Mahmut Boyuneğmez
Giriş
Maddenin organizasyon
düzeyleri ya da gelişim evreleri bulunmaktadır. Bunlara biz temel gerçeklik katmanları diyoruz. Bu
katmanlar, atom ve atom altı parçacıklar (mikrokozmos) katmanı, atomların ve
moleküllerin etkileşimlerini içeren kimya katmanı, cisimlerin ve enerjinin
hareket yasalarını içeren makrokozmos katmanı/fiziksel katman, organizmaların yapısını
ve çevreleriyle etkileşimleri sunucu evrimleşmelerini kapsayan biyolojik
katman, zihin/bilinç katmanı, toplumdaki değişimleri ve gelişimi içeren
toplumsal katmandır. Temel gerçeklik katmanları hiyerarşi oluşturmadan
birbirleri içerisinde bulunur ve birbirlerinin üzerinde yükselirler. Bir
katman, onu kapsayan diğer katmanın zeminini oluşturur. İçerisinde alt
katmanları barındıran daha gelişkin bir katmanda işleyen süreçlerin, olayların
özünü belirleyen, bu gelişkin organizasyon düzeyinin yapısı, yani düzenlenişi,
işleyişi ve öğelerinin karşılıklı etkileşimidir. Örneğin biyolojik katman,
toplumsal katmanın varoluşu için zorunlu bir zemin oluştursa da toplumsal
katmanın düzeni ve işleyişi (yapısı), biyolojik katmandaki yasalarla
açıklanamaz. Temel katmanların daha önceki katmanlarda bulunmayan yeni
niteliklerine, “belirmiş” (zuhur etmiş) diyoruz.
Toplum, doğadakilere göre yeni
ilişkilere ve birçok yapıya (ilişkilerin düzenleniş ve işleyişine) sahip bir beliriştir (emergence). Doğadakilerden,
örneğin maddenin biyolojik organizasyon düzeyinden farklı yasalara sahipse de toplumsal
ilişkiler, biyolojik bir zemin üzerinde yükselir. Toplumsal fenomenleri
açıklarken, gerçekliğin toplum katmanında belirmiş yasalara, ilişkilere
bakılmalıdır.
Bize göre, toplum bir açık sistemdir. Doğa üzerine uygulanan
emekle üretilenler, toplumsal sistemin temel girdilerini oluşturur. Üretim
süreçleri, toplumsal ilişkilerin olmazsa olmaz, kurucu ve merkezi bileşenidir.
Üretici güçleri oluşturan üretici insanlar, üretim araçları ve toprak, teknik
bilgi ve organizasyon biçimleri, belirli üretim ilişkilerine sahiptir ya da bu
ilişkiler içerisindedir. Üretici güçlerin, eş deyişle toplumdaki sınıfların
sahip olduğu üretim ilişkileri, toplumun iktisadi temelini ya da yapısını
oluşturur. Bu iktisadi yapının düzenlenişi ve işleyişi, yalıtık ve kendi
halinde olmayıp, toplumsal ilişkilerin diğer boyutlarıyla etkileşim gösterir. Toplumun
iktisadi yapısı, üst yapıları barındıran
toplumsal ilişkilerin hukuksal, devletsel, ideolojik/kültürel, sanatsal
boyutlarından ayrı ve bağımsız bir düzenleniş ve işleyişe sahip değildir.
Üretim süreçlerindeki ilişkiler, doğrudan ve dolaylı olarak üretimin dışında
görünen diğer toplumsal süreç ve ilişkilerin etkisi altındadır. İktisadi yapı
olan üretim tarzı, toplumsal ilişkilerin hukuksal, devletsel, ideolojik/kültürel
ve sanatsal boyutlarını değişen derecelerde koşullar ve onların alabileceği
biçimleri sınırlar. Toplumun bir sistem olması, barındırdığı ilişkileriyle onun
bir bütünlük (totality) olduğunu
anlatır.
Toplumun iktisadi yapısındaki
sınıfsal ilişkiler ve karşıtlık, toplumsal ilişkilerin diğer boyutlarında
ideolojik ve organizasyonel formlarda yansımalarını ve yankılarını bulur. Bu
organizasyonlara, üst yapılar adını
veriyoruz. Üst yapıları karakterize eden budur.
Devlet, günlük siyaset,
siyasal partiler, egemen ve resmî ideoloji, hukuksal düzenlemeler, kültürel
etkinlikler ve örgütlenmeler vd., bunların hiçbiri temel/üretim ilişkileri
yapısına, eş deyişle sınıflar arası iktisadi ilişkilere dışsal bir
“konumlanışa” sahip değildir. Kapitalist toplumsal sistemin bu öğeleri,
toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarındaki örgütlenmeler, yapılar ve pratikler
olarak, temel ile etkileşimler içerisindedir. Kapitalist temel, bunların
dolayımı olmadan sürekliliğini sağlayamaz ve gelişemez. Temel ile üst yapılar
arasındaki ilişkilerin, mekânsal kurgularla açıklanmaması gerekir. Bize göre, toplumsal
ilişkilerin siyasal, iktisadi, devletsel, hukuksal, ideolojik ve kültürel boyutları bulunmaktadır. Bu boyutlar,
toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutundan bağımsız, ayrıksı bir alan
oluşturmaz.
Realizm nedir?
Düşünsel ve eylemli
faaliyetler içeren bilimsel araştırmalar sonucu nesnel gerçekliğin bilgisine
ulaşılır. Bilimsel teoriler, yasalar, bilgiler gerçekliği doğrulukla kavradığı
ölçüde, onu değiştirme ve denetleme kapasitesini insanlığa sunar. Gerçekliğin değişim
eğilimiyle örtüşen ya da gerçekliğin çeşitli kesitleri üzerinde denetim
kurmamıza yol açan bilimsel düşünceler, realisttir. Realizmin felsefi,
bilimsel, siyasal ve günlük hayatta problemlerin çözümünde geliştirilen
fikirlerde olmak üzere farklı türleri vardır. Materyalizm, felsefi realizmdir,
çünkü nesnel gerçekliğin düşüncelerin dışında var olduğunu ve düşünsel olarak
doğrulukla soyutlanabileceğini kabul eder. Yani materyalizm, gerçeklik
anlaşılabilir ve üzerinde denetim kurulabilir demesinden ötürü, realisttir.
Komünizm, tarihsel akışın bir amacı değil fakat bir yönü olduğunu benimser.
Geçmişten bugüne gelen eğilimlerin, gelecekte alabilecekleri formları öngörür.
Tarihsel değişim eğilimleriyle düşünsel düzlemde örtüşme olduğundan, komünist
fikirler realist özellik gösterir. Günlük hayatta karşılaşılan problemlerin
çözümü ancak geçmiş bilgilerle tutarlı kalınıp, çözüm için gerekli realist
düşünceler üretilerek sağlanabilir.
Bir sorunun/konunun
realist/bilimsel incelenişi, ancak incelenen gerçeklik üzerinde, pratikte bir
denetim/egemenlik kurma potansiyeli oluşmaya başladığında belirir. İncelenen
gerçeklik, süreç, olgu, nesne vb. üzerinde, en azından bir yönüyle denetim ve
kontrol kurulabilir duruma gelindiyse, o konuda bu yönüyle realist/bilimsel bir
soyutlama yapılabilir. Bu durum aslında, yabancılaşmanın ortadan
kaldırılmasıdır.
Düşünsel boyutuyla doğa ve
toplum bilimleri, Marksizm, tarihsel materyalizm ve komünizm, realist teoriler
ve ideolojilerdir. Günümüzde, genel olarak doğa bilimlerindeki realizm, toplum
bilimleri alanındaki realizmden daha gelişkindir. Marksizm, değişim içerisindeki
toplumsal gerçekliğin temel işleyiş mantığını realist bir biçimde kavrayan,
toplumsal gerçeklikteki dönüşüm sürecinde doğrulanan, toplumsal süreçler
üzerinde denetim ve kontrol kurulması yolunda atılmış önemli bir teorik
adımdır. Toplumsal olguların/süreçlerin, bütün insanlar tarafından, en
az sağduyu düzeyinde olmak üzere, realist bir şekilde kavranışı,
tarihin komünizm döneminde gerçekleşecektir. Bu ancak, toplumu/toplumları
bütün üyeleriyle kucaklayacak kolektif bir örgütlenmeyle, devletin toplumsal
örgütlenmeyle eşitlenmesiyle ve planlı toplum mühendisliği
etkinlikleriyle, toplumsal düzenleniş ve işleyiş (=yapılar) üzerinde kolektif
bir denetim ve egemenlik sağlandığında mümkündür. Tarihsel-diyalektik
materyalizm, birincisi, bilimsel bilgilerle (doğa ve toplum bilimleri) uyumlu
olduğundan ve bilimler üzerinden soyutlandığı için, ikincisi, komünizme
açıldığı için realist bir felsefedir. Bu niteleme, materyalizmin düşünce
içeriğinin gerçekleşebilir olduğunu belirtmemekte, bir felsefi tavır olarak
bilimsel düşüncelerin gerçekçiliğini ve genel olarak realizmi benimsediğini
ifade etmektedir.
Yapılar
ve failler
Yapılar, özneler/failler
arasındaki ilişkilerin düzenleniş ve
işleyiş formudur. Öznelerin oluşturduğu iktisadi, siyasal örgütlenmeler
(örneğin bir ekonomik işletme, parti, devlet, aile vb.) içerisindeki düzenleniş
ve işleyiş de yapı olarak görülmelidir. Başka bir deyişle yapılar, devlet
kurumlarını, statik insan grupları olarak sınıfları, yazılı hukuk mevzuatını,
ideolojik doktrinleri anlatmaz. Yapılarla belirtilen nedir; daha yakından
bakalım.
Proletarya ile kapitalist
sınıf arasındaki toplumsal ilişkilerinin (bu ilişkilerin iktisadi, siyasal,
ideolojik, hukuksal ve kültürel boyutları vardır) özgül bir siyasal
organizasyon içindeki düzenlenişi ve aktif işleyişi olarak devlet, bir
üst-yapıdır.
Alt tabakaları arasındaki
ilişkiler dâhil olmak üzere, temel sınıflara mensup insanların arasındaki
ilişkilerin ve karşılıklı etkileşimlerin biçimlenişi olarak sınıflar,
yapılardır.
Toplumsal ilişkilerin iktisadi
boyutundaki düzenleniş ve işleyiş, iktisadi yapıyı/temeli oluşturur.
Başka bir üst-yapı, sınıflar
ve insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenişi ve işleyişinin hukuksal boyutunu
anlatır.
İnsanların gerçeklik
hakkındaki tutumlarının, davranış kalıplarının, duygu ve düşüncelerinin oluşumu
ve yeniden-oluşumundaki düzenleyici mekanizmalar ve ilişkiler (aile, eğitim
organizasyonu, kültür endüstrisi gibi), ideolojik yanı da olan yapıları ifade
eder.
Yapı ve özne/fail, birbirinden
farklı “öğeler” değildir ve aralarında dışsal ilişkiler yoktur. Yapılar,
öznelerin/faillerin ve onların örgütlenmelerinin sahip olduğu
ilişkilerin/etkileşimlerin düzenleniş ve işleyiş kalıbı ya da formu olarak
kavranmalıdır.
Toplum bilimindeki, yapı-özne
(fail) dikotomisi, aslında bir tür kavrayış/soyutlama yetersizliğinin ürünüdür.
Perspektifsel soyutlama yapıldığı biliniyorsa, “iki yönlü” soyutlama
perspektifiyle, yapılar ile özneler arasında özsel bir fark, ayrışma ve kronoloji
olmadığı görülecektir. Bu yapılmadığında, soyutlama/kavrama süreçlerindeki
yetersizliğin ve tek yönlülüğün sonucu olarak, yapısalcılıkta olduğu gibi
özneler yapılara, metodolojik tekilcilikte olduğu gibiyse yapılar öznelerin
etkinliklerine indirgenmektedir. Oysa yapılar, öznelerin ilişkilerinin almış
olduğu toplumsal formlar, özneler ise bu formları üreten, yeniden üreten veya
değiştiren insan etkinlikleridir.
Marksist klasik eserlerde ve
hatta tek bir eserin farklı yerlerinde perspektifsel soyutlama sonucunda,
insanların eylemine/etkinliklerine/pratiklerine ya da yapılara dönük farklı
ağırlık kaydırmaları görülmektedir. Örneğin Kapital’de eleştiriyle incelenen kapitalist üretim, soyutlamanın
farklı uğraklarında üretim ilişkilerinin düzenlenişi ve işleyişi olarak yapı
açısından değerlendirildiği gibi, sermaye ile işçi sınıfı faillerinin etkinliği
olarak da dikkate alınır.
Üretim ilişkileri, sınıflar,
devlet, hukuk vd. yapılar, statik kavramlar olarak kullanılmamalıdır.
Türkiye’den örnekleyecek olursak, 1980 öncesi yıllardan sonrasına geçilirken,
farklı sermaye birikim süreçlerinde üretim ilişkileri ve sınıf yapısı,
üst-yapılar, gerçek, etkin ilişkiler, bu ilişkilerin düzenleniş ve işleyiş
formu olarak dinamik bir yapıya sahip olmuştur.
Öznelerin pratikleri belirli
bir düzenleniş ve işleyişteki yapıların koşullamaları altında gerçekleşir. Aynı
zamanda yapıların düzenleniş ve işleyişi, belirli tarihsel kesitlerde göze
çarpacak kadar belirgin olmak üzere öznelerin etkinlikleriyle değişir.
Reformların uygulandığı, toplumsal devrim hamlelerinin yapıldığı kesitler böyle
zamanlardır.
Siyaset
ve devlet
Siyasetin, toplumsal
ilişkilerin bir boyutu olarak,
belirli pratikler/eylemler ile yapıları (devlet, siyasi partiler vd.) kapsamında
barındırdığı, toplumsal ilişkilerin bütünlüğü içerisinde etkileşimlerle var
olduğu görülmelidir.
Siyaset pratikleri,
volantarist (iradeci) pratikler olduğu kadar, devlet, partiler, seçim gibi düzenekler,
mücadele örgütleri olduğu halde bundan uzaklaşan sendikalar, işçi dernekleri ve
kültürel örgütlenmeler, sınıflar arası ilişkilerin yapılanması gibi yapısal
öğelerin koşullaması altındadır. Siyasal pratikler, toplumsal ilişkilerin
farklı boyutlarındaki yapılarla etkileşim içerisinde, onları değiştirerek,
fakat onların çizdiği sınırlar ve kısıtlar çerçevesinde yaşama geçirilir.
Öznelerin aralarındaki farklarıyla tüm politik faaliyetleri, bu öznel
etkinlikler, aslında nesnel süreçlerin birer bileşenidir.
Kapitalist devlet, sosyal
devlet formunda iktisadi örgütlülüğü belirgin olan bir yapılanma olabildiği
gibi, tersine bu örgütlenmesi iyiden iyiye küçülmüş bir neo-liberal otoriter
güvenlikçi devlet de olabilir. Fakat her zaman iktisadi ilişkiler de dâhil,
diğer tüm toplumsal ilişkileri etkileyen bir organizasyondur. Kapitalist sınıf
ile proletarya arasındaki mücadeleler, kapitalist devletin yapısına yansır. Üstelik
bu devlet, ideolojik angajmanları itibarıyla kapitalist sınıfa bağlı
siyasetçileri ve bürokrasisi ile ürettiği resmî ideolojisi bir yanda, bünyesinde
çalışan geniş emekçi kitle öteki yanda olmak üzere, bizzat sınıflar arası
mücadelenin içerisinde gerçekleştiği bir örgütlenmedir de. Yeni emekçilerin
yetiştirilmesinde ve ideolojik açıdan sisteme uygun formasyona sahip olmalarında
işlevi olan eğitim yapılanması ile emekçilerin bizzat kendilerinin yeniden
üretimlerinde (sağaltımında) görevli sağlık organizasyonu da kapitalist
devletin sosyal devlet tipinde büyük oranda, neo-liberal devlet tipinde ise düşük
oranda bünyesinde barındırdığı toplumsal ilişkilerdir.
Kapitalist devlet, bir yanda
kapitalist sınıf ile diğer yanda proletarya ve ara katmanlar arasındaki egemenlik-tabiiyet,
başka bir ifadeyle iktidar ilişkilerinin bir organizasyonudur. Kapitalist
devlet ağırlıkla siyasal iktidarın organizasyonu olmakla birlikte, iktisadi,
ideolojik, kültürel, askeri-polisiye, hukuksal organizasyonlarıyla da bir
iktidar ve hegemonya örgütlenmesidir. Örneğin ağırlıkla işçiler ve köylülerden
oluşan ordunun er ve erbaş topluluğu, emek güçlerini sattıklarından ücretli emekçi
olan subay ve polisin geniş kitlesi ile askeri-polisiye bürokrasi arasında,
hiyerarşik güç ilişkileri bulunur ve bu, iktidar ilişkisinin bir türü olarak
tahakkümdür. Devletin kurumları, siyasiler-bürokrasi ile kamu emekçileri
arasındaki iktidar ilişkilerini barındıran organizasyonlardır.
Hukuksal
yapı
Toplumsal ilişkilerin hukuksal
boyutunun işlevi, teorik (yasalar, anayasa, mevzuat) ve pratik yönleriyle hep
birlikte toplumsal ilişkileri düzenlemektir. Düzenlenen bu ilişkilere iktisadi
pratikler de dâhildir.
Toplumsal ilişkilerin
hukuksal boyutu, hukuksal pratikler ile ilişkileri ve insanların
davranışlarını/eylemlerini düzenleyen normları (kuralları) içerir. Hukuksal
pratikler ve ilişkiler, bir iktidar örgütlenmesi olan devletin hukuksal alt
kümelenmesini (mahkemelerdeki yargılama süreçleri, cezaevleri vb.) oluşturur.
Hukuk, üst-yapılardan biri olarak belirli bir düzenlenişe ve işleyişe, eş
deyişle yapıya sahiptir. Kapitalist toplumlarda bireylerin ve tüzel
kişilerin edimleri ve işlemleri, hukuksal yapı ve kurallar tarafından
düzenlenir. Başka kurallardan, örneğin teknik düzenleyici kurallardan ya da
ahlaki normlardan farklı olarak, bireylerin, örgütlenmelerin, kurumların
davranış ve eylemlerinin kurallarla düzenlenmesi süreçlerinde, hukuksal yapı
yabancılaşmış (insanların denetimlerinde olmayan) bir iktidar alanı oluşturur.
Hukuksal yapı, devletin baskı ve zor uygulama pratikleriyle, hukuka ilişkin
oluşan ideolojiyle, toplumdaki egemen ahlaki hak ve adalet anlayışı
aracılığıyla emekçilerin, sermayenin toplumsal egemenliğine tabiiyetini sağlayan
bir iktidar örgütlenmesidir.
Hukuksal yapılar, egemen sınıf
olan kapitalist sınıfın iktidar organizasyonları arasında yer alır. Bu iktidar yapılanmasında,
baskı uygulamalarının/tahakkümün yanı sıra hukuksal pratiklerle üretilen
ideolojik değerler iş başındadır. Hukuksal pratikler (mevzuat oluşturma
pratikleri yanı sıra, yargılama pratikleri), sadece yaptırımlarla/baskıyla
değil, insanlar üzerinde ideolojik hegemonya (onay ve rıza) oluşturmayla da
sonuçlanır.
Toplumsal
ilişkilerin ideolojik ve kültürel boyutları
Katı olan her şey buharlaşmaktadır!..
Geçmiş yüzyılların bakiyesi kültürel değerler ve pratikler, günümüzde piyasa
ilişkilerinin pençesinde sönümlenmekte, başkalaşım geçirmekte, yerini
yenilerine bırakmaktadır. Yaşayan faal bireylerin duygu, düşünce ve davranış
kalıpları olarak etkin gerçekliği içerinde ideolojiler, sadece üretim
süreçlerinde değil, toplumsal farklı pratiklerde ve ilişkilerde kendilerini ideolojik
motifler olarak, tavırlar ve tutumlar olarak dışa vurmaktadır. Her gün yeniden
üretilen ideolojik duygu ve düşünceler, tavır ve davranışlar, toplumsal
ilişkilerin o ya da bu yanındaki değişimlerle birlikte toplumsal sistem/bütün
içerisindeki dinamizmini korumaktadır.
Sanat ve sportif etkinlikler, günümüzde
kapitalist üretim ve piyasa ilişkilerinin ağındadır. Sanatsal üretim ve sportif
faaliyetler, kültür endüstrisinin bileşenleri olarak barındırdığı toplumsal
ilişkiler ve pratiklerle aynı zamanda ideolojik mücadelelerin de alanlarıdır. Sanatsal
üretimler ve faaliyetlerde olduğu gibi sportif etkinlikler etrafında şekillenen
toplumsal ilişkilerde de ideolojiler arası mücadeleler gözlenir. Sanatta eleştirel
ve geliştirici üretimler ve faaliyetlerin karşısına statükocu, geriliği yücelten
pratikler ve çalışmalar dikilmektedir. Emekçilerin sanatsal üretime katılımı
çok sınırlı bir düzeyde kalırken, endüstriyel ürün ve faaliyetlerin tüketimi
sırasında, sermaye sınıfının toplumsal iktidarını kuran ve yeniden üreten bir
hegemonyanın oluşumu için ideolojik manipülasyon gerçekleşmektedir. Sportif
etkinliklere emekçilerin amatör düzeyde katılımı bir yana bırakıldığında, ağırlıkla
bu pratikler çevresinde örülen ilişkilerin toplumsal işlevinin de kapitalist
sınıfın toplumsal iktidarı için gerekli hegemonyanın oluşumuna katkı sağlamak olduğu
görülmektedir.
İktidar
İktidar, insanlar arasındaki
ilişkilerde ve pratiklerde var olur. İktidar sınıflar arasında, erkek-kadın
cinsiyetler arasında, patron ile işçi arasında, hiyerarşik askeri/polisiye
organizasyon içerisinde bürokratlar ile kamu emekçileri arasında, kamu kurumlarında
yöneticiler ile emekçiler arasında vardır. İktidar ilişkilerinin varlığı için
gerek koşul ya da olmazsa olmaz koşul (conditio sine quanon, “ancak ve ancak”
koşulu, varlık-yokluk koşulu), insanlar arası eşitsizliklerdir. Eşitsizlikler
olmadığında, iktidar oluşmaz. Eş deyişle ancak ve ancak eşitsizliklerin
varlığında insanlar arası iktidar ilişkileri var olur. İktidarın oluşumu için
yeter koşul ise, şiddet/baskı/ceza uygulama tehdidinin ya da imasının
bulunmasıdır. İnsanlar arasında eşitsizliklerin varlığında ve bir şekilde
şiddet/zorlama/baskı/caydırma/cezalandırma/yıldırma eşlik ettiğinde, fiilen var
olmasa bile şiddet/ceza/baskı uygulanacağı tehdidi ya da imasının söz konusu
olduğu süreçlerde ve durumlarda, iktidar bir ilişki olarak vardır.
Siyaset teorisinin inceleme
konusu olan iktidar, siyasi ve toplumsal iktidardır. Siyasi iktidar/devlet,
toplumsal iktidarın bir bileşeni ya da öğesidir. Toplumsal ilişkileri, siyasi
alan/devlet ile “sivil toplum” şeklinde ayırmak yanlışa götürmektedir. Devlet,
siyasi, iktisadi, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları bulunan bir
toplumsal ilişkiler sistemidir. Kapitalist devlet salt siyasi iktidar
organizasyonu olmayıp, sermaye sınıfının toplumsal iktidarının oluşumunda bu
boyutlarıyla yer alan bir örgütlenmedir. Toplumsal iktidar, devletsel/siyasal,
hukuksal, iktisadi, ideolojik, kültürel boyutlar barındıran çeşitli pratikler,
insanlar arası ilişkiler ve organizasyonlar/yapılarla üretilmektedir ve her gün
yeniden üretilerek bir sürekliliğe sahiptir.
Kapitalist devlet, toplumun
üzerinde değil içerisinde yer alan bir toplumsal ilişkiler kümesi, salt
baskı/zor/cezalandırma/yıldırma/tahakküm “aygıtı” değil, bunlarla birlikte
rıza/onay/konsensüs oluşturma, insanlarda kültürel ve ideolojik formasyon geliştirme,
bazı hakikatleri saklama/gizleme/gözlerden uzak tutma ve birçok bilimsel bilgi
ve perspektife dair cahil bırakma, insanları yönlendirme, şartlandırma,
koşullama, insanlar arasında tutulan çeşitli keyif verici, eğlenceli ya da
heyecan oluşturan pratiklerle bağımlılığa zemin hazırlama, hayırseverlik
etkinlikleriyle bağlılık üretme, dinsel inançların yeniden üretiminde doğrudan
rol alma gibi işlevlere sahip bir hegemonya yapısı/organizasyonudur.
İktidar, sınıfsaldır.
Kapitalist sistemde sermaye sınıfının iktidarı toplum ölçeğinde oluşur ve
yeniden üretilir. Kapitalist devlet yapısı, sermaye sınıfının toplumsal
iktidarının sadece bir bileşenidir. Kapitalist sistemde toplumsal iktidarın
oluşumu çeşitli pratikler ve ilişkiler barındıran hegemonya yapıları
üzerinden/dolayımıyla gerçekleşir. Toplumsal iktidarın hegemonya yapıları,
devlet organizasyonunu, devletin baskı, eğitim, medya, kültür gibi alt
örgütlenmelerini, adalet/hukuk organizasyonunu, sendikalar, siyasal partiler,
STK’lar gibi örgütlenmeleri, kültür endüstrisinin bileşenlerini, özel/devlet
üniversitelerini, spor kulüplerini, sermayenin kültürel organizasyonlarını vd.
içermektedir.
Kapitalist sınıfın toplumsal
iktidarı, tek başına devlet organizasyonuyla sağlanmaz. Bunun yanı sıra
toplumsal egemenliğin/iktidarın, iktisadi, ideolojik (eğitsel, iletişimsel),
kültürel (edebi, sanatsal, sportif), sivil topluma ait örgütsel (sendikalar,
dernekler, vakıflar vd.) boyutları da bulunmaktadır. İşçiler ile patronlar
arasında işletmeler ölçeğinde kurulan ilişkide, salt iktisadi ve hukuksal bir
ilişki değil, aynı zamanda egemenlik-tabiiyet ilişkisi de vardır. Eğitim
sistemi ve medya, kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı için gerekli
hegemonyanın oluşumuna katılan pratikleri ve insanlar arası ilişkileri
barındırır. Sendikalar, devlet ve patronlarla işçi sınıfının çıkarlarını
uzlaştıran korporatist örgütlenmeler olarak, emekçilerin kapitalist sisteme
bağlanmalarını sağlar vd… İşte biz, bütün bu boyutlarda sermaye sınıfının toplumsal
egemenliğinin oluşmasına katılan ve bu egemenliği her gün yeniden üreten
organizasyonlara, toplumsal
iktidarın hegemonya yapıları diyoruz.
Hegemonya, sadece
rıza/kabul/onay üretimiyle ilişkili değildir. Hegemonya, şiddet, baskı, mecbur
bırakma ve zor, korku, yıldırma, cezalandırma, rıza, onay, konsensus, bağlanma,
oyalama, meşgale oluşturma, hayatı anlamlandırma, keyif alma, kayıtsızlık ve
pasifizasyon, cahil bırakma, sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını
kaldıramama, kontrol/denetimle ve bunların çeşitli oranlarda bileşiminin
bulunduğu pratiklerle ve insanlar arası ilişkilerle oluşur. Emekçilerin çalışma
dışındaki vakitlerinde izledikleri diziler, okudukları çok-satan kitaplar,
boyalı basın ve çeşitli hobiler, rıza üretme ile “oyalama ve meşgale oluşturma”
için örnek olarak verilebilir.
Kapitalist sınıfın işçi sınıfı
ve ara tabakalar üzerindeki, siyasal iktidarı da içeren ve ancak ülke ölçeğinde
kurulan toplumsal iktidarı, insanlar üzerinde ve arasında hegemonya
sağlandığında sürekliliğini koruyabilir. İnsanlar arasında hegemonyanın oluşumunda
toplumsal iktidarın hegemonya yapıları devrededir.
Bu yazılanlar siyasal rejim
olarak kapitalist demokrasiyi ve devlet biçimi olarak olağan kapitalist devleti
barındıran kapitalist toplumsal sisteme ilişkindir. Olağan dönemlerde
kapitalist toplumsal sistemde iktidar, bir benzetme yapacak olursak, farklı dokulardan
meydana gelen organlar gibi, farklı hegemonya yapıları ile çalışır/işler.
Faşizm ise bir olağanüstü
devlet tipi olmasına ek olarak tüm toplumsal dokunun, pratiklerin, ilişkilerin
ve yapıların (toplumsal organizasyonların), siyasi iktidarın ve devlet
ideolojisinin (resmî ideoloji) belirlenimine ve kontrolüne girmesini, eş deyişle
totalitarizmi anlatır. Olağan dönemlerde kapitalist demokrasilerde bulunan
toplumsal iktidarın dağınık ışıkları, faşizmde odaklanarak bir noktada
yoğunlaşır. Kapitalist demokrasideki toplumsal iktidarın hegemonya yapıları,
faşizmde yönetim/yürütme gücü tekilliğinin, “kara deliği”nin çekim alanında
bulunur. Kültür, sanat, spor, eğlence, aile hayatı, günlük yaşamsal
etkinliklerin çeşitli yanları, siyaset, sendika, okul/eğitim vd. faşizmin rengi
olan kahverengi ışığın aydınlatması altına girer. Toplumsal iktidarın çeşitli
hegemonya yapıları, siyasi iktidarın mengenesinde sıkışarak dar ve tek bir
kalıp alır. Özetle faşizm, sermayenin toplumsal iktidarının homojenleştiği ve
tekilleştiği, toplumsal ilişkiler üzerinde maksimum kontrolün olduğu olağanüstü
bir siyasal rejim ve kapitalist devlet tipidir.
Toplumsal iktidar ve hegemonya
Kapitalist toplum, insanlar
arası bir pratikler ve ilişkiler sistemidir. Kapitalist sistemde toplumsal
ilişkilerin iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal boyutları
vardır. Bu toplumsal ilişkiler kapitalist sınıf ile proletarya ve ara tabakalar
arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri içerir. Kapitalist sınıf, işçi sınıfı
ile ara tabakalar üzerinde toplumsal ölçekte oluşan bir iktidara sahiptir.
Kapitalist sınıfın toplumsal iktidarı, diğer sınıf ve tabakalarla olan
ilişkileriyle kurulur. İktidar, farklı habituslara/sınıfsal konumlanışlara
sahip insanların birbirleriyle olan ilişkileriyle var olur. Dolayısıyla
sermayenin toplumsal iktidarının, iktisadi, siyasal, ideolojik, kültürel ve
hukuksal boyutları bulunur.
Kapitalist devlet, iktisadi,
siyasal, ideolojik, kültürel ve hukuksal pratikler ve ilişkilerdeki
uzanımlarıyla, bu boyutlardaki etkileşimleri ve pratikleriyle kapitalist
sınıfın toplumun diğer kesimleri üzerindeki iktidarının oluşumuna katılan bir
organizasyon ya da örgütlenmedir. Salt siyasal bir örgütlenme değil, toplumsal
ilişkilerin ve pratiklerin diğer boyutlarındaki etkileşimleri ve varlığıyla
sermayenin toplumsal ölçekte oluşan iktidarının bir bileşenidir.
İktidar, günlük hayatın
pratikleri ve ilişkileri içerisinde hegemonya tesisi yoluyla türemektedir.
Sadece baskı, zorlama, cezadan kaçışla değil, ikna olma, onay verme, rıza
gösterme, kayıtsızlık ve pasifizasyon, cahil bırakma, sorunlarla boğuşmaktan ve
aşırı çalışmaktan başını kaldıramama, meşgale oluşturma, oyalayıcı ve keyif
verici etkinliklerin cazibesine kapılma, cemaat şeklindeki çıkar örgütlerine
katılma gibi yollarla kitleler, kapitalist sistemin işleyişine, onun
barındırdığı olumsuzluklara ve karşıtlıklara dair düşünme, duygulanım
geliştirme ve eyleme geçme şeklinde itirazda bulunmaktan menedilir. Kapitalist
toplumsal formasyonlarda sermayenin toplumsal iktidarı kendini, kitlelerin
itaati ve yaşadıkları sorunlara itirazının olmayışı şeklinde gösterir.
Kapitalist sistemde sermayenin
toplumsal iktidarı, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki sömürü
ilişkisinin sürdürülmesi ve daimî var oluşunu sağlar. Başka bir deyişle, bu
iktidarın oluşumu, kapitalist sistemin varlığının devamlılığı için gereklidir.
Bu nedenle, kapitalist devlet yanı sıra iktisadi, siyasal, ideolojik ve
kültürel pratiklerin toplandığı çeşitli hegemonya araçları/yapıları
(sendikalar, dermekler, vakıflar, odalar, STK’lar, düzen partileri, spor
kulüpleri, sermayenin kültürel organizasyonları vd.) ile hukuksal pratikler ve
yapılar, sistemin öğeleri/bileşenleri olarak hep birlikte ve etkileşim
içerisinde işlerler. Kapitalist üretim ilişkileri olan işçi sınıfı ile
kapitalist sınıf arasındaki sömürü ilişkilerinin sürdürülmesi için sistemin
öğelerinin hepsinin birlikte ve etkileşim içerisinde çalışması gerekir.
Bu kavrayış, toplumu bir
sistem/bütünlük olarak gören ve bileşenleri arasındaki etkileşim ve ilişkileri
gözeten bir yaklaşıma sahiptir. Burada, sömürü ilişkileri sistemin
pivotunu/eksenini oluşturur. Bu ilişkiler salt iktisadi olmayıp, patronlarla
işçiler arasındaki süreçlere ve pratiklere eşlik eden ahlaki,
ideolojik/düşünsel, hukuki ve devletsel boyutlara da sahiptir. Örneğin yasalar
ve devlet, her zaman ve yerde sömürü ilişkilerini düzenler ve bu ilişkilerle
etkileşim içerisindedir. İşçilerle patronlar arasındaki sözleşmelerin hukuki
bir boyutu çoğu durumda mevcuttur. Bu ilişkiler tarafların düşünceleri,
duygulanımları ve değer yargılarının, pratikleri içerisinde önemli bir yer
tuttuğu ilişkilerdir.
İktidar, otorite ve kontrol
Otorite, isteyerek emirlere
uymayı ve lider sayılan aktörün peşinden gitmeyi, liderliğin kabiliyetleri ve
toplumsal konumuna kişiler ya da grup tarafından onay vermeyi, baskı/şiddet/ceza
uygulaması ya da uygulanacağı iması gerektirmeksizin itaati anlatır. Ebeveyn
otoritesi, mesleki otorite (örneğin hastanede hastalara ilişkin hekim
otoritesi), ahlaki otoriteler, siyasal lider otoritesi örnektir. Otorite,
sevgi, güven, saygı, değer verme gibi duygu ve tutumlarla, menfaatle, bazı
durumlarda ise ideolojik bağlılık ve bağlanmayla gerçekleşir.
İktidar ise, insanlar
arasındaki egemenlik-bağımlılık ilişkisidir. İktidar, insanlar arasındaki
eşitsizlikten doğar. Otoriteden farkı, şiddet/baskı/ceza uygulama tehdidinin ya
da imasının daima var olmasıdır. Toplumsal organizasyonlarda iktidar ilişkileri
olabileceği gibi, iktisadi iktidar, askeri kudret/iktidar da vardır ve
iktidarların oluşumu ideolojik ve enformatik boyutlarla desteklenebilmektedir. İktidar
sadece siyasal iktidara indirgenemez. Fakat kapitalist toplumda sermaye
sınıfının toplumsal iktidarının oluşumu ve yeniden üretiminde yer alan
toplumsal iktidarın hegemonya yapıları ile çeşitli pratik düzenekler, en önemli
ve bu toplum için belirleyici iktidar ilişkilerini anlatır.
Kontrol, buradaki anlamıyla üretim
araçları, silahlar, bilgiler ve toplumsal organizasyonlar üzerinde uygulanan,
bunlara erişimi denetleme ve kısıtlama yeteneğidir. Bu kısıtlama ve denetim
sayesinde insanlar maniple edilebilir.
Hegemonya mekanizmaları ve
pratikleri
İtaat, saygı ve sevgi, güven,
minnettarlık duyulmasıyla, bilgisi, düşünceleri, davranışları ve kılavuzluğuyla
etki oluşturmasıyla bir otoritenin dediklerini yapma, emirlerini yerine
getirme; sorunlarla boğuşmaktan ve aşırı çalışmaktan başını kaldıramama; keyif
veren ve meşgale oluşturan davranışlarda bulunma ve bu tür etkinliklere katılma
gibi durumlarla ortaya çıkan uyumlu olma, biat etme, kabul ve bağlılıktır.
İtaat, otoritenin veya
iktidarın insanlar arası ilişkilerde ve pratiklerdeki bir görünümüdür.
İktidarı, otoriteden ayıran özellik (diferentia spesifica) “itaat” yanı sıra
“boyun eğme” içermesidir.
Boyun eğ(dir)mek, korkutma,
baskı uygulama, baskı/şiddet ve cezalandırılma iması ya da tehdidi sonucu geri
basma, yıldırmadır. Boyun eğdirme sayesinde almaşık davranış ve eylemlere
yeltenilmez, yasaklara uyulur ve alternatif örgütlenmeler/siyasal pratikler ve
ilişkiler geliştirilmez, direnç gösterilmez, direnişte bulunulmaz. Boyun eğmek,
itiraz etmemek, tepki vermemek, eleştirmemek/sorgulamamak, rahatsızlıkları dışa
vurmamaktır. Boyun eğmek/ram olmak, koşullara ve hükümlere karşı koymamak,
teslim olmaktır. Bunların “boyun eğme” olması için baskı, zorlama,
cezalandırma, yıpratma, yıldırma gibi süreçlerin yaşanması ya da potansiyel bir
tehdit halinde bulunması gerekir.
Kapitalist sistemde sermaye
sınıfının toplumsal iktidarı itaat + boyun eğdirme mekanizmaları ve
pratikleriyle sağlanır. Bunlara toplumsal iktidarın hegemonya mekanizmaları
ve pratikleri diyoruz.
Hegemonya
krizi
Kapitalist sınıf ile
proletarya ve diğer toplumsal kesimler arasındaki iktidar/egemenlik ilişkileri,
olağan dönemlerde kitlelerin sisteme bağlılığı ve hegemonya altında hareketsiz
kalmaları şeklinde var olur. Günlük hayatta bu iktidar ilişkilerinde dinamik bir denge durumu bulunur.
Örneğin bir işletmedeki grev ile birlikte, sınıfsal karşıtlığın aktif mücadeleye, başka bir deyişle çelişkiye dönüşmesi sonucu, patron ile
işçiler arasında var olan iktidar ilişkisindeki denge geçici bir süreliğine
bozulur. Ülke çapında yaşanan bir devrimci durum kesitinde, emekçi kitleler
üzerindeki hegemonya dağılır ve yeniden üretilemez duruma gelir. Buna hegemonya
krizi denir. Artık kapitalist sınıfın toplumsal iktidarının ölüm çanları
çalmıştır. Devrime katılan kitlelerin alternatif siyasi iktidar
organizasyonları ve partisi ile karşı-hegemonik araçları (örneğin sendikaları,
dernekleri, vakıfları, medyası, kültürel örgütlenmeleri vd.) bulunmaktadır.
Devrim, işçi sınıfının partisi aracılığıyla siyasi iktidarı dışarıdan ele
geçirmesi şeklinde gerçekleşmez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının
yeniden üretilemediği bunalımla karakterize bir tarihsel kesitte, toplumsal karşı-hegemonya
araçlarının desteğiyle siyasi iktidar, kapitalist sınıftan proletaryaya geçer.
Mevcut toplumsal ve siyasal iktidar parçalanarak dağılır ve yeni gelişmiş
alternatif iktidar örgütlenmeleri ve öncü partiyle kitleler kendi iktidarını
oluşturur. Çatlayan eski iktidar yapısı içerisinden yeni iktidarın filizlendiği
görülür.
Devrimci durumda iktisadi ve
siyasal/yönetim krizinin yanı sıra var olan hegemonya krizinde, sermaye
sınıfının toplumsal iktidarını oluşturan ve sürekliliğini sağlayan hegemonya
mekanizmalarında ve pratiklerinde etkisizleşme söz konusudur. Bu mekanizmaların
ve pratiklerin içerisinde gerçekleştiği toplumsal iktidarın hegemonya
yapıları/organizasyonlarında işlev yitimleri ve aksamalar gelişmiştir. Toplumun
harekete geçen aktif bölmelerinde (emekçiler ve ara tabakalar arasında çeşitli
toplum kesimleri) itaatsizlik ve boyun eğmeme durumu ortaya çıkmıştır. Ayrıca
bir hegemonya krizi, eş deyişle devrimci durum varlığında karşı-hegemonya
organizasyonları (sosyalist medya, kültür kurumları, öncü sosyalist parti ve
örgütlenmeler, devrimci/kızıl sendikalar, dernekler, meslek birlikleri ve diğer
mücadele örgütleri, konsey/meclis/şura türünden alternatif iktidar nüveleri
vd.) oluşmuş ve faal durumdadır.
Devrimci durumlarda toplumsal
hareketlenmelerde itaatsizlik + boyun eğmeme (direnç ve direniş) + aktif
örgütlü mücadele birlikteliğinde devrimci güçlerin ve süreçlerin, statükocu,
karşı-devrimci ve düzeni koruyan güçlere ve süreçlere galebe çalması olanaklıdır.
Bu olanağın adı sosyalist devrimdir. Ancak devrimci durum devrime
ulaşmadığında, karşı-devrimin yaşanması (örneğin 1979 İran karşı-devrimi),
gerici güçlerin “devrimi çalması” (örneğin öncü örgütlenmelerin zayıf olduğu
2010 yılındaki Arap Baharı), askeri darbe (örneğin 12 Eylül 1980 askeri
darbesi) ya da paramiliter faşist örgütlenmelerin uyguladıkları terör
eylemleriyle devrimci vektörlerin oyalanması, yıpratılması, iktidar hedefinden
saptırılması ile birlikte sosyal demokratik liberalizmin sistemin emniyet
supabı işlevini yerine getirmesi de (örneğin 1970’lerin Türkiye’si) mümkündür.
İşçi sınıfının iktidarı için
verilmekte olan mücadelenin hedefi salt siyasal iktidarı ele geçirmek olarak
görülemez. Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının yeniden üretilemeyecek hale
gelmesi için toplumsal ilişkilerin farklı boyutlarında karşı-hegemonya
oluşturan etkinliklere ve pratiklere, organizasyonlara ihtiyaç bulunmaktadır.
Sermaye sınıfının toplumsal iktidarının içine gireceği bir hegemonya krizinde,
toplumda oluşmuş bulunan alternatif iktidar nüveleri bir öncü parti
önderliğinde işçi sınıfı iktidarında gelişip serpilmek için hazır olmalıdır. Bu
kriz kesitinde sermayenin toplumsal iktidarı çatlar ve parçalanırken, yeni bir
iktidar birçok bileşen organizasyonuyla birlikte eskisinin yerini alır.
Böylelikle iktidar sermaye sınıfından, işçi sınıfına el/yer değiştirmiş olur.
Sosyalist devrimde, kapitalist
sistemin ekseni olan sömürü ilişkilerinin (temel/altyapı) tasfiyesi
gerçekleştirilirken, bununla uyumlu olarak tüm üstyapılar ve toplumsal
etkinliklerin ideal boyutu olan ideolojiler âlemi de yeniden yapılanır. Var
olan eski yapıların işleyişi ve düzenlenişi parçalanır/yıkılır ve bu yapılar
dönüştürülür. Toplumsal ilişkilerin organizasyon biçimleri olan yapılar,
yeniden örgütlenir ve işlevlerinde başkalaşımlar olur. Buna devlet
organizasyonunun da dâhil olduğunu belirtmeye gerek yoktur.
Komünist
toplum
İnsanlığın tarih-öncesi olan
günümüze kadarki tüm çağlar, bugünden geriye doğru bakıldığında toplulukların
toplum olma yolundaki evrimleşmesidir. Bugün farklı ulus-devletlerin yurttaşı
olan ve ulus adı verilen topluluklar arasındaki farklar (dil, din, kültür vd.),
bu toplulukların üzerindeki sermaye iktidarının ülkeler ölçeğinde
kompartmanlara ayrılması ortadan kalktığında, toplumsal zenginlikler olarak
etkileşimler içerisinde evrimleşmeye
devam edecektir. Komünist toplum, dünyadaki tüm insanları kapsar ve dünya
ölçeğinde kurulur. Kapitalist çağın getirisi olan potansiyel durumdaki dünya
toplumu, ulusal ve ulus-devletsel sınırların ayak bağı olmaktan çıkmasıyla
birlikte gerçekleşecektir.
Toplumsal ilişkilerin sınıfsal
belirlenimi komünizmde ortadan kalkacağından, tarihin bu döneminde insanlar
arasında gözlenen siyasal egemenlik ve yönetim ilişkileri de ortadan kalkar.
Bu, siyasal egemenlik, tahakküm ve baskı örgütlenmesi olarak devletin ortadan
kalkması anlamına gelir. Sosyalizm döneminde devlet, bu eski işlevini giderek
terk edecektir. Siyasal organizasyon olarak devlet, ancak tüm toplumsal yaşamın
örgütlenme biçimi olduğunda sönümlenir ve toplum içerisinde erir. Devlet/devletler, giderek tüm dünya
üzerinde yaşayan insanların kolektif bir biçimde, örgütlenerek denetimlerine
aldıkları nesnel toplumsal işleri yapar duruma gelecektir. Planlamaların
yapılması, üretim süreçlerinin gerçekleşmesi, gereksinimlerin giderilmesi, genç
kuşakların eğitimi, yaşlıların ve engellilerin bakımı, çevrenin kendini
yenilemesine destek olunması gibi toplum
mühendisliği kapsamındaki işler, herkesi kapsayan bir örgütlenmeyle
yerine getirilecektir. Kısacası tahakküm örgütlenmesi ve siyasal aygıt olan devlet/devletler
söner ve toplum içerisinde erirken, giderek tüm insanlığı kapsayan bir örgütsel
yapılanma yaratılacaktır. Devlet/devletler birliği, tüm insanlığı kapsayan
toplum örgütlenmesi olacaktır. Devlet, toplumsallaşacak,
eş deyişle kamusallaşacak, örgütlü toplumla özdeşleşecektir.
Sosyalizmde hukukun
sönümlenmesi, hukukun tahakküm uygulama ve ideolojik işlevinin zaman içerisinde
yok olup gitmesi anlamına gelir (örneğin sosyalizmde barınma, eğitim, sağlık
birer haktır ve hukuksal olarak bu durum ifade edilir, fakat sermaye sınıfına
göre günümüz kapitalist sisteminde bunlar hak değildir). İnsanların
gereksinimlerinin komünizmin bolluk toplumunda yeterince karşılandığı, engelliler
dâhil herkes için tüm olanaklara ulaşmada maksimum eşitlik olduğu, insanların
hayat koşullarını denetim altına aldıkları, yani yabancılaşmadan kurtulup özgür
oldukları bir ortamda, adaletten ve haklardan bahsedilmez. Hukuk artık,
toplumun işleyiş ilkelerinin yazılı olarak kayıt altına alınmasından ve
toplumsal ilişkilerin bilimsel düzenleniş ilkeleri olması dışında başkaca
herhangi bir ideolojik işleve sahip değildir. Komünizmde hukuksal yapı ise,
basit ve doğal (yabancılaşmamış) bir toplumsal örgütlenme olarak, suçların
toplumsal nedenleri ortadan kalktığından, suçların sadece bireysel/psikolojik
nedenleriyle uğraşıp, pedagojik-tıbbi bir işlevle çalışır.
Üretim ilişkileri “neden”,
üst-yapılar ise “sonuç” değildir. Temel ile üst-yapılar ve üretim tarzı ile
toplumsal ilişkilerin diğer boyutları arasında neden-sonuç ilişkileri bulunmaz.
Komünist dünya toplumunda da tüm tarihte olduğu gibi yine üretim ilişkilerine uygun olan sanatsal, felsefi, bilimsel,
etik ve estetik üretimler oluşturulacaktır. Komünist toplumda, üretim
ilişkilerinde sınıfsal karşıtlığın bulunmamasından ötürü sanatsal, çeşitli alt
türleriyle felsefi ve materyalist diyalektik, bilimsel, ahlaksal, etik, estetik
üretimler, değerler ve ilkelerde bir sönümlenme yaşanmaz.
Günümüzde bilimsel faaliyet,
ağırlıkla üretim süreçleri kapsamında ar-ge etkinlikleri olarak gerçekleşmektedir.
Ayrıca sınıflar arası ilişki ve mücadele, bilimsel-teknolojik ürünlerin ve doğa
bilimleri kapsamındaki bilgi/teorilerin içeriğine yansımaz. Bu nedenle bir
“proleter bilim”den ya da “burjuva bilim”den bahsetmek saçmadır. Öte yandan,
tıpkı bir zamanlar metafizik düşüncelerin ve idealist felsefi görüşlerin doğa
bilimlerinin doğuş ve emekleme dönemlerinde baskın durumda oluşu gibi,
günümüzde insan/toplum bilimleri alanında, bilim görünümlü çeşitli ideolojiler
ile bilimsel yaklaşımlar arasında mücadelelerin var olduğu görülmektedir.
Toplum bilimleri alanında giderek gelişecek bir realizm, açılmakta olan
komünizm döneminin ürünü olacak, insanların kolektif olarak toplumsal süreçler
üzerinde artan denetimiyle belirli bir olgunluğa ulaşacaktır.
Metafizik ideolojilerin ise
üretimi ve yeniden üretimi, doğayla ve diğer insanlarla olan ilişkilerde
yabancılaşma ortadan kalktığı için, bu ilişkiler saydam, kolay anlaşılır ve
kolektif olarak denetlenebilir olduğu için son bulacaktır.
Doğan Göçmen
YanıtlaSil@dg_gocmen
·
11 Nis
KANT neyin peşinde? Kant, geleneksel metafiziğin, her şeyi yalıtan, tekleştiren yaklaşımın yerine kendinde ilişkiselliği barındıran, üçüncü şıkkın olanaklılığından hareket eden, teori-pratik bütünlüğünü kuran diyalektik yöntemi içeren yeni bir metafiziğin yaratılmasının peşinde.
===
Engels Varlık L. Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu çalışmasında "eski metafizik" yaklaşımını da kullanır -türkçe dışında okuyamadığı için refik varlık daha ayrıntıya girmez.
===
Kant Varlıkın Prolegomenasının alt başlığı gelecekte ortaya çıkabilecek bir metafiğe önsöz gibi bir şey.
refik ünal