29 Temmuz 2023 Cumartesi

Marksizm ve Devrim - Ecehan Balta

 Ecehan Balta'nın devrim teorisi üzerine sunumu. 


Not: Sunumda katılmadığımız nokta şudur: Dünya sosyalist devrim sürecine girildiğinde, ülkelerin öncü partilerinin dayanışması, eş güdümlü eylemleri önem taşıyacaktır. Fakat bugünden yapılması gereken "enternasyonal bir öncü" oluşturmak değil, siyasal iktidarlar ülkeler ölçeğinde somutlaştığından, her bir ülkedeki öncü partinin, ülkesinde işçi sınıfının iktidara gelmesine önderlik etmesidir.

22 Temmuz 2023 Cumartesi

İKİLİ KATEGORİLER VE DİYALEKTİK MANTIK

Dr. Alişan Özdemir

Giriş

Konumuz iki kavramdan oluşan ve "ikili karşıtlıklar" da denilen kategoriler. Kimileri "Başka konu bulamadın mı?" diyebilir. Bu konu üzerinde niçin durmak gerekiyor? Çünkü insanlar, varlığını sürdürebilmek, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için dış dünyadaki varlıklarla ilişki kurmak zorundadır. Yiyecek, giyecek ve barınak ihtiyaçlarını giderebilmek için üretim yapmak insanın ana eylem biçimidir. İnsanın bu ana eyleminde başarılı olması için felsefeninyardımcı olması gerekir. Bakıyorsunuz kimi filozoflar, ikili kategorileri diyalektik düşünceye örnek olarak gösteriyor. Örneğin "aydınlık-karanlık diyalektiği" ya da "içerik-biçim diyalektiği" yahut "öz ile görünüş arasındaki çelişki"den söz ediyorlar. Bu sözler gerçekliği mi yansıtıyor, hangi diyalektik anlayışın ürünü bunlar? Bu soruların yanıtları, insanların yaşamlarında yararlı olacaktır. Konuya girmeden önce, birtakım ön (apriori) bilgileri anımsayalım.


Üç dünya kuramı: Felsefe açısından birbiriyle ilişkili üç dünya vardır. A- Dış dünya: Düşünceden bağımsız olarak gerçek ya da nesnel varlıkların bulunduğu dünyadır. İçinde yer aldığımız toplum, inorganik ve maddi olan her şey, tüm canlılar, insanların ürün ve eylemleri dış dünyayı oluşturur.B- İç dünya: Ben'in, usun, gönülün dünyasıdır. Bu dünyada varolanlar; temel olarak dış dünyadan yansıyan ve kaynaklanan tasarımlar, kavramlar, kategoriler, sistemlerdir. Ayrıca düşünceler, değerler, bilgiler, imgeler, duygular, anılar, tasarılar, tahminler, sayılar, geometrik şekiller, akla uygun olmayan şeyler, bilinçdışı, önyargılar, güdüler, vb. vardır. C- Dil dünyası: İç dünyada ve dış dünyada varolanların adlarından (terimler) ve sözcükler, bağlaçlar, tümceler, deyimlerden oluşur. Göstergebilime göre, dil dünyası gösterenlerin oluşturduğu bir dünyadır. Dil olmazsa düşünemeyeceğimiz de açıktır.

İç dünyada, varlıklar ve varlıkların her özelliği bir kavramla karşılanır. Kavramların sınıflanması ve ilgi ya da benzerliklerine göre kümelenmesi ile varlığın en genel ve temel özelliklerini, ilişkilerini yansıtan kategoriler (temel kavramlar) oluşturulur. Bir ilke, yasa ya da pratiğe göre bağıntıları olduğu saptanan farklı işlev ve yapıdaki kategorilerin bir araya getirilmesiylesistemlerortaya çıkar.

Diyalektik adlı gösterge hem bir kavramı hem de bir düşünme biçimini, hem bir mantığı hem de bir araştırma yöntemini kapsar. Yani dil dünyasında bu dört gösterilen için de “diyalektik” göstereni/terimi kullanılır. Dolayısıyla, diyalektik terimini herkes kullanıyor, ama hangi anlamda kullandığını belirtmediğinde bir belirsizlik ya da karışıklık ortaya çıkabiliyor.

Başka bir durum, tarih içinde ortaya çıkan değişik diyalektik anlayışların birbirine karışmasıdır. Çünkü diyalektiğin tarihi İlkçağa, felsefenin başlangıcına değin gitmektedir. Gerek Doğuda gerek Batıda, ilk filozoflar doğayı incelemeyi amaç edinmiş ve onun üzerine düşünmeye basit bir diyalektik anlayışla (devinme ve oluş kavramlarıyla) başlamıştır. Diyalektik düşünce Herakleitos'a bağlanır, ancak o bu terimi hiç kullanmamış. "Diyalektik" terimini, Elealı Zenon'un türettiği kabul edilmektedir. O zamanlar filozoflar arasında sık sık tartışmalar olurmuş. Zenon, bu tartışmalarda başarılı olmak için kullandığı yönteme bu adı vermiş.Aristoteles de bu anlamda kullanmış. Türkçede eytişim (söyleşim) sözcüğüyle karşılanıyor. Platon, başlangıçta diyalektik terimini Sokrates gibi anlamlandırmış (karşılıklı konuşma, sorma); yaşlılığında ise Herakleitos'a yaklaşmış, İdealara giden yol olarak görmüş. Sonra birçok filozof bu terime değişik anlam vermiş. Ortaçağda diyalektik düşünme Tanrının varlığını kanıtlamak için kullanılmış ve üç aşamalı gelişme kuramı (olumlama, olumsuzlama, olumsuzlamanın olumsuzlanması) eklenmiş. Kant, bilgi felsefesinin bir alt dalı olarak mantık sistemini kurmuştur.Siteminde genel mantık ve transandantal mantık vardır, her birini yine ikiye ayırır analitik ve diyalektik olarak. Yani Kant'ta hem genel diyalektik mantık hem detransandantaldiyalektik mantık bulunur. Kant'ın diyalektik mantıkları, her konuyu içermez, usun sapkınlıklarıyla ilgilenir.

Salt diyalektik mantığın kurucusu Hegel'dir. Onun diyalektiği, Herakleitos-Platon kanalına bağlıdır. Ondan da Marx kendi diyalektik düşünme ve mantığını geliştirmiştir. Kant'ın mantığından farklı olarak,ikisinin de diyalektik mantığı evreni kapsar, yani her konuyu içerir. Ancak, Hegel ile Marx'ın diyalektiği arasında da önemli ayrımlar vardır. İkisi de tekçidir (monist), ama Hegel'de "İde (ruh)" temeldir, madde onun görüngüsüdür.  Marx ise maddeyi temel alır, düşünce onun görüngüsüdür. Diyalektik mantık ve düşünmede "çelişki" ana kavramlardan biridir. Hegel çelişkinin İdede olduğunu savlar, Marx’a göre ise çelişki maddededir. Başka deyişle Hegel'in diyalektiği iç dünyaya ilişkindir, Marx'ın materyalist ya da gerçekçi (realist) diyalektiği dış dünya ile ilişkilidir.

Dış dünyaya baktığımızda; her varlığın doğup, büyüyüp, sönümlenip, yerini başka varlığa bırakarak sona erdiğini görüyoruz. Bu devinime kısaca değişme diyelim. Gerçekçi diyalektik mantık, bu saptamayı, değişmeyi evrenin temel yasası olarak ele alır ve her varlığı bir süreç[1] olarak niteler. Ayrıca varlıklar arasında karşılıklı etki olduğunu görüyoruz, buna da kısaca etkileşim diyelim. Değişmenin nedenleri, birincisi her sürecin içinde bir ya da birkaç çelişki olması ve ikincisi etkileşimdir.

İkili Karşıtlık(lar) - Karşıt İkilik(ler)

Kategorilerin büyük bölümü tek terimlidir: Hareket, madde, ruh, gerçek, etkileşim, nedensellik, çelişki, yadsıma, bg. Ancak iki terimli kategoriler daha genel ve kapsayıcıdır: aydınlık ile karanlık, zorunluluk ile özgürlük, tarihsel ile mantıksal, yer ile zaman, sonlu ile sonsuz, kaos ile düzen gibi. İkili kategorilerdeki kavramlardan biri olmadan öbürü olmaz. Örneğin aşağı olmadan yukarı olmaz. Ayrıca aralarında görelilik vardır, kimine göre aşağı olan kiminee göre yukarıdır.

Sarp Erk Ulaş'ın Felsefe Sözlüğü'nde ikili karşıtlıklar, yani ikili kategoriler şöyle tanımlanıyor: "Binaryopposition. Birbirlerini bütünüyle dışlayan terimler ya da kavramlar arasında bulunan, hiçbir koşulda ortadan kaldırılamayan karşıtlık durumu." Demek ki, ikili karşıtlıklar ezeli ve ebediymiş. Oysa diyalektik düşünce sistemine göre "her şey değişir", her şey yerini başka bir sürece bırakır, sonsuz süreç, sonsuz çelişki yoktur. Devam edelim: "Batı felsefesine ve pek çok değişik dil içine işlediği düşünülen, salt karşıtlıklarıyla tanınan ikili terimler. Yapısalcı dilbilim çözümlemelerinde kavram karşıtlığını anlatan ve sıkça başvurulan temel ilke.(Ulaş, 2002: 273)" Yapısalcılığa göre dil, kimi birincil kimi ikincil önemde olan, sayısız ikili karşıtlık barındırmaktadır: yin/yang, doğru/yanlış, ak/kara, aydınlık/karanlık, eril/dişil, yukarı/aşağı, doğa/kültür, çiğ/pişmiş, yenebilir/yenemez, kadın/erkek. Onlara göre, tüm anlatılar ikili karşıtlıklar üzerinden dillendirilmektedir.

Post-yapısalcılar ve yapısökümcülere göre, Batı felsefesi, tarih boyunca "iyi/kötü, ruh/madde, konuşma/yazı" gibi kilit konumdaki karşıtlıklar üstüne yapılanmıştır. Bunlardan bir an önce kurtulunması gerekir. Çünkü bu karşıtlıklarda, ikinci kavramlar birincisinin bozulmuş biçimi olarak tasarlanmıştır, karşıtlar eşit değildir. Ayrıca, ikili karşıtlıklarla düşünme, iki değerli bir mantığı uygulamak demektir, her şeyin ak ya da kara olduğu ve grinin tonlarının görülmediği bir düşünmedir.

İdealist diyalektikçiler (ya da Hegel etkisinde olanlar) ikili kategorilere çok önem verir ve "İki kavram arasında 'diyalektik ilişki var'" der. Örneğin Emin Özdemir, J.P. Sartre'dan bir alıntı yapmış; "Ama yazma eyleminin karşısında diyalektik bir bağlaşık terim, yani okuma işlemi vardır ve birbirine bağlı bu iki edim, iki ayrı edimci gerektirir.(Özdemir, 2017: 208)" Kendisi de bu görüşe katılmış; "Yazma edimiyle okuma edimi arasında 'diyalektik ilişki' vardır. (Özdemir, 2017: 209)" İlişkiyi anladık da, diyalektik ilişki nedir? Diyalektiğin alanına giren ilişki, girmeyen ilişki ayırımı mı var?

Marksist düşünürler de ikili kategorilere önem veriyor ve birkaçını diyalektiğin temel kategorileri olarak inceliyor: madde ile bilinç, genel ile özel, içerik ile biçim, öz ile olay ya da öz ile görüngü, neden ile sonuç, zorunluluk ile olağanlık ya da zorunluluk ile rastlantı, olanak ile gerçeklik, nicelik ile nitelik, evrim ile devrim. (Afanasiev, 1988: 202-245; Şeptulin, 2013: 143-378; Çubukçu, 2011: 109-237)

Afanasiev; "Felsefi kategoriler; genel ilişki ve çizgileri, gerçeğin çeşitli yön ve özelliklerini yansıtan kavramlardır." tanımını yapmaktadır. Sonra, ikili kategoriler konusunda, "Bu kategorilerin incelenmesi maddi dünyadaki evrim ve ilişkiler konusunda, Marksist diyalektiğin temel yasaları üzerine görüşlerimizi tamamlayacaktır. ... Kategorilerin bilinmemesi yasaların anlaşılmasını engeller. Ayrıca, yasaları bilirsek, diyalektiğin kategorilerinin özünü anlayabiliriz. (Afanasiev, 1988: 202-203)" demektedir. Yani Afanasiev, diyalektik mantığın yasaları ile kimi kavramlar ve ikili kategoriler arasında sıkı bağ olduğunu ileri sürmektedir. Kitabında ikili kategorilerin nesnel karakterde olduğunu yazıyor: "Kategorilerin kökeni, insanın dışında var olan nesne ve olayların en genel en esaslı çizgileridir. (Afanasiev, 1988: 205)" Kategorinin bu tanımı doğrudur. Kimi idealistlerin kavramlarla gerçek varlıklar arasında ilişki olmadığı biçimindeki görüşlerini eleştirmede yazar haklıdır. Ama kategorilerin bire bir karşılıkları dış dünyada yoktur. Afanasiev'in kategorileri gerçek varlık gibi ele alması, usun ürünleri olduğunu göz önünde tutmaması yanlıştır.

Şeptulin şunları yazıyor: "... gerçeklikteki bütün görüngüler, evrensel bir bağlılaşıklık ve karşılıklı etkileşim durumunda bulunurlar. Ama bu durumda, insanın çevresindeki gerçekliği bilincine yansıtmasının aracı olan kavramlar da birbiriyle karşılıklı olarak bağımlı, birbirine bağlı, devingen olmak ve kimi koşullar altında da karşıtlarına dönüşmek durumundadırlar; zira yalnızca bu yolla şeylerin gerçek durumunu yansıtabilirler." Şeptulin, bu savını Lenin'den yaptığı bir alıntıyla destekliyor: "İnsana özgü kavramlar devinimsiz değildir, tersine sürekli bir biçimde devinir durumdadırlar; birbirlerine geçerler, birbirleri içinde seyrederler, bu olmaksızın canlı yaşamı yansıtamazlar. (Şeptulin, 2013: 28)"İç dünyasında bizzat insanın oluşturduğu kavramların, maddi varlıklar gibi sürekli devingen olduğunu, dahası karşıtlarına dönüşebileceğini ileri sürmek,iç dünyadaki gerçekliğe aykırıdır. Kavram, bir kez oluşturulduktan sonra, kendi başına ve bir destek almadan var olabilir. Ama canlı bir şeymiş gibi devingen ve değişken olduğunu söylemek, ancak idealist diyalektik anlayışla olabilir.

Şeptulin ve Lenin, bu görüşü ileri sürerken Engels'in şu tanımına dayanıyorlar: "diyalektik doğadaki, toplumdaki ve düşüncedeki hareketin ve değişimin genel yasalarının bilimidir." (Şeptulin, 2013: 191) Görüldüğü gibi, Engels'ten Lenin'e, Afanasiev'denÇubukçu'ya çoğu Marxist'te Hegel etkisi sürmektedir.

İkili kategoriler

Çoğu düşünür iki kavram arasında "diyalektik ilişki" olduğunu, kimisi ise "çelişki" olduğunu ileri sürmektedir. Oysa aralarında öyle "gizemli" bir ilişki olmadığı gibi, çelişki de yoktur. Gerçekçi diyalektikçiler, diyalektiğin alanına giren ilişki, girmeyen ilişki ayırımı yapmaz. Aslında gerçek süreçlerin kendilerinde kategoriler yoktur. Kategorileri iç dünyada biz oluşturuyoruz, onlar iç dünyaya ait varlıklardır. Aralarında çelişki varsa yanlışlık bizdedir, düşünceler sisteminde çelişmezlik ilkesi geçerlidir. Şimdi karşıt ikilikleri tek tek ele alarak inceleyelim.

Aydınlık ile karanlık: Dünya kendi çevresinde dönerken, Güneş'in karşısına gelen Dünya bölümü ışıkları alır ve aydınlık olur. Dünya'nın Güneş'in karşısında olmayan bölümü ise ışık almadığı için karanlıktır. Dünya dönedururken ışık alan bölgeleri değişir. Bu durumdan özel ilişki ya da çelişki çıkarmak gerçekliği zorlamak değilse fantazyadır.

İyilik ile kötülük arasında ilişkiden söz edilebilir, ama "bu ilişki diyalektiktir" dendiğinde ne kastediliyor, "aralarında çelişki var" demek mi isteniyor? İyi kişiler ile kötü insanlar arasında gerçeklikte savaşım var. Ancak bu eylemi "iyilik ile kötülük arasındaki çelişki"nin dışavurumu olarak göstermek, konunun ideler dünyasında ele alındığını gösterir.  Dolayısıyla gizemcilik yapmış ya da bayağı deyimle "edebiyat yapmış" olunur. Din kitaplarında ve din filozoflarında (örneğin Hallacı Mansur) bu ikili karşıtlık çok kullanılır; "kötülük olmasaydı iyiliği bilemezdik" diye. Oysa yalnızca iyilik olsaydı, kötülüğü bilmeseydik dünya daha güzel olmaz mıydı? Solunum yaparken havayı kullanıyoruz, onu özellikle bilmemiz gerekmiyor. Hele havayı bilmek için önce havasızlığı bilmemize gerek yoktur.

İçerik ile biçim (öz ile görünüş): Gerçek bir varlık için "biçimini ayıralım da içeriği görelim" diye bir şey söyleyemezsiniz. İkisi bir bütündür, biz bu ayırmayı yalnızca usumuzda yaparız. Bir nesnenin önce dışını görürüz, iç yapısını, özünü ya da bütün yapısını algılayamayız. Bu güçlüğü anlatmak için iç dünyamızda bu iki kavramı kullanırız. Bizim yarattığımız bu kavramlara gizemli anlamlar yükleyip, canlıymışlar gibi, aralarında ilişki ya da çelişki var demek idealist diyalektikte olabilir.

Zorunluluk ile rastlantı: Evrende oluşlar ve olaylar neden ile sonuç bağlamında zorunlulukla olur. Ancak, bazı olayları neden-sonuç kategorisiyle açıklayamadığımızda, "Rastlantısal!"deyip geçeriz. İncelememiz sonucunda onun etkenini bulabiliriz. Ama bu durumlardan iki kavram arasında ilişki ya da çelişki bulunduğu sonucunu çıkarmak gerçekliğe uymaz.Aslında zorunluluk ile özgürlük, zorunluluk ile olağanlık gibi "zorunluluktan" türetilen başka kategoriler de var. Bu durum, kategori yaratmanın keyfi olduğunu, "aralarında ilişki var, aralarında çelişki var" demelerin birer yakıştırma olduğunu göstermektedir.

Madde ile bilinç: Gerçekten madde ile bilinç arasında ilişki, daha doğrusu etkileşim vardır. Ancak bunu cansız maddeyi kapsayacak oranda genişletir, bütün evrene mal ederseniz, Hegel'in Ruh-İde anlayışına uygun davranmış olursunuz. Çünkü bilinç canlılarla, açıkçası yalnızca insan denen varlıkla ilişkilidir ve insan ile bilinç arasında çelişki yoktur, etkileşim vardır.

Tüm ikili kategori - ikili karşıtlıkları incelemeyegerek yok. Genel ile özel, olanak ile gerçeklik, nicelik ile nitelik, evrim ile devrim, yer ile zaman, sonlu ile sonsuz, vb. kategoriler için de benzer şeyler söylenir.

Sonuç

Tüm kategorileri,iç dünyamızda bizoluştururuz ve oluşturacağız. Dış dünyada olan bitenleri açıklamak için kullanacağız. Doğru edim, bunlara gerçekliğin kendisi gibi bakmamak, aralarında gizemli (diyalektik) bağ ya da çelişki olduğu gibi asılsız savlar ileri sürmemektir. İkili kategorilerin - karşıt ikiliklerin gerçekçi diyalektik mantıkla hiçbir ilişkisi yoktur. Usumuzdaonların aralarında ilişki kurabiliriz, ama çelişki olduğunu ileri sürmek idealizm olur.

 

Kaynakça

Aleksandr Şeptulin (2013). Diyalektiğin Kategorileri ve Yasaları, İstanbul: Yordam Kitap.

Alişan Özdemir (2016). Yeni Diyalektik Mantık, İstanbul: Yaba Yayınları.

Alişan Özdemir (2022).Gerçekçi Felsefenin İlkeleri, Ankara: Platanus Publishing

Aydın Çubukçu (2011). Mantık ve Diyalektik, İstanbul: Evrensel Basım Yayın

Emin Özdemir (2017). O iyi kitaplar olmasaydı, Ankara: Bilgi Yayınevi.

Sarp Erk Ulaş (2002). Felsefe Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

V. Afanasiev (1988). Felsefenin İlkeleri, İstanbul: Yar Yayınları

 



[1] Durumdan duruma geçen şey.

FORMEL MANTIK - DİYALEKTİK MANTIK İLİŞKİSİ

Dr. Alişan Özdemir

Felsefeciler arasında, diyalektik mantık ile formel mantık düşman kardeşler olarak görülmektedir. Formel mantıkçılara göre, diyalektik mantık diye bir şey yoktur,  ya da yanlış ve geçersizdir. Diyalektikçilere göre, formel mantık gerçeklikten uzak, işe yaramazdır. Bu mantıklar gerçekten böyle midir? İncelersek, hiç de böyle olmadığını, birbirini bütünlediğini görürüz.

FORMAL LOGIC - DIALECTIC LOGIC RELATIONSHIP

Among philosophers, dialectical logic and formal logic are seen as enemy brothers. According to formal logicians, there is no such thing as dialectical logic, or it is false and invalid. According to dialecticians, formal logic is useless, far from reality. If we examine these logics as if they were really like this, we see that it is not like that, but integrate each other.

Mantık tarihi

Bu tartışmanın tarihini çok kısaca gözden geçirdiğimizde, İlkçağ’dan beri bu iki mantığın ayrı kanallardan geliştiğini, başlangıçtan beri özdeş kalmayıp, değiştiklerini görüyoruz. Diyalektik mantığın çıkışı Aristoteles’ten önceye, Herakleitos’a dayanır. Ancak onda sistemli bir mantık öğretisi yoktur. "Diyalektik" terimini önce Elealı Zenon, sonra Aristoteles kullanır, ama mantık anlamında değil, tartışma sanatı anlamında. Günümüze gelebilen yazılı metinlerde "diyalektik" terimini kullanan ilk filozof olarak görülen Platon, gençliğinde Sokrates’in verdiği anlamda kullanır. Yaşlılık döneminde Herakleitos’tan etkilenir ve farklı bir diyalektik anlayış ortaya koyar. Ortaçağ’da diyalektiğin Tanrının varlığını kanıtlamada kullanıldığını, üç aşamalı gelişme kuramının eklendiğini görüyoruz. "Diyalektik mantık" terimine ilk kez Kant’ta rastlıyoruz, Kant’ın geniş mantık anlayışının bir parçası olarak. Hegel; Herakleitos ve Platon’un diyalektik anlayışını geliştirerek oluşturduğu evrensel diyalektik mantığı idealist felsefesinin temeli yapar. Marx is,e Herakleitos-Hegel kanalından gelen diyalektiği değiştirerek materyalist diyalektik mantığı kullanır. “Kullanır” diyorum, çünkü bu konuda kitap ve yazı yazmamıştır.

Formel mantığın atası Aristoteles mantığıdır, ancak  "mantık (logic)" terimini ilk kullananlar Stoacılardır. Ortaçağ filozofları, Bacon, Leibniz bu mantığa katkı yapar. Sonra bu mantığın çeşitlendiğini görüyoruz. Aristoteles mantığı ontolojiyle bağlantılı bir mantık iken, bu bağ kopmuş epistemoloji ile bağlantılı duruma gelmiş, formel mantık adını almıştır. Sembolik mantık, çok değerli mantık, bulanık mantık, sapmış mantıklar, vb de ortaya çıkmıştır.

Artık Kant’ın diyalektik mantıkları kullanılmıyor, Hegel mantığı ise, resmiyette kullanılmıyor, ama etkilerini sürdürüyor. Bizim burada dikkate alacağımız, gerçekçi (realist) ya da materyalist diyalektik mantıktır. Öbür yanda ise Aristoteles kaynaklı mantığın bir türü olan formel mantığı ele alacağız. Bunların farkı nereden ileri geliyor, gerçekten birbirinin karşısında mı yer alıyor? Bu iki mantığı bağdaştırma yönünde benim saptayabildiğim kadarıyla, Prof. Şafak Ural ve Prof. Nejat Bozkurt’un çalışmaları var: Ural’ın “Diyalektik Düşünce ve Mantık” (Ural, 2017: 175-208),  Bozkurt "Diyalektik Mantık - Formel Mantık Bağlamı ya da İkideğerli Mantıktan Çokdeğerli Mantığa" (Bozkurt, 2012: 112-137). İki çalışmanın yaklaşımı farklı, bizim yaklaşımımız bu iki çalışmadan da farklı olacak.

Mantıkları anlamak için önce dünyamızı iyi tanımak gerekir. Dünya derken, üzerinde yaşadığımız yerküreyi kastetmiyoruz. Yani coğrafi, jeolojik, vb açıdan değil, dünyayı felsefe açısından tanımaktan söz ediyoruz.

Üç dünya gözlemi

Felsefe açısından, birbiriyle ilişkili üç dünya, üç varolan türü vardır. A- Düşünme dünyası: Ben'in, zihnin dünyasıdır. Yeryüzünde kaç kişi varsa, o sayıda düşünme dünyası var. Bu dünyada varolanlar; temel olarak dış dünyadan yansıyan ve kaynaklanan tasarımlar, kavramlar, kategoriler, sistemlerdir. Ayrıca düşünceler, değerler, bilgiler, imgeler, duygular, anılar, tasarılar, tahminler, sayılar, geometrik şekiller, akla uygun olmayan şeyler, bilinçdışı, önyargılar, güdüler vb. vardır. Bunlar düşünsel (sanal, ideal) varolan türüne girer. B- Dış dünya: Ben’in dışındaki tüm insanlarıyla, tüm nesneleriyle Dünya adlı yerküredir, Evren’dir. İçinde yer aldığımız toplum, inorganik ve maddi olan her şey, tüm canlılar, insanların ürün ve eylemleri dış dünyayı oluşturur.Bu dünyada varolanlar, yer kaplayan gerçek (reel) ya da somut, nesnel varlık türüne girer. C- Dil dünyası: Düşünme dünyasında ve dış dünyada varolanların adlarından (terimler) ve sözcükler, bağlaçlar, tümceler, deyimlerden oluşur. Göstergebilime göre konuşursak, dil dünyası gösterenlerin oluşturduğu bir dünyadır. Dil olmazsa düşünemeyeceğimiz de açıktır. Bu üç dünya birbirinden bağımsız değil, tersine sıkı ilişki içindeler.

Üç mantık

Niçin üç dünya üzerinde durduk?  Bilindiği gibi, bilimler pek çok yasa bulmuştur. Felsefe de birçok yasa saptamıştır. Ama iş mantığa geldiğinde, bu yasaların altında yatan yasayı, yani anayasayı bilmek gerekiyor. Her dünyanın ayrı anayasası var, birinin anayasası öbüründe kullanılmaz. Başka deyişle, dünyaların anayasalarına biz “mantık” diyoruz ve üç dünya da mantık var, ama insanlar mantıksız düşünmeye eğilimli. Bu yazımızda dil dünyası mantığına değinmeyeceğiz. Önce dış dünyaya bakalım.

Dış dünya varlıklarının sürekli devindiğini görüyoruz: Dünya’nın kendi çevresinde (saatte 1.600 km.) ve Güneş çevresinde (saatte 108.000 km.) sürekli dönüşü; Güneş sisteminin galaksi içinde, Samanyolu galaksisinin evren içinde hareketi; bu nedenle bizim oturduğumuz yerde semazenler gibi binlerce kilometre hızla hareket etmemiz. Herakleitos’un dediği gibi "bir ırmakta iki kez yıkanamayız", çünkü  ırmağın suyu sürekli akıp gider, çevremizdeki su molekülleri sürekli değişir. İnsan uyurken bile dolaşım sistemi, solunum sistemi sürekli çalışır. Bunlar makro kozmosla ilgili. Mikro kozmosa geçersek, ki makrokozmosla iç içedir, örneğin hareketsiz görünen bir masanın atomlarındaki elektronların, çekirdek çevresinde ışık hızıyla döndüğünü biliyoruz. Demek ki devinim; maddenin, dış dünya varlıklarının temel özelliklerinden biridir. Gözlemlerimiz, ayrıca varlıklar arasında karşılıklı etki olduğunu gösteriyor. Güneş dünyayı ısıtıyor ve ışıtıyor. Atmosfer olaylarının ve yine güneşin etkisiyle cansız varolanlar parçalanıyor; heyelan ve sellerle denize taşınıyorlar. Atmosferden oksijen alıp karbondioksit veriyoruz, bitkiler karbondioksit alıp oksijen veriyor. Temiz su içip kirli su bırakıyoruz. Tüm canlılar, ancak birbirini yiyerek canlı kalabiliyor. İnsanlar hayvanları, hayvanlar bitkileri, bitkiler ise toprağı yiyerek yaşayabiliyor. Bu olgulara kısaca etkileşim denir.

Felsefe açısından önemli olan varlıkların kendilerinde olan nicel ve nitel değişmelerdir. Her varlığın doğup, devinip, etkileşip, gelişip, sönümlenip, yerini başka varolana bırakarak sona erdiğini görüyoruz. Örneğin insan bebek olarak doğuyor; çocukluk, gençlik evrelerinden geçip yetişkin oluyor. Yaşlılık, sonra cansız organik maddeye dönüşme ile insan süreci sona eriyor. Kısaca  değişim denen bu olgu dış dünyanın anayasasıdır. Gerçekçi diyalektik mantık ontik mantıktır ve dış dünya ile ilgilidir, dış dünyanın anayasasına dayanır ve her varlığı bir süreç[1] olarak niteler. Bu anayasasının iki maddesi vardır. Birinci madde, değişimin ilk nedenini açıklar: Her sürecin içindeçelişki, yani iki karşıtın mücadelesi vardır. Her sürecin içinde olumlama (sav) ve olumsuzlama (karşı sav) bir arada olur. İkinci madde, değişimin ikinci nedenini açıklar: etkileşim.

Düşünme dünyasına baktığımızda, bir bakıma dış dünyanın tersi bir durumla karşı karşıya kalırız. Dış dünya varlıkları devingendir, düşünme dünyasının sanal varolanları hiç devinmez. Varlıkların içinde çelişki vardır, sanal varolanlarda çelişki yoktur. Varlıklar etkileşir, sanal varolanlar hiç etkileşmez. Varlıklar değişim geçirir, sanal varolanlar değişmez.  Başka deyişle, düşünme dünyası varolanları, "Ben" tarafından yaratıldıktan sonra bir desteğe gerek duymadan var olurlar; ama devinim, çelişki, değişim ve etkileşim özellikleri kesinlikle yoktur. Sanal varolanların kendiliğinden değişme özelliği zaten yoktur; onları yaratan zihin, “Ben”, yani insan da değiştiremez. Düşünme dünyasının anayasası budur: özdeşlik. Dolayısıyla düşünme dünyasında geçerli olan mantık, epistemik kaynaklı olan formel mantıktır. Formel mantık, düşünme dünyasının anayasasına dayanır. A, A’dır, sandalye sandalyedir, özgürlük özgürlüktür. Bu anayasanın da iki maddesi vardır, ki onlar  özdeşliği açıklar. Birinci madde çelişmezliktir. Bir şey hem A, hem A olmayan değildir. İkinci madde, üçüncüyü dışta bırakma ilkesidir. Bir şey ya A’dır, ya da A olmayan, üçüncü bir durum yoktur.

 Sanal varolanlar kendiliğinden değişebilseydi, Platon’un düşünceleri günümüze dek kaç kez değişirdi, oysa 2.500 yıl önceki gibi duruyorlar. Şöyle bir söz duydunuz mu: “Bir sabah kalktım ki tüm düşüncelerim kendiliğinden değişmiş, ben ne yapacağım şimdi?” Duymamışsınızdır, duyduysanız o insanı akıl hastanesine gönderin, sağlıklı insanda böyle bir durum olmaz. Kendi düşüncelerimi ben de değiştiremem. Tüm kavram, öneri, görüş gibi sanal varolanlar; insanın düşünme tarihinde, düşünme arşivinde, belleğinde yerini alır. Diyelim ki, T1 adlı bir tasarım ürettiniz, yanlış bulursanız hemen T2 tasarımını üretirsiniz, eksik bulursanız T3 tasarımını üretirsiniz, beğenmezseniz T4 tasarımını üretirsiniz. Hepsi yeniden üretimdir, bilgisayardaki gibi yanlış olanı “harddisk”inizden silemezsiniz, üstünde düzeltme yapamazsınız. “Savunduğum düşünce” dediğiniz T4 tasarımıdır artık. Ancak, T1, T2, T3 tasarımları sizin düşünme tarihinizde,  belleğinizde durur.  Şu sözün benzerlerini duymuşsunuzdur ya da söylemişsinizdir: “Ben küçükken çöpçü olmak istiyordum, ortaokulda artist olmak istedim, lise sonda filozof olmaya karar verdim.” İnsan, düşüncelerini bilgisayardan siler gibi silebilse ya da değiştirebilseydi, bu sözleri söyleyemezdi. Söz gelimi, “Çocukluğumda ne istediğimi bilmiyorum, çünkü sildim (değiştirdim) onları” demesi gerekirdi. Düşünme dünyasında büyük bir devinim vardır. Fabrika gibi her an yeni kavramlar, tasarımlar, düşünceler, hayaller ortaya üretir. Ama ürettiği sanal varolanlar devinimsiz ve değişimsizdir. Dış dünyanın düşünme dünyasındaki tasarımlarını fotoğrafa, Ben’i ise izleyiciye benzetebiliriz: Fotoğrafta savaş vardır, ama izleyici savaşın içinde değildir; fotoğrafta sel vardır, ama izleyici selde kalmaz. Yani varlıkların çelişkilerini, etkileşimlerini içinizde yaşamazsınız, ama var olduğunu bilirsiniz.

Akıl yürütme

Akıl yürütürken, başta kullandığınız kavram ya da tasarım akıl yürütmenin sonuna değin özdeş kalmalıdır, arada benzer başka kavram ya da tasarıma geçilmemelidir. Örneğin, T4 tasarımı ile başlamışsak akıl yürütmeye, edim sürerken bir noktadan sonra T4 yerine T3’ü kullanmak, daha sonra T2’yi ya da bambaşka bir tasarımı kullanmak bizi yanlış sonuçlara götürür. Önermelerimiz de, özne olarak kullandığımız T4 tasarımı ile uyumlu olmalıdır.  Çünkü özne olarak boş tasarım kullanmıyoruz, dış dünyanın süreç ve oluşlarına ilişkin olarak diyalektik mantığın yol göstericiliğinde oluşturduğumuz kavram ve tasarımların belli içerikleri vardır.  Örneğin, “İnsanlar ölümsüzdür” yahut “Kimi insanlar ölümsüzdür” önermeleri, “insan” kavramımıza aykırı olan önermelerdir. Önermeleriniz arasında uyuşmazlık, terslik olması durumunda da geçerli çıkarım yapamazsınız. Bunu, daha önceki çıkarımlarınızla, yeni çıkarımlarınız arasında uyuşmazlık ya da terslik olmaması gerektiği biçiminde genişletebiliriz. Tümdengelim, tümevarım, vb akıl yürütme yöntemleri kullanılır. Tutarlı düşünceler üretmek ancak formel mantıkla olur.

Sonuç

Şimdi söylediklerimizi birleştirelim. Dış dünyadan gelen duyumları algılayarak, düşünme dünyamızda kavram ve tasarımlarımızı oluştururuz. Algılama diyalektik mantığın yol göstericiliğinde[2] olursa, süreçlerin içindeki çelişkilerin ve aralarındaki etkileşimlerin bilgisi, oluşturulan kavram ve tasarımlarda yer alır. Formel mantığın yol göstericiliğinde akıl yürütürken bu kavram ve tasarımları kullandığımızda, gerçekliğe ulaşabiliriz. Sonuç olarak, diyalektik mantığı dış dünyayı irdelerken kullanmamız, düşünürken formel mantığı kullanmamıza engel değildir. Dahası, birbirlerini bütünlerler.

Kaynakça

Özdemir, A. (2016). Yeni Diyalektik Mantık/ Diyalektik Ne Değildir?, İstanbul: Yaba Yayınları

Bozkurt, N. (2012). Felsefe Işığıyla Arayışlar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Ural, Ş. (2017). Temel Mantık, İstanbul: Çantay Kitabevi



[1] Durumdan duruma geçen şey.

[2] Mantığın yol göstericiliğini, pusulanın yol göstericiliğine benzetebiliriz.

DİYALEKTİK NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Alişan Özdemir

Duvar’da 24.12.2018’de Gülgün Türkoğlu’nun Diyalektik Nedir? başlıklı yazısı çıktı. Yazı, Hegel’in görüşlerini geçerli ve tek doğru görüş olarak gösteriyor. Oysa tarih boyunca değişik diyalektik anlayışları ortaya çıkmıştır, ama çoğu anlayış artık savunulmuyor, tarihte kalmışlardır.  "Diyalektik nedir?" sorusuna tarihi değil de güncel yanıt vermek isterseniz, Hegel ve öncesini bir yana bırakmanız gerekir.

Diyalektik nedir?

Diyalektik düşünce Herakleitos’a bağlanır, ancak o "diyalektik" terimini kullanmamıştır. "Diyalektik"sözcüğünü Elealı Zenon türetmiştir, "tartışma sanatı" anlamında. Sonra Aristoteles de bu anlamda kullandı (Topikler). "Diyalektik" terimini, günümüze gelebilen eski metinlerde ilk kez Platon’da görüyoruz. Platon, gençliğinde Sokrates’in verdiği anlamda (tartışarak eğitme) kullandı. Yaşlılık döneminde Herakleitos'un görüşlerinden etkilendi ve farklı bir diyalektik anlayış ortaya koydu. Ortaçağ’da mistik "üç aşamalı gelişme" kavramının eklendiğini ve diyalektiğin Tanrının varlığını kanıtlamada kullanıldığını görüyoruz. "Diyalektik mantık" terimine ilk kez Kant’ta rastlıyoruz, Kant’ın geniş mantık anlayışının bir bölümü olarak. Hegel, Herakleitos ve Platon’un diyalektik anlayışını geliştirip, üç aşamalı gelişme anlayışını ekleyerek oluşturduğu diyalektik mantığı idealist felsefesinin temeli yaptı. Marx ise Herakleitos-Platon-Hegel kanalından gelen diyalektiği değiştirip geliştirerek realist, materyalist diyalektik mantığı kurdu. Bugün "diyalektik" denince usa ilk gelen Marx’tır ve gerçekçi-maddeci diyalektiktir. Ancak, Hegel’in görüşlerini gerçekçi anlayışa yamayanlar çoktur.

İç dünya (bireyseldir) dışındaki her şey dış dünyayı oluşturur. Dış dünyada yıldızlar, gerçek ya da nesnel tüm varlıklar, içinde yer aldığımız toplum, tüm canlılar, tüm insanlar, insanların ürün ve eylemleri vardır. Dış dünyaya baktığımızda; varlıkların sürekli devindiğini görüyoruz: Dünya’nın kendi çevresinde ve Güneş çevresinde sürekli dönüşü; Güneş sisteminin galaksi içinde, Samanyolu galaksisinin evren içinde hareketi; bu nedenle bizim oturduğumuz yerde binlerce kilometre hızla hareket etmemiz. Herakleitos’un dediği gibi "bir ırmakta iki kez yıkanamayız", çünkü su sürekli akıp gider, başka su molekülleri gelir. İnsanlar uyurken bile dolaşım sistemi, solunum sistemi sürekli çalışır. Bunlar makro kozmosla ilgili. Mikro kozmosa geçersek, örneğin hareketsiz görünen bir masanın atomlarına baktığımızda, elektronların ışık hızıyla döndüğünü görürüz. Demek ki devinim; maddenin, dış dünya varlıklarının temel özelliklerinden biridir. Ancak tüm bunlar mekanik hareketlerdir, felsefeden çok bilimi ilgilendirir. Gözlemlerimiz, ayrıca varlıklar arasında karşılıklı etki olduğunu gösteriyor. Güneş dünyayı ısıtıyor ve ışıtıyor. Atmosferden oksijen alıp karbondioksit veriyoruz, bitkiler karbondioksit alıp oksijen veriyor. Temiz su içip kirli su bırakırız. Tüm canlılar, ancak birbirini yiyerek canlı kalabiliyor. İnsanlar hayvanları, hayvanlar bitkileri yiyor; bitkiler ise toprak yiyor. Bu olguya kısaca etkileşim denir.

Felsefe açısından önemli olan dış dünyanın tüm varlıklarındaki nicel ve nitel değişmelerdir. Her varlık doğar, büyür, devinir, değişir, gelişir, sönümlenip, yerini başka varlığa bırakarak sona erer. Örneğin insan bebek olarak doğuyor; çocukluk, gençlik evrelerinden geçip yetişkin oluyor. Yaşlanma, sonra cansız organik maddeye dönüşme ile insan süreci sona eriyor, ortalama 70-80 yıl. Cansız varlıkta değişim, milyon yılı bulabilir. Bu olguya kısaca değişim denir. Diyalektik düşünce; gerçek varlıkları karşılıklı bağlantıları, artzamanlılıkları, devinimleri, doğumları ve ölümleri içinde kavrar. Varlıkların hem yaşayacağını ve sürüp gideceğini hem de kaçınılmaz olarak yok olacağını kabul eder. Gerçekçi diyalektik mantık, bu saptamayı, "değişim"i, evrenin anayasası olarak ele alır ve her varlığı bir süreç(1), her olgu ve değişimi bir oluş(2) olarak niteler. Bu anayasasının iki maddesi vardır, ki onlar değişimin neden ve nasıl olduğunu açıklar. Birinci madde, değişimin ilk nedenini açıklar: Her sürecin içinde bir ya da birkaç çelişki, karşıtlar mücadelesi vardır. Yani her sürecin içinde olumlama (sav) ve olumsuzlama (karşı sav) bir arada olur. İkinci madde, değişimin ikinci nedenini açıklar: etkileşim. Evrende tüm süreçler birbirini etkiler, değiştirir, gelişmesine ya da yok olmasına katkıda bulunur.

Dış dünyadan gelen duyumları algılayarak, düşünme dünyamızda kavram ve tasarımlarımızı oluştururuz. Algılama diyalektik mantığın yol göstericiliğinde olursa, süreçlerin içindeki çelişkilerin ve aralarındaki etkileşimlerin bilgisi, oluşturulan kavram ve tasarımlarda yer alır. Akıl yürütmeyi bu kavram ve tasarımlarla yaparız.

Diyalektik ne değildir?

Diyalektik adlı gösterge hem bir kavramı hem bir düşünme biçimini hem bir mantığı hem de bir araştırma yöntemini kapsar. Yani dil dünyasında bu dört gösterilen için de “diyalektik” göstereni/terimi kullanılır. Dolayısıyla, diyalektik terimini herkes kullanıyor, ama hangi anlamda kullandığını belirtmediğinde bir belirsizlik ya da karışıklık çıkabiliyor. Başka bir durum, tarih içinde ortaya çıkan değişik diyalektik anlayışların birbirine karışmasıdır. Bu yazıda diyalektik adına yapılan yanlışların önemli olan birkaçına değineceğim.

Felsefe ile dine özdeşlik tanınması, filozofları kızdıracaktır: "Kuantum dolanıklığın bugün, din ve felsefenin uzun zamandır ortaya koyduğu 'evren bir ilişkiler bütünüdür' önermesi..." Din kitaplarında bu önermeyi bulamazsınız. "Felsefe ve din her zaman, bilim ise son dönemlerinde..." savı da çok yanlış, bilimi dinin gerisinde görmek, ancak dincilerin savunacağı bir görüştür.

"Doğada renk yoktur ama biz renk görürüz. Doğada ses yoktur biz sesler işitiriz. Görme, işitme, koklama gerçekte beynimizde olmaktadır." önermeleri dış dünyayı yanlış saptamakta, yanlış anlatmakta, beş duyunun varlığını yadsımaktadır. Duyular, duyu organları olmadan, beyin göremez, işitemez... Din de bilim de Doğada ses ve renk yoktur demez. Ardından duyuların var olduğunu kabul edip, "duyusal verilerden oluşan algılarımızı yanılsama" olarak nitelemek yanlış bir seçmeciliktir. Duyuları yadsımak da duyuların yanılttığını söylemek de değişik idealist filozofların görüşüdür. Duyularımızın bazen bizi aldattığı doğrudur, ancak bu her zaman olan bir şey değildir. Yanılsamalarımızı, pratikle, deneyimle ortadan kaldırabiliriz. Ancak duyuları tümüyle güvensiz ilan etmek, gerçekliğe aykırıdır.

Diyalektik, Doğada (dolayısıyla toplumda) başından beri var olan durumun adıdır. "Düşünmenin diyalektik devinmesi" Hegel’e göre olabilir, ama gerçekçi diyalektiğe göre olmaz. Maddeden bağımsız bir düşünme devinimi, düşünme diyalektiği yoktur. Marxistlerin çoğu diyalektik adına yanlışlar yapmaktadır. Örneğin GyörgyLukács'tan başlayarak Batı Marksizm'i, diyalektiğin yalnızca toplumla ilgili olduğunu savunadurdu, “Doğanın diyalektiği”ni yadsıdı. Doğanın diyalektiğini savunan Engels ise, “Bütün jeoloji bir sıra inkâr edilmiş inkârlardır, yıkılmış eski formasyonların ardından yeni formasyonların gelişidir” diyerek mistik üç aşamalı gelişme anlayışını Doğaya uyguladı.

"Çelişki" teriminin birçok anlamı vardır, hepsini özdeş görmek yanlıştır. Diyalektik sistemde çelişki; bir varlığın (sürecin) içinde iki karşıtın bir arada var olması, sürecin sonuna değin değişik yoğunlukta mücadele etmeleri anlamında kullanılmaktadır. Günlük dilde iki süreç arasındaki çatışma da (sürekli olmaz bunlar, bir süre sonra yardımlaşmaya dönebilir) "çelişki", ya da "dış çelişki" olarak adlandırılmaktadır. Bu adlandırmanın, diyalektikte sözü edilen "çelişki" kavramıyla ilişkisi yoktur. İki ya da daha çok süreç arasındaki çatışma ya da yardımlaşmanın, diyalektik sistemde "etkileşim" olarak adlandırılması gerekir.

Kimi kaynaklarda geçen diyalektiğin üç (bazen dört) yasası, Marxistlerce birbirinden kopuk olarak ele alınmaktadır. Oysa "nicelikten niteliğe geçiş" ve "olumsuzlamanın olumsuzlaması" denen durumlar çelişkiden (karşıtlar mücadelesinden) ve etkileşimden bağımsız değildir. Onlar çelişki ve etkileşimin değişik görünümleridir. Örneğin, bir süreç, çelişkiden ötürü nicel değişiklikler geçirir. Çelişki uzlaşmazlık aşamasına ulaştığında nicel değişiklikler biter, nitel değişme başlar. Üç aşamalı gelişme kuramı, gerçekçi diyalektikte yer almaz. Süreç içinde olumlama ve olumsuzlama hep bir arada olur, ayrı aşamalar değildir. Olumlama-olumsuzlama çelişkisi uzlaşmazlığa vardığında, süreçle birlikte olumlama ve olumsuzlama da sona erer. Bu durum olumsuzlamanın olumsuzlamasıdır, nitel değişmedir, yeni bir sürecin başlangıcıdır.

Bazı durumlar için “diyalektik süreç” sözü kullanılıyor. Diyalektik olmayan süreçler de mi var? Diyalektik bütün evreni açıklıyorsa, "diyalektik olmayan süreç"in olmaması gerekir. Tüm süreçler ve oluşlar diyalektiktir. "Süreç" ya da "oluş" sözcüklerinin önüne "diyalektik" sözcüğünün konması, durumu gizemlileştirmekten öte boş söz etmektir.

Gerçekçi diyalektik mantık, diyalektik yöntem, diyalektik düşünme; dünyayı gerçekte olduğu gibi anlamamızı sağlayabilen yol göstericilerdir. Yeter ki onu doğru anlayalım doğru uygulayalım. Genellikle gördüğümüz yarım yamalak, az bilgiyle uygulanan şey diyalektik değildir.

---

1) Süreç: Durumdan duruma geçen varlık.

2) Oluş: (olu, oluşum) bir gerçek varlığın ya da bir gerçek varlıklar bütününün, bir durumdan başka bir duruma geçmesi, olay ya da eylemler dizisi.

 

KAYNAKÇA

Özdemir, Alişan (2016). Yeni Diyalektik Mantık, İstanbul: Yaba Yayınları.

Ollman, Bertell (2006). Diyalektiğin Dansı, İstanbul: Yordam Kitap.