27 Şubat 2022 Pazar

Marksizm ve Ekonomi - 1

Kerem Cantekin

Giriş

Bundan yaklaşık 4 yıl önceydi. Doktorası yeni bitmiş bir iktisatçı olarak iş arıyordum. Çin’de başvurduğum okullardan biri benimle görüştükten sonra, bir sayfalık bir yazı yazmamı istedi. Bu bir sayfada Marksist iktisadın güçlü ve zayıf yanlarını değerlendirecektim.

Üniversitede okuduğum ilk alan mühendislikti. İktisat alanında yüksek lisans yaptığım yıllarda iktisat bilimi ile tanışmıştım. Bu bilim ile ilgili kafamda bir bakış açısı oturtmaya başladığım ilk andan itibaren kendimi Marksist bir iktisatçı olarak tanımlamıştım. Üstelik Marksizm ile ilk olarak üniversitede aldığım dersler sayesinde tanıştım. Kendimi solcu olarak nitelendirsem de, lise yıllarım ve bir yere kadar üniversite yıllarım arayışla geçmişti. Marksizm benim için öncelikle içinde yaşadığımız toplumu ve bu toplumun yarattığı ekonomik sistemi anlamamı sağlayan büyük bir bilimsel gelenekti. Sonradan adım adım, insanlığı daha güzel bir geleceğe taşımamızı sağlayacak bir ideoloji ve benim bu dünyadaki yerimi, amacımı ve değerlerimi tanımlamamı sağlayan bir tür yaşam rehberi haline geldi.

Ancak Marksist iktisatçı olduğunu özgeçmişine yazmış bir doktora öğrencisi olsam da, Marksist iktisadı değerlendirmeden önce durup düşünmem gerekiyordu. Marksist iktisadın, iktisat bilimindeki yeri neydi?.. Bizim ana akım olarak adlandırdığımız, Türkiye ve ABD’de neredeyse bütün okullarda iktisat bilimi olarak öğretilen bilimin içinde Marksizm’in bir yeri var mıydı?.. Bunun ötesinde ana akım iktisat ile Marksist iktisadı yan yana koyduğumuzda tam olarak ne görüyorduk? Marksist iktisat ve ana akım iktisat birbirlerini tamamlıyor muydu? Yoksa ortada iki farklı iktisat bilimi mi vardı? Bu iki bilimden biri diğerinden üstün müydü? Yoksa ikisinin de üstün olduğu ve zayıf olduğu yanlar mı vardı?..

O gün bu soruları, sadece bir sayfalık bir yazıyı birkaç gün içinde yazmak için kendime sormuştum. Ancak zamanı geldiğinde, bu sorular üzerinde daha kapsamlı durmanın faydalı olacağını düşünüyordum. Marksizm ve Ekonomi isimli yazı dizisinde aklımdaki bu düşünceyi hayata geçireceğim. Kısaca yazmak gerekirse, bu yazı dizisinde üniversitelerin büyük çoğunluğunda öğretilen iktisat bilimi ile Marksist iktisadı karşılaştırmak, iki farklı iktisat geleneğinin bakış açılarını, kullandığı yöntemleri, sorduğu soruları tartışmak istiyorum. Yazının altında bu tartışmaya katkı sağlamak isteyen okurlar olursa, bunu mutlulukla karşılayacağımı da belirtmek isterim.

Marx’ın iktisat bilimine katkısı nedir?.. Bu soruyu Türkiye’de ve ABD’de üniversitelerde iktisat bölümü okumuş bir öğrenciye sorarsanız, cevabın “hiçbir katkısı yoktur” olması olasıdır. Cevap verecek azınlığın ciddi bir bölümünün ise, Marx’ın, çoğu zaman günümüz iktisat bilimi ile ilgisiz ya da ideolojik amaçlarla oluşturulmuş, belki geçmişte bir geçerliliği olsa da günümüzün ekonomik sistemini açıklamada bir faydası olmayan bir iktisat geleneğinin kurucusu olduğunu söylemesi olasıdır.

İktisat bilimi bu açıdan çoğu sosyal bilimden ayrışır. Sosyoloji, tarih ve siyaset bilimi gibi çoğu sosyal bilimde, Marx’ın kurucusu olduğu gelenek önemli bir yere sahiptir. Daha da ilginç olan, Marx’ın ismi en çok bilinen, baş eseri olarak adlandırılabilecek Kapital isimli kitabının iktisat bilimi ile ilgili olmasıdır. Marksist gelenek, diğer sosyal bilimlerin içinde yerini korurken, Marx’ın en büyük katkısını sağladığı alanda çalışan bilim adamları tarafından neden bu kadar az bilinmektedir?..

Sorunun cevabı Marksist geleneğin ve günümüz iktisat biliminin bilime bakışındaki farklılıkta gizlidir.

Marksist bilim geleneği, büyük ölçüde farklı bilim alanlarını birbirleri ile bağlantılı bir bütünü inceleyen alanlar olarak görür. Bu farklı alanları birbirinden ayırarak tamamen izole etmek mümkün değildir. Bilimin farklı alanlarının aynı gerçeğin farklı boyutlarını incelediği düşünülür. Ancak bilim adamların bu farklı boyutları etkili bir şekilde keşfedebilmeleri için onların bütün ile bağlantısını hesaba katmaları şarttır. Örneğin bir şirketin neden ve ne şekilde yatırım yaptığını anlamak için, o şirketin yer aldığı ülkedeki toplumun yapısı, o toplumun tarihsel gelişimi ve yatırım amacı için alınacak makinelerin çalışma prensiplerini bilmek gerekir.

Yukarıdaki paragrafı okuyanlar kendilerine şu soruları sorabilirler: Bu durumda bir iktisat bilim insanının, her hangi bir konuda araştırma yapması için her şeyi bilmesi mi gerekir? Bir bilim insanının her konuda bilgi sahibi olması mümkün müdür?.. Bu iki sorunun da cevabı hayırdır. Bilim insanının yapması gereken sadece araştırmak istediği konuyu etkili bir şekilde çalışabilmesi için, o konunun bütün ile bağlantısı üzerinde düşünmek ve diğer bilimlerin hangi alanlarının o konuyu anlamak için bilinmesi gerektiği hakkında kafa yormaktır.

Ancak Marksist gelenek bununla da sınırlı değildir. Aynı zamanda iyi bir bilim insanının, içinde yaşadığı toplumla özellikle o toplumun içinde kendi sesini duyurma imkanı sınırlı olan kesimlerle bağ kurması gerektiği, bu kesimlerin ihtiyaçlarını, isteklerini ve bakış açısını bilmesi gerektiği üzerine kuruludur. Ayrıca bilim insanları toplumun ne yönde değiştiği ve değişmesi gerektiği konusunda fikir sahibi olmalı ve bu değişim sürecinin bir parçası olmalıdır. Bunu yapmadan, özellikle sosyal bilimlerle ilgili her hangi bir gerçeği, ki ekonomik sistem de bu gerçeklerden birisidir, tam anlamı ile kavramak Marksist geleneğe göre mümkün değildir.

Bu değerlerin tamamı üniversitelerin büyük bölümünde öğretilen ana akım olarak adlandırılabilecek iktisat bilimi ile çelişir. Ana akım iktisat, büyük ölçüde farklı bilim dallarının kendilerine ait alanlar üzerine yoğunlaşmaları durumunda daha etkili olacağı varsayımı üzerine kuruludur. Bu bakış açısına göre örneğin, bir iktisatçı ve bir psikologun yapacağı araştırma, bu bilimlerin kendilerine ait alanlarda, iki bilimin birbirleri üzerindeki etkileri çok gerekli olmadığı sürece hesaba katılmadan yapıldığında daha etkili olur. Ayrıca bilim, toplumun farklı kesimleri ile arasına bir mesafe koymalıdır. Bu gelenek, toplumun farklı kesimleri ile fazla iç içe olmanın, bir bilim adamının tarafsız olmasını önleyeceğini savunur.

Hiçbir şeyin siyah ile beyaz olmadığını, bir iki gelenekten birisinde yer alıp öteki geleneğin bakış açısına açık olan iktisatçıların bulunduğunu belirtmek lazım. Ancak iktisat biliminin nasıl yapılması gerektiği konusunda birbirinden farklı bakış açılarına sahip olmaları, Marksist iktisadi gelenekten gelen iktisatçılarla ana akım iktisat geleneğinden gelen iktisatçıları, birbirlerinin dilinden bile anlamayan insanlar haline getirir.

Bu iki iktisat geleneğini birbiri ile karşılaştırmak için ilk yapılması gereken, iki geleneğin nasıl ortaya çıktığına ve şekillendiğine bakmaktır. Bir sonraki yazım bununla ilgili olacak. Yazının başlangıç noktası ise, iki iktisat geleneğinin de etkilendiği, iktisat biliminin en önde gelen iktisatçılarından birisi hakkında olacak. İktisat hakkında bir parça olsun bilgi sahibi olan herkesin muhtemelen bildiği bu iktisatçının ismi, Adam Smith’tir.