Michael Löwy : “Alışılmadık Marx”
Marx’ın yazıları arasında oldukça alışılmadık bir yazı vardır. Bu yazının
başlığı “Peuchet: vom Selbstmord” (Gesellschaftspiegel, zweiter Band, Heft VII,
Elberfeld, Januar 1846)dır, ve Jacques Peuchet’s Du Suicide et de ses Causes
(anılarından bir bölüm)den alınan pasajların çevirisinden oluşmaktadır . Burada
incelediğimiz kitap, bu dokümanın İngilizce çevirisidir. Görüleceği üzere Marx
tarafından yazılmış bu kısa ve neredeyse unutulmuş makale, modern burjuva toplumunun
kötülüklerinin, ataerkil aile yapısının kadınlara çektirdiği acıların ve
sosyalizmin geniş ve evrensel faaliyet alanının daha iyi anlaşılması için çok
değerli bir katkı oluşturmaktadır.
Marx’ın bu makalesi birçok bakımdan diğer çalışmalarından farklıdır:
bunlardan bazılarına -kitabın editörleri Kevin Anderson ve Eric Plaut
tarafından yazılmış olan- önsözde değinilmiştir:
Bu yazı, büyük ölçüde bir başka yazardan (Peuchet) yapılan alıntıların
çevirisinden oluşmaktadır, yani bizzat Marx tarafından yazılmamıştır. Marx
defterlerini bu tür alıntılarla doldurma alışkanlığına sahipti, ama bunların
hiçbirini yayınlatmadı.
-Seçilen yazar ne bir ekonomist, ne tarihçi, ne filozoftur, hatta sosyalist
bile değildir, Restorasyon döneminde Fransız polis arşivlerinin eski
başkanlarından biridir.
-Alıntılanan çalışma bilimsel değildir, “hayattan olaylar”ın, anekdotların,
küçük hikâyelerin ve de bunlara eklenen yorumların dağınık bir toplamıdır.
-Makale, genellikle beklendiği gibi politik ya da ekonomik alanlar değil,
özel yaşam ve özellikle de intihar üzerinedir.
-İntiharla bağlantılı olarak tartışılan temel toplumsal konu modern
toplumda kadının ezilmesidir.
Bu özelliklerin her biri Marx’ın bibliyografyası için alışılmadıktır, ama
tümü bu çalışmayı benzersiz kılmaktadır. Bu özellikler düşünülünce, bu
çalışmanın ne kadarının kesinlikle Marx’a ait olduğunu sormaya bile hakkımız
olacaktır. Bununla birlikte, Marx metin üzerinde farklı şekillerde kendi izini
bırakmıştır: giriş bölümüyle, metni renklendiren yorumlarıyla, alıntıları
seçişiyle, çevirirken yapmış olduğu değişikliklerle. Ve metnin Marx’ın
görüşlerini ifade ettiğini düşünmemizin temel nedeni, Marx’ın kendi
yorumlarıyla Peuchet’dan alıntıladıkları arasında herhangi bir ayrım
yapmamasıdır, yani bütün metin Marx’ın imzasını taşıyan homojen bir yazı olarak
ortaya çıkmaktadır.
Fransız toplum eleştirisi, sadece belli sınıfların ilişkilerinde değil, tüm
modern ilişki alanlarında ve biçimlerinde yaşanan (modern yaşamın) çelişkileri
ve yapaylıkları, kıs-en de olsa ortaya koyma becerisine sahiptir. Bunu,
Fransızlara özgü yaşam coşkusunu, bakışlarının zenginliğini, ince zekâlarını,
cesur yaratıcı ruhlarını açıkça anlatarak yapmıştır. Fransızların toplum
eleştirisindeki üstünlükleri hakkında fikir sahibi olmak için, mesela, kendi
dönemlerindeki insan ilişkileri üzerine çalışan Owen’in ve Fourier’ın eleştirel
yazılarını karşılaştırın. Toplumsal koşulları eleştirel bir şekilde sunanlar
yalnızca Fransız ‘sosyalist’ yazarlar değil; aynı zamanda edebiyatın bütün
alanlarındaki yazarlar, özellikle de roman ve biyografi yazarlarıdır. Jacques Peuchet’nun
“Mémoires tires des Archives de la Police etc.” (Polis Arşivlerinden Anılar)
adlı, intihar üzerine çalışmasından alıntılarla, Fransız toplum eleştirisinin
bir örneğini ele alacağım. Bu alıntılar, sadece proleterler için biraz ekmek ve
biraz eğitim sağlama sorunu ile ilgilenen ve sadece işçilerin toplumun şu anki
durumu yüzünden sıkıntı çektiğini düşünen aksi takdirde, şu an varolan dünyanın
varolması muhtemel dünyalar içinde en iyisi olduğunu savunan hayırsever burjuva
düşüncesinin dayanaklarını gösterebilir.
Jacques Peuchet gibi, 1789’dan beri sayısız ayaklanmayı tecrübe etmiş olan,
ama günümüzde artık neredeyse soyları tükenmiş, hayli yaşlı birçok Fransız
yüksek devlet memurunun siyasi deneyimleri sayesinde, sayısız hayal
kırıklıkları, coşkular, anayasalar, hükümdarlar, yenilgiler ve zaferler,
varolan mülkiyet, aile ve diğer kişisel ilişkiler, yani kısacası özel yaşam
eleştirisi hayat bulur.
Jacques Peuchet (doğumu 1760) edebiyattan tıbba, tıptan hukuka, hukuktan
yönetim ve polis şefliğine dek ilerlemiştir. Peuchet, Devrim’den önce,
çoğunlukla ekonomi politik ve yönetim sorunları ile ilgileniyordu ve Abbé
Morellet ile Dictionnaire du commerce (Ticaret Sözlüğü) üzerinde çalışıyordu,
ancak ne var ki bu sözlüğün sadece tanıtım yazısı yayınlandı. Peuchet, yalnızca
kısa bir dönem için Fransız devriminin taraftarlarından biriydi; kralcı partiye
döndükten sonra, bir dönem Gazette de France’ın editörlüğünü üstlendi ve
sonrasında kötü bir üne sahip olan kralcı Mercure [gazetesinin] editörlüğünü
Mallet du Pan’dan devraldı. Yine de, devrim boyunca akıllıca bir yol izledi,
bir dönem baskı gördü, bir dönem de Emniyet ve İdare Teşkilatı’nda çalıştı.
1800 yılında bastığı Géographie commerçante [Ticaret Coğrafyası]nın 5. cildi
ile, Birinci Konsül Bonaparte’ın dikkatini çekti ve Conseil de commerce et des
arts üyeliğine atandı. Sonraki yıllarda, François de Neufchâteau Bakanlığı’nda
yönetimde daha yüksek bir mevkiye getirildi. 1814’de Restorasyon onu tüm
görevlerinden aldı. 100 günlük bu sürede inzivaya çekildi. Bourbonların
Restorasyonunda ise, Paris polis merkezinde, 1827’ye dek süren arşiv
sorumluluğu görevine getirildi. Peuchet’nun, hem doğrudan hem de bir yazar
olarak, Kurucu Meclis, Konvansiyon, Tribunate ve Restorasyon idaresindeki
Millet Meclisinin konuşmacıları üzerinde etkisi vardı. Yukarıda belirtilen
Geography of Commerce [Ticaret Coğrafyası] dışında en bilinen, çoğunlukla
ekonomi üzerine olan çalışmaları ise Fransa istatistikleridir.
Peuchet yaşlandığında, kısmen Paris polis arşivlerinden, kısmen de Emniyet ve
İdare Teşkilatı’ndaki uzun pratik deneyimlerinden derlediği anılarını yazdı,
ama anılarının ölümünden sonra basılmasını istedi. Böylelikle hiçbir koşulda,
yazarlarımız, yüksek meslek sahipleri ve memurlarımızdaki aşırı titizlikten ve
kapsamlı bilgiden tamamen yoksun “aceleci” Sosyalistlerden ve Komünistlerden
biri olarak değerlendirilmeyecekti.
Şimdi Paris polis merkezinde çalışmış olan arşivcimizin intihar üzerine
söylediklerini dinleyelim!
Yıllık intihar sayısındaki artış, dün olduğu gibi bugün de olağan kabul
edilse de, toplumumuzun kötü örgütlenmesinin bir belirtisi olarak
değerlendirilmelidir. Özellikle, sanayinin durgun ve krizde olduğu dönemlerde,
kıtlık ve karakış yıllarında, belirtiler salgına dönüşür. Fahişelik ve
hırsızlık da aynı ölçülerde artış gösterir. İntiharın en büyük nedeni yoksulluk
olmasına rağmen, sanatçılar ve politikacılar kadar aylak zenginler de olmak
üzere tüm sınıflarda görülmesi ve intiharı arttıran nedenlerin çeşitliliği,
ahlakçıların intihar üzerine yaptıkları tek-düze ve acımasız suçlamalarla alay
eder gibidir.
Şu an bilimin zayıf hatta kayıtsız kaldığı verem hastalığı, dostluğun
suistimali, ihanete uğramış aşklar, hüsranla sonuçlanan ihtiraslar, ailevi
acılar, kaybedilmiş rekabet, tekdüze yaşamın tatminsizliği, bastırılmış coşkular
şüphesiz intihar nedenlerindendir, hele de bunlardan cömertçe nasibini almış
kişiler için. Ve yaşam sevgisi, kişiliğin bu enerjik itici gücü de, insanı
sıklıkla tiksindirici varoluşuna bir son vermeye sürükler.
En büyük meziyeti basmakalıp sözleri akıllı bir üslupla ifade etmek olan
Madame de Stael intiharın doğaya aykırı bir eylem olduğunu ve cesaret
göstergesi olarak değerlendirilmemesi gerektiğini göstermeye çalışır; özellikle
de, çaresizlikle savaşmanın ona yenilmekten daha değerli olduğunu iddia eder.
Bu tür tartışmalar talihsizlikten kahrolmuş ruhları çok az etkiler. Eğer dindar
iseler, daha iyi bir dünyayı sabırsızlıkla beklerler, ama eğer hiçbir şeye
inanmıyorlarsa, “Hiçliğin” sakinliğini ararlar. Felsefi tiradların onların
gözünde hiçbir değeri yoktur ve acıdan kurtuluşun zavallı sığınaklarıdır. Tüm
bunların ötesinde, bu kadar sıklıkla başvurulan bir eylemin doğaya aykırı
olduğunu iddia etmek talihsizliktir; her gün tanık olduğumuz için, intihar
hiçbir şekilde doğaya aykırı değildir. Doğaya aykırı olan hiçbir şey varlık
gösteremez. Diğer yandan, Tatarlar kendilerini öldürmediğine göre intiharların
çoğunu üreten bizim toplumumuzun doğasıdır. Yani, bütün toplumlarda olaylar
aynı şekilde sonuçlanmaz.
Toplumumuzu düzeltmek ve daha yüksek bir düzeye çıkarmaya çalışmak için
kendimizi’ itiraf etmek zorunda olduğumuz şey budur. Cesaret açısından ise,
eğer günışığında savaş meydanında ölüme meydan okumak cesurluk olarak
değerlendiriliyorsa, hiçbir şey karanlık bir yalnızlık içerisinde her tür
heyecanın baskısı altında kendisini öldürmeye karar veren birinin de cesaret
yoksunu olduğunu kanıtlayamaz. Bu tür tartışmaya açık bir sorun ölenleri
aşağılayarak çözümlenemez.
İntihara karşı söylenen herşey aynı düşünce etrafında dönüp durur. İnsanlar
intiharı Tanrısal iradenin çiğnenmesi olarak görürler, ama intiharın varlığı
kendi başına tanrının çözümlenemez iradesine karşı açık bir protestodur.
İnsanlar toplum hakkındaki kendi fikirlerimizi açıklamamıza ya da uygulamaya
koymamıza izin vermeden, topluma karşı görevlerimiz hakkında konuşurlar bizimle
ve sonuç olarak acıya yenilmek yerine onun üstesinden gelmeyi binlerce kez daha
büyük bir meziyet olarak yüceltirler. Öyle bir meziyettir ki bu, neden olduğu
manzara kadar üzücüdür. Kısacası, onlar intiharı korkaklığın bir eylemi,
yasaya, [topluma] ve insan onuruna karşı bir suç olarak görürler.
Tüm bu lanetlemelere karşın insanlar kendilerini niçin öldürüyorlar? Çünkü
çöküntü içindeki insanın damarlarındaki kan beyhude laflar üretmek için
zamanları olan soğukkanlı canlılarda olduğu gibi akmaz. İnsan insana bir sır
gibi görünür; insan yalnızca suçlanabilir, bilinemez. Tüm Avrupa’ya hükmeden
akıldışı kurumların nasıl ulusların kanını ve yaşamını tükettiğini, uygarlaşmış
adaletin tehlikeli kararlarını onaylatmak için hapishaneler, cezalandırmalar ve
ölüm araçları tarafından etrafının nasıl sıkıca sarıldığını gördüğümüzde; her
anlam-da sefalete terkedilmiş sınıfların sayısal büyüklüğünü ve acımasız
aşağılamalarla hırpalanan, önlem olsun diye ya da belki de onları sefilliklerinden
kurtarmak için toplum dışına itilmiş insanları gördüğümüzde, tüm bunlara tanık
olduğumuzda, çoğunlukla geleneklerimizi, önyargılarımızı, kanunlarımızı ve
ahlakımızı ayaklar altına alan bir varoluşa saygı duyması için neyin bize, bu
insanlara emretme hakkını verdiğini anlayamayız.
Cezaları azaltarak ve intihar edenleri lanetleyerek intiharı önlemenin
mümkün olduğu düşünüldü. Durumunu savunmak için artık hayatta olmayan insanları
bu şekilde karalamanın ahlaksızlığı hakkında ne söylenebilir ki? Bu arada, bu
talihsiz kişiler bunları pek de umursamazlar ve eğer intihardan birisi
suçlanacaksa, suçlanması gereken geride kalan insanlardır, çünkü bu güruh
arasında intihar eden insan için uğruna hayatta kalmayı hak edecek bir kişi
bile yoktur. Bu acımasız ve de çocukça yollar çöküntünün fısıldamalarına karşı
başarılı olabilir mi? Dünyadan kaçmak isteyen bir insan kendi cesedine
yapılacak aşağılamaları umursar mı? O, bu aşağılamaları yalnızca yaşam adına
bir diğer korkaklık eylemi olarak yorumlar. Bu nasıl bir toplum, insan
milyonların ortasında en derin yalnızlığı yaşıyor; hiç kimse farkına varmadan
dayanılmaz kendini öldürme arzusuyla kahrolabiliyor? Bu toplum, toplum
değildir, Rousseau’nun dediği gibi, vahşi hayvanların yaşadığı bir çöldür.
Emniyet teşkilatındaki görevlerim sırasında sorumlu olduğum alanlardan biri de
intiharlardı; birçok vakada insanları intihara sürükleyen nedenlerin önüne
geçilip geçilemeyeceğini öğrenme isteğindeydim. Yoğun bir şekilde bu konu
üzerinde çalıştım. Şu anki toplumsal düzenin bütünsel bir reformundan yoksun
olan her girişimin beyhude olduğunu fark ettim. (Anılar’ın yazarının
savlarından çıkan bu sonuç Marx tarafından formüle edilmiştir -Bu cümle yerine
Peuchet şöyle der : “herhangi bir kuramsal araştırma yapmadan, gerçekleri ortaya
koymaya çalışacağım”) ”
Baskıcı ana-babaların ve amirlerin kendilerine tabi olan kişilere kötü
muamele etmelerinin, adaletsiz davranmalarının, gizli cezalandırmaların,
sinirli, çok kolay heyecanlanan, derin duyguları olan tutkulu insanları ölüm
arayışına sürükleyen çaresizliğin temel nedenleri arasında olduğunu keşfettim.
Bu devrim [Fransız Devrimi] yıkamadı tüm tiranlıkları ki; keyfi otoriteleri
suçladığımız bu kötülükler sıradan ailelerde de varlığını sürdürmekte ve
devrimlerdeki gibi krizlere neden olmakta.
Menfaatler ve mizaç arasındaki ilişkiler, bireyler arasındaki gerçek
ilişkiler, daha en başından itibaren bizler tarafından yaratılmıştır ve
intihar, yalnızca, her daim yeni hareketleri teşvik eden, birçok savaşçının,
kurbanlar arasında sayılmaktan bıktığı için ya da cellatlar arasında onurlu bir
mevki işgal ettikleri düşüncesine isyan ederek, geri çekildiği evrensel
toplumsal mücadelenin binbir belirtisinden yalnızca bir tanesidir. Eğer birkaç
örnek istiyorsanız, bunları gerçek tutanaklardan aktaracağım.
1816 Temmuz’unda, bir terzi kızı, ahlaklı, iradeli, çalışkan genç bir
kasapla nişanlanır, kasap güzel gelinine çok bağlıdır, kız da ona çok
düşkündür. Genç kız da terzidir; kendisini tanıyan herkesin saygısını
kazanmakta ve damadın ailesi tarafından içtenlikle sevilmektedir. Bu iyi
insanlar, genç kızı gelinleri olarak kabul edecekleri günü çabuklaştırmak için
hiç bir fırsatı kaçırmazlar; partiler verirler ve genç kız partilerin kraliçesi
ve idolüdür.
Evlenme zamanı yaklaşır; iki aile arasında her şey ayarlanır ve anlaşmalar
sonuçlandırılır. Nikâhın kıyılmasından bir gün önce, genç kız, ve ailesi
damadın ailesi ile akşam yemeği yiyecektir. Ancak önemsiz bir olay, beklenmedik
bir biçimde bunun gerçekleşmesini engeller. Zengin müşterilerden gelen
siparişler terziyi ve karısını evde çalışmak zorunda bırakır. Özürlerini
bildirirler; ancak kasabın annesi, kendisiyle gitmesine izin verilmiş olan
gelinini götürmek için gelir.
İki önemli misafirin katılamamasına rağmen yemek oldukça eğlencelidir.
Aileye dair birçok fıkramsı anı anlatılır ki bu muhtemel evlilik bağını
güçlendirir. İçkiler içilir, şarkılar söylenir; gelecek hakkında konuşulur.
Hararetle iyi bir evliliğin güzelliklerinden bahsedilir. Yemek gece geç saatlere
kadar sürer. Basitçe açıklanabilecek müsamahakârlıkla, genç adamın ailesi
nişanlı çiftin duygularını sessizce paylaşmasını görmezden gelir. Elleri
birbirini arar, aşk ve mahremiyet başlarını döndürür. Zaten evliliğin
gerçekleştirildiği düşünüldüğünden genç çift utanılacak en ufak bir şeye neden
olmaksızın gayet uzun bir zaman boyunca görüşmektedir. Damadın ailesinin
duyguları, gecenin ilerleyen saatleri, büyüklerin hoşgörüsüyle serbestleşen
karşılıklı ateşli arzular, her zaman böyle yemeklere hakim olan sınırsız
eğlence, tüm bunlar kendisini tebessümle ortaya koyan bir fırsatla birleşir ve
şarap insanları coşturunca, tahmin edilebilecek bir sonuç ortaya çıkar. Işıklar
söndüğünde, karanlıkta aşıklar yeniden buluşurlar. Herkes şüphelenilecek bir
şey yokmuş gibi, farkında değilmiş gibi yapar. Mutluluktur onları saran burada,
hiç dertleri yoktur.
Genç kız ailesinin yanına ancak ertesi sabah döner. Kızın kendisini suçlu
hissetmemesinin kanıtı eve yalnız başına dönüğü gerçeğinde yatar. Kız sessizce
kendi odasına girer ve üstünü değiştirmeye başlar; fakat kısa bir süre sonra
ailesi onu fark eder, akabinde hiddetle kızlarına en utanç verici hakaretleri
yağdırırlar ve aşağılarlar. Komşular buna tanıklık eder, rezaletin sınırı
yoktur. Kızın iffeti nedeniyle çektiği acıyı ve sırrının rezilane biçimde
ortaya dökülmesinin yarattığı şoku düşünün. Bu şaşkına dönmüş kız, ailesinin
adını kötüye çıkardığını, hatalı olduğunu, aptallık ettiğini, itaatsizlik
ettiğini kabul eder, ama boşu boşuna ailesine herşeyin eskisi gibi olacağını
anlatmaya çalışır. Kızın iddiaları ve üzüntüsü terzi çifti sakinleştirmekte
başarısız olur.
En korkak ve en tepkisiz insanlar, mutlak ailesel otoritelerini
kullanabileceklerini fark ettiklerinde yatıştırılamaz bir öfkeye kapılırlar. Bu
otoritenin kötüye kullanımı, eskiden olduğu gibi, burjuva toplumunda da
insanların ister istemez kendilerini alçaltmalarına neden olan bütün uysallık
ve bağımlılıklarının bedelidir.
Birdenbire kadın erkek işgüzarlar ortaya çıkar ve kargaşaya katılır. Bu
tiksindirici sahneden kaynaklanan utanç duygusu, genç kızın kendi yaşamına son
verme kararı almasına neden olur. Çirkef ve küfürbaz komşular güruhunun
arasından koşarak aşağı kata iner; gözleri delilikle bulutlanmıştır, Seine
nehrine seğirtir ve kendini nehre atar. Kayıkçılar kızı sudan çıkartır, kız
ölmüştür ve üzerinde hala gece giydiği tuvalet vardır. Tabii ki, ilkin kıza
hakaretler yağdıranlar şimdi ailesini suçlamaktadır; bu felaket onların boş
ruhlarını korkutmuştur. Birkaç gün sonra kızın anne ve babası polisin
emanetinde bulunan, kızın müstakbel kayınpederinin hediyesi olan boynundaki
altın zinciri, gümüş saati ve diğer küçük çeşitli mücevheratı almak için polis
merkezine geldiler. Ben bu insanları aptallık ve barbarlıkları yüzünden
hiddetle azarlama hatasına düşmedim. Bencil önyargılarını ve aşağı tüccar
sınıfına hâkim olan kendilerine has dini inançlarını göz önünde bulundurarak,
bu çılgın insanlara
Tanrıya hesap vermek zorunda kalacaklarını söylemenin onlar üzerinde çok az
etki yapacağını düşündüm. “Onları bana getiren şey hatırası olan iki üç parça
eşyaya sahip olma arzusu değil, açgözlülükleriydi ve kendi açgözlülükleri ile
onları cezalandırabileceğimi düşündüm. Kızlarının mücevherleri üzerinde hak
iddia ediyorlardı, mücevherleri onlara vermeyi reddettim; yasa gereği eşyaları
muhafaza eden ofisten bu eşyaların teslim edilmesi için ihtiyaç duyacakları
belgeleri sakladım. Bu görevde olduğum süre boyunca taleplerini hep boşa
çıkardım, aşağılamalarına meydan okumaktan keyif aldım.
Aynı yıl, Martinique’in en zengin ailelerinden birinden olan çekici genç
bir kreol(1) ofisime geldi. Bu genç kreol, genç bir kadının, yengesinin
cesedini, cesedi almayı talep eden kişiye, kendi ağabeyine yani ölmüş kadının
kocasına, teslim etmeye kesinlikle razı olmadı. Kadın suya atlayarak intihar
etmişti. Bu en yaygın intihar türüdür. Kadının cesedi, cesetleri kaldırmakla
görevlendirilmiş polis memurları tarafından Greve d’Argenteuil civarlarında
bulunmuştu. En karanlık umutsuzlukta bile kadınlara has yaygın iffet
içgüdüsüyle, boğulan kadın eteğinin ucunu açılmasın diye dikkatli bir şekilde
ayaklarına sarmıştı. Bu iffetli önlem, kadının intihar ettiğini şüpheye yer
bırakmadan kanıtlamaktaydı. Kadın bulunur bulunmaz morga götürülür. Güzelliği,
gençliği, lüks giysileri bu felaketin nedeni konusunda binlerce söylentiye yol
açar. Onu ilk teşhis eden kişinin, kocasının, üzüntüsü sonsuzdur, en azından
bana söylendiği kadarıyla, bu felaketi algılayamamıştır. Şahsen onu daha önce
görmemiştim. Kreol’e kocanın taleplerinin tüm diğerlerine göre öncelikli
olduğunu söyledim; adam talihsiz karısı için şimdiden görkemli bir mezar taşı
diktirmişti. Öfkeden köpürmüş, oradan oraya koşturarak “onu öldürdükten sonra,
canavar!” diye bağırmıştı kreol.
Bu genç adamın heyecan ve umutsuzluğundan, ricasının kabul edilmesi için
ısrarcı yalvarmalarından, gözyaşlarından, kadına âşık olduğu sonucuna vardım ve
bunu ona söyledim. Adam aşkını itiraf etti; ama tüm içtenliğiyle yengesinin
bunu hiçbir zaman öğrenmemiş olduğuna yemin etti. Bu onu sanık sandalyesine
oturmak zorunda bıraksa bile, sadece yengesinin adını lekelememek için
kardeşinin barbarlıklarını gün ışığına çıkarmak istedi, ki onun intiharı halk
arasında, böyle durumlarda hep yaşandığı gibi, gizli bir aşk macerası olarak
anılacaktı. Desteğim için bana yalvardı. Onun kırık dökük, tutkulu
açıklamalarından çıkardığım sonuç şu idi: Monsieur de M… ağabeyi, zengin bir
sanat uzmanı, lüksün ve yüksek sosyetenin bir dostuydu, yaklaşık bir yıl önce
bu genç bayanla evlenmişti, görünüşe göre sevgileri karşılıklıydı; onlar görebileceğiniz
en güzel çiftti. Evlilikten sonra genç adamın bünyesinde, birdenbire şiddetli,
muhtemelen kalıtımsal bir kan hastalığı ortaya çıktı. Eski yakışıklı
görünüşüyle ve zarif endamıyla, bir mükemmellik abidesi olmasıyla, emsalsiz,
kusursuz yapısıyla gururlanan bu adam aniden tahribatlarına karşı bilimin
çaresiz olduğu, bilinmeyen bir illetin kurbanı oldu, tepeden tırnağa çok
korkunç bir şekilde çirkinleşti. Saçları döküldü, beli büküldü. Onun özsevisi
bu gerçeği reddetmeye çalıştıysa da, gün be gün zayıflaması ve kırışıkları onu,
en azından diğerleri için, fark edilir şekilde değiştirdi. Ancak bütün bunlar
onun yatağa düşmesine neden olmadı; onun çelik iradesi bu hastalığın
saldırılarına karşı zafer kazanmış gibi göründü. Adam kendi yıkımını feci şekilde
yaşadı. Bedeni bir enkaza döndü, ancak ruhu ayakta kaldı. Ziyafetler vermeye,
av partilerine başkanlık etmeye ve karakterinin ve doğasının kanunu gibi
görünen zengin ve görkemli yaşam tarzını sürdürmeye devam etti. Fakat atıyla
gezmeye çıktığında yaşadığı aşağılanmalar, alaylar, sokak çocuklarının ve
öğrencilerin sataşmaları, kaba ve alaycı gülüşler, bayanlara karşı centilmen
davranışlarda ısrar ederek kendini alaylara maruz bıraktığı sayısız durumla
ilgili arkadaşlarının endişeli uyarıları, sonunda onun yanılsamasını parçaladı
ve kendisine karşı daha dikkatli davranmasını sağladı. Çirkinliğini ve bedensel
sakatlığını kabul eder etmez, bunun bilincine varır varmaz, içi acıyla doldu;
kederlendi. Karısını partilere, balolara, konserlere götürmeye daha az düşkün
gibi göründü; kır evine kaçıp gitti; bütün davetlere bir son verdi; binlerce
bahane bulup insanlardan kaçtı; gururu nedeniyle kendi üstünlüğüne inandığı
için hoş görebilmiş olduğu arkadaşlarının karısına ettiği iltifatlar artık onu
kıskanç, şüpheci ve zalim yaptı. Onu ziyaret etmekte ısrar eden herkesin, son
gururu ve son tesellisi olan karısının kalbini fethetmedeki kesin
kararlılıklarını sezinledi. Bu sıralarda, kreol, başarısı Bourbonların Fransa
krallığına yeniden getirilmesine yarayacak gibi görünen bir iş nedeniyle,
Martinique’den geldi. Yengesi onu içtenlikle karşıladı, kadının yaşamak zorunda
kaldığı sayısız ilişkiler enkazında yeni gelen bu kişi, ağabeyinin unvanı
sayesinde doğal olarak Monsieur de M.. olarak adlandırılma avantajına sahipti.
kreol, hem ağabeyinin arkadaşlarıyla giriştiği tartışmalar sonucunda, hem de
ziyaretçilerin gözünü korkutan ve evi terk etmesine neden olan bir sürü olay
yüzünden ev halkını saracak olan yalnızlığı önceden gördü. Onu da kıskanç yapan
aşk güdüsünün açıkça farkında olmadan, kreol bu tecrit tedbirlerini onayladı ve
öğütleriyle bu tedbirleri destekledi. Monsieur de M.. işi, Passy’de güzel bir
eve tümüyle kapanmaya dek vardırdı. Ev kısa süre sonra bir çöle dönüştü.
Kıskançlık, ne ile ilişkilendirileceği bilinmediği zaman, en ufak şeylerden
beslenir; kendine karşı döner ve yaratıcı olur; her şey onu kuvvetlendirmeye
hizmet eder. Belki de genç kadın yaşının zevklerini arzuladı. Duvarlar komşu
evlerdeki bakışlara engel oldu; panjurlar sabahtan akşama dek kapalıydı.
Talihsiz kadın katlanılmaz bir köleliğe mahkum edildi ve bu köleliği
dayatan Monseur de M..’den başkası değildi. Üstelik bunu bir yanda medeni
kanuna ve mülkiyet hakkına, bir yandan da aşkı sevgililerin özgür duygularından
koparan ve cimrinin hazinesine yaptığı gibi kıskanç kocaya karısını kilit
altında tutma izni veren toplumsal şartlara dayandırmıştı; çünkü kadın, sadece
adamın mülkiyetinin bir parçasıydı.
Gece Monseieur de M… silahlı bir şekilde, köpekleriyle birlikte sinsi sinsi
evin etrafında dolaştı. Kumda izler gördüğünü zannetti ve bahçıvan tarafından
yeri değiştirilmiş olan bir merdiven yüzünden garip şüphelere kapıldı. Nerdeyse
60’ında ayyaşın biri olan bahçıvanı bahçe kapısına nöbetçi olarak dikmişti.
Tecrit edilmiş bir ruh aşırılıkta sınır tanımaz, işi saçmalamaya kadar
vardırır. Bütün bunlardaki masum suç ortağı olan diğer erkek kardeş, gün be gün
gözetim altında tutulan, aşağılanan, güçlü ve mutlu bir hayal gücünü oyalayacak
her şeyden mahrum bırakılan, özgür ve neşeliyken umutsuz ve kederli olan bu
genç kadının mutsuzlaşmasına yardımcı olduğunu nihayet anladı. Kadın ağlamıştı,
gözyaşlarını gizlemesine rağmen izleri görülebiliyordu. Kreolun vicdanı
sızlıyordu. Kreol sahip olduğu kaçamak aşk duygularından kaynaklanan hatası
yüzünden af dilemek için yengesine niyetini açıkça söylemeye kesinlikle
kararlıydı, bir sabah bu Mahkumun zaman zaman temiz hava almak ve çiçekleriyle
ilgilenmek için gittiği küçük ağaçlıklı mesire yerine süzüldü. Bu durumu,
kıskanç kocasının bakışlarının üzerinde olduğunu bildiğinden, faydalandığı çok
kısıtlı bir özgürlük olarak ele almalıyız. Kayınbiraderini gördüğünde, onunla
ilk defa beklenmedik bir şekilde yüz yüze geldiğinde, genç kadın çok büyük bir
korkuya kapıldı. Ellerini ovuşturdu. Korkuyla ‘git buradan, Tanrı aşkına git!’
diye bağırdı ona.
Ve aslında, Monsieur de M…. birdenbire ortaya çıktığında, güç bela seraya
saklanabilecek zamanı bulabildi.’ Kreol bağrışları duydu, dinlemeye çalıştı;
kalbinin atışı, onun gizlenmesiyle ilgili olan açıklamanın en küçük kelimesini
bile duymasını engelledi, kocası bunu anlarsa, trajik bir sonuç ortaya
çıkabilirdi. Bu olay kayınbiraderi daha da cesaretlendirdi; bundan böyle bir
kurbanın koruyucusu olma ihtiyacını hissetti. Aşkının bütün kısıtlamalarından
kurtulmaya karar verdi. Aşk her türlü fedakârlığı gerektirir, ama aşkından
vazgeçme fedakârlığı ancak bir korkağa yakışır. Ağabeyiyle açıkça konuşmaya
hazır olmak, ona kendini anlatmak ve her şeyi söylemek için ağabeyini ziyaret
etmeye devam etti. Monsiuer de M … ‘nin ondan hiçbir şüphesi yoktu, ama
kardeşinin ısrarları onda şüphe uyandırmaya başladı. Monseur de M …, bu ilginin
nedenlerini tam olarak anlayamamıştı, ancak işin nereye varacağını hissederek,
onlardan kuşkulanmaya başladı. Asanlar Passy’deki evin kapısını boşu boşuna
çalarken, Kreol bir süre sonra, ağabeyinin, aslında iddia ettiği gibi,
çevresinde olan bitene çok da ilgisiz olmadığını gördü. Bir çilingir çırağı
ona, ustasının Monsieur de M… için yapmış olduğu anahtarların bir kopyasını
yaptı. On günlük bir aradan sonra, yüreği korkuyla dolan, en çılgın hayallerle
kıvranan kreol, gece duvarları tırmandı, ana avlunun önündeki çitin
parmaklılarından birini parçaladı, bir merdivenle çatıya ulaştı ve tahliye
borusundan kayarak kilerin penceresinden aşağıya ulaştı. Şiddetli bağrışmalar
onu, cam bir kapı boyunca fark edilmeden sürünmek zorunda bırakmıştı.
Gördükleri yüreğini parçaladı. Cumbada bir lambanın ışığı parlıyordu. Yatak
odasının perdesinin arkasında, Monsieur de M… saçı başı birbirine karışmış ve
öfkeden yüzü kızarmış, odayı terk etmeye cesaret edemediği, ama yavaş yavaş
kendisini ondan uzaklaştırmaya çalışan yataktaki karısının yanına yarı çıplak
çömelmiş, en acıtıcı suçlamalarla karısının üzerine gidiyordu ve onu paramparça
etmeye hazır bir kaplan gibiydi. ‘Evet’ dedi kadına, ‘ben çirkinim, ben bir
canavarım ve bunu çok iyi biliyorum, korkutuyorum seni. Benden kurtulmayı
istiyorsun, çünkü beni görmek sana acı veriyor. Seni Özgür kılacak anı
arzuluyorsun. Ve sakın bana bunun aksini söyleme, korkundan ve karşı çıkışından
belli ne düşündüğün. Değersiz gülüşümden utanırsın, içinden isyan edersin bana.
Birer birer dakikaların geçişini saydığına şüphe yok, ta ki zayıflıklarımla ve
varlığımla daha fazla senin canını sıkamayacağım güne dek. Yeter! Bana
benzemeni, çirkinleşmeni isteyecek kadar korkunç arzuların esiri oldum, böylece
artık beni tanımış olma talihsizliği yüzünden sevgililerle kendini teselli
edemezdin. Kıracağım bu evdeki bütün aynaları, böylece bu tezatlık yüzünden
beni küçük göremeyecekler ve senin gururunu okşayamayacaklar. Sırf herkesin
seni benden nasıl nefret etmeye sürüklediğini göresin diye, belki de seni,
sokağa çıkarmalıyım ya da dışarı çıkmana izin vermeliyim. Yoo, hayır, beni
öldürmeden bu evi terk edemeyeceksin. Öldür beni, hadi her gün içimi kemiren bu
şeyi benden önce yap!’ Ve bu vahşi, bağırarak, dişlerini gıcırdatarak, ağzından
köpükler saçarak, deliliğin binlerce belirtisiyle ve öfkeyle dövünerek en
şefkatli okşamaları ve en acıklı yalvarışları boşa giden bu talihsiz kadının
yanına, yatağın üzerine yuvarlandı. Sonunda kadın onu sakinleştirdi. Hiç
şüphesiz, sevginin yerini acıma almıştı; fakat yüzüne bakılmaya korkulan,
hiddeti nedeniyle neredeyse bütün enerjisi tükenen bu adam için, yeterli
değildi bu. Kreol’un kanını donduran bu sahnenin sonucu ise uzun bir depresyon
nöbetiydi. Heyecandan titredi ve talihsiz kadını bu ölümcül ıstıraptan
kurtarmak için kime koşacağını bilemedi. Görünüşe göre bu sahne her gün
tekrarlanıyordu; devamındaki nöbetler için Madam de M. işkencecisini bir parça
sakinleştirmek amacıyla hazırlanmış ilaçları kullanıyordu.
O dönemde Paris’te Monsieur de M. ailesinin tek temsilcisi kreol idi.
Yukarıdaki gibi durumlarda insan yargı sürecinin yavaşlığına ve hiçbir şeyin
onları özenle ayarlanmış rutinlerinden saptıramayacağı yasaların duygusuzluğuna
lanet okumak ister, özellikle de sorun sadece bir kadınla, kanun yapıcının en
az güvence verdiği bir varlıkla, ilgili olduğunda. Yalnızca, tutuklama yetkisi
-aşırı bir tedbir- bu deliliğe tanık olmuş kişinin çok iyi bir şekilde
olacakları önceden sezdiği bu felaketi önlemiş olacaktı. Bununla birlikte,
zenginliği çok büyük fedakârlıklar yapmasına ve riskli durumlarda sorumluluktan
korkmamasına olanak verdiğinden, her şeyi riske atmayı, bütün sonuçları
üstlenmeyi göze aldı. Kendisi gibi kararlı olan arkadaşlarının arasında bazı
doktorlar, bu delilik nöbetlerini teşhis etmek ve güç kullanarak bu karı kocayı
ayırmak için çoktan Monsieur de M’nin evine giriş izni elde etmek için
hazırlanmaya başlamışlardı, intiharın gerçekleşmesi bu gecikmiş hazırlıkları haklı
çıkardı ve soruna son noktayı koydu.
Elbette, sözün ruhunu yazıya hapsetmeyenler için bu intihar adamın işlediği
haince bir cinayetti; fakat aynı zamanda sıradışı bir kıskançlık nöbetinin
sonucuydu. Kıskanç adamların köleye ihtiyacı vardır, kıskanç adam sevebilir,
ama hissettiği aşk sadece kıskançlığın bir kopyasıdır; bütün bunlardan da öte
kıskanç adam bir özel mülk sahibidir (Marx bu cümleyi, Peuchet’nun anlattığı
başka bir intihar vakasından almıştır). Kreolun, nafile ve tehlikeli, hepsinden
de öte sevdiği kişinin anısına leke sürecek bir skandala neden olmasını
engelledim, çünkü işi gücü olmayan insanlar kocasının erkek kardeşiyle zina
etmekle suçlayacaktı bu kurbanı. Cenaze törenine katıldım. Hiç kimse gerçeği
bilmiyordu, sadece kocanın erkek kardeşi yani kreol ve ben biliyorduk. Bu
intiharla ilgili yüz kızartıcı söylentiler duydum etrafta ve söylentileri
çıkaranlardan nefret ettim. Asanların bu sahte üzüntüsüne ve kirli imalarına
yakından tanık olunca utanıyor insan. Yalnızlaşmış insanlar kadar çok, görgüsüz
ve hayli yoz olan fikirler vardır, çünkü bu insanların her biri kendine
yabancıdır ve herkes birbirine yabancıdır (Marx bu cümleyi, Peuchet’nun
anlattığı başka bir intihar vakasından almıştır, Marx çeviriye özgür bir yorum
getirir ve sonuç olarak şu kelimeleri ekler: “çünkü her biri kendine yabancıdır
ve herkes birbirine yabancıdır”). Bu arada, benzeri vakaların yaşanmadığı
birkaç hafta geçti. Aynı yıl çocuklarının ilişkilerine razı olmayan anne
babaların neden olduğu ve kızın da erkeğin de kendilerini tabancayla
vurmalarıyla noktalanan yasak bir aşk ilişkisini kayıtlarıma geçirdim.
Ayrıca, haksızlığa uğramaları nedeniyle, üstesinden gelemedikleri bir
melankoliye düşmüş, hayatlarının baharında gücü tükenmiş, görmüş geçirmiş
erkeklerin intiharlarını da kaydettim. Birçok insan, hiçbir yararı olmayan
reçetelerin uzun ve lüzumsuz işkencesinden sonra, tıbbın onları
hastalıklarından kurtarabilecek yetenekte olmadığı inancıyla yaşamlarını
sonlandırır.
Birisi, ünlü yazarların alıntılarından ve gösterişli bir edayla kendi
ölümlerine hazırlanan umutsuz insanların yazdığı şiirlerden oluşan olağanüstü
bir derleme hazırlayabilir. Ölüm kararını takip eden o muhteşem soğukkanlılık
anında, eğitimden yoksun sınıflar arasında bile, insanın ta içinden kopup gelen
azgın bir coşku akar kâğıda. Derinliklerinde kayboldukları bu kurban etmeye
iyiden iyiye kendilerini hazırlarlarken, tüm güçleriyle samimi ve kendilerini
yansıtan kelimeler bulmaya çabalarlar.
Arşivlerde unutulmuş bu şiirlerden bazıları şaheser niteliğindedir. Ruhunu
tümüyle kendi işine kaptırmış ve dini imanı para olmuş sıkıcı bir burjuva için,
belki de tüm bunlar oldukça romantiktir ve çekilen tüm bu acıları
anlayamadığından reddeder alaycı bir gülüşle: oysaki şaşırtmaz bizi onun bu
küçümseyişi.
Başka ne bekleyebilir ki insan bu paragözlerden, gün be gün, saat saat,
parça parça kendilerini, kendi insani doğalarını katledenlerden!
İnanmış ve eğitimli gibi gözüken bu iyi insanlar için ne demeli ki, oysa ta
kendileridir bu pisliği yansıtan. Şüphesiz, bu süprüntülerin toplu intiharının
yıkacağı bu dünyadaki ayrıcalıklı sınıfların umurunda olsa, bu sefil
şeytanların yaşama tahammül etmelerinin büyük bir önemi olurdu, ama
aşağılamalardan, alaylardan, süslü sözlerden başka, bu sınıfın varlığını
katlanılır kılacak araçlar var mıdır? Dahası, kendilerini harap eden ve
darağacı yoluyla intihar etmeyi tercih etmeyen, ölmeleri beklenen, bu
zavallıların ruhunda belli bir büyüklük olmalıdır. Elbette, ekonomimiz ne kadar
gelişirse, sefillerin bu soylu intiharları o kadar azalır. Bilinçli düşmanlık
bunların yerini alır ve sefiller düşüncesiz bir şekilde hırsızlık ve cinayet
riskini göze alır. Ölüm cezasına çarptırılmak iş bulmaktan daha kolaydır.
Polis arşivlerini karıştırırken intihar listesinde yalnızca tek bir korkaklık
vakasına rastladım. O da, düellodan kaçmak için kendini öldüren, Wilfrid Ramsay
adında genç bir Amerikalıydı.
İntihara yol açan çeşitli nedenlerin sınıflandırılması, toplumumuzun gerçek
eksikliklerinin sınıflandırılması olacaktır. Biri kendini öldürür, çünkü
dalavereciler buluşunu çalmıştır, ya da başka bir olayda mucit, kendini adamak
zorunda olduğu uzun bilimsel araştırmalar yüzünden, bir patent bile alamayacak
kadar korkunç bir yoksulluğun içine düşer. Bir diğeri oldukça büyük
masraflardan ve bu arada da iktisadi hayata hâkim grupların hiçbir şekilde
umursamadığı ve de çok yaygın olan parasal sıkıntılar yüzünden açılan onur
kırıcı hukuki davalardan kaçmak için kendini öldürür. Bir başkası da, aramızda
keyfine göre işverenlerin cimriliği ve aşağılamaları altında uzun süre
inledikten sonra kendini öldürür, çünkü iş bulamamıştır.
Bir gün doktorun biri, kendisini sebebi olmakla suçladığı bir ölümle ilgili
bilgi almak için bana geldi.
Bir akşam, yaşadığı yere, Belleville’e dönerken, karanlıkta, kendi evinin
civarındaki dar bir sokakta, başı örtülü bir kadın durdurur onu. Kadın titrek
bir sesle kendisini dinlemesi için yalvarır. Biraz uzakta simasını seçemediği
biri, bir aşağı bir yukarı yürümektedir. Bir adam kadını takip etmektedir.
Kadın “bayım, ben hamileyim ve bu anlaşılırsa bütün itibarımı kaybedeceğim” der
doktora. Ailem de, konu komşu da onurlu insanlar da merhamet göstermeyecektir
bana. Güvenine ihanet ettiğim bu kadın da aklını yitirecek ve şüphesiz
kocasından da boşanacaktır. Yaptıklarımın doğru olduğunu iddia etmiyorum. Ben
bir skandalın tam ortasındayım ve bu skandalın duyulmasını engelleyecek tek şey
de benim ölümümdür. Kendimi öldürmek istedim, ama insanlar yaşamamı istiyor.
Bana senin merhametli biri olduğun söylendi ve bu beni sizin bir çocuğun
öldürülmesinde suç ortağı olmayı istemeyeceğinize ikna etti, bu çocuk henüz
dünyaya gelmemiş olsa bile. Görüyorsunuz, bu bir kürtaj sorunu. Ben en
ayıplanacak suç olarak kabul ettiğim bir şey için basitçe yalvararak
küçültmeyeceğim kendimi. Sadece çevremdeki insanların yakarışlarına boyun
eğdiğim için geldim size; çünkü nasıl ölüneceğini biliyorum. Ölümü kendim
çağıracağım ve bunun için kimseye ihtiyacım yok benim. Biri bahçe sulamaktan
keyif alıyormuş gibi yapabilir; bunun için tahta takunyalar giyebilir; her gün
su taşıdığı kaygan bir zemini seçebilir; bir kuyunun derinliklerinde kaybolmayı
planlayabilir; ve insanlar bunun “kaza” olduğunu söyleyecektir. Olacakları
görüyorum bayım. Keşke tüm kalbimle çekip gitmek isteğim anın ertesi sabahı
olsa. Herşey önceden planlandı ve bu plana göre gerçekleştirilecek. Sana bunu
anlatmam söylendi bana. Sen sadece bir karar vereceksin, bir cinayet mi
işlenecek, yoksa iki cinayet mi. Yemin ederim ki, cesaretsizliğim yüzünden,
kayıtsız şartsız senin kararına biat edeceğim. Ver kararını!
‘Bu seçim’, diye devam etti doktor, ‘dehşete düşürdü’ beni. Kadının sesi
pürüzsüz ve ahenkliydi; elime aldığım elleri, güzel ve narindi; umutsuzluk
içinde bile açık sözlü ve kararlı oluşu mükemmel bir ruhun göstergesiydi. Fakat
beni gerçekten korkutan bir nokta vardı bu olayda; binlerce vakada, zor
doğumlarda, örneğin, cerrahın annenin veya çocuğun yaşamını kurtarma arasında
seçim yaptığı durumlarda karar veren cerrah olmasına rağmen, tereddüt etmeden
keyfiyetle kararını veren ya politika ya da insanlıktır’.
‘Yurtdışına kaç’ dedim. ‘İmkânsız’ dedi, ‘izin vermez buna.’
‘Tedbirli ol.’
‘Yapamam, arkadaşlığına ihanet ettiğim kadınla aynı evde yaşıyoruz.’
‘O kadın akrabanız mı?’ ‘
‘Daha fazlasını söyleyemem.’
“Bu kadını intihardan ya da suçtan kurtarmak için ya da bana ihtiyacı
kalmadan bu çıkmazdan kurtulabilsin diye canımı bile vermeliydim” diye sürdürdü
konuşmasını doktor. Kendimi barbarlıkla suçladım, çünkü bir cinayete suç ortağı
olmaktan korktum. Mücadele korkunçtu. Sonra şeytan bana, sadece biri ölmeyi
istediği için öldürmez ki kendini, diye fısıldadı; eğer kötülük yapma güçleri
ellerinden alınırsa, bu uysal kişiler yanlış yapmaktan alıkonulabilirler.
Parmaklarıyla oynadığı nakışların kalitesinden ve güzel konuşmasından belliydi
zengin olduğu. Zenginlere daha az merhamet göstermek zorunda olduğumuza
inanırız; o zamana kadar bu konuya değinilmemiş olmasına rağmen, ki bu nezaket
göstergelerinden biriydi ve karakterimin saygı gördüğünün kanıtıydı, gururum altınla
ayartılma düşüncesine karşı çıktı. Cevabım ‘hayır’dı; kadın hızla uzaklaştı; at
arabasının gürültüsünü duyunca yaptığım şeyi artık düzeltemeyeceğimi anladım.
On beş gün sonra gazeteler bu sır perdesini aralamamı sağladı. Paris’li bir
bankacının, en fazla 18’inde olan genç yeğeni, annesi öldüğünden beri gözünün
önünden ayırmayan teyzesinin çok sevdiği ve vesayeti altında tuttuğu bu kız,
Villemomble’da, vasisinin bölgesinde, ayağı kayarak dereye düşmüş ve
boğulmuştu. Vasisi teselli edilemeyecek kadar üzgündü; bu mevkiye sahip olan
enişte, bu ödlek baştan çıkarıcı, dünyanın önünde acısını böyle açığa
çıkarabilirdi.
İnsan, daha iyi bir şey isteği için, özel hayatın kötülüklerine karşı
intiharın en son çare olduğunu anlıyor.
İşten atılmalardan, işin reddedilmesinden veya maaşta ani bir düşüşten
kaynaklanan intiharların daha sık olduğunu gördüm; çünkü bunlar yüzünden
aileler artık geçinecek parayı temin edemez, birçoğu kıt kanaat yaşar.
Kraliyet sarayındaki muhafızların sayılarının azaltıldığı dönemde, iyi bir
adam bile pek de umursanmadan diğerleri gibi işten çıkarıldı. Nüfuzunun
olmaması ve yaşı yüzünden orduya dönmesi imkânsızdı; yeterli bilgisinin
olmadığı için fabrikalarda da bir iş bulamadı. Devlet memurluğuna girmeye
çalıştı; ama her yerde olduğu gibi burada da oldukça fazla olan rakipleri önünü
tıkadı. Umutsuz kederlere düştü ve kendini öldürdü. Cebinde, içinde bulunduğu
durumu anlatan, bir mektup bulundu. Karısı fakir bir terziydi; 16 ve 18
yaşlarında olan iki kızı anneleriyle çalışıyordu. Tarnau, intihar eden kişi,
arkasında bıraktığı mektupta, ‘artık ailesine bir faydası olmadığı, karısı
ve çocukları üzerinde yükten başka bir şey olmadığından, yapması gereken şeyin
onları bu fazlalıktan kurtarmak için yaşamına son vermeyi düşündüğünü’
yazıyordu. Çocukları için Angouleme düşesini öneriyordu; iyiliğiyle prensesin
birçok umutsuza derman olduğunu sanıyordu. Angles’nin emniyet müdürüne bir
rapor yazdım ve gerekli formaliteler tamamlandığında düşes, bu talihsiz Tarnau
ailesine 600 frank gönderdi.
Acıklı bir yardım aslında, böyle bir kayıptan sonra. Fakat tek bir aile
nasıl bütün yoksullara yardım edebilir, her şey hesap edildiğinde bile, şu anki
durumuyla Fransa’nın tümü onları besleyemez. Bütün ulusumuz dindar olsa bile,
zenginlerin iyiliği yeterli değildir, ki bunun konumuzla da bir ilgisi yok.
İntihar en içinden çıkılmaz sorunları çözer, geri kalanını da idam sehpası.
Gelir kaynakları ve gerçek zenginliğin sadece tarım ve sanayideki genel
sistemimizin yeniden düzenlemesinden elde edilebileceğine inanılır. Kâğıt
üzerinde, anayasaları, her vatandaşın eğitim ve çalışma hakkını ve hepsinden
öte asgari geçim parasını açıklamak kolaydır. Ama bu cömert talepleri yazıya
dökmek yeterli değildir, asıl iş bu özgür düşüncelerin somut ve akıllıca
işleyen kurumlarda başarılı sonuçlar vermesini sağlamaktır.
Bu coşku dolu dünya, putperestlik, muhteşem yaratılar ortaya çıkardı;
modern özgürlük rakibinin arkasında mı kalacak? Gücün bu iki muhteşem öğesini
kim birbiriyle kaynaştıracak?
Bitirirken, Peuchet’nun Paris’teki intiharlar üzerine olan tablolarından
birini vereceğiz.
Peuchet’nun verdiği başka bir tablodan 1817’den 1824’e kadar Paris’te 2808
intihar vakasının yaşandığını öğrendik. Aslında, elbette, gerçek sayı bundan
daha da fazlaydı. Özellikle, cesetleri morgda teşhir edilen boğulmuş insanlar
göz önüne alındığında, bu vakaların intihar olup olmadığını anlamak, yalnızca
çok azı için mümkündü.
İntihar Tablosu, Paris 1824
Yılın ilk yarısındaki sayı: 198
Yılın ikinci yarısındaki sayı: 173
Toplam: 371
İntihar teşebbüsü başarısız olanlar: 125
İntihar sonucu yaşamını yitirenler: 246
Erkekler: 239
Bayanlar: 132
Evli olmayanlar: 207
Evli olanlar: 164
İntihar Yöntemleri
Yüksek bir yerden atlayarak: 47
Kendini asarak: 38
Kesici aletlerle: 40
Ateşli silahlarla: 42
Zehir içerek: 28
Dumandan zehirlenerek: 61
Suda boğulma: 115
İntihara İten Nedenler
Tutkulu aşk, aile içi anlaşmazlıklar ve keder: 71
Hastalık, yaşamdan bıkmak, delilik: 128
Ahlak dışı davranış, kumar, şans oyunları, suçlanma ve cezalandırılma
korkusu: 53
Sefalet, yoksulluk, mevki kaybı, iş kaybı: 59
Bilinmeyen: 60
Karl Marx, İntihar Üzerine,
Derleyenler ve Çevirenler: Barış Çoban – Zeynep Özarslan, Yeni Hayat
Kütüphanesi Yay., 1. Basım, Mayıs 2006, İstanbul. Metnin
Orjinali: Peuchet: On Suicide, K. Marx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.