19 Temmuz 2013 Cuma

Alman Köylüler Savaşı – Friedrich Engels

Hazırlayan: Mahmut Boyuneğmez

Engels'in 16. yüzyılda Almanya'daki Reformu ve köylüler savaşını incelediği eserin adı, Köylüler Savaşı’dır. Engels yedi bölümden oluşan bu incelemesini, Londra’da 1850 yazında kaleme alır. 1848-49 Alman devrimi, karşı-devrimle sonlanmıştır. Alman Köylüler Savaşı ilk olarak 1850 yılında Marx’ın yönettiği Yeni Ren Gazetesi (Neue Rheinische Zeitung. Politisch-ökonomische Revue), no: 5-6’da yayınlanır. Engels’in bu incelemesinde köylü ayaklanmalarının seyrini anlatmak için kullandığı kaynak, Alman tarihçi W. Zimmermann’ın Allgemeine Geschichte des grossen Bauernkrieges, Stuttgart (1841-1843) adlı eseridir. Engels çalışmasında, 1525 Alman devriminin gelişimini inceler. Almanya’daki köylüler savaşının ve Reform’un içerdiği ideolojik ve politik mücadelelerin, toplumsal-sınıfsal kökenlerini araştıran Engels, dinsel biçimlere sahip muhalif görüşlerin, hangi sınıfların istemlerini yansıttığını açıklar. Engels’in bu tarih araştırmasını yapmasını güdeleyen, 1848-49 Alman devriminin yenilgisiyle başlayan siyasal durgunluk evresinde, Alman halkının devrimci geleneğini hatırlatma isteğidir.

Engels çalışmasında ne yaptığını şu şekilde açıklar:

“Benim açıklamam, savaşımın tarihsel akışını ancak kalın çizgileri içinde şöyle bir çizerek, Köylüler Savaşının kökenini, bu savaşa katılan çeşitli partiler tarafından alınan konumları, bu partilerin davranışlarını açıklamak için başvurdukları siyasal ve dinsel teorileri ve son olarak savaşımın sonucunu, sınıfların toplumsal yaşamının tarihsel koşullarının zorunlu sonuçları olarak göstermeye çalışır. Başka bir deyişle ben, Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, meta ve para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri değil ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım. Tarihin tek materyalist görüşü olan bu görüş, benden değil Marx’tan gelir (…)” (s.12)

Engels 16. yy.’da gerçekleşen Köylüler Savaşını ve Reform hareketini, Almanya topraklarındaki ilk burjuva devrim olarak yorumlar. Bu hareketler anti-feodal niteliktedir. Bu tarihte kentli burjuvazi, oluşumunun ilk aşamasındadır ve köylüler savaşının yenilgisinin bir nedeni, Alman kent burjuvazisinin haince tavrıdır. İlk burjuva devriminin itici gücünü köylüler ve proletaryanın öncülü kentli halk tabakası (plebejer) oluşturmaktadır. Devrimci hareketin dağınıklığı, ezilen kitlelerin örgütlenmesinde merkezileşmenin olmayışı, köylüler savaşının yenilgisinin temel nedenidir. Burjuvalar, köylüler ve halk tabakası ulusal bir eylem birliğine sahip değildir.

Engels 1525 Alman devrimi ile 1848-49 Alman devrimi arasında şu benzerliklerin olduğunu belirtir: 1) Çeşitli yerel ayaklanmalar, aynı prensler ordusu tarafından ezilir. 2) Her iki devrimci süreçte kent burjuvazisinin davranışı benzerdir.[i]

Bu girizgâhtan sonra, Engels’in Reform hareketi ve Köylüler Savaşı’na ilişkin saptamalarını özetlemek yararlı olacaktır. Bunu yaparken Engels’in üzerinde durduğu tarihsel olayların bütün ayrıntılarına girmeyeceğimizi belirtelim:

16. yy.’da Almanya’nın durumuna bakalım. 14. ve 15. Yy.’da Almanya’da lonca sanayisi gelişir. 16. yy.’da yünlü ve keten dokuma sanayi yaygınlaşmıştır. Dokuma sanayinin yanı sıra cevahirciler, heykelciler, taş yontucular, bakır ve ağaç gravürcüler, zırhçılar, madalyacılar ve tornacıların sanayileri de gelişmiştir. Barut ve matbaanın Avrupa’da belirişi, sanayinin gelişimine katkıda bulunur. Sanayi yanı sıra ticaret de genişler. Hindistan’dan gelen ticaret yolu, Almanya’dan geçmeye devam etmektedir. Almanya’da hammadde üretimi de gelişmiştir. Alman madenciler 15.yy.’da dünyanın en usta madencileridir. Kentlerin gelişmesi, tarımı ortaçağ barbarlığından kurtarmıştır. Geniş topraklar tarıma açılır; yabancı ülkelerden getirilen bitkiler ekilir.

Bütün bunlar olsa da, Almanya’nın üretimindeki gelişim, diğer ülkelerin üretimindeki gelişimin gerisinde kalır. Almanya’nın tarımı, İngiltere ve Hollanda’nın tarımından geridir. Sanayisi İngiliz, İtalyan ve Flaman sanayisinden geridir. Deniz ticaretinde İngilizler ve Hollandalılar, Almanları yenmeye başlamıştır. Almanya’da nüfus dağınıktır; az sayıdaki sanayi ve ticaret merkezine uygarlık serpilmiş durumdadır. Bu merkezler arasında ilişkiler çok azdır. Güney, kuzeyden başka ticari ilişkilere ve sürüm yerlerine sahiptir. Doğu ve batı, hemen her türlü dolaşımın dışındadır. Hiçbir kent, sanayi ve ticaret merkezi konumunda değildir. Ticaret yolları azdır. Küçük kentler ortaçağ sonunun yaşama koşulları içerisindedir; bunlar çok az ihraç malı üretir ve çok az miktarda dışarıdan gelen ürün tüketir. Kırda sadece soylular daha geniş çevrelerle ve yeni gereksinimlerle ilişkidedir; köylüler dar yerel ilişkilere sahiptir.

İngiltere ve Fransa’da sanayi ve ticaretin gelişmesi, siyasal merkezileşme sonucunu doğurur. Fakat Almanya’da merkezileşme yerel merkezler yöresinde, eyaletler düzeyinde gerçekleşir. Feodal imparatorluk, prensler arasında parçalanır. İmparatorluk yönetimi, yetkilerini giderek yitirmektedir. Dağılmış merkezileşme, prenslerin yararınadır.

Ortaçağdan kalma sınıfların durumu değişir ve yeni sınıflar belirir. Prensler, yüksek soylular arasından çıkarlar. Prensler, imparatordan hemen tamamen bağımsız durumdadır. Savaş ve barış yapmak, sürekli ordu beslemek, parlamentolar toplamak ve vergiler koymak, bu prenslerin kendi başına yaptığı işlerdir. Prensler, küçük soyluları ve kentlerin büyük bölümünü iktidarları altına almışlardır. İmparatorluğa bağlı olan diğer kentleri ve baronlukları kendi topraklarına katmaya çalışırlar. Prenslerin, imparatorluk iktidarı karşısında desantralize edici, kentler ve baronluklar içinse merkezileştirici etkileri vardır. Prenslerin yönetimi keyfidir. Zümre (états) temsilcilerini zor durumda kaldıklarında toplantıya çağırıyorlar; bunların vergi oylama hakkı seyrek olarak tanınıyor, daha seyrek olarak uygulanıyor. Şövalyeler ve din adamları vergiden muaftır, fakat vergilerden paylarını alıyorlar. Prenslerin paraya olan ihtiyacı, sarayların genişlemesi ve lüksünün artmasıyla, sürekli orduların kurulmasıyla, artan yönetim harcamalarıyla birlikte artmaktadır. Vergi yükü köylülerin, şövalyelerin angaryacıları, serfleri ve yarıcı-kiracıları (tenanciers) üzerindedir. Vergiler giderek ağırlaşır. Kentler çoğu kez vergilerden muaftılar. Doğrudan vergiler yetmediğinde dolaylı vergilere başvurulmaktadır. Hazine açıklarını kapatmak için rehine veriliyor, özgür imparatorluk kentlerinden borç alınıyor, fakat bunlar yapılamadığında kalp para basılıyor, dolaşım oranları saptanıyor. Ayrıcalıkların ticareti yapılıyor; prensler bunları zorla geri alıp, daha yüksek fiyata yeniden satıyor. Adalet sistemi de prenslere, onun yargıçlarına ve diğer görevlilerine parasal gelir getiriyor.

Prensler ile imparatorluk soyluluğu arasında sürekli anlaşmazlık var. Vassale olan soylular, imparatorluk soyluları olmaya çabalıyor, imparatorluk soyluluğuysa bağımsızlığını korumaya çalışıyor.

Orta soyluluk hemen tamamen kaybolmuştur; bazıları prens olmuşsa da, diğerleri küçük soylular olur. Küçük soylular, şövalyelerdir. Askeri tekniğin gelişmesi, piyadenin artan rolü ve ateşli silahlardaki gelişme, şövalyelerin askeri önemini azaltmıştır; üstelik bunlar şatoların zapt edilmezliğine son vermiştir. Küçük soyluların=şövalyelerin büyük bölümü, prenslerin hizmetinde yaşıyor, başka bir bölümü prenslere bağlı ve bağımlı, azınlığıysa imparatorluğa bağımlı bulunuyor. Şövalyelerin ve baronların gelir kaynakları artmıyor ya da çok az artarken, silah fiyatları, şatolardaki lüks, şenliklerin harcamaları artmaktadır. Baronlar ve şövalyeler için yağma ve haraçlar, büyük yollarda eşkıyalık ve özel savaşlar zamanla tehlikeli duruma gelmiştir. Böylece orta ve küçük soyluluk yok olmaktadır.

Senyörler de prenslerin yöntemlerine başvurmak zorunda kalırlar. Köylülerin soylular tarafından sömürüsü giderek ağırlaşır. Serfler ve angaryacılar iyice ezilirler. Angaryalar, vergiler, yükümlülükler, toprak işleme hakları, mallarını kullanma hakkı vb… keyfi biçimde artırılır. Adalet uygulanmıyor ya da satılıyor. Şövalyeler köylülerden para sızdırma yolu kalmadığında, onları hapse atıyor ve özgürlüğünü satın almaya zorluyor.

Şövalyeler=küçük soylular, diğer zümrelerle iyi geçinemiyor. Kendilerine gereksiz görünen din adamları zümresinin büyük topraklarına, bekârlık ve kilise yasası yüzünden bölünemeyen engin zenginliklerine istekli bir gözle bakıyorlar. Şövalyeler kentlere borçlu ve onların topraklarını yağmalıyor, tüccarların yolunu kesip soyuyor, savaşlarda tutsak edilen sakinlerini haraca kesiyorlar. Kısacası şövalyeler parasal sıkıntı içerisindeler.

Matbaanın bulunması ve ticari ilişkilerin genişlemesi, din adamları zümresinin (clérgé) elinden okuma-yazma tekelini, yüksek kültür tekelini alır. İşbölümü entelektüel alanda da kendini gösterir. Din adamları zümresi, yeni hukukçular kastı tarafından bir dizi son derecede etkin görevden uzaklaştırılır. Bu zümre giderek gereksiz hale geliyor, fakat sızdırdıkları zenginlikler sayesinde kalabalıklaşıyor.

Din adamları içinde iki grup var: Feodal kilise hiyerarşisi, aristokrattır; piskoposlar, başpiskoposlar, manastır başpapazları, manastır başkanları ve öteki yüksek papazlar. Bunlar imparatorluk prenslerinin ya da diğer prenslerin süzeranitesi (metbuluğu) altında, geniş toprakların ve buralardaki serflerin, angaryacıların egemeni olan feodal beylerdir. Prensler ve soylular gibi, din adamlarının aristokratik bölümü, uyruklarını sömürüyor; zor, işkence, aforoz, belge sahteciliği, günah bağışlama gibi araçları kullanıyorlar. Feodal vergiler ve yükümlülükler yanı sıra öşür de aldıkları halde, bu gelirler onlara yetmiyor. Kutsal resim ve kutsal eşya üretmeye, dua yerleri örgütlemeye, günah bağışlama ticareti yapmaya girişmişler. Prenslerin engeli olan bu din adamları, halkın da nefretini üzerlerine çekiyor, çünkü vaazlarıyla yaşamları karşıtlık içinde. Din adamlarının ikinci grubunu, köy ve kent bölge papazları oluşturuyor. Bunlar feodal hiyerarşinin dışındadır ve çalışmaları pek denetlenmez. Çok az gelirleri var ve arpalıkları çoğu durumda çok değersizdir. Gelir bakımından halka yakınlar. Halkın ya da burjuvaların içinden çıkıyorlar ve onların sevgisini kazanıyorlar. Keşişlerde çağın hareketine kalıma seyrektir, fakat köy ve kent papazlarında bu durum kural gibidir. Hareketin teorisyen ve ideologlarını bunlar sağlar; halkın ve köylülerin temsilcisi olan bu papazların birçoğunun sonu darağacında ölüm olur. Halk rahiplere hınç besliyor, fakat bu papazlara hıncını çok seyrek yöneltiyor.

Prenslerin ve soyluların üstünde imparatorun olması gibi, yüksek ve aşağı din adamları zümresinin üstünde papa bulunuyor. Papa, Roma sarayının lüksüne harcanan kilise vergilerini topluyor. Almanya’dan Roma’ya büyük miktarlarda para akıyor. Bunun anlamı halkın üzerindeki baskının artması. Bu durum rahiplere beslenen öfkeyi artırıyor, soylular arasındaysa ulusal duyguyu güçlendiriyor.

Ortaçağ kentlerinin eski küçük-burjuvaları, sanayi ve ticaretin gelişmesiyle 3 ayrı bölme oluştururlar. Kent topluluğunun başında ayrıcalıklı sınıf olan ve halkın deyimiyle “eşraf” (die Ehrbarkeit) bulunur. En zengin ailelerden oluşan eşraf, tüm kent meclisini oluşturuyor ve bütün belediye görevlerini üstleniyor. Eşraf aileleri kent gelirlerini yönetiyor ve bu gelirlerle yaşıyor. Kentlileri ve uyruğu olan köylüleri sömürüyorlar. Tahıl ve para tefeciliği, baltalık ve otlak haklarını komünün elinden alma ve onlardan yararlanma, yollar, köprüler, kapılar üzerinde ayakbastı parası ve başka vergiler koyma, adalet ticareti yapma onların elinde. Köylüler soylulardan ve papazlardan çektiği kadar eşraftan da çekiyor. Belediye yargıç ve görevlileri, eşraftan çıkıyor. Belediye gelirleri keyfi biçimde yönetiliyor ve belediye paralarının aşırılması sıradan. Ayrıcalıklarla çevrili, akrabalık bağları ve ortak çıkarlarla sıkıca birleşmiş az sayıdaki bu kast, kent gelirleriyle zenginleşiyor. Kent komünleri, belediye yönetimlerinin dolandırıcılığı dayanılmaz olduğunda, bu yönetimlerin denetimini ele geçirmek üzere hareketlenmiştir, fakat ayrıcalıklı belediye meclisi üyeleri eski egemenliklerini tekrar sağlamışlardır. 16.yy.’ın başında bütün kentlerin komünleri, yeni baştan muhalefet içindedir.

Köylüler Savaşında kentlerdeki eşrafa karşı muhalefetin iki kesimi var: 1) Burjuva muhalefet: Zengin ve orta burjuvalar ile küçük burjuvaların yerine göre az ya da çok önemli bir bölümünü bir araya getirir. Bu muhalefet, belediye yönetimi üzerinde denetim hakkı ve yasama gücüne katılmayı istiyor. Birkaç ailenin oligarşisine karşı çıkıyor. Bunlar tüm olağan komün meclislerinde ve loncalarda büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu parti, 1848-49 devriminde oynadığı rolün aynısını 16.yy. hareketinde oynuyor. Burjuva muhalefet, yaşama biçimleri tepki uyandıran rahipleri kınıyor. Keşiş sayısının azaltılmasını, rahiplerin yaşam biçimlerine karşı önlemler alınmasını, rahiplerin özel yargılama yetkisinin ve vergi muafiyetinin kaldırılmasını istiyorlar. 2) Halk muhalefeti: Sınıflarından kopmuş burjuvalar=zanaatçılar, kalfalar, gündelikçiler, lümpen-proletarya gibi yurttaşlık haklarından yoksun kentliler yığınından oluşuyor. Feodalizmin çözülüşüyle lümpen-proletaryanın sayısı artıyor. Bunların düzenli geliri ve evleri yoktur. Tüm ileri ülkelerde serserilerin sayısı 16.yy.’ın ilk yarısında en yüksek düzeye ulaşır. Serseriler savaş zamanlarında ordulara yazılıyor, bazıları dilencilik yapıyor, bazılarıysa kentlerde loncalar tarafından kapılmamış işlerde çalışarak sefil hayatlarını kazanmaya çalışıyor.

Bu üç öğenin Köylüler Savaşında rolleri şöyle: Eşraf, köylüleri yenen prenslerin ordularında yer alır. Burjuva muhalefet unsurları, köylü komploları ve köylü çetelerinde bulunur. Halk muhalefetinin unsurlarıysa kentlerdeki savaşımda rol alır.

Kentlerdeki halk muhalefeti, eski feodal ve lonca toplumunun sınıflarından kopmuş öğeleri, doğmakta olan burjuva toplumun henüz gelişmemiş, tohum halindeki proleter öğelerini içerir. Başka bir deyişle kentlerdeki halk muhalefeti=yoksullaşan, var olan burjuva düzene lonca ayrıcalıklarıyla bağlı zanaatkârlar+topraklarından kovulmuş köylüler+henüz proleterleşmemiş hizmetçilerden oluşur. Kalfalar, yaşama koşulları itibarıyla proletaryaya yakındır, fakat lonca ayrıcalıkları nedeniyle geleceğin ustaları ve burjuvaları olacaklardır. Halk muhalefetinin parti davranışı pek güvenilmez ve yerine göre değişkendir. Köylüler Savaşımına kadar halk muhalefeti, bir parti olarak siyasal mücadelelere katılmaz. Kendisini ancak burjuva muhalefetin bir parçası olarak gösterir. Bu muhalefeti bir partiye dönüştüren, köylülerin ayaklanmasıdır. Hatta bu olduğunda bile, halk muhalefeti köylülere bağımlı kalmıştır; o çağda kentler, kıra bu derecede bağımlıdır. Üstelik bu halk muhalefeti bağımsız bir eylem yürüttüğü kadarıyla, kır üzerinde kentin sanayi tekellerinin kurulmasını istiyor, kent yöresindeki köylüler üzerine çöken feodal yükümlülüklerin kaldırılmasıyla kent gelirlerinin azaltılmasına karşı çıkıyor; yani bu derecede gerici.

Thüringen’de Münzer’in ve başka yerlerde onun izleyicilerinin etkisi altında, kentlerdeki halk, tohum halindeki proleter unsur, hareketin öteki unsurları arasında ağır basacak biçimde hareketlenir. Köylüler savaşının doruk noktası Thomas Münzer’in etrafında toplanan ama kısa süren harekettir.

Büyük kitle köylülerdedir. Prensler, memurlar, soylular, papazlar ve burjuvalar, köylüler üzerinde yükselir. Köylü manastıra, kente, imparatorluk baronuna, prense, piskoposa, kime bağlı olursa olsun ezilmektedir. Köylü, serftir, angaryacıdır. Zamanının büyük bölümünü efendisinin topraklarında çalışmakla geçirir. Kendisine kalan zamanda kazandıkları üzerinden efendisinin hakkını (cens), öşürü, yükümlülüklerini (redevance), haracı (taille), yolluğu (askeri vergi), devlet vergilerini ve imparatorluk harçlarını ödemelidir. Ölüm ve evlenmede de vergi ödemek zorundadır. Sıradan feodal angaryalar yanı sıra efendisi için çilek, saman, yaban mersini devşirmeli, salyangoz toplamalı, avlanmalı, odun kesmelidir. Köylülerin ortak otlak ve korulukları hemen her yerde beyler tarafından ellerinden zorla alınmıştır. İlk gece hakkı vardır. Bey istediğinde köylüyü hapse atıp, işkence edebilmektedir. 16-18. yy. arasında ceza mevzuatı zalimcedir; göz oyma, burun ve kulak kesme, bacak ve kol koparma, yakma, kızgın kerpetenle işkence vd… Yargıçlar, baronlar, rahipler ve yasacılardan oluşur. Bunlar da köylülerin sömürüsünden geçindiklerinden, efendilerin uygulamalarının dizginlenmesi söz konusu değildir.

Bütün bunlara rağmen köylülerin ayaklanmaları çok güçtür. Dağınık yaşadıklarından ortaklaşmaları zordur. Boyun eğmek, alışkanlık olmuştur. Silah kullanma yeteneği yitirilmiştir. Beylerin sertliği azalıp çoğalabiliyordu ki bu köylülerin dingin kalmalarına yaramaktadır. Ortaçağda yerel köylü ayaklanmaları olmuştur, fakat hiç değilse Almanya’da Köylüler Savaşından önce genel, ulusal bir ayaklanma olmamıştır. Karşılarında prenslerin, soyluların ve kentlerin ittifak içindeki örgütlü gücü vardır. Bunlar köylülerin ayaklanmasına engeldir.

16.yy. başında imparatorluğun zümreleri şunlardır: Prensler, soylular, yüksek din adamları, ayrıcalıklılar, burjuvalar, halk ve köylüler. Her birinin gereksinimleri çeşitli ve karşıtlıklar içerir. Her zümre ötekine karşı çıkıyor, açık ya da kapalı sürekli bir mücadele içerisinde bulunuyor. Bununla 1848-49 devrimindeki burjuvalar, küçük-burjuvalar, köylüler ve proletarya ile feodal soyluluğun oluşturduğu karışık ve karmaşık siyasal tablo karşılaştırıldığında, o çağdaki çıkarlar, görüş ve özlemlerin karışıklığı daha iyi anlaşılır.

Eyaletlerin merkezileşmemiş oluşu, eyaletlerin sanayi ve ticari yalıtılmışlığı, ulaşım yollarının kötü durumu, zümrelerin örgütlenip birlik oluşturmalarını engellemektedir. Zümrelerin bir araya gelişi, ancak Reform’la, dinsel fikirlerin ve siyasal devrimci fikirlerin yayılmasıyla gerçekleşir. Böylece 3 büyük geçici kamp oluşur: 1) Katolik ya da gerici kamp, 2) Burjuva reformcu Lutherci kamp, 3) Devrimci kamp. Bu kamplaşmada mantık yoktur ve bazen ilk iki kampta aynı öğelere rastlanır. Merkezileşme olmadığından farklı bölgelerde aynı zümreler farklı yönelimlere girebilmektedir. Bunlar arasında sadece dini konularda çekişme olduğuna inanmak yanıltıcıdır. Bir çağın ideologlarının o çağ üzerindeki kuruntularını dikkate alarak, o çağ realist biçimde açıklanamaz. Siyasal ve ideolojik fikirlerin, sınıflar arasındaki mücadelenin ifadeleri olduğu görülmelidir. 16. yy.’ın din savaşları adı verilen olaylarında dahi, maddi sınıf çıkarları koşullayıcıdır. Sınıf savaşlarının dinsel görünümlerde yansıması, sınıfların çıkar, ihtiyaç ve istemlerinin dinsel fikirler biçiminde ifadelendirilmesi, o çağın koşulları dikkate alınarak kolaylıkla açıklanır.

Eski dünyadan ortaçağa Hıristiyanlık devrolmuştur. Rahipler entelektüel kültürü tekellerine almış, kültür dinsel/teolojik bir niteliğe bürünmüştür. Siyaset ve hukuk teolojik açıdan değerlendirilmeye başlanmıştır. Kilisenin doğmaları siyasal aksiyomlardır. Kutsal kitabın cümleleri mahkemelerde yasa gücü kazanmıştır. Hatta bağımsız bir hukukçular sınıfı oluştuktan sonra bile, hukuk bilimi daha uzun süre teolojinin egemenliği altında kalır. Feodalizmde egemenliğin kuruluşunda kilisenin işlevi, entelektüel düzlemde teolojinin egemenliği biçiminde gerçekleşir. Bu nedenle feodalizme karşı yapılan saldırılar, her şeyden önce kiliseye karşı saldırılar olmaktadır. Devrimci siyasal öğretiler, bu nedenle teolojik sapkınlıklar olarak görülür. Var olan toplumsal koşullara saldırmak için onların kutsal niteliklerine saldırmak gerekli olmuştur.

Feodalizme karşı devrimci muhalefet tüm ortaçağ boyunca görülür. Bu muhalefet kimi zaman mistik biçimler alır, kimi zaman mezhep sapkınlığı, kimi zamanda ayaklanma biçimini alır. Burjuva muhalefet ile köylü-halk muhalefeti arasında bağdaşmazlık, ortaçağ boyunca sürmüştür. Köylüler Savaşının başlıca başarısızlık nedeni de bu bağdaşmazlıktır. Kentlerdeki mezhep sapkınlıkları rahiplere karşı yönelir ve onların konum ve zenginliklerine saldırır. Bunlar gerici bir biçimde kilise ve doğmalarının gelişmesini yozlaşma olarak görüyorlar ve kilisenin ilk düzeninin yeniden kurulmasını, din adamları zümresinin ortadan kaldırılmasını istiyorlar. Kentlerin kilise ve yasalarına karşı muhalefeti, kısmen onların zenginliklerine ve siyasal konumuna karşıtlıktan kaynaklanır. Kentlerde oluşmuş zümreler, silahlarıyla, ayrıcalıklarıyla ve meclislerde belirmiş olduklarından, feodaliteye karşı savaşıma hazır olduklarından, kilise feodalitesine karşı da muhalefet etmekteler. Küçük soylular=şövalyelerin büyük bölümü, rahiplere karşı savaşımda ve mezhep sapkınlığında kentlerle ittifak içindedir. Küçük soyluların kentlerle olan çıkar dayanışması, Köylüler Savaşında da görülür.

Burjuva mezhep sapkınlıklarından farklı olarak köylülerin ve halkın gereksinimlerini yansıtan ve hemen her zaman bir ayaklanmayla ilişkili olan mezhep sapkınlıkları da vardır. Burjuva mezhep sapkınlığının rahiplere, papalığa ve ilkel kilise düzeninin yenden kurulmasına ilişkin tüm istemlerini içeren köylü-halk mezhep sapkınlığı, onlardan daha ileriye gidiyor. İlkel Hıristiyanlığın eşitlik koşullarının topluluk üyeleri arasında yeniden kurulmasını, bunun toplumsal kural olarak tanınmasını istiyorlar. Soyluların, köylülerin ve halkın, ayrıcalıklı burjuvaların eşitliğini gerçekleştirmek, feodal angaryaları, efendi hakkını, vergileri, ayrıcalıkları ve zenginlik farklarını ortadan kaldırmak talepleri. Bunu örneğin “insanların tanrı karşısındaki eşitliği”nden çıkarıyorlar. Feodalitenin doruğuna varıldığı dönemde, burjuva ile köylü-halk mezhep sapkınlıklarını birbirinden ayırt etmek güçtür; fakat 14. ve 15. yy.’da köylü-halk mezhep sapkınlığı, ayrı bir parti programına dönüşür ve çoğu kez bağımsız bir biçimde görünür.

Halk takımından kimseler, burjuva ve feodal topluluğun dışındalar. Köylüler ve küçük-burjuvalar gibi ağır yükümlülükler altına konmuş bir mülkleri bile yok. Her türlü haktan yoksunlar. Bunlar feodal toplum ile burjuva loncanın dağılmasının simgesi ve modern burjuva toplumun ilk habercisi. Her türlü mülkten yoksun olan bu kişiler, sadece feodalizme ve ayrıcalıklı burjuvaziye karşı savaşımla kendini sınırlamaz. Sınıf farkları üzerinde yükselen tüm toplum biçimlerinde ortak olan kurumları, görüşleri tartışma konusu yaparlar. İlkel Hıristiyanlığın chiliastique düşleri, bunun için elverişli bir hareket noktası olur. Fakat bunlar özel mülkiyete saldırılar, mallarda ortaklık istemi, kaba bir iyilikseverlik örgütü biçiminde dağılıp gittiler; çağın koşulları bunu gerektirir. Bunlar komünizmi değil, aslında modern burjuva koşulları düşsel biçimlerde tasarlar; belirsiz Hıristiyan eşitliği, yasa karşısında eşitliğe ulaşabilir, otoriteye karşıtlık, seçimlerle cumhuriyetçi hükümetlerin kuruluşuna bir miras bırakabilir.

Daha önce taboritler adındaki halk-köylü sapkın mezhebinde salt askeri düzeyde bir önlem olarak var olan bir tür mal ortaklığı şeklindeki uygulama, Münzer’de bir toplum bölmesinin özlemlerinin dışavurumu olur. Bu komünist çınlamalar, özgür köylülerin ortaçağda feodaliteye karşı savaşımı, sonra serflerin ve angaryacıların feodalizmi yıkmaya dönük savaşımlarıyla süreklilik içinde, günümüz modern işçi hareketine devrolan çınlamalardır.

Katolik kamp, imparatorluk iktidarını, papazları, laik prenslerin bir bölümünü, zengin soyluları, yüksek din görevlilerini ve kentli ayrıcalıklıları içerir. Lutherci burjuva reform partisi, varlıklı muhalefet öğelerini, küçük soyluları, burjuvaziyi ve prenslerin bir bölümünü (kilise mallarına el konulmasıyla zenginleşmeyi ummakta, imparatorluk karşısında daha fazla bağımsızlık kazanmak istemekte) içerir. Köylüler ve halktan kimselerse, devrimci partiyi oluşturur. Devrimci partinin istemleri en açık biçimde Thomas Münzer tarafından dile getirilir.

Luther ile Münzer, hem öğretileriyle hem de karakter ve eylemleriyle liderliğini yaptıkları partileri temsil eder. Luther 1517-1525 arasında bir evrim geçirir. 1517’de Katolik kilisesinin doğmalarına saldırır. Bu muhalefeti, eski burjuva mezhep sapkınlığının istemlerini aşmaz, fakat radikal eğilimleri de dışlamaz. Başlangıçta tüm muhalefet öğelerini bir araya getirmesi, en kararlı devrimci enerjiyi göstermesi ve daha önceki tüm sapkın mezhepleri temsil etmesi gerekmektedir. 1847’de kendilerinin sosyalist ve komünist olduklarını söyleyen liberal burjuvaların başlangıçtaki devrimci konumu da budur. Luther etkinliğinin birinci döneminde papalara, kardinallere, piskoposlara ve tüm Roma kilisesine karşı ayaklanmayı vaaz eder. Fakat bu ilk devrimci ateş çabucak söner. Lutherci düşünceler etrafında köylüler ve halktan kimseler toplanır; onlar zorbaların hesabını görmek ister. Luther’in etrafında ılımlı burjuvalar, küçük soyluların büyük bir bölümü, hatta onlarla birlikte sürüklenen prensler de toplanır. Bunlar rahiplerin egemenliğine, Roma’ya bağımlılığa, Katolik hiyerarşiye son vermek istiyor, kilise mallarına el koyup zenginleşmek istiyorlar. Partiler birbirinden ayrıldıklarında kendi sözcülerini bulurlar. Luther Wittenberg Üniversitesi profesörüdür ve giderek ünü artmıştır. Luther bir seçim yapmak zorunda kalır; hareketin halk öğelerine ihanet eder ve soyluların, prenslerin ve burjuvazinin partisine katılır. Roma’nın kökünü kazıma çağrıları zamanla söner. Artık barışçı evrimi ve pasif direnişi salık vermeye başlar. Luther’in bu eğilimi oluştuğu sırada, reforme edilmiş burjuva kilisesinin kuruluşu gerçekleşmektedir. Luther artık burjuva reformun temsilcisidir ve yasa çerçevesinde ilerlemeyi salık vermektedir. Çünkü kentlerin çoğu reformdan yana çıkmıştır ve küçük soylular da giderek bu tutuma katılmaktadır. Bazı prensler de bu tutuma katılır, bazılarıysa duraksama içindedir. Yani Almanya’nın büyük bölümünde reform başarılı olacaktı ve diğer bölgeler bu harekete direnemeyecekti. Fakat bu gidişatta zorlu bir sarsıntı olursa, ılımlı partiyle, halk-köylülerin aşırı partisi çatışmaya düşecek; prensler, soylular ve bazı kentler hareketten uzaklaşacak, sonunda burjuva partisi, köylü ve halk partisi tarafından geride bırakılacak ya da Katolik restorasyon tarafından tüm partiler ezilecekti.

Burjuva reform, halktan ve köylü öğelerden daha açık biçimde ayrıldıkça, prenslerin denetimine girer. Luther’in kendisi de giderek prenslerin hizmetkârı olur. Halk onu prenslerin uşağı durumuna gelmekle suçlamış, hatta Orlamünde’de olduğu gibi taşlayıp kovmuştur.

Köylüler savaşı başladığında Luther arabulucu rolünü oynamaya çalışır. Yönetimleri haksız vergiler yüzünden eleştirir ve ayaklanmadan onların sorumlu olduğunu bildirir. Fakat bir yandan da, ayaklanmanın dine aykırı, İncil’in kurallarına karşı olduğunu söyler. Sonunda köylüler ile Katolik prensler ve soyluluğa, bu iki partiye, savaşmaktan vazgeçmelerini ve anlaşmalarını öğütler. Buna karşın ayaklanmalar, prenslerin, soyluların ve Luther’in yandaşı olan kentlerin otoritesi altındaki bölgelere de yayılır ve burjuva reformun sınırlarını hızla aşar.

Ayaklanmaların en kararlı bölümü Münzer’in liderliği altında karargâhını Thüringen’de kurar. Köylü çetelerinin karşısında burjuvalar, prensler, soylular ve papazlar, Luther ve papa birleşirler. Luther artık köylülerin ayaklanmalarına karşı acımasız olunması gerektiğini belirtir (şu sözü hatırlatır: “Eşeğe gereken yem, yük ve kırbaçtır”). 1848 devriminde Mart günlerinden sonra proletarya zafer meyvelerinden payını istediğinde, kendilerini daha önce sosyalist olarak tanımlayan burjuvalar da benzer biçimde konuşur. Liberal burjuvazinin 1847-49 yıllarındaki evrimi, Luther’in evrimine benzer.

Luther çevirdiği İncil ile halkın hareketine güçlü bir silah vermiştir. Kutsal kitapta, çağın feodalleşmiş Hıristiyanlığının karşısına, ilk yüzyılların gösterişsiz Hıristiyanlığını, feodal toplum karşısına feodal hiyerarşiyi bilmeyen bir toplum tablosunu çıkarmıştır. Köylüler papazlara, prenslere ve soylulara karşı bu düşünceleri kullanırlar. Oysa şimdi Luther köylülere karşı dönüyor ve prenslerin tanrısal hukuka dayanan iktidarını, itaati ve serfliği kutsal kitap adına onaylıyor. Halk hareketi de, burjuva hareket de, prensler yararına olacak şekilde ihanete uğruyor. Luther’in bir burjuva reformcusu olarak tavrı, 1848 devriminde burjuvaların tavrına benzer.

Thomas Münzer ise bir halk devrimcisidir. 1490 ya da 1493 yılında doğmuştur. 15 yaşındayken başpiskoposa ve Roma kilisesine karşı gizli bir dernek kurmuştur. Kilise papazı olan Münzer, görevinde kilisenin doğma ve ayinlerine küçümsemeyle yaklaşır, ayinlerde değişiklikler yapar. Ortaçağın mistiklerini okumuştur. Bu mistiklerin belirttiği bin yıllık krallık vaktinin geldiğini düşünür, çünkü reform ve çağın genel kaynaşması gözlerinin önündedir.

1520 yılında birinci İncil vaizi olarak gittiği Zwickau’da Anabaptistler tarikatıyla tanışır. Anabaptistler kıyamet günü ile bin yıllık krallığın yaklaştığını vaaz etmektedir. Bu tarikat Zwickau konseyiyle çatışmaya başlar. Münzer onlara tamamen katılmaz, fakat onları etkisi altına alacak şekilde savunur. Sonunda Anabaptistler kentten ayrılmak zorunda kaldığında, Münzer de onlarla birlikte ayrılır (1521 sonu). Münzer Prag’a gider, fakat konuşmaları yüzünden Bohemya’dan kaçmak zorunda kalır. 1522 yılında Thüringen’deki Allstedt’e vaiz olarak atanır. Burada Luther’den daha önce reformlara başlar; Latince kullanımını kaldırır, pazar ayinlerinde yalnızca İncilleri ve havarilerin mektuplarını değil, tüm kutsal kitabı okutur. Burada propaganda yapan Münzer, Thüringen’deki rahipler karşıtı halk hareketinin örgütlenmesini başlatır. Başlangıçta bir teolog olarak sadece rahiplere karşı çıkıyor. Fakat Luther’in o sırada yaptığı gibi barışçı evrimi vaaz etmiyor. Saksonya prenslerini ve halkı, Roma rahiplerine karşı ayaklanmaya çağırıyor. Prenslere yaptığı çağrı sonuç vermez, fakat halk arasındaki devrimci kaynama giderek artar. Münzer’in fikirleri giderek açıklık kazanır ve burjuva reformdan ayrılır. Artık siyasal ajitatör olmuştur. Teolojik ve felsefi öğretisi, sadece Katolikliğe değil, Hıristiyanlığın tüm temel noktalarına saldırır. Münzer, Hıristiyan biçimler altında ateizme yaklaşan bir pan-teizm (kamutanrıcılık) öğretir. Kutsal kitabı biricik ve yanılmaz referans olarak görmüyor, gerçek esin kaynağını halkların aklında görüyor. Kutsal ruh ona göre, insan aklının ta kendisi. Ona göre cennet öteki dünyada değildir ve onu (tanrının krallığını) yeryüzünde kurmak gerekir. Cennet gibi cehennem de yoktur. İnsanların kötü içgüdüleri ve istekleri dışında bir şeytan da yoktur. İsa’nın bir insan olduğunu ve yediği son yemekteki şarap ve ekmeğin mistik bir anlamının olmadığını belirtir. Bu düşünceler, heretik (sapkın mezhepsel) bir öğretidir. Hıristiyanlığın cümle yapıları kullanılarak oluşturulan yeni bir felsefi öğretidir. Münzer’in teolojisi çağın dini görüşlerini aşmaktadır. Teolojisi ateizme yakındır; siyasal programı da komünizme yaklaşır:

“Münzer’e göre tanrı krallığı, orada artık hiçbir özel mülk, toplum üyelerine karşı çıkan hiçbir yabancı, özerkli devlet iktidarının bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi. Var olan tüm yetkeler, eğer devrime boyun eğmeyi ve ona katılmayı reddederlerse, ortadan kaldırılmalıydı; tüm çalışmalar ve tüm mallar ortaklaşa olmalı ve en tam bir eşitlik hüküm sürmeliydi. Bu programı gerçekleştirmek için yalnızca tüm Almanya’da değil ama Hıristiyanlık dünyasının tümünde bir dernek kurulmalıydı. Prensler ve soylular, bu derneğe katılmaya çağrılacaklardı, eğer katılmayı reddederlerse, dernek ilk fırsatta, elde silah, ya onları devirecek ya da öldürecekti.” (s.60).

Münzer bu derneği örgütlemeye koyulur. Rahipler yanı sıra prenslere, soylulara, ayrıcalıklılara karşı da vaazlar vermeye başlar. Fakat Münzer’in yazılarına sansür getirilir.

Münzer, Luther’i eleştirir. Luther ılımlı bir reformcudur, kararsızdır ve hareketin gelişmesi karşısında korkuya kapılmıştır (bu 1848 devriminde burjuvazinin ikircikli siyasetine benzer). Luther, Münzer’in tapınma reformlarını kabul etmek zorunda kalmıştır. Luther, Münzer’e kuşku içinde güvensizlikle bakar. Münzer ise Luther’in öğretilerini çürük bulur. Münzer, halkın ve köylülerin düşünce ve isteklerini uçlara taşımıştır.

Luther Saksonya prenslerinden Münzer’in ve ayaklanma kışkırtıcılarının kovulmasını ister. Münzer, Anabaptistleri giderek kendi etrafında toplar. Bunlar kovuşturmalar yüzünden belirli bir yerde oturmuyor ve tüm Almanya’yı dolaşıp, Münzer’in yeni öğretisini yayıyorlar. Münzer’in Anabaptist müritleri işkence görür, öldürülürler, fakat sarsılmazlar ve halktaki kaynaşma nedeniyle çalışmaları başarılı olur. Münzer Thüringen’den kaçarak, çeşitli yerlere uğrayıp propaganda yapar. Münzer’in bu gezisi Nisan 1525’teki genel ayaklanmaya büyük katkıda bulunur. Birçok devrimci din adamı örgütler. Prensler ve beyler bu sapkın mezhebe karşı katı kovuşturmalar düzenlediğinde, Münzer’in gizli derneği daha da güçlenir ve ayaklanma ruhu alevlenir. Münzer güney Almanya’da 5 ay boyunca ajitasyon yapar. Ayaklanma başlamadan bir süre önce ayaklanmayı yönetmek için Thüringen’e geri döner.

Şimdi köylü ayaklanmalarına kısaca bakalım… İlk köylü ayaklanması, 1476’da Vurzburg piskoposluğu bölgesinde patlar. Kavalcı Jean adında biri bu ayaklanmada öne çıkar. Çileciliği öğütleyen bu adam, bir çobandır. Konuşmalarında imparator, prens ve papa otoritelerinin bundan sonra olmayacağını işler; kimsenin komşusundan çok varlığı olmayacak, herkes kardeş olacak der. Tüm efendi haklarının, yükümlülüklerin, angaryaların ve vergilerin kaldırılacağını belirtir. Kavalcı Jean’ın ünü hızla yayılır; ona bir evliya gibi tapılır ve yaptığı mucizeler dilden dile dolaşır. Rahipler ona karşı çıkarsa da, Jean’a inanların sayısı hızla artar. Bu çobanın pazar vaazlarını dinlemeye 40 binden fazla insan gelmeye başlar. Aylarca vaaz verdikten sonra, Kavalcı Jean ayaklanma çağrısı yapar. Fakat piskoposun süvarileri Jean’ı kaçırır ve hapseder. Onun söylediği gün 34 bin köylü toplanır, fakat Jean’ın kaçırıldığını duyduklarında büyük bölümü dağılır. Geriye kalan 16 bin kişilik kitle Jean’ın tutsak alındığı şato önüne gider. Piskopos onları geri çekilmeye ikna eder ve dağılırlarken piskoposun süvarileri saldırır. Sonunda Kavalcı Jean yakılır.

Bu ilk girişimden sonra Almanya uzun zaman dingin kalır. Yeni köylü ayaklanmaları 1490-1500 yılları sonunda başlar. 1493’te Alsas’ta gizli bir dernek kurulur. Bayrağında köylü çarığı (Bundschuh) yer almaktadır. Dernek ortaya çıkarılır ve üyelerinin çoğu yakalanır, işkence görür ve öldürülür. Ülkeden kovulanlar da olur. Bu yıkım Bundschuh’u yok etmez. Köylüler bu örgütlenme içerisinde birçok bozgun ve dağılma yaşasalar da, önderleri öldürülse de, bağlarını yeniden kurarlar. Bu örgütlenme 1502’de Sapire piskoposluğu bölgesinde yeniden belirir. Örgütlenme 7 bin üyeye ulaşır ve yayılır. Programları şunları içerir: Prenslere ve beylere tanınmış hakların, öşürlerin, vergilerin kaldırılması, serfliğin kaldırılması, kilise mallarına el konması ve halka bölüştürülmesi, imparatordan başka efendinin olmaması. Başka bir ifadeyle; 1) Bir ve bölünmez Alman krallığı istemi, 2) papazların mallarının halk tarafından bölüşümü talepleri, ilk kez köylüler arasında görülür. Münzer bu istemleri şu şekilde geliştirir: 1) Alman imparatorluğu yerine bir ve bölünmez cumhuriyet, 2) kilise mallarının bölüşümü yerine onların topluluk yararına zor alımı. Bu yeni Bundschuh’un da ayaklanma planı bulunmaktadır. Fakat plan açığa çıkar ve yine tutuklamalar olur, cezalar uygulanır, dernek üyelerinden kaçanlar da olur.

16.yy.’ın ilk yıllarında Yoksul Konrad adında Bundschuh’un kaçan ve dağılan üyeleriyle ilişkili yeni bir dernek kurulur. Bu iki gizli örgütlenme 1513-15 yıllarında bir dizi ayaklanmayı organize eder. Yoksul Konrad örgütlenmesi 1503’te Würtemberg’de belirir ve 1514 baharında ayaklanma başlatır. 3-5 bin köylüyü, ordu toplamak için zaman kazanmaya çalışan dükün vergileri kaldıracağı vaadi yatıştırır. 1514 baharında Macaristan’da da köylüler savaşı patlar, fakat ezilirler. Sloven köylüler arasında ayaklanmalar olursa da, bunlar da yenilir. Bütün bu ayaklanmalarda şatolar ve manastırlar yakılır, yakalanan soylular köylü jüriler tarafından yargılanıp, kafaları kesilir. Yukarı Ren bölgesindeyse Joss Fritz gizli örgütlenmeye başlar. Fritz şövalye, rahip, burjuva, köylü ve halktan insanları örgütler. Ayrıca dilencilerle de ilişkileri vardır. Bu örgütlenme de yayılır. 1513 sonbaharında ayaklanma başlatacaktır, fakat örgütlenme saptanır ve öldürmeler, işkenceler yaşanır. Fritz kaçmayı başarır. İsviçre’ye kaçanlar olur, fakat bunlar izlenir ve öldürülürler. 1514’te İsviçre’de de ayaklanmalar olur.

Özetle, bu dönemde Almanya topraklarında gizli örgütlenmeler oluşuyor, ayaklanıyorlar, dağılıyor ve yeniden toplanıyorlar.

Reform hareketinde başından itibaren bir ayrışma görülür. Soylular ve burjuvalar Luther etrafında toplanır. Köylüler ve halktan kimseler Luther’i düşman olarak görmeseler de, ayrı bir muhalefet partisini oluşturur. Luther’e yakın duran prenslerin, şövalyelerin ve kentlerin büyük bölümü, köylü ve halk takımının çetelerini kırıp geçirir. Luther ile Münzer arasındaysa basın ve söylem düzeyinde savaş bulunmaktadır.

16.yy.’ın başında imparatorluk prenslikler şeklinde dağılmış durumdadır. İmparatorluk soyluluğu, güçlenen prensler ve yüksek din adamları karşısında giderek güçsüzleşir ve geriler. İmparatorluk soyluları, prenslerin ve yüksek din adamlarının zararına olacak bir imparatorluk reformuna yönelir. Bu reformun kapsamında kilise mallarının laikleştirilmesi ve prenslerin ortadan kaldırılması bulunur. Bunun için soylular, kentli burjuvalara ve köylülere imparatorluk reformunu önerirler; prenslere karşı kendi konumlarının pekişmesini amaçlarlar. Fakat köylüler ve kentler soylulara karşıdır. Soylular köylüleri kazanamazlar, çünkü örneğin serfliğin kaldırılmasına yanaşamazlar. Böylece savaşım başladığında soyluluk, prenslerin karşısında yalnız kalır. 200 yıl boyunca prensler soylulara karşı güçlenmiş ve durmadan alan kazanmışlardır. Artık soyluları ezecek koşullar vardır. 1522’de 6 yıllık bir süre için soyluların birliği kurulur; ordu oluştururlar. Eylül 1522’de çatışma başlar. Prensler galip gelir. Soyluluk iyice güçsüzleşir ve bundan sonra prenslerin yönetimi altına girerler. Ardından gelen Köylüler Savaşı, soyluları prenslerin koruması altına girmeye iyiden iyiye zorlar. Soylular prenslerin egemenliği altında köylüleri sömürmeye devam eder. Soyluların prenslere ve rahiplere karşı, köylülerle ittifaka girmesi mümkün değildir.

Luther’in Katolik hiyerarşiye savaş ilan etmesiyle, Almanya’daki tüm muhalefet güçleri harekete geçer. Köylüler her yıl ayaklanmaya girişirler. 1518-23 arasında ayaklanmalar birbirini izler. 1524 baharından sonra ayaklanmalar sistemli bir nitelik kazanır. O yılın Nisan ayında köylüler feodal angarya ve yükümlülükleri reddederler. 24 Ekim 1524’te Protestan Derneği kuran ve bayrağı üç renkli Alman bayrağı olan kentli burjuvalar ile köylüler işbirliği içinde ayaklanırlar. Bu ayaklanma yayılır. Feodal egemenliğin kaldırılması, şato ve manastırların yıkılması, imparator dışında tüm beylerin kökünün kazınması amaçlanmaktadır. Soylular ve prensler ile köylüler arasında savaşımlar olmaktadır. Thomas Münzer bu ayaklanmalara doğrudan değil, dolaylı olarak etki eder. Köylüler arasında en kararlı devrimciler, Münzer’in fikirlerini temsil edenlerdir. Köylü ayaklanmalarına katılan kitle içerisinde Münzer’in partisi azınlıktadır.

Mülhausen’de 1525’te ayaklanmayla kent konseyi devrilir ve “ölümsüz konsey”in başkanı Münzer olur. Münzer malların ortaklığını, herkes için çalışma yükümlülüğünü ve her türlü otoritenin kaldırılmasını ilan eder. Fakat gerçeklikte bir cumhuriyetçi kent sistemi oluşturur. Hareketin yayılması ve örgütlenmesine uğraşır. Ayaklanmalar yaygınlaşır ve her birinde şatolar ve manastırlar köylülerce yakılır. Münzer yakalanır ve işkence görür; kafası kesildiğinde 28 yaşındadır.

Köylüler Savaşı’nın sonunda köylüler tekrar din adamı, soylu ya da ayrıcalıklı efendilerinin egemenliği altına girerler. Eski yükümlülükleri daha da ağırlaşır. Alman halkının devrimci girişimi bozgunla biter ve üzerindeki baskı artar. Fakat belirtmek gerekir ki, din savaşları ve otuz yıl savaşı, köylüleri Köylüler Savaşı’ndan daha sert biçimde sarsmıştır; bunlar üretici güçleri tahrip edip, sefaleti artırmıştır.

Köylüler Savaşı’ndan en çok etkilenen din adamları zümresi (clergé)’dir. Çünkü manastırları yakılmış, malları yağmalanmıştır. Köylüler Savaşı, kilise mallarının köylüler yararına laikleştirilmesini popüler kılmıştır. Laik prensler ile kentlerin bir bölümü, bu laikleştirmeyi kendi yararlarına gerçekleştirmeye başlamıştır. Böylece Protestan ülkelerde yüksek din adamlarının yurtlukları, prenslerin ve kent ayrıcalıklılarının eline geçer. Soyluluğun şatoları yakılıp yıkılmış, bunlar prenslerin hizmetine girerek yaşayabilecek duruma düşmüşlerdir. Soylular, Köylüler Savaşı’nda her yerde yenilmiştir. Onu prenslerin orduları kurtarmıştır. İmparatora bağlı olan soylu zümrenin önemi giderek azalmış, prenslerin egemenliği altına girmişlerdir. Kentlerdeyse ayrıcalıklıların egemenliği pekişir. Bunlar ticaret ve sanayinin gelişimini engeller. Köylüler Savaşı’nda tek kazanan vardır; o da prenslerdir. O çağda laik prensler, kilise prenslikleri, kent cumhuriyetleri, egemen kont ve baronlar bir arada bulunmaktadır. İmparatorluk kentleri yerel ve bölgesel merkezileşmenin temsilcisi prenslere bağlı duruma gelmeye başlar. Köylüler Savaşı, din adamlarını, soyluları ve kentleri güçsüz bıraktığından, bunların kazançlarını prensler ele geçirdiğinden, prenslere yaramıştır. Kilse malları prensler adına laikleştirilir, soyluluk yıkıma uğrar ve prenslerin egemenliği altına girer; köylülere ve kentlere yüklenen savaş vergileri, prenslerin kasasına akar. Köylüler Savaşı, Almanya’nın bölünmüşlük durumunu artırır ve pekiştirir.

Köylüler Savaşı’nda eşgüdümlü bir hareket, kentli burjuvalar, köylüler ve halk takımının hiçbiri tarafından oluşturulmamıştır. Birbirinden yalıtık olan köylü ayaklanmalarının hepsi, ayaklanan köylülerin onda birinden az olan ordular tarafından bastırılır. Partikülarizmin egemen olduğu Köylüler Savaşı’nda, köylü örgütlenmelerin bir araya gelmesi, ancak düşmanın ortaklaşması yüzünden olabilmiştir. Köylü örgütlerinin düşmanlarıyla anlaştığı ve bırakışma yaptığı da görülmüştür. 1525 devriminden, başka bir deyişle 16.yy. Alman devriminden yararlananlar prenslerdir.


Kaynaklar: 1) Engels, Köylüler Savaşı, Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 1999
                     2) Friedrich Engels Biyografi, Sorun yayınları, Birinci Baskı, 1997, s. 150-1



[i] * Almanya’nın 1848 devrimi sonrasındaki gelişimine ilişkin olarak 1874 yılında Köylüler Savaşı’na yazdığı önsözde Engels şunları belirtir: 1848-49 Alman devriminde proletarya kaynaşma içindedir. Alman burjuvazisi, Fransız proletaryasından korkmuştur; Paris 1848 Haziran ayaklanması, Alman burjuvazisine kendisini neyin beklediğini göstermiştir. Bu nedenle Alman burjuvazisinin politik eylemindeki sivrilik körelir ve gerici sınıflarla ittifak yapar. Bu sınıflar; bürokrasisi ve ordusuyla krallık, büyük feodal soyluluk, önemsiz küçük toprak ağaları ve papazlar sürüsüdür. Proletarya kendi sınıf bilinciyle hareket etmeye başlayınca, burjuvazi korkarak gerici sınıflarla birleşir.
Prusya’da feodal kurumların kalkması çok uzun zaman alır. Prusya’da 1848 devriminde krallıktan, Bonapartçı krallığa geçiş olur. Bu kapitalist devlete geçişin başlangıcıdır. 1848 burjuva devrimi, 19. yy.’ın sonuna doğru kapitalist devlete geçişle tamamlanır. Bu süreçte hükümet reformlar yaparak burjuvazinin çıkarları doğrultusunda adımlar atar: Para, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin birliği sağlanır; meslek ve dolaşım özgürlüğüyle Almanya’nın işgücü, sermayenin emrine verilir; ticaret desteklenir vb… Burjuvaziyse siyasal iktidarı destekler, fakat iktidarı hükümete bırakır. 1848 sonrasındaki 20 yıl boyunca sanayi ve ticaret, denizyolları, telgraf ve buharlı transatlantik denizciliği gelişir. Yani burjuvazi ve proletarya gelişir. 1870’teki Almanya-Fransa savaşında, işçi sınıfı savaş kışkırtıcılığı karşısında soğukkanlı kalır. 1870’ten sonra sosyalistlere karşı büyük baskılar uygulanır, fakat bu sosyalistlerin örgütlenip güçlenmesini durduramaz. 1871 seçiminde sosyalistler 102.000 ve 1874 seçiminde 352.000 oy alırlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.