Tarih geçmişin hikâyesidir ve her hikâye gibi o da geçmiş
zamanlarda başlar ve şimdiki zamanlara doğru ya da şimdiki zamanlara daha yakın
bir zaman dilimi alınmışsa oraya doğru uzanır. Bu hikâyenin nasıl geliştiğine
ilişkindir. Hikâye bu sıra içinde anlatılır. Ne var ki bu, hikâyenin ve özellikle
de sonunda ne olduğunun anlamı üzerindeki bir çalışmanın da aynı sırayı takip
edeceği anlamına gelmez. Keza Marx, geçmişin şimdiki zamana doğru nasıl
geliştiğine en iyi şekilde yaklaşılabilmesi için konumlanma noktası olarak
şimdiki zamanı benimsemek gerektiğini yani tarihin geriye doğru çalışılması
gerektiğini, bunun bugünü doğuran koşulların görülebilmesi açısından şart
olduğunu söylemiştir. Marx’ın ifadesiyle “gerçek hareket mevcut sermayeden
başlar yani gerçek hareket kendi temellerinden başlayan ve bu temelleri ön varsayan
gelişmiş kapitalist üretimi işaret eder (Marx, 1963,513).
Bu Marx’ın materyalist tarih anlayışı üzerine yazıp da
daha çok “ekonomik etkenin” mahiyeti, bu ekonomik etkenin toplumun diğer
alanları üzerinde var olduğu sanılan etkisi, tarihin dönemleştirilmesi, göreli
özerklik ve hepsinden öte özgürlük ve belirlenimin paradoksal birlikteliği gibi
popüler tartışmalarla uğraşan yazarlardan alınacak bir ders değildir. Siyasi
görüşlerinden bağımsız olarak bu tartışmalardaki neredeyse bütün taraflar
tarihi oluş sırasına göre çözümlerler. Bu bakımdan, toplumsal düzendeki yeni
gelişmelerin belirleyicisi olarak (burada “belirleme” sözcüğüne ne kadar güçlü
veya zayıf bir anlam yüklendiği çok fark etmiyor) ister üretici güçlerdeki,
ister üretim ilişkilerindeki veya ister ekonomik yapılardaki, ister maddi
varoluştaki değişimler alınsın, değişimi doğuran şey genellikle birinci, bu
değişimi doğuran şeyin konumlanma noktasından bakılıp da onun “zorunlu” bir
sonucu olarak ortaya çıktığı düşünülen değişim ise ikinci sırada ele alınır. “Yel
değirmeni size feodal beyli toplumu verir, buharlı değirmen ise kapitalist
sanayi toplumunu” (n.d., 122) ifadesindeki sıralama, Marx’ın aslında tarihi
inceledikten sonra ulaştığı sonuçları sunarken başvurduğu sıralamadır. Fakat
pek çok kişi, bu ifadeye dayanarak buradaki sıralamanın aynı zamanda Marx’ın
çalışmalarını yürütürken izlediği ve bizim de kendi çalışmalarımızda izlememiz
gereken sıralama olduğunu varsayma yanlışına düşerler.
Marx’ın tarihi incelerken benimsediği alışılmadık
yaklaşımın temelinde Hegelci içsel ilişkiler felsefesini benimsemiş olması
yatar. Bu felsefeye göre Marx’ın analizine dâhil olan her bir öğe, etkileşim
halinde olduğu ve ortaya çıkabilmesini ve işleyebilmesini sağlayan diğer tüm
öğeler’ kendisinin ne olduğunun birer görünümü olarak içerir. Bu bakımdan,
örneğin emek ve sermaye birbirleriyle yoğun etkileşimleri bakımından
birbirlerinin görünümü olarak kavranır. Emek gücü onu satın alacak
kapitalistler olmadan ne satılabilir ne de işçilerin üzerinde bir denetime
sahip olamadığı bir üründe somutlanabilir. Aynı şekilde, satın almaya müsait
emek gücü olmadan kapitalistler emeği artı-değer üretiminde kullanamazlar. Marx
sermaye ve emek için “bir ve aynı ilişkinin sadece zıt kutuplardan görülen
farklı ifadeleri,” nitelemesinde bulunurken bunu kastetmektedir (Marx, 1971,
491). Keza bu etkileşimin zaman içinde gelişimi, yani gerçek tarihi, onun
güncel biçimleri ile içsel ilişkili olarak görülür. Marx’ın sözleriyle şeyler “gerçekten
de oldukları ve gerçekten de cereyan ettikleri gibi” ele alındığında bir şeyin
oluş süreci, en az şu anda nasıl göründüğü ve işlediği ile ilişkili nitelikler
kadar, bu şeyin ne olduğunun bir parçası haline gelir (Marx ve Engels, 1964,
57).
Ne var ki bir yandan içsel ilişkiler felsefesini temel
alırken diğer yandan süregelen bir etkileşimin belirli bir yanı veya bu
etkileşim sürecindeki bir zaman dilimi, onun diğer öğeleri yadsınmaksızın veya
önemsiz kılınmaksızın vurgulanmaya çalışıldığında ciddi bir sorun ortaya çıkar.
Marx’ın bu sorunu çözerken denediği temel yöntemlerden biri “önkoşul ve sonuç”
nosyonlarına başvurmaktır. Çelişki, başkalaşım ve nitelik/nicelik değişiminde
de söz konusu olduğu gibi bunlardan daha az bilinen önkoşul ve sonuç
nosyonlarında da değişim ve etkileşimin belirli öğeleri, bunları daha açık
seçik gösteren bir odağın altına yerleştirilir ve bu sayede de Marx
çalışmalarını daha etkin bir şekilde sürdürebilir. Daha özel bir bağlamda ise
önkoşul ve sonuç, karşılıklı etkileşim içindeki her bir sürecin, diğer
süreçlerin aynı anda hem sonucu hem de diğerlerinin sonuçlarının yapıcısı
haline gelmek suretiyle gerçekleştirdiği ikili bir harekettir. Bu bakımdan
önkoşul ve sonuç dinamik (çünkü bu bir önkoşul haline gelme ve sonuç haline
gelme meselesidir) ve organik (çünkü her süreç diğer süreçte ve onun
aracılığıyla ortaya çıkar) nosyonlar olarak görülmelidir.
Marx’a göre sermaye ve ücretli emek, kapitalist üretimin “sürekli
gerektirdiği” ve “süregelen ürünleridir” (Marx, 1971, 492). Aslında “toplumsal
üretim sürecinin her önkoşulu aynı zamanda onun bir sonucudur ve onun doğurduğu
sonuçların her biri de aynı zamanda bu üretim sürecinin bir önkoşuludur. Bu
bakımdan içinde sürecin ilerlediği tüm üretim ilişkileri en az bu sürecin bir
ürünü olduğu kadar koşuludur da” (Marx, 1971, 507). Marx, sermaye ve ücretli
emek dışında dış ticareti, dünya pazarını, parayı ve değerli metal arzını da
kapitalist üretimin hem bir önkoşulu hem de sonucu olarak ele alır (Marx,
1971,253; Marx, 1957, 344). Burada bizim için kilit öneme sahip olan nokta bir
şeyin bir önkoşul olarak belirlenmesi işinin onun hem ortaya çıkmasına yardımcı
olduğu hem de artık bir sonuç olarak tamamıyla bütünleşmiş bir parçası olduğu
durumdan soyutlanmasıyla gerçekleşmesidir.
Önkoşulu ve sonucu hareket olarak, oluş sürecindeki
şeyler olarak görmek ve bu her iki hareketi de tek bir hareketin görünümleri
olarak ele almak öncelikle bunların kapsam soyutlamalarının (yani bunlara neyin
dâhil olacağına dair soyutlamasının) zaman içinde birbirleri ile girdikleri etkileşimi
kapsayacak genişlikte olmasını gerektirir. Bu bakımdan, birbirinin hem önkoşulu
hem de sonucu olarak sermaye ve ücretli emek birlikte uğradıkları uzun evrim
sürecinde birbirlerini içeriyor gibi tasavvur edilirler. İkinci olarak,
sermayenin ücretli emek için bir önkoşul olma görevini yerine getirmesini ve
bunu yaparken de aynı zamanda onun bir sonucu olarak ortaya çıkması şeklindeki
ayrı hareketleri birleştirilmiş tek bir hareket olarak bütünleştirirken bu
hareketlerin kendine özgü karakterini gözden kaçırmamak ancak onları analiz
sürecinin içinde farklı konumlanma noktalarından görmekle mümkün olabilir.
Diğer bir deyişle, emeği sermayenin önkoşulu olarak ele almak için emeğe
sermayenin konumlanma noktasından bakmak zorunludur, çünkü bir şeyin diğerinin
önkoşulu olduğunu ancak bu diğer şey ayırt edilebilir bir biçimde ortaya
çıktığında bilebiliriz. Bir sonucun önkoşulu olma görevini üstlenen şeyi
çözümlemek için bu sonucun elimizde olması gerekir; fakat bunun yanında, bu
önkoşul olma görevini üstlenen şeyin içerdiği birbirlerine bağlı süreçleri,
mevcut koşullarını önkoşullara dönüştüren şey de bizzat bu sonuçların ortaya
çıkmasıdır Sermaye ancak bir sonuç biçimini aldığında emek onun önkoşulu olma
biçimini alır. Böylelikle de birinin bir sonuç diğerinin de bir önkoşul olması
süreci eşzamanlı gerçekleşir.
Öte yandan, daha önce de gördüğümüz gibi, sermaye ücretli
emeği, kendisinin bir görünümü olarak içerir. Bu bakımdan, sonuç biçimini alan
sermaye, ücretli emeği aynı zamanda sonuç biçimini almış haliyle de içerir ve
ancak bu sonuç biçimini almış emeği bir konumlanma noktası olarak benimseyerek
onun başlıca önkoşullarından birinin sermaye olduğunu görürüz. Yine burada da
aynı nedenlerden ötürü emeğin bir sonuç, sermayenin de bir önkoşul haline
gelmesi eşzamanlı gerçekleşir ve bu durum yukarıda bahsettiğimiz sermayenin bir
sonuç, emeğin de onun temel önkoşulları olduğu süreçlerle eşzamanlı ortaya
çıkar. Her iki durumda da var olan bir şeyin neye dönüştüğünü irdeleme işi önce
onun mevcut biçiminden, yani sonuçtan başlayıp, geriye doğru onun zorunlu
önkoşullarına doğru ilerler.
Bir organik sistem içindeki süreçler arasındaki etkileşim
sürdükçe bu süreçleri birbirlerinin önkoşulları ve sonuçları haline getiren
nitelikleri edinme durumu da devam eder. Ücretli emek sermayeyle olan
ilişkisinin uzun tarihi boyunca onun hem önkoşulu hem de sonucu olmuştur. Aynı
şey tersinden sermaye için de geçerlidir. Öte yandan verili herhangi bir uğrakta,
bu süreçlerden birinin tek başıma bir önkoşul olarak belirlendiği her durumda,
artık önkoşul olarak belirlenen bu süreç kapsamca öyle soyutlanır ki
kapitalizmde kazandığı nitelikleri doğurduğu sonuca göre daha az taşıyan ve
doğurduğu sonuçtan daha az gelişmiş bir şey haline gelir. Bu, etkileşimde olan
iki veya daha fazla sürecin, bir sıra halinde ortaya çıkıyorlarmış gibi ele
alınmak üzere yeniden soyutlandığı, yeniden düzenlendiği her durum için söz
konusudur. Bir organik sistemdeki süreçler her zaman karşılıklı bağımlılık
içindelerken, bunlar arasındaki ilişkileri artsüremli (1) olarak görmek
bunları, aslında ortak evrim süreçlerinin farklı safhalarındaki halleriyle
soyutlamayı gerektirir. Eğer Marx, her şeyin eşit ölçüde önemli olduğu ve bu
yüzden özel olarak irdelemeye değer hiçbir şeyin bulunamayacağı sığ bir
eklektizmin kuracağı sinsi tuzaklardan ve tek bir büyük etkinin kendisi
dışındaki öğeleri silikleştirdiği ve bu büyük etkinin kendi gelişiminin de
açıklama dışı bırakıldığı bir nedenselcilikten kaçınıp bu etkileşimin kimi
görünümlerinin kendine özgü etkisine ulaşmak durumundaysa böyle bir soyutlama
kendisini bir zorunluluk olarak dayatır. Marx diyalektik bir asimetri
oluştururken ve bu asimetriyle de kapitalist üretim tarzının ikili hareketi
denilen şeyi yani onun sistemsel ve tarihsel hareketini herhangi bir çarpıtma
içermeksizin açıklığa kavuştururken bu yolu izler.
2
Önkoşulun ve sonucun ikili hareketi Marx’ın tarihsel
çalışmalarının çoğunda merkezi bir konum da yer alır. Günümüz kapitalizminin
önkoşullarını araştırmak Marx’ın geçmişi açığa çıkarmada kullandığı hakkı pek
az teslim edilmiş bir anahtardır. Marx’ın özel olarak ilgilendiği güncel durumu
ortaya çıkaran, geçmişte ne olduğudur fakat tam olarak geçmişteki neyin bu rolü
üstlendiği ancak onun neye dönüştüğünden yola çıkarak yani bu konumlanma
noktasından hakkıyla gözlemlenebilir ve çözümlenebilir. Marx’ın dediği gibi “insanın
anatomisi maymunun anatomisinin anahtarıdır...” (Marx, 1904, 300) Her ne kadar
alıntısı çokça yapılmışsa da bu ifadelerin özellikle de Marx’ın yöntemi
açısından tam olarak ne ifade ettiği pek az araştırılmıştır. Bu söz özünde
araştırmamıza kılavuzluk eden bir yön tabelasıdır ve bu tabela bulunduğumuz
konumun gerisini işaret eder. Bu kural, kendine has tekil olaylar ve durumlar
için geçerli olduğu gibi kendi genellik düzeyleri tarafından modern
kapitalizme, kapitalizm çağına (Marx’ın araştırmalarındaki zaman çerçevesi
budur), sınıf tarihi dönemine ve insan soyunun ömür süresine özgü kılınmış
süreçler ve ilişkiler için de geçerlidir.
Tarihi bu şekilde geriye doğru okumak Marx’ın tarihin
sonunda bir nedenin, bir geriye doğru işleyen bir “motor gücünün” olduğunu
savunduğu yani teleolojiyi benimsediği anlamına gelmiyor. Bu daha ziyade hâlihazırdaki
durumun nereden geldiğini ve mevcut durumun şu an sahip olduğu nitelikleri
edinmek için geçmişte nelere uğramış olması gerektiğini sormak, yani onun
önkoşullarının neler olduğunu sormak anlamına geliyor.
Böyle olunca da, bu soruya yanıt bulmaya çalışan bir
arayışın yardımına şimdiki durum hakkında bildiğimiz şeyler, yani sonuç
yetişir. “Hikâyenin” nasıl geliştiğini bilmek ve bu bilgiyi araştırmalarımızın
başına yerleştirmek hem ilgi alanımıza neyin gireceğine hem de araştırmada
önceliklerin neler olacağına dair ölçütleri hayata geçirir.
Bu yöntem aynı zamanda elde edilen bulgulara nasıl
bakılacağına ve onların nasıl değerlendirileceğine dair bir perspektif sağlar.
Öte yandan şimdiye geçmişteki bir noktadan bakmak gibi bir alternatifi izlemek
her şeyden önce neden başlangıç için özel olarak o noktanın seçildiğini
gerekçelendirmeyi zorunlu kılacaktır. Sonucun bilinmediği veya yarım yamalak
bilindiği ve hiçbir şekilde analiz edilmemiş olduğu bir durumda özellikle şu
veya bu anı başlangıç noktası seçmek için ortada zorlayıcı bir neden yoktur.
Aynı şekilde böyle bir çalışmanın başlangıcında ne tür görüngülerin (toplumsal,
ekonomik, politik, dinsel vs.) vurgulanmak üzere seçileceği de ancak tarihin
dışındaki bir ilke tarafından haklı çıkarılabilir çünkü bu seçilen görüngünün
değerli olduğunu doğrulayacak tarihsel çözümlemenin bizzat kendisi hala
yapılmayı bekliyor olacaktır. Yine bu yaklaşımla ilişkili olarak bir de
başlangıç noktası olarak ayrı bir yere konan şeyle onu takip eden şeyler
arasındaki bağlar için tek yönlü nedensel açıklamalar sunma eğilimi vardır. Öte
yandan Marx ise geçmişe şimdinin konumlanma noktasından bakmak suretiyle,
geçmişteki ilgilenmeye en değer şeylere odaklanmayı karşılıklı etkileşimin
tarih boyunca sürdüğü ilkesine bağlılığından asla taviz vermeyerek başarır.
Marx yönteminin hem “gözleme” hem de “çıkarsamaya”
(deduction) başvurduğunu söylemiştir (Marx, 1973, 460). Marx işe önce mevcut
toplumu araştırarak başlar ve daha sonrada da böylesine kompleks görüngülerin
bu haliyle görünmesi ve işlemesi için nelerin gerektiğini çıkarsamaya (deduce)
çalışır ve bunun ardından da araştırmaya bu çıkarımların işaret ettiği noktalar
üzerinden devam eder. Marx, gözlem’ ve çıkarsamayı bu şekilde birbirine -sadece
bir kez değil, yeniden ve yeniden-bağlarken geçmişte bulduğu en önemli şeye
odaklanır; bu şeyin neden önemli olduğunu gösterir ve bunu yaparken de hem
tarihçiler arasında hem de genel kamuoyunda son derece yaygın olan bugünkü
sonuçlara bakıp, geçmişte ne olmuş olabileceği üzerine tahminde bulunma
şeklindeki bir salon oyununu oynamaktan kaçınır. Marx’ın tarihin daha önceki
aşamalarında mevcut diğer alternatifleri göz ardı etmesine bakanlar genellikle
onu yanlış anlayarak geçmişte insanların farklı seçimlerde bulunabileceklerini
ve bu durumda da şeylerin farklı bir akış izleyebileceğini yadsıdığını
düşünmüşlerdir. Marx analizine, geçmişin bir yerinde bir neden saptayarak
başlasaydı ve bu nedenin arkasından gelecek sonuçları kaçınılmazmış gibi
düşünseydi bu eleştiri doğru olabilirdi. Ne var ki bunu yapmaktansa analizine
zaten mevcut bir sonuçtan başlayıp onu gerçekten de belirleyen şeyin ne
olduğuyla ve hangi olayların onun zorunlu önkoşullarına dönüşmüş olabileceğini
açığa çıkarmakla ilgilenir. Marx’ın araştırdığı şey fait accompli’dir (2) ve bu
ancak geriye dönerek (retrospectively) kavranabilir. Geçmişe doğru dönerek
okunan zorunluluk, geçmişte başlayıp geleceğe doğru önceden belirlenmiş bir hat
izleyen zorunluluktan nitelik bakımından tamamen farklıdır. Tarihi geriye doğru
irdelerken Marx, kendi sonuçlarının önceki biçimleri şimdi önkoşullar olarak
işlev gösterse de bizzat kendileri tamamen sonuç olan önkoşullar ile daha
önceki toplumsal formasyonlardan özelliklerin hiç değilse bazılarına sahip
önkoşullar arasında önemli bir ayrım yapar. Bu kapitalizmin gelişmesi için
gereken önkoşullarla ilk başta ortaya çıkması için gereken önkoşullar arasında
yapılan bir ayrımdır. İkinci durumda önkoşullardan biri şehirlerde emek gücünü
satma ve proleter olma isteğine ve yetisine sahip çok sayıda insanın ortaya
çıkmasıdır. Bu önkoşul temel olarak, geç feodalizmi karakterize eden çeşitli
çitleme hamlelerinin sonucunda serilerin akın akın malikâneleri terk etmesi ile
karşılanmıştır. Keza kapitalizmin ortaya çıkabilmesi için zorunlu olan
zenginlik birikimi, yalnızca ve yalnızca sermayenin mümkün kılabileceği emek
sömürüsünden değil bunun dışındaki kaynaklardan gelebilirdi.
Kapitalist üretim tarzı çok az olsa bile bir kez
yerleşiklik kazandığında ise kendine özgü araçlarla zenginlik biriktirebilir ve
bu sayede de asli önkoşullarından birini yeniden üretebilir konuma erişir. Marx’ın
sözleriyle, “Sermayenin oluşmasının ve ortaya çıkmasının koşulları ve ön gereklilikleri
(presuppositions) mantıken onun henüz varoluş kazanmadığını sadece oluşum
halinde olduğunu açıkça ön gerektirir. Bu bakımdan gerçek sermaye bir kez
ortaya çıktığında, sermayenin kendisi bizzat kendi gerçekliği temelinde kendini
gerçekleştirmenin koşullarını yerine getirecektir” (Marx, 1973, 459).
Feodalizmde kapitalizme yönelik yeni yönelişi mümkün
kılan gelişmelerin kendisi elbette feodal üretim tarzının içsel ilişkili
öğeleridir fakat bunlar bunu izleyen üretim tarzında herhangi bir yere ve role
sahip değildirler. Marx bu gelişmeleri “kesintiye uğrayan gereklilikler” (aufgehobne
Voraussetzungen) olarak niteler (Marx, 1973,461). Bunlar kapitalizmin
yaratılması için zorunludur ama kapitalizm bir kez emeklemeye başladığında
artık onları yeniden üretmek zorunda değildir. Hâlihazırda var olan
kapitalizmin önkoşullarını ve sonuçlarını geriye doğru giderek inceleme işi
ilerleyen süreçte sistemin kökenlerine doğru yönelir. “Bizim sistemimiz,” diyor
Marx, “üretim sürecinin sadece tarihsel bir biçimi olan burjuva ekonomisinin
kendi sınırlarının dışındaki önceki tarihsel üretim tarzlarını işaret ettiği
noktaları gösterir” (Marx, 1973, 460). Burada feodalizmin kapitalizme
dönüşümünün izini sürmek maksadıyla temel araştırma nesnesi olarak görülen
kapitalizmin önkoşulları ve sonuçları artık bu konumunu feodalizmin “kesintiye
uğrayan gerekliliklerine” bırakır. Buna rağmen, araştırmayı yönlendiren soru
hâlâ kapitalizmin (artık en erken aşamasında incelenen kapitalizmin) neyi
gerektirdiğidir ve araştırmanın ilerlediği yön sabittir yani hâlâ geriye
doğrudur.
Burada, Marx’ın feodalizmi kapitalizmin yanında ayrı bir
üretim tarzı olarak nadiren ele aldığını vurgulamak gerekiyor. Zira Marx
feodalizmin gelişiminin yüksek aşamalarında içerdiği kendine özgü öğelerine pek
az dikkat çeker. Ayrıca feodalizm, kapitalizmi üreten bir üretim tarzı olarak
nadiren incelenmiştir; bu da feodalizmin içsel dinamiklerinin göz ardı
edilmesini beraberinde getirmiştir. Feodalizm, Marx’ın yazılarına, daha ziyade
kapitalizmin kökenlerinin bulunacağı bir toplumsal formasyon olarak dahil
olmuştur. “Kapitalizmin oluşumu” der Marx “feodalizmin çözülüş sürecidir”
(Vurgu bana ait) (Marx, 1971, 491). Feodalizm kapitalizmin asli bir parçası
olduğu ölçüde incelenir. Bu bakımdan Marx’ı asıl ilgilendiren şey feodalizmin
dağılışının nasıl cereyan ettiğidir ki işte tam bu noktada Marx kapitalizmin
önkoşullarını açığa çıkarır. Aynı şey daha önceki dönemler için de geçerlidir,
zira kapitalizmin kökleri oralara kadar uzanabilir. Bu dönemlerin hepsi
kapitalizm öncesi dönemlerdir ve aynı nedenlerden dolayı ilgiye mazhar olurlar.
Sonuç olarak kapitalizmden geriye doğru hareket ederek onun feodalizm ve köleci
toplumlardaki önkoşullarına yönelmenin arkasında, bu üç gelişim safhasını tüm
ülkelerin deneyimlemesi gereken bir gelişim modeli sunmak gibi bir ihtiras
yoktur; böyle olsaydı bu üç safha, Marx’ın yaptığının tersine, geriden
başlayarak ileriye doğru ele alınırdı. Bu da zorunluluğu geriye doğru okumakla
onu geçmişteki bir noktadan ileriye doğru okumak arasındaki farkın diğer bir
örneğini teşkil eder. Buna rağmen “Marksist tarih dönemlendirmesi” denilen
şeyin oldukça yaygın olması ise Marx’ın yöntemini başının üzerinde durdurmanın
sonucunda ortaya çıkan diğer bir musibettir. Özetlersek, kapitalizmin neyi
gerektirdiğine onun nasıl bir hal almış olduğunun oluşturduğu konumlanma
noktasından bakmak, en temelde, ömrünü tamamlamakta olan bir sistemin son
anlarını yeni bir sistemin doğuşunun ilk anlarına dönüştürür ve bu da Marx’ın
ulaştığı bulgulara yönelik kavrayışını güçlendirir. Bu da Marx’ın, aksi
takdirde üzerinden atlayacağı veya yeterince önemsemeyeceği geçmişin
yıkıntılarındaki bazı özgül özelliklere odaklanmasını sağlar.
Kabul etmek gerekir ki, Marx önkoşul ile sonuç arasındaki
ilişkiyi, birincisini konumlanma noktası olarak benimseyerek, yani geçmişten
başlayıp bugüne doğru ilerleyerek de inceleyebilir. Bu durumda “neden”(veya “koşul”)
ve “sonuçtan” bahsetmek daha doğru olur. Keza Marx’ın bu analiz sırasını (ve bu
terimleri) özellikle Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı (1859) gibi daha
popüler çalışmalarında ulaştığı sonuçları açımlamak için kullandığı olmuştur.
Araştırmayı düzenlemenin bir yolu olarak neden ve sonuç nosyonlarını seçmeyi
sorunlu kılan şey, elimizde bir sonuç olmadan nedeni oluşturan şeyin ne
olduğunu veya nedenin ne olduğunu belirlediğimizde onun nereden geldiğini veya
onun nereden geldiğine de vakıf olduğumuz durumda bu nedenin, evriminin hangi
aşamasından itibaren incelenmeye başlanacağını bilmenin zor olmasıdır. Sonuçta
böyle yapıldığında Marx’ta da söz konusu olduğu gibi nedenin ve sonucun içsel
ilişkili olarak görüldüğü yerlerde bile bizzat nedenin. geri dönerek artık
neden gibi işleyen sonuç tarafından şekillendiği ve yine bu sonuç tarafından
üstlendiği görev için yeterli kılındığı karmaşık etkileşim kolaylıkla gözden
kaçırılır veya çarpıtılır. Buna rağmen Marx yine de “neden” veya “sonuç” (veya
yine neden anlamında kullanılan “koşullama”, “belirleme” ve üretme) gibi
formülasyonlar kullanıyorsa bunun nedeni, en başta önkoşullar ve sonuçlar
bağlamında incelenerek içerdiği asli bağlantılar hâlihazırda açığa çıkarılmış
olan bir çıkarımdaki bazı özel yanları sergileme aşamasında bunları iyice
belirginleştirmek açısından bu formülasyonların genellikle kullanışlı bir
stenografi oluşturmasıdır.
Marx’ın soyutlama uygulamalarını takip edemeyen, bir
içsel ilişkiler anlayışından ve bilgiyi arama ile onu sergileme işinin
çoğunlukla birbiriyle çatışan zorunluluklarına dair işe yarar bir kavrayıştan
yoksun pek çok okuyucu Marx’ın önkoşul ve sonuç ile ilgili ifadelerini zorlama
bir şekilde nedensellik çerçevesi içine yerleştirmişlerdir. Kapitalizmin
bileşenleri nedenler (veya zayıf veya güçlü nedenler olarak anlaşılan koşullar)
ve sonuçlar üzerinden bölündüğünde ve bu nedenler kendi gerçek nedenlerinden
ayrı tutulduğunda değiştirilmesi ve sorgulanması imkânsız, tarih dışı ve
muhtemelen doğal şeyler olarak görünecektirler. Bu bakımdan, böyle
yapıldığında, Marx’ın insanı toplumsal bir ürün olarak gösterişine vurgu
yapılarak, insanların da çeşitli şekillerde toplumu yarattıkları gerçeği tam
olarak gözden kaçırılmasa da çarpıtmaya maruz kalır. Tersinden ise, Marx’ın
insanı toplumun yaratıcısı olarak alan yorumlarına vurgu yapanlar da onun,
insanı toplumsal ürün olarak nitelemesinin ne anlama geldiğini genellikle
kaçırırlar. Hâlbuki Marx için insan, “insanlık tarihinin süreklilik arz eden
önkoşulu ve aynı zamanda onun süreklilik arz eden ürünü ve sonucudur (Marx,
1971, 491). Bu diyalektik gerilimi taşıyamayan burjuva ideolojisi ise Marx’ın
yazılarındaki bu veya buna benzer ifadeleri nedenselci bir şekilde
yorumlamaktan kaynaklanan tek yönlü çarpıtmalarla yüklüdür.
3
Marx’ın geçmişe dönük incelemesinde başat bir rol oynayan
önkoşul ve sonucun ikili hareketi onun geleceğe yönelik soruşturmasında da
belirleyici bir rol oynar. İçsel ilişkiler felsefesinde gelecek, bugündeki
zaruri bir uğraktır. Gelecek sadece bugünün ne olacağı değildir; aynı zamanda
gelecekte ortaya çıkarak her şey bir potansiyel olarak bugünde, bugünün tüm
mevcut biçimlerinde var olur. Marx’ın bugüne dair kapsamlı çalışması, nasıl
geriye doğru bugünün kökenlerine uzanıyorsa aynı şekilde ileriye doğru onun
olası sonuçlarına da uzanır. Marx’a göre bundan daha azını düşünmek bizim
bugüne yönelik anlayışımızı eksikli kılar ve ona amaçlarımız uyarınca biçim
verme yetimizi sakatlar. Antanio Gramsci bir Marksist için “insan nedir?’
sorusunun esasında insanın ne olabileceğine ilişkin bir soru olduğunu
söylemiştir (Gramsci, 1971, 351). İster insanlarla, ister bir dizi kurumla
isterse de toplumun tümüyle ilgili olsun bir potansiyelin varlığının açıklığa
kavuşturulması Marx’ın çalışmalarında ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Peki,
ama geleceği geçmişin bir parçası olarak inceleme işine nasıl girişilebilir?
Marx’a göre geçmişi bugünün “kesintiye uğrayan
gereklilikleri” olarak irdelemek bizi, “aynı zamanda üretim ilişkilerinin
mevcut biçiminin kesintiye uğraması durumunun geleceğin habercisi olabileceği
yönünde işaretler verdiği noktaya yönlendirir. Nasıl burjuva dönemi öncesi
aşamalar sadece tarihsel yani kesintiye uğramış ön gereklilikler olarak
gözüküyorsa günümüzdeki üretim koşulları da kesintiye uğramaya meyilli gibi
gözükür ve böylelikle de yeni bir toplum durumunun tarihsel önkoşullarını
oluşturur (Marx, 1973, 461). Üzerinde çalışılan şey geçmiş de olsa gelecek de
olsa mesele öncelikle geriye dönüp bakmak, biçimlerden içerdikleri ön gereklilikleri
çıkarsamak tır. Marx’ın bunu, bugünün ön gereklilikleri olarak kavradığı
geçmişe nasıl uyguladığını daha önce görmüştük, fakat Marx bunu, daha ortaya
çıkmamış, ileride ortaya çıkacak olan geleceğin ön gereklilikleri olarak
kavradığı bugüne nasıl uygulamış olabilir? Geleceğin ön gereklilikleri olarak
kavranan bugüne dönüp bakmasının önünü açacak olan gelecek anlayışı nereden
gelmiş olabilir?
Buna iki temel cevap sunulabilir gibi gözüküyor. İlk
olarak, özellikle yakın gelecek (kapitalizmin hemen karşı karşıya gelebileceği
gelişmeler) ve (sosyalist devrim tarafından temsil edilen) orta vadedeki
gelecek söz konusu olduğunda gerçekleşmesi beklenilen şey, mevcut eğilimlerin
(yasaların) ve çelişkilerin ileriye dönük bir şekilde tasarlanmasıyla
çıkarsanır. Burada konumlanma noktası bugündür fakat buradaki bugüne, yakın
geçmişten doğan birbirleriyle çakışır haldeki yörüngeleri ve çeşitli baskıların
birikimini içerecek bir kapsam soyutlanmıştır. Yakın gelecek için Marx, dünyada
gözlemlediği süreçlerin yönelmeye başladığı fakat henüz erişmediği noktayı
ifade eden sözcüğü bu süreçlerin gidişatının tümünü nitelemek üzere kullanacak
kadar ileri giderek, bu süreçleri, sıklıkla, onların nasıl bir oluş içinde
olduğunu ne olduklarının bir parçası olarak içerecek genişlikteki bir zamansal
kapsama sahip olacak şekilde soyutlar. Böyle olduğunda da kapitalizmde üretim
faaliyeti içinde olan veya meta üretimi alanının sınırları içine dâhil olmak
üzere olan her türlü emek “ücretli emek” olarak; üretim aracı almak için
kullanılmak üzere olan para “sermaye” olarak; iflasın eşiğindeki küçük işletme
sahipleri veya topraklarını kaybetmekte olan köylüler de “işçi sınıfı” olarak
nitelenir (Marx, 1963, 409-10, 396; Marx ve Engels, 1945,16). Marx
gelecekçiliğe meyilli olduğunu (futuristic bias) kendi adlandırma pratiğinde “kendinde”
(in itself), “maksadında”, “yazgısında”, “özünden ve “potansiyel olarak” gibi
ifadeler kullanarak sık sık belli eder.
Orta vadeli gelecek, yani sadece bir veya birkaç süreçte
değil, bu süreçlerin de parçası olduğu tüm toplumsal formasyonda ortaya çıkan
niteliksel değişim uğrağı söz konusu olduğunda ise Marx’ın öncelikli kalkış
noktası kapitalizmi irdelerken tespit ettiği belli başlı çelişkilerin
oluşturduğu düğümdür. Marx’a göre, “burjuva üretimi bir yandan sanki üretim dar
veya sınırlı bir toplumsal temel üzerinde gerçekleşmiyormuş gibi üretici
güçleri gelişmeye yönelik kendisine içkin yasalar tarafından koşullanırken, öte
yandan bu güçleri ancak bu dar ve sınırlı bağlamda gerçekleştirebildiğinden bu
durum burjuva üretiminin gerçekleşmesi sürecindeki krizlerin ve çelişkilerin en
derin ve en gizil nedenini teşkil eder ve buradan yola çıkarak en yüzeysel bakış
bile burjuva üretiminin gelip geçici, tarihsel bir form olduğunu yakalayabilir”
(Marx, 1971, 84). Marx’a göre kapitalizmin çok uzun süre devam edemeyeceği ona “şöyle
bir göz gezdirildiğinde” bile açıkça ortaya çıkar. Bunu anlamak için görmemiz
gereken tek şey kapitalizmin, gittikçe artan ağırlığını kaldıramayacak bir
toplumsal temele -yani en temelde gittikçe büyüyen toplumsal ürünün kişiler
tarafından el konması gerçeğine- dayanması ve ihtiyaç duymasıdır.
Kapitalizmin belli başlı çelişkilerini bu şekilde ileriye
dönük bir şekilde tasarlama işi öznel koşulları olduğu kadar nesnel koşulları
da - yani Marksist terimlerle ifade edersek, sınıf mücadelesini olduğu kadar
sermaye birikimini de- kendi aralarındaki özgül etkileşim içinde içerir. Marx
tarihi yapanların insanlar olduğundan bir an bile şüphe duymaz fakat “kendi
seçtikleri koşullar altında değil” diye de hemen ekler (Marx ve Engels, 1951a,
225). Marx’ın çalışmalarının büyük bir kısmı kapitalizm çağıyla sınırlı kalmak
üzere bu koşulları ortaya çıkarmaya adanmıştır fakat bu yapılırken bu koşullar,
onlar altında hareket eden olan sınıfları nasıl etkilediği ve etkileyebileceği
ile bağlantılı bir şekilde düşünülmüştür. Bu sınıflar içinde bulundukları
toplumsal ve ekonomik durumun yarattığı baskılara ve kendi
toplumsallaşmalarının ortaya çıkardığı sonuçlara tepki vermek suretiyle mevcut
alternatifler aralığının sınırları içinde belirli şekillerde seçim yaparlar ve
hareket ederler fakat insanların nasıl davrandıklarının temel nedeni olan
kapitalizmle ve modern kapitalizmle ilintili tüm koşullar değişime tabidirler.
Bu değişimlerin toplamını ileriye doğru tasarlamak ve bu değişimlerin birer
çelişki haline sokacağı gitgide azalan seçenekleri düzene sokmak suretiyle Marx
sınıf mücadelesinin yeni bir yükselişiyle kapitalizmin çağının bir gün sona
ereceğini öngörebilir. Bu demek değildir ki gittikçe kendini gösteren ve
birbirleriyle çakışan eğilimlerin herhangi birisi, Marx’ın gelecekte ne
olacağını ve özellikle de ne zaman ve nasıl olacağını tahmin etmesinin önünü
açar. Gelecek olarak kavranan şey öyle bir yapboz gibi parçaları kusursuz bir
şekilde bir araya getirilip ortaya çıkarılacak bir şey değildir. Geleceğin
kendisi biri diğerinden daha fazla olası olmayan alternatif sonuçlar dizisidir.
İşte geleceğin bugündeki diyalektik biçimi, “potansiyel” nosyonunda içerilmiş “belirlenmişlik”
budur.
Marx’ın geriye dönüp bugüne bakmak maksadıyla bir gelecek
tasarlarken izlediği ikinci yöntem daha çok devrimin arkasından geleceğini
düşündüğü sosyalist/komünist toplumla ilişkilidir. Bugünün geçmişteki ön gerekliliklerini
incelerken Marx bugünün kapitalist karakterine ve onun kapitalizm öncesi olarak
alınan geçmişteki kökenlerine odaklanıyordu. İnsan olma durumunun bir parçası
olan niteliklerimizden farklı olarak, kapitalizmin bir parçası olarak ortaya
çıkmış niteliklerimizin, kapitalizm şiddetli bir değişime maruz kaldığında ya
da topyekûn yok olduğunda onunla aynı akıbeti paylaşması beklenir. Tarihsel
olarak özgül bir sonuç olduğu düşünülen belirli kapitalist yaşam biçimleri ise
bu noktada, olası kıldığı şeylerin tarihsel öncülü olarak sunulabilir.
Böylelikle yaptığımız şey basitçe bu güncel yaşam biçimlerinde mevcut olup,
aynı zamanda kendi gerçek geçmişlerinde bulunabilecek bir dizi ilişkiyi bu
yaşam biçimlerinin gelecekte alacağı olası biçimlere aktarmaktır. Tabii burada
bugünün konumu ve böylelikle de oynadığı rol, geçmişi incelerken ki konumunun
ve rolünün tam tersidir. Anlatmak istediğimiz şu ki eğer kapitalizmle ilişkili
belirli yaşam biçimleri tarihsel ön gereklilikleri olan şeylerin düzenine aitse
yani gerçek bir tarihsel geçmişte ortaya çıkmışsa, bunlar aynı zamanda
kapitalizmden sonra gelecek şeyin de ön gereklilikleri olarak işleme yetisine
sahiptir ve daha önce de gördüğümüz gibi, Marx için, bunları “aynı zamanda” hem
biri (sonuçlar) hem de diğeri (ön gereklilikler) olarak açığa çıkaran ve süreç
içinde bize “geleceğin ipuçlarını” veren şey analizin kendisidir.
Marx uzak geleceğe ilişkin tahayyülünü ise hem
kapitalizmin tarihsel olarak özgül koşullarını soyutlayıp dışarıda bırakarak
(yani tarihsel sonuç oldukları açığa çıkmış şeyleri şimdi önkoşullar olarak
görerek) hem de sosyalist bir yönetim altında ölçütlerde ve önceliklerde ortaya
çıkabilecek değişimleri bütünüyle hesap etmek suretiyle mevcut eğilimleri ve çelişkileri
ileriye yönelik olarak tasarlayarak inşa eder. Örneğin bu tasarlama uyarınca
şunu görebiliyoruz: “işçiler, egemenliği ele geçirdikleri bir durumda yani
kendileri için üretim yapma imkânına kavuştukları bir durumda, kısa bir süre
içinde ve çok da büyük zahmetler çekmeden sermayeyi, vulgar ekonomistlerin
deyimiyle kendi ihtiyaçlarını karşılayacak bir düzeye getirebilirler. Burada
işçiler, birer özne olarak, üretim araçlarını (istenildiği gibi kullanılmaya
hazır bir nesne olarak üretim araçlarını) kendileri için zenginlik üretecek
şekilde işler kılarlar. Tabii bunları söylerken kapitalist üretimin emeğin
üretici güçlerini genel olarak böylesine bir devrimin gerçekleşmesini mümkün
kılacak derecede yüksek bir düzeye kadar geliştirdiğini varsayıyoruz” (Marx,
1963, 580). Marx, öncelikle kapitalizmi artı-değer üretmenin bir aracı haline
getiren kapitalist üretimin tarihsel olarak özgül koşullarını (ki bu koşulların
bizzat kendisi tarihin daha önceki dönemlerinin bir sonucudur) ayıklar ve daha
sonra da bu işçilerin kendi başlarına bırakıldıkları bir durumda sahip
oldukları üretim araçları ile neler yapabileceğini ileriye doğru tasarlar.
Sosyalist geleceğin belirli bir kısmını bugünü bir konumlanma noktası olarak
benimseyerek inşa ettikten sonra Marx bu kez tersten, bu inşa ettiği geleceği
bir konumlanma noktası olarak alarak geriye dönüp bugüne bakar ve üretici
güçlerin oldukça gelişkin olması gerçeğini geleceğin belli başlı
önkoşullarından biri olarak belirler.
Mevcut eğilimler ve çelişkiler (yakın, orta vadeli veya
uzak) geleceğe doğru tasarlanırken sonuç merkezi noktası bugünde bulunan bir
sonucun daha ileri bir uzantısı olarak görülür. Konumlanma noktası geleceğe
kaydırıldığında, gelecek bir sonuç olarak ele alınır ve şimdi varlığını
sürdüren şeyler ise daha önce bugünün önkoşulları olduğu belirlenen şeylerle
birlikte geleceğin önkoşullarının bir parçası haline gelir. Bugünün statüsü bir
önkoşul olmaktan çıkıp bir sonuç haline gelerek değiştiğinde, onun bizi gelecek
hakkında nasıl aydınlattığı da değişikliğe uğrar. Bir sonuç olarak alındığında,
bugüne ait biçimler, bizzat kendilerinin gerçek tarihini oluşturan eğilimleri
ve çelişkileri ileriye doğru tasarlamanın kalkış noktası haline gelirler. Öte
yandan, nasıl Marx geçmişi, bugünü aydınlatmak için kullanıyor ve ondan
yararlanıyorsa, aynı şekilde bugüne ait biçimleri ve bununla birlikte bu
biçimlerin kökenlerini geleceğin önkoşulları olarak görmek suretiyle bugünü
geleceği aydınlatmak için kullanır. Marx, konumlanma noktası olarak kapitalizmi
benimseyip eski zamanların koşullarını kapitalizmin ön gereklilikleri olarak
incelediğinde sadece bizi bugüne taşıyan şeylerin ne olduğuna vakıf olmakla
kalmaz aynı zamanda bu ön gerekliliklerin sonraki zamanlardaki gelişimi ve
dönüşümü olarak kapitalizmin daha kapsamlı bir kavrayışına ulaşır. Bu, her
şeyden önce, tarihimizin en önemli unsurları olduğu açığa çıkmış şeyleri
diğerlerinden ayırt etmenin ve bu unsurları diyalektik olarak tasarlanmış
bugünün içine yerleştirmenin -ki bu yapıldığında bu unsurlar da gereğince
başkalaştırılmış olacaktır- bir yoludur.
Aynı şekilde, geleceğe dair imgemiz, bugüne ait önemli öğeler
bu geleceğin önkoşulları olarak ele alındığı ölçüde daha berrak bir görüntüye
kavuşur. Yaklaşan şey hakkında fikir yürütürken neyin araştırmayla ilgili
olduğuna dair ölçütlerimiz ve araştırma sırasındaki önceliklerimiz de bu
yaklaşımdan etkilenir. Doğal olarak, bu yaklaşım Marx’ın gelecek hakkında ne
kadar ayrıntı sunacağı konusunda ciddi sınırlar koyar. Gelecekte arzuladıkları
toplumlara ilişkin tasarımlarını hayal âleminde serbestçe dolaşarak oluşturan
ütopik sosyalistlerin aksine Marx geleceği, geçmişe ve dolayısıyla da bu
geçmişe içkin hem çeşitli olasılıklara hem de başat eğilimlere bağlayan içsel
ilişkileri asla koparmaz. Görüldüğü üzere Marx geleceğin ayrıntılı bir
taslağını sunuyor değildir çünkü zaten böyle bir taslağa sahip olmasına bizzat
kendi yöntemi izin vermez. (3)
Yukarıda sunulan akıl yürütme sırasını yeniden ifade
etmek önemli: Marx konumlanma noktası olarak bugünü alıp, geçmişe buradan
bakmakla işe başlar (yani sonuçtan başlar önkoşula doğru ilerler). Daha sonra,
bu kez ilk adımda açıklığa kavuşturulmuş geçmişteki bağlarını da içeren bugünü
yine bir konumlanma noktası yaparak gelecekteki belirli bir safhayı ileriye
doğru tasarımlar (yani sonucun bir kısmından öteki kısmına hareket eder). Son
olarak da tasarladığı geleceği bir konumlanma noktası olarak benimseyip buradan
geçmişteki bağlarıyla birlikte düşünülen bugünü inceler (yani sonuçtan önkoşullara
doğru gider). Bugün, kendi geçmişinden kaynaklanan birbiriyle etkileşimli
süreçlerin oluşturduğu bir sistem olarak görülmediği takdirde, onda hiçbir
gelişme emaresi görülmeyecektir. Ve Marx, akıl yürütmesinde son bir adım
olarak, bugüne dönüp bakmak için geleceği bir konumlanma noktası olarak
benimsemeseydi, geleceğin Marx’ın yazılarındaki gibi minimal bir düzeyde bile
kendini göstermesi mümkün olmazdı. Paradoksal olan şu ki Marx’ın attığı işte bu
son adım aynı zamanda onun kapitalist bugüne ait analizini de tamamlar. Marx’ın
geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki ilişkiyi önkoşul ve sonuç arasındaki
etkileşimin bir parçası olarak değerlendirmesinin temel getirisi kapitalist
üretim tarzının tarihsel hareketini, onun organik hareketini yok saymaksızın
veya önemsiz görmeksizin çalışmasının amaçlarına uygun bir şekilde mercek
altına almasının mümkün hale gelmesidir.
Bunun da ötesinde, bugüne bakarken onun henüz
gerçekleşmemiş gelecekteki potansiyelini bir konumlanma noktası olarak almak
kapitalist bugüne bir sıçrama tahtası olma payesini kazandırır. Bir şeye
ulaşmış olma hissi bizi, tarihsel sürecin ortasındaki bir yerden başka bir yere
gitme, burayı ve şimdiyi tamamen farklı bir gelecek için yeniden inşa etme
olgularına karşı daha uyanık ve son derece duyarlı kılar. Böylelikle bu farklı
bir gelecek projesi ve bu projenin bir parçası olan arzularımız bilincimizde,
sınıf bilincinde daha geniş bir yer edinir. Bu bakımdan, Marx’ın bugüne dair
gelecek odaklı çalışmalarının güncelliği, bizzat bu çalışmalarda gösterilen
gelecek gittikçe daha gerçekçi bir olasılık haline geldikçe daha da artacaktır.
Notlar
1- Artsüremli, yani zamansal anlamda sıraya dizilmiş
şekilde, -çev.
2- fait accompli: “asla geri döndürülemeyen”. -çev.
3- Öte yandan komünizmin neye benzeyeceğine ilişkin
önemli ölçüde bilgiyi Marx yazıları arasına serpiştirmiştir. Bu yorumlara dayanılarak
yapılan bir yaşamın yeniden inşası denemesi için bkz. Ollman, 1979, 48-98.
Kaynak: Bertell Ollman, “DİYALEKTİĞİN DANSI: Marx’ın Yönteminde Adımlar”, İngilizceden
Çeviren: Cenk Saraçoğlu, Yordam Kitap, 3. Basım: Ekim 2011.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.