Mahmut Boyuneğmez
Giriş
Maddenin organizasyon
düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyoruz. Bu
katmanlar, atom ve atom altı parçacıklar (mikrokozmos) katmanı, atomların ve
moleküllerin etkileşimlerini içeren kimya katmanı, cisimlerin ve enerjinin
hareket yasalarını içeren makrokozmos katmanı/fiziksel katman, organizmaların yapısını
ve çevreleriyle etkileşimleri sunucu evrimleşmelerini kapsayan biyolojik
katman, zihin/bilinç katmanı, toplumdaki değişimleri ve gelişimi içeren
toplumsal katmandır. Temel gerçeklik katmanları hiyerarşi oluşturmadan
birbirleri içerisinde bulunur ve birbirlerinin üzerinde yükselirler. Bir
katman, onu kapsayan diğer katmanın zeminini oluşturur. İçerisinde alt
katmanları barındıran daha gelişkin bir katmanda işleyen süreçlerin, olayların
özünü belirleyen, bu gelişkin organizasyon düzeyinin yapısı, yani düzenlenişi,
işleyişi ve öğelerinin karşılıklı etkileşimidir. Örneğin biyolojik katman,
toplumsal katmanın varoluşu için zorunlu bir zemin oluştursa da, toplumsal
katmanın düzeni ve işleyişi (yapısı), biyolojik katmandaki yasalarla
açıklanamaz. Temel katmanların daha önceki katmanlarda bulunmayan yeni
niteliklerine, “belirmiş” (zuhur etmiş) diyoruz.
Toplum, doğadakilere göre yeni
ilişkilere ve birçok yapıya (ilişkilerin düzenleniş ve işleyişine) sahip bir beliriştir (emergence). Doğadakilerden,
örneğin maddenin biyolojik organizasyon düzeyinden farklı yasalara sahipse de,
toplumsal ilişkiler, biyolojik bir zemin üzerinde yükselir. Toplumsal
fenomenleri açıklarken, gerçekliğin toplum katmanında belirmiş yasalara,
ilişkilere bakılmalıdır.
Bize göre, toplum bir açık sistemdir. Doğa üzerine uygulanan
emekle üretilenler, toplumsal sistemin temel girdilerini oluşturur. Üretim
süreçleri, toplumsal ilişkilerin olmazsa olmaz, kurucu ve merkezi bileşenidir.
Üretici güçleri oluşturan üretici insanlar, üretim araçları ve toprak, teknik
bilgi ve organizasyon biçimleri, belirli üretim ilişkilerine sahiptir ya da bu
ilişkiler içerisindedir. Üretici güçlerin, eşdeyişle toplumdaki sınıfların
sahip olduğu üretim ilişkileri, toplumun iktisadi temelini ya da yapısını
oluşturur. Bu iktisadi yapının düzenlenişi ve işleyişi, yalıtık ve kendi
halinde olmayıp, toplumsal ilişkilerin diğer boyutlarıyla etkileşim gösterir. Toplumun
iktisadi yapısı, üst yapıları barındıran
toplumsal ilişkilerin hukuksal, devletsel, ideolojik/kültürel, sanatsal
boyutlarından ayrı ve bağımsız bir düzenleniş ve işleyişe sahip değildir.
Üretim süreçlerindeki ilişkiler, doğrudan ve dolaylı olarak üretimin dışında
görünen diğer toplumsal süreç ve ilişkilerin etkisi altındadır. İktisadi yapı
olan üretim tarzı, toplumsal ilişkilerin hukuksal, devletsel, ideolojik/kültürel
ve sanatsal boyutlarını değişen derecelerde koşullar ve onların alabileceği
biçimleri sınırlar. Toplumun bir sistem olması, barındırdığı ilişkileriyle onun
bir bütünlük (totality) olduğunu
anlatır.
Toplumun iktisadi yapısındaki
sınıfsal ilişkiler ve karşıtlık, toplumsal ilişkilerin diğer boyutlarında
ideolojik ve organizasyonel formlarda yansımalarını ve yankılarını bulur. Bu
organizasyonlara, üst yapılar adını
veriyoruz. Üst yapıları karakterize eden budur.
Devlet, günlük siyaset,
siyasal partiler, egemen ve resmi ideoloji, hukuksal düzenlemeler, kültürel
etkinlikler ve örgütlenmeler vd., bunların hiçbiri temel/üretim ilişkileri
yapısına, eş deyişle sınıflar arası iktisadi ilişkilere dışsal bir
“konumlanışa” sahip değildir. Kapitalist toplumsal sistemin bu öğeleri,
toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarındaki örgütlenmeler, yapılar ve pratikler
olarak, temel ile etkileşimler içerisindedir. Kapitalist temel, bunların
dolayımı olmadan sürekliliğini sağlayamaz ve gelişemez. Temel ile üst yapılar
arasındaki ilişkilerin, mekânsal kurgularla açıklanmaması gerekir. Bize göre, toplumsal
ilişkilerin siyasal, iktisadi, devletsel, hukuksal, ideolojik ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Bu boyutlar,
toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutundan bağımsız, ayrıksı bir alan
oluşturmaz.
Yapılar
ve failler
Yapılar, özneler/failler
arasındaki ilişkilerin düzenleniş ve
işleyiş formudur. Öznelerin oluşturduğu iktisadi, siyasal örgütlenmeler
(örneğin bir ekonomik işletme, parti, devlet, aile vb.) içerisindeki düzenleniş
ve işleyiş de, yapı olarak görülmelidir. Başka bir deyişle yapılar, devlet
kurumlarını, statik insan grupları olarak sınıfları, yazılı hukuk mevzuatını,
ideolojik doktrinleri anlatmaz. Yapılarla belirtilen nedir; daha yakından
bakalım…
Proletarya ile kapitalist
sınıf arasındaki toplumsal iktidar ilişkilerinin (bu ilişkilerin iktisadi,
siyasal, ideolojik, hukuksal ve kültürel boyutları vardır) özgül bir siyasal
organizasyon içindeki düzenlenişi ve aktif işleyişi olarak devlet, bir
üst-yapıdır.
Alt tabakaları arasındaki
ilişkiler dâhil olmak üzere, temel sınıflara mensup insanların arasındaki
ilişkilerin ve karşılıklı etkileşimlerin biçimlenişi olarak sınıflar,
yapılardır.
Toplumsal ilişkilerin
iktisadi boyutundaki düzenleniş ve işleyiş, iktisadi yapıyı/temeli oluşturur.
Başka bir üst-yapı, sınıflar
ve insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenişi ve işleyişinin hukuksal boyutunu
anlatır.
İnsanların gerçeklik
hakkındaki tutumlarının, davranış kalıplarının, duygu ve düşüncelerinin oluşumu
ve yeniden-oluşumundaki düzenleyici mekanizmalar ve ilişkiler (aile, eğitim
organizasyonu, kültür endüstrisi gibi), ideolojik yanı da olan yapıları ifade
eder.
Yapı ve özne/fail,
birbirinden farklı “öğeler” değildir ve aralarında dışsal ilişkiler yoktur.
Yapılar, öznelerin/faillerin ve onların örgütlenmelerinin sahip olduğu
ilişkilerin/etkileşimlerin düzenleniş ve işleyiş kalıbı ya da formu olarak
kavranmalıdır.
Toplum bilimindeki,
yapı-özne (fail) dikotomisi, aslında bir tür kavrayış/soyutlama yetersizliğinin
ürünüdür. Perspektifsel soyutlama yapıldığı biliniyorsa, “iki yönlü” soyutlama
perspektifiyle, yapılar ile özneler arasında özsel bir fark, ayrışma ve
kronoloji olmadığı görülecektir. Bu yapılmadığında, soyutlama/kavrama
süreçlerindeki yetersizliğin ve tek yönlülüğün sonucu olarak, yapısalcılıkta
olduğu gibi özneler yapılara, metodolojik tekilcilikte olduğu gibiyse yapılar
öznelerin etkinliklerine indirgenmektedir. Oysa yapılar, öznelerin
ilişkilerinin almış olduğu toplumsal formlar, özneler ise bu formları üreten,
yeniden üreten veya değiştiren insan etkinlikleridir.
Marksist klasik eserlerde ve
hatta tek bir eserin farklı yerlerinde perspektifsel soyutlama sonucunda, insanların
eylemine/etkinliklerine/pratiklerine ya da yapılara dönük farklı ağırlık
kaydırmaları görülmektedir. Örneğin Kapital’de
eleştiriyle incelenen kapitalist üretim, soyutlamanın farklı uğraklarında
üretim ilişkilerinin düzenlenişi ve işleyişi olarak yapı açısından
değerlendirildiği gibi, sermaye ile işçi sınıfı faillerinin etkinliği olarak da
dikkate alınır.
Üretim ilişkileri, sınıflar,
devlet, hukuk vd. yapılar, statik kavramlar olarak kullanılmamalıdır.
Türkiye’den örnekleyecek olursak, 1980 öncesi yıllardan sonrasına geçilirken,
farklı sermaye birikim süreçlerinde üretim ilişkileri ve sınıf yapısı,
üst-yapılar, gerçek, etkin ilişkiler, bu ilişkilerin düzenleniş ve işleyiş
formu olarak dinamik bir yapıya sahip olmuştur.
Öznelerin pratikleri belirli
bir düzenleniş ve işleyişteki yapıların koşullamaları altında gerçekleşir. Aynı
zamanda yapıların düzenleniş ve işleyişi, belirli tarihsel kesitlerde göze
çarpacak kadar belirgin olmak üzere öznelerin etkinlikleriyle değişir.
Reformların uygulandığı, toplumsal devrim hamlelerinin yapıldığı kesitler böyle
zamanlardır.
Siyaset
ve devlet
Siyasetin, toplumsal
ilişkilerin bir boyutu olarak,
belirli pratikler/eylemler ile yapıları (devlet, siyasi partiler vd.) kapsamında
barındırdığı, toplumsal ilişkilerin bütünlüğü içerisinde etkileşimlerle var
olduğu görülmelidir.
Siyaset pratikleri,
volantarist (iradeci) pratikler olduğu kadar, devlet, partiler, seçim gibi düzenekler,
mücadele örgütleri olduğu halde bundan uzaklaşan sendikalar, işçi dernekleri ve
kültürel örgütlenmeler, sınıflar arası ilişkilerin yapılanması gibi yapısal
öğelerin koşullaması altındadır. Siyasal pratikler, toplumsal ilişkilerin
farklı boyutlarındaki yapılarla etkileşim içerisinde, onları değiştirerek,
fakat onların çizdiği sınırlar ve kısıtlar çerçevesinde yaşama geçirilir.
Öznelerin aralarındaki farklarıyla tüm politik faaliyetleri, bu öznel
etkinlikler, aslında nesnel süreçlerin birer bileşenidir.
Kapitalist devlet, sosyal
devlet formunda iktisadi örgütlülüğü belirgin olan bir yapılanma olabildiği
gibi, tersine bu örgütlenmesi iyiden iyiye küçülmüş bir neo-liberal otoriteryen
güvenlikçi devlet de olabilir. Fakat her zaman iktisadi ilişkiler de dâhil,
diğer tüm toplumsal ilişkileri etkileyen bir organizasyondur. Kapitalist sınıf
ile proletarya arasındaki mücadeleler, kapitalist devletin yapısına yansır. Üstelik
bu devlet, ideolojik angajmanları itibarıyla kapitalist sınıfa bağlı
siyasetçileri ve bürokrasisi ile ürettiği resmi ideolojisi bir yanda, bünyesinde
çalışan geniş emekçi kitle öteki yanda olmak üzere, bizzat sınıflar arası
mücadelenin içerisinde gerçekleştiği bir örgütlenmedir de. Yeni emekçilerin
yetiştirilmesinde ve ideolojik açıdan sisteme uygun formasyona sahip olmalarında
işlevi olan eğitim yapılanması ile emekçilerin bizzat kendilerinin yeniden
üretimlerinde (sağaltımında) görevli sağlık organizasyonu da, kapitalist
devletin sosyal devlet tipinde büyük oranda, neo-liberal devlet tipinde ise düşük
oranda bünyesinde barındırdığı toplumsal ilişkilerdir.
Kapitalist devlet, bir yanda
kapitalist sınıf ile diğer yanda proletarya ve ara katmanlar arasındaki egemenlik-tabiiyet,
başka bir ifadeyle iktidar ilişkilerinin bir organizasyonudur. Kapitalist
devlet ağırlıkla siyasal iktidarın organizasyonu olmakla birlikte, iktisadi,
ideolojik, kültürel, askeri-polisiye, hukuksal organizasyonlarıyla da bir
iktidar örgütlenmesidir. Örneğin ağırlıkla işçiler ve köylülerden oluşan
ordunun er ve erbaş topluluğu, emek güçlerini sattıklarından ücretli emekçi
olan subay ve polisin geniş kitlesi ile askeri-polisiye bürokrasi arasında,
hiyerarşik güç ilişkileri bulunur ve bu, iktidar ilişkisinin bir türü olarak
tahakkümdür. Devletin kurumları, siyasiler-bürokrasi ile kamu emekçileri
arasındaki iktidar ilişkilerini barındıran organizasyonlardır.
Hukuksal
yapı
Toplumsal ilişkilerin hukuksal
boyutunun işlevi, teorik (yasalar, anayasa, mevzuat) ve pratik yönleriyle hep
birlikte toplumsal ilişkileri düzenlemektir. Düzenlenen bu ilişkilere iktisadi
pratikler de dâhildir.
Toplumsal ilişkilerin
hukuksal boyutu, hukuksal pratikler ile ilişkileri ve insanların
davranışlarını/eylemlerini düzenleyen normları (kuralları) içerir. Hukuksal
pratikleri ve ilişkileri, bir iktidar örgütlenmesi olan devletin hukuksal alt
kümelenmesi (mahkemelerdeki yargılama süreçleri, cezaevleri vb.) oluşturur.
Hukuk, üst-yapılardan biri olarak belirli bir düzenlenişe ve işleyişe, eş
deyişle yapıya sahiptir. Kapitalist toplumlarda bireylerin ve tüzel
kişilerin edimleri ve işlemleri, hukuksal yapı ve kurallar tarafından
düzenlenir. Başka kurallardan, örneğin teknik düzenleyici kurallardan ya da
ahlaki normlardan farklı olarak, bireylerin, örgütlenmelerin, kurumların
davranış ve eylemlerinin kurallarla düzenlenmesi süreçlerinde, hukuksal yapı
yabancılaşmış (insanların denetimlerinde olmayan) bir iktidar alanı oluşturur.
Hukuksal yapı, devletin baskı ve zor uygulama pratikleriyle, hukuka ilişkin
oluşan ideolojiyle, toplumdaki egemen ahlaki hak ve adalet anlayışı
aracılığıyla emekçilerin, sermayenin toplumsal egemenliğine tabiiyetini sağlayan
bir iktidar örgütlenmesidir.
Hukuksal yapılar, egemen
sınıf olan kapitalist sınıfın iktidar organizasyonları arasında yer alır. Bu
iktidar yapılanmasında, baskı uygulamalarının/tahakkümün yanı sıra hukuksal
pratiklerle üretilen ideolojik değerler iş başındadır. Hukuksal pratikler
(mevzuat oluşturma pratikleri yanı sıra, yargılama pratikleri), sadece
yaptırımlarla/baskıyla değil, insanlar üzerinde ideolojik hegemonya (onay ve
rıza) oluşturmayla da sonuçlanır.
Toplumsal
ilişkilerin ideolojik ve kültürel boyutları
Katı olan her şey buharlaşmaktadır!..
Geçmiş yüzyılların bakiyesi kültürel değerler ve pratikler, günümüzde piyasa
ilişkilerinin pençesinde sönümlenmekte, başkalaşım geçirmekte, yerini
yenilerine bırakmaktadır. Yaşayan faal bireylerin duygu, düşünce ve davranış
kalıpları olarak etkin gerçekliği içerinde ideolojiler, sadece üretim
süreçlerinde değil, toplumsal farklı pratiklerde ve ilişkilerde kendilerini ideolojik
motifler olarak, tavırlar ve tutumlar olarak dışa vurmaktadır. Her gün yeniden
üretilen ideolojik duygu ve düşünceler, tavır ve davranışlar, toplumsal
ilişkilerin o ya da bu yanındaki değişimlerle birlikte toplumsal sistem/bütün
içerisindeki dinamizmini korumaktadır.
Sanat ve sportif etkinlikler,
günümüzde kapitalist üretim ve piyasa ilişkilerinin ağındadır. Sanatsal üretim
ve sportif faaliyetler, kültür endüstrisinin bileşenleri olarak barındırdığı toplumsal
ilişkiler ve pratiklerle aynı zamanda ideolojik mücadelelerin de alanlarıdır. Sanatsal
üretimler ve faaliyetlerde olduğu gibi sportif etkinlikler etrafında şekillenen
toplumsal ilişkilerde de, ideolojiler arası mücadeleler gözlenir. Sanatta eleştirel
ve geliştirici üretimler ve faaliyetlerin karşısına statükocu, geriliği yücelten
pratikler ve çalışmalar dikilmektedir. Emekçilerin sanatsal üretime katılımı
çok sınırlı bir düzeyde kalırken, endüstriyel ürün ve faaliyetlerin tüketimi
sırasında, sermaye sınıfının toplumsal iktidarını kuran ve yeniden üreten bir
hegemonyanın oluşumu için ideolojik manipülasyon gerçekleşmektedir. Sportif
etkinliklere emekçilerin amatör düzeyde katılımı bir yana bırakıldığında, ağırlıkla
bu pratikler çevresinde örülen ilişkilerin toplumsal işlevinin de, kapitalist
sınıfın toplumsal iktidarı için gerekli hegemonyanın oluşumuna katkı sağlamak olduğu
görülmektedir.
Toplumsal
iktidarın hegemonya yapıları
Kapitalist toplumda sermaye
sınıfının iktidarı toplumsal ölçekte oluşur ve yeniden üretilir. Kapitalist
sınıfın toplumsal iktidarı, tek başına devlet organizasyonuyla sağlanmaz. Bunun
yanı sıra toplumsal egemenliğin/iktidarın, iktisadi, ideolojik (eğitsel,
iletişimsel), kültürel (edebi, sanatsal, sportif), sivil topluma ait örgütsel
(sendikalar, dernekler, vakıflar vd.) boyutları da bulunmaktadır. İşçiler ile
patronlar arasında işletmeler ölçeğinde kurulan ilişkide, salt iktisadi ve
hukuksal bir ilişki değil, aynı zamanda egemenlik-tabiiyet ilişkisi de vardır.
Eğitim sistemi ve medya, kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı için gerekli
hegemonyanın oluşumuna katılan pratikleri ve insanlar arası ilişkileri
barındırır. Sendikalar, devlet ve patronlarla işçi sınıfının çıkarlarını
uzlaştıran korporatist örgütlenmeler olarak, emekçilerin kapitalist sisteme
bağlanmalarını sağlar vd… İşte biz, bütün bu boyutlarda sermaye sınıfının toplumsal
egemenliğinin oluşmasına katılan ve bu egemenliği her gün yeniden üreten
organizasyonlara, toplumsal iktidarın
hegemonya yapıları diyoruz.
Hegemonya baskı uygulama, mecbur
bırakma ve zorlama, korku, yıldırma, ideolojik onay, rıza ve bağlanma, oyalama
ve meşgale oluşturma gibi yollar üzerinden gerçekleşir. Emekçilerin çalışma
dışındaki vakitlerinde izledikleri diziler, okudukları çok-satan kitaplar, boyalı
basın ve çeşitli hobiler, rıza üretme ile “oyalama ve meşgale oluşturma” için
örnek olarak verilebilir. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarı, oluşan
hegemonyayla sağlanır ve yeniden üretilir. Toplumsal çeşitli süreçler,
organizasyonlar ve üretimler aracılığıyla sermaye sınıfının toplumsal
egemenliği yeniden ve yeniden oluşturulmaktadır.
Kapitalist sınıf ile
proletarya ve diğer toplumsal kesimler arasındaki iktidar/egemenlik ilişkileri,
olağan dönemlerde kitlelerin sisteme bağımlılığı ve hegemonya altında
hareketsiz kalmaları şeklinde var olur. Günlük hayatta bu iktidar ilişkilerinde
dinamik bir denge durumu bulunur.
Örneğin bir işletmedeki grev ile birlikte, sınıfsal karşıtlığın aktif mücadeleye, başka bir deyişle çelişkiye dönüşmesi sonucu, patron ile
işçiler arasında var olan iktidar ilişkisindeki denge geçici bir süreliğine
bozulur. Ülke çapında yaşanan bir devrimci durum kesitinde, emekçi kitleler
üzerindeki hegemonya dağılır ve yeniden üretilemez duruma gelir. Buna hegemonya
krizi denir. Artık kapitalist sınıfın toplumsal iktidarının ölüm çanları
çalmıştır. Devrime katılan kitlelerin alternatif siyasi iktidar
organizasyonları ve partisi ile karşı-hegemonik araçları (örneğin sendikaları,
dernekleri, vakıfları, medyası, kültürel örgütlenmeleri vd.) bulunmaktadır.
Devrim, işçi sınıfının partisi aracılığıyla siyasi iktidarı dışarıdan ele
geçirmesi şeklinde gerçekleşmez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının
yeniden üretilemediği bunalımla karakterize bir tarihsel kesitte, toplumsal
karşı-hegemonya araçlarının desteğiyle siyasi iktidar, kapitalist sınıftan
proletaryaya geçer. Mevcut toplumsal ve siyasal iktidar parçalanarak dağılır ve
yeni gelişmiş alternatif iktidar örgütlenmeleri ve öncü partiyle kitleler kendi
iktidarını oluşturur. Çatlayan eski iktidar yapısı içerisinden yeni iktidarın
filizlendiği görülür.
Komünist
toplum
İnsanlığın tarih-öncesi olan
günümüze kadarki tüm çağlar, bugünden geriye doğru bakıldığında toplulukların
toplum olma yolundaki evrimleşmesidir. Bugün farklı ulus-devletlerin yurttaşı
olan ve ulus adı verilen topluluklar arasındaki farklar (dil, din, kültür vd.),
bu toplulukların üzerindeki sermaye iktidarının ülkeler ölçeğinde
kompartmanlara ayrılması ortadan kalktığında, toplumsal zenginlikler olarak
etkileşimler içerisinde evrimleşmeye
devam edecektir. Komünist toplum, dünyadaki tüm insanları kapsar ve dünya
ölçeğinde kurulur. Kapitalist çağın getirisi olan potansiyel durumdaki dünya
toplumu, ulusal ve ulus-devletsel sınırların ayak bağı olmaktan çıkmasıyla
birlikte gerçekleşecektir.
Toplumsal ilişkilerin
sınıfsal belirlenimi komünizmde ortadan kalkacağından, tarihin bu döneminde
insanlar arasında gözlenen siyasal egemenlik ve yönetim ilişkileri de ortadan
kalkar. Bu, siyasal egemenlik, tahakküm ve baskı örgütlenmesi olarak devletin
ortadan kalkması anlamına gelir. Sosyalizm döneminde devlet, bu eski işlevini
giderek terk edecektir. Siyasal organizasyon olarak devlet, ancak tüm toplumsal
yaşamın örgütlenme biçimi olduğunda sönümlenir ve toplum içerisinde erir.
Devlet/devletler, giderek tüm dünya üzerinde yaşayan insanların kolektif bir
biçimde, örgütlenerek denetimlerine aldıkları nesnel toplumsal işleri yapar
duruma gelecektir. Planlamaların yapılması, üretim süreçlerinin gerçekleşmesi,
gereksinimlerin giderilmesi, genç kuşakların eğitimi, yaşlıların ve
engellilerin bakımı, çevrenin kendini yenilemesine destek olunması gibi toplum mühendisliği kapsamındaki
işler, herkesi kapsayan bir örgütlenmeyle yerine getirilecektir. Kısacası
tahakküm örgütlenmesi ve siyasal aygıt olan devlet/devletler söner ve toplum
içerisinde erirken, giderek tüm insanlığı kapsayan bir örgütsel yapılanma
yaratılacaktır. Devlet/devletler birliği, tüm insanlığı kapsayan toplum
örgütlenmesi olacaktır. Devlet,
örgütlü toplumla özdeşleşecektir.
Sosyalizmde hukukun
sönümlenmesi, hukukun tahakküm uygulama ve ideolojik işlevinin zaman içerisinde
yok olup gitmesi anlamına gelir (örneğin sosyalizmde barınma, eğitim, sağlık
birer haktır ve hukuksal olarak bu durum ifade edilir, fakat sermaye sınıfına
göre günümüz kapitalist sisteminde bunlar hak değildir). İnsanların
gereksinimlerinin komünizmin bolluk toplumunda yeterince karşılandığı, engelliler
dâhil herkes için tüm olanaklara ulaşmada maksimum eşitlik olduğu, insanların
hayat koşullarını denetim altına aldıkları, yani yabancılaşmadan kurtulup özgür
oldukları bir ortamda, adaletten ve haklardan bahsedilmez. Hukuk artık,
toplumun işleyiş ilkelerinin yazılı olarak kayıt altına alınmasından ve
toplumsal ilişkilerin bilimsel düzenleniş ilkeleri olması dışında başkaca
herhangi bir ideolojik işleve sahip değildir. Komünizmde hukuksal yapı ise,
basit ve doğal (yabancılaşmamış) bir toplumsal örgütlenme olarak, suçların
toplumsal nedenleri ortadan kalktığından, suçların sadece bireysel/psikolojik
nedenleriyle uğraşıp, pedagojik-tıbbi bir işlevle çalışır.
Üretim ilişkileri “neden”,
üst-yapılar ise “sonuç” değildir. Temel ile üst-yapılar ve üretim tarzı ile
toplumsal ilişkilerin diğer boyutları arasında neden-sonuç ilişkileri bulunmaz.
Komünist dünya toplumunda da, tüm tarihte olduğu gibi yine üretim ilişkilerine uygun olan sanatsal, felsefi, bilimsel,
etik ve estetik üretimler oluşturulacaktır. Komünist toplumda, üretim
ilişkilerinde sınıfsal karşıtlığın bulunmamasından ötürü sanatsal, çeşitli alt
türleriyle felsefi ve materyalist diyalektik, bilimsel, ahlaksal, etik, estetik
üretimler, değerler ve ilkelerde bir sönümlenme yaşanmaz.
Günümüzde bilimsel faaliyet,
ağırlıkla üretim süreçleri kapsamında ar-ge etkinlikleri olarak gerçekleşmektedir.
Ayrıca sınıflar arası ilişki ve mücadele, bilimsel-teknolojik ürünlerin ve doğa
bilimleri kapsamındaki bilgi/teorilerin içeriğine yansımaz. Bu nedenle bir
“proleter bilim”den ya da “burjuva bilim”den bahsetmek saçmadır. Öte yandan,
tıpkı bir zamanlar metafizik düşüncelerin ve idealist felsefi görüşlerin doğa
bilimlerinin doğuş ve emekleme dönemlerinde baskın durumda oluşu gibi,
günümüzde insan/toplum bilimleri alanında, bilim görünümlü çeşitli ideolojiler
ile bilimsel yaklaşımlar arasında mücadelelerin var olduğu görülmektedir.
Toplum bilimleri alanında giderek gelişecek bir realizm, açılmakta olan
komünizm döneminin ürünü olacak, insanların kolektif olarak toplumsal süreçler
üzerinde artan denetimiyle belirli bir olgunluğa ulaşacaktır.
Metafizik ideolojilerin ise
üretimi ve yeniden üretimi, doğayla ve diğer insanlarla olan ilişkilerde
yabancılaşma ortadan kalktığı için, bu ilişkiler saydam, kolay anlaşılır ve
kolektif olarak denetlenebilir olduğu için son bulacaktır.
Doğan Göçmen
YanıtlaSil@dg_gocmen
·
11 Nis
KANT neyin peşinde? Kant, geleneksel metafiziğin, her şeyi yalıtan, tekleştiren yaklaşımın yerine kendinde ilişkiselliği barındıran, üçüncü şıkkın olanaklılığından hareket eden, teori-pratik bütünlüğünü kuran diyalektik yöntemi içeren yeni bir metafiziğin yaratılmasının peşinde.
===
Engels Varlık L. Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu çalışmasında "eski metafizik" yaklaşımını da kullanır -türkçe dışında okuyamadığı için refik varlık daha ayrıntıya girmez.
===
Kant Varlıkın Prolegomenasının alt başlığı gelecekte ortaya çıkabilecek bir metafiğe önsöz gibi bir şey.
refik ünal