Metin Çulhaoğlu’nun, 2012
yılının Eylül ayında düzenlenen Bilim
Üzerine Marksist Tartışmalar Sempozyumu'nda sunulmuş bir yazısını
paylaşıyoruz.
MARKSİZM:
BİLİMSE, NEREDE VE NASIL?
Metin
Çulhaoğlu
Bu kısa yazı, Marksizm’in
“bilimselliği” ya da aynı zamanda “bir bilim oluşu" ile ilgili kimi temel
noktaları ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Başlarken belirtmek
gerekirse, yazı, hemen ilk adımda tanımlanan bir “bilim anlayışından”
Marksizm'e yönelmeyip Marksizm'in kendisinden yola çıkarak bu öğretide nelerin
“bilim” ve “bilimsel” olduğuna işaret eden bir kurguya sahiptir.
“Sosyalizm” ve “bilim”
sözcükleri özellikle Türkiye'de çeşitli eşleştirmelere konu olduğundan, kimi
temel kavramlara ve yaklaşımlara baştan açıklık getirilmesi yararlı olacaktır.
BİLİMSEL
SOSYALİZM
Bir kere “bilimsel
sosyalizm" dendiğinde bundan doğrudan doğruya ve yalnızca Marksizm
anlaşılmalı, bu kavramı kullananlar da eğer özel olarak Marksizm'i
kastetmiyorlarsa “bilimsel sosyalizm” nitelemesinin herhangi bir anlamı
olmadığını bilmelidirler.
Daha açık söylenirse,
"bilimsel sosyalizm" diye genişçe bir kategoriden söz edip sonra
Marksizm'i bu geniş kategori içinde bir “ekol”, “damar" vb. olarak
görmenin herhangi bir temeli yoktur. Bilimsel sosyalizmden söz edilecekse,
bunun Marksizm'den başka bir karşılığı olamaz. Bir adım daha atalım:
Marksizm'in bilimselliği 1)
(diyalektik ve) tarihsel maddecilik ve 2) kapitalist üretim tarzının
çözümlenmesi şeklinde tanımlanabilecek iki alana ilişkindir. Bunların ötesine
geçen "bilimsellik" arayışlarının anlamlı olmadığı söylenmelidir.
Kastedilen, şudur:
Genel olarak
"sosyalizm" dendiğinde, kuşkusuz az önceki iki alanla ilişkili, ancak
onların dolayımlı uzantısı sayılabilecek "siyaset",
"örgütlenme", "öncülük", "ittifaklar",
"devrim", "sosyalizmin kuruluşu" gibi çeşitli başlıklar
karşımıza çıkar. İşte bu başlıklarda ya da alanlarda kendi başına
"bilimsellikten" söz edilemez. Yalnızca, bu başlıklardaki
yaklaşımların ve pratiklerin, Marksizm'in bilimsel yanını oluşturan 1) tarihsel
maddecilikle ve 2) kapitalist üretim tarzının çözümlenmesiyle belirli bir
tutarlılık taşıyıp taşımadığına bakılır. Bundan ötesi, ne mümkün ne de
gereklidir.
Somut bir örnek olarak,
Marksizm'i "bilim" yapan (1) ve (2)'de anlaşan bir öbek düşünelim.
Diyelim bu öbek, söz konusu temellerden ya da ön kabullerden sonra belirli bir
konuda kendi içinde ayrışıyor. Bir kesim işçi sınıfının kurtuluş için bir “öncü
örgüte" ihtiyacı olmadığını düşünürken diğer kesim de böyle bir öncülüğe
mutlaka ihtiyaç olduğunu savunuyor...
İşte bu ayrışmayı “bilimin”
kantarına vurmak mümkün değildir. Çünkü böyle bir ayrışmada ülkenin ve sınıfın
özel koşullarından aydınların ve toplumda öne çıkan kesimlerin öznel “devrim
kurgularına" kadar çeşitli etmenler devreye girecektir ve bu etmenlerin
herhangi bir "bilimsellik" ölçütüne göre değerlendirilmesi mümkün
olmayacaktır.
Bununla birlikte, tersine
örnekler vermek de mümkündür. Sözgelimi, günümüzde sıkça rastlandığı üzere,
"tarihin sonunun geldiğini", "artık işçi sınıfından söz
edilemeyeceğini", "kapitalizmin değişerek başka bir şeye
dönüştüğünü", "günümüzün ekonomik krizlerinin farklı referans
çerçeveleri gerektirdiğini" ileri süren görüşlerin bilimsellik temelinde,
eldeki bilimsel birikime atıflarda bulunarak tartışılmasının önünde hiçbir
engel yoktur.
Sonuçta, sosyalizm
siyasal/toplumsal bir projedir; bu yanıyla "bilim" değildir. Ancak,
bu projenin bilimsel bir temele oturtulmasından söz edilebilir.
Marksizm, bu bilimsel
temeldir.
Sonra, Marksizm'in belirli
bir sınıfın “dünya görüşü" olduğu yolundaki sav da doğru sayılamaz.
Burada, bilimin bir parçası
olduğu ölçüde “yöntem”, dolaylı yoldan da olsa devreye girmektedir.
Eğer Marksizm'den söz
ediyorsak, bu öğretinin ilk oluşum aşamasındaki çıkış noktalarının başında
proletaryanın durumu yer almaktadır. Ancak, Marx'ın düşüncesinin gelişim
sürecine damgasını vuran ardıl soyutlamalar sonucunda ortaya çıkan bütün, bu
kez geri dönerek proletaryayı da içine almıştır. Başka bir deyişle Marksizm,
salt proletaryanın durumundan kalkarak birbirini düz bir çizgide izleyen
çıkarımlarla şekillenen bir öğreti değildir. Kapitalist formasyonda özel olarak
proletaryanın durumundan yola çıkan düşünce, dünyaya, tarihsel gelişime ve
başka olgulara yönelmiş, bu yöneliş sonucunda ulaşılan bütünsellik, yola çıkış
öğesini oluşturan proletaryayı bu kez tarihsel-siyasal bir misyonun merkezine
yerleştirmiştir.
MARKSİZM
VE ÜTOPYACI SOSYALİZM
Eğer Marksizm’in
bilimselliğinden söz ediliyorsa ve bu bilimsellikte “diyalektiğin” de özel bir
yeri varsa, düşüncenin gelişiminde bilimselliği deyim yerindeyse neyin “tahrik
ettiğine”, bilimselliğin neye ilişkin olarak (vis-à-vis) şekillendiği üzerinde
de durulması gerekir.
Bu sorunun yanıtı net ve
tektir: Marx öncesindeki ve Marx'ın kendi dönemindeki eşitlik, özgürlük ve
adalet özlemlerine, kısacası sosyalizm arayış ve anlayışlarına damgasını vuran
ütopyacılık ya da ütopyacı sosyalizm...
Gerek tarihsel maddeciliğin
gerekse kapitalizm çözümlemesinin toplumsal proje-siyaset alanında hem çıkış
noktası hem de sonuç olarak ütopyacı sosyalizmi hedef aldığını, kendini en başta
bu sosyalizm anlayışından ayrıştırdığı ve böyle kurduğu söylenebilir.
Daha önemlisi ise,
Marksizm'in ütopyacı sosyalizm karşısındaki bilimselliğinin düşünsel yaşamda ve
siyasette ileri bir adım olarak güncelliğini bugün de korumasıdır. Çünkü kimi
yerde " Marksizm'e alternatif" olarak kimi yerde de "Marksizm'in
geliştirilip güncelleştirilmesi" adına ütopyacı sosyalizm anlayışları
günümüzde de dolaşımdadır. Bugün sosyalizmle şu ya da bu biçimde
ilişkilendirilmek kaydıyla hangi “radikal demokrasi", "demokratik
özerklik" ve benzeri projeyi alırsanız alın, hepsinin temelinde
kapitalizmin yayılıp soğurucu, "asilime edici", farklı ilişkilere
alan bırakmayıcı temel özelliğini göremeyen "yalıtık adacıklar"
ütopyasını bulabilirsiniz.
BİLİMDEN
PRATİĞE
Eğer "Marksizm'in
bilime yaklaşımı" ya da " Marksist bilim anlayışı" gibi
başlıklardan söz edilecekse, bu anlayışın önce iki ucu reddettiğini söylemek
gerekir:
1. Bilimin, kendi dışından,
kendini kuşatan çevre ve koşullardan bağımsız, kendine özgü bir iç dinamiği olduğu;
2. Bilimin tamamen bir
"toplumsal yapıntı" olduğu, her tür nesnel gerçeklikten bağımsız
olarak bugün böyle yarın başka türlü olabileceği.
Bu iki reddiyenin ardından,
bilimi (Marksizm'de) doğrudan gözlemlenenlerin sınıflandırılması ve sistemleştirilmesinin
ötesinde, gözlemlenenlerin altındaki temel nedenlerin ortaya konulması çabası
olarak tanımlayabiliriz. Bu süreç sonuna kadar götürülmeyip yarı yolda
bırakılırsa, elimizde kalan "ampirizm" olacaktır.
O halde bilimin bize, bizden
bağımsız olarak var olan maddi dünyanın temelindeki yapıya ilişkin bilgi
verdiğini söyleyebiliriz. Şemalaştırmak da mümkündür:
BİLİM
PRATİK
A B C
Kavramlar Sol bölmedekilerin Pratik
Yöntemler (A) zaman içinde müdahale ve
Çözümleme birbirleriyle ve maddi değiştirme
süreçleri dünyayla etkileşimi; bu uğraşı
Teoriler bu etkileşimle birlikte dış
dünyanın
maddi gerçekliğin
giderek
daha doğru ve görece
daha
tam bilgisine ulaşma
Yukarıdaki şema hakkında
birkaç söz söylemek gerekirse;
Marksizm'i, onun eylemliliği
ile birlikte bir bütün olarak alırsak, (A) ve (B) bölmeleri en fazla (C)
bölmesine "bilimsel" bir girişin zemini olabilir; bu bilimsel giriş,
(C) bölmesindeki tüm pratiklerin, edimlerin ve süreçlerin de "bilimsel
olacağı” anlamına gelmez. Evet, (C) bölmesine bilimle girilir, ama bu bölmedeki
fiili süreçler artık bilimi aşar; sonuçta (C) bölmesindeki pratik birikim de
geriye, (A) ve (B) bölmelerine dönerek daha "katıksız" bilim alanını
besler, yeniden şekillendirir.
ORGANİK
BÜTÜNÜN HAREKETİ
Az önce söylenenleri
Marksizm özelinde yinelersek, Marksizm, kendi tarihsel gelişimi içinde insan
toplumunun bilimidir. Ancak, önemli bir not düşmek gerekir: Marksizm'in
bilimsel yaklaşım geliştirdiği "insan toplumu" bireylerin değil,
toplumsal ilişkilerin toplamıdır.
Basit bir örnek verelim:
Bir ailenin, “anne, baba ve
üç çocuk” ile tanımlanması, aile fertlerinin her birinin yaşını, mesleğini,
gittikleri okulu belirterek standart bir aile betimlemesi yapılması mümkündür.
Ancak, aynı aileye Marksist mercekten yaklaşacak olursak burada 5 kişiden
oluşan bir birimin ötesinde, “aile” oluşun onun üyeleri üzerindeki etkileriyle,
üyelerin özelliklerinin ve aralarındaki ilişkilerin "aileye" verdiği
karakterle birlikte devinen bir bütün görürüz.
O halde, Marksizm'in (bir
bilim olarak) nesnesi, şeylerden değil süreçlerden oluşan organik bütünün
hareketi ve değişimidir. "Organik bütün" dendiğinde, bundan çeşitli
düzlemler anlaşılabilir.
Örneğin, “kapitalist
dünya" ya da "dünya kapitalist sistemi" hareket halindeki bir
organik bütün olarak ele alınıp çözümlenebilir ve değerlendirilebilir. Başka
bir deyişle "kapitalist dünya" Marksist çözümlemenin objesi (nesnesi)
olabilir.
İkincisi, özellikle ulus
devlet yapılanmasıyla birlikte (bu yapılanmanın ortaya çıktığı dönemden
itibaren) ülkeler ve gelişimleri de Marksist çözümlemeye elverişli organik
bütünlüğü sunan birimlerdir.
Üçüncüsü, dünyanın ya da
verili bir ülkenin kimi özel tarihsel kesitleri ya da dönemleri de Marksist
çözümlemenin konusu olabilir. Örneğin bu işlem, dünya kapitalizminin 1945'ten
1970'lere kadar olan dönemi ya da Türkiye'nin 1960'tan 1980'e uzanan 20 yıllık
dönemi için gerçekleştirilebilir.
Üç örnekte de, süreçlerden
oluşan organik bütünün hareketi ve değişimi söz konusu olduğu için böyledir.
Önemli ek: Özel uğraklar,
daha dar (birkaç yıllık) tarihsel kesitler söz konusu olduğunda ise, “halen
yaşanmakta olan bir an" ve "ucu açıklık" söz konusu olduğundan
bilimsel çözümleme bir noktadan sonra geçerliliklerinin kanıtlanması mümkün olmayan
varsayımlara ve olasılıklara da açık olmak zorundadır. Buna, “bilimselliğin
seyrelmesi" de denebilir. Zorunlu bir seyrelmedir ve belirli bir
“gestasyon” (hazım) döneminin ardından geriye dönüp bilgi birikimini ve
"bilimsel olanı" zenginleştirecektir.
ÇÖZÜMLEME
SÜRECİ
Marksizm'de "çözümleme
süreci", genellikle sanıldığının tersine en kaba anlamda dış gerçeklikten
soyutlamaya ya da tek başına somuttan soyuta doğru değildir.
Marksist çözümlemede öncelik
ya da ilk çıkış noktası kuşkusuz "duyumsanan nesne"dir. Ancak çözümleme
süreci doğrudan buradan hareketle soyutlamalara yönelmez, “duyumsanan
nesne"den hemen sonra "düşünülmüş nesne" devreye girer. Nedeni
de "duyumsanan nesne"nin bize özü değil ancak biçimi vermesidir. Ünlü
sözde olduğu gibi: “Eğer özle biçim her zaman örtüşseydi, bilime gerek
kalmazdı."
Daha önce "ardıl
soyutlamalardan" söz etmiştik; bundan kastedilen, "düşünülmüş
nesne" şeklinde ifade edilen, yani ham bırakılmayıp “işlenen"
duyumsanan nesnenin birbirini izleyen (ardıl) soyutlamalarla daha soyut, genel
ve kapsayıcı olana taşınmasıdır: Somuttan soyuta...
Ancak, Marksist çözümlemede
bir de "ardil kestirimler" ya da "ardıl yakınlaşmalar"
vardır. Burada da, oluşturulan daha “soyut" bir kurgu ya da model nesnel
gerçekliğe aşama aşama yakınlaştırılarak sınanır: Soyuttan somuta...
Marksist çözümleme, bu iki
yönlü hareketin bütünlüğünden oluşur. Örnek vermek gerekirse, Marx daha “emeğin
değer teorisine" ve "artı değer" kavramına ulaşmadan
proletaryanın tarihsel misyonunu henüz erken yazılarında tespit edebilmişti. Burada,
Hegel'in mirası başta olmak üzere soyuttan somuta bir ilerleyiş söz konusudur.
Değer teorisine ulaşmada ise yola çıkılan "somutluk", kapitalist
toplumun hücresi sayılan meta'dır ve bu yol da somuttan soyutadır.
İki yolun iki ayrı tarihsel
dönem için örneklenmesi yanlış anlaşılmamalıdır. Soyuttan somuta ve somuttan
soyuta olmak üzere iki yol, aynı tarihsel uğrakta, aynı nesnelliğin
çözümlenmesinde de kullanılır.
DOĞA
BİLİMLERİ?
Engels'e göre Marx'ın
düşüncesi iki büyük buluşu getirmiştir: 1. Materyalist tarih anlayışı/tarihsel
maddecilik ve 2. Kapitalizmin özü olarak artı değer sömürüsü.
Gene Engels'e kulak
verirsek, diyalektik materyalizmin uygulama alanları tarih, toplum(lar) ve doğa
olmak üzere üç ayağa oturur. İlk ikisine "tarihsel materyalizm"
diyoruz.
Sistemin, doğa ve doğa
bilimleri için geçerliliği ise, bu alanlarda birikimli ve uzman olanların
tartışacağı bir konudur.
Damadı Paul Lafargue'nin
1890 yılında aktardığına göre Marx bir ara şöyle demiş:
Bilim, egoistçe bir zevk
olmamalı; kendilerini bilimsel çalışmaya verecek kadar şanslı olanlar
bilgilerini en başta insanlığın hizmetine sunmalıdırlar.
Eklenecek söze gerek
yok.