manzarasını tahlil etmek gerekir.

2.0 16. Yüzyıl Almanya'sının Sosyo-Ekonomik ve Siyasi Panoraması

16. yüzyıl Almanya'sı, bir yandan sanayi ve ticarette önemli bir canlanma yaşarken diğer yandan derin bir siyasi parçalanmışlık ve ekonomik geri kalmışlık sergileyen çelişkili bir yapıya sahipti. Bu ikilem, toplumsal gerilimleri besleyen ve yaklaşan büyük isyanın zeminini hazırlayan temel dinamikleri oluşturuyordu.

Ekonomik Gelişim ve Sınırlılıklar

14. ve 15. yüzyıllarda başlayan lonca sanayisindeki gelişim, 16. yüzyılda yünlü ve keten dokumacılığı gibi alanlarda yaygınlaşmıştı. Madencilikte Almanlar dünyanın en usta zanaatkârları olarak kabul ediliyor, barut ve matbaanın icadı ise sanayinin gelişimine önemli bir ivme kazandırıyordu. Ticaret yolları genişlemiş, kentlerin büyümesiyle tarım da ortaçağ durağanlığından sıyrılmaya başlamıştı. Ancak bu olumlu tabloya rağmen Almanya, komşularıyla kıyaslandığında belirgin bir geri kalmışlık içindeydi. Tarımı İngiltere ve Hollanda'nın, sanayisi ise İtalya, İngiltere ve Flaman bölgelerinin gerisindeydi. Deniz ticaretinde de Hollandalılar ve İngilizler üstünlüğü ele geçirmişti. Birleşik bir ulusal pazarın ve baskın bir ekonomik merkezin yokluğu, Almanya'yı dağınık ve birbirinden yalıtılmış ekonomik bölgelere ayırıyordu.

Siyasi Parçalanmışlık ve Yerel Merkezileşme

Bu ekonomik parçalanmışlık, siyasi yapının da temel belirleyeniydi. İngiltere ve Fransa'da sanayi ve ticaretin gelişimi ulusal düzeyde bir siyasi merkezileşmeyi zorunlu kılarken, Almanya'da bu sürecin maddi temelleri eksikti. Ulusal bir pazarın olmaması, siyasi merkezileşmenin ulusal düzeyde başarısız olmasına ve gücün yerel düzeyde toplanmasına yol açtı. Merkezileşme, imparatorluk düzeyinde değil, her biri kendi çıkarlarını gözeten prenslerin egemenliğindeki eyaletler düzeyinde gerçekleşti. Feodal imparatorluk gücünü yitirirken, prensler giderek artan bir özerklik kazanarak kendi topraklarında mutlakiyetçi bir iktidar kurma yoluna gittiler. İşte bu ekonomik geri kalmışlık ve siyasi parçalanmışlık zemininde, her biri farklı çıkarlara ve şikayetlere sahip olan karmaşık toplumsal sınıflar şekillenmekteydi.

3.0 Çatışan Çıkarlar: Feodal Toplumun Sınıf Yapısı

16. yüzyıl Almanya'sındaki büyük isyanın dinamiklerini anlamak, feodal toplumun karmaşık sınıf yapısını ve bu sınıfların birbiriyle çatışan çıkarlarını incelemeyi gerektirir. Her bir toplumsal katman, mevcut düzenden farklı şekillerde etkileniyor ve kendi konumunu iyileştirmek için diğerleriyle kaçınılmaz bir mücadele içine giriyordu.

3.1 Prensler: Mutlakiyetçi İktidarın Temsilcileri

Yüksek soylular arasından çıkan prensler, imparatordan neredeyse tamamen bağımsız hareket eden güç odaklarıydı. Kendi topraklarında merkezileştirici bir rol oynayarak küçük soyluları ve kentleri egemenlikleri altına alıyorlardı. Ancak büyüyen saray lüksü, sürekli orduların beslenmesi ve artan yönetim harcamaları, bitmek bilmeyen bir para ihtiyacını doğuruyordu. Bu ihtiyacı karşılamak için halkın üzerindeki baskıyı sürekli artırıyorlardı: ağırlaşan vergiler, yeni dolaylı vergiler, kalp para basma ve hatta adalet sistemini bir gelir kapısı haline getirme gibi yöntemlere başvuruyorlardı. Bu keyfi yönetim, diğer tüm sınıfların tepkisini çekiyordu.

3.2 Soyluluk: Gerileyen Bir Sınıfın Çırpınışları

Orta soyluluk neredeyse tamamen ortadan kalkmış, geriye sadece küçük soylular yani şövalyeler kalmıştı. Piyadenin ve ateşli silahların gelişimi, onların geleneksel askeri önemini ortadan kaldırmıştı. Artan lüks harcamaları karşısında gelirleri yetersiz kalan şövalyeler, varlıklarını sürdürebilmek için iki yola yöneldi: ya prenslerin hizmetine girmek ya da kendi topraklarındaki köylüleri daha acımasızca sömürmek ve yağmacılık yapmak. Bu durum, şövalyeleri hem ruhban sınıfının engin zenginliğine göz diken hem de borçlu oldukları ve ticaret yollarını yağmaladıkları kentlere düşman olan istikrarsız bir güç haline getiriyordu.

3.3 Ruhban Sınıfı (Clergé): Çift Kutuplu Bir Zümre

Matbaanın yaygınlaşması ve ticaretin gelişmesi, ruhban sınıfının entelektüel tekelini kırmış ve bu zümreyi giderek "gereksiz" hale getirmişti. Kendi içinde derin bir bölünme yaşayan bu sınıf iki ana kutuptan oluşuyordu:

• Feodal Hiyerarşi (Aristokratlar): Piskoposlar ve başpiskoposlar gibi yüksek din adamları, aynı zamanda geniş topraklara sahip feodal beylerdi. Halkı aforoz, günah bağışlama ticareti ve ağır vergilerle sömürüyor, bu nedenle halkın derin nefretini üzerlerine çekiyorlardı.

• Plebejer Unsur (Köy ve Kent Papazları): Feodal hiyerarşinin dışında kalan bu kesim, halkın içinden geliyor ve onlara yakın bir yaşam sürüyordu. Düşük gelirli bu papazlar, halkın sevgisini kazanmış ve yaklaşan devrimci hareketin teorisyenlerini ve ideologlarını yetiştirmişti.

Buna ek olarak, Papalığın Almanya'dan topladığı ve Roma'nın lüksü için harcanan vergiler, halk üzerindeki baskıyı artırıyor ve ulusal duyguları güçlendirerek Roma'ya karşı bir tepki doğuruyordu.

3.4 Kentli Sınıflar: Muhalefetin Üç Yüzü

Orta çağ kentlerindeki halk, çıkarları birbirine taban tabana zıt üç ana gruba ayrılmıştı:

• Ayrıcalıklılar ("Eşraf"): En zengin ailelerden oluşan bu yönetici kast, belediye meclisini ve kentin tüm gelirlerini kontrol ediyordu. Tefecilik, keyfi vergilendirme ve komün arazilerini gasp etme yoluyla hem kent halkını hem de çevre köylüleri sömürüyorlardı.

• Burjuva Muhalefeti: Zengin ve orta halli burjuvalardan oluşan bu grup, eşrafın oligarşisine karşı çıkıyor, belediye yönetiminde denetim ve katılım talep ediyordu. Aynı zamanda ruhban sınıfının ayrıcalıklarına ve yaşam tarzına da şiddetle karşıydılar.

• Halk Muhalefeti (Plebejerler): Sınıf dışı kalmış zanaatkârlar, kalfalar, gündelikçiler ve lümpen-proletaryadan oluşan bu en yoksul kesim, yurttaşlık haklarından tamamen yoksundu. Bu grup, feodalizmin çözülmesinin bir ürünü olduğu kadar, modern burjuva toplumunun da ilk habercisiydi. Ancak lonca ayrıcalıklarını korumak gibi gerici talepler de ileri sürebildiklerinden, kırsal kesimdeki köylüler için güvenilmez bir müttefikti.

3.5 Köylüler: Ezilen Büyük Kitle

Toplumun en alt tabakasını oluşturan köylüler, kelimenin tam anlamıyla herkes tarafından eziliyordu. Prensler, soylular, papazlar ve kentli ayrıcalıklılar, onların emeği üzerinden yaşıyordu. Köylülerin üzerindeki sömürü mekanizmaları sayısız ve acımasızdı:

• Serflik ve Angarya: Zamanlarının büyük bölümünü efendilerinin topraklarında karşılıksız çalışarak geçiriyorlardı. Buna ek olarak, beyleri için çilek devşirmek, salyangoz toplamak veya odun kesmek gibi keyfi işlere zorlanıyorlardı.

• Vergiler ve Harçlar: Öşür, harçlar, evlenme ve ölüm vergileri gibi bitmek bilmeyen yükümlülüklerin yanı sıra, beylerinin keyfi olarak koyduğu sayısız vergiye tabiydiler.

• Hakların Gaspı: Ortak kullandıkları otlaklar ve ormanlar keyfi olarak beyler tarafından ellerinden alınıyordu. Hatta beyler, evlenen köylü kızlarıyla ilk geceyi geçirme hakkına (ilk gece hakkı) sahipti.

• Keyfi Adalet: Efendileri tarafından istedikleri zaman hapse atılabiliyor, göz oyma, uzuv kesme gibi zalimce yöntemlerle işkence görebiliyorlardı. Adalet tamamen sömürenlerin kontrolündeydi.

Bu karmaşık ve çelişkili sınıf yapısı, Reform hareketinin başlamasıyla birlikte her bir sınıfın kendi maddi çıkarları doğrultusunda saflarını belirleyeceği üç ana siyasi kampa ayrışmasına zemin hazırladı.

4.0 Reform Hareketi: Üç Büyük Toplumsal Kampın Doğuşu

16. yüzyılda başlayan ve "din savaşları" olarak adlandırılan mücadelelerin özünde dini tartışmalardan çok daha fazlası yatıyordu. Bu çatışmalar, aslında derin maddi sınıf çıkarlarının teolojik bir kılıf altında ifade edilmesiydi. Orta çağda kilise, feodal düzenin ideolojik temelini oluşturduğu için, feodalizme yönelik her ciddi saldırı kaçınılmaz olarak önce kiliseye ve onun dogmalarına yönelmek zorundaydı. Reform hareketi bir katalizör görevi görerek, birikmiş tüm toplumsal muhalefeti serbest bıraktı ve Almanya'daki her sınıfı, belirsizliği terk ederek kendi maddi çıkarlarını en iyi temsil eden kampın sancağı altında toplanmaya zorladı.

Kamp Adı

Temsil Ettiği Sınıflar

Temel Amaçları

Katolik (Gerici) Kamp

İmparatorluk iktidarı, zengin soylular, yüksek din görevlileri, kentli ayrıcalıklılar.

Mevcut feodal düzeni ve kilisenin otoritesini korumak.

Lutherci (Burjuva Reformcu) Kamp

Varlıklı muhalefet unsurları, küçük soylular, burjuvazi, bazı prensler.

Kilise mallarına el koyarak zenginleşmek, Roma'ya bağımlılığa son vermek, imparatorluk karşısında bağımsızlığı artırmak, yasal çerçevede ılımlı bir reform gerçekleştirmek.

Devrimci Kamp

Köylüler ve kentli halk tabakası (plebejerler).

Feodal yükümlülüklerin, soylu ve ruhban ayrıcalıklarının tamamen kaldırılması; toplumsal ve mülkiyet ilişkilerinde köklü değişiklikler.

Orta çağ boyunca görülen "mezhep sapkınlıkları" da aslında bu devrimci muhalefetin erken dönem biçimleriydi. Ancak burjuva mezhep sapkınlığı ile köylü-halk mezhep sapkınlığı arasında temel bir fark vardı. Burjuva muhalefeti esas olarak ruhban sınıfının zenginliğine ve siyasi gücüne karşı çıkarken, köylü ve halk tabakasının sapkınlığı çok daha ileri gidiyordu. Bu hareketler, ilkel Hıristiyanlıktaki eşitlik idealini alıp onu doğrudan toplumsal bir talep haline getiriyorlardı: sadece ruhban ayrıcalıklarının değil, aynı zamanda soyluların, vergilerin, angaryaların ve servet farklarının da ortadan kaldırıldığı bir toplumsal eşitlik istiyorlardı. Bu kampların ideolojik liderleri olan Luther ve Münzer'in karşıtlığı, bu derin ayrışmanın en somut ifadesi olacaktı.

5.0 İdeolojik Liderler: Martin Luther ve Thomas Münzer'in Karşıtlığı

Martin Luther ve Thomas Münzer, sadece farklı teolojik görüşlere sahip iki din adamı değil, aynı zamanda Reform hareketinin içinde doğan ve birbirine taban tabana zıt iki toplumsal sınıfın, yani ılımlı burjuvazinin ve devrimci halkın siyasi ve ideolojik temsilcileriydi. Onların arasındaki karşıtlık, hareketin nihai kaderini belirleyen temel unsurlardan biri oldu.

Martin Luther: Burjuva Reformunun Temsilcisi

Luther'in kariyeri, hareketin evrimini yansıtan bir dönüşüm süreciydi. Başlangıçta, papalığa ve Katolik kilise hiyerarşisine yönelik saldırılarında, kendisinden önceki tüm sapkın mezhepleri temsil etmek ve en kararlı devrimci enerjiyi göstermek zorundaydı. Bu sayede tüm muhalefet unsurlarını kendi etrafında birleştirmeyi başardı. Ancak hareket radikalleşip köylü ve halk kitleleri kendi taleplerini dile getirmeye başladığında, Luther geri adım attı. Halk unsurlarına ihanet ederek soyluların, prenslerin ve burjuvazinin partisine katıldı. Artık "barışçı evrim" ve "pasif direniş" gibi kavramları savunuyor, yasal çerçevede ilerlemeyi salık veriyordu.

Köylüler Savaşı patlak verdiğinde, Luther önce arabuluculuk yapmaya çalıştı. Fakat isyan yayılıp kendi destekçisi olan prenslerin otoritesini tehdit etmeye başlayınca, tavrını tamamen değiştirdi. Köylülere karşı en acımasız önlemlerin alınması çağrısında bulundu ve onların vahşice bastırılmasını savundu. Bu ihanetini, “Eşeğe gereken yem, yük ve kırbaçtır” sözüyle özetleyerek, isyancı kitlelere duyduğu nefreti açıkça ortaya koydu. Engels, Luther'in bu tavrını, 1848-49 devriminde proletaryanın talepleri karşısında korkuya kapılarak gerici feodal güçlerle birleşen liberal Alman burjuvazisinin tavrına benzetir.

Thomas Münzer: Halk Devriminin Peygamberi

Thomas Münzer ise halk devriminin uzlaşmaz lideriydi. Onun teolojik-felsefi öğretisi, sadece Katolikliğe değil, Hıristiyanlığın temellerine yönelik bir saldırı niteliğindeydi. Aklı "kutsal ruh" olarak tanımlayan ve panteizme (hatta ateizme) yaklaşan bir düşünce sistemi geliştirdi. Ona göre "tanrının krallığı" öteki dünyada değil, yeryüzünde, insanlar tarafından kurulmalıydı.

Münzer'in siyasi programı, teolojisinden bile daha radikaldi. Engels'in ifadesiyle, bu program komünizme yaklaşıyordu: “Münzer’e göre tanrı krallığı, orada artık hiçbir özel mülk... bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi... tüm çalışmalar ve tüm mallar ortaklaşa olmalı ve en tam bir eşitlik hüküm sürmeliydi.” Bu programı hayata geçirmek için sadece vaaz vermekle kalmadı, aynı zamanda gizli bir dernek örgütleyerek ve sürekli ajitasyon yaparak halkı ayaklanmaya hazırladı ve savaş başladığında ona aktif olarak önderlik etti. Bu iki liderin temsil ettiği derin ideolojik ve sınıfsal kopuş, yalnızca bir fikir ayrılığı değil, aynı zamanda Köylüler Savaşı'nın seyrini ve trajik sonucunu derinden etkileyecek iki farklı devrim projesinin çatışmasıydı.

6.0 Alman Köylüler Savaşı: Ayaklanmanın Seyri ve Başarısızlık Nedenleri

1525'teki büyük toplumsal patlama, aniden ortaya çıkan münferit bir olay değildi. Kökleri, 15. yüzyılın sonlarından itibaren Almanya'nın çeşitli bölgelerinde patlak veren sayısız yerel köylü isyanına ve gizli örgütlenmeye dayanıyordu. Bu erken dönem direnişleri, büyük savaşın habercisiydi ve halk arasındaki birikmiş öfkenin somut göstergeleriydi.

Ayaklanmanın Kökenleri ve Yayılışı

1525 öncesinde, Bundschuh (Köylü Çarığı) ve Yoksul Konrad gibi isimler altında faaliyet gösteren gizli köylü dernekleri, direnişin fitilini ateşlemişti. Bu örgütlerin programları oldukça radikaldi: serfliğin kaldırılması, kilise mallarına el konulması ve imparator dışında hiçbir efendinin tanınmaması gibi talepler etrafında birleşiyorlardı. 1524'te başlayan sistemli ayaklanmalarla birlikte savaş yeni bir evreye girdi. Thomas Münzer'in etkisi bu süreçte belirleyici oldu. Ayaklanmadan önceki beş ay boyunca güney Almanya'da yürüttüğü ajitasyon turuyla devrimci din adamlarını örgütlemiş ve gizli derneğini güçlendirerek isyanın ideolojik ve örgütsel zeminini hazırlamıştı. Hareketin en kararlı unsurları onun takipçileriydi. Münzer'in Mülhausen'de iktidarı ele geçirerek "ölümsüz konsey" başkanı olması ve malların ortaklığını ilan etme girişimi, savaşın ulaştığı en radikal noktayı temsil ediyordu.

Başarısızlığın Temel Nedenlerinin Analizi

Engels, yenilgiyi isyancıların cesaret eksikliğine değil, eyaletlere bölünmüş ve örgütsüz bir köylü sınıfının, feodal devletin merkezi askeri gücüyle karşılaştığında ortaya çıkan ölümcül yapısal zayıflıklara bağlar. Karşılarındaki feodal güçlerin örgütlü orduları karşısında, köylülerin ve müttefiklerinin zafer kazanmasını engelleyen temel faktörler şunlardı:

• Ulusal Eylem Birliğinin Olmayışı: Kentli burjuvalar, köylüler ve plebejerler gibi muhalif güçler arasında ortak bir strateji ve eşgüdümlü bir hareket oluşturulamadı.

• Yerellik ve Parçalanmışlık (Partikülarizm): Ayaklanmalar, ulusal bir karakter kazanmak yerine yerel ve birbirinden yalıtık kaldı. Her bölgedeki köylü grubu, öncelikle kendi beyine karşı savaştı ve diğer bölgelerle etkili bir bağ kuramadı.

• Örgütlenme Zayıflığı: Köylü orduları, toplam köylü nüfusunun çok küçük bir kısmını temsil ediyordu. Karşılarındaki prenslerin, soyluların ve kentlerin birleşik ve örgütlü gücü karşısında askeri ve lojistik olarak yetersiz kaldılar.

• Burjuvazinin İhaneti: Hareketin en kritik anında, ılımlı burjuva kesim ve onların ideolojik lideri Luther, devrimci halktan koparak prenslerin safına geçti. Kendi sınıfsal çıkarları, feodal düzenin tamamen yıkılmasından çok, bu düzen içinde prenslerle uzlaşmayı gerektiriyordu. Bu ihanet, isyanın ezilmesinde belirleyici bir rol oynadı.

Savaşın bu nedenlerle trajik bir yenilgiyle sonuçlanması, Almanya'nın toplumsal ve siyasi yapısının nasıl yeniden şekilleneceğini belirleyecek ve ülkenin kaderini sonraki yüzyıllara taşıyacaktı.

7.0 Sonuçlar: Prenslerin Zaferi ve Almanya'nın Pekişen Parçalanmışlığı

Alman Köylüler Savaşı, ona katılan sınıfların ezici çoğunluğu için tam bir bozgunla sonuçlandı. Ancak bu kaos ve yıkımdan mutlak bir zaferle çıkan tek bir güç vardı: Prensler. Savaş, Almanya'nın siyasi haritasını yeniden çizerek, yerel merkezileşmeyi pekiştirdi ve ulusal birliğin önündeki engelleri daha da sağlamlaştırdı.

Kazananlar ve Kaybedenler

• Din Adamları (Clergé): Manastırlarının yakılması ve mallarının yağmalanmasıyla savaştan en ağır darbeyi alan zümre oldular. Savaş, kilise mallarının laikleştirilmesi sürecini hızlandırdı, ancak bu laikleştirme halkın değil, prenslerin yararına oldu.

• Soyluluk (Nobility): Küçük soyluların durumu iki aşamada kötüleşti. Önce 1522'de, prenslere karşı kendi "imparatorluk reformlarını" dayatmak için başlattıkları isyan başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından gelen Köylüler Savaşı, şatoları yıkılan ve askeri olarak ağır darbe alan soyluların kaderini mühürledi ve onları hayatta kalabilmek için tamamen prenslerin koruması altına girmeye zorladı.

• Kentler: Kentlerdeki ayrıcalıklı "eşraf" kesimi, halk muhalefetini bastırarak kendi egemenliğini pekiştirdi. Ancak kentler bir bütün olarak, artan oranda prenslere bağımlı hale gelerek siyasi özerkliklerini kaybettiler.

• Köylüler: Savaşın en büyük ve trajik kaybedenleri oldular. Yeniden efendilerinin egemenliği altına girdiler ve savaştan önceki yükümlülükleri eskisinden daha da ağırlaştı. Devrimci girişimleri, üzerlerindeki baskının katmerlenmesiyle sonuçlandı.

Mutlak Kazanan: Prensler

Prensler, bu süreçten tek kazançlı çıkan güç olarak sivrildi. Diğer tüm sınıfların zayıflamasından faydalanarak kendi iktidarlarını mutlaklaştırdılar. Kilise mallarını kendi adlarına laikleştirdiler, soyluluğu siyasi olarak kendilerine bağladılar ve hem kentlere hem de köylülere yükledikleri ağır savaş vergileriyle hazinelerini doldurdular. Savaşın nihai sonucu, Almanya'nın siyasi parçalanmışlığını azaltmak yerine daha da derinleştirmesi ve pekiştirmesi oldu.

8.0 Genel Değerlendirme: Engels'in Tarihsel Dersi ve 1848 Paraleli

Friedrich Engels'in 16. yüzyıl Alman Köylüler Savaşı üzerine yaptığı analiz, yalnızca geçmişe dönük bir tarih çalışması değildir. Bu eser, aynı zamanda kendi çağına, özellikle 1848-49 Alman devriminin yenilgisine yönelik güçlü bir politik eleştiri ve tarihsel bir ders niteliği taşır. Engels, iki devrim arasında çarpıcı paralellikler kurarak, tarihin tekerrür eden dinamiklerine dikkat çeker.

Engels'in 1525 ve 1848 devrimleri arasında kurduğu temel benzerlik, her iki olayda da kent burjuvazisinin oynadığı roldür. Tıpkı 16. yüzyılda Luther'in ve ılımlı burjuvaların köylü-halk hareketinden korkarak prenslerin safına geçmesi gibi, 19. yüzyıl Alman burjuvazisi de proletaryanın devrimci potansiyelinden ürkmüştür. Özellikle Paris'teki 1848 Haziran işçi ayaklanması, Alman burjuvazisine kendisini neyin beklediğini göstermiş ve onu, feodalizme karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmek yerine, proletaryaya karşı gerici güçlerle (krallık, soyluluk, bürokrasi) ittifak kurmaya itmiştir. Her iki devrimde de burjuvazi, kararsız, korkak ve nihayetinde devrime ihanet eden bir karakter sergilemiştir.

Bu tarihsel karşılaştırmadan çıkan ana sonuç açıktır: Feodalizme ve gericiliğe karşı başarılı bir devrimci mücadele, ancak ezilen tüm sınıfların (16. yüzyıl için köylüler ve plebejerler, 19. yüzyıl için proletarya) çıkarlarını samimiyetle temsil eden, kararlı ve merkezi bir önderlik altında birleşmesiyle mümkündür. Burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarları, onu devrimin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak karşı-devrimin safına itmektedir. Sonuç olarak, Engels'in "Alman Köylüler Savaşı", tarihsel olayların ardındaki maddi sınıf çıkarlarını anlama ve devrimci hareketlerin iç dinamiklerini çözümleme konusunda tarihsel materyalist perspektifin gücünü gösteren klasik bir eser olma özelliğini korumaktadır.


24 Ağustos 2025 Pazar

İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu'nu Okurken Kılavuz

Bu yazı, Friedrich Engels'in 1845 yılında yayınlanan "İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu" adlı eserinin temel temalarını, ana fikirlerini ve en önemli tespitlerini özetlemektedir. Eserin oluşum süreci, etkileri ve içerdiği temel değerlendirmeler orijinal kaynaklardan alıntılarla desteklenerek sunulmuştur.


1. Eserin Arka Planı ve Oluşumu

Engels, eserini 1844 Eylül ayında yazmaya başlamış ve Mart 1845'te tamamlamıştır. Eserin Almanca baskısı, dönemin sosyalist eğilimli gazete ve dergilerinde geniş yankı bulmuş, Rusya, Avusturya ve Polonya gibi birçok ülkede ilerici çevrelerde etkili olmuştur.

Engels, bu eseri yazarken çeşitli kaynaklardan yararlanmıştır: otantik kitaplar, meclis komisyonu ve fabrika müfettişlerinin raporları, istatistikler, gazete ve dergi haberleri (özellikle Çartist gazete Northern Star). Ancak eserin oluşumunda Engels'in kendi gözlemleri ve İngiliz işçilerinin anlatımları önemli bir paya sahiptir.

Eserin en belirgin özelliği, Engels'in komünist bir bilinçle ve işçi sınıfının yanında, burjuvaziye karşıt bir konumda olmasıdır. Bu eser, İngiltere'de sanayi devriminin sonuçlarını değerlendiren ilk komünist yazarın ürünüdür.

2. Sanayi Devrimi ve Proletaryanın Oluşumu

Engels, 18. yüzyılın ikinci yarısında sanayi üretim tekniklerindeki önemli değişimleri (mekanik dokuma tezgâhı, buhar makinesi gibi makinelerin geliştirilmesi) ve bunun sonucunda fabrika üretiminin yaygınlaşmasını inceler. Bu durum, emek üretkenliğinde ve sanayi üretiminde muazzam artışlara yol açmış ve modern sanayi işçileri yani proletaryayı oluşturmuştur.

Eser, iplik eğirici ve dokumacılar, örgü ve dantel fabrikalarındaki işçiler, kadın terziler ve şapkacılar, cam ve metal işçileri, maden ve tarım proletaryası gibi farklı işçi kesimlerinin yaşam ve çalışma koşullarıyla mücadelelerini detaylandırır.

Engels'in temel tespitlerinden biri şudur:

  • "İngiltere’de yaşanan sanayi devrimi, mülksüz sınıf olan proletaryanın oluşumunu hızlandırmıştır. Bu sınıfın karşısında mülk sahibi sınıf olan burjuvazi bulunmaktadır. Arada kalan sınıf ve tabakalar giderek yok olmaktadır."

Sanayi devrimiyle birlikte tarımsal bölgelerden kentlere kitlesel göçler yaşanmış, ev içinde yapılan çalışma yerini makineli sanayi üretimine bırakmıştır. İşçilerin bağımsız etkinlikleri yok olmuş ve makinelerin bir parçası haline gelmişlerdir.

3. Kentlerin Rolü ve Sınıf Mücadelesi

Engels, kentlerin toplumsal ilişkiler üzerindeki etkisini derinlemesine analiz eder. Kentlerde insanların "özel çıkarları için kendilerini diğer insanlardan soyutladığını" ve "birbirlerine yararlanılacak nesneler gözüyle baktığını" gözlemler. Bencil bireysel ilişkilerin geliştiği kentlerde, güçsüz konumdaki işçiler yoksulluk içinde bulunmakta ve kapitalistler tarafından ezilmektedir.

Ancak kentler, proletarya açısından olumlu bir yön de taşır:

  • "Büyük kentler, işçi hareketinin doğum yerleridir (…) Proletarya ile burjuvazi arasındaki karşıtlık ilkin kendini büyük kentlerde ortaya koymuştur."

Kentlerde nüfusun merkezileşmesi ve fabrikalarda kolektif üretimin gerçekleşmesi, işçilerin bir sınıf oluşturduklarını anlamalarına yardımcı olur.

4. Rekabet, Yedek Emek Ordusu ve Krizler

Engels'e göre "Herkesin herkesle savaşımı, rekabet olarak gözlenir." Sınıfların içinde ve sınıflar arasında rekabet ve savaşım mevcuttur. İşçiler arasındaki rekabet, onların insanca yaşama koşullarından mahrum olmalarına dayanır ve kapitalistlerin daha fazla kar elde etmesine yarar.

Rekabetin oluşmasında ve ücretlerin düşürülmesinde önemli bir faktör yedek emek ordusudur. Makine kullanımının artışı, yeni makinelerin bulunuşu ve üretimde kullanımı ile iş bölümü, işsizliğin artmasına yol açar. İngiltere sanayisinde gönenç dönemleri dışında her zaman yedek emek ordusu bulunur ve bunalım dönemlerinde "artı-nüfus" artar.

Engels, bunalımların nedeni olarak kar için yapılan üretimi görür. Kapitalizmde üretim doğrudan gereksinimleri karşılamak için değil, kar için yapılmaktadır. Henüz bunalımlara dair bilimsel açıdan yetkin bir kavrayışa sahip olmasa da, Engels'in gözlemleri sonucunda bunalımların her 5 yılda bir yinelendiğini saptaması önemlidir. (1892 önsözünde bu periyodu 10 yıl olarak düzeltecektir.)

Malthus'un nüfus fazlalığından kaynaklanan sefalet teorisini eleştiren Engels, sefaletin nedeninin nüfus fazlalığı olmadığını belirtir. Ayrıca, göçmen İrlandalı işçilerin daha düşük ücretle çalışmasının, İngiltere'de işçi sınıfı içerisindeki rekabeti artırdığını ve ücretlerin düşmesine yaradığını ifade eder.

5. Ahlaki Çöküntü ve Direniş Biçimleri

Engels, İngiliz burjuvazisinin ahlaksız olduğunu belirtir ve işçi sınıfının burjuvazi tarafından yaratılan kötü koşulların, onu ahlak çöküntüsüne iteklediğini ve suç işlemeye hazır duruma getirdiğini gözler. Bu ahlaksal çöküşün panzehiri, burjuvaziye isyan olarak benimsenir.

Burjuvazinin işçileri içki içmeye ve alkolizme teşvik ettiğini, çalışma sürecinin tüketiciliğinin bir dış uyaran olarak alkole gereksinim doğurduğunu vurgular. Alkol tüketimi, dertleri kısa süreliğine unutmanın bir yoludur. Hırsızlık ise, işsiz kalan, yoksullaşmış işçilerin mülkiyete dönük "ilkel, güdüsel bir protestosudur." Ancak Engels, bu bireysel saldırının düzenin suç oluşturucu yapısını yok etmediğinin altını çizer.

Engels, kadınların ve çocukların emeğinin burjuvazi tarafından ücretlerin düşürülmesinde kullanıldığını belirtir. Başlangıçta ahlakçı bir bakışla kadınların fabrika çalışmasına katılımını olumsuzlasa da, ileride kadınların toplumsal üretime katılmasını savunacaktır.

6. Burjuvazi ve Proletarya Arasındaki Farklılıklar

Engels, serf ile işçinin farklı üretim biçimlerinde de olsa emekçi olarak konumlarını ve sömürülmelerini karşılaştırır. Proleterlerin birden çok efendisi olduğu için "emeğini satmada özgür göründüğünü" ancak içinde bulundukları köleliğin gizli, kurnazca örtülü ve ikiyüzlü bir durum olduğunu belirtir. İşçilerin fabrikalardaki çalışması, aç kalmama zorunluluğundan kaynaklanır ve çalışma sürecinde yabancılaşmışlardır. Engels, burada yabancılaşmayı "hayvanlaşma" olarak değerlendirir ve bu hayvanlaşmaya karşı gelişen öfkenin, burjuvaziye karşı savaşıma dönüşmesi gerektiğini ifade eder.

Engels'e göre işçiler, burjuvaziye göre daha insancıldır. Paraya ihtiyaçları olmasına rağmen açgözlü değillerdir. Oysa burjuvalar paraya tapar ve açgözlüdür. İşçiler yoksul olduklarından yoksulun halinden anlar ve yardımseverdir. Burjuvazinin hayırseverliği ise gösteriş içindir ve ikiyüzlücedir.

  • "Sadaka, alandan çok vereni aşağılar; ayaklar altında ezileni daha da toza toprağa bulayan sadaka; aşağılananın, paryanın, toplumun dışına atılanın, önce kendisine kalmış son şeyi, insanlığını da teslim etmesini isteyen sadaka; sizin merhametiniz bir zekât şeklinde onun alnına aşağılanmanın damgasını vurmadan önce onun merhamet dilemesini isteyen sadaka, alandan çok vereni aşağılar."

7. Devlet ve Burjuvazi İlişkisi

Engels, burjuvazi ile devlet arasındaki ilişkiye dair ilk tespitleri bu eserde yapar. Burjuvazinin devlet gücü tarafından korunduğunu, devletin burjuvazinin çıkarlarını savunduğunu ve koruduğunu yazar. Yasaların da burjuvaların kendilerini ve çıkarlarını koruduğunu ve (genel olarak) emekçilerin çıkarlarına aykırı olduğunu belirtir.

8. İşçi Örgütlenmeleri ve Sınıf Mücadelesi

Engels, işçiler arasındaki rekabeti yenmenin yolunun örgütlenme olduğunu vurgular. Sendikaları bu rekabeti yenmenin araçlarından biri olarak görür ve onları sisteme karşı savaşması gereken örgütler olarak tanımlar. Grevleri, işçiler için verecekleri son kavganın eğitim alanları olarak gören Engels, grevlerin toplum düzenini değiştirme sorununu tek başına çözmeyeceğini belirtir.

9. Dönemin İşçi Akımları ve Engels'in Eleştirileri

Engels, İngiltere'de proletaryayı iki akımın temsil ettiğini belirterek bunların eksiklerini değerlendirir:

  • Reformist sosyalistler: İşçi sınıfının öfkesini ve sınıf nefretini değersiz buluyor, insan severliği öğütlüyorlar. İşçi sınıfıyla bütünleşmeyi başaramayan reformist sosyalistlerin, Çartistlerin bakışına ve konumuna gelmesi gerektiğini savunur.
  • Çartist hareket: Teorik olarak geri olsalar da işçilere dayanmakta ve burjuvaziyle radikal biçimde hesaplaşmaktadırlar.

Engels, bu iki akımın sahip oldukları eğilimlerin birleşmesini önermektedir.

10. Engels'in Gelecek Beklentileri ve Sonraki Düzeltmeleri

Engels, eserinde sınıf mücadelelerinin yoğunlaştığını gözler ve devrimin yakın zamanda patlayacağını düşünür. Ancak bu beklentisi tarih tarafından karşılanmamıştır. Ayrıca, burjuvazinin çok az sayıda da olsa bazı öğelerinin komünizme yandaş olabileceği ve devrim sürecine katılabileceği düşüncesini de dile getirir ki, bu da yanlış bir düşüncedir. Engels, 1892 yılında eserine yazdığı önsözde bu yanlış düşünceyi düzeltir.

11. Eserin Bilimsel Yetersizlikleri ve Genel Değeri

Engels, bu eserde ücretlerin nasıl belirlendiğini bilimsel açıdan ortaya koymaz. Ücreti yaşam için gerekli fiziksel ihtiyaçlarla sınırlar ve ücretin toplumsal ve moral bileşenini dikkate almaz. Ahlak konusundaki yaklaşımı da daha sonra aşılacak, ahlakın sınıflar üstü olamayacağını benimsemesiyle değişecektir.

1892 tarihli önsözde Engels, eserinin genel teorik yaklaşımının, o günkü yaklaşımıyla çakışmadığını belirtir. 1844 yılındaki düşüncelerinin, komünizmin gelişim aşamalarından birine işaret ettiğini yazar. Ancak buna rağmen, "İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu" adlı kitapta, işçilerin durumu ayrıntılı biçimde yansıtılır ve onlardan yana tutkulu biçimde tavır alınır. Çeşitli sorunlara bilimsel açıdan yetersiz biçimde, fakat cesaretle değinilir. Bunlara, burjuva siyasal iktisadın ideolojik çerçevesinin ötesinde ve karşısında yer alan bir konumlanışla yaklaşılır.

Sonuç:

Engels'in "İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu" eseri, sanayi devriminin İngiliz işçi sınıfı üzerindeki yıkıcı etkilerini, ortaya çıkan sefaleti, ahlaki çöküntüyü ve aynı zamanda işçi hareketinin doğumunu ve yükselişini ele alan çığır açıcı bir çalışmadır. Döneminin sınırlı bilimsel araçlarına rağmen, işçi sınıfının içinde bulunduğu somut koşulları betimleme, kentleşmenin toplumsal etkilerini analiz etme, sınıf mücadelesinin önemini vurgulama ve kapitalizmin temel çelişkilerine işaret etme konusunda büyük bir cesaret ve tutku sergilemiştir. Eser, Marksist düşüncenin gelişiminde kritik bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir.Formun Altı

5 Ağustos 2025 Salı

Ekonomi-Politiğin Konusu ve Yöntemi | Friedrich Engels

Friedrich Engels'in Anti-Dühring (1877) adlı eserindeki bir bölümden bir kısmı İngilizcesinden çevirerek sunuyoruz.

Ekonomi-Politiğin Konusu ve Yöntemi | Friedrich Engels

Ekonomi-politik, en geniş anlamıyla, insan toplumlarında geçim sağlayan maddi araçların üretimini ve değişimini yöneten yasaların bilimidir. Üretim ve değişim, birbirinden farklı iki işlevdir. Üretim, değişim olmadan gerçekleşebilir, ancak değişim – zorunlu olarak ürünlerin takası olduğu için – üretim olmadan gerçekleşemez. Bu iki toplumsal işlevin her biri, büyük ölçüde kendine özgü dış etkilerin etkisi altındadır ve bu nedenle her birinin, yine büyük ölçüde, kendi özel yasaları vardır. Ancak öte yandan, birbirlerini öyle bir ölçüde belirler ve etkilerler ki, ekonomik eğrinin yatay ve dikey eksenleri olarak adlandırılabilirler.

İnsanların üretim yaptığı ve değişimde bulunduğu koşullar, ülkeden ülkeye değişir ve aynı ülkede bile kuşaktan kuşağa farklılık gösterir. Bu nedenle, ekonomi-politik, tüm ülkeler ve tüm tarihî dönemler için aynı olamaz. Ok ve yay, taş bıçak ve vahşilerin yalnızca istisnai olarak gerçekleştirdiği değişim eylemlerinden, bin beygir gücündeki buhar makinesine, mekanik dokuma tezgâhına, demiryollarına ve İngiltere Bankası’na kadar muazzam bir mesafe vardır. Ateş Adası (Tierra del Fuego) sakinleri ne kitlesel üretime ne de dünya ticaretine ulaşmışlardır, ne de hisse senedi spekülasyonları veya borsa çöküşleri hakkında deneyimleri vardır. Ateş Adası’nın ekonomi-politiğini, günümüz İngiltere’sinde geçerli olan aynı yasalar altına sokmaya çalışan biri, açıkça yalnızca en banal genellemeleri üretebilir. Bu nedenle, ekonomi-politik temelde tarihî bir bilimdir. Tarihî, yani sürekli değişen bir malzemeyle uğraşır; önce üretim ve değişimin her bir bireysel evrim aşamasının özel yasalarını araştırır ve ancak bu araştırmayı tamamladıktan sonra, genel olarak üretim ve değişim için geçerli olan birkaç oldukça genel yasayı ortaya koyabilir. Aynı zamanda, belirli üretim biçimleri ve değişim formları için geçerli olan yasaların, bu üretim biçimleri ve değişim formlarının geçerli olduğu tüm tarihî dönemler için de geçerli olduğu açıktır. Örneğin, madeni paranın kullanılmaya başlanması, madeni paranın değişim aracı olarak kullanıldığı tüm ülkeler ve tarihî dönemler için geçerli bir dizi yasanın devreye girmesini sağlamıştır.

Belirli bir tarihî toplumdaki üretim ve değişim biçimi ile bu toplumu doğuran tarihî koşullar, ürünlerinin bölüşüm biçimini belirler. Ortak toprak mülkiyetine sahip kabile veya köy topluluklarında – ki tüm uygar halklar tarih sahnesine bu topluluklarla ya da bunların kolayca tanınabilir kalıntılarıyla girer – ürünlerin oldukça eşit bölüşümü doğal bir durumdur; topluluk üyeleri arasında bölüşümde önemli bir eşitsizlik başladığında, bu, topluluğun zaten dağılmaya başladığının bir göstergesidir. Hem büyük hem de küçük ölçekli tarım, geliştikleri tarihî koşullara bağlı olarak çok çeşitli bölüşüm biçimlerine olanak tanır. Ancak, büyük ölçekli tarımın her zaman küçük ölçekli tarımdan oldukça farklı bir bölüşüm biçimi ortaya çıkardığı ve köle sahipleri ile köleler, feodal beyler ile serfler, kapitalistler ile ücretli işçiler gibi bir sınıf karşıtlığını varsaydığı veya yarattığı açıktır; oysa küçük ölçekli tarım, tarımsal üretimde yer alan bireyler arasında sınıf farklılıklarını zorunlu olarak doğurmaz ve tam tersine, bu tür farklılıkların varlığı, küçük çiftçilik ekonomisinin çözülmeye başladığını gösterir. Daha önce doğal ekonominin evrensel veya baskın olduğu bir ülkeye madeni paranın girmesi ve yaygın kullanımı, her zaman önceki bölüşüm biçiminin az ya da çok hızlı bir şekilde altüst olmasıyla ilişkilidir ve bu, bireyler arasındaki bölüşüm eşitsizliğinin, dolayısıyla zengin ile yoksul arasındaki karşıtlığın giderek daha belirgin hale gelmesi şeklinde gerçekleşir. Orta Çağ’ın yerel lonca kontrollü zanaat üretimi, büyük kapitalistlerin ve ömür boyu ücretli işçilerin varlığını engellerken, modern büyük ölçekli sanayi, günümüzün kredi sistemi ve buna karşılık gelen değişim biçimi – serbest rekabet – bunları kaçınılmaz olarak ortaya çıkarır.

Ancak, bölüşümdeki farklılıklarla birlikte sınıf farklılıkları ortaya çıkar. Toplum sınıflara bölünür: ayrıcalıklılar ve yoksunlar, sömürenler ve sömürülenler, yönetenler ve yönetilenler; ve ilkel kabile topluluklarının yalnızca ortak çıkarlarını (örneğin, Doğuda sulama) korumak ve dış düşmanlara karşı koruma sağlamak için ulaştığı devlet, bu aşamadan itibaren, egemen sınıfın varoluş koşullarını ve egemenliğini, tabi sınıf karşısında zorla sürdürme işlevini de üstlenir.

Bununla birlikte, bölüşüm, üretim ve değişimin yalnızca pasif bir sonucu değildir; o da her ikisini etkiler. Her yeni üretim veya değişim biçimi, başlangıçta yalnızca eski formlar ve bunlara karşılık gelen politik kurumlar tarafından değil, aynı zamanda eski bölüşüm biçimi tarafından da engellenir; kendisine uygun bölüşümü elde etmek için uzun bir mücadele sürecinden geçmelidir. Ancak, bir üretim ve değişim biçimi ne kadar hareketliyse, yani kendini mükemmelleştirme ve geliştirme yeteneği ne kadar yüksekse, bölüşüm de o kadar hızlı bir şekilde, kendisini doğuran mevcut üretim ve değişim biçimini aşar ve onunla çatışmaya başlar. Daha önce bahsedilen eski ilkel topluluklar, Hindistan’da ve Slavlar arasında günümüze kadar görüldüğü gibi, binlerce yıl varlığını sürdürebilir; ancak dış dünyayla ilişki, bu topluluklarda servet eşitsizliklerinin ortaya çıkmasına neden olduğunda, bu toplulukların dağıldığı görülür. Buna karşılık, yalnızca üç yüz yıllık bir geçmişe sahip olan ve ancak modern sanayinin oluşumuyla, yani son yüz yılda baskın hale gelen modern kapitalist üretim, bu kısa sürede bölüşümde bir yanda sermayenin birkaç elde toplanması, diğer yanda büyük şehirlerde mülksüz kitlelerin yoğunlaşması gibi antitezler yaratmıştır ki, bunlar zorunlu olarak onun çöküşünü getirecektir.

Herhangi bir dönemdeki toplumun maddi varoluş koşulları ile bölüşüm arasındaki bağ, doğası gereği öyle bir bağdır ki, bu, halkın sezgilerinde her zaman yansır. Bir üretim biçimi hâlâ gelişiminin yükselen eğrisini izlediği sürece, bu üretim biçimine karşılık gelen bölüşümden en kötü etkilenenler tarafından bile coşkuyla karşılanır. Modern sanayinin başlangıcında İngiliz işçileri için durum buydu. Ve bu üretim biçimi toplum için normal kaldığı sürece, bölüşümden genel olarak memnuniyet vardır ve buna itirazlar yükselirse, bunlar egemen sınıfın içinden gelir (Saint-Simon, Fourier, Owen) ve sömürülen kitleler arasında hiçbir yankı bulmaz. Yalnızca söz konusu üretim biçimi iniş eğrisinin önemli bir kısmını kat ettiğinde, ömrünün yarısını tükettiğinde, varoluş koşulları büyük ölçüde kaybolduğunda ve halefi kapıyı çalmaya başladığında – işte ancak bu aşamada, giderek artan bölüşüm eşitsizliği adaletsiz olarak görülmeye başlar; işte ancak o zaman, zamanı geçmiş gerçeklerden sözde ebedi adalete başvurulur. Bilimsel bir bakış açısından, ahlaka ve adalete bu başvuru bizi bir santim bile ilerletmez; ne kadar haklı olursa olsun, ahlaki öfke, ekonomi bilimi için bir argüman olarak değil, yalnızca bir belirti olarak hizmet edebilir. Ekonomi biliminin görevi, son zamanlarda gelişen toplumsal kötülüklerin mevcut üretim biçiminin zorunlu sonuçları olduğunu göstermek, ama aynı zamanda bunların, bu biçimin yaklaşan çözülüşünün işaretleri olduğunu ve zaten çözülmekte olan ekonomik hareket formu içinde, bu kötülükleri ortadan kaldıracak gelecekteki yeni üretim ve değişim organizasyonunun unsurlarını ortaya çıkarmaktır. Şairi yaratan öfke [Juvenalis, Satirae, 1, 79 (eğer doğa engel oluyorsa, öfke şiir yaratır).—Ed.], bu kötülükleri tarif ederken ve egemen sınıfın hizmetindeki uyum havarilerinin bunları inkâr eden veya hafifleten söylemlerine saldırırken tamamen yerindedir; ancak bu öfkenin herhangi bir özel durumda ne kadar az şey kanıtladığı, geçmiş tarihin her çağında bu tür bir öfke için malzeme eksikliği olmamasından bellidir.

Bununla birlikte, çeşitli insan toplumlarının üretim ve değişim yaptığı ve bu temelde ürünlerini bölüştüğü koşulların ve formların bilimi olarak ekonomi-politik, bu daha geniş anlamda henüz ortaya çıkarılmayı beklemektedir. Şu ana kadar sahip olduğumuz ekonomi bilimi, neredeyse tamamen kapitalist üretim biçiminin oluşumu ve gelişimiyle sınırlıdır: Feodal üretim ve değişim formlarının kalıntılarının eleştirisiyle başlar, bunların kapitalist formlarla değiştirilmesinin zorunluluğunu gösterir, kapitalist üretim biçiminin yasalarını ve buna karşılık gelen değişim formlarını olumlu yönleriyle, yani toplumun genel amaçlarını ilerleten yönleriyle geliştirir ve kapitalist üretim biçiminin sosyalist eleştirisiyle sona erer, yani bu yasaların olumsuz yönleriyle, bu üretim biçiminin kendi gelişimiyle kendisini imkânsız kılacak bir noktaya doğru ilerlediğini göstererek. Bu eleştiri, kapitalist üretim ve değişim formlarının üretimin kendisi için giderek daha tahammül edilemez bir engel haline geldiğini, bu formların zorunlu olarak belirlediği bölüşüm biçiminin, sayıları sürekli azalan ama sürekli zenginleşen kapitalistler ile sayısı sürekli artan ve koşulları genel olarak kötüleşen mülksüz ücretli işçiler arasındaki giderek keskinleşen bir karşıtlık durumunu yarattığını ve son olarak, kapitalist üretim biçimi içinde yaratılan ve bu biçimin artık yönetemediği muazzam üretim güçlerinin, tüm toplum üyelerine varoluş araçlarını ve yeteneklerinin serbestçe gelişimini, hem de sürekli artan bir ölçüde sağlamak için, planlı bir işbirliği için örgütlenmiş bir toplum tarafından sahiplenilmeyi beklediğini kanıtlar.

Burjuva ekonomisinin bu eleştirisini tamamlamak için, kapitalist üretim, değişim ve bölüşüm biçimini bilmek yeterli değildi. Ondan önce gelen formlar veya daha az gelişmiş ülkelerde onun yanında hâlâ var olan formlar da, en azından ana hatlarıyla, incelenmeli ve karşılaştırılmalıydı. Bu tür bir inceleme ve karşılaştırma, genel hatlarıyla, şimdiye kadar yalnızca Marx tarafından yapılmıştır ve bu nedenle, burjuva öncesi teorik ekonomi konusunda şimdiye kadar belirlenmiş olanların neredeyse tamamını onun araştırmalarına borçluyuz.

2 Ağustos 2025 Cumartesi

Komünizmin İlkeleri | Friedrich Engels

Frederick Engels

Komünizmin İlkeleri

Yazım Tarihi: Ekim-Kasım 1847

Kaynak: Seçilmiş Eserler, Cilt Bir, s. 81-97, Progress Publishers, Moskova, 1969

İlk Yayın: 1914, Eduard Bernstein tarafından Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Vorwärts! Gazetesinde

İngilizceye Çeviren: Paul Sweezy


— 1 —

Komünizm nedir?

Komünizm, proletaryanın kurtuluşunun koşullarıyla ilgili öğretidir.

— 2 —

Proletarya nedir?

Proletarya, toplumda tamamen emeğinin satışından yaşayan ve herhangi bir sermayeden kâr elde etmeyen sınıftır; refahı ve felaketi, yaşamı ve ölümü, tüm varlığı emeğe olan talebe – dolayısıyla, iş dünyasının değişen durumuna, dizginsiz rekabetin kaprislerine – bağlıdır. Proletarya, ya da proleterler sınıfı, kısacası, 19. yüzyılın işçi sınıfıdır.[1]

— 3 —

O halde proleterler her zaman var olmadı mı?

Hayır. Her zaman yoksul ve işçi sınıflar olmuştur; ve işçi sınıfı çoğunlukla yoksul olmuştur. Ancak bugünkü koşullarda yaşayan işçiler ve yoksullar her zaman var olmadı; başka bir deyişle, proleterler her zaman var olmadığı gibi, dizginsiz serbest rekabet de her zaman var olmadı.

— 4 —

Proletarya nasıl ortaya çıktı?

Proletarya, geçen (18.) yüzyılın ikinci yarısında İngiltere’de gerçekleşen ve o zamandan beri dünyanın tüm medeni ülkelerinde tekrarlanan sanayi devriminde ortaya çıktı.

Bu sanayi devrimi, buhar makinesinin keşfi, çeşitli iplik eğirme makineleri, mekanik dokuma tezgâhı ve bir dizi başka mekanik aletle hızlandı. Çok pahalı olan ve bu nedenle yalnızca büyük kapitalistler tarafından satın alınabilen bu makineler, üretim biçimini tamamen değiştirdi ve eski işçileri yerinden etti, çünkü makineler, işçilerin verimsiz iplik eğirme çarkları ve el tezgahlarıyla üretebildiklerinden daha ucuz ve daha iyi mallar üretti. Makineler, endüstriyi tamamen büyük kapitalistlerin ellerine teslim etti ve işçilerin sahip olduğu az miktardaki mülkü (aletler, tezgahlar vb.) tamamen değersiz kıldı. Sonuç olarak, kapitalistler kısa sürede her şeyi ellerine aldılar ve işçilere hiçbir şey kalmadı. Bu, tekstil endüstrisine fabrika sisteminin girişiydi.

Makine ve fabrika sisteminin tanıtılmasına yönelik bu ivme bir kez sağlandığında, bu sistem hızla diğer tüm endüstri dallarına, özellikle kumaş ve kitap basımı, çömlekçilik ve metal endüstrilerine yayıldı.

Emek, bireysel işçiler arasında giderek daha fazla bölündü, böylece daha önce tam bir iş parçası yapan işçi artık sadece o parçanın bir kısmını yapıyordu. Bu iş bölümü, şeyleri daha hızlı ve ucuz üretmeyi mümkün kıldı. Bireysel işçinin faaliyetini, basit, sonsuzca tekrarlanan mekanik hareketlere indirgedi; bu hareketler yalnızca bir makine tarafından değil, aynı zamanda bir makine tarafından çok daha iyi şekilde gerçekleştirilebilirdi. Böylece, iplik eğirme ve dokuma gibi, tüm bu endüstriler birbiri ardı sıra buhar, makine ve fabrika sisteminin egemenliği altına girdi.

Ama aynı zamanda, bu endüstriler büyük kapitalistlerin ellerine geçti ve işçileri kalan bağımsızlıklarından yoksun bırakıldı. Giderek, yalnızca gerçek imalat değil, aynı zamanda el sanatları da fabrika sisteminin kapsamına girdi; büyük kapitalistler, küçük usta zanaatkârları büyük atölyeler kurarak yerinden etti; bu atölyeler birçok masrafı azalttı ve ayrıntılı bir iş bölümüne olanak sağladı.

Böylece, medeni ülkelerde şu anda neredeyse tüm iş türleri fabrikalarda gerçekleştiriliyor – ve neredeyse tüm çalışma dallarında el sanatları ve imalat konumunu kaybetti. Bu süreç, eski orta sınıfı, özellikle küçük zanaatkârları giderek daha fazla mahvetti; işçilerin durumunu tamamen dönüştürdü; ve diğer tüm sınıfları giderek yutan iki yeni sınıf yaratıldı. Bunlar:

(i) Tüm medeni ülkelerde tüm geçim araçlarına ve geçim araçlarının üretimi için gerekli aletlere (makineler, fabrikalar) ve malzemelere neredeyse tamamen sahip olan büyük kapitalistler sınıfı. Bu, burjuva sınıfı veya burjuvazidir.

(ii) Geçim araçlarını elde etmek için emeğini burjuvaziye satmak zorunda olan tamamen mülksüz sınıf. Bu, proleterler sınıfı veya proletarya olarak adlandırılır.

— 5 —

Proleterlerin emeğinin burjuvaziye satışı hangi koşullarda gerçekleşir?

Emek, diğer tüm mallar gibi bir metadır ve bu nedenle fiyatı, diğer mallara uygulanan aynı yasalarla belirlenir. Büyük endüstri veya serbest rekabet rejiminde – göreceğimiz gibi, ikisi aynı anlama gelir – bir malın fiyatı, ortalama olarak, her zaman üretim maliyetine eşittir. Dolayısıyla, emeğin fiyatı da emeğin üretim maliyetine eşittir.

Ancak emeğin üretim maliyeti, tam olarak işçinin çalışmaya devam etmesini ve işçi sınıfının yok olmasını önlemek için gerekli olan geçim araçlarının miktarıyla oluşur. Bu nedenle işçi, emeği için bu amaç için gerekenden fazlasını almaz; emeğin fiyatı veya ücret, başka bir deyişle, yaşamın sürdürülmesi için gereken en düşük, asgari miktardır.

Ancak, iş bazen daha iyi, bazen daha kötü olduğu için, işçi bazen malları için daha fazla, bazen daha az alır. Ancak, tıpkı sanayicinin, iyi ve kötü zamanların ortalamasında, malları için üretim maliyetinden ne daha fazla ne de daha az alması gibi, işçi de ortalama olarak asgari miktardan ne daha fazla ne de daha az alır.

Bu ücretlerin ekonomik yasası, büyük endüstri tüm üretim dallarını ne kadar çok ele geçirirse o kadar katı bir şekilde işler.

— 6 —

Sanayi devriminden önce hangi çalışan sınıflar vardı?

Çalışan sınıflar, toplumun gelişiminin farklı aşamalarına göre her zaman farklı koşullarda yaşamış ve sahip olan ve yöneten sınıflarla farklı ilişkiler içinde olmuştur.

Antik çağda, işçiler sahiplerin köleleriydi, tıpkı birçok geri kalmış ülkede ve hatta Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyinde hâlâ oldukları gibi.

Orta Çağ’da, Macaristan, Polonya ve Rusya’da hâlâ olduğu gibi, toprak sahibi soyluların serfleriydiler. Orta Çağ’da ve hatta sanayi devrimine kadar, şehirlerde küçük burjuva ustaların hizmetinde çalışan kalfalar da vardı. Manifaktür geliştikçe, bu kalfalar yavaş yavaş daha büyük kapitalistler tarafından istihdam edilen manifaktür işçileri oldular.

— 7 —

Proleterler kölelerden nasıl farklıdır?

Köle bir kez ve tamamen satılır; proleter ise kendini günlük ve saatlik satmak zorundadır.

Bireysel köle, bir efendinin mülkü olarak, ne kadar sefil olsa da, efendinin çıkarı nedeniyle bir varoluş güvencesine sahiptir. Bireysel proleter, emeğini yalnızca birinin ihtiyacı olduğunda satın alan tüm burjuva sınıfının mülkü gibidir ve güvenli bir varoluşa sahip değildir. Bu varoluş yalnızca bütün bir sınıf olarak güvence altındadır.

Köle rekabetin dışındadır; proleter ise rekabetin içindedir ve onun tüm kaprislerini yaşar.

Köle bir şey olarak sayılır, toplumun bir üyesi olarak değil. Böylece, köle, proleterden daha iyi bir varoluşa sahip olabilir, ancak proleter daha yüksek bir toplumsal gelişim aşamasına aittir ve kendisi, köleden daha yüksek bir toplumsal düzeyde durur.

Köle, özel mülkiyet ilişkilerinin tümünden yalnızca kölelik ilişkisini kaldırarak kendini özgürleştirir ve böylece proleter olur; proleter ise ancak özel mülkiyeti genel olarak kaldırarak kendini özgürleştirebilir.

— 8 —

Proleterler serflerden nasıl farklıdır?

Serf, bir üretim aracı olan bir parça toprağa sahip olur ve kullanır, bunun karşılığında ürününün bir kısmını veya emeğinin hizmetlerinin bir kısmını verir.

Proleter, bir başkasının üretim araçlarıyla, bu başkasının hesabına çalışır ve ürünün bir kısmı karşılığında çalışır.

Serf verir, proleter alır. Serf güvenceli bir varoluşa sahiptir, proleter ise buna sahip değildir. Serf rekabetin dışındadır, proleter rekabetin içindedir.

Serf kendini üç yoldan biriyle özgürleştirir: ya şehre kaçar ve orada zanaatkâr olur; ya ürün ve hizmetler yerine efendisine para verir ve böylece özgür bir kiracı olur; ya da feodal efendisini devirir ve kendisi mülk sahibi olur. Kısacası, o ya da bu yolla/bir şekilde, sahip olan sınıfa girer ve rekabete katılır. Proleter ise rekabeti, özel mülkiyeti ve tüm sınıf farklarını kaldırarak kendini özgürleştirir.

— 9 —

Proleterler zanaatkârlardan nasıl farklıdır?

Proletere kıyasla, geçmişte (18.) yüzyılda neredeyse her yerde var olan ve şu anda hâlâ yer yer var olan zanaatkâr, en fazla geçici olarak proleterdir. Amacı, diğer işçileri sömürmek için kullanabileceği sermaye edinmektir. Loncalar hâlâ var olduğu yerlerde veya lonca kısıtlamalarından kurtulmanın henüz zanaatlara fabrika tarzı yöntemlerin getirilmesine ya da yoğun rekabete yol açmadığı yerlerde bu amacına sıklıkla ulaşabilir. Ancak fabrika sistemi zanaatların alanına girdiğinde ve rekabet tam anlamıyla geliştiğinde, bu perspektif körelir ve zanaatkâr giderek daha fazla proleter olur. Zanaatkâr bu nedenle ya burjuva ya da genel olarak orta sınıfa girerek ya da rekabet nedeniyle proleter haline gelerek (ki bu artık daha sık rastlanan durumdur) kendini özgürleştirir. Bu durumda, proleter hareketine, yani az çok komünist harekete katılarak kendini özgürleştirebilir.[2]

— 10 —

Proleterler manifaktür işçilerinden nasıl farklıdır?

16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar olan manifaktür işçisi, birkaç istisna dışında, hâlâ kendi üretim aracına sahipti – tezgâhı, aile iplik eğirme çarkı, boş zamanlarında işlediği küçük bir arazi parçası. Proleterde bunların hiçbiri yoktur.

Manifaktür işçisi neredeyse her zaman kırsalda yaşar ve ev sahibi veya işvereniyle daha çok veya daha az ataerkil bir ilişki içindedir; proleter ise çoğunlukla şehirde yaşar ve işvereniyle ilişkisi tamamen nakit ilişkisidir.

Manifaktür işçisi, büyük endüstri tarafından ataerkil ilişkisinden koparılır, hâlâ sahip olduğu mülkü kaybeder ve bu şekilde proleter olur.

— 11 —

Sanayi devrimi ve toplumun burjuvazi ve proletarya olarak bölünmesinin yakın erimli sonuçları nelerdi?

Birincisi, makine emeğinin yol açtığı giderek düşen endüstriyel ürün fiyatları, dünyanın tüm ülkelerinde el emeğine dayalı eski manifaktür veya endüstri sistemini tamamen yok etti.

Böylece, tarihsel gelişime az çok yabancı olan tüm yarı-barbar ülkeler, endüstrileri manifaktüre dayalı olanlar, izolasyonlarından zorla çıkarıldı. İngilizlerin daha ucuz mallarını satın aldılar ve kendi manifaktür işçilerinin mahvolmasına izin verdiler. Binlerce yıl boyunca ilerleme kaydetmemiş ülkeler – örneğin Hindistan – tamamen devrimcileşti ve hatta Çin şimdi bir devrim yolunda.

İngiltere’de icat edilen yeni bir makinenin, bir yıl içinde milyonlarca Çinli işçinin geçim kaynağını elinden aldığı bir noktaya geldik.

Böylece, büyük endüstri, yeryüzündeki tüm halkları birbirleriyle temasa geçirdi, tüm yerel pazarları tek bir dünya pazarında birleştirdi, her yere medeniyet ve ilerleme yaydı ve böylece medeni ülkelerde olanların diğer tüm ülkelerde yankı bulmasını sağladı.

Bu, eğer İngiltere veya Fransa’daki işçiler şimdi kendilerini özgürleştirirse, bu diğer tüm ülkelerde devrimleri tetiklemeli – er ya da geç kendi işçi sınıflarının kurtuluşunu gerçekleştirmesi gereken devrimler – anlamına gelir.

İkincisi, büyük endüstrilerin manifaktürün yerini aldığı her yerde, burjuvazi zenginlik ve güçte son derece gelişti ve kendini ülkenin birinci sınıfı yaptı. Bunun olduğu yerlerde sonuçta, burjuvazi siyasi gücü kendi ellerine aldı ve o zamana kadar yöneten sınıfları, aristokrasiyi, lonca ustalarını ve onların temsilcisi olan mutlak monarşiyi yerinden etti.

Burjuvazi, aristokrasinin, soyluların gücünü, mülklerin miras yoluyla devredilmesini kaldırarak – başka bir deyişle, arazi mülkiyetini satın alma ve satmaya tabi kılarak ve soyluların özel ayrıcalıklarını ortadan kaldırarak yok etti. Lonca ustalarının gücünü, loncaları ve el sanatı ayrıcalıklarını kaldırarak yok etti. Bunların yerine rekabeti koydu – yani, herkesin herhangi bir endüstri dalına girme hakkına sahip olduğu, tek engelin gerekli sermaye eksikliği olduğu bir toplum durumunu.

Serbest rekabetin gelişmesi, böylece, toplumun üyelerinin yalnızca sermayeleri eşit olmadığı ölçüde eşit olmadıklarını, sermayenin belirleyici güç olduğunu ve bu nedenle kapitalistlerin, burjuvazinin, toplumun birinci sınıfı haline geldiğini açıkça ilan eder.

Serbest rekabet, büyük endüstrinin kurulması için gereklidir, çünkü büyük endüstrinin kendi yolunu açabileceği tek toplumsal koşuldur.

Soylu ve lonca ustalarının toplumsal gücünü yok eden burjuvazi, onların siyasi gücünü de yok etti. Toplumda fiilen birinci sınıf konumuna yükselen burjuvazi, kendini aynı zamanda egemen siyasi sınıf olarak ilan eder. Bunu, yasalar önünde burjuva eşitliğe ve serbest rekabetin tanınmasına dayanan temsili sistemi oluşturarak yapar ve Avrupa ülkelerinde bu, anayasal monarşi şeklinde ortaya çıkar. Bu anayasal monarşilerde, yalnızca belirli bir sermayeye sahip olanlar seçmendir – yani yalnızca burjuvazi üyeleri. Bu burjuva seçmenler milletvekillerini seçer ve bu burjuva milletvekilleri, vergi oylamayı reddetme haklarını kullanarak bir burjuva hükümeti seçer.

Üçüncüsü, proletarya her yerde burjuvazi ile birlikte adım adım gelişir. Burjuvazi zenginlikte büyüdükçe, proletarya sayısal olarak büyür. Çünkü proleterler yalnızca sermaye tarafından istihdam edilebilir ve sermaye yalnızca emek kullanarak genişler, bu nedenle proletaryanın büyümesi sermayenin büyümesiyle tam olarak aynı hızda ilerler.

Aynı zamanda, bu süreç burjuvazi ve proleterleri, endüstrinin en kârlı şekilde sürdürülebileceği büyük şehirlerde bir araya getirir ve böylece büyük kitleleri bir araya toplayarak proleterlere kendi güçlerinin bilincini verir.

Dahası, bu süreç ilerledikçe, yeni emek tasarrufu sağlayan makineler icat edildikçe, büyük endüstrinin ücretler üzerindeki baskısı artar, ki bu, gördüğümüz gibi, asgari düzeye iner ve böylece proletaryanın durumunu giderek daha dayanılmaz hale getirir. Proletaryanın artan hoşnutsuzluğu, bir proleter sosyal devrimini hazırlamak üzere, onun yükselen gücüyle birleşir.

— 12 —

Sanayi devriminin diğer sonuçları nelerdi?

Büyük endüstri, buhar makinesi ve diğer makinelerle, endüstriyel üretimi sınırsızca genişletme, hızlandırma ve maliyetlerini düşürme araçlarını yarattı. Üretimin bu şekilde kolaylaşmasıyla, büyük endüstriyle zorunlu olarak bağlantılı olan serbest rekabet, en aşırı biçimleri aldı; çok sayıda kapitalist endüstriye akın etti ve kısa sürede ihtiyaç duyulandan fazlası üretildi.

Sonuç olarak, tamamlanmış mallar satılamadı ve ticari bir kriz patlak verdi. Fabrikalar kapanmak zorunda kaldı, sahipleri iflas etti ve işçiler ekmeksiz kaldı. Her yerde en derin sefalet hüküm sürdü.

Bir süre sonra, fazla ürünler satıldı, fabrikalar yeniden çalışmaya başladı, ücretler yükseldi ve yavaş yavaş işler her zamankinden daha iyi hale geldi.

Ancak çok geçmeden yine çok fazla mal üretildi ve önceki krizin aynı seyrini izleyen yeni bir kriz patlak verdi.

Bu (19.) yüzyılın başından beri, endüstrinin durumu refah dönemleri ile kriz dönemleri arasında sürekli dalgalanmıştır; neredeyse her beş ila yedi yılda bir yeni bir kriz araya girmiştir, her zaman işçiler için en büyük zorluklarla, her zaman genel devrimci hareketlerle ve mevcut düzenin tümüne doğrudan tehlike ile birlikte.

— 13 —

Bu dönemsel ticari krizlerden neler çıkar?

Birincisi:

Büyük endüstri, ilk aşamasında serbest rekabeti yaratmış olsa da, artık serbest rekabeti aşmıştır;

rekabet ve genel olarak üretimin bireyselci organizasyonu, büyük endüstri için bir zincir haline gelmiştir ve bu zinciri kırmalıdır ve kıracaktır;

büyük endüstri mevcut temelinde kaldığı sürece, yalnızca her yedi yılda bir genel kaos pahasına sürdürülebilir, her seferinde tüm medeniyeti tehdit eder, yalnızca proleterleri sefalete sürüklemekle kalmaz, aynı zamanda burjuvazinin büyük kesimlerini de mahveder;

dolayısıyla, ya büyük endüstrinin kendisi terk edilmelidir, ki bu mutlak bir imkânsızlıktır, ya da üretimi artık birbirine rakip bireysel sanayiciler tarafından değil, tüm toplum tarafından, kesin bir plana göre ve herkesin ihtiyaçlarını dikkate alarak yönetilen tamamen yeni bir toplum organizasyonu kaçınılmaz olarak gereklidir.

İkincisi: Büyük endüstri ve onun mümkün kıldığı sınırsız üretim genişlemesi, toplumun her üyesinin tüm güçlerini ve yeteneklerini tam özgürlükle kullanabileceği ve geliştirebileceği bir sosyal düzeni uygulanabilir hale getirir.

Böylece, mevcut toplum düzeninde sefalet ve kriz üreten büyük endüstrinin niteliklerinin, farklı bir toplum biçiminde bu sefaleti ve bu felaketli çöküşleri ortadan kaldıracağı görülür.

Tam bir netlikle görmekteyiz ki:

(i) Bütün bu kötülükler artık yalnızca gerçek duruma uymayan bir sosyal düzene atfedilmelidir; ve

(ii) Yeni bir sosyal düzen yoluyla bu kötülüklerin tamamen ortadan kaldırılması mümkündür.

— 14 —

Bu yeni sosyal düzen nasıl olmalıdır?

Her şeyden önce, endüstrinin ve tüm üretim dallarının kontrolünü birbirine rakip bireylerin ellerinden alacak ve yerine bu üretim dallarının tüm toplum tarafından – yani ortak hesap için, ortak bir plana göre ve toplumun tüm üyelerinin katılımıyla – işletildiği bir sistem kuracaktır.

Başka bir deyişle, rekabeti kaldıracak ve onun yerine ortaklaşmayı getirecektir.

Dahası, bireyler tarafından endüstrinin yönetimi zorunlu olarak özel mülkiyeti ima ettiğinden ve rekabet aslında yalnızca özel mülk sahiplerinin endüstriyi kontrolünün ifade biçimi ve şekli olduğundan, özel mülkiyetin rekabetten ve endüstrinin bireysel yönetiminden ayrılamayacağı sonucu çıkar. Bu nedenle özel mülkiyet kaldırılmalı ve yerine tüm üretim araçlarının ortak kullanımı ve tüm ürünlerin ortak anlaşmaya göre dağıtımı gelmelidir – kısacası, malların ortak mülkiyeti olarak adlandırılan şey.

Aslında, özel mülkiyetin kaldırılması, endüstrinin gelişimiyle gerekli hale gelen tüm sosyal düzendeki devrimi karakterize etmenin en kısa ve en önemli yoludur – ve bu nedenle komünistler tarafından ana talep olarak haklı bir şekilde ileri sürülür.

— 15 —

Özel mülkiyetin kaldırılması daha önce mümkün müydü?

Hayır. Sosyal düzenin her değişikliği, mülkiyet ilişkilerindeki her devrim, eski mülkiyet ilişkilerine uymayan yeni üretim güçlerinin yaratılmasının zorunlu bir sonucudur.

Özel mülkiyet her zaman var olmadı.

Orta Çağ’ın sonlarına doğru, o zamanki feodal ve lonca mülkiyet biçimleri altında sürdürülemeyen yeni bir üretim biçimi ortaya çıktığında, eski mülkiyet ilişkilerini aşan bu manifaktür, yeni bir mülkiyet biçimini, özel mülkiyeti yarattı. Manifaktür ve büyük endüstrinin ilk gelişim aşaması için, özel mülkiyet tek mümkün mülkiyet biçimiydi; buna dayalı sosyal düzen tek mümkün sosyal düzendi.

Herkes için yeterli olacak kadar üretmek mümkün olmadığı sürece, sosyal sermayeyi genişletmek ve üretim güçlerini artırmak için daha fazlası kalmadığı sürece, toplumun üretken güçlerini yönlendiren bir yönetici sınıf ve yoksul, ezilen bir sınıf her zaman olacaktır. Bu sınıfların nasıl oluştuğu gelişim aşamasına bağlıdır.

Tarımcı Orta Çağ bize baron ve serfi verir; sonraki Orta Çağ şehirleri bize lonca ustasını, kalfayı ve gündelik işçiyi gösterir; 17. yüzyıl manifaktür işçilerine sahiptir; 19. yüzyıl büyük fabrika sahiplerine ve proleterlere sahiptir.

Şimdiye kadar, üretim güçlerinin herkes için yeterli olacak kadar geliştirildiği bir noktaya hiç ulaşılmadı ve özel mülkiyet, üretim güçlerinin daha fazla gelişimi için bir zincir ve engel haline geldi.

Ancak şimdi, büyük endüstrinin gelişimi yeni bir dönem başlattı. Sermaye ve üretim güçleri eşi görülmemiş bir ölçüde genişledi ve bunları yakın gelecekte sınırsızca çoğaltma araçları mevcut. Dahası, üretim güçleri birkaç burjuvanın ellerinde yoğunlaştı, halkın büyük çoğunluğu giderek proleterleşiyor, burjuvazinin zenginliği arttıkça durumları daha sefil ve dayanılmaz hale geliyor. Ve son olarak, bu güçlü ve kolayca genişletilebilir üretim güçleri, özel mülkiyeti ve burjuvaziyi öyle aştı ki, her an sosyal düzenin en şiddetli bozukluklarını tetikleme tehdidinde bulunuyor. Şimdi, bu koşullar altında, özel mülkiyetin kaldırılması yalnızca mümkün değil, aynı zamanda mutlak olarak gerekli hale geldi.

— 16 —

Özel mülkiyetin barışçıl bir şekilde kaldırılması mümkün olacak mı?

Bunun gerçekleşmesi arzu edilir ve komünistler buna karşı çıkan son kişiler olur. Komünistler, tüm komploların yalnızca işe yaramaz değil, aynı zamanda zararlı olduğunu çok iyi bilir. Devrimlerin niyetlerle ve keyfi bir şekilde yapılmadığını, her zaman ve her yerde bireysel partilerin ve tüm sınıfların iradesinden ve yönlendirmesinden tamamen bağımsız koşulların zorunlu sonucu olduğunu çok iyi bilir.

Ancak aynı zamanda, neredeyse tüm medeni ülkelerde proletaryanın gelişiminin şiddetle bastırıldığını ve bu şekilde komünizmin muhaliflerinin bir devrime karşı tüm güçleriyle çalıştığını da görürler. Eğer ezilen proletarya sonunda devrime sürüklenirse, biz komünistler, şimdi sözlerimizle savunduğumuz gibi, proleterlerin çıkarlarını eylemlerle savunacağız.

— 17 —

Özel mülkiyet bir hamlede kaldırılabilir mi?

Hayır, mevcut üretim güçleri tek hamlede komünist bir toplum yaratmak için gerektiği ölçüde çoğaltılamaz.

Büyük olasılıkla, proleter devrimi mevcut toplumu kademeli olarak dönüştürecek ve üretim araçları yeterli miktarda mevcut olduğunda özel mülkiyeti kaldırabilecektir.

— 18 —

Bu devrimin seyri ne olacak?

Her şeyden önce, demokratik bir anayasa kuracak ve bu sayede proletaryanın doğrudan veya dolaylı egemenliğini sağlayacaktır. İngiltere’de, proleterlerin zaten halkın çoğunluğunu oluşturduğu yerde doğrudan. Fransa ve Almanya’da, halkın çoğunluğunun yalnızca proleterlerden değil, aynı zamanda proleterleşme sürecinde olan küçük köylülerden ve küçük burjuvaziden oluştuğu yerlerde dolaylı; bu sınıflar, tüm siyasi çıkarlarında giderek daha fazla proletaryaya bağımlı hale gelir ve bu nedenle yakında proletaryanın taleplerine uyum sağlamak zorundadır. Bu belki ikinci bir mücadele gerektirebilir, ancak sonuç yalnızca proletaryanın zaferi olabilir.

Demokrasi, özel mülkiyete karşı önlemler alınması ve proletaryanın geçiminin sağlanması için bir araç olarak hemen kullanılmazsa, proletarya için tamamen değersiz olur. Mevcut ilişkilerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıkan başlıca önlemler şunlardır:

(i) Aşamalı vergilendirme, ağır miras vergileri, yan hatlar (kardeşler, yeğenler vb.) yoluyla mirasın kaldırılması, zorla borçlar vb. yoluyla özel mülkiyetin sınırlandırılması.

(ii) Toprak sahiplerinin, sanayicilerin, demiryolu patronlarının ve gemi sahiplerinin mallarının kademeli olarak kamulaştırılması, kısmen devlet endüstrisiyle rekabet yoluyla, kısmen tahvillerle doğrudan tazminat yoluyla.

(iii) Halkın çoğunluğuna karşı çıkan tüm göçmenlerin ve isyancıların mallarına el konulması.

(iv) Proleterlerin kamu arazilerinde, fabrikalarda ve atölyelerde çalıştırılması veya istihdam edilmesi, işçiler arasındaki rekabetin kaldırılması ve hâlâ var olan fabrika sahiplerinin devlet tarafından ödenen aynı yüksek ücretleri ödemekle yükümlü kılınması.

(v) Özel mülkiyet tamamen kaldırılana kadar toplumun tüm üyeleri için eşit çalışma yükümlülüğü. Özellikle tarım için endüstriyel orduların oluşturulması.

(vi) Devlet sermayeli bir ulusal banka aracılığıyla para ve kredinin devletin ellerinde merkezileştirilmesi ve tüm özel bankaların ve bankerlerin bastırılması.

(vii) Ulusal fabrikaların, atölyelerin, demiryollarının, gemilerin sayısında artış; yeni toprakların ekime açılması ve halihazırda ekili olan toprakların iyileştirilmesi – hepsi ulusun emrindeki sermaye ve işgücünün büyümesine orantılı olarak.

(viii) Annelerinin bakımından ayrılabilecekleri andan itibaren tüm çocukların ulusal kuruluşlarda ulusal maliyetle eğitimi. Eğitim ve üretim birlikte.

(ix) Kamu arazilerinde hem endüstri hem de tarımla uğraşan vatandaş gruplarının ortak konutları olarak büyük saraylar inşa edilmesi ve bu sarayların, şehir ile kırsal yaşamın avantajlarını birleştirirken her birinin tek taraflılığını ve dezavantajlarını ortadan kaldırması.

(x) Kentsel bölgelerdeki tüm sağlıksız ve kötü yapılmış konutların yıkılması.

(xi) Evlilik içi ve dışı doğan çocuklar için eşit miras hakları.

(xii) Tüm ulaşım araçlarının ulusun ellerinde toplanması.

Elbette, bu önlemlerin hepsini bir kerede gerçekleştirmek imkânsızdır. Ancak biri her zaman diğerlerini peşinden getirecektir. Özel mülkiyete karşı ilk radikal saldırı başlatıldığında, proletarya kendini daha da ileri gitmeye zorlanmış bulacak, tüm sermayeyi, tüm tarımı, tüm ulaşımı, tüm ticareti giderek daha fazla devletin ellerinde toplayacaktır. Tüm önceki önlemler bu amaca yöneliktir; ve bunlar uygulanabilir ve gerçekleştirilebilir hale gelecek, proletarya emek gücüyle ülkenin üretici güçlerini çoğalttığı ölçüde, merkezileştirici etkilerini tam olarak ortaya koyabileceklerdir.

Son olarak, tüm sermaye, tüm üretim, tüm değişim ulusun ellerinde bir araya getirildiğinde, özel mülkiyet kendiliğinden kaybolacak, para gereksiz hale gelecek ve üretim öyle genişleyecek ve insan öyle değişecek ki, toplum eski ekonomik alışkanlıklarından geriye kalan her ne varsa ondan kurtulabilecektir.

— 19 —

Bu devrim yalnızca bir ülkede mi gerçekleşebilir?

Hayır. Büyük endüstri, dünya pazarını yaratarak, yeryüzündeki tüm halkları, özellikle medeni halkları, birbirleriyle öyle yakın bir ilişkiye getirdi ki, hiçbiri diğerlerinde olanlardan bağımsız değildir.

Dahası, medeni ülkelerin sosyal gelişimini öyle bir ölçüde koordine etti ki, hepsinde burjuvazi ve proletarya belirleyici sınıflar haline geldi ve aralarındaki mücadele günün büyük mücadelesi oldu. Bu, komünist devrimin yalnızca ulusal bir fenomen olmayacağı, aynı zamanda tüm medeni ülkelerde – yani en azından İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya’da – eşzamanlı olarak gerçekleşmesi gerektiği anlamına gelir.

Bu devrim, her bir ülkede, o ülkenin daha gelişmiş bir endüstriye, daha büyük zenginliğe, daha önemli bir üretken güç kütlesine sahip olmasına bağlı olarak daha hızlı veya daha yavaş gelişecektir. Bu nedenle, Almanya’da en yavaş ve en fazla engelle karşılaşacak, İngiltere’de en hızlı ve en az zorlukla ilerleyecektir. Dünyanın diğer ülkelerinde güçlü bir etkisi olacak ve onların şimdiye kadar izledikleri gelişim seyrini kökten değiştirecek, aynı zamanda hızını büyük ölçüde artıracaktır.

Bu evrensel bir devrimdir ve buna uygun olarak evrensel bir kapsama sahip olacaktır.

— 20 —

Özel mülkiyetin nihai olarak ortadan kalkmasının sonuçları ne olacak?

Toplum, tüm üretim güçlerini ve ticaret araçlarını, ayrıca ürünlerin değişimini ve dağıtımını özel kapitalistlerin ellerinden alacak ve bunları kaynakların mevcudiyetine ve tüm toplumun ihtiyaçlarına dayalı bir plana göre yönetecektir. Bu şekilde, en önemlisi, büyük endüstrinin şu andaki işleyişiyle ilişkili kötü sonuçlar kaldırılacaktır.

Artık krizler olmayacak; mevcut toplum düzeni için aşırı üretim olan ve bu nedenle sefaletin başlıca nedeni olan genişletilmiş üretim, o zaman yetersiz olacak ve çok daha fazla genişletilmesi gerekecektir. Sefalet yaratmak yerine, aşırı üretim, toplumun temel gereksinimlerini aşarak herkesin ihtiyaçlarının tatminini sağlayacak; yeni ihtiyaçlar yaratacak ve aynı zamanda bunları tatmin etme araçlarını yaratacaktır. Yeni ilerlemenin koşulu ve teşvik edicisi haline gelecektir, geçmişte olduğu gibi tüm sosyal düzeni karışıklığa atmayacaktır. Özel mülkiyet baskısından kurtulan büyük sanayi, o kadar büyük bir genişleme yaşayacak ki, bugün gördüklerimiz, günümüzün büyük sanayisinin yanında manifaktürün göründüğü kadar önemsiz kalacaktır. Endüstrinin bu gelişimi, toplumun herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli miktarda ürün sunmasını sağlayacaktır.

Aynı şey, özel mülkiyetin baskısından ve özel olarak sahip olunan toprağın küçük parsellere bölünmesinden muzdarip olan tarım için de geçerli olacaktır. Burada mevcut iyileştirmeler ve bilimsel prosedürler uygulanacak ve bu, toplumun ihtiyaç duyduğu tüm ürünleri sağlayacak bir sıçrama yaratacaktır.

Bu şekilde, malların bolluğu tüm toplum üyelerinin ihtiyaçlarını karşılayabilecektir.

Toplumun farklı, birbirine düşman sınıflara bölünmesi artık gereksiz olmaya başlayacaktır. Dahası, bu yalnızca gereksiz değil, aynı zamanda yeni sosyal düzende katlanılmaz olacaktır. Sınıfların varlığı iş bölümünden kaynaklandı ve şimdiye kadar bilinen iş bölümü tamamen kaybolacaktır. Çünkü endüstriyel ve tarımsal üretimi tarif ettiğimiz düzeye getirmek için mekanik ve kimyasal süreçler yeterli değildir; bu süreçleri kullanan insanların kapasiteleri buna uygun bir gelişim geçirmelidir.

Geçen yüzyılın köylüleri ve manifaktür işçileri, büyük endüstriye çekildiklerinde tüm yaşam tarzlarını değiştirdiler ve tamamen farklı insanlar oldular; aynı şekilde, tüm toplum tarafından üretimin ortak kontrolü ve bunun sonucunda ortaya çıkan yeni gelişim, tamamen farklı bir insan malzemesi gerektirecektir.

İnsanlar artık bugünkü gibi tek bir üretim dalına tabi olmayacak, ona bağlı kalmayacak, onun tarafından sömürülmeyecektir; artık sadece bir yeteneklerini diğerlerinin pahasına geliştirmeyecek; üretimin yalnızca bir dalını veya bir dalın bir parçasını bilmeyeceklerdir. Bugünkü endüstri bile bu tür insanları giderek daha az faydalı buluyor.

Tüm toplum tarafından kontrol edilen ve bir plana göre işletilen endüstri, dengeli bir şekilde gelişmiş yeteneklere sahip, üretimin bütününü görebilen çok yönlü insanları gerektirir.

Birini köylü, diğerini ayakkabıcı, üçüncüsünü fabrika işçisi, dördüncüsünü borsacı yapan iş bölümü biçimi, makineler tarafından zaten baltalanmıştır ve tamamen kaybolacaktır. Eğitim, genç insanların tüm üretim sistemini hızla tanımalarını ve toplumun ihtiyaçlarına veya kendi eğilimlerine yanıt olarak bir üretim dalından diğerine geçmelerini sağlayacaktır. Bu nedenle, bugünkü iş bölümünün her bireye empoze ettiği tek taraflı karakterden onları kurtaracaktır. Komünist toplum, bu şekilde, üyelerinin kapsamlı bir şekilde gelişmiş yeteneklerini tam anlamıyla kullanmalarını mümkün kılacaktır. Ancak bu olduğunda, sınıflar zorunlu olarak kaybolacaktır. Bundan, komünist temelde örgütlenmiş bir toplumun bir yandan sınıfların varlığıyla bağdaşmadığı, diğer yandan bu tür bir toplumun inşasının sınıf farklarını kaldırma araçlarını sağladığı sonucu çıkar.

Bunun bir sonucu olarak, şehir ile kır arasındaki fark da ortadan kalkmaya mahkûmdur. Tarım ve endüstrinin iki farklı insan sınıfı yerine aynı insanlar tarafından yönetilmesi, yalnızca maddi nedenlerle bile, komünist ortaklaşmanın gerekli bir koşuludur. Tarımsal nüfusun kırsalda dağılması, endüstriyel nüfusun büyük şehirlerde toplanması hem tarımın hem de endüstrinin gelişmemiş bir durumuna karşılık gelir ve daha fazla gelişim için bir engel olarak zaten hissedilmektedir.

Toplumun tüm üyelerinin, üretim güçlerinin planlı bir şekilde kullanılması, üretimin herkesin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeye genişletilmesi amacıyla genel işbirliği; bazılarının ihtiyaçlarının diğerlerinin ihtiyaçları pahasına karşılanması durumunun ortadan kaldırılması, sınıfların ve sınıf çatışmalarının tamamen ortadan kaldırılması; mevcut işbölümünün ortadan kaldırılması, endüstriyel eğitim, çeşitli faaliyetlere katılım, herkesin herkesin ürettiği zevklerden yararlanması, şehir ve kırsalın birleştirilmesi yoluyla toplumun tüm üyelerinin yeteneklerinin çok yönlü gelişimi – bunlar özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasının başlıca sonuçlarıdır.

— 21 —

Komünist toplumun aile üzerindeki etkisi ne olacak?

Cinsiyetler arasındaki ilişkileri yalnızca ilgili kişileri ilgilendiren ve toplumun müdahale etme gerekçesinin olmadığı tamamen özel bir meseleye dönüştürecektir. Bunu yapabilir, çünkü özel mülkiyeti kaldırır ve çocukları komünal bir temelde eğitir, böylece geleneksel evliliğin iki temelini – özel mülkiyete dayalı olarak kadının erkeğe ve çocukların ebeveynlerine bağımlılığını – kaldırır.

Ve işte, son derece ahlaki dar kafalıların “kadınların ortaklaşması”na (fuhuşa -MB) karşı çıkardığı yaygaraya yanıt. Kadınların ortaklaşması, tamamen burjuva toplumuna ait bir durumdur ve bugün fuhuşta tam ifadesini bulur. Ancak fuhuş özel mülkiyete dayanır ve onunla birlikte ortadan kalkar. Böylece, komünist toplum, kadınların ortaklaşmasını getirmek yerine, aslında onu kaldırır.

— 22 —

Komünizmin mevcut milliyetlere karşı tutumu ne olacak?

Topluluk ilkesine göre bir araya gelen halkların milliyetleri, bu birleşmenin bir sonucu olarak birbirleriyle karışmak ve böylece kendilerini feshetmek zorunda kalacaklardır, tıpkı çeşitli mülkiyet ve sınıf ayrımlarının, bunların temelini oluşturan özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasıyla ortadan kalkması gibi. [3]

— 23 —

Mevcut dinlere karşı tutumu ne olacak?

Şimdiye kadarki tüm dinler, tekil halkların veya halk gruplarının tarihsel gelişim aşamalarının ifadeleri olmuştur. Ancak komünizm, mevcut tüm dinleri gereksiz kılan ve onların kaybolmasını sağlayan tarihsel gelişim aşamasıdır.[4]

— 24 —

Komünistler sosyalistlerden nasıl farklıdır?

Sosyalistler üç kategoriye ayrılır.

[Gerici Sosyalistler:]

İlk kategori, büyük endüstri ve dünya ticareti ile onların yarattığı burjuva toplumu tarafından zaten yok edilmiş ve her gün yok edilmekte olan feodal ve ataerkil toplumun taraftarlarından oluşur. Bu kategori, mevcut toplumun kötülüklerinden, feodal ve ataerkil toplumun bu tür kötülüklerden uzak olduğu için yeniden kurulması gerektiği sonucuna varır. Şu veya bu şekilde, tüm önerileri bu amaca yöneliktir.

Bu gerici sosyalistler kategorisine, görünüşte partizanlıkları ve proletaryanın sefaleti için döktükleri acı gözyaşlarına rağmen, komünistler tarafından şu nedenlerle enerjik bir şekilde karşı çıkılır:

(i) Tamamen imkânsız olan bir şey için çaba gösterir.

(ii) Aristokrasinin, lonca ustalarının, küçük üreticilerin ve onların mutlak veya feodal monarklar, memurlar, askerler ve rahiplerden oluşan maiyetinin egemenliğini kurmayı amaçlar – bu toplum, mevcut toplumun kötülüklerinden arınmış olsa da en az onun kadar çok kötülük getirirdi ve ezilen işçilere komünist bir devrim yoluyla kurtuluş umudu sunmazdı bile.

(iii) Proletarya devrimci ve komünist hale gelir gelmez, bu gerici sosyalistler gerçek renklerini gösterir ve hemen burjuvaziyle birlikte proleterlere karşı ortak bir dava yürütür.

[Burjuva Sosyalistler:]

İkinci kategori, mevcut toplumun, kaçınılmaz olarak yol açtığı kötülüklerden korkan ve geleceği için endişelenen taraftarlarından oluşur. Bu nedenle istedikleri, bu toplumu sürdürmek ama onun ayrılmaz bir parçası olan kötülüklerden kurtulmaktır.

Bu amaçla, bazıları yalnızca refah önlemleri önerir – diğerleri ise toplumu yeniden düzenleme bahanesiyle aslında mevcut toplumun temellerini ve dolayısıyla hayatını korumayı amaçlayan büyük reform sistemleriyle öne çıkar.

Komünistler, bu burjuva sosyalistlere karşı amansızca mücadele etmelidir, çünkü onlar komünistlerin düşmanları için çalışır ve komünistlerin devirmeyi amaçladığı toplumu korur.

[Demokratik Sosyalistler:]

Son olarak, üçüncü kategori, Soru 18’de tarif edilen komünistlerin savunduğu bazı önlemleri destekleyen demokratik sosyalistlerden oluşur; ancak bunları, komünizme geçişin bir parçası olarak değil, mevcut toplumun sefaletini ve kötülüklerini kaldırmak için yeterli olduğuna inandıkları önlemler olarak desteklerler.

Bu demokratik sosyalistler, ya kendi sınıflarının kurtuluş koşulları konusunda henüz yeterince net olmayan proleterlerdir ya da demokrasi ve bunun getirdiği sosyalist önlemlerin gerçekleştirilmesinden önce proletarya ile birçok ortak çıkarı olan küçük burjuvazinin temsilcileridir.

Bundan da anlaşılacağı üzere, eylem zamanlarında, komünistler bu demokratik sosyalistlerle bir uzlaşmaya varmak ve genel olarak onlarla mümkün olduğunca ortak bir politika izlemek zorunda kalacaklardır – elbette bu sosyalistler yönetici burjuvazinin hizmetine girmediği ve komünistlere saldırmadığı sürece.

Bu iş birliği biçiminin, farklılıkların tartışılmasını dışlamadığı açıktır.

— 25 —

Komünistlerin zamanımızın diğer siyasi partilerine karşı tutumu nedir?

Bu tutum, farklı ülkelerde farklıdır.

Burjuvazinin yönettiği İngiltere, Fransa ve Belçika’da, komünistler hâlâ çeşitli demokratik partilerle ortak bir çıkara sahiptir, bu çıkar, savundukları sosyalist önlemler komünistlerin amaçlarına ne kadar yakınsa, yani proletaryanın çıkarlarını ne kadar açık ve kesin bir şekilde temsil ederse ve proletaryanın desteğine ne kadar bağımlıysa o kadar büyüktür. Örneğin İngiltere’de, işçi sınıfından gelen Chartistler, demokratik küçük burjuvaziye veya Radikallere kıyasla komünistlere çok daha yakındır.

Demokratik bir anayasanın zaten kurulmuş olduğu Amerika’da, komünistler bu anayasayı burjuvaziye karşı çevirip proletaryanın çıkarları için kullanacak partiyle ortak dava yürütmelidir – yani tarımcı Ulusal Reformcularla.

İsviçre’de, Radikaller, çok karışık bir parti olsalar da, komünistlerin iş birliği yapabileceği tek gruptur ve bu Radikaller arasında Vaudois ve Genevese en ilerici olanlardır.

Son olarak Almanya’da, şu anda gündemde olan belirleyici mücadele, burjuvazi ile mutlak monarşi arasındadır. Komünistler, burjuvazi ile kendi aralarındaki belirleyici mücadeleye burjuvazi iktidara gelene kadar girişemeyecekleri için, burjuvazinin iktidarı mümkün olan en kısa sürede ele geçirmesine yardım etmek komünistlerin çıkarınadır ki, onu daha çabuk devirebilsinler. Bu nedenle, hükümetlere karşı, komünistler radikal liberal partiyi sürekli desteklemeli, burjuvazinin kendini kandırmasına karşı dikkatli olmalı ve burjuvazinin zaferinin proletaryaya getireceği iddia edilen cazip vaatlere kanmamalıdır. Proletaryanın bir burjuva zaferinden elde edeceği avantajlar şunlardan ibaret olacaktır:

(i) Proletaryanın sıkı sıkıya bağlı, savaşmaya hazır ve organize bir sınıf haline gelmesini kolaylaştıracak çeşitli tavizler; ve

(ii) Mutlak monarşilerin düştüğü gün, burjuvazi ile proletarya arasındaki mücadele başlayacaktır. O günden itibaren, komünistlerin politikası, burjuvazinin halihazırda iktidarda olduğu ülkelerdekiyle aynı olacaktır.

Kongre adına ve yetkisiyle.

Dipnotlar

Aşağıdaki dipnotlar, Marx/Engels Seçilmiş Eserler’in Çin Baskısından, Pekin, Yabancı Diller Basımevi, 1977, marxists.org tarafından yapılan editoryal eklemelerle alınmıştır.

Giriş

1847’de Engels, Komünist Birlik için iki taslak program yazdı, biri Haziran’da, diğeri Ekim’de, bir soru-cevap formatında. Ekim’de yazılan, Komünizmin İlkeleri olarak bilinen metin, 1914’te ilk kez yayımlandı. Daha önceki belge, Komünist İnanç İkrarı Taslağı, 1968’de bulundu. Bu, 1969’da Hamburg’da, Komünist Birlik’in ilk kongresine ait dört başka belgeyle birlikte, Komünist Birlik’in Kurucu Belgeleri (Haziran-Eylül 1847) adlı bir kitapçıkta yayımlandı.

Adil İnsanlar Birliği’nin Haziran 1847 Kongresi’nde, aynı zamanda Komünist Birlik’in kurucu konferansı olan toplantıda, bir “inanç ikrarı” taslağının Birlik’in bölümlerine tartışılmak üzere sunulmasına karar verildi. Şimdi ortaya çıkan belge, büyük olasılıkla bu taslaktır. İki belgenin karşılaştırılması, Komünizmin İlkeleri’nin bu önceki taslağın gözden geçirilmiş bir versiyonu olduğunu gösterir. Komünizmin İlkeleri’nde, Engels üç soruyu cevapsız bıraktı, iki durumda “değişmedi” (bleibt) notuyla; bu açıkça önceki taslaktaki cevaplara işaret eder.

Program için yeni taslak, Engels’in, Paris çevresinin önde gelen organının talimatları üzerine, 22 Ekim 1847’deki komite toplantısında, “gerçek sosyalist” Moses Hess tarafından hazırlanan taslak programın keskin eleştirisinden sonra kararlaştırılan talimatlar üzerine Engels tarafından hazırlandı; bu taslak daha sonra reddedildi.

Hâlâ Komünizmin İlkeleri’ni bir ön taslak olarak gören Engels, 23-24 Kasım 1847’de Marx’a yazdığı bir mektupta, eski soru-cevap biçimini bırakmanın ve programı bir manifesto şeklinde hazırlamanın en iyisi olacağı görüşünü ifade etti.

“İnanç İkrarı üzerinde biraz düşün. Bence bu soru-cevap (kateşizm) biçimini bırakıp buna Komünist Manifesto demeliyiz. İçinde az çok tarih anlatılması gerektiği için, şimdiye kadarki biçimi hiç uygun değil. Buraya yaptığım şeyi getiriyorum; basit bir anlatım biçiminde, ama korkunç bir aceleyle, berbat bir şekilde yazılmış. ...”

Komünist Birlik’in ikinci kongresinde (29 Kasım-8 Aralık 1847) Marx ve Engels, komünizmin temel bilimsel ilkelerini savundular ve Komünist Partisi’nin bir manifestosu şeklinde bir program taslağı hazırlamakla görevlendirildiler. Manifestoyu yazarken, Marksizmin kurucuları, Komünizmin İlkeleri’nde ifade edilen önermeleri kullandılar.

Engels, “Manufaktur” terimini ve türevlerini kullanır, bu metinde “manifaktür” olarak çevrilmiştir. Engels bu kelimeyi kelimenin tam anlamıyla, el ile üretimi belirtmek için kullanmıştır, fabrika üretimini değil, ki bunun için Engels “büyük endüstri” terimini kullanır. Manufaktur, orta çağ kasabalarındaki lonca üretiminden farklıdır, çünkü lonca üretimi bağımsız zanaatkârlar tarafından gerçekleştirilirdi. Manufaktur, tüccar kapitalistler için çalışan ev işçileri veya büyük atölyelerde birlikte çalışan zanaatkâr grupları tarafından gerçekleştirilir. Bu nedenle, lonca (el sanatı) ve modern (kapitalist) üretim biçimleri arasında bir geçiş üretim biçimidir. (Son paragraf, Pluto Press, Londra, 1971’in Giriş’inden özetlenmiştir)

[1] Daha sonraki dönemlerde yazılmış eserlerinde, Marx ve Engels, burada kullanılan “emeğin satışı”, “emeğin değeri” ve “emeğin fiyatı” yerine, Marx tarafından ilk kez tanıtılan daha doğru kavramlar olan “emek gücünün satışı”, “emek gücünün değeri” ve “emek gücünün fiyatı”nı kullandılar.

[2] Engels burada el yazmasında yarım sayfa boşluk bıraktı. Komünist İnanç İkrarı Taslağı, aynı soru (soru 12) için gösterilen cevabı içerir.

[3] Engels burada “değişmedi” yazdı, Haziran taslağındaki 21 numaralı soruya verilen cevaba işaret eder.

[4] Benzer şekilde, bu, Haziran taslağındaki 23 numaralı sorunun cevabına işaret eder: “Şimdiye kadar var olan tüm dinler, tekil halkların veya halk gruplarının tarihsel gelişim aşamalarının ifadeleriydi. Ancak komünizm, mevcut tüm dinleri gereksiz kılan ve onların yerini alan tarihsel gelişim aşamasıdır.”

[5] Chartistler, 1830’lardan 1850’lerin ortalarına kadar süren ve sloganı olarak Halkın Şartı’nı benimseyen, tüm işçilere oy hakkı garanti eden bir dizi koşulun talep edildiği İngiliz işçilerinin siyasi hareketinin katılımcılarıydı. Lenin, Chartizmi dünyanın “ilk geniş, gerçekten kitlesel ve politik olarak organize proleter devrimci hareketi” olarak tanımladı (Toplu Eserler, İngilizce baskı, Progress Publishers, Moskova, 1965, Cilt 29, s. 309). Chartist hareketin gerilemesi, Britanya’nın endüstriyel ve ticari tekelinin güçlenmesine ve Britanya burjuvazisinin süper kârlarından işçi sınıfının üst tabakasını (“işçi aristokrasisi”) satın almasına bağlıydı. Her iki faktör de, özellikle sendika liderlerinin Chartizmi desteklemeyi reddetmesiyle ifade edilen, bu tabakadaki oportünist eğilimlerin güçlenmesine yol açtı.

[6] Muhtemelen, 1840’larda George H. Evans tarafından kurulan ve merkezi New York’ta bulunan Ulusal Reform Derneği’ne bir atıf. Bu derneğin sloganı “kendinize bir çiftlik oy verin”di.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]