Fuat Filizler
Yuval Norah Harari’nin Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi
başlıklı kitabı 2013’te yayınlandı. Küresel tekelci kapitalist anti-bilim
endüstrisinin bu yeni sürümünün lansmanını ve sponsorluğunu bu kez Facebook
patronu Marc Zuckerberg yaptı. Yanı sıra Bill Gates, Obama, Jared Diamond’ın
reklamasyon-referanslarıyla kitap uçuşa geçti. 2 yılda 30’dan fazla dile
çevrildi, hemen her dilde 15-30 arası baskı yaptı, uzun süre liste başı oldu,
toplamda milyonlar sattı. Popüler bilim meraklılarının yanı sıra öğrenciler,
beyaz yakalı işçiler, ev kadınları ve emeklilere kadar yaygın olarak okundu,
konuşuldu, sosyal medyada yaygın alıntı paylaşımları yapıldı. Harari’nin
Türkiye’de solda geniş bir zemin bulduğu görülüyor. Sosyal medyada kendini
solcu olarak tanımlayanlar arasında alıntıları en sık paylaşılan yazarlar
arasında. Harari, Ekolojistlerin ve Gaia dergisinin temel bir referansıdır.
Birgün gazetesi onun kitaplarını “muhteşem” diye önerecek kadar kendinden
geçebiliyor.
Harari, Silikon Vadisi
büyük patronlarının eski “enformasyon toplumu” fantezilerinin yeni
“biyo-dijital çağ” versiyonlarının post-modern bir kavalcısıdır. Post-modern
“sanayi-sonrası toplum”, “enformasyon toplumu”, “yeni dijital çağ” spekülatif
kuramlarının “felsefi ontolojik antropoloji” versiyonudur.
Tutarlı sistematik bir
kurama ve nitelikli inceleme araştırmaya dayanan somut tarihsel-ampirik
antropolojiden farklı olarak, felsefi antropoloji soyut ve spekülatiftir. Tarihsellikten,
somut toplumsal ilişki biçimlerinin somut bilimsel-eleştirel analizinden
bağımsız olarak, “insanı insan yapan” soyut ideal ön varsayımlar ve ontolojik
ilkeler keşfetmeye çalışır. Yaşamış ve yaşayacak tüm insanlarda, tüm
toplumlarda, tüm kültürlerde “görülmesi gereken” kendinden geçerli en genel
özellikler, bir bütün olarak insanın ne olup olmadığını tayin edecek ölümsüz
ilkeler arayışındadır.
Tarihin belli bir
döneminde insana dair ortaya atılan ve ezeli-ebedi olarak kendinden geçerli
sayılan soyut idealist ön varsayımlar, gerçekte o dönemin toplumsal üretim ve
yeniden üretim ilişkilerinin en yaygın ve en yüzeysel görünümlerinden yapılmış
biçimsel-soyut kurgulardan ibarettir. Felsefi antropolojinin “insan”
anlayışının soyut-kurgusallığını, belli bir dönemde ortaya atılan ezeli-ebedi
“insanlık ilkeleri”nin o dönemin gerçek toplumsal ilişkilerinin değişmesiyle
birlikte değişmesinden görebiliriz.
İnsanlar belli ürünler
üretirken, toplumsal-maddi üretkenliğin gelişme düzeyine uygun olarak,
birbiriyle girdikleri belli toplumsal ilişkileri de üretirler ve yeniden
üretirler. Dahası bu toplumsal-maddi ilişkileri üretirken, bu ilişkilerin soyut
ifadelerini, kendilerini, dünyayı, yaptıklarını anlamlandırma çerçevelerini de
üretirler. Demek ki, bu ideal ilkeler, soyut, yüzeysel, ters yüz görünümü
oldukları belli toplumsal-maddi “ilişkilerden daha ölümsüz değildirler. Bunlar
tarihsel ve geçici ürünlerdir.” Felsefi antropoloji içinse “bu soyut ilkeler,
tersine ilk nedenlerdir. Tarihi yapan bu soyut ilkelerdir, insanlar değil.”
(Marx, Felsefenin Sefaleti, s.199)
Egemen sınıf düşünür ve
ideologları, içinde yaşadıkları dönemdeki insana dair kuruntularını, ulaşılmak
istenen bir ideal biçiminde kurgular. Başka deyişle, bugün olan (bugünkü
toplumsal ilişkilerin şu veya bu görüngüsü) yarın olması gerekendir, yarın
olması gereken ise (tüm tarihin buna göre kurgulandığı) zaten olandır! Böylece
bir milim bile ileri gitmiş olmayız. Yalnızca toplumsal üretici güçler/üretim
ilişkilerinin, sınıf mücadelelerinin ve devrimlerin tüm sahici hareket ve
gelişim tarihini ve geleceğini sim sala bimle yok sayıp, bugünün belli görüngü
ve eğilimlerinin (Harari’de bilişim ve gen teknolojileri) tarihsel süreç ve
toplumsal ilişkilerden soyutlanmış kurgu-fantezilerini geçmişe ve geleceğe yansıtarak,
bugünü ezeli ve ebedi ilan etmiş oluruz!
Toplumsal üretim
ilişkilerinin tarihsel hareketini – ki felsefi antropolojinin tüm ön varsayımları
bunun biçimsel, yüzeysel, çarpıtılmış ifadelerinden ibarettirler- bir yana
bıraktığımız an, gerçek ilişkilerden yalıtılmış bu soyut idealist ifadelerin
içinde, maddi gerçekliğe ve insana önsel, kendinden-geçerli, kendiliğindenci
düşüncelerden başka bir şey görülemez hale gelir. Ve bu düşüncelerin kaynağı da
kaçınılmaz olarak “saf aklın hareketi”ne bağlanır. (Marx, age)
Antropolojide insanı tür
olarak ayırt etmede kullanılan “homo sapiens” (akıllı/bilen insan) terimi de,
gerçekte bilimsel olmaktan çok, insanın yalnızca bir yanını soyutlayıp mutlak
önsel sayan, diğer her türlü niteliğin ve tarihin ondan türediği izlenimi
veren, felsefi idealist “insan” tanımıdır.
Post-modern felsefi
antropoloji için bulunmaz fırsat! Harari daha kitabının başlığında soyut
kavramları eğip bükerek felsefi spekülasyona başlar: “Sapiens: (Hayvanlardan
Tanrılara) İnsan Türünün Kısa Tarihi”. Daha başlıkta “Homo Sapiens”in
“Homo”sunu atarak, insanı bir nevi “bilişselliğe”, bilişsel bir hayvan türü ya
da morf’a (biçim) indirger. Harari’ye göre, aslında insan diye bir şey de
yoktur. (“Aslında kaşık da yok!” Bkz. Matrix filmi.) Ya da insan, hayvandan
tanrıya geçiş sürecindeki eksik, sefil ve mutant bir “bilişsel tür”den
ibarettir. Bu fikir -eğer buna bir fikir denilebilirse tabii-, olduğu gibi
Nietzsche’den alınmış, biraz Dawkinsci biyo-determinizm (ya da yeni
sosyal-darwinizm) biraz Kurzweilci fütüro-mutantoloji takviyesiyle, günümüz
bilişim ve gen teknolojileri konusunda Silikon Vadisi büyük patronlarının “iç
görüleri”ne uyduruluvermiştir.
Harari, Sapiens’ten
(akıl) insanı da attıktan sonra, geriye kalan zaten “saf aklın”
(post-modernizmde “saf genel zihin”in) içkin hareketidir. Kitap kapağındaki
parmak izi ise, Dawkinsci biyo-indirgemeci, ‘bilgiden oluşan, bilgi, kültür vb
taşıyıcısı genler’i sembolize eder. Kapak, 500 sayfalık safsatanın gerçekten
iyi bir sembolik özetidir. Tüm kuramı, her şeyi indirgediği “biyo” ile “biliş”
soyut felsefi kategorileri (kavram bile değil felsefi kategori!), bunların
çeşitlemeleri, birbiriyle soyut metafizik düalist/monist (Descartes, Spinoza,
Kant, Hegel, Nietzsche çorbasıyla) ilişki ve maceralarından ibarettir. Tüm
edası, bizler -yani şu insanlar- olduğumuzu sandığımız şey değiliz, der ve
bugüne kadar kimsenin düşünemediği tanrısal sırrı açıklar: Meğer biyo-bilişsel
yaratıklarmışız! Ya da, daha iyisi: Biyo-dijital! Nitekim Dawkins, son
kitaplarında, “memetik” zırvasının matematik modellemeleri üzerinden bu kez
biyo-dijital boyuta geçti.
Ama dahası var.
Harari’de yüksek felsefi mistifikasyon kategorileri olarak şu biyoloji ve akıl
da bildiğimizi sandığımız şeyler değildir. Günümüz biyo-teknolojisinden,
bilişim-teknolojisinden ve tabii biyo ve dijital piyasalardan yaptığı yüzeysel
soyutlamaları, ta en başından itibaren “70 bin yıllık insanlık tarihi”ne
atfederek, icat ettiği biyo-bilişsel hayvan türü (yaratık) kurgusudur. (Tarih
bilim, antropoloji ve arkeoloji açısından insanlık, aslen Yukarı Paleolitik
Eşitlikçi Göçebe Avcı-Toplayıcılarla başlatılır. Öncesi, “insanımsılar” olarak
kabul edilir. Yani insan toplumları tarihi 70 bin yıl değil, 40-45 bin yıl
civarıdır. Ama Harari için, bilim ancak kenar süsü olduğu için, bu tarihsel ve
bilimsel yaklaşımların da bir önemi yok.)
Harari’de Sapiens, genel
olarak zekâ veya bilme yetisine sahip olan insan bile değildir. Yazarın günümüz
kapitalizminin yaygınlaşan bir görüngüsü ve eğiliminden soyutladığı, felsefi
bir kategori olarak, “kendinde ve kendisi için” bilişsellik, yani bilişim
piyasasıdır. İnternet, cep telefonu, hepsi dâhil… Bu tür bir bilişselliğin,
günümüzden kopyalanıp ta Yukarı Paleolitik avcı-toplayıcılara yapıştırılması o
kadar bariz ki, sanki avcı-toplayıcılar da soyut-değere dayalı dijital piyasa
bilişimi veya bilişim piyasası ile iştigal ediyorlar. (Pardon,
avcı-toplayıcılar, sonra tarımcı, endüstriyel toplum insanları – ki zaten
yoktular!- bir şeyle iştigal etmiyorlar, “bilişsel genleri” iştigal ediyor ve
arkadan ittiriyor!) 70 bin yıl önce, bir genetik mutasyonla birdenbire bilişsel
devrim gerçekleşir, ortada alet yapımı, elbirliği filan hiçbir şey yokken,
biyo-bilişsel kahramanımız ortaya çıkar ve olaylar gelişir.
Ne var ki salt bilgi/biliş
etkinliği biçimleri tarihi düzeyinde ele alındığında bile bu “bilişimci maymun”
fantezisi çöker. Tarihsel olarak (insanların toplumsal-maddi eylemleriyle)
gelişen toplumsal-maddi üretkenlik düzeyleri ve ilişki biçimleriyle birlikte,
bilginin üretilme, aktarılma, dağılım, depolanma tarzları da değişir. Harari
ise, tüm burjuva ideolojisinde ve post-modernizmde adetten olduğu gibi,
bilginin en kritik yönünü, üretim, emek, eylem süreçlerine, yani insanların
gerçekliği değiştirme sürecindeki toplumsal-pratik etkinlik ve ilişkilerine
ilişkin bilgiyi yok sayıyor.
Çürüyen kapitalizmin
yaydığı ruh hali
O zaman asıl sorumuz
şudur: Dünya çapında milyonlarca insan, daha çok kitap okuyan, daha aydın, daha
eleştirel görünen solcular ve muhalifler dâhil, böyle bir bulaşık suyunu, neden
gözü kapalı, hatta zevkle içebiliyor?
Üretim araçlarına sahip
olanlar entelektüel üretim araçlarına da sahip olurlar, der Marx. Doğrudur,
ancak mali oligarşik burjuvazinin ve pop-bilim endüstrisinin yatırım ve imaj
mühendisliğini yaptığı her yazarı milyon-satar haline getirebileceği anlamına
gelmez. Kimisi tutar, kimisi tutmaz. Tutanlar, Jared Diamond örneğinde
gördüğümüz gibi belli bir dönemdeki sermaye/piyasa trendlerini yakalayıp kitle
nabzına doğru popülarize edenler, ya da aynı anlama gelmek üzere, kitlelerin
ilgi, merak, kaygı konularını, ruh hallerini yakalayıp bunları sermaye/piyasa
perspektiflerine tahvil edenlerdir.
Harari kitaplarındaki
felsefi antropoloji spekülasyonları, yansıttığı ve yaydığı ruh halinden ayrı
düşünülemez. Kendinden, geçmişinden, geleceğinden, gerçeklikten, insandan…
kuşkuya düşen bir çağın; çürüyen kapitalizmin yaydığı ruh hali –
post-modernizmin bir tanımı olarak okunabilir. Durumdan hoşnutsuz, huzursuz,
güvensiz, yeni bir tarihsel kırılma noktasına doğru gidildiğini hisseden, ama
olup biteni anlamaktan aciz, ışıktan korkan… Muğlâk, kaypak, karamsar,
nihilist, aşırı stres altında, ama kapana kısılmış, bir türlü özneleşemeyen,
gelecekten korkan… Kinik ve sinik bir kabulleniş hali… Aslında kuşkuculuktan
ziyade, hoşnutsuz olduğu çoğu durum karşısında, bazen ironik bazen karamsar bir
kayıtsızlık hali. (Hegel’in sofizm üzerine gözlemlerinden aktaran Lenin,
Felsefe Defterleri.) Aslen küçük burjuvazinin sınıf karakteristiği olan,
özellikle sosyalizm ufkunu yitirmiş, yenilgi psikolojisini içselleştirmiş,
dejenere solda ve aydın/yarı-aydınlarda yaygın bir ruh hali.
Gelecek; daha iyi ve
güzel bir dünyaya dair özlem ve hayaller- sona ermiştir! Post-modernizmin ilk
ve son sözü budur. Harari’nin Sapiens’inin ruhuna ve her sayfasına kazınmış ana
mesajı da işte budur: Kapitalizmden, “imparatorluk”tan (emperyalist
kapitalizm), para ilişkilerinden hoşnut olmayabilirsiniz, ama daha iyisi, daha
güvenlisi yoktur ve daha kötüsü (bir tür biyo-teknolojik ciborg düzeni)
kapıdadır! Kitabın tüm post-modern felsefi-antropolojik kurgusu buna göre
uydurulmuştur: Homo Sapiens doğumundan (göçebe avcı-toplayıcılar) itibaren
“ekolojik seri katil”dir… Tarım devrimi her şeyi daha kötüye götüren “en büyük
dolandırıcılık”tır… Eşitlik ve özgürlük insanın kendi kafasından uydurduğu
hayallerdir, bunu sağlamayı vaat eden liberalizm, Nazizm ve komünizm aynı
ölçüde kötü “hümanist dinler”den ibarettir… Biyo-kültürel evrimin biyolojik
yanı uyumcu ve iyi, kültürel yanı engelleyici ve kötüdür… Biyolojik/bedensel
hazlar dışında bir mutluluk ve dolayısıyla gerçeklik yoktur…
Öyleyse Sapiens’in
post-modern felsefi-antropolojik “içeriği” üzerinden devam edelim.
Milyonlar bu kokuşmuş
zırvalara neden itibar ediyor?
Kapitalizmin
kronikleşmiş küresel krizi ve alacakaranlığı, “insanlık”, “uygarlık”,
“varoluş”, “gerçeklik” krizleri görünümlerine bürünüyor. Eski felsefi,
ontolojik (varoluşsal), antropolojik soruları yeniden gündemleştiriyor: Nereden
geldik nereye gidiyoruz? İnsan nedir? Yaşamın bir anlamı ve amacı var mıdır/varsa
nedir? Ben kimim, neden varım, benim dışımda bir gerçeklik var mıdır,
bilinebilir mi? Teknoloji, işsizlik, doğa yıkımı nereye gidiyor?
Harari, trendi yakalar,
bu gibi merak ve kaygı dolu “yeni-çağ” soruları üzerinden türettiği post-modern
yeni-çağ mistisizmi ve spekülasyonlarla zengin olur. Felsefi, antropolojik,
ontolojik, psikanalatik, biyo-genetik, bilişimsel “metinler arası”, “çok
perspektifli” çorbası, hiçbir sorunu açıklayıp yanıtlamak gibi bir derdi olmasa
da, korkunç sığlığı ve safsatacılığı ile “iyi kafa yaptığından” kapış kapış
gider!
Mali oligarşik
kapitalizmin insanı kendine, toplumsal emeğine ve toplumsal varoluşuna, gerçek
tarihselliğine, doğaya, toplumsallaşan üretici yetiler ve sınıf mücadelesi gerçekliğine
ve geleceğine had safhada yabancılaştırması, merak ve kaygıyla dolu bu soruları
ve dünyayı anlama çabasını bulandırıp çarpıtıyor. Post-modern zihniyet bu
çürüyen kapitalist-varoluş biçiminden türüyor ve onu pekiştirip
meşrulaştırıyor.
Harari kitaplarında tek bir özgün fikir kırıntısı yoktur. Bilimsel-eleştirel
analiz, açıklama, bilgi üretiminin esamisi yoktur.
Post-modern yazarların,
yeni ve özgün fikirler üretme diye bir derdi zaten yoktur. Tipik yöntemleri,
“metinler arasılık”tır. Her metin kendinden önceki metinleri yeniden yorumlama,
çok sayıda başka metinden “beğenilen” ya da işine gelen seçmece alıntı, taklit,
analojileri “kes-yapıştır”ma, herhangi bir iç tutarlılık gözetmeden yan yana ve
üst üst yığma, yeniden yorumlayıp-kurgulamayla türetilen bir “metinler arası
ilişki” sayılır. Daha şu “metinler arasılık” kategorisinde bile
post-modernizmin bir dizi karakteristik özelliğini tespit edebiliriz.
Birincisi, post-modernizmin
“pastiş”çiliği (öykünmecilik) ve “metinler arasılık”çılığı her şeyin daha önce
yapılmış ve söylenmiş olduğunu sanan bir nihilizmdir. Post-modernizmin ana
fikri olan: “daha iyi ve güzel bir gelecek özlemi bitmiştir”, “tarihin,
bilimin, bilginin, aklın sonu gelmiştir”, nihilist reaksiyonerliğin başka bir
ifadesidir. Böylece yüzünü, daha iyi bir gelecek özleminden gerici
bugün/gelenek melezlemesine döner. Günümüz çürüyen kapitalizminin soyut
idealist ifadelerini, kendinden önceki metin yorumsamalarından türetecektir.
İkincisi. “Metinler-arasılık”,
post-modernizmin nesnel bilgi ve bilim düşmanlığının bir ifadesidir. Bilginin
ve bilimin iç bütünlüklerini, iç tutarlılıklarını parçalar. Nedenselliği,
nesnel gerçekliğe tekabüliyet gereğini ortadan kaldırır. Bilgiyi, aşırı
pragmatist, eş-çok-hiç değerlikli, öznelci yorumsamalara bağlı, göreci malumat
parçacıklarına indirger. Bilginin zahmetli bilimsel-eleştirel çözümleme,
nitelikli araştırma-inceleme süreçlerinden kopartılması, “yüzergezer” ve “ne
olsa gider” malumat parçacıklarına indirgenmesi, aslında bir bütün olarak bilginin,
gerçekliğin bilenebilirliğinin (hem yazar hem de okur açısından) ortadan
kaldırılmasıdır. Bu, günümüzde “gerçeklik krizi” denen şeyin bir boyutudur.
Üçüncüsü. Kant “varlık
nedir?” sorusunu felsefeye yasaklamıştı. Post-modernizmin “metnin (zihnin) dışında
hiçbir şey yoktur” dogması ise, köhnemiş idealizmin retorik neoliberal-popülizm
cilası ile hortlatılmasıdır. Başta toplumsal-maddi üretim süreç ve ilişkileri
olmak üzere maddi gerçekliğin ve bilimsel-eleştirel bilgisinin yasaklanmasıdır.
Dolayısıyla her metnin “metinler arası ilişki”ye indirgenmesi ile “metnin
dışında hiçbir şey yoktur” önermesi, aynı kolektif öznel (göreci, yorumsamacı)
idealizmin farklı ifadeleridir. Derrida’nın post-modernizmin mottosu haline
gelen “metnin dışında bir şey yoktur” fantezisi bile, Spinoza’nın “var olan her
şey Tanrı içinde vardır ve Tanrı olmaksızın hiçbir şey ne var olabilir ne de
kavranabilir” metafizik kategorisinin bir uyarlamasından ibarettir.
Dördüncüsü. Post-modernizm
toplumsal üretim süreci yerine post-evrimci türeyim’i geçirir. Dil, kavramlar,
fikirler, metinler… Tek kelimeyle zihinsel etkinlikler, tarihsel-toplumsal
olarak üretilen değil, türeyen, dahası kendi kendine türeyen şeylerdir!
Buradaki analoji, metinlerin de soyut bir “genel zihin”den kendiliğinden doğal
evrim, doğal seçilim, mutasyon vb tarzı türediğidir. Foucault’nun, genetikçi
Monod’un basitçe kör rastlantıya indirgediği “mutasyon” kavramını, fikirlerin,
anlamların, kuramların “olumsal evrim”ine uygulamaya kalkışması, veya
zihin/anlam “geneoloji”si yeterli örnektir. Wittgenstein, Kuhn, Rorty gibi
pragmatist, öznelci göreci-yorumsamacılar, ve sonraki tüm post-modernistler,
tarihten, toplumsal-maddi üretim ilişkilerinden, insanların doğayı dönüştürme
sürecindeki pratik etkinlerinden yalıtık, soyut bir “genel zihin” varsayarlar.
Onun kendi kendine evrimleştiğine ve kendi olumsal/rastlantısal (seçilimsel,
mutasyonal, vb) tercihlerine göre fikirleri türettiğine inanırlar.
Post-evrimcilik, yani metinlerin (ve aslında her şeyin) kendinden menkul bir
soyut “genel zihin”den türediği inancı, post-modernizmin en tipik ve yaygın
damarlarından biridir. Çünkü metinlerin/fikirlerin, kendiliğinden
“evrimsel-olumsal türeyimi” fantezisi, post-modernizmin tarih ve toplum-dışı
“genel zihin” idealist varsayımına, bir “bilim” kılıfı geçirir. Harari’nin
Sapiens ve Homo Deus kurmacalarının nereden ve nasıl “türediği”ni görmek
açısından önemli bir noktadır, aklımızda tutalım.
Beşincisi. Post-modernizm ya
da aynı anlama gelmek üzere, kolektif öznel (göreci, yorumsamacı) idealizmin
“metinler arası ilişki” doktrininin ne idüğünü artık daha iyi anlayabiliriz.
Dil, yazı, kavramlar, fikirler, kodlar, semboller… Sanki insanlar arası
toplumsal faaliyet (maddi ve zihinsel) ilişkilerinin bir biçimi değilmiş de,
kendinden menkul şeyler (soyutlamalar) olarak – insanları kullanarak!-
birbiriyle ilişkiye giriyormuş, birbirinden türüyormuş gibi algılıyor ve
sunuyorlar. Meta fetişizminin doruğu! Maddi gerçekliği yok sayarsan, insanların
maddi yaşamlarını üretir ve yeniden üretirken birbiriyle girdikleri toplumsal
ilişki biçimlerini yok sayarsan, insanların bu toplumsal-maddi ilişkilerini
üretirken bunun toplumsal-zihinsel ifade ve ilişki biçimlerini de ürettiğini ve
yeniden ürettiğini yok sayarsan… Geriye bir soyut-mistik “genel zihin” kalır. Yani
bu genel zihin, üretimin, emeğin ve kafa emeğinin günümüzdeki çok daha üst
düzeydeki toplumsallaşmasının bir biçimi ve ifadesi değil de, her şey tarih ve
toplum dışı yalıtık bir genel zihinden türüyormuş gibi baş aşağı görünür! Tüm
post-modern literatür, bu kendinden menkulleştirilmiş genel zihin
soyutlamasının çeşitlemelerinden ibarettir. Harari hariç değil!
Altıncısı. Meta fetişizmi,
kapitalist toplumsal ilişkilerin piyasa-mübadele ilişkileri çerçevesindeki
yüzeysel, ters yüz, dışsal görünümünün insan düşüncesine, “şeyler arası
ilişkiler ve/veya şeylerle insanlar arası ilişki” gibi yansımasıdır. (Marx, Kapital Cilt 1, Meta Fetişizmi bölümü.)
Post-modernizm ise, çürüyen kapitalizmde, bizzat düşünce’nin de metalaşmasıyla,
meta fetişizminin geldiği son noktanın ifadesidir. Hiçbir boşluk bırakmadan her
şeyin ve (zihinsel etkinlik dâhil) her türlü insan etkinliğin metalaşması,
kapitalist toplumsal ilişkilerin soyut idealist algısı olarak, soyut değer fetişizmini
ve bunun bir biçimi olarak soyut zihin fetişizmini de alabildiğine
şişirmektedir. “Her şey simularklardan (veya similasyondan) ibaret”
(Baudrillard), “Metnin/zihnin dışında bir şey yoktur” (Derrida), “Maddi-olmayan
emek” (Hardt/Negri), “Hayali düzenler” (Harari) gibi tüm post-modern fanteziler,
günümüzde alabildiğine şişen soyut-değer (meta) fetişizmine ve bunun genişleyen
soyut meta-zihin fetişizmi versiyonuna dayanır ve bunları yeniden üretir
(pardon “türetir”). Post-modern “metinler arasılık”ta, meta-fikirlerin kendi
kendine birbiriyle ilişkiye girmesi ve birbirinden türemesi fantezisi de, bu
minvaldedir.
Bir yazar, kullanım
değeri olarak bilimsel fikirler üretip bunları başkaların yararına sunduğunda,
bu fikirlerde, gerek toplumsal ihtiyaçları karşılaması açısından, gerekse insan
emeğinin ürünü olmaları açısından gizemli bir yan yoktur. Fakat fikirler meta
olarak üretilmeye başlandığı anda, bambaşka ve gizemli bir görünüm kazanırlar.
(Bkz: Marx, agy) Meta olarak üretilen fikirlerin toplumsal-maddi üretim
ilişkileriyle bağı kaybolur, bu fikirleri üretir ve yeniden üretirken
insanların birbiriyle girdikleri toplumsal ilişkiler gözden kaybolur, bu
fikirlerin insan emeğinin ürünleri olduğu ve ne tür bir toplumsal ihtiyaca denk
düşüp düşmediği gözden kaybolur. Geriye de sanki bu fikirler kendi kendilerine
ilişkiye giriyor, birbirinden türüyor, gibi bir görünüm kalır.
Günümüzde, hamasi meta
çöp fikir/zikir üretim ve dolaşımının başlı başına devasa bir tekelci
kapitalist endüstri ve piyasa haline gelmiş olmasıyla, bu soyut meta-zihin
fetişizmi de çok daha baskın hale gelmiştir. Buna medyanın, sosyal medyanın,
bilişim sektörünün, sembolik üretim ve tüketimin büyüyen ve yine baş aşağı
algılanan (soyut zihinsel emek-değer fetişizmi) etkilerini ekleyelim… O zaman
durmaksızın bir takım pop ve post bilim endüstrisi şarlatanlarının çıkıp; maddi
gerçek diye bir şeyin olmadığını, olsa bile bilinemeyeceğini, bilinse bile
aktarılamayacağını, her şeyin mistik bir genel zihin âlemi ve ondan öylece
olumsallıkla türeyen fikirler, inançlar, metinler, söylemler, kodlar,
semboller, mitler, simülasyonlar vb.’den oluşan “hayali düzenler”den ibaret
olduğunu iddia etmesi ve bu en bayağısından piyasa fikirleri ile fikirler
piyasasında milyonlar satması, şaşırtıcı olmaz.
Gerçekte tüm olup biten
şunlardır: Kapitalizm sermayeyi büyütme çevrimine girmeyen hiçbir insan
etkinliğine varlık hakkı tanımamaktadır. İnsanın tüm toplumsal etkinlikleri
gibi, zihinsel etkinliği de “business”in (sermaye ve piyasa ilişkilerinin) bir
biçimi ve uzantısı haline gelmiştir. Eskinin konusunda uzman, bilgi birikimi ve
fikirsel derinliği olan yazarının yerini, piyasada paraya tahvil edilecek
“metinler arası” yap-boz kurmaca-anlatı hokkabazı ve mistik tefsir aranjörü
almıştır. Gerçek bilgi ihtiyacı içindeki okurun toplumsal merak, ilgi ve kaygı
konuları, bunları belli bir andaki sermaye trendlerine uyarlayan ve hamasi
piyasa çözümleri üfüren mistik kurmaca anlatıların yüzeysel tatminine ve hızlı
tüketimine indirgenmiştir.
Harari: Post-modern
“kurmacalar arası kurmaca”
Harari kitapları,
felsefe, antropoloji/tarih, evrim/biyoloji, sosyoloji, iktisat, futuroloji
alanlarındaki son dönemki en iyi piyasa yapmış post-modern kurmacalardan
seçmecelerle derlenmiş bir post-modern pastij-kolaj, “kurmacalar arası
kurmaca”dır. Kurmacalardan kurmaca, bir “üst-kurmaca”dır.
Bill Gates patentli,
pop-antropoloji gurusu, Jared Diamond‘ın biyo-jeostratejik, yeni
Robinson Crusoecu, yeni Malthusçu “antropolojik kapitalizm” fantezileri… (Jared Diamond’ın
tümü dünyada ve Türkiye’de best seller olan ve milyonlar satan “pop-bilim”
kitapları: Üçüncü Şempanze, Tüfek Mikrop ve Çelik, Çöküş, Düne Kadar Dünya)
Richard
Dawkins ve “neo-evrimciler” denilen şürekasının, toplumsal
davranış ve kültürü biyogenetik doğal seçilim simülasyonuna indirgeyen “memetik”
fantezisi…(Richard
Dawkins’in best seller pop-bilim kitapları: Gen Bencildir, Tanrı Yanılgısı, Kör
Saatçi, Cennetten Akan Irmak.)
Google’ın
tekno-fütüroloji gurusu Raymond Kurzweil‘in, biyo-dijitalist
futuro-mutantoloji fantezileri... (Raymond Kurzweil’in best-seller pop-futuraloji kitapları:
Ruhsal Makinalar Çağı, İnsanlık 2.0/Tekilliğe Doğru Biyolojisini Aşan İnsan,
Bir Zihin Yaratmak.)
Antonio
Negri ve Michael Hardt‘ın “imparatorluk, çokluk ve maddi-olmayan emek” fantezileri... (Negri/Hardt’ın best-seller
kitapları: İmparatorluk, Çokluk, Aykırı Spinoza, Yaban Kuraldışılık/Spinoza
Metafiziği, Dionysos’un Emeği.)
Benedict
Anderson’ın gelmiş geçmiş tüm toplumları ve toplumsal kurumları,
gerçekte var olmayan ama insanlar sırf buna inandıkları ve işlerine böyle
geldiği için var sandıkları ve varmış gibi davrandıkları imajlara indirgeyen
“hayali cemaatler” fantezisi... (Benedict Anderson’ın best-seller kitapları: Hayali
Cemaatler, Tartışılan Sınırlar Değişen Milliyetçilik, Üç Bayrak Altında.)
Harari metinlerinin
“metinler arası”, “disiplinler arası” kurgusunun ana malzemesini bu 5
best-seller piyasa ideo-idioto-logundan devşirdikleri oluşturur. Tabii bunlara
içerili olan veya olmayan biçimde, aşağı yukarı tüm post-modern literatürün
değişmez girdileri olan, Platon, Descartes, Spinoza, Kant, Berkeley, Mach,
Machievelli, Nietzsche, Durkheim, Freud, ve post-yapısalcılığın bilumum
deja-vucu genel-öznel idealizm peygamberleri (Derrida, Deluze, Foucault,
Baudrillard, Fukuyama, Giddens, vb)… Hariri’de de resmigeçit yapmayı ihmal
etmez.
Harari, insanlığın
tarihini (Dawkins ve Diamond üzerinden) bir “biyo-bilişsel form” olarak
yorumlar. Toplumları ve her türlü gelmiş geçmiş toplumsal kurumları (Spinoza,
Durkheim, Anderson, Negri hattı üzerinden) “hayali düzenler” olarak yorumlar.
İnsanlığın geleceğini ise (Nietzsche ve Kurzweil’e dayanarak) bir “biyo-dijital
mutant üst-insan” olarak yorumlar.
Harari’de özgün
denilebilecek tek şey, daha önce neoklasik iktisat ve sosyolojiye dayanan soyut
insan ve yeniçağ kurgularının yönünü, Jared Diamond kurmacaları üzerinden,
felsefi ontolojik antropolojiye çevirmesidir. Diamond’ın biyo-coğrafi evrimci
antropolojisinden coğrafya ve çevreyi de büyük ölçüde atar. Toplum ve kültürü,
Benedict Anderson’un açtığı yoldan “hayali düzenler” sayar. İnsandan geriye
kalan “biyo”yu ise, Dawkins’in açtığı yoldan, bir nevi “akıllı genler” diye
yorumlar. Böylece yeni dijital çağ kurgularında eksik kalan ya da bununla
bağdaşmaz görünen “biyolojik taban” da, dijitalizme (ya da Hariri’nin uydurduğu
geleceğin “dataizm dini”ne) uydurulmuş olur.
İnsanların “genlerinde
saklı” ve tabii ki bilinemez olan kültürel-davranışsal bilgi bir nevi “yazılım”
(şu beylik “insan doğası” soyutçu-idealizminin post-modern “dijital çağ”
versiyonu!), geri kalan her şey; maddi gerçeklik, toplum, kültür ise “hayali
düzenler” olarak bir nevi “donanım” olarak “simüle edilir”! Bu gibi tarih-dışı
bir biyo-dijital göreci-idealist “Matrix kurulumu”nun ardından insanlığın
geçmişine ve geleceğine dair istendiği kadar post-modern spekülasyon
yapılabilir.
Burjuva ideolojisinin
kapitalizmi mistifiye etmek ve doğallaştırmak için her zamanki beylik ters
taklalar yöntemi neyse, Harari’ninki de odur: Kapitalizmin güncel görüngü ve
yönelimleri (bilişim ve gen teknolojileri vb.), kapitalist üretim
ilişkilerinden soyutlanıp doğaya (genler!) ve geçmişe (Sapiens!) yansıtılır,
sonra dönüp ezeli ve ebedi “biyo-bilişsel evrim” yasaları diye kapitalizm ve bu
yönelimleri doğallaştırılır ve mistifiye edilir.
Sapiens: İnsan Türünün Kısa Tarihi’nde, tüm insanlık
tarihi günümüz “biyo-bilişimsellik” fetişizmine göre yeniden kurgulanır.
Harari, insanın ortaya çıkış devrimini, tarım devrimini ve sanayi devrimini,
hepsini bir nevi “akıllı genlere” indirger. Ona göre, insanın “70 bin yıl önce”
(doğrusu 45-40 byö olmalıydı!) ortaya çıkışı, (nedenini tabii ki bilmediğimiz!)
bir genetik mutasyonla birdenbire zekâ sahibi olmasını sağlayan “bilişsel
devrim”le olmuştur. İnsanlık tarihinin “en büyük dolandırıcılığı” addettiği
tarım devrimi ise, insanların yaşam koşullarını kötüleştirmesine karşın,
genlerinin kendilerini daha kolay ve daha çok kopyalayabilmesi (şu bildiğimiz
nüfus artışının “biyo-lingüistik” simülasyonu!) ile “açıklar”. İnsanın kimin
tarafından dolandırıldığını da öğrenmiş oluruz: Sağı solu belli olmayan şakacı
genleri tarafından! Sanayi devrimini de bilim devrimine indirger. Böylece
insanların maddi yaşamlarını üretir ve yeniden üretirken birbiriyle girdikleri
toplumsal ilişkilerin tarihi, her türlü tarihsellik-toplumsallıktan soyularak,
yalnızca ve basitçe “biyo-bilişselliğe”, bir nevi bencil, hazcı, kötücül,
katil, olumsal “bilişsel genler”e indirgenir.
Harari’nin yine gen ve
bilişim teknolojisine dair post-modern müfredat üzerinden kurguladığı, ikinci
kitabı Homo Deus’taki bir tür “yeni üstün insan”, ya da daha doğrusu, artık
insan olmaktan da çıkıp insanüstü yapay zekâ takviyeli “tanrısal GDO” haline
gelmiş mutantlar üzerine fantezilerinde Nietzsche-Kurzweil hattı sırıtır. Ki
aslında Sapiens’e de zaten ilk satırlarından itibaren içerili olan post-modern
“bilişsel genler” teolojisinin şimdi “yeniçağ” adı altında açığa
çıkarılmasından ibarettir.
Tüm bunlardan B sınıfı
ucuz bir bilim-kurgu filmi çıkardı. Hani bir takım kötücül uzaylı yaratıklar
veya akıllı virüsler insanların içine girip orada ürerler, ele geçirdikleri
insanlara bir sürü kötülük yaptırıp dünyayı ele geçirirler. Üstün Amerikalı
kahramanımız dünyayı kurtarmazsa, içlerinde yaşadıkları insan formu maskesini
çıkarırlar, “ne sanmıştınız” derler, “sizin insan dediğiniz en baştan itibaren
biz, her türlü şekle girebilen, siber-organizmalardık!” Eh, şu tarih-ötesi
bencil, hazcı, seri katil, akıllı mikro-çip tarzı genler fantezisi, yüksek
felsefe ve bilim diye sunuluyor, milyonlar bu zırvalara inanıyor ve bazı
solcular da “muhteşem” buluyorsa, bu insanın kendisini kukla gibi oynatan
kendinden menkul “akıllı genler”e sahip olduğunu değil ama, yalnızca neoliberal
kapitalizm ve post-modern zihniyetle yaşadığı entelektüel düşkünleşmeyi
kanıtlar.
Jared Diamond’ın
“antropolojik kapitalizm” yönelimini realize etmesi gibi, Yuval Norah Harari
de, onun “felsefi antropolojik biyo-dijital kapitalizm” versiyonunu realize
eder. Emperyalist kapitalizm ve pop-bilinç endüstrisinin yönelimlerini temsil
etmeselerdi üzerlerinde durmaya değmezdi. Nitekim Harari’nin adeta Facebook ve
Microsoft’un yeni sürümü olan best-sellerları, Google’ın “Ruhsal Makineler
Çağı” ve “Yeni Dijital Çağ” gibi best-sellerları, ve Matrix, Yapay Zeka,
İnterstallar, Gattaca, İnception, Arrival, Ex Machina gibi filmler, Westworld,
Fringe, Black Mirror gibi dizilerle birlikte, Silikon Vadisi güdümlü devasa bir
pop ve post-bilinç endüstrisinin bir parçası olarak vardır.
Daha önceki
“sanayi-sonrası/enformasyon toplumu” fantezileri, kapitalizmin
neoliberal-ütopik yeni bir aşamasına pembe geçiş tabloları vaat ediyorlardı.
Kapitalizmin 2000’li yıllarda giderek şiddetlenen ve kronikleşen krizi ve
isyan-direniş dalgaları, sosyal yıkımlar, doğa yıkımı, gerici savaşlar,
dinci-gericilik ve neo-faşizmin ayyuka çıkması ile birlikte, 80’li-90’lı
yıllarda çizilen pembe çağ tablolarından pek eser kalmadı. Ancak, kriz üretici
güçlerin dev çaplı toplumsallaşmasına karşılık kapitalist üretim ilişkileri
bağdaşmazlığından kaynaklanmıyormuş gibi, üretkenliği ekonomide dijital
dönüşüm, “yapay zekâ”, gen teknolojisi… bilcümle şu “sanayi 4.0 programları” vb.
ile bir üst düzeye çıkaracak “kapitalizmin yeni aşaması” fantezileri son bulmak
bir yana, “biyo-dijitalizm” fantezileriyle yeni bir itilim kazandı. Harari ve
benzerleri, çürüyen kapitalizmin yeni bir kapitalizm aşamasına, bir tür
biyo-dijital ya da siber kapitalizme geçiş umutsuz arayışının ve kendini bir
kez daha ve bu kez epeyce kinik ve sinik bir tekno-antropolojik ütopizm (ya da
anti-ütopizm) üzerinden realize etme çabasının ifadesidir.
Biz bu filmi görmemiş
miydik? Ama öyle görünüyor ki, kapitalizmin değişen durumlarına göre
durmaksızın piyasaya sürülen yeni versiyonlarını izlemeye devam edeceğiz. Bu
yüzden derdimiz basitçe Harari’yi eleştirmek değil – bu işin kolayına kaçmak
olurdu!-, onun kokuşmuş fantezilerinin yalnızca bir konu mankeni olduğu
biçimde, bitmez tükenmez kapitalist mistifikasyon fantezilerine tarihsel ve
toplumsal köklerinden eleştirel bir giriş yapmaktır. Çünkü tekno-mistik
safsatacılıktan daha vahim olan, bu safsataların neden ve nasıl kitlelerle,
solda bile zemin bulabildiği, yeniden üretilebildiğidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.