Marksist Araştırmalar (MAR) | Komünizm tarihin çözülen bilmecesidir.

24 Mart 2023 Cuma

[Toplumbilim İçin Realist Kılavuz]

Mahmut Boyuneğmez

Giriş

Maddenin organizasyon düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyoruz. Bu katmanlar, atom ve atom altı parçacıklar (mikrokozmos) katmanı, atomların ve moleküllerin etkileşimlerini içeren kimya katmanı, cisimlerin ve enerjinin hareket yasalarını içeren makrokozmos katmanı/fiziksel katman, organizmaların yapısını ve çevreleriyle etkileşimleri sunucu evrimleşmelerini kapsayan biyolojik katman, zihin/bilinç katmanı, toplumdaki değişimleri ve gelişimi içeren toplumsal katmandır. Temel gerçeklik katmanları hiyerarşi oluşturmadan birbirleri içerisinde bulunur ve birbirlerinin üzerinde yükselirler. Bir katman, onu kapsayan diğer katmanın zeminini oluşturur. İçerisinde alt katmanları barındıran daha gelişkin bir katmanda işleyen süreçlerin, olayların özünü belirleyen, bu gelişkin organizasyon düzeyinin yapısı, yani düzenlenişi, işleyişi ve öğelerinin karşılıklı etkileşimidir. Örneğin biyolojik katman, toplumsal katmanın varoluşu için zorunlu bir zemin oluştursa da toplumsal katmanın düzeni ve işleyişi (yapısı), biyolojik katmandaki yasalarla açıklanamaz. Temel katmanların daha önceki katmanlarda bulunmayan yeni niteliklerine, “belirmiş” (zuhur etmiş) diyoruz.

Toplum, doğadakilere göre yeni ilişkilere ve birçok yapıya (ilişkilerin düzenleniş ve işleyişine) sahip bir beliriştir (emergence). Doğadakilerden, örneğin maddenin biyolojik organizasyon düzeyinden farklı yasalara sahipse de toplumsal ilişkiler, biyolojik bir zemin üzerinde yükselir. Toplumsal fenomenleri açıklarken, gerçekliğin toplum katmanında belirmiş yasalara, ilişkilere bakılmalıdır.

Bize göre, toplum bir açık sistemdir. Doğa üzerine uygulanan emekle üretilenler, toplumsal sistemin temel girdilerini oluşturur. Üretim süreçleri, toplumsal ilişkilerin olmazsa olmaz, kurucu ve merkezi bileşenidir. Üretici güçleri oluşturan üretici insanlar, üretim araçları ve toprak, teknik bilgi ve organizasyon biçimleri, belirli üretim ilişkilerine sahiptir ya da bu ilişkiler içerisindedir. Üretici güçlerin, eş deyişle toplumdaki sınıfların sahip olduğu üretim ilişkileri, toplumun iktisadi temelini ya da yapısını oluşturur. Bu iktisadi yapının düzenlenişi ve işleyişi, yalıtık ve kendi halinde olmayıp, toplumsal ilişkilerin diğer boyutlarıyla etkileşim gösterir. Toplumun iktisadi yapısı, üst yapıları barındıran toplumsal ilişkilerin hukuksal, devletsel, ideolojik/kültürel, sanatsal boyutlarından ayrı ve bağımsız bir düzenleniş ve işleyişe sahip değildir. Üretim süreçlerindeki ilişkiler, doğrudan ve dolaylı olarak üretimin dışında görünen diğer toplumsal süreç ve ilişkilerin etkisi altındadır. İktisadi yapı olan üretim tarzı, toplumsal ilişkilerin hukuksal, devletsel, ideolojik/kültürel ve sanatsal boyutlarını değişen derecelerde koşullar ve onların alabileceği biçimleri sınırlar. Toplumun bir sistem olması, barındırdığı ilişkileriyle onun bir bütünlük (totality) olduğunu anlatır.

Toplumun iktisadi yapısındaki sınıfsal ilişkiler ve karşıtlık, toplumsal ilişkilerin diğer boyutlarında ideolojik ve organizasyonel formlarda yansımalarını ve yankılarını bulur. Bu organizasyonlara, üst yapılar adını veriyoruz. Üst yapıları karakterize eden budur.

Devlet, günlük siyaset, siyasal partiler, egemen ve resmî ideoloji, hukuksal düzenlemeler, kültürel etkinlikler ve örgütlenmeler vd., bunların hiçbiri temel/üretim ilişkileri yapısına, eş deyişle sınıflar arası iktisadi ilişkilere dışsal bir “konumlanışa” sahip değildir. Kapitalist toplumsal sistemin bu öğeleri, toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarındaki örgütlenmeler, yapılar ve pratikler olarak, temel ile etkileşimler içerisindedir. Kapitalist temel, bunların dolayımı olmadan sürekliliğini sağlayamaz ve gelişemez. Temel ile üst yapılar arasındaki ilişkilerin, mekânsal kurgularla açıklanmaması gerekir. Bize göre, toplumsal ilişkilerin siyasal, iktisadi, devletsel, hukuksal, ideolojik ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Bu boyutlar, toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutundan bağımsız, ayrıksı bir alan oluşturmaz.

Realizm nedir?

Düşünsel ve eylemli faaliyetler içeren bilimsel araştırmalar sonucu nesnel gerçekliğin bilgisine ulaşılır. Bilimsel teoriler, yasalar, bilgiler gerçekliği doğrulukla kavradığı ölçüde, onu değiştirme ve denetleme kapasitesini insanlığa sunar. Gerçekliğin değişim eğilimiyle örtüşen ya da gerçekliğin çeşitli kesitleri üzerinde denetim kurmamıza yol açan bilimsel düşünceler, realisttir. Realizmin felsefi, bilimsel, siyasal ve günlük hayatta problemlerin çözümünde geliştirilen fikirlerde olmak üzere farklı türleri vardır. Materyalizm, felsefi realizmdir, çünkü nesnel gerçekliğin düşüncelerin dışında var olduğunu ve düşünsel olarak doğrulukla soyutlanabileceğini kabul eder. Yani materyalizm, gerçeklik anlaşılabilir ve üzerinde denetim kurulabilir demesinden ötürü, realisttir. Komünizm, tarihsel akışın bir amacı değil fakat bir yönü olduğunu benimser. Geçmişten bugüne gelen eğilimlerin, gelecekte alabilecekleri formları öngörür. Tarihsel değişim eğilimleriyle düşünsel düzlemde örtüşme olduğundan, komünist fikirler realist özellik gösterir. Günlük hayatta karşılaşılan problemlerin çözümü ancak geçmiş bilgilerle tutarlı kalınıp, çözüm için gerekli realist düşünceler üretilerek sağlanabilir.

Bir sorunun/konunun realist/bilimsel incelenişi, ancak incelenen gerçeklik üzerinde, pratikte bir denetim/egemenlik kurma potansiyeli oluşmaya başladığında belirir. İncelenen gerçeklik, süreç, olgu, nesne vb. üzerinde, en azından bir yönüyle denetim ve kontrol kurulabilir duruma gelindiyse, o konuda bu yönüyle realist/bilimsel bir soyutlama yapılabilir. Bu durum aslında, yabancılaşmanın ortadan kaldırılmasıdır.

Düşünsel boyutuyla doğa ve toplum bilimleri, Marksizm, tarihsel materyalizm ve komünizm, realist teoriler ve ideolojilerdir. Günümüzde, genel olarak doğa bilimlerindeki realizm, toplum bilimleri alanındaki realizmden daha gelişkindir. Marksizm, değişim içerisindeki toplumsal gerçekliğin temel işleyiş mantığını realist bir biçimde kavrayan, toplumsal gerçeklikteki dönüşüm sürecinde doğrulanan, toplumsal süreçler üzerinde denetim ve kontrol kurulması yolunda atılmış önemli bir teorik adımdır. Toplumsal olguların/süreçlerin, bütün insanlar tarafından, en az sağduyu düzeyinde olmak üzere, realist bir şekilde kavranışı, tarihin komünizm döneminde gerçekleşecektir. Bu ancak, toplumu/toplumları bütün üyeleriyle kucaklayacak kolektif bir örgütlenmeyle, devletin toplumsal örgütlenmeyle eşitlenmesiyle ve planlı toplum mühendisliği etkinlikleriyle, toplumsal düzenleniş ve işleyiş (=yapılar) üzerinde kolektif bir denetim ve egemenlik sağlandığında mümkündür. Tarihsel-diyalektik materyalizm, birincisi, bilimsel bilgilerle (doğa ve toplum bilimleri) uyumlu olduğundan ve bilimler üzerinden soyutlandığı için, ikincisi, komünizme açıldığı için realist bir felsefedir. Bu niteleme, materyalizmin düşünce içeriğinin gerçekleşebilir olduğunu belirtmemekte, bir felsefi tavır olarak bilimsel düşüncelerin gerçekçiliğini ve genel olarak realizmi benimsediğini ifade etmektedir.

Yapılar ve failler

Yapılar, özneler/failler arasındaki ilişkilerin düzenleniş ve işleyiş formudur. Öznelerin oluşturduğu iktisadi, siyasal örgütlenmeler (örneğin bir ekonomik işletme, parti, devlet, aile vb.) içerisindeki düzenleniş ve işleyiş de yapı olarak görülmelidir. Başka bir deyişle yapılar, devlet kurumlarını, statik insan grupları olarak sınıfları, yazılı hukuk mevzuatını, ideolojik doktrinleri anlatmaz. Yapılarla belirtilen nedir; daha yakından bakalım.

Proletarya ile kapitalist sınıf arasındaki toplumsal ilişkilerinin (bu ilişkilerin iktisadi, siyasal, ideolojik, hukuksal ve kültürel boyutları vardır) özgül bir siyasal organizasyon içindeki düzenlenişi ve aktif işleyişi olarak devlet, bir üst-yapıdır.

Alt tabakaları arasındaki ilişkiler dâhil olmak üzere, temel sınıflara mensup insanların arasındaki ilişkilerin ve karşılıklı etkileşimlerin biçimlenişi olarak sınıflar, yapılardır.

Toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutundaki düzenleniş ve işleyiş, iktisadi yapıyı/temeli oluşturur.

Başka bir üst-yapı, sınıflar ve insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenişi ve işleyişinin hukuksal boyutunu anlatır.

İnsanların gerçeklik hakkındaki tutumlarının, davranış kalıplarının, duygu ve düşüncelerinin oluşumu ve yeniden-oluşumundaki düzenleyici mekanizmalar ve ilişkiler (aile, eğitim organizasyonu, kültür endüstrisi gibi), ideolojik yanı da olan yapıları ifade eder.

Yapı ve özne/fail, birbirinden farklı “öğeler” değildir ve aralarında dışsal ilişkiler yoktur. Yapılar, öznelerin/faillerin ve onların örgütlenmelerinin sahip olduğu ilişkilerin/etkileşimlerin düzenleniş ve işleyiş kalıbı ya da formu olarak kavranmalıdır.

Toplum bilimindeki, yapı-özne (fail) dikotomisi, aslında bir tür kavrayış/soyutlama yetersizliğinin ürünüdür. Perspektifsel soyutlama yapıldığı biliniyorsa, “iki yönlü” soyutlama perspektifiyle, yapılar ile özneler arasında özsel bir fark, ayrışma ve kronoloji olmadığı görülecektir. Bu yapılmadığında, soyutlama/kavrama süreçlerindeki yetersizliğin ve tek yönlülüğün sonucu olarak, yapısalcılıkta olduğu gibi özneler yapılara, metodolojik tekilcilikte olduğu gibiyse yapılar öznelerin etkinliklerine indirgenmektedir. Oysa yapılar, öznelerin ilişkilerinin almış olduğu toplumsal formlar, özneler ise bu formları üreten, yeniden üreten veya değiştiren insan etkinlikleridir.

Marksist klasik eserlerde ve hatta tek bir eserin farklı yerlerinde perspektifsel soyutlama sonucunda, insanların eylemine/etkinliklerine/pratiklerine ya da yapılara dönük farklı ağırlık kaydırmaları görülmektedir. Örneğin Kapital’de eleştiriyle incelenen kapitalist üretim, soyutlamanın farklı uğraklarında üretim ilişkilerinin düzenlenişi ve işleyişi olarak yapı açısından değerlendirildiği gibi, sermaye ile işçi sınıfı faillerinin etkinliği olarak da dikkate alınır.

Üretim ilişkileri, sınıflar, devlet, hukuk vd. yapılar, statik kavramlar olarak kullanılmamalıdır. Türkiye’den örnekleyecek olursak, 1980 öncesi yıllardan sonrasına geçilirken, farklı sermaye birikim süreçlerinde üretim ilişkileri ve sınıf yapısı, üst-yapılar, gerçek, etkin ilişkiler, bu ilişkilerin düzenleniş ve işleyiş formu olarak dinamik bir yapıya sahip olmuştur.

Öznelerin pratikleri belirli bir düzenleniş ve işleyişteki yapıların koşullamaları altında gerçekleşir. Aynı zamanda yapıların düzenleniş ve işleyişi, belirli tarihsel kesitlerde göze çarpacak kadar belirgin olmak üzere öznelerin etkinlikleriyle değişir. Reformların uygulandığı, toplumsal devrim hamlelerinin yapıldığı kesitler böyle zamanlardır.

Siyaset ve devlet

Siyasetin, toplumsal ilişkilerin bir boyutu olarak, belirli pratikler/eylemler ile yapıları (devlet, siyasi partiler vd.) kapsamında barındırdığı, toplumsal ilişkilerin bütünlüğü içerisinde etkileşimlerle var olduğu görülmelidir.

Siyaset pratikleri, volantarist (iradeci) pratikler olduğu kadar, devlet, partiler, seçim gibi düzenekler, mücadele örgütleri olduğu halde bundan uzaklaşan sendikalar, işçi dernekleri ve kültürel örgütlenmeler, sınıflar arası ilişkilerin yapılanması gibi yapısal öğelerin koşullaması altındadır. Siyasal pratikler, toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarındaki yapılarla etkileşim içerisinde, onları değiştirerek, fakat onların çizdiği sınırlar ve kısıtlar çerçevesinde yaşama geçirilir. Öznelerin aralarındaki farklarıyla tüm politik faaliyetleri, bu öznel etkinlikler, aslında nesnel süreçlerin birer bileşenidir.

Kapitalist devlet, sosyal devlet formunda iktisadi örgütlülüğü belirgin olan bir yapılanma olabildiği gibi, tersine bu örgütlenmesi iyiden iyiye küçülmüş bir neo-liberal otoriter güvenlikçi devlet de olabilir. Fakat her zaman iktisadi ilişkiler de dâhil, diğer tüm toplumsal ilişkileri etkileyen bir organizasyondur. Kapitalist sınıf ile proletarya arasındaki mücadeleler, kapitalist devletin yapısına yansır. Üstelik bu devlet, ideolojik angajmanları itibarıyla kapitalist sınıfa bağlı siyasetçileri ve bürokrasisi ile ürettiği resmî ideolojisi bir yanda, bünyesinde çalışan geniş emekçi kitle öteki yanda olmak üzere, bizzat sınıflar arası mücadelenin içerisinde gerçekleştiği bir örgütlenmedir de. Yeni emekçilerin yetiştirilmesinde ve ideolojik açıdan sisteme uygun formasyona sahip olmalarında işlevi olan eğitim yapılanması ile emekçilerin bizzat kendilerinin yeniden üretimlerinde (sağaltımında) görevli sağlık organizasyonu da kapitalist devletin sosyal devlet tipinde büyük oranda, neo-liberal devlet tipinde ise düşük oranda bünyesinde barındırdığı toplumsal ilişkilerdir.

Kapitalist devlet, bir yanda kapitalist sınıf ile diğer yanda proletarya ve ara katmanlar arasındaki egemenlik-tabiiyet, başka bir ifadeyle iktidar ilişkilerinin bir organizasyonudur. Kapitalist devlet ağırlıkla siyasal iktidarın organizasyonu olmakla birlikte, iktisadi, ideolojik, kültürel, askeri-polisiye, hukuksal organizasyonlarıyla da bir iktidar ve hegemonya örgütlenmesidir. Örneğin ağırlıkla işçiler ve köylülerden oluşan ordunun er ve erbaş topluluğu, emek güçlerini sattıklarından ücretli emekçi olan subay ve polisin geniş kitlesi ile askeri-polisiye bürokrasi arasında, hiyerarşik güç ilişkileri bulunur ve bu, iktidar ilişkisinin bir türü olarak tahakkümdür. Devletin kurumları, siyasiler-bürokrasi ile kamu emekçileri arasındaki iktidar ilişkilerini barındıran organizasyonlardır.

Hukuksal yapı

Toplumsal ilişkilerin hukuksal boyutunun işlevi, teorik (yasalar, anayasa, mevzuat) ve pratik yönleriyle hep birlikte toplumsal ilişkileri düzenlemektir. Düzenlenen bu ilişkilere iktisadi pratikler de dâhildir.

Toplumsal ilişkilerin hukuksal boyutu, hukuksal pratikler ile ilişkileri ve insanların davranışlarını/eylemlerini düzenleyen normları (kuralları) içerir. Hukuksal pratikler ve ilişkiler, bir iktidar örgütlenmesi olan devletin hukuksal alt kümelenmesini (mahkemelerdeki yargılama süreçleri, cezaevleri vb.) oluşturur. Hukuk, üst-yapılardan biri olarak belirli bir düzenlenişe ve işleyişe, eş deyişle yapıya sahiptir.  Kapitalist toplumlarda bireylerin ve tüzel kişilerin edimleri ve işlemleri, hukuksal yapı ve kurallar tarafından düzenlenir. Başka kurallardan, örneğin teknik düzenleyici kurallardan ya da ahlaki normlardan farklı olarak, bireylerin, örgütlenmelerin, kurumların davranış ve eylemlerinin kurallarla düzenlenmesi süreçlerinde, hukuksal yapı yabancılaşmış (insanların denetimlerinde olmayan) bir iktidar alanı oluşturur. Hukuksal yapı, devletin baskı ve zor uygulama pratikleriyle, hukuka ilişkin oluşan ideolojiyle, toplumdaki egemen ahlaki hak ve adalet anlayışı aracılığıyla emekçilerin, sermayenin toplumsal egemenliğine tabiiyetini sağlayan bir iktidar örgütlenmesidir.

Hukuksal yapılar, egemen sınıf olan kapitalist sınıfın iktidar organizasyonları arasında yer alır. Bu iktidar yapılanmasında, baskı uygulamalarının/tahakkümün yanı sıra hukuksal pratiklerle üretilen ideolojik değerler iş başındadır. Hukuksal pratikler (mevzuat oluşturma pratikleri yanı sıra, yargılama pratikleri), sadece yaptırımlarla/baskıyla değil, insanlar üzerinde ideolojik hegemonya (onay ve rıza) oluşturmayla da sonuçlanır.

Toplumsal ilişkilerin ideolojik ve kültürel boyutları

Katı olan her şey buharlaşmaktadır!.. Geçmiş yüzyılların bakiyesi kültürel değerler ve pratikler, günümüzde piyasa ilişkilerinin pençesinde sönümlenmekte, başkalaşım geçirmekte, yerini yenilerine bırakmaktadır. Yaşayan faal bireylerin duygu, düşünce ve davranış kalıpları olarak etkin gerçekliği içerinde ideolojiler, sadece üretim süreçlerinde değil, toplumsal farklı pratiklerde ve ilişkilerde kendilerini ideolojik motifler olarak, tavırlar ve tutumlar olarak dışa vurmaktadır. Her gün yeniden üretilen ideolojik duygu ve düşünceler, tavır ve davranışlar, toplumsal ilişkilerin o ya da bu yanındaki değişimlerle birlikte toplumsal sistem/bütün içerisindeki dinamizmini korumaktadır.

Sanat ve sportif etkinlikler, günümüzde kapitalist üretim ve piyasa ilişkilerinin ağındadır. Sanatsal üretim ve sportif faaliyetler, kültür endüstrisinin bileşenleri olarak barındırdığı toplumsal ilişkiler ve pratiklerle aynı zamanda ideolojik mücadelelerin de alanlarıdır. Sanatsal üretimler ve faaliyetlerde olduğu gibi sportif etkinlikler etrafında şekillenen toplumsal ilişkilerde de ideolojiler arası mücadeleler gözlenir. Sanatta eleştirel ve geliştirici üretimler ve faaliyetlerin karşısına statükocu, geriliği yücelten pratikler ve çalışmalar dikilmektedir. Emekçilerin sanatsal üretime katılımı çok sınırlı bir düzeyde kalırken, endüstriyel ürün ve faaliyetlerin tüketimi sırasında, sermaye sınıfının toplumsal iktidarını kuran ve yeniden üreten bir hegemonyanın oluşumu için ideolojik manipülasyon gerçekleşmektedir. Sportif etkinliklere emekçilerin amatör düzeyde katılımı bir yana bırakıldığında, ağırlıkla bu pratikler çevresinde örülen ilişkilerin toplumsal işlevinin de kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı için gerekli hegemonyanın oluşumuna katkı sağlamak olduğu görülmektedir.

İktidar

İktidar, insanlar arasındaki ilişkilerde ve pratiklerde var olur. İktidar sınıflar arasında, erkek-kadın cinsiyetler arasında, patron ile işçi arasında, hiyerarşik askeri/polisiye organizasyon içerisinde bürokratlar ile kamu emekçileri arasında, kamu kurumlarında yöneticiler ile emekçiler arasında vardır. İktidar ilişkilerinin varlığı için gerek koşul ya da olmazsa olmaz koşul (conditio sine quanon, “ancak ve ancak” koşulu, varlık-yokluk koşulu), insanlar arası eşitsizliklerdir. Eşitsizlikler olmadığında, iktidar oluşmaz. Eş deyişle ancak ve ancak eşitsizliklerin varlığında insanlar arası iktidar ilişkileri var olur. İktidarın oluşumu için yeter koşul ise, şiddet/baskı/ceza uygulama tehdidinin ya da imasının bulunmasıdır. İnsanlar arasında eşitsizliklerin varlığında ve bir şekilde şiddet/zorlama/baskı/caydırma/cezalandırma/yıldırma eşlik ettiğinde, fiilen var olmasa bile şiddet/ceza/baskı uygulanacağı tehdidi ya da imasının söz konusu olduğu süreçlerde ve durumlarda, iktidar bir ilişki olarak vardır.

Siyaset teorisinin inceleme konusu olan iktidar, siyasi ve toplumsal iktidardır. Siyasi iktidar/devlet, toplumsal iktidarın bir bileşeni ya da öğesidir. Toplumsal ilişkileri, siyasi alan/devlet ile “sivil toplum” şeklinde ayırmak yanlışa götürmektedir. Devlet, siyasi, iktisadi, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları bulunan bir toplumsal ilişkiler sistemidir. Kapitalist devlet salt siyasi iktidar organizasyonu olmayıp, sermaye sınıfının toplumsal iktidarının oluşumunda bu boyutlarıyla yer alan bir örgütlenmedir. Toplumsal iktidar, devletsel/siyasal, hukuksal, iktisadi, ideolojik, kültürel boyutlar barındıran çeşitli pratikler, insanlar arası ilişkiler ve organizasyonlar/yapılarla üretilmektedir ve her gün yeniden üretilerek bir sürekliliğe sahiptir.

Kapitalist devlet, toplumun üzerinde değil içerisinde yer alan bir toplumsal ilişkiler kümesi, salt baskı/zor/cezalandırma/yıldırma/tahakküm “aygıtı” değil, bunlarla birlikte rıza/onay/konsensüs oluşturma, insanlarda kültürel ve ideolojik formasyon geliştirme, bazı hakikatleri saklama/gizleme/gözlerden uzak tutma ve birçok bilimsel bilgi ve perspektife dair cahil bırakma, insanları yönlendirme, şartlandırma, koşullama, insanlar arasında tutulan çeşitli keyif verici, eğlenceli ya da heyecan oluşturan pratiklerle bağımlılığa zemin hazırlama, hayırseverlik etkinlikleriyle bağlılık üretme, dinsel inançların yeniden üretiminde doğrudan rol alma gibi işlevlere sahip bir hegemonya yapısı/organizasyonudur.

İktidar, sınıfsaldır. Kapitalist sistemde sermaye sınıfının iktidarı toplum ölçeğinde oluşur ve yeniden üretilir. Kapitalist devlet yapısı, sermaye sınıfının toplumsal iktidarının sadece bir bileşenidir. Kapitalist sistemde toplumsal iktidarın oluşumu çeşitli pratikler ve ilişkiler barındıran hegemonya yapıları üzerinden/dolayımıyla gerçekleşir. Toplumsal iktidarın hegemonya yapıları, devlet organizasyonunu, devletin baskı, eğitim, medya, kültür gibi alt örgütlenmelerini, adalet/hukuk organizasyonunu, sendikalar, siyasal partiler, STK’lar gibi örgütlenmeleri, kültür endüstrisinin bileşenlerini, özel/devlet üniversitelerini, spor kulüplerini, sermayenin kültürel organizasyonlarını vd. içermektedir.

Kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı, tek başına devlet organizasyonuyla sağlanmaz. Bunun yanı sıra toplumsal egemenliğin/iktidarın, iktisadi, ideolojik (eğitsel, iletişimsel), kültürel (edebi, sanatsal, sportif), sivil topluma ait örgütsel (sendikalar, dernekler, vakıflar vd.) boyutları da bulunmaktadır. İşçiler ile patronlar arasında işletmeler ölçeğinde kurulan ilişkide, salt iktisadi ve hukuksal bir ilişki değil, aynı zamanda egemenlik-tabiiyet ilişkisi de vardır. Eğitim sistemi ve medya, kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı için gerekli hegemonyanın oluşumuna katılan pratikleri ve insanlar arası ilişkileri barındırır. Sendikalar, devlet ve patronlarla işçi sınıfının çıkarlarını uzlaştıran korporatist örgütlenmeler olarak, emekçilerin kapitalist sisteme bağlanmalarını sağlar vd… İşte biz, bütün bu boyutlarda sermaye sınıfının toplumsal egemenliğinin oluşmasına katılan ve bu egemenliği her gün yeniden üreten organizasyonlara, toplumsal iktidarın hegemonya yapıları diyoruz.

Hegemonya, sadece rıza/kabul/onay üretimiyle ilişkili değildir. Hegemonya, şiddet, baskı, mecbur bırakma ve zor, korku, yıldırma, cezalandırma, rıza, onay, konsensus, bağlanma, oyalama, meşgale oluşturma, hayatı anlamlandırma, keyif alma, kayıtsızlık ve pasifizasyon, cahil bırakma, sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama, kontrol/denetimle ve bunların çeşitli oranlarda bileşiminin bulunduğu pratiklerle ve insanlar arası ilişkilerle oluşur. Emekçilerin çalışma dışındaki vakitlerinde izledikleri diziler, okudukları çok-satan kitaplar, boyalı basın ve çeşitli hobiler, rıza üretme ile “oyalama ve meşgale oluşturma” için örnek olarak verilebilir.

Kapitalist sınıfın işçi sınıfı ve ara tabakalar üzerindeki, siyasal iktidarı da içeren ve ancak ülke ölçeğinde kurulan toplumsal iktidarı, insanlar üzerinde ve arasında hegemonya sağlandığında sürekliliğini koruyabilir. İnsanlar arasında hegemonyanın oluşumunda toplumsal iktidarın hegemonya yapıları devrededir.

Bu yazılanlar siyasal rejim olarak kapitalist demokrasiyi ve devlet biçimi olarak olağan kapitalist devleti barındıran kapitalist toplumsal sisteme ilişkindir. Olağan dönemlerde kapitalist toplumsal sistemde iktidar, bir benzetme yapacak olursak, farklı dokulardan meydana gelen organlar gibi, farklı hegemonya yapıları ile çalışır/işler.

Faşizm ise bir olağanüstü devlet tipi olmasına ek olarak tüm toplumsal dokunun, pratiklerin, ilişkilerin ve yapıların (toplumsal organizasyonların), siyasi iktidarın ve devlet ideolojisinin (resmî ideoloji) belirlenimine ve kontrolüne girmesini, eş deyişle totalitarizmi anlatır. Olağan dönemlerde kapitalist demokrasilerde bulunan toplumsal iktidarın dağınık ışıkları, faşizmde odaklanarak bir noktada yoğunlaşır. Kapitalist demokrasideki toplumsal iktidarın hegemonya yapıları, faşizmde yönetim/yürütme gücü tekilliğinin, “kara deliği”nin çekim alanında bulunur. Kültür, sanat, spor, eğlence, aile hayatı, günlük yaşamsal etkinliklerin çeşitli yanları, siyaset, sendika, okul/eğitim vd. faşizmin rengi olan kahverengi ışığın aydınlatması altına girer. Toplumsal iktidarın çeşitli hegemonya yapıları, siyasi iktidarın mengenesinde sıkışarak dar ve tek bir kalıp alır. Özetle faşizm, sermayenin toplumsal iktidarının homojenleştiği ve tekilleştiği, toplumsal ilişkiler üzerinde maksimum kontrolün olduğu olağanüstü bir siyasal rejim ve kapitalist devlet tipidir.

Toplumsal iktidar ve hegemonya

Kapitalist toplum, insanlar arası bir pratikler ve ilişkiler sistemidir. Kapitalist sistemde toplumsal ilişkilerin iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları vardır. Bu toplumsal ilişkiler kapitalist sınıf ile proletarya ve ara tabakalar arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri içerir. Kapitalist sınıf, işçi sınıfı ile ara tabakalar üzerinde toplumsal ölçekte oluşan bir iktidara sahiptir. Kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı, diğer sınıf ve tabakalarla olan ilişkileriyle kurulur. İktidar, farklı habituslara/sınıfsal konumlanışlara sahip insanların birbirleriyle olan ilişkileriyle var olur. Dolayısıyla sermayenin toplumsal iktidarının, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları bulunur.

Kapitalist devlet, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal pratikler ve ilişkilerdeki uzanımlarıyla, bu boyutlardaki etkileşimleri ve pratikleriyle kapitalist sınıfın toplumun diğer kesimleri üzerindeki iktidarının oluşumuna katılan bir organizasyon ya da örgütlenmedir. Salt siyasal bir örgütlenme değil, toplumsal ilişkilerin ve pratiklerin diğer boyutlarındaki etkileşimleri ve varlığıyla sermayenin toplumsal ölçekte oluşan iktidarının bir bileşenidir.

İktidar, günlük hayatın pratikleri ve ilişkileri içerisinde hegemonya tesisi yoluyla türemektedir. Sadece baskı, zorlama, cezadan kaçışla değil, ikna olma, onay verme, rıza gösterme, kayıtsızlık ve pasifizasyon, cahil bırakma, sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama, meşgale oluşturma, oyalayıcı ve keyif verici etkinliklerin cazibesine kapılma, cemaat şeklindeki çıkar örgütlerine katılma gibi yollarla kitleler, kapitalist sistemin işleyişine, onun barındırdığı olumsuzluklara ve karşıtlıklara dair düşünme, duygulanım geliştirme ve eyleme geçme şeklinde itirazda bulunmaktan menedilir. Kapitalist toplumsal formasyonlarda sermayenin toplumsal iktidarı kendini, kitlelerin itaati ve yaşadıkları sorunlara itirazının olmayışı şeklinde gösterir.

Kapitalist sistemde sermayenin toplumsal iktidarı, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki sömürü ilişkisinin sürdürülmesi ve daimî var oluşunu sağlar. Başka bir deyişle, bu iktidarın oluşumu, kapitalist sistemin varlığının devamlılığı için gereklidir. Bu nedenle, kapitalist devlet yanı sıra iktisadi, siyasal, ideolojik ve kültürel pratiklerin toplandığı çeşitli hegemonya araçları/yapıları (sendikalar, dermekler, vakıflar, odalar, STK’lar, düzen partileri, spor kulüpleri, sermayenin kültürel organizasyonları vd.) ile hukuksal pratikler ve yapılar, sistemin öğeleri/bileşenleri olarak hep birlikte ve etkileşim içerisinde işlerler. Kapitalist üretim ilişkileri olan işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki sömürü ilişkilerinin sürdürülmesi için sistemin öğelerinin hepsinin birlikte ve etkileşim içerisinde çalışması gerekir.

Bu kavrayış, toplumu bir sistem/bütünlük olarak gören ve bileşenleri arasındaki etkileşim ve ilişkileri gözeten bir yaklaşıma sahiptir. Burada, sömürü ilişkileri sistemin pivotunu/eksenini oluşturur. Bu ilişkiler salt iktisadi olmayıp, patronlarla işçiler arasındaki süreçlere ve pratiklere eşlik eden ahlaki, ideolojik/düşünsel, hukuki ve devletsel boyutlara da sahiptir. Örneğin yasalar ve devlet, her zaman ve yerde sömürü ilişkilerini düzenler ve bu ilişkilerle etkileşim içerisindedir. İşçilerle patronlar arasındaki sözleşmelerin hukuki bir boyutu çoğu durumda mevcuttur. Bu ilişkiler tarafların düşünceleri, duygulanımları ve değer yargılarının, pratikleri içerisinde önemli bir yer tuttuğu ilişkilerdir.

İktidar, otorite ve kontrol

Otorite, isteyerek emirlere uymayı ve lider sayılan aktörün peşinden gitmeyi, liderliğin kabiliyetleri ve toplumsal konumuna kişiler ya da grup tarafından onay vermeyi, baskı/şiddet/ceza uygulaması ya da uygulanacağı iması gerektirmeksizin itaati anlatır. Ebeveyn otoritesi, mesleki otorite (örneğin hastanede hastalara ilişkin hekim otoritesi), ahlaki otoriteler, siyasal lider otoritesi örnektir. Otorite, sevgi, güven, saygı, değer verme gibi duygu ve tutumlarla, menfaatle, bazı durumlarda ise ideolojik bağlılık ve bağlanmayla gerçekleşir.

İktidar ise, insanlar arasındaki egemenlik-bağımlılık ilişkisidir. İktidar, insanlar arasındaki eşitsizlikten doğar. Otoriteden farkı, şiddet/baskı/ceza uygulama tehdidinin ya da imasının daima var olmasıdır. Toplumsal organizasyonlarda iktidar ilişkileri olabileceği gibi, iktisadi iktidar, askeri kudret/iktidar da vardır ve iktidarların oluşumu ideolojik ve enformatik boyutlarla desteklenebilmektedir. İktidar sadece siyasal iktidara indirgenemez. Fakat kapitalist toplumda sermaye sınıfının toplumsal iktidarının oluşumu ve yeniden üretiminde yer alan toplumsal iktidarın hegemonya yapıları ile çeşitli pratik düzenekler, en önemli ve bu toplum için belirleyici iktidar ilişkilerini anlatır.

Kontrol, buradaki anlamıyla üretim araçları, silahlar, bilgiler ve toplumsal organizasyonlar üzerinde uygulanan, bunlara erişimi denetleme ve kısıtlama yeteneğidir. Bu kısıtlama ve denetim sayesinde insanlar maniple edilebilir.

Hegemonya mekanizmaları ve pratikleri

İtaat, saygı ve sevgi, güven, minnettarlık duyulmasıyla, bilgisi, düşünceleri, davranışları ve kılavuzluğuyla etki oluşturmasıyla bir otoritenin dediklerini yapma, emirlerini yerine getirme; sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama; keyif veren ve meşgale oluşturan davranışlarda bulunma ve bu tür etkinliklere katılma gibi durumlarla ortaya çıkan uyumlu olma, biat etme, kabul ve bağlılıktır.

İtaat, otoritenin veya iktidarın insanlar arası ilişkilerde ve pratiklerdeki bir görünümüdür. İktidarı, otoriteden ayıran özellik (diferentia spesifica) “itaat” yanı sıra “boyun eğme” içermesidir.

Boyun eğ(dir)mek, korkutma, baskı uygulama, baskı/şiddet ve cezalandırılma iması ya da tehdidi sonucu geri basma, yıldırmadır. Boyun eğdirme sayesinde almaşık davranış ve eylemlere yeltenilmez, yasaklara uyulur ve alternatif örgütlenmeler/siyasal pratikler ve ilişkiler geliştirilmez, direnç gösterilmez, direnişte bulunulmaz. Boyun eğmek, itiraz etmemek, tepki vermemek, eleştirmemek/sorgulamamak, rahatsızlıkları dışa vurmamaktır. Boyun eğmek/ram olmak, koşullara ve hükümlere karşı koymamak, teslim olmaktır. Bunların “boyun eğme” olması için baskı, zorlama, cezalandırma, yıpratma, yıldırma gibi süreçlerin yaşanması ya da potansiyel bir tehdit halinde bulunması gerekir.

Kapitalist sistemde sermaye sınıfının toplumsal iktidarı itaat + boyun eğdirme mekanizmaları ve pratikleriyle sağlanır. Bunlara toplumsal iktidarın hegemonya mekanizmaları ve pratikleri diyoruz.

Hegemonya krizi

Kapitalist sınıf ile proletarya ve diğer toplumsal kesimler arasındaki iktidar/egemenlik ilişkileri, olağan dönemlerde kitlelerin sisteme bağlılığı ve hegemonya altında hareketsiz kalmaları şeklinde var olur. Günlük hayatta bu iktidar ilişkilerinde dinamik bir denge durumu bulunur. Örneğin bir işletmedeki grev ile birlikte, sınıfsal karşıtlığın aktif mücadeleye, başka bir deyişle çelişkiye dönüşmesi sonucu, patron ile işçiler arasında var olan iktidar ilişkisindeki denge geçici bir süreliğine bozulur. Ülke çapında yaşanan bir devrimci durum kesitinde, emekçi kitleler üzerindeki hegemonya dağılır ve yeniden üretilemez duruma gelir. Buna hegemonya krizi denir. Artık kapitalist sınıfın toplumsal iktidarının ölüm çanları çalmıştır. Devrime katılan kitlelerin alternatif siyasi iktidar organizasyonları ve partisi ile karşı-hegemonik araçları (örneğin sendikaları, dernekleri, vakıfları, medyası, kültürel örgütlenmeleri vd.) bulunmaktadır. Devrim, işçi sınıfının partisi aracılığıyla siyasi iktidarı dışarıdan ele geçirmesi şeklinde gerçekleşmez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının yeniden üretilemediği bunalımla karakterize bir tarihsel kesitte, toplumsal karşı-hegemonya araçlarının desteğiyle siyasi iktidar, kapitalist sınıftan proletaryaya geçer. Mevcut toplumsal ve siyasal iktidar parçalanarak dağılır ve yeni gelişmiş alternatif iktidar örgütlenmeleri ve öncü partiyle kitleler kendi iktidarını oluşturur. Çatlayan eski iktidar yapısı içerisinden yeni iktidarın filizlendiği görülür.

Devrimci durumda iktisadi ve siyasal/yönetim krizinin yanı sıra var olan hegemonya krizinde, sermaye sınıfının toplumsal iktidarını oluşturan ve sürekliliğini sağlayan hegemonya mekanizmalarında ve pratiklerinde etkisizleşme söz konusudur. Bu mekanizmaların ve pratiklerin içerisinde gerçekleştiği toplumsal iktidarın hegemonya yapıları/organizasyonlarında işlev yitimleri ve aksamalar gelişmiştir. Toplumun harekete geçen aktif bölmelerinde (emekçiler ve ara tabakalar arasında çeşitli toplum kesimleri) itaatsizlik ve boyun eğmeme durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca bir hegemonya krizi, eş deyişle devrimci durum varlığında karşı-hegemonya organizasyonları (sosyalist medya, kültür kurumları, öncü sosyalist parti ve örgütlenmeler, devrimci/kızıl sendikalar, dernekler, meslek birlikleri ve diğer mücadele örgütleri, konsey/meclis/şura türünden alternatif iktidar nüveleri vd.) oluşmuş ve faal durumdadır.

Devrimci durumlarda toplumsal hareketlenmelerde itaatsizlik + boyun eğmeme (direnç ve direniş) + aktif örgütlü mücadele birlikteliğinde devrimci güçlerin ve süreçlerin, statükocu, karşı-devrimci ve düzeni koruyan güçlere ve süreçlere galebe çalması olanaklıdır. Bu olanağın adı sosyalist devrimdir. Ancak devrimci durum devrime ulaşmadığında, karşı-devrimin yaşanması (örneğin 1979 İran karşı-devrimi), gerici güçlerin “devrimi çalması” (örneğin öncü örgütlenmelerin zayıf olduğu 2010 yılındaki Arap Baharı), askeri darbe (örneğin 12 Eylül 1980 askeri darbesi) ya da paramiliter faşist örgütlenmelerin uyguladıkları terör eylemleriyle devrimci vektörlerin oyalanması, yıpratılması, iktidar hedefinden saptırılması ile birlikte sosyal demokratik liberalizmin sistemin emniyet supabı işlevini yerine getirmesi de (örneğin 1970’lerin Türkiye’si) mümkündür.

İşçi sınıfının iktidarı için verilmekte olan mücadelenin hedefi salt siyasal iktidarı ele geçirmek olarak görülemez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının yeniden üretilemeyecek hale gelmesi için toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarında karşı-hegemonya oluşturan etkinliklere ve pratiklere, organizasyonlara ihtiyaç bulunmaktadır. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının içine gireceği bir hegemonya krizinde, toplumda oluşmuş bulunan alternatif iktidar nüveleri bir öncü parti önderliğinde işçi sınıfı iktidarında gelişip serpilmek için hazır olmalıdır. Bu kriz kesitinde sermayenin toplumsal iktidarı çatlar ve parçalanırken, yeni bir iktidar birçok bileşen organizasyonuyla birlikte eskisinin yerini alır. Böylelikle iktidar sermaye sınıfından, işçi sınıfına el/yer değiştirmiş olur.

Sosyalist devrimde, kapitalist sistemin ekseni olan sömürü ilişkilerinin (temel/altyapı) tasfiyesi gerçekleştirilirken, bununla uyumlu olarak tüm üstyapılar ve toplumsal etkinliklerin ideal boyutu olan ideolojiler âlemi de yeniden yapılanır. Var olan eski yapıların işleyişi ve düzenlenişi parçalanır/yıkılır ve bu yapılar dönüştürülür. Toplumsal ilişkilerin organizasyon biçimleri olan yapılar, yeniden örgütlenir ve işlevlerinde başkalaşımlar olur. Buna devlet organizasyonunun da dâhil olduğunu belirtmeye gerek yoktur.

Komünist toplum

İnsanlığın tarih-öncesi olan günümüze kadarki tüm çağlar, bugünden geriye doğru bakıldığında toplulukların toplum olma yolundaki evrimleşmesidir. Bugün farklı ulus-devletlerin yurttaşı olan ve ulus adı verilen topluluklar arasındaki farklar (dil, din, kültür vd.), bu toplulukların üzerindeki sermaye iktidarının ülkeler ölçeğinde kompartmanlara ayrılması ortadan kalktığında, toplumsal zenginlikler olarak etkileşimler içerisinde evrimleşmeye devam edecektir. Komünist toplum, dünyadaki tüm insanları kapsar ve dünya ölçeğinde kurulur. Kapitalist çağın getirisi olan potansiyel durumdaki dünya toplumu, ulusal ve ulus-devletsel sınırların ayak bağı olmaktan çıkmasıyla birlikte gerçekleşecektir.

Toplumsal ilişkilerin sınıfsal belirlenimi komünizmde ortadan kalkacağından, tarihin bu döneminde insanlar arasında gözlenen siyasal egemenlik ve yönetim ilişkileri de ortadan kalkar. Bu, siyasal egemenlik, tahakküm ve baskı örgütlenmesi olarak devletin ortadan kalkması anlamına gelir. Sosyalizm döneminde devlet, bu eski işlevini giderek terk edecektir. Siyasal organizasyon olarak devlet, ancak tüm toplumsal yaşamın örgütlenme biçimi olduğunda sönümlenir ve toplum içerisinde erir. Devlet/devletler, giderek tüm dünya üzerinde yaşayan insanların kolektif bir biçimde, örgütlenerek denetimlerine aldıkları nesnel toplumsal işleri yapar duruma gelecektir. Planlamaların yapılması, üretim süreçlerinin gerçekleşmesi, gereksinimlerin giderilmesi, genç kuşakların eğitimi, yaşlıların ve engellilerin bakımı, çevrenin kendini yenilemesine destek olunması gibi toplum mühendisliği kapsamındaki işler, herkesi kapsayan bir örgütlenmeyle yerine getirilecektir. Kısacası tahakküm örgütlenmesi ve siyasal aygıt olan devlet/devletler söner ve toplum içerisinde erirken, giderek tüm insanlığı kapsayan bir örgütsel yapılanma yaratılacaktır. Devlet/devletler birliği, tüm insanlığı kapsayan toplum örgütlenmesi olacaktır. Devlet, toplumsallaşacak, eş deyişle kamusallaşacak, örgütlü toplumla özdeşleşecektir.

Sosyalizmde hukukun sönümlenmesi, hukukun tahakküm uygulama ve ideolojik işlevinin zaman içerisinde yok olup gitmesi anlamına gelir (örneğin sosyalizmde barınma, eğitim, sağlık birer haktır ve hukuksal olarak bu durum ifade edilir, fakat sermaye sınıfına göre günümüz kapitalist sisteminde bunlar hak değildir). İnsanların gereksinimlerinin komünizmin bolluk toplumunda yeterince karşılandığı, engelliler dâhil herkes için tüm olanaklara ulaşmada maksimum eşitlik olduğu, insanların hayat koşullarını denetim altına aldıkları, yani yabancılaşmadan kurtulup özgür oldukları bir ortamda, adaletten ve haklardan bahsedilmez. Hukuk artık, toplumun işleyiş ilkelerinin yazılı olarak kayıt altına alınmasından ve toplumsal ilişkilerin bilimsel düzenleniş ilkeleri olması dışında başkaca herhangi bir ideolojik işleve sahip değildir. Komünizmde hukuksal yapı ise, basit ve doğal (yabancılaşmamış) bir toplumsal örgütlenme olarak, suçların toplumsal nedenleri ortadan kalktığından, suçların sadece bireysel/psikolojik nedenleriyle uğraşıp, pedagojik-tıbbi bir işlevle çalışır.

Üretim ilişkileri “neden”, üst-yapılar ise “sonuç” değildir. Temel ile üst-yapılar ve üretim tarzı ile toplumsal ilişkilerin diğer boyutları arasında neden-sonuç ilişkileri bulunmaz. Komünist dünya toplumunda da tüm tarihte olduğu gibi yine üretim ilişkilerine uygun olan sanatsal, felsefi, bilimsel, etik ve estetik üretimler oluşturulacaktır. Komünist toplumda, üretim ilişkilerinde sınıfsal karşıtlığın bulunmamasından ötürü sanatsal, çeşitli alt türleriyle felsefi ve materyalist diyalektik, bilimsel, ahlaksal, etik, estetik üretimler, değerler ve ilkelerde bir sönümlenme yaşanmaz.

Günümüzde bilimsel faaliyet, ağırlıkla üretim süreçleri kapsamında ar-ge etkinlikleri olarak gerçekleşmektedir. Ayrıca sınıflar arası ilişki ve mücadele, bilimsel-teknolojik ürünlerin ve doğa bilimleri kapsamındaki bilgi/teorilerin içeriğine yansımaz. Bu nedenle bir “proleter bilim”den ya da “burjuva bilim”den bahsetmek saçmadır. Öte yandan, tıpkı bir zamanlar metafizik düşüncelerin ve idealist felsefi görüşlerin doğa bilimlerinin doğuş ve emekleme dönemlerinde baskın durumda oluşu gibi, günümüzde insan/toplum bilimleri alanında, bilim görünümlü çeşitli ideolojiler ile bilimsel yaklaşımlar arasında mücadelelerin var olduğu görülmektedir. Toplum bilimleri alanında giderek gelişecek bir realizm, açılmakta olan komünizm döneminin ürünü olacak, insanların kolektif olarak toplumsal süreçler üzerinde artan denetimiyle belirli bir olgunluğa ulaşacaktır.

Metafizik ideolojilerin ise üretimi ve yeniden üretimi, doğayla ve diğer insanlarla olan ilişkilerde yabancılaşma ortadan kalktığı için, bu ilişkiler saydam, kolay anlaşılır ve kolektif olarak denetlenebilir olduğu için son bulacaktır.

1 yorum:

  1. Doğan Göçmen
    @dg_gocmen
    ·
    11 Nis
    KANT neyin peşinde? Kant, geleneksel metafiziğin, her şeyi yalıtan, tekleştiren yaklaşımın yerine kendinde ilişkiselliği barındıran, üçüncü şıkkın olanaklılığından hareket eden, teori-pratik bütünlüğünü kuran diyalektik yöntemi içeren yeni bir metafiziğin yaratılmasının peşinde.
    ===
    Engels Varlık L. Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu çalışmasında "eski metafizik" yaklaşımını da kullanır -türkçe dışında okuyamadığı için refik varlık daha ayrıntıya girmez.
    ===
    Kant Varlıkın Prolegomenasının alt başlığı gelecekte ortaya çıkabilecek bir metafiğe önsöz gibi bir şey.
    refik ünal

    YanıtlaSil

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]