Mahmut Boyuneğmez
[[Every child knows a
nation which ceased to work, I will not say for a year, but even for a few
weeks, would perish. Every child knows, too, that the masses of products
corresponding to the different needs required different and quantitatively
determined masses of the total labor of society. That this necessity of the distribution
of social labor in definite proportions cannot possibly be done away with by a particular form of social production but
can only change the mode of its appearance, is self-evident. No natural
laws can be done away with. What can change in historically different
circumstances is only the form in which these laws assert themselves. And the
form in which this proportional distribution of labor asserts itself, in the
state of society where the interconnection of social labor is manifested in the
private exchange of the individual
products of labor, is precisely the exchange
value of these products.
(…)
The vulgar economist has
not the faintest idea that the actual everyday exchange relations can not be directly identical with the
magnitudes of value. The essence of bourgeois society consists precisely in
this, that a priori there is no
conscious social regulation of production. The rational and naturally necessary
asserts itself only as a blindly working average. And then the vulgar economist
thinks he has made a great discovery when, as against the revelation of the
inner interconnection, he proudly claims that in appearance things look
different. In fact, he boasts that he holds fast to appearance, and takes it
for the ultimate. Why, then, have any science at all?
But the matter has also
another background. Once the interconnection is grasped, all theoretical belief
in the permanent necessity of existing conditions collapses before their
collapse in practice. Here, therefore, it is absolutely in the interest of the
ruling classes to perpetuate a senseless confusion. And for what other purpose
are the sycophantic babblers paid, who have no other scientific trump to play
save that in political economy one should not think at all?]]
Kaynak: Abstract from
Marx to L. Kugelmann in Hanover, London, July 11, 1868 https://www.marxists.org/archive/marx/works/download/Marx_Engels_Correspondence.pdf, Erişim tarihi: 14.05.2022
Bu
yazıyı yazmama vesile olan olay, Suat Kamil Aksoy’un emek-değer teorisini
Marx’ın “doğal” bir yasa olarak gördüğünü iddia etmesidir. Marx “doğal” derken
ne kastediyor, neyi doğal bir yasa olarak görüyor, gelin bakalım… Önce
Kugelmann’a yazdığı ve İngilizcesini yukarıda aktardığım mektubun bazı
kısımlarının Türkçesini okuyalım:
Her çocuk, çalışmayı bırakan bir
ulusun, bir yıl demeyeceğim, fakat birkaç hafta içinde bile yok olacağını
bilir. Her çocuk, farklı ihtiyaçlara karşılık gelen ürün miktarlarının,
toplumsal toplam emeğin farklı ve niceliksel olarak belirli miktarlarını
gerektirdiğini de bilir. Toplumsal emeğin belirli oranlarda dağılması gerekliliğinin, toplumsal üretimin belirli bir formu tarafından ortadan kaldırılmasının mümkün
olmadığı, fakat yalnızca bunun görünüş
tarzını değiştirebileceği, apaçıktır. Hiçbir doğal yasa ortadan
kaldırılamaz. Tarihsel olarak farklı durumlarda değişebilir olan, sadece bu
yasaların kendilerini ortaya koydukları formdur. Ve toplumsal emeğin iç
bağlantılarının, emeğin bireysel ürünlerinin özel değişiminde görünür hale geldiği bir toplum durumunda, toplumsal emeğin oransal dağılımının kendini
ortaya koyduğu form, kesinlikle bu ürünlerin değişim değeridir.
Vulgar ekonomist, her günkü aktüel
değişim ilişkilerinin, değer büyüklükleriyle doğrudan özdeş olamayacağı yönünde sönük bir fikre (dahi) sahip
değildir. Burjuva toplumun özü kesinlikle şundan ibarettir, a priori üretimin bilinçli toplumsal
düzenlenişi yoktur. Rasyonel ve doğal zorunluluk kendini sadece kör çalışan
ortalama olarak ortaya koyar (…)
Fakat konu başka bir arka plana daha
sahiptir. Bir defa içsel bağlantılar yakalandı mı, mevcut koşulların kalıcı
zorunluluğuna dair bütün teorik inanç, bu koşulların pratikteki çöküşünden önce
çöker. Bu nedenle, burada, yöneten sınıfların anlamsız bir kafa karışıklığını sürdürmeleri
mutlak çıkarlarınadır. Ve politik ekonomide hiç düşünmemek dışında oynayacak
başka bilimsel kozları olmayan dalkavuk gevezelere başka hangi amaçla para
ödeniyor?
İnsanlar
ihtiyaçlarını karşılamak için ürünler üretirken, işbölümüne giderler. İlkel
topluluklar da dâhil, tüm tarih boyunca toplumsal üretimlerinde insanlar, farklı
emek türlerine dağılmış bir toplam toplumsal emeğe sahiptirler. Bu durum,
üretim tarzlarının değişmesiyle değişmez. Bu nedenle Marx, toplumsal emeğin
farklı emek türlerine dağılımını, “doğal” bir yasa olarak görmektedir. Dikkat edilsin, bu "doğanın bir yasası" değil, "doğal" bir yasadır. Tıpkı
ürünlerin, emek harcanarak üretilmesi gibi “doğal” bir yasadır. Komünist
toplumun ilk evresinde, ürünler değişime girmeyecek, fakat işbölümünce üretilen
ürünlere bireyler ne kadar emek miktarı aktarmışsa, gerekli toplumsal fonlar
için kesintiler yapıldıktan sonra, o miktarda emeğin oluşturduğu başka ürünleri
geri alacaktır. Bu dönemde toplumsal üretim, bilinçli/bilimsel olarak bu ilke
ekseninde düzenlenir. Komünist toplumun ileri evresinde, insanlar işbölümüne
kölece boyun eğmeyecek, sabah balık avlayacak, öğlene doğru başka bir yeteneği
doğrultusunda kendini gerçekleştirecek, öğleden sonraysa belki de bir
eleştirmen/yazar olarak var olacaktır. Ancak yine de bu evrede de, toplumsal
üretim, farklı emek türlerine dağılım gösterecektir. Üretkenlikteki artış öyle
bir düzeydedir ki, bireyler birden çok emek türünde kendi yaratıcı
potansiyellerini gerçekleştirmekte, tek bir emek türünde çalışma boyunduruğunda
bulunmamaktadır.
Evet,
ilkel topluluklar ve komünizm dönemleri dâhil, tüm toplumsal üretim tarzlarında
geçerli olan, toplam toplumsal emeğin farklı emek türlerine oransal dağılımı, “doğal”
bir yasadır.
Toplumsal
emeğin işbölümüyle bu dağılımı kendini bireysel ürünlerin değişimi şeklinde
gösteriyorsa; başka bir deyişle, insanlar ihtiyaçlarını, üretimlerini ve
bölüşümlerini bilinçli bir genel toplumsal düzenlemeye giderek değil de,
kendiliğinden tarihsel olarak gelişen değişim ilişkileri yoluyla gideriyorsa, toplumsal
emeğin oransal dağılımı kendini bir biçimde/formda ortaya koyar: değişim değeri…
İşte bu biçim/görünüş tarzı, tarihsel olarak değiştirilebilir olandır.
Geleceğin toplumunda/komünizmde, toplam toplumsal emeğin farklı emek türlerine
oransal dağılımı yine olacak, bu yasa/öz “doğal” bir yasa düzeyinde işlerliğini
sürdürecek, fakat yasanın kendini ortaya koyuş tarzı/biçimi/görünüşü olan,
farklı emek miktarlarının pazar/değişim ilişkilerinde birbirleriyle değiş
tokuşuyla beliren değişim değerleri ortadan kalkacaktır. Bunun yerine komünizmin
ilk evresinde, üreticiler ihtiyaçlarını gidermek için, toplumsal emeğe
kattıkları emek miktarıyla orantılı şekilde geriye başka ürünlerde somutlaşmış
emek miktarlarını çekecektir. Daha ileri evredeyse, ürün bolluğu olduğundan,
bireylerin işbölümüne uymaları gerekmeyecek, bir birey birçok alanda yaratıcı
bir faaliyet olarak üretimde bulunacaktır.
İşte
bu nedenlerle Marx, Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde şu satırları yazmıştır:
“Üretim araçlarının ortak mülkiyeti
üzerine kurulu kooperatif toplumda, üreticiler ürünlerini değiştirmezler;
ürünlere harcanan emek, ürünlerin içerdiği maddi bir nitelik olarak,
onların değeri olarak
belirmez, çünkü kapitalist toplumdakinin tersine, bireysel emek artık dolaylı
biçimde değil de, doğrudan toplumsal emeğin parçasıdır (…)”
Bireysel
emek, kapitalist toplumda pazar/piyasa aracılığıyla toplumsal emeğin bir
parçası olur. Sosyalist/komünist toplumun ilk evresindeyse, üretim toplumun
ihtiyaçları doğrultusunda bilimsel olarak planlanır ve üreticilerin emeği,
değişim ilişkileri dolayımına girmeden, doğrudan toplumsal emeğin bir parçası
olarak ürünlere aktarılır, bu aktarılan kadar emek içeren başka ürünlerse
yeniden bireylerin tüketimine sunulur.
Marx’ın
terminolojisinde “maddi” kelimesi, “nesnel” ile eş anlamlıdır. Aslında, değer, metaların
nesnel, ölçülebilir bir özelliğidir. Ortalama ve toplumsal olarak gerekli emek
miktarlarıyla değer büyüklükleri belirlendiğinden, emek de toplumsal bir pratik
olduğundan; değere, toplumsal ilişkilerin bir sonucu olarak bakılmalıdır. Değer
metaların, fiziksel bir niteliği, doğal bir niteliği değildir. Örneğin altının
iletkenliği, fiziksel/doğal bir nitelikken, değeri “nesnel” bir özelliktir.
Fakat biz Marx’ın ne demek istediğini anlıyoruz. Önemli olan nokta, ilkel
topluluklarda ve komünist toplumda, emeğin ürünler oluştururken, onlarda bir
değer görünümüne sahip olmadığının kavranmasıdır.
Emek-değer
yasası, ilkel topluluklarda, komünizmde, Robinson gibi bir adada yaşamak
zorunda kalmış birkaç kişinin aralarında kurduğu ilişkilerde, hayvanların
biyolojik/doğal “emeği”nin ürünlerinde, bir kişinin kendi kullanımı için yani
yararlılığı için emek harcayarak oluşturduğu bir üründe (örneğin bir köylünün
kendi ailesi için peynir yapmasında) geçerli değildir. Değerin oluşması için
emek harcanması ve ürünlerde bu emeğin içerilmesi gereklidir. Fakat bu ürünler
insanlar arasında değişime girmediği sürece, içerdikleri emek miktarları, değer
olarak gerçekleşmez. Değer, metaların üretim sürecinde oluşur, fakat dolaşımda
gerçekleşir.
Marx’ın
Gotha Programı’nın Eleştirisi’nde, metalardan, kapitalist toplumdan
bahsedişinde, “değer”, “eşdeğer” kavramlarını kullanması, komünist toplumdan
bahsederken ise, “değer” kavramını kullanmaması dikkat çekicidir. Komünist
toplumun ilk evresinde örneğin, emek miktarlarının üretimde toplumsal emeğe
katılması ve tüketim için geriye katıldığı oranda çekilmesinden
bahsedilmektedir. Marx komünist toplumda ürünlerin “değer”inin olmadığını
yazmasının yanı sıra, üretimdeki ve tüketimdeki ilkelerden bahsederken de, “değer”
kavramı ekseninde bir açıklama sunmaz. Örneğin, komünist toplumun ileri evresinde,
bölüşüm ilkesi “herkese ihyacına göre” olarak belirtilir; yani, artık toplumsal
toplam ürünlere katılan bireysel emek miktarlarının da bir önemi yoktur; her
birey yetenekleri doğrultusunda katkısını koyacak, ihtiyaçları doğrultusunda
ürün ve hizmetlerden yararlanacaktır.
Konuyu aydınlatması açısından ben de bu sözleri şöyle yorumlamaya çalıştım; “ Her çocuk, çalışmayı bırakan bir ulusun, bir yıl demeyeceğim, fakat birkaç hafta içinde bile yok olacağını bilir. Her çocuk, farklı ihtiyaçlara karşılık gelen ürün miktarlarının, toplumsal toplam emeğin farklı ve niceliksel olarak belirli miktarlarını gerektirdiğini bilir. Toplumsal emeğin belirli oranlarda dağılması gerekliliğinin, toplumsal üretimin belirli bir formu tarafından ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı, fakat yalnızca bunun görünüş tarzını değiştirebileceği, apaçıktır.hiç bir doğal yasa ortadan kalkmaz.”
YanıtlaSilMarks burada toplumsal olarak , toplumun ihtiyaçları,kullanımı için üretilen ürünlerden, maddi üretim değerlerinden bahsetmektedir, bu üretimi bırakırsak insan topluğunun yaşayamayacağından bahsetmektedir, bu insanın , alet üretimiyle birlikte insanlaşma sürecinin doğal bir sonucudur demektedir. Bu bir doğa yasası değildir, insanın doğayı dönüştürmesiyle oluşturduğu sentetik koşulların bir doğal yasadır. Bu kullanım değeri (fayda değeri) üretimi(ihtiyacı gidermek için yapılan), tüm toplumsal süreçlerde geçerlidir, demektedir. Ekonomi politik olarak asıl , bizi ilgilendiren değer, kullanım değeriyle, değişim değerinin birlikteliğiyle açığa çıkar; özünde de soyut gerekli emek zamanıyla ölçülür. Bu değişmez.
Değerin yasasının yürürlüğe girmesi için sınıflı toplumun meydana gelmesi gerekir, sınıfsız toplumlarda bu yasa yürürlüğe girmez. Sınıflı toplumlarda yürürlüğe girer. Sınıfsız toplumlarda da değerler üretimi vardır. Bunlar toplumun kullanması için ihtiyacının giderilmesi içindir. Ekonomi –politik olarak değer olabilmesi için karşılıklı olarak değiştirilmesi, takas edilmesi gerekir. İşte bundan sonra ben ürünün gerekli emek zamanıyla ölçülen, soyut insan emeğine göre değerlendiririm . gerçek değeri budur. Takasla veya parayla değişime girmesi bu değeri değiştiremez.
Şöyle şematize edersek daha kolay anlaşılabilir;
1;Sınıfların oluşmadığı İlkel Komünal dönem’de;
Toplumun hayatını idame ettirebilmesi için zorunlu üretim ilişkilerini sürdürmesi , kullanım değerleri içeren ürünler üretmesi. Bu doğaldır.
Bunu ,sınıflı toplumlardaki değerle karıştırmamak gerekir, buradaki değer fayda değeridir.
2; Sınıflı toplumdaki ise değer ise ekonomi politiğin alanına girdiği değerdir; takas veya değiştirme işlemine giren kullanım değerleridir, bunun oluşabilmesi için, başkaları içinde bunun kullanım değeri içermesi gerekir, sadece benim için kullanım değeri olması ,onu ekonomi politikte kabul ettiğimiz değer vasfına sokmaz.
Evet hocam haklısınız. Somut emek türleri, kullanım değerleri üretir ve iş bölümü uyarınca toplam toplumsal emek farklı emek türlerine oransal olarak dağılır, ne kadar ihtiyaç varsa çeşitli ürünlere. Çalışmanın soyut emek, yani toplumsal olarak gerekli ortalama ve emek türlerinden soyutlanmış emek yönü ise değerin üretimiyle ilgilidir. Sınıfsız toplumlarda somut emek türleri kullanım değerleri üretse de, ortalama ve soyutlanmış/metaların birbirleriyle değişiminde somut emek türü vasfından kurtulmuş emek boyutu olmayacaktır, çünkü değişimde bu soyutlama oluşur. Değer ile değişim değeri ayrılabilir şeyler değildir. Değer, tıpkı artık-değer gibi, üretim süreçlerinde oluşur, fakat dolaşımda gerçeklik kazanır.
SilKapitalist üretim tarzında, bir metanın üretimi için gerekli toplumsal ortalama soyut emek miktarı, o metanın değerini, eş deyişle değişim değerini oluşturur. Değişim ilişkilerinde, bu değerin üstünde ya da altında emek miktarları değiştirilir. Metanın değer büyüklüğü, bunların ortalamasıdır ve bu ancak değişim ilişkilerinin varlığında gerçeklik kazanır. Değişim ilişkilerinde metalar birbirleriyle karşılaştırmaya tabidir ve içerdikleri emek miktarları birbirlerine göre kıyaslanır. Böylelikle eşdeğerlerin değişimi, tarihsel süreç içerisinde mümkün hale gelmiştir.
YanıtlaSilSosyalizmde, ürünlerde toplumsal olarak gerekli ortalama emek miktarları içerilecek, fakat ürünler değişime girmediğinden, piyasa aracılığıyla bu ürünler birbirleriyle kıyaslanmayacaklardır. Bu karşılaştırma olmadığında, ürünlerin içerdiği emek miktarları değer olarak gerçeklik kazanmaz. Toplam toplumsal emeğin iş bölümü uyarınca somut emek türlerine dağılımı, artık piyasa dolayımıyla ilişkilenmeyecek, bir kişinin ürününe aktardığı emek miktarı, değer görünümünü almadan, ihtiyacı olan başka ürünlerdeki emek miktarlarının çekilmesiyle “değişilecektir”. O kişi toplumsal toplam iş gününe kattığı çalışma saatleri karşılığında, bu saatlere karşılık gelen ve ihtiyacı olan ürünleri alacaktır. Yani kapitalizmde ilkede, sosyalizmde ise her bir tekil durumda, eşit emek miktarları değişilir. Sosyalizmde bu “değişim”, piyasa yoluyla olmadığından, ürünlerde değer görünümü gerçeklik kazanmaz. Sosyalizmde, her bir birey için eşit emek miktarları değişilir, oysa kapitalizmde ancak ürünlerdeki emek miktarları ortalama üzerinden değişitirilebilir; kimi bireyler ortalamanın altındaki bir emek harcaması miktarını, kimileri de ortalamanın üzerindeki bir emek miktarı harcamasını değişime sokar.
Sosyalizmde eşit emek miktarları “değiştiriliyorsa”, neden buna eşit değerler değiştiriliyor demiyoruz? Çünkü kapitalizmde emek miktarlarını kıyaslayan şey, pazardaki değişim ilişkileridir. Değişim ilişkileri, metaların içerdiği emek miktarlarını karşılaştırır ve bu karşılaştırma yoluyla metalarda değer, bir gerçeklik kazanır. Değişim ilişkilerine girmeyen bir ürünün içerdiği değerden değil, emek miktarından bahsedilebilir. Bu ürün değişim ilişkisine girmediği sürece değer olma olanağına sahiptir, bir gerçeklik olarak değere değil. Sosyalizmde ise, somut kullanım değerleri üreten somut emek türleri, toplumsal emeğin, pazar aracılığyla değil, doğrudan bileşeni durumundadır. Üreticilerin emek miktarları değişim ilişkilerine girmediğinden, piyasa ilişkilerinde doğal bir süreçle birbirleriyle kıyaslanmaz ve değer büyüklükleri halini almaz. Bir ürün, bir başkasına göre daha az ya da daha çok bir değere sahip olmaz. Üretim planlanarak, üreticiler ürünlere aktardıkları emek miktarları karşılığında, geriye toplam toplumsal emekten, bu miktara karşılık gelen ürünleri çekerler.
Değer bağıntısı, adı üzerinde bir bağıntıdır ve fiili olarak üreticiler arasındaki ilişkileri yansıtır. İlkel topluluklar hariç, sosyalist topluma kadarki dönemde, üreticiler/üretim birimleri birbirleriyle tarih içerisinde ancak ve ancak piyasa aracılığıyla fiili olarak ilişkilenmiştir. Pazar/piyasa ilişkileri, farklı emek türlerini birbirleriyle ilişkilendiren reel/fiili ortamdır. Bu ilişkileri zihinsel bir işlemle yok sayıp, üretim süreçlerinde üreticiler farklı emek miktarlarını ürünlerine aktarıyorlar ve böylece ürünlerin değerleri oluşuyor, sonrasında da bu ürünleri değiştiriyorlar şeklinde düşünülürse, bu gerçekliğe uymaz. Ürünlerdeki harcanmış emek miktarlarının, üretim süreçlerinde değer olma potansiyeli/olanağı oluşur, değişim ilişkilerine sokulup, diğer ürünlerdeki emek miktarlarıyla karşılaştırmalar piyasada doğallığında oluşmadığında, değer olarak gerçeklik kazanmazlar.