Marksist Araştırmalar [MAR] | Komünizm: Tarihin Çözülen Bilmecesi
Alman Köylüler Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Alman Köylüler Savaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Eylül 2025 Perşembe

Friedrich Engels | Alman Köylüler Savaşı: Özet

1.0 Giriş: 1848 Devriminin Işığında 1525'i Yeniden Okumak

Friedrich Engels'in "Alman Köylüler Savaşı" adlı eseri, 1848-49 Alman devriminin karşı-devrimle bastırılmasının hemen ardından, 1850 yazında kaleme alınmış bir tarihsel analizdir. Bu çalışma, siyasal bir durgunluk döneminde Alman halkına devrimci geleneğini hatırlatma ve geçmişin başarısızlıklarından geleceğin mücadeleleri için dersler çıkarma amacı taşımaktadır. Engels, 16. yüzyıldaki bu büyük toplumsal patlamayı, dönemin dini ve siyasi söylemlerinin ötesine geçerek, tarihsel materyalist bir yaklaşımla ele alır. O, bu yaklaşımıyla, olayların ardındaki gerçek itici güçleri, yani dönemin ekonomik yapısını ve bu yapıdan doğan sınıf mücadelelerini aydınlatmayı hedefler.

Engels, kendi yaklaşımını şu sözlerle açıklar: “...Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, meta ve para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri değil ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım.” Bu perspektif, dini çatışmalar ve siyasi entrikalar olarak görünen olayları, kökenlerindeki maddi çıkarların ve sınıfsal çelişkilerin bir yansıması olarak konumlandırır.

Bu analizin temel tezi, Engels'in Köylüler Savaşı'nı ve Reform hareketini, Almanya'nın feodalizme karşı ilk büyük burjuva devrimi olarak yorumlamasıdır. Bu devrimin motor gücünü köylüler ve kentli halk tabakası (plebejerler) oluşturmuş, ancak Alman burjuvazisinin kararsızlığı ve nihayetinde ihaneti, hareketin örgütsüzlüğü ve yerel düzeyde parçalanmışlığı nedeniyle bu büyük girişim başarısızlığa uğramıştır. Bu sınıf antagonizmalarının kaçınılmaz patlamasını anlamak için, öncelikle 16. yüzyıl Almanya'sının, filizlenen kapitalist gelişim ile kökleşmiş feodal çürüme arasında sıkışıp kalmış çelişkili sosyo-ekonomik manzarasını tahlil etmek gerekir.

2.0 16. Yüzyıl Almanya'sının Sosyo-Ekonomik ve Siyasi Panoraması

16. yüzyıl Almanya'sı, bir yandan sanayi ve ticarette önemli bir canlanma yaşarken diğer yandan derin bir siyasi parçalanmışlık ve ekonomik geri kalmışlık sergileyen çelişkili bir yapıya sahipti. Bu ikilem, toplumsal gerilimleri besleyen ve yaklaşan büyük isyanın zeminini hazırlayan temel dinamikleri oluşturuyordu.

Ekonomik Gelişim ve Sınırlılıklar

14. ve 15. yüzyıllarda başlayan lonca sanayisindeki gelişim, 16. yüzyılda yünlü ve keten dokumacılığı gibi alanlarda yaygınlaşmıştı. Madencilikte Almanlar dünyanın en usta zanaatkârları olarak kabul ediliyor, barut ve matbaanın icadı ise sanayinin gelişimine önemli bir ivme kazandırıyordu. Ticaret yolları genişlemiş, kentlerin büyümesiyle tarım da ortaçağ durağanlığından sıyrılmaya başlamıştı. Ancak bu olumlu tabloya rağmen Almanya, komşularıyla kıyaslandığında belirgin bir geri kalmışlık içindeydi. Tarımı İngiltere ve Hollanda'nın, sanayisi ise İtalya, İngiltere ve Flaman bölgelerinin gerisindeydi. Deniz ticaretinde de Hollandalılar ve İngilizler üstünlüğü ele geçirmişti. Birleşik bir ulusal pazarın ve baskın bir ekonomik merkezin yokluğu, Almanya'yı dağınık ve birbirinden yalıtılmış ekonomik bölgelere ayırıyordu.

Siyasi Parçalanmışlık ve Yerel Merkezileşme

Bu ekonomik parçalanmışlık, siyasi yapının da temel belirleyeniydi. İngiltere ve Fransa'da sanayi ve ticaretin gelişimi ulusal düzeyde bir siyasi merkezileşmeyi zorunlu kılarken, Almanya'da bu sürecin maddi temelleri eksikti. Ulusal bir pazarın olmaması, siyasi merkezileşmenin ulusal düzeyde başarısız olmasına ve gücün yerel düzeyde toplanmasına yol açtı. Merkezileşme, imparatorluk düzeyinde değil, her biri kendi çıkarlarını gözeten prenslerin egemenliğindeki eyaletler düzeyinde gerçekleşti. Feodal imparatorluk gücünü yitirirken, prensler giderek artan bir özerklik kazanarak kendi topraklarında mutlakiyetçi bir iktidar kurma yoluna gittiler. İşte bu ekonomik geri kalmışlık ve siyasi parçalanmışlık zemininde, her biri farklı çıkarlara ve şikayetlere sahip olan karmaşık toplumsal sınıflar şekillenmekteydi.

3.0 Çatışan Çıkarlar: Feodal Toplumun Sınıf Yapısı

16. yüzyıl Almanya'sındaki büyük isyanın dinamiklerini anlamak, feodal toplumun karmaşık sınıf yapısını ve bu sınıfların birbiriyle çatışan çıkarlarını incelemeyi gerektirir. Her bir toplumsal katman, mevcut düzenden farklı şekillerde etkileniyor ve kendi konumunu iyileştirmek için diğerleriyle kaçınılmaz bir mücadele içine giriyordu.

3.1 Prensler: Mutlakiyetçi İktidarın Temsilcileri

Yüksek soylular arasından çıkan prensler, imparatordan neredeyse tamamen bağımsız hareket eden güç odaklarıydı. Kendi topraklarında merkezileştirici bir rol oynayarak küçük soyluları ve kentleri egemenlikleri altına alıyorlardı. Ancak büyüyen saray lüksü, sürekli orduların beslenmesi ve artan yönetim harcamaları, bitmek bilmeyen bir para ihtiyacını doğuruyordu. Bu ihtiyacı karşılamak için halkın üzerindeki baskıyı sürekli artırıyorlardı: ağırlaşan vergiler, yeni dolaylı vergiler, kalp para basma ve hatta adalet sistemini bir gelir kapısı haline getirme gibi yöntemlere başvuruyorlardı. Bu keyfi yönetim, diğer tüm sınıfların tepkisini çekiyordu.

3.2 Soyluluk: Gerileyen Bir Sınıfın Çırpınışları

Orta soyluluk neredeyse tamamen ortadan kalkmış, geriye sadece küçük soylular yani şövalyeler kalmıştı. Piyadenin ve ateşli silahların gelişimi, onların geleneksel askeri önemini ortadan kaldırmıştı. Artan lüks harcamaları karşısında gelirleri yetersiz kalan şövalyeler, varlıklarını sürdürebilmek için iki yola yöneldi: ya prenslerin hizmetine girmek ya da kendi topraklarındaki köylüleri daha acımasızca sömürmek ve yağmacılık yapmak. Bu durum, şövalyeleri hem ruhban sınıfının engin zenginliğine göz diken hem de borçlu oldukları ve ticaret yollarını yağmaladıkları kentlere düşman olan istikrarsız bir güç haline getiriyordu.

3.3 Ruhban Sınıfı (Clergé): Çift Kutuplu Bir Zümre

Matbaanın yaygınlaşması ve ticaretin gelişmesi, ruhban sınıfının entelektüel tekelini kırmış ve bu zümreyi giderek "gereksiz" hale getirmişti. Kendi içinde derin bir bölünme yaşayan bu sınıf iki ana kutuptan oluşuyordu:

• Feodal Hiyerarşi (Aristokratlar): Piskoposlar ve başpiskoposlar gibi yüksek din adamları, aynı zamanda geniş topraklara sahip feodal beylerdi. Halkı aforoz, günah bağışlama ticareti ve ağır vergilerle sömürüyor, bu nedenle halkın derin nefretini üzerlerine çekiyorlardı.

• Plebejer Unsur (Köy ve Kent Papazları): Feodal hiyerarşinin dışında kalan bu kesim, halkın içinden geliyor ve onlara yakın bir yaşam sürüyordu. Düşük gelirli bu papazlar, halkın sevgisini kazanmış ve yaklaşan devrimci hareketin teorisyenlerini ve ideologlarını yetiştirmişti.

Buna ek olarak, Papalığın Almanya'dan topladığı ve Roma'nın lüksü için harcanan vergiler, halk üzerindeki baskıyı artırıyor ve ulusal duyguları güçlendirerek Roma'ya karşı bir tepki doğuruyordu.

3.4 Kentli Sınıflar: Muhalefetin Üç Yüzü

Orta çağ kentlerindeki halk, çıkarları birbirine taban tabana zıt üç ana gruba ayrılmıştı:

• Ayrıcalıklılar ("Eşraf"): En zengin ailelerden oluşan bu yönetici kast, belediye meclisini ve kentin tüm gelirlerini kontrol ediyordu. Tefecilik, keyfi vergilendirme ve komün arazilerini gasp etme yoluyla hem kent halkını hem de çevre köylüleri sömürüyorlardı.

• Burjuva Muhalefeti: Zengin ve orta halli burjuvalardan oluşan bu grup, eşrafın oligarşisine karşı çıkıyor, belediye yönetiminde denetim ve katılım talep ediyordu. Aynı zamanda ruhban sınıfının ayrıcalıklarına ve yaşam tarzına da şiddetle karşıydılar.

• Halk Muhalefeti (Plebejerler): Sınıf dışı kalmış zanaatkârlar, kalfalar, gündelikçiler ve lümpen-proletaryadan oluşan bu en yoksul kesim, yurttaşlık haklarından tamamen yoksundu. Bu grup, feodalizmin çözülmesinin bir ürünü olduğu kadar, modern burjuva toplumunun da ilk habercisiydi. Ancak lonca ayrıcalıklarını korumak gibi gerici talepler de ileri sürebildiklerinden, kırsal kesimdeki köylüler için güvenilmez bir müttefikti.

3.5 Köylüler: Ezilen Büyük Kitle

Toplumun en alt tabakasını oluşturan köylüler, kelimenin tam anlamıyla herkes tarafından eziliyordu. Prensler, soylular, papazlar ve kentli ayrıcalıklılar, onların emeği üzerinden yaşıyordu. Köylülerin üzerindeki sömürü mekanizmaları sayısız ve acımasızdı:

• Serflik ve Angarya: Zamanlarının büyük bölümünü efendilerinin topraklarında karşılıksız çalışarak geçiriyorlardı. Buna ek olarak, beyleri için çilek devşirmek, salyangoz toplamak veya odun kesmek gibi keyfi işlere zorlanıyorlardı.

• Vergiler ve Harçlar: Öşür, harçlar, evlenme ve ölüm vergileri gibi bitmek bilmeyen yükümlülüklerin yanı sıra, beylerinin keyfi olarak koyduğu sayısız vergiye tabiydiler.

• Hakların Gaspı: Ortak kullandıkları otlaklar ve ormanlar keyfi olarak beyler tarafından ellerinden alınıyordu. Hatta beyler, evlenen köylü kızlarıyla ilk geceyi geçirme hakkına (ilk gece hakkı) sahipti.

• Keyfi Adalet: Efendileri tarafından istedikleri zaman hapse atılabiliyor, göz oyma, uzuv kesme gibi zalimce yöntemlerle işkence görebiliyorlardı. Adalet tamamen sömürenlerin kontrolündeydi.

Bu karmaşık ve çelişkili sınıf yapısı, Reform hareketinin başlamasıyla birlikte her bir sınıfın kendi maddi çıkarları doğrultusunda saflarını belirleyeceği üç ana siyasi kampa ayrışmasına zemin hazırladı.

4.0 Reform Hareketi: Üç Büyük Toplumsal Kampın Doğuşu

16. yüzyılda başlayan ve "din savaşları" olarak adlandırılan mücadelelerin özünde dini tartışmalardan çok daha fazlası yatıyordu. Bu çatışmalar, aslında derin maddi sınıf çıkarlarının teolojik bir kılıf altında ifade edilmesiydi. Orta çağda kilise, feodal düzenin ideolojik temelini oluşturduğu için, feodalizme yönelik her ciddi saldırı kaçınılmaz olarak önce kiliseye ve onun dogmalarına yönelmek zorundaydı. Reform hareketi bir katalizör görevi görerek, birikmiş tüm toplumsal muhalefeti serbest bıraktı ve Almanya'daki her sınıfı, belirsizliği terk ederek kendi maddi çıkarlarını en iyi temsil eden kampın sancağı altında toplanmaya zorladı.

Kamp Adı

Temsil Ettiği Sınıflar

Temel Amaçları

Katolik (Gerici) Kamp

İmparatorluk iktidarı, zengin soylular, yüksek din görevlileri, kentli ayrıcalıklılar.

Mevcut feodal düzeni ve kilisenin otoritesini korumak.

Lutherci (Burjuva Reformcu) Kamp

Varlıklı muhalefet unsurları, küçük soylular, burjuvazi, bazı prensler.

Kilise mallarına el koyarak zenginleşmek, Roma'ya bağımlılığa son vermek, imparatorluk karşısında bağımsızlığı artırmak, yasal çerçevede ılımlı bir reform gerçekleştirmek.

Devrimci Kamp

Köylüler ve kentli halk tabakası (plebejerler).

Feodal yükümlülüklerin, soylu ve ruhban ayrıcalıklarının tamamen kaldırılması; toplumsal ve mülkiyet ilişkilerinde köklü değişiklikler.

Orta çağ boyunca görülen "mezhep sapkınlıkları" da aslında bu devrimci muhalefetin erken dönem biçimleriydi. Ancak burjuva mezhep sapkınlığı ile köylü-halk mezhep sapkınlığı arasında temel bir fark vardı. Burjuva muhalefeti esas olarak ruhban sınıfının zenginliğine ve siyasi gücüne karşı çıkarken, köylü ve halk tabakasının sapkınlığı çok daha ileri gidiyordu. Bu hareketler, ilkel Hıristiyanlıktaki eşitlik idealini alıp onu doğrudan toplumsal bir talep haline getiriyorlardı: sadece ruhban ayrıcalıklarının değil, aynı zamanda soyluların, vergilerin, angaryaların ve servet farklarının da ortadan kaldırıldığı bir toplumsal eşitlik istiyorlardı. Bu kampların ideolojik liderleri olan Luther ve Münzer'in karşıtlığı, bu derin ayrışmanın en somut ifadesi olacaktı.

5.0 İdeolojik Liderler: Martin Luther ve Thomas Münzer'in Karşıtlığı

Martin Luther ve Thomas Münzer, sadece farklı teolojik görüşlere sahip iki din adamı değil, aynı zamanda Reform hareketinin içinde doğan ve birbirine taban tabana zıt iki toplumsal sınıfın, yani ılımlı burjuvazinin ve devrimci halkın siyasi ve ideolojik temsilcileriydi. Onların arasındaki karşıtlık, hareketin nihai kaderini belirleyen temel unsurlardan biri oldu.

Martin Luther: Burjuva Reformunun Temsilcisi

Luther'in kariyeri, hareketin evrimini yansıtan bir dönüşüm süreciydi. Başlangıçta, papalığa ve Katolik kilise hiyerarşisine yönelik saldırılarında, kendisinden önceki tüm sapkın mezhepleri temsil etmek ve en kararlı devrimci enerjiyi göstermek zorundaydı. Bu sayede tüm muhalefet unsurlarını kendi etrafında birleştirmeyi başardı. Ancak hareket radikalleşip köylü ve halk kitleleri kendi taleplerini dile getirmeye başladığında, Luther geri adım attı. Halk unsurlarına ihanet ederek soyluların, prenslerin ve burjuvazinin partisine katıldı. Artık "barışçı evrim" ve "pasif direniş" gibi kavramları savunuyor, yasal çerçevede ilerlemeyi salık veriyordu.

Köylüler Savaşı patlak verdiğinde, Luther önce arabuluculuk yapmaya çalıştı. Fakat isyan yayılıp kendi destekçisi olan prenslerin otoritesini tehdit etmeye başlayınca, tavrını tamamen değiştirdi. Köylülere karşı en acımasız önlemlerin alınması çağrısında bulundu ve onların vahşice bastırılmasını savundu. Bu ihanetini, “Eşeğe gereken yem, yük ve kırbaçtır” sözüyle özetleyerek, isyancı kitlelere duyduğu nefreti açıkça ortaya koydu. Engels, Luther'in bu tavrını, 1848-49 devriminde proletaryanın talepleri karşısında korkuya kapılarak gerici feodal güçlerle birleşen liberal Alman burjuvazisinin tavrına benzetir.

Thomas Münzer: Halk Devriminin Peygamberi

Thomas Münzer ise halk devriminin uzlaşmaz lideriydi. Onun teolojik-felsefi öğretisi, sadece Katolikliğe değil, Hıristiyanlığın temellerine yönelik bir saldırı niteliğindeydi. Aklı "kutsal ruh" olarak tanımlayan ve panteizme (hatta ateizme) yaklaşan bir düşünce sistemi geliştirdi. Ona göre "tanrının krallığı" öteki dünyada değil, yeryüzünde, insanlar tarafından kurulmalıydı.

Münzer'in siyasi programı, teolojisinden bile daha radikaldi. Engels'in ifadesiyle, bu program komünizme yaklaşıyordu: “Münzer’e göre tanrı krallığı, orada artık hiçbir özel mülk... bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi... tüm çalışmalar ve tüm mallar ortaklaşa olmalı ve en tam bir eşitlik hüküm sürmeliydi.” Bu programı hayata geçirmek için sadece vaaz vermekle kalmadı, aynı zamanda gizli bir dernek örgütleyerek ve sürekli ajitasyon yaparak halkı ayaklanmaya hazırladı ve savaş başladığında ona aktif olarak önderlik etti. Bu iki liderin temsil ettiği derin ideolojik ve sınıfsal kopuş, yalnızca bir fikir ayrılığı değil, aynı zamanda Köylüler Savaşı'nın seyrini ve trajik sonucunu derinden etkileyecek iki farklı devrim projesinin çatışmasıydı.

6.0 Alman Köylüler Savaşı: Ayaklanmanın Seyri ve Başarısızlık Nedenleri

1525'teki büyük toplumsal patlama, aniden ortaya çıkan münferit bir olay değildi. Kökleri, 15. yüzyılın sonlarından itibaren Almanya'nın çeşitli bölgelerinde patlak veren sayısız yerel köylü isyanına ve gizli örgütlenmeye dayanıyordu. Bu erken dönem direnişleri, büyük savaşın habercisiydi ve halk arasındaki birikmiş öfkenin somut göstergeleriydi.

Ayaklanmanın Kökenleri ve Yayılışı

1525 öncesinde, Bundschuh (Köylü Çarığı) ve Yoksul Konrad gibi isimler altında faaliyet gösteren gizli köylü dernekleri, direnişin fitilini ateşlemişti. Bu örgütlerin programları oldukça radikaldi: serfliğin kaldırılması, kilise mallarına el konulması ve imparator dışında hiçbir efendinin tanınmaması gibi talepler etrafında birleşiyorlardı. 1524'te başlayan sistemli ayaklanmalarla birlikte savaş yeni bir evreye girdi. Thomas Münzer'in etkisi bu süreçte belirleyici oldu. Ayaklanmadan önceki beş ay boyunca güney Almanya'da yürüttüğü ajitasyon turuyla devrimci din adamlarını örgütlemiş ve gizli derneğini güçlendirerek isyanın ideolojik ve örgütsel zeminini hazırlamıştı. Hareketin en kararlı unsurları onun takipçileriydi. Münzer'in Mülhausen'de iktidarı ele geçirerek "ölümsüz konsey" başkanı olması ve malların ortaklığını ilan etme girişimi, savaşın ulaştığı en radikal noktayı temsil ediyordu.

Başarısızlığın Temel Nedenlerinin Analizi

Engels, yenilgiyi isyancıların cesaret eksikliğine değil, eyaletlere bölünmüş ve örgütsüz bir köylü sınıfının, feodal devletin merkezi askeri gücüyle karşılaştığında ortaya çıkan ölümcül yapısal zayıflıklara bağlar. Karşılarındaki feodal güçlerin örgütlü orduları karşısında, köylülerin ve müttefiklerinin zafer kazanmasını engelleyen temel faktörler şunlardı:

• Ulusal Eylem Birliğinin Olmayışı: Kentli burjuvalar, köylüler ve plebejerler gibi muhalif güçler arasında ortak bir strateji ve eşgüdümlü bir hareket oluşturulamadı.

• Yerellik ve Parçalanmışlık (Partikülarizm): Ayaklanmalar, ulusal bir karakter kazanmak yerine yerel ve birbirinden yalıtık kaldı. Her bölgedeki köylü grubu, öncelikle kendi beyine karşı savaştı ve diğer bölgelerle etkili bir bağ kuramadı.

• Örgütlenme Zayıflığı: Köylü orduları, toplam köylü nüfusunun çok küçük bir kısmını temsil ediyordu. Karşılarındaki prenslerin, soyluların ve kentlerin birleşik ve örgütlü gücü karşısında askeri ve lojistik olarak yetersiz kaldılar.

• Burjuvazinin İhaneti: Hareketin en kritik anında, ılımlı burjuva kesim ve onların ideolojik lideri Luther, devrimci halktan koparak prenslerin safına geçti. Kendi sınıfsal çıkarları, feodal düzenin tamamen yıkılmasından çok, bu düzen içinde prenslerle uzlaşmayı gerektiriyordu. Bu ihanet, isyanın ezilmesinde belirleyici bir rol oynadı.

Savaşın bu nedenlerle trajik bir yenilgiyle sonuçlanması, Almanya'nın toplumsal ve siyasi yapısının nasıl yeniden şekilleneceğini belirleyecek ve ülkenin kaderini sonraki yüzyıllara taşıyacaktı.

7.0 Sonuçlar: Prenslerin Zaferi ve Almanya'nın Pekişen Parçalanmışlığı

Alman Köylüler Savaşı, ona katılan sınıfların ezici çoğunluğu için tam bir bozgunla sonuçlandı. Ancak bu kaos ve yıkımdan mutlak bir zaferle çıkan tek bir güç vardı: Prensler. Savaş, Almanya'nın siyasi haritasını yeniden çizerek, yerel merkezileşmeyi pekiştirdi ve ulusal birliğin önündeki engelleri daha da sağlamlaştırdı.

Kazananlar ve Kaybedenler

• Din Adamları (Clergé): Manastırlarının yakılması ve mallarının yağmalanmasıyla savaştan en ağır darbeyi alan zümre oldular. Savaş, kilise mallarının laikleştirilmesi sürecini hızlandırdı, ancak bu laikleştirme halkın değil, prenslerin yararına oldu.

• Soyluluk (Nobility): Küçük soyluların durumu iki aşamada kötüleşti. Önce 1522'de, prenslere karşı kendi "imparatorluk reformlarını" dayatmak için başlattıkları isyan başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından gelen Köylüler Savaşı, şatoları yıkılan ve askeri olarak ağır darbe alan soyluların kaderini mühürledi ve onları hayatta kalabilmek için tamamen prenslerin koruması altına girmeye zorladı.

• Kentler: Kentlerdeki ayrıcalıklı "eşraf" kesimi, halk muhalefetini bastırarak kendi egemenliğini pekiştirdi. Ancak kentler bir bütün olarak, artan oranda prenslere bağımlı hale gelerek siyasi özerkliklerini kaybettiler.

• Köylüler: Savaşın en büyük ve trajik kaybedenleri oldular. Yeniden efendilerinin egemenliği altına girdiler ve savaştan önceki yükümlülükleri eskisinden daha da ağırlaştı. Devrimci girişimleri, üzerlerindeki baskının katmerlenmesiyle sonuçlandı.

Mutlak Kazanan: Prensler

Prensler, bu süreçten tek kazançlı çıkan güç olarak sivrildi. Diğer tüm sınıfların zayıflamasından faydalanarak kendi iktidarlarını mutlaklaştırdılar. Kilise mallarını kendi adlarına laikleştirdiler, soyluluğu siyasi olarak kendilerine bağladılar ve hem kentlere hem de köylülere yükledikleri ağır savaş vergileriyle hazinelerini doldurdular. Savaşın nihai sonucu, Almanya'nın siyasi parçalanmışlığını azaltmak yerine daha da derinleştirmesi ve pekiştirmesi oldu.

8.0 Genel Değerlendirme: Engels'in Tarihsel Dersi ve 1848 Paraleli

Friedrich Engels'in 16. yüzyıl Alman Köylüler Savaşı üzerine yaptığı analiz, yalnızca geçmişe dönük bir tarih çalışması değildir. Bu eser, aynı zamanda kendi çağına, özellikle 1848-49 Alman devriminin yenilgisine yönelik güçlü bir politik eleştiri ve tarihsel bir ders niteliği taşır. Engels, iki devrim arasında çarpıcı paralellikler kurarak, tarihin tekerrür eden dinamiklerine dikkat çeker.

Engels'in 1525 ve 1848 devrimleri arasında kurduğu temel benzerlik, her iki olayda da kent burjuvazisinin oynadığı roldür. Tıpkı 16. yüzyılda Luther'in ve ılımlı burjuvaların köylü-halk hareketinden korkarak prenslerin safına geçmesi gibi, 19. yüzyıl Alman burjuvazisi de proletaryanın devrimci potansiyelinden ürkmüştür. Özellikle Paris'teki 1848 Haziran işçi ayaklanması, Alman burjuvazisine kendisini neyin beklediğini göstermiş ve onu, feodalizme karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmek yerine, proletaryaya karşı gerici güçlerle (krallık, soyluluk, bürokrasi) ittifak kurmaya itmiştir. Her iki devrimde de burjuvazi, kararsız, korkak ve nihayetinde devrime ihanet eden bir karakter sergilemiştir.

Bu tarihsel karşılaştırmadan çıkan ana sonuç açıktır: Feodalizme ve gericiliğe karşı başarılı bir devrimci mücadele, ancak ezilen tüm sınıfların (16. yüzyıl için köylüler ve plebejerler, 19. yüzyıl için proletarya) çıkarlarını samimiyetle temsil eden, kararlı ve merkezi bir önderlik altında birleşmesiyle mümkündür. Burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarları, onu devrimin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak karşı-devrimin safına itmektedir. Sonuç olarak, Engels'in "Alman Köylüler Savaşı", tarihsel olayların ardındaki maddi sınıf çıkarlarını anlama ve devrimci hareketlerin iç dinamiklerini çözümleme konusunda tarihsel materyalist perspektifin gücünü gösteren klasik bir eser olma özelliğini korumaktadır.


1 Haziran 2025 Pazar

Alman Köylüler Savaşı'nın 500. Yıldönümü

"HAYDİ, HAYDİ, ATEŞ HALÂ SICAKKEN!"

Holger Teschke

Çeviri: Doğan Ağrı

MAR notu: Almanca günlük sosyalist gazete "Junge Welt"te, 15. 05. 2025 günü yayınlanmıştır.

Solda: Thomas Müntzer, sağda: Martin Luther

Thüringen'deki isyancı köylülerin vaizi ve önderi Thomas Müntzer, Eylül 1524'te Martin Luther'e gönderdiği "Sebebi Çok Bir Savunma" başlıklı bir mektubunda, "Asillerin bizzat kendileri, yoksul adamı kendilerine düşman haline getirdiler", diye yazmış, "Soylular, isyanın sebeplerini ortadan kaldırmak istemiyorlar. Bu gerçeği, daha ne kadar görmezden gelecekler? Bunu sorduğumda, bir asi sayılıyorum, öyle mi? O halde, ben bir asiyim!", diye devam etmişti. Thomas Müntzer'in, "Wittenberg Şatosu'nun ruhsuzlaşmış, semirdikçe eti de yumuşamış sahte hekimi" diye alay ettiği Martin Luther ile ortaklıkları, işte bu mektuptan sonra tam anlamıyla kopacaktı. (Müntzer burada, soylu sınıflarla uzlaşıp Wittenberg şehrinde bir dükün korumasına sığındıktan sonra, Luther'in gerçekten çok aşırı kilo almasıyla alay ediyor -çn).

Martin Luther’in buna tepkisi ise, çok gecikmeyecekti. Luther'in daha Ocak 1522'de yazdığı "isyan ve ayaklanmadan sakınmaları için tüm Hristiyan müminlere 'Naçizane Bir Uyarı'"sından sonra, bu sefer Mayıs 1525'te Saksonya ve Thüringen'de baş gösteren köylü ayaklanmalarına yönelik kaleme aldığı "soyguncu ve katil köylü sürülerine karşı" başlıklı çağrısında, başka şeylerin yanında, "Şimdi, şu anda, hemen derhal, alenen veya gizli, öldürün, boğun, doğrayın! (…) Siz ki soylu beylersiniz, can alın, kelle vurun, nefes kesin! Eğer bu yolda siz de ölürseniz, ne mutlu size! Çünkü, bundan daha mübarek bir ölüm asla yoktur!", demişti. Bu sözleriyle Luther, aslında, soylu ordularının ve onların paralı askerlerinin az ileride işleyeceği katliamları, bir çırpıda tanrısal bir haklılık seviyesine çıkarmış ve "Mühlhausen'li Büyük Şeytan" dediği Müntzer'i, hedef tahtasının tam ortasına çakmış oluyordu. İyi ama, başlarda müttefik olan bu iki kişi arasındaki yol ayrımı, nasıl oluşmuş ve bu ayrışmanın öncesinde neler yaşanmıştı?

- Bir Çobanın Rüyası

Aslında, bütün bunlardan çok önce, 1476 yılının baharında, daha sonra "Niklashausen'in Kavalcısı" diye bilinecek olan Hans Böhm adındaki 18 yaşında genç bir çoban, Würzburg Piskoposluğunda ilk büyük halk hareketini başlatmıştı. (Çoban Hans, gittiği her köyde -çn), tanrının annesi Meryem'in, birgün kendisine göründüğünü ve Kutsal Anne'nin ona, bütün insanların tanrı katında eşit olduğunu söylediğini vaaz ediyordu. Bu vaazlara göre, artık ne papanın ne imparatorun ne de soylu aristokrasinin egemenliği meşru değildi ve onlara yapılan zorunlu vergilerin ve mecburi hizmetlerin ortadan kalkması gerekiyordu. Rüyasının kutsi vizyonuyla Hans Böhm, küçük bir kasaba olan Niklashausen'deki mütevazi Maria Kilisesi'ne (Meryem Ana Kilisesi -çn) bu inançla hac ziyaretine gelecek herkesin, tüm günahlarının bağışlanacağına dair yemin ediyordu. Bu çağrıyı, sadece üç ay içinde, Bavyera, Şvabya, Türingiya ve Saksonya'dan 70 bini aşkın kişinin takip ettiği belirtilmektedir.

İşte, bu hiç beklenmedik köylü halk hareketi, Würzburg Piskoposluğu arşidük Prensi Rudolf von Scherenberg'i, bir anda derin kaygılara gark eder. Bunun üzerine prens, 12 Temmuz 1476'da henüz yeni yeni filiz vermekte olan bu halk hareketinin arkasındaki beyin takımını ele geçirmek için, genç çobanı şatosuna kaçırtıp işkence ettirir. Fakat, genç Hans Böhm'ün ağzından, sadece Meryem Ana'nın dediklerine göre davrandığını söyleyen sözlerden başka bir kelime çıkmaz. Hans Böhm'ün, karizmatik ama zararsız biri olduğuna kanaat getiren Piskoposluk prensi Rudolf, onun takipçilerini korkutmak ve pişman etmek amacıyla, bu sefer bir karalama kampanyasına başvurur. Genç vaiz çobanı, (kilise aristokrasisinin fetvaları yoluyla -çn) kafir ve sapkın olarak damgalatır ve onun işkence edildiği şatonun önünde ona dua ederek bekleşen hacıların üzerine atlı süvarilerini salar. Bununla kalmayıp, Hans Böhm'den hiçbir iz ve hatıra kalmaması uğruna, hac için gelinen Meryem Ana Kilisesi'ni bile yakıp yıktırır.

Kendince, Hristiyanlığın ilk doğuş zamanlarının ulvi mesajlarını vaaz eden genç çobanın söylediklerini kafirlik ve sapkınlık olarak tüm şeytanlaştırma çabalarına rağmen, onun hatırası, daha uzun yıllar boyu canlı kalır. (2. dünya savaşı sonrası Batı Almanya sinemasının ünlü yönetmenlerinden -çn) Rainer Werner Fassbinder, Hans Böhm anısına 1970 yılında çektiği ve Michael König ile Hanna Schygulla'nın başrollerinde oynadıkları "Niklashauser Fart" adlı bir filminde sorduğu, bu halk hareketinin neden ortaya çıktığına ve neden başarısız olduğuna ilişkin sorularla, aslında günümüz Federal Almanya Cumhuriyeti'ni anla(t)maya çalışmıştı. Aynı şekilde, heykeltıraş Heinrich Schreiber'ın, vaiz Hans Böhm'ün 19 Temmuz 1476'da diri diri yakıldığı Würzburg'daki Schottenanger Meydanı için 2001'de yaptığı anıt, günümüzde de onun hatırasını vadetmektedir.

Hans Böhm'ün katledilmesinden 40 yıl sonra bile, zamanın ruhani ve dünyevi muktedirleri, dini, kilise vaazlarından ve ritüellerinden ibaret görmeyen çoban Hans'ın ardıllarına karşı, aynı nefret ve şiddetle halâ yakıp yıkmaya ve öldürmeye devam edeceklerdi. Hans Böhm'ün ölümünden sonra, hem köylüleri etrafına toplayarak 1501-1517 arasında isyana kalkan, ama her defasında Speyer Piskoposluğu'nun ölüm fermanlı takibatlarını atlatan Joß Fritz'in "Bundschuh" adıyla bilinen isyanı (Joß Fritz, 1470-1525, zamanın bir köylü isyanı önderi -çn), hem de 1514'te Württemberg Dükalığı'nda başgösteren "Yoksul Conrad" isyanı, acımasızca ezildi. Kendi zamanının bu ölümlü ve kanlı takibatlarını bilmesine rağmen, Mayıs 1520'de Thomas Müntzer, İsa'nın "Bergpredigt"inden ("Dağdaki Vaaz". Matta İncili'ne göre, İsa'nın, bir tepenin üstünde yaptığı bir vaaz. Ayrımsız bütün insanlara "sevgiyle" konuştuğu söylenen İsa'nın bu vaazıyla, monoteizm -burada Yahudilik-, yerel ve kavmi niteliğinden sıyrılır, evrensel ve külli içerikler almaya başlar -çn) esinle, o sırada ortaklık ettiği Martin Luther'in tavsiyesi üzerine gittiği Zwickau şehrinde, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik müjdelemeye başlamıştı.

Şehre gelişinden bir yıl sonra, Zwickau Şehir Meclisi, Müntzer'i Zwickau'dan sürme kararı alınca, bunun üzerine Müntzer, bir gezgin rahip gibi, Prag ve Halle şehirleri üzerinden yaptığı bir yolculuğun ardından, 1523 Paskalyasında Saksonya'nın Allstedt şehrine geldi ve burada, yine bir tavsiye üzerine, Johannis Kilisesi'nin papazlığını üstlendi. Buradaki papazlığı altında Müntzer, ayin ve vaazların Latince yapılmasına son verdi, bütün din ve kilise işlerini Almanca yapmaya başladı. Bununla kalmayıp, geleneksel bir sürü Katolik bayram ve yortu günlerini kaldırdı. Ona göre müminler, (araya hiçbir aracının girmesine gerek olmadan -çn) tanrının sözlerini ve İncil'in gerçek mesajını anlayabilir, (tanrı ile onların arasına girmiş -çn) ruhani ve dünyevi muktedirlerin keyfi idaresi altındaki hayatlarının, bu kutsal mesajlardan ne kadar uzak ve günahkâr hale geldiğini, ancak böyle kavrayabilirlerdi.

Müntzer, hem kendi yazdığı "Alman Evanjelik Ayini" (Katolik kilisesine karşı protestan kilisesi olarak oluşan yeni Hristiyan mezhep, Almanya'da kendisi için "Protestan" sözcüğünden ziyade, "evanjelik" sözcüğünü kullanır. "Evanjelizm" ise, İncil'in ilk yazılıp kitaplaştırıldığı dillerden biri olan Yunanca kökenlidir ve "Tanrı Müjdesi" anlamına gelen "evangelion" sözcüğünden gelir. Bu sözcükle, Hristiyanlığın "ilk ve bakir" dönemlerine atıf yapılarak, tanrıya imanın, sonradan oluşmuş kurumsal kilise hiyerarşisine değil, doğrudan İsa'ya ve onun müjdelerini "kutsal kitaba" dökmüş ilk havarilere dayanması gerektiği kastedilmiştir. Böylece Katolik kilisesinin ve ona bağlı Katolik kralların feodal hegemonyası reddedilerek, şimdiye kadarki sosyal ve siyasal egemenlik ilişkilerinin yıkılması amaçlanmıştır -çn) adlı kitabını, hem de Luther'in (az ileride Wittenberg prensine sığındıktan sonra -çn) geri çekip yazdığını inkâr edeceği "Alman Kilise Düzeni" adlı kitabını, Allstedt şehrinde bir matbaada bastırarak bir Protestan liturjisinin oluşmasının başlangıcını yapmış oldu. (Liturji: Hıristiyanlıkta, ayin ritüellerinden, dinsel kurallara, hutbe ve kilise müziklerinden, müminlerin günlük jest ve davranışlarına kadar, iman etme ve onu göstermeyle ilgili ne varsa, uhreviyet hakkında oluşmuş bütün dinsel literatür -çn). Bu korkusuz papaz, daha sonra Allstedt şehrinde, bulunduğu manastırdan kaçarak buraya sığınmış rahibe Ottilie von Gersen ile evlendi ve bir yıl sonra çiftin bir oğlan çocukları oldu.

Solda: "Köylü Savaşları'nın 500. Yılı" başlıklı bir seminer ve film etkinliğinin duyuru afişi, sağda: Orta çağda toprak serflerini ve toprak beylerini gösteren bir illüstrasyon

- "Yoksa, Tanrı Sizi Kendi Elleriyle Kırbaçlayacaktır!"

Müntzer, Allstedt şehrine sığındıktan sonra da kilise ve soylular tarafından makam ve gücün kötüye kullanılmasına karşı vaazlar vermeye, dur durak ve yorgunluk bilmeden devam etti. Fakat, 13 Temmuz 1524'te, Saksonya Dükü Johann'ın şatosunda, dükün veliaht oğlu Johann Frederick ve Dükalık Şansölyesi Dr. Brück'ün önünde verdiği "Prense Vaaz" adlı konuşmasının etki ve sonuçları, çok daha farklı boyutlara varacaktı. "Siz efendilerimiz" diye değil, "sen" diye hitap ettiği soylu dinleyicilerine Müntzer, "Her birinize sesleniyorum, Saksonya'nın değerli babaları, Evangelium (burada, "tanrının müjdesi" anlamında -çn) yolunda daha fazla cesaret gösterin. Aksi halde Tanrı, sizleri kendi elleriyle kırbaçlayacaktır!'" diyordu, şatonun şapelinde toplanmış soylu aristokratlara. (Thomas Müntzer, sadece toprak kölesi sıradan köylülere yönelik değil, Katolik Papalıktan ve onun inayeti altındaki Katolik Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'ndan bağımsızlaşmak isteyen daha alt kademedeki soylu kesime yönelik de vaazlar veriyordu -çn).

(Şapel: Latince "capella". Capella, aslında Latince bir tür "pelerin" anlamına gelen "cappa" isim kelimesinin Latince sıfat halidir. Daha antik Roma zamanında, imparatorun bodyguardlarının zırhları üstüne geçirerek giydiği hayvan derisinden yapılmış bir koruyucu giysinin de adı olan "cappa", Avrupa Hristiyanlığındaki dinsel anlamını, 4. yüzyılda kıta Avrupa'sının ilk manastırını kuran "Aziz Martin"den (d. 316-ö. 397) sonra bulmuştur. Hıristiyanlığa geçmeden önce kendisi de pagan bir imparator bodyguardı olan "Saint Martinius"un din değiştirdikten sonra da giymeye devam ettiği, kukuletalı, ip kemerli ve torba gibi kafadan vücuda geçirilen geniş ve bol, ama gösterişsiz, sade "cappa"sına bir tür tanrısal koruyuculuk atfedilerek, buradan, müminleri esirgeyen ve koruyan tanrının evi "şapel" türetilmiştir. Aziz Martin'den sonra, onun gibi dünya nimetlerinden el çekmiş halde asketik yaşayan ve kendilerine esirgeyici bir görünüm veren "cappa"ları içinde, gittikleri yerlerde toprak kölesi köylülerden kilise ve manastır cemaatleri oluşturarak Hristiyanlığın öğretilerini yayan pek çok misyoner gezgin kilise papazı, "cappa" giymeyi, aziz bir dinsel adet ve imana adanmışlığın alameti farikası haline getirdiler. Hıristiyanlıktaki pek çok "aziz" ve ermişin aksine, eceliyle ölen Avrupa Hristiyanlığının ilk kilise babası Aziz Martin'in taşıdığı "cappa" ise, antik Roma'yı yıkan Germen kavimlerinin Frank soyundan Merovin hanedanlarınca, Antik Roma'nın yıkılışından yüzyıllar sonra 8. Yüzyıl'da Avrupa'da güç bela yarım yamalak kurulan ilk imparatorluğun başlıca uhrevi nişanesi olarak kabul görüp kutsanmış, böylece bu kavimler, nihayet Roma Katolik Kilisesi'nin hiyerarşisine tabi olmuştur. Almanca'ya da "Kapelle" şeklinde geçen "capella", İslam’da mescite denk düşen küçük veya burada, şato ve köy gibi, sadece o yerin müminleri için küçük kilise -çn).

Müntzer, alt kademe soylularına, "Unutmayın, sizler toprağı kılıçla değil, Tanrı'nın gücü ve inayetiyle elde ettiniz. (…) Bizler gibi İsa Mesih'e inandığını söyleyen siz prensler, şimdi dürüst ve tutarlı biçimde buna uygun davranmalısınız. Şayet bunu yapmazsanız, kılıçlarınız elinizden alınacaktır. Çünkü böyleleri, lafta tanrıya inanır görünürler, ama gerçekte onu inkâr edenlerdir." diyordu. Oysa, soylu ve ruhani sınıfların, iktidarlarının, ancak tanrının inayetine göre davranırlarsa meşru olduğunu ve yaptıkları ikiyüzlülüklerle bunu bozduklarını duymaya, en ufak bir tahammülleri, o zamanda da yoktu.

Burada yaptığı vaazını, Kurfürst'ün ("Kurfürst", Türkçe "Arşidük". Almanca'da, kendi aralarından birisini kral veya imparator olarak seçecek oy yetkili dük, herzog, prens veya krallardan oluşan bir tür asiller meclisinin üyesi üst kademe soylular -çn) izni olmadan Müntzer'in bastırıp yaymaya cüret etmesi, Saksonya'lı soyluların gözünde, bardağı taşıran son damlaydı. Bunun üzerine, şimdi de Allstedt'ten sürülen Thomas Müntzer, Ağustos 1524'te sığındığı Thüringen Dükalığı'ndaki Mühlhausen şehrine sığınmak zorunda kaldı. Çok geçmeden burada da Protestan vaiz Heinrich Pfeiffer ile birlikte "On bir Mühlhausen İlkesi"ni yazdıktan ve ayrımsız herkes için eşit haklar talep ederek, şehir valisinin devrilmesini istediği "Tanrı'yla Ebedi Birlik" örgütünü kurduktan sonra, Eylül 1524'te oradan da kovuldu.

Bu son sürgünün ardından Müntzer, Luther'e karşı "Sebebi Çok Bir Savunma" başlıklı mektubunu yazdığı Nürnberg şehri üzerinden, Renanya bölgesindeki Waldshut civarında ayaklanmalar olduğuna dair haberlerin geldiği güneye doğru devam etmesine rağmen, bir köyüne bıraktığı karısı ve oğlu için Mühlhausen'e Şubat 1525'te geri döndü. (Bunun sebebi, büyük olasılıkla, onun gibi takibata uğrayan -çn) vaiz arkadaşı Heinrich Pfeiffer'in, bir süredir silahlanmış taraftarlarıyla, Mühlhausen şehir valisini, bir süre önce iptal edilen papazlık ehliyetini Aralık 1524'te ona geri vermek zorunda bırakması ve Müntzer'in de bunu öğrenmiş olması olmalıdır. Mühlhausen'a döndüğünde, buradaki Meryem Ana Kilisesi'nin cemaati, onu kendi papazları olarak seçti. Bunun üzerine Müntzer, yarenliği Pfeiffer ve onun takipçileriyle birlikte, Mühlhausen halkını, kilise aristokrasisinin idaresindeki manastırları dağıtmaya ve bu manastırların mülkiyetindeki toprakları ve serveti, şehir cemaatinin mülki kullanımı altına alacak bir "Ebedi Konsey" seçmeye çağırdı.

Nisan 1525'te, şimdi de Almanya'nın güney bölgeleri Franken ve Württemberg bölgelerinde baş gösteren köylü ayaklanmalarına dair haberlerin kuzeydoğudaki Thüringen'e kadar ulaşması üzerine, Mühlhausen'daki köylüler de dirgen, orak, tırpan, ellerine ne geçtiyse kapıp, soylu şatolarına doğru topluca yürümeye başladılar. "Belki de bu yoksul ve sefil insanlara isyan etmeleri için sebebi biz kendimiz verdik" demişti "Bilge" lakaplı Saksonya Dük'ü Friedrich. Saksonya'yı birlikte yönettiği kardeşi Prens Johann’a Nisan ayında yazdığı bu mektubunda Arşidük, şu sözlerle devam etmişti: "Tanrı'nın istediği şayet buysa, bırakalım o zaman işler öyle bir hal alsın ki, bu toprakları sıradan halk yönetsin." Fakat, birkaç hafta sonra, zamanının anlayış dolu bu tek ve biricik sesi, "Bilge" Friedrich'in ölümüyle çabuk sustu. "Bilge" Friedrich'in ölümünden sonra yerine geçen halefinin ve onun müttefiklerinin ise, vaiz papazlar ve köylülerce iktidardan ve ayrıcalıklardan edilmeye hiç niyetleri yoktu.

Bu sırada Müntzer, 26 Nisan 1525’te Allstedt halkına bir mektup yazarak onları silahlı isyana başlamış Mühlhausen'li köylülere katılmaya çağırdı. "Haydi, haydi, ateş halâ sıcakken!" diye seslenmişti köylülere. Çağrısını Müntzer. "(Örste dövmekte olduğunuz -çn) kılıçları soğutmayın! Onları, Nemrud’un demir örslerinde (Tevrat'a göre, Nuh'un soyundan gelen ve tarihte, kral veya imparator olmayı haketmiş ilk kişi. Demir çağına girilmesiyle yükselen bir Asur imparatoru -çn) 'pinke panke' (Türkçe yaklaşık "güm güm" diye çevrilebilir. Almanca'da, demircilerin sırayla, kızgın demir cevherini çekiçle döverek alet yapmasından esinlenilmiş bir çocuk oyununa eşlik eden moral verici bir tekerleme -çn) haykırışlarıyla dövüp keskinleştirin, sakın ola ki gevşemeyin! Yerle bir edin şatoları! Haydi, haydi saflara, gün sizin gününüz. Kavganın en önünde bizzat Tanrı, onu izleyin, onu izleyin!" diyerek bitirmişti.

Ernst Bloch (d. 1885- ö. 1977, Alman filozof. Karl Marx'ın yazılarını veya teorilerini, "tarihselci" denebilecek bir bakışla yeniden yorumlayan "yeni-Marksçılık" akımının temsilcilerinden -çn), 1918'de kaleme aldığı "Ütopya'nın Ruhu" adlı eserinde, Müntzer'in bu çağrısını, "gelmiş geçmiş tüm zamanların en acılı ve en çılgın devrim manifestosu" olarak nitelemiştir. Gerçekten de Müntzer’in tüm vaazları, dünyanın sonunun bugün değilse yarın geleceğine, bu dünyadan öte dünyaya ahiretin her an kopacağına dair inançtan beslenen kıyametvari bir ruhla doluydu.

- Başlar Kesile, Kazıklara Geçirile!

Mühlhausen'i korumasız bırakıp ilerlemek istemeyen Pfeiffer ile yaşadığı anlaşmazlığın ardından Müntzer, 10 Mayıs 1525'te, gökkuşağı renkli bir bayrak (Gökkuşağı gibi kavisli şeritlere dizilmiş bu çok renkli bayrak, ortaçağ Almanya'sındaki köylü isyanlarının başlıca simgelerinden biri olmuştur -çn) altında topladığı sadece 300 adamıyla, Bonaventura Kürschner'in (Müntzer'in sıkı takipçilerinden ve yarenlerinden biri -çn) komutanlığında Thüringen köylülerinin toplandığı Frankenhausen'e doğru ilerledi. Bununla eşzamanlı olarak Müntzer, 13 Mayıs'ta Erfurt halkına yazdığı bir mektupta şu sözlerle, bu şehrin halkından takviye kuvvet istedi: "Yulaf lapasına talim etmeye devam etmek isteyen Lutherciler'in boktan merhametine tav olmadıysanız, diz kırıp evlerinizde oturmayın. Elinize geçirdiğiniz silah namına ne olursa, kaç adamınız varsa, bize yardıma gelin."

Tarih bilimcileri, bu çağrının ardından, 6.000 ila 8.000 köylünün Frankenhausen'de toplandığını ve birbirine zincirlenmiş kağnı arabalarından oluşturdukları bir barikatın ardında mevzilendiklerini tahmin etmektedir. Karşılarına sadece iki gün sonra 15 Mayıs'ta, Hessen topraklarının Dükü Philip, Braunschweig Dükü Henry ve Saksonya Dükü George'un savaş tecrübesine sahip 4.000 paralı askerden ve 2.000 süvariden oluşturdukları birleşik bir profesyonel ordu çıkmıştı bile. Savaş alanına gelir gelmez, Arşidük prensler, Müntzer'in teslim edilmesini ve isyana katılmış köylü serflerin, beylerinin affına veya insafına sığınmasını istediler.

Köylüler henüz bu küstahça koşulları tartışadurmuşken, o anda güneşin etrafında bir ışık halesi belirmiş, Müntzer de bunu, isyanın zaferine dair Tanrı'dan gelen bir kutlu işaret saymıştı. Bu arada arşidük prensler, görüşmeler için bağıtlanan geçici ateşkesi bozarak, acımasız bir top atışı başlattılar. Görüşüp karar vermek için bir daire halinde toplanmış olan isyankâr köylüler daha silahlarına davranamadan, bir anda, paralı askerler ve atlı süvariler, köylülerin ahşap kağnılarla berkittikleri barikatlara saldırdılar. Frankenhausen yönüne doğru kaçışan birçok isyancı, onları takip eden profesyonel ordu güçlerince daha yoldayken canhıraş katledildiler. İsyancıların geri çekilirken takip ettikleri "Schlachtberg"den (Türkçe, "Kıyım veya Katliam Tepesi" -çn) şehre uzanan vadiyi izleyen yola, bu yüzden bugün bile hâlâ "Kan Deresi" denmektedir.

Thomas Müntzer ise kendini, köy çayırlığındaki bir evin çatı katına atmayı son anda başarmıştı ama, şövalye komutan Otto von Eppen, güçlerini tam oraya konuşlandırmış ve çok geçmeden adamlarından biri ona, hasta numarası yapan bir kaçağın ele geçtiğini bildirmişti. Az sonra, onun gerçek kimliğini ele veren bir yazı ve mektup çantası bulundu ve Müntzer, aynı gün 15 Mayıs akşamı, bulunduğu yere yakın Heldrungen'de mevzilenmiş baş düşmanı Dük Ernst von Mansfeld'in hendekli şatosuna götürüldü. Şatoda sorguya çekildi, işkence gördü ve en sonunda 27 Mayıs 1525'te, papaz yoldaşı Heinrich Pfeiffer'le birlikte, Mühlhausen şehrinin giriş kapısında kesilen başı kazığa geçirildi.

Ancak arşidük prensler, bununla yetinmediler. Müntzer’in yalnızca canını değil, mücadele mirasını da yok etmek istediler. Bu amaçla, güya Müntzer'in nedamet getirdiğini, yaptıklarından pişman olduğunu, isyanın yenilgisini Tanrı'nın adil bir cezası olarak gördüğünü ve tekrar Katolik mezhebine geri döndüğünü iddia eden bir "İtirafname" yazıp her yana yaydılar. Oysa, galipler, hamile karısı ve küçük oğluna ilişilmemesi şeklindeki Müntzer'in son isteğini bile yerine getirmemişlerdi. Müntzer'in karısı Ottilie von Gersen'in varı yoğu elinden alındı, şehirden sürüldü ve izi kaybolana kadar Nordhausen ile Erfurt arasında, oradan oraya bir süre sersefil dolaşıp dururken, tarihte izi öylece yitip gitti.

(Yüzyıllar sonra komünist kadın ressam -çn) Käthe Kollwitz, 1899-1908 yılları arasında çizdiği "Köylüler Savaşı Üzerine Yapraklar" adlı albüm eserinde, isyana katılan köylü kadınları, erkeklerinin yanında saf tutmuş cesur savaşçılar olarak resmetmiştir. Albümdeki yapraklardan biri olan "İsyan" adlı resimde, çıplak bir kadın melek, isyancı köylülerin son çarpışmada taşıdıkları bayrağın etrafında uçarken resmedilmiştir. "Hücum" adlı resimde ise, dünyevi bir kahraman olarak "Kara Anna" (kaynağını, cadılığın veya şeytanlığın atfedildiği orta çağdaki kadın düşmanlığından alan bir ifade -çn), isyancıları hücuma geçmeleri için ateşlerken gösterilmiştir.

Arşidük prensler ve diğer soylular, isyanın başını çeken Mühlhausen şehir halkından da intikam almayı unutmayacaklardı. Obermarkt Mahallesi'nden şehrin altı yurttaşını ve şehre yakın Höngeda Köyü'nden yirmi köylüyü oracıkta idam ettirdiler. (Müntzer'in takipçisi olmakla -çn) ve gizlice protestan ayinleri düzenlemekle suçladıkları Katharina Kreuter'i ise, (kadınlara yasak edilmiş olan papazlık ve vaizlik yaptığı için -çn), iki yanağından kızgın demirlerle dağlayarak şehirden sürdüler. (Müntzer'in sağlam yarenlerinden biri olan Katharina Kreuter'in kocası, daha isyan sürerken idam edilmişti. Yapılan tarih araştırmalarına göre, bütün bu bastırma ve yıldırma harekatlarında -çn), 15 Mayıs 1525'te ve hemen sonrasında, 6.000'den fazla köylünün ve şehir yurttaşının katledildiği tahmin edilmektedir.


Üstte solda: "Köylüler Savaşı"ndan temsili bir sahne. Üstte solda: Üzerinde hem Almanca hem de Latince, "Bu Bayrak, Tanrı'nın Ebedi Birliği'nin İşaretidir" yazan, köylülerin savaşırken taşıdığı "Regenbogen" ("Gökkuşağı") bayrağı. Altta solda: Friedrich Engels'in Türkçe'de Sol Yayınları'ndan çıkan "Köylüler Savaşı" kitabının kapağı. Altta sağda: Albrecht Dürer'in köylüler savaşının yenilgisinin hüznünü ikonlaştıran, ama aynı zamanda soylu sınıflarla alay eden "Bauernsäule" (Köylüler Sütunu") adlı resmi

- Albrecht Dürer'in "Köylüler Sütunu"

Toprak serfi köylü tebaaları, onların muktedirliklerini sorgulamaya cesaret ettikleri anda, kendileri de Hristiyan mümin olan saray ve kilise soyluları için (Yunanca "On Bilgi" anlamına gelen "Dekalog" sözcüğü ile Hristiyan literatürüne de geçen Musa'nın Tevrat'ta, tanrı "Yahve" ile yaptığını iddia ettiği "On Emir"den "öldürmeyeceksin!" şeklindeki -çn) Beşinci Emir"in, o zaman da hiçbir kıymeti yoktu. Zira, (bu "kutsal emri" çiğneyenlere karşı -çn) çıkışların ve eleştirilerin de sonu hiç gelmeyecekti.

(Köylüler Savaşı'nın çağdaş tanığı ve Alman rönesansının hümanist ressamı -çn) Albrecht Dürer, (ressamlık dersleri verdiği öğrencileri için 1525'te yazdığı -çn) "Ölçü Talimatları" (adlı ders kitabında -çn), "isyankâr köylülere karşı elde ettiği yengilerini ebedi kılmak adına, ona bir Zafer Anıtı siparişi veren bir asilzade için", aslında kinayelerle dolu bir "Köylüler Anıtı" çizmişti. (Büyük bir sütün ebatlarında düşünülmüş bu resimde Dürer -çn) bir inek, bir domuz ve birkaç koyun figürüyle oluşturulmuş bir kaidenin üzerinde yükselen tahıl demetleri, süt bakraçları, yulaf sandıkları ve tereyağı yayıklarından oluşan bir sütunun tepesine, "sırtına saplı bir kılıçla olduğu yere çömelmiş ve hüzün dolu bakışlarla dört bir yanına yığılmış ölülere tuttuğu derin yasın içinde kaybolmuş bir köylüyü" çizmişti.

(Dürer'in "Köylü Sütunu" adlı bu eseri -çn), resim sanatının "oranlar teorisi" üzerine yazılmış bir eğitim kitabına bile, sosyal eleştirinin nasıl gizlenebileceğinin ve galiplerin (kendilerini yüceltmek için düşündükleri bir- çn) zafer anıtının, bir utanç anıtına nasıl dönüştürülebileceğinin en iyi erken örneklerinden biri olarak günümüze dek etkisini sürdürmüştür. (Dürer'in kinayelerle dolu bu resminden esinlenilerek yapılan -çn) bronzdan yapılmış 7 metre yüksekliğindeki gerçek bir anıt sütun, bir ay kadar kısa bir süre önce Nisan 2025'te, (ayaklanmaların başladığı -çn) Mühlhausen'deki Kornmarkt Kilisesi'nin önüne, köylü isyanının 500. Yıl anısına dikildi.

Erken modern dönemde, Albrecht Dürer'in yanı sıra, soylu feodallerin zembereğinden boşalttıkları paralı askerlerin vahşi öfkesini, "pasionist" (İsa'nın çarmıha gerilmesine gönderme yaparak tanrıya veya gerçeğe, acı çekerek ulaşma -çn) resimleriyle betimleyen (köylü ayaklanmalarının Güney Almanya'daki önderi ve -çn) ressam Jörg Ratgeb'i de (d. 1480-ö. 1526) unutmamak gerekir. Stuttgart'taki isyancı köylüler tarafından kendilerinin savaş konseyine seçilen Ratgeb, Pforzheim yakınlarında yaşanan yenilginin ardından, ihanet ve kafirlik suçlamasıyla yakalandı ve gövdesi dört parçaya ayrılarak öldürüldü.

Frankonist (Almanya'da, Bavyera eyaletinin kuzey yarısına düşen yerleşim yerlerine ve oralarda yaşayan halka, "Franklar" denir -çn) kilise sunaklarına yapılmış kabartmalara, köylüleri ve yurttaşları işleyen (Normalde boş ve sade olması gereken kilise sunaklarına işlenen bu oyma kabartmalar, özellikle insan veya köylü figürleri içerdikleri için, o sıralar, günahtan öte, kafirlik ve aristokrasinin uhreviyetine ihanet sayılıyordu -çn) Würzburg'lu ahşap heykeltıraşçısı Tilman Riemenschneider'e de, şehrin Piskopos-prensi Konrad von Thüngen'in paralı askerleri tarafından ele geçirildikten sonra götürüldüğü Marienfeste'de acımasızca işkence edildi, tüm mesleklerden men cezası verildi, varına yoğuna el konularak açlık ve sefaletle baş başa bırakıldı. Bu tür acı dolu öykülerin hatıratları, Heinrich Schütz'ün kilise koroları için bestelediği ve Paul Gerhardt'ın yazdığı ilahilerle, bugün bile halâ dillerde ve kulaklarda yankılanmaktadır.

Bütün bu olanlara rağmen 19. yüzyıla kadar soylu sınıflar ve kilise egemenleri, tebaalarını, 19. Yüzyıl'a kadar yüzlerce yıl, Müntzer'in ve onun takipçilerinin, eşkıya, allahsız ve kafir olduklarına inandırmayı başardılar. Fakat, Stuttgartlı teolog ve tarihçi Wilhelm Zimmermann'ın, (geç-ortaçağ -çn) köylülerinin gerçek özgürlüğü ve eşitliği amaçlayan mücadelesini, Vormärz Dönemi'nin ("Vormärz Dönemi" deyimiyle, İngiltere, Hollanda ve Fransa'ya kıyasla Almanya'da geç başlayan, ama özellikle Kant ve Hegel ile entelektüel doruğuna çıkmış düşünsel ve siyasal aydınlanmayı takip eden 1848 "Mart Devrimi"nden hemen önceki genel toplumsal dönüşüm süreci kastedilir -çn) siyasal özgürlük ve eşitlik isteyen mücadeleleri ışığında yeniden ele aldığı üç ciltlik "Büyük Köylü Savaşı'nın Genel Tarihi" adlı kitabı 1841-1843 yılları arasında yayınlandığında, her şey bu defa gerçekten alt üst olacaktı.

Bu eser, daha o dönemde bir anda 30 baskıya ulaşarak 300.000'i aşkın bir okur kitlesine ulaşmıştı. Friedrich Engels, Wilhelm Zimmermann'ın bu kitabını, kendisinin daha sonra yazacağı "Köylüler Savaşı" adlı çalışması için esaslı bir başvuru kaynağı olarak sık sık yad etmiş ve Zimmermann'ın, kanıtlara ve kaynaklara gösterdiği olağanüstü titizliğini ve ayrıntılara gösterdiği etkileyici araştırmacılığını, oldukça takdir etmiştir. Engels ise, kendi makale-kitabında Müntzer'i, bir erken dönem "komünisti" olarak niteleyecek ve daha ileride Doğu Almanya'da kurulan sosyalist Demokratik Almanya Cumhuriyeti ise, tam da buna dayanarak, Müntzer'in bir portresini, beş marklık banknotların üzerine basacaktır.

- "Alman Sefilliği"

Müntzer ve onun köylüler savaşındaki yarenlerinin 3 asır önceki haykırışlarının yankısı, bunlarla eşzamanlı biçimde, 19. Yüzyıl'ın ortasında, Georg Herwegh'in (d. 1817- ö. 1875, yazdığı siyasi mücadele şiirleriyle Almanya'da 19. Yüzyıl boyunca süren devrim mücadelelerinin ve işçi hareketinin, Heinrich Heine, Ferdinand Freiligrath ve Georg Weehrt ile birlikte, başlıca edebi seslerinden biri olmuştur -çn) 1841'de yazdığı "Çağrı" adlı şiirde yeniden duyuldu: "Sökün haçları topraktan! / Kılıç yapın hepsini! / İşte ancak o zaman, / Affeder tanrı bizi." Heinrich Heine'nin (d. 1797-ö. 1856, Marx'ın da çok hayran olduğu devrimci bir şair -çn) "Almanya: Bir Kış Masalı" adlı şiirinde de Georg Büchner'in (d. 1813-ö. 1837. Sadece 24 yıl yaşamış olsa da tıp, doğa bilimleri, edebiyat ve siyaset alanında ürettiği eserlerle, dönemin Almanya'sında çok güçlü etkileri olmuştur -çn) "Hessen Kırlarının Müjdecisi" adlı şiirinde de orta çağın isyancı köylülerinin devrimci mücadelesinin yankılarını duymak mümkündür.

Hatta, Alexander von Humboldt (d. 1769-ö. 1859, kendi döneminde "çağımızın Aristo'su" diye nitelenmiş ve sayısız bilim dalında araştırmalar yaparak bunları yayınlamış önemli bir bilim insanı. Envai sayıda kitaplara geçirdiği araştırmaları, tüm geçmiş tarihin her açıdan en köklü devrimlerinin gerçekleştiği 19. Yüzyıl'da, sadece çeşitli bilimlerdeki düşünce ve teorilerin değil, aynı zamanda bu en devrimci yüzyılda ortaya çıkan siyasi ve felsefi teorilerin de başvurduğu temel bir kaynak olmuştur -çn) 1843'te köylüler savaşı hakkında şöyle demişti: "Alman tarihinin en büyük hatası, Köylüler Savaşı'nın yenilmiş olmasıdır." Humboldt bunu tespit ederken, ileride Bertolt Brecht'in "Alman Sefilliği" olarak adlandıracağı (Almanya tarihine özgü -çn) bir trajediye gönderme yapıyordu aslında.

Çünkü, ilk defa Almanya'da baş gösteren bu türden köylü ayaklanmalarının ezilmesiyle, soylu muktedirlerin ve kilise aristokrasisinin egemenliği, 1918'in ("Kasım Devrimi"ne dek 4 yüzyıl daha ayakta kalacak kadar çok uzun bir süre daha -çn) perçinlenmiş de oluyordu. Oysa, İngiltere ve Fransa'da gerçekleşen başarılı burjuva devrimleriyle birlikte, parlamentolar ve kendine güveni büyüyen burjuva sınıflar, çoktan iktidara gelmişlerdi. Bertolt Brecht, "Mutter Courage und İhre Kinder" ("Yiğit Analar ve Çocukları" -çn) adlı tiyatro eserini yazarken aldığı notların birinde, şunları söylüyordu: "Toplumsal sorunlar açısından bakıldığında, Alman tarihinin en büyük talihsizliği, (dinsel ve feodal aristokrasiyi ezmesi gereken -çn) Reformasyonun dişlerinin, Köylüler Savaşı'nda sökülmüş olmasıdır. (Dişleri olmayan bir Reformasyondan -çn) geriye kala kala, sadece, bol akçeli işler ve kopkoyu karamsar bir alaycılık kaldı." (Brecht'in bu sözlerine bugün dahi hak vermemek elde değil, zira -çn), 1525’ten bugüne, temelde hiçbir şeyin değişmediğini söyleyebiliriz.

Brecht'in bu düşüncesi, onun yakın dostlarından biri olan Hanns Eisler'i, (eleştirel bir perspektiften, Goethe'nin epik eseri-çn) "Johann Faust"un operaya uyarlanmış librettosunu (operanın sözleri -çn) yazmaya teşvik etmiştir. Goethe'yi bir Luther taraftarı olarak gösterdiği (aynı adlı bu opera versiyonunda -çn) Eisler, ayaklanmış köylülere karşı Luther'in yaptığı ihanetleri anlatıyordu. Oysa SED (sosyalist Doğu Almanya'yı yöneten "Sosyalist Birlik Partisi" için -çn), Goethe ve Schiller, "klasik miras"tı. (Bu yüzden, Parti'ye göre-çn) Eisler’in bu "sol-sekter tarih anlayışı", yazdığı opera metninin 1952’de yayımlanmasından sonra kahredici eleştirilere uğradı. Buna karşılık, Parti yetkililerinin bu bakışla Thomas Müntzer’in (feodal aristokrasiyle iş birliği yapan Luther'e karşı -çn) tavrına ihanet etmiş olmaları ve üstüne bir de Eisler'in operasının müziklerinin hazırlanmasını engellemeleri, aynı eleştirmenleri hiç ırgalamamıştı bile.

Benzer sebeplerle, 1961'de Heiner Müller'in yazdığı "Die Umsiedlerin" ("Göçmen") ve Peter Hack'in yazdığı "Moritz Tassow" adlı iki büyük teatral komedinin sahnelenmesi ve oyun metinlerinin yayınlanması da yasaklanmıştı. Oysa bu komediler, 1945'ten sonra kurulan sosyalist toplumda, hep hayal ettikleri gibi nihayet baskı ve sömürüden kurtulmuş olan toprak serflerinin hayallerini gerçekleştirme uğraşları sırasında ortaya çıkan çatışmaları konu alıyordu. Heiner Müller (d. 1929-ö. 1995, sosyalist Doğu Almanyalı bir tiyatro yönetmeni, dramaturg ve gazete röportajcısı. Ayrıca, bir süre Doğu Almanya'da Sanat Akademisi yöneticiliği yapmıştır -çn), 1986'da Wolfgang Heise ile (d. 1925-ö. 1987, Doğu Almanyalı bir filozof. Doğu Berlin'deki Humboldt Üniversitesi'nde profesörlük yapmıştır -çn) yaptığı bir röportajda, "Ölmüşlerle konuşmaktan, bu ölenlerle birlikte toprağa gömülen geleceğin nasıl bir şey olduğunu onlar bize söyleyinceye kadar vazgeçilmemelidir" demişti. Batı Almanya Federal Cumhuriyeti'nde ise, ilk defa 1970'te Dieter Forte, bu düşünceyle "Martin Luther & Thomas Müntzer oder Die Einführung der Buchhaltung" ("Martin Luther ve Thomas Müntzer veya Bir Hesaplaşmaya Giriş") adlı bir tiyatro oyunu kaleme almıştır.

- Bir Umut Kıvılcımı

Sosyalist Birlik Partisi SED, Köylüler Savaşı'nın 450. yıldönümünde Thomas Müntzer hatırasına 1975 yılını bir anma yılı ilan etmeyi planlamış, böylece onun bıraktığı mirası, kesin biçimde Doğu Almanya'ya atfetmek istemişti. Partinin Politbürosunun kararından sonra Kültür Bakanlığı, 1525 olaylarının final sahnesinin geçtiği Frankenhausen şehrindeki Schlachtberg'te sergilenmek üzere, Sovyet anıtsal dioramalarına (Diorama, bir drama sahnesinin veya gerçek bir olayın, büyük veya minyatür boylarda üç boyutlu modellerle rekonstrüksiyonudur. Bunlar bazen bir müzede cam bir vitrinin içinde sergilenir -çn) benzer, panoramik bir resim siparişi verdi. Uzun görüşmeler sonunda bu proje için seçilen Leipzig'li ressam Werner Tübke, belgesel tarzda bir resim yapmayacağı ve çalışmasının konu bağlamını oluşturmada ve tasarımında özgür bırakılması şartıyla bu işi üstleneceğini iletti. Daha önce başka ünlü ressamların bu teklifi reddetmesi ve sürenin daralması nedeniyle, onun ileri sürdüğü her iki şart da parti tarafından kabul edildi.

Bunun üzerine Tübke, 1979'dan 1989'a kadar, üzerinde üç binden fazla figürün yer aldığı, 14 metre yüksekliğinde ve 123 metre uzunluğundaki panorama üzerinde durmadan çalıştı ve sonunda isyanın dioramal modeli, 1989'un, Müntzer'in dünyaya geldiği sanılan 14 Eylül günü, onun 500. doğum yılı hatırına halka sunuldu. Oysa bundan tam iki ay önce, Saksonya ve Thüringen sokaklarında başka türden bir halk hareketi başlamıştı. (Öncekiyle aralarındaki en bariz fark -çn), bu seferkinde hiç kan dökülmemesiydi. Yine de Werner Tübke'nin üç boyutlu tablosu, onu gören pek çok izleyicinin yüzünde, kendilerini her gücün üstünde ve ebedi sanan imparatorlukların sonuna ilişkin alegorik bir istihza bırakmıştı. Zira, Leipzig'li ressam, ona siparişi verenlerin istediği ve düşündüğü gibi, "Almanya'daki Erken Burjuva Devrimi"ni değil, sonuçları 1525'ten 1918'e veya 1933'ten 1989'a kadar uzanan Almanya'daki ilk "Proleter Devrimi"nin kıyametane gerçekliğini resmetmişti. Onun bu büyüleyici gerçekçiliği, bu yüzden hâlâ, bir yandan şimdiki zamana aitmiş gibi, öte yandan ise, tüm zamanların ötesindeymiş gibi bir etkilenim bırakabilmektedir.

Bu durum, filozof Walter Benjamin'in, (daha bunlar olmadan çok önce -çn) 1940'ta yazdığı "Tarih Kavramı Üzerine" adlı kitabındaki tezlerinde dile getirdiği önemli bir uyarıyı anımsatır: "Tarihsel materyalizm açısından söz konusu olan şey, tarihin kritik anlarında kendini birdenbire tarihsel öznenin ellerine bırakan geçmişin bir resmini yakalamaktır. Aslında tarihte böylesi kritik anlar hem onu reddeden halihazırdakinin hem de bu kritik anı kabul edip ona 'sefa geldin' çekenlerin varlığını bir arada tehdit eder. Zira, her ikisi için de tarihte kritik anların sonucu, aynı yere çıkabilir. Bu ise, kendini egemen sınıfın bir aracı olarak bulmak olasılığıdır. (…) Şu söyleyeceğim gerçekten başarıyla çıkabilen umut kıvılcımını, geçmişin içinde tutuşturma yeteneğine, sadece şu gerçeği bilen tarih yazıcıları sahiptir: Şayet yenilmişlerse, ölüler bile düşmanlarından güvende olmazlar. Ve bu türden düşmanlar, halâ yenmekten bıkmamıştır."

19 Temmuz 2013 Cuma

Alman Köylüler Savaşı – Friedrich Engels

Hazırlayan: Mahmut Boyuneğmez

Engels'in 16. yüzyılda Almanya'daki Reformu ve köylüler savaşını incelediği eserin adı, Köylüler Savaşı’dır. Engels yedi bölümden oluşan bu incelemesini, Londra’da 1850 yazında kaleme alır. 1848-49 Alman devrimi, karşı-devrimle sonlanmıştır. Alman Köylüler Savaşı ilk olarak 1850 yılında Marx’ın yönettiği Yeni Ren Gazetesi (Neue Rheinische Zeitung. Politisch-ökonomische Revue), no: 5-6’da yayınlanır. Engels’in bu incelemesinde köylü ayaklanmalarının seyrini anlatmak için kullandığı kaynak, Alman tarihçi W. Zimmermann’ın Allgemeine Geschichte des grossen Bauernkrieges, Stuttgart (1841-1843) adlı eseridir. Engels çalışmasında, 1525 Alman devriminin gelişimini inceler. Almanya’daki köylüler savaşının ve Reform’un içerdiği ideolojik ve politik mücadelelerin, toplumsal-sınıfsal kökenlerini araştıran Engels, dinsel biçimlere sahip muhalif görüşlerin, hangi sınıfların istemlerini yansıttığını açıklar. Engels’in bu tarih araştırmasını yapmasını güdeleyen, 1848-49 Alman devriminin yenilgisiyle başlayan siyasal durgunluk evresinde, Alman halkının devrimci geleneğini hatırlatma isteğidir.

Engels çalışmasında ne yaptığını şu şekilde açıklar:

“Benim açıklamam, savaşımın tarihsel akışını ancak kalın çizgileri içinde şöyle bir çizerek, Köylüler Savaşının kökenini, bu savaşa katılan çeşitli partiler tarafından alınan konumları, bu partilerin davranışlarını açıklamak için başvurdukları siyasal ve dinsel teorileri ve son olarak savaşımın sonucunu, sınıfların toplumsal yaşamının tarihsel koşullarının zorunlu sonuçları olarak göstermeye çalışır. Başka bir deyişle ben, Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma yolları, meta ve para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme derecesinin nedenleri değil ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım. Tarihin tek materyalist görüşü olan bu görüş, benden değil Marx’tan gelir (…)” (s.12)

Engels 16. yy.’da gerçekleşen Köylüler Savaşını ve Reform hareketini, Almanya topraklarındaki ilk burjuva devrim olarak yorumlar. Bu hareketler anti-feodal niteliktedir. Bu tarihte kentli burjuvazi, oluşumunun ilk aşamasındadır ve köylüler savaşının yenilgisinin bir nedeni, Alman kent burjuvazisinin haince tavrıdır. İlk burjuva devriminin itici gücünü köylüler ve proletaryanın öncülü kentli halk tabakası (plebejer) oluşturmaktadır. Devrimci hareketin dağınıklığı, ezilen kitlelerin örgütlenmesinde merkezileşmenin olmayışı, köylüler savaşının yenilgisinin temel nedenidir. Burjuvalar, köylüler ve halk tabakası ulusal bir eylem birliğine sahip değildir.

Engels 1525 Alman devrimi ile 1848-49 Alman devrimi arasında şu benzerliklerin olduğunu belirtir: 1) Çeşitli yerel ayaklanmalar, aynı prensler ordusu tarafından ezilir. 2) Her iki devrimci süreçte kent burjuvazisinin davranışı benzerdir.[i]

Bu girizgâhtan sonra, Engels’in Reform hareketi ve Köylüler Savaşı’na ilişkin saptamalarını özetlemek yararlı olacaktır. Bunu yaparken Engels’in üzerinde durduğu tarihsel olayların bütün ayrıntılarına girmeyeceğimizi belirtelim:

16. yy.’da Almanya’nın durumuna bakalım. 14. ve 15. Yy.’da Almanya’da lonca sanayisi gelişir. 16. yy.’da yünlü ve keten dokuma sanayi yaygınlaşmıştır. Dokuma sanayinin yanı sıra cevahirciler, heykelciler, taş yontucular, bakır ve ağaç gravürcüler, zırhçılar, madalyacılar ve tornacıların sanayileri de gelişmiştir. Barut ve matbaanın Avrupa’da belirişi, sanayinin gelişimine katkıda bulunur. Sanayi yanı sıra ticaret de genişler. Hindistan’dan gelen ticaret yolu, Almanya’dan geçmeye devam etmektedir. Almanya’da hammadde üretimi de gelişmiştir. Alman madenciler 15.yy.’da dünyanın en usta madencileridir. Kentlerin gelişmesi, tarımı ortaçağ barbarlığından kurtarmıştır. Geniş topraklar tarıma açılır; yabancı ülkelerden getirilen bitkiler ekilir.

Bütün bunlar olsa da, Almanya’nın üretimindeki gelişim, diğer ülkelerin üretimindeki gelişimin gerisinde kalır. Almanya’nın tarımı, İngiltere ve Hollanda’nın tarımından geridir. Sanayisi İngiliz, İtalyan ve Flaman sanayisinden geridir. Deniz ticaretinde İngilizler ve Hollandalılar, Almanları yenmeye başlamıştır. Almanya’da nüfus dağınıktır; az sayıdaki sanayi ve ticaret merkezine uygarlık serpilmiş durumdadır. Bu merkezler arasında ilişkiler çok azdır. Güney, kuzeyden başka ticari ilişkilere ve sürüm yerlerine sahiptir. Doğu ve batı, hemen her türlü dolaşımın dışındadır. Hiçbir kent, sanayi ve ticaret merkezi konumunda değildir. Ticaret yolları azdır. Küçük kentler ortaçağ sonunun yaşama koşulları içerisindedir; bunlar çok az ihraç malı üretir ve çok az miktarda dışarıdan gelen ürün tüketir. Kırda sadece soylular daha geniş çevrelerle ve yeni gereksinimlerle ilişkidedir; köylüler dar yerel ilişkilere sahiptir.

İngiltere ve Fransa’da sanayi ve ticaretin gelişmesi, siyasal merkezileşme sonucunu doğurur. Fakat Almanya’da merkezileşme yerel merkezler yöresinde, eyaletler düzeyinde gerçekleşir. Feodal imparatorluk, prensler arasında parçalanır. İmparatorluk yönetimi, yetkilerini giderek yitirmektedir. Dağılmış merkezileşme, prenslerin yararınadır.

Ortaçağdan kalma sınıfların durumu değişir ve yeni sınıflar belirir. Prensler, yüksek soylular arasından çıkarlar. Prensler, imparatordan hemen tamamen bağımsız durumdadır. Savaş ve barış yapmak, sürekli ordu beslemek, parlamentolar toplamak ve vergiler koymak, bu prenslerin kendi başına yaptığı işlerdir. Prensler, küçük soyluları ve kentlerin büyük bölümünü iktidarları altına almışlardır. İmparatorluğa bağlı olan diğer kentleri ve baronlukları kendi topraklarına katmaya çalışırlar. Prenslerin, imparatorluk iktidarı karşısında desantralize edici, kentler ve baronluklar içinse merkezileştirici etkileri vardır. Prenslerin yönetimi keyfidir. Zümre (états) temsilcilerini zor durumda kaldıklarında toplantıya çağırıyorlar; bunların vergi oylama hakkı seyrek olarak tanınıyor, daha seyrek olarak uygulanıyor. Şövalyeler ve din adamları vergiden muaftır, fakat vergilerden paylarını alıyorlar. Prenslerin paraya olan ihtiyacı, sarayların genişlemesi ve lüksünün artmasıyla, sürekli orduların kurulmasıyla, artan yönetim harcamalarıyla birlikte artmaktadır. Vergi yükü köylülerin, şövalyelerin angaryacıları, serfleri ve yarıcı-kiracıları (tenanciers) üzerindedir. Vergiler giderek ağırlaşır. Kentler çoğu kez vergilerden muaftılar. Doğrudan vergiler yetmediğinde dolaylı vergilere başvurulmaktadır. Hazine açıklarını kapatmak için rehine veriliyor, özgür imparatorluk kentlerinden borç alınıyor, fakat bunlar yapılamadığında kalp para basılıyor, dolaşım oranları saptanıyor. Ayrıcalıkların ticareti yapılıyor; prensler bunları zorla geri alıp, daha yüksek fiyata yeniden satıyor. Adalet sistemi de prenslere, onun yargıçlarına ve diğer görevlilerine parasal gelir getiriyor.

Prensler ile imparatorluk soyluluğu arasında sürekli anlaşmazlık var. Vassale olan soylular, imparatorluk soyluları olmaya çabalıyor, imparatorluk soyluluğuysa bağımsızlığını korumaya çalışıyor.

Orta soyluluk hemen tamamen kaybolmuştur; bazıları prens olmuşsa da, diğerleri küçük soylular olur. Küçük soylular, şövalyelerdir. Askeri tekniğin gelişmesi, piyadenin artan rolü ve ateşli silahlardaki gelişme, şövalyelerin askeri önemini azaltmıştır; üstelik bunlar şatoların zapt edilmezliğine son vermiştir. Küçük soyluların=şövalyelerin büyük bölümü, prenslerin hizmetinde yaşıyor, başka bir bölümü prenslere bağlı ve bağımlı, azınlığıysa imparatorluğa bağımlı bulunuyor. Şövalyelerin ve baronların gelir kaynakları artmıyor ya da çok az artarken, silah fiyatları, şatolardaki lüks, şenliklerin harcamaları artmaktadır. Baronlar ve şövalyeler için yağma ve haraçlar, büyük yollarda eşkıyalık ve özel savaşlar zamanla tehlikeli duruma gelmiştir. Böylece orta ve küçük soyluluk yok olmaktadır.

Senyörler de prenslerin yöntemlerine başvurmak zorunda kalırlar. Köylülerin soylular tarafından sömürüsü giderek ağırlaşır. Serfler ve angaryacılar iyice ezilirler. Angaryalar, vergiler, yükümlülükler, toprak işleme hakları, mallarını kullanma hakkı vb… keyfi biçimde artırılır. Adalet uygulanmıyor ya da satılıyor. Şövalyeler köylülerden para sızdırma yolu kalmadığında, onları hapse atıyor ve özgürlüğünü satın almaya zorluyor.

Şövalyeler=küçük soylular, diğer zümrelerle iyi geçinemiyor. Kendilerine gereksiz görünen din adamları zümresinin büyük topraklarına, bekârlık ve kilise yasası yüzünden bölünemeyen engin zenginliklerine istekli bir gözle bakıyorlar. Şövalyeler kentlere borçlu ve onların topraklarını yağmalıyor, tüccarların yolunu kesip soyuyor, savaşlarda tutsak edilen sakinlerini haraca kesiyorlar. Kısacası şövalyeler parasal sıkıntı içerisindeler.

Matbaanın bulunması ve ticari ilişkilerin genişlemesi, din adamları zümresinin (clérgé) elinden okuma-yazma tekelini, yüksek kültür tekelini alır. İşbölümü entelektüel alanda da kendini gösterir. Din adamları zümresi, yeni hukukçular kastı tarafından bir dizi son derecede etkin görevden uzaklaştırılır. Bu zümre giderek gereksiz hale geliyor, fakat sızdırdıkları zenginlikler sayesinde kalabalıklaşıyor.

Din adamları içinde iki grup var: Feodal kilise hiyerarşisi, aristokrattır; piskoposlar, başpiskoposlar, manastır başpapazları, manastır başkanları ve öteki yüksek papazlar. Bunlar imparatorluk prenslerinin ya da diğer prenslerin süzeranitesi (metbuluğu) altında, geniş toprakların ve buralardaki serflerin, angaryacıların egemeni olan feodal beylerdir. Prensler ve soylular gibi, din adamlarının aristokratik bölümü, uyruklarını sömürüyor; zor, işkence, aforoz, belge sahteciliği, günah bağışlama gibi araçları kullanıyorlar. Feodal vergiler ve yükümlülükler yanı sıra öşür de aldıkları halde, bu gelirler onlara yetmiyor. Kutsal resim ve kutsal eşya üretmeye, dua yerleri örgütlemeye, günah bağışlama ticareti yapmaya girişmişler. Prenslerin engeli olan bu din adamları, halkın da nefretini üzerlerine çekiyor, çünkü vaazlarıyla yaşamları karşıtlık içinde. Din adamlarının ikinci grubunu, köy ve kent bölge papazları oluşturuyor. Bunlar feodal hiyerarşinin dışındadır ve çalışmaları pek denetlenmez. Çok az gelirleri var ve arpalıkları çoğu durumda çok değersizdir. Gelir bakımından halka yakınlar. Halkın ya da burjuvaların içinden çıkıyorlar ve onların sevgisini kazanıyorlar. Keşişlerde çağın hareketine kalıma seyrektir, fakat köy ve kent papazlarında bu durum kural gibidir. Hareketin teorisyen ve ideologlarını bunlar sağlar; halkın ve köylülerin temsilcisi olan bu papazların birçoğunun sonu darağacında ölüm olur. Halk rahiplere hınç besliyor, fakat bu papazlara hıncını çok seyrek yöneltiyor.

Prenslerin ve soyluların üstünde imparatorun olması gibi, yüksek ve aşağı din adamları zümresinin üstünde papa bulunuyor. Papa, Roma sarayının lüksüne harcanan kilise vergilerini topluyor. Almanya’dan Roma’ya büyük miktarlarda para akıyor. Bunun anlamı halkın üzerindeki baskının artması. Bu durum rahiplere beslenen öfkeyi artırıyor, soylular arasındaysa ulusal duyguyu güçlendiriyor.

Ortaçağ kentlerinin eski küçük-burjuvaları, sanayi ve ticaretin gelişmesiyle 3 ayrı bölme oluştururlar. Kent topluluğunun başında ayrıcalıklı sınıf olan ve halkın deyimiyle “eşraf” (die Ehrbarkeit) bulunur. En zengin ailelerden oluşan eşraf, tüm kent meclisini oluşturuyor ve bütün belediye görevlerini üstleniyor. Eşraf aileleri kent gelirlerini yönetiyor ve bu gelirlerle yaşıyor. Kentlileri ve uyruğu olan köylüleri sömürüyorlar. Tahıl ve para tefeciliği, baltalık ve otlak haklarını komünün elinden alma ve onlardan yararlanma, yollar, köprüler, kapılar üzerinde ayakbastı parası ve başka vergiler koyma, adalet ticareti yapma onların elinde. Köylüler soylulardan ve papazlardan çektiği kadar eşraftan da çekiyor. Belediye yargıç ve görevlileri, eşraftan çıkıyor. Belediye gelirleri keyfi biçimde yönetiliyor ve belediye paralarının aşırılması sıradan. Ayrıcalıklarla çevrili, akrabalık bağları ve ortak çıkarlarla sıkıca birleşmiş az sayıdaki bu kast, kent gelirleriyle zenginleşiyor. Kent komünleri, belediye yönetimlerinin dolandırıcılığı dayanılmaz olduğunda, bu yönetimlerin denetimini ele geçirmek üzere hareketlenmiştir, fakat ayrıcalıklı belediye meclisi üyeleri eski egemenliklerini tekrar sağlamışlardır. 16.yy.’ın başında bütün kentlerin komünleri, yeni baştan muhalefet içindedir.

Köylüler Savaşında kentlerdeki eşrafa karşı muhalefetin iki kesimi var: 1) Burjuva muhalefet: Zengin ve orta burjuvalar ile küçük burjuvaların yerine göre az ya da çok önemli bir bölümünü bir araya getirir. Bu muhalefet, belediye yönetimi üzerinde denetim hakkı ve yasama gücüne katılmayı istiyor. Birkaç ailenin oligarşisine karşı çıkıyor. Bunlar tüm olağan komün meclislerinde ve loncalarda büyük çoğunluğu oluşturuyor. Bu parti, 1848-49 devriminde oynadığı rolün aynısını 16.yy. hareketinde oynuyor. Burjuva muhalefet, yaşama biçimleri tepki uyandıran rahipleri kınıyor. Keşiş sayısının azaltılmasını, rahiplerin yaşam biçimlerine karşı önlemler alınmasını, rahiplerin özel yargılama yetkisinin ve vergi muafiyetinin kaldırılmasını istiyorlar. 2) Halk muhalefeti: Sınıflarından kopmuş burjuvalar=zanaatçılar, kalfalar, gündelikçiler, lümpen-proletarya gibi yurttaşlık haklarından yoksun kentliler yığınından oluşuyor. Feodalizmin çözülüşüyle lümpen-proletaryanın sayısı artıyor. Bunların düzenli geliri ve evleri yoktur. Tüm ileri ülkelerde serserilerin sayısı 16.yy.’ın ilk yarısında en yüksek düzeye ulaşır. Serseriler savaş zamanlarında ordulara yazılıyor, bazıları dilencilik yapıyor, bazılarıysa kentlerde loncalar tarafından kapılmamış işlerde çalışarak sefil hayatlarını kazanmaya çalışıyor.

Bu üç öğenin Köylüler Savaşında rolleri şöyle: Eşraf, köylüleri yenen prenslerin ordularında yer alır. Burjuva muhalefet unsurları, köylü komploları ve köylü çetelerinde bulunur. Halk muhalefetinin unsurlarıysa kentlerdeki savaşımda rol alır.

Kentlerdeki halk muhalefeti, eski feodal ve lonca toplumunun sınıflarından kopmuş öğeleri, doğmakta olan burjuva toplumun henüz gelişmemiş, tohum halindeki proleter öğelerini içerir. Başka bir deyişle kentlerdeki halk muhalefeti=yoksullaşan, var olan burjuva düzene lonca ayrıcalıklarıyla bağlı zanaatkârlar+topraklarından kovulmuş köylüler+henüz proleterleşmemiş hizmetçilerden oluşur. Kalfalar, yaşama koşulları itibarıyla proletaryaya yakındır, fakat lonca ayrıcalıkları nedeniyle geleceğin ustaları ve burjuvaları olacaklardır. Halk muhalefetinin parti davranışı pek güvenilmez ve yerine göre değişkendir. Köylüler Savaşımına kadar halk muhalefeti, bir parti olarak siyasal mücadelelere katılmaz. Kendisini ancak burjuva muhalefetin bir parçası olarak gösterir. Bu muhalefeti bir partiye dönüştüren, köylülerin ayaklanmasıdır. Hatta bu olduğunda bile, halk muhalefeti köylülere bağımlı kalmıştır; o çağda kentler, kıra bu derecede bağımlıdır. Üstelik bu halk muhalefeti bağımsız bir eylem yürüttüğü kadarıyla, kır üzerinde kentin sanayi tekellerinin kurulmasını istiyor, kent yöresindeki köylüler üzerine çöken feodal yükümlülüklerin kaldırılmasıyla kent gelirlerinin azaltılmasına karşı çıkıyor; yani bu derecede gerici.

Thüringen’de Münzer’in ve başka yerlerde onun izleyicilerinin etkisi altında, kentlerdeki halk, tohum halindeki proleter unsur, hareketin öteki unsurları arasında ağır basacak biçimde hareketlenir. Köylüler savaşının doruk noktası Thomas Münzer’in etrafında toplanan ama kısa süren harekettir.

Büyük kitle köylülerdedir. Prensler, memurlar, soylular, papazlar ve burjuvalar, köylüler üzerinde yükselir. Köylü manastıra, kente, imparatorluk baronuna, prense, piskoposa, kime bağlı olursa olsun ezilmektedir. Köylü, serftir, angaryacıdır. Zamanının büyük bölümünü efendisinin topraklarında çalışmakla geçirir. Kendisine kalan zamanda kazandıkları üzerinden efendisinin hakkını (cens), öşürü, yükümlülüklerini (redevance), haracı (taille), yolluğu (askeri vergi), devlet vergilerini ve imparatorluk harçlarını ödemelidir. Ölüm ve evlenmede de vergi ödemek zorundadır. Sıradan feodal angaryalar yanı sıra efendisi için çilek, saman, yaban mersini devşirmeli, salyangoz toplamalı, avlanmalı, odun kesmelidir. Köylülerin ortak otlak ve korulukları hemen her yerde beyler tarafından ellerinden zorla alınmıştır. İlk gece hakkı vardır. Bey istediğinde köylüyü hapse atıp, işkence edebilmektedir. 16-18. yy. arasında ceza mevzuatı zalimcedir; göz oyma, burun ve kulak kesme, bacak ve kol koparma, yakma, kızgın kerpetenle işkence vd… Yargıçlar, baronlar, rahipler ve yasacılardan oluşur. Bunlar da köylülerin sömürüsünden geçindiklerinden, efendilerin uygulamalarının dizginlenmesi söz konusu değildir.

Bütün bunlara rağmen köylülerin ayaklanmaları çok güçtür. Dağınık yaşadıklarından ortaklaşmaları zordur. Boyun eğmek, alışkanlık olmuştur. Silah kullanma yeteneği yitirilmiştir. Beylerin sertliği azalıp çoğalabiliyordu ki bu köylülerin dingin kalmalarına yaramaktadır. Ortaçağda yerel köylü ayaklanmaları olmuştur, fakat hiç değilse Almanya’da Köylüler Savaşından önce genel, ulusal bir ayaklanma olmamıştır. Karşılarında prenslerin, soyluların ve kentlerin ittifak içindeki örgütlü gücü vardır. Bunlar köylülerin ayaklanmasına engeldir.

16.yy. başında imparatorluğun zümreleri şunlardır: Prensler, soylular, yüksek din adamları, ayrıcalıklılar, burjuvalar, halk ve köylüler. Her birinin gereksinimleri çeşitli ve karşıtlıklar içerir. Her zümre ötekine karşı çıkıyor, açık ya da kapalı sürekli bir mücadele içerisinde bulunuyor. Bununla 1848-49 devrimindeki burjuvalar, küçük-burjuvalar, köylüler ve proletarya ile feodal soyluluğun oluşturduğu karışık ve karmaşık siyasal tablo karşılaştırıldığında, o çağdaki çıkarlar, görüş ve özlemlerin karışıklığı daha iyi anlaşılır.

Eyaletlerin merkezileşmemiş oluşu, eyaletlerin sanayi ve ticari yalıtılmışlığı, ulaşım yollarının kötü durumu, zümrelerin örgütlenip birlik oluşturmalarını engellemektedir. Zümrelerin bir araya gelişi, ancak Reform’la, dinsel fikirlerin ve siyasal devrimci fikirlerin yayılmasıyla gerçekleşir. Böylece 3 büyük geçici kamp oluşur: 1) Katolik ya da gerici kamp, 2) Burjuva reformcu Lutherci kamp, 3) Devrimci kamp. Bu kamplaşmada mantık yoktur ve bazen ilk iki kampta aynı öğelere rastlanır. Merkezileşme olmadığından farklı bölgelerde aynı zümreler farklı yönelimlere girebilmektedir. Bunlar arasında sadece dini konularda çekişme olduğuna inanmak yanıltıcıdır. Bir çağın ideologlarının o çağ üzerindeki kuruntularını dikkate alarak, o çağ realist biçimde açıklanamaz. Siyasal ve ideolojik fikirlerin, sınıflar arasındaki mücadelenin ifadeleri olduğu görülmelidir. 16. yy.’ın din savaşları adı verilen olaylarında dahi, maddi sınıf çıkarları koşullayıcıdır. Sınıf savaşlarının dinsel görünümlerde yansıması, sınıfların çıkar, ihtiyaç ve istemlerinin dinsel fikirler biçiminde ifadelendirilmesi, o çağın koşulları dikkate alınarak kolaylıkla açıklanır.

Eski dünyadan ortaçağa Hıristiyanlık devrolmuştur. Rahipler entelektüel kültürü tekellerine almış, kültür dinsel/teolojik bir niteliğe bürünmüştür. Siyaset ve hukuk teolojik açıdan değerlendirilmeye başlanmıştır. Kilisenin doğmaları siyasal aksiyomlardır. Kutsal kitabın cümleleri mahkemelerde yasa gücü kazanmıştır. Hatta bağımsız bir hukukçular sınıfı oluştuktan sonra bile, hukuk bilimi daha uzun süre teolojinin egemenliği altında kalır. Feodalizmde egemenliğin kuruluşunda kilisenin işlevi, entelektüel düzlemde teolojinin egemenliği biçiminde gerçekleşir. Bu nedenle feodalizme karşı yapılan saldırılar, her şeyden önce kiliseye karşı saldırılar olmaktadır. Devrimci siyasal öğretiler, bu nedenle teolojik sapkınlıklar olarak görülür. Var olan toplumsal koşullara saldırmak için onların kutsal niteliklerine saldırmak gerekli olmuştur.

Feodalizme karşı devrimci muhalefet tüm ortaçağ boyunca görülür. Bu muhalefet kimi zaman mistik biçimler alır, kimi zaman mezhep sapkınlığı, kimi zamanda ayaklanma biçimini alır. Burjuva muhalefet ile köylü-halk muhalefeti arasında bağdaşmazlık, ortaçağ boyunca sürmüştür. Köylüler Savaşının başlıca başarısızlık nedeni de bu bağdaşmazlıktır. Kentlerdeki mezhep sapkınlıkları rahiplere karşı yönelir ve onların konum ve zenginliklerine saldırır. Bunlar gerici bir biçimde kilise ve doğmalarının gelişmesini yozlaşma olarak görüyorlar ve kilisenin ilk düzeninin yeniden kurulmasını, din adamları zümresinin ortadan kaldırılmasını istiyorlar. Kentlerin kilise ve yasalarına karşı muhalefeti, kısmen onların zenginliklerine ve siyasal konumuna karşıtlıktan kaynaklanır. Kentlerde oluşmuş zümreler, silahlarıyla, ayrıcalıklarıyla ve meclislerde belirmiş olduklarından, feodaliteye karşı savaşıma hazır olduklarından, kilise feodalitesine karşı da muhalefet etmekteler. Küçük soylular=şövalyelerin büyük bölümü, rahiplere karşı savaşımda ve mezhep sapkınlığında kentlerle ittifak içindedir. Küçük soyluların kentlerle olan çıkar dayanışması, Köylüler Savaşında da görülür.

Burjuva mezhep sapkınlıklarından farklı olarak köylülerin ve halkın gereksinimlerini yansıtan ve hemen her zaman bir ayaklanmayla ilişkili olan mezhep sapkınlıkları da vardır. Burjuva mezhep sapkınlığının rahiplere, papalığa ve ilkel kilise düzeninin yenden kurulmasına ilişkin tüm istemlerini içeren köylü-halk mezhep sapkınlığı, onlardan daha ileriye gidiyor. İlkel Hıristiyanlığın eşitlik koşullarının topluluk üyeleri arasında yeniden kurulmasını, bunun toplumsal kural olarak tanınmasını istiyorlar. Soyluların, köylülerin ve halkın, ayrıcalıklı burjuvaların eşitliğini gerçekleştirmek, feodal angaryaları, efendi hakkını, vergileri, ayrıcalıkları ve zenginlik farklarını ortadan kaldırmak talepleri. Bunu örneğin “insanların tanrı karşısındaki eşitliği”nden çıkarıyorlar. Feodalitenin doruğuna varıldığı dönemde, burjuva ile köylü-halk mezhep sapkınlıklarını birbirinden ayırt etmek güçtür; fakat 14. ve 15. yy.’da köylü-halk mezhep sapkınlığı, ayrı bir parti programına dönüşür ve çoğu kez bağımsız bir biçimde görünür.

Halk takımından kimseler, burjuva ve feodal topluluğun dışındalar. Köylüler ve küçük-burjuvalar gibi ağır yükümlülükler altına konmuş bir mülkleri bile yok. Her türlü haktan yoksunlar. Bunlar feodal toplum ile burjuva loncanın dağılmasının simgesi ve modern burjuva toplumun ilk habercisi. Her türlü mülkten yoksun olan bu kişiler, sadece feodalizme ve ayrıcalıklı burjuvaziye karşı savaşımla kendini sınırlamaz. Sınıf farkları üzerinde yükselen tüm toplum biçimlerinde ortak olan kurumları, görüşleri tartışma konusu yaparlar. İlkel Hıristiyanlığın chiliastique düşleri, bunun için elverişli bir hareket noktası olur. Fakat bunlar özel mülkiyete saldırılar, mallarda ortaklık istemi, kaba bir iyilikseverlik örgütü biçiminde dağılıp gittiler; çağın koşulları bunu gerektirir. Bunlar komünizmi değil, aslında modern burjuva koşulları düşsel biçimlerde tasarlar; belirsiz Hıristiyan eşitliği, yasa karşısında eşitliğe ulaşabilir, otoriteye karşıtlık, seçimlerle cumhuriyetçi hükümetlerin kuruluşuna bir miras bırakabilir.

Daha önce taboritler adındaki halk-köylü sapkın mezhebinde salt askeri düzeyde bir önlem olarak var olan bir tür mal ortaklığı şeklindeki uygulama, Münzer’de bir toplum bölmesinin özlemlerinin dışavurumu olur. Bu komünist çınlamalar, özgür köylülerin ortaçağda feodaliteye karşı savaşımı, sonra serflerin ve angaryacıların feodalizmi yıkmaya dönük savaşımlarıyla süreklilik içinde, günümüz modern işçi hareketine devrolan çınlamalardır.

Katolik kamp, imparatorluk iktidarını, papazları, laik prenslerin bir bölümünü, zengin soyluları, yüksek din görevlilerini ve kentli ayrıcalıklıları içerir. Lutherci burjuva reform partisi, varlıklı muhalefet öğelerini, küçük soyluları, burjuvaziyi ve prenslerin bir bölümünü (kilise mallarına el konulmasıyla zenginleşmeyi ummakta, imparatorluk karşısında daha fazla bağımsızlık kazanmak istemekte) içerir. Köylüler ve halktan kimselerse, devrimci partiyi oluşturur. Devrimci partinin istemleri en açık biçimde Thomas Münzer tarafından dile getirilir.

Luther ile Münzer, hem öğretileriyle hem de karakter ve eylemleriyle liderliğini yaptıkları partileri temsil eder. Luther 1517-1525 arasında bir evrim geçirir. 1517’de Katolik kilisesinin doğmalarına saldırır. Bu muhalefeti, eski burjuva mezhep sapkınlığının istemlerini aşmaz, fakat radikal eğilimleri de dışlamaz. Başlangıçta tüm muhalefet öğelerini bir araya getirmesi, en kararlı devrimci enerjiyi göstermesi ve daha önceki tüm sapkın mezhepleri temsil etmesi gerekmektedir. 1847’de kendilerinin sosyalist ve komünist olduklarını söyleyen liberal burjuvaların başlangıçtaki devrimci konumu da budur. Luther etkinliğinin birinci döneminde papalara, kardinallere, piskoposlara ve tüm Roma kilisesine karşı ayaklanmayı vaaz eder. Fakat bu ilk devrimci ateş çabucak söner. Lutherci düşünceler etrafında köylüler ve halktan kimseler toplanır; onlar zorbaların hesabını görmek ister. Luther’in etrafında ılımlı burjuvalar, küçük soyluların büyük bir bölümü, hatta onlarla birlikte sürüklenen prensler de toplanır. Bunlar rahiplerin egemenliğine, Roma’ya bağımlılığa, Katolik hiyerarşiye son vermek istiyor, kilise mallarına el koyup zenginleşmek istiyorlar. Partiler birbirinden ayrıldıklarında kendi sözcülerini bulurlar. Luther Wittenberg Üniversitesi profesörüdür ve giderek ünü artmıştır. Luther bir seçim yapmak zorunda kalır; hareketin halk öğelerine ihanet eder ve soyluların, prenslerin ve burjuvazinin partisine katılır. Roma’nın kökünü kazıma çağrıları zamanla söner. Artık barışçı evrimi ve pasif direnişi salık vermeye başlar. Luther’in bu eğilimi oluştuğu sırada, reforme edilmiş burjuva kilisesinin kuruluşu gerçekleşmektedir. Luther artık burjuva reformun temsilcisidir ve yasa çerçevesinde ilerlemeyi salık vermektedir. Çünkü kentlerin çoğu reformdan yana çıkmıştır ve küçük soylular da giderek bu tutuma katılmaktadır. Bazı prensler de bu tutuma katılır, bazılarıysa duraksama içindedir. Yani Almanya’nın büyük bölümünde reform başarılı olacaktı ve diğer bölgeler bu harekete direnemeyecekti. Fakat bu gidişatta zorlu bir sarsıntı olursa, ılımlı partiyle, halk-köylülerin aşırı partisi çatışmaya düşecek; prensler, soylular ve bazı kentler hareketten uzaklaşacak, sonunda burjuva partisi, köylü ve halk partisi tarafından geride bırakılacak ya da Katolik restorasyon tarafından tüm partiler ezilecekti.

Burjuva reform, halktan ve köylü öğelerden daha açık biçimde ayrıldıkça, prenslerin denetimine girer. Luther’in kendisi de giderek prenslerin hizmetkârı olur. Halk onu prenslerin uşağı durumuna gelmekle suçlamış, hatta Orlamünde’de olduğu gibi taşlayıp kovmuştur.

Köylüler savaşı başladığında Luther arabulucu rolünü oynamaya çalışır. Yönetimleri haksız vergiler yüzünden eleştirir ve ayaklanmadan onların sorumlu olduğunu bildirir. Fakat bir yandan da, ayaklanmanın dine aykırı, İncil’in kurallarına karşı olduğunu söyler. Sonunda köylüler ile Katolik prensler ve soyluluğa, bu iki partiye, savaşmaktan vazgeçmelerini ve anlaşmalarını öğütler. Buna karşın ayaklanmalar, prenslerin, soyluların ve Luther’in yandaşı olan kentlerin otoritesi altındaki bölgelere de yayılır ve burjuva reformun sınırlarını hızla aşar.

Ayaklanmaların en kararlı bölümü Münzer’in liderliği altında karargâhını Thüringen’de kurar. Köylü çetelerinin karşısında burjuvalar, prensler, soylular ve papazlar, Luther ve papa birleşirler. Luther artık köylülerin ayaklanmalarına karşı acımasız olunması gerektiğini belirtir (şu sözü hatırlatır: “Eşeğe gereken yem, yük ve kırbaçtır”). 1848 devriminde Mart günlerinden sonra proletarya zafer meyvelerinden payını istediğinde, kendilerini daha önce sosyalist olarak tanımlayan burjuvalar da benzer biçimde konuşur. Liberal burjuvazinin 1847-49 yıllarındaki evrimi, Luther’in evrimine benzer.

Luther çevirdiği İncil ile halkın hareketine güçlü bir silah vermiştir. Kutsal kitapta, çağın feodalleşmiş Hıristiyanlığının karşısına, ilk yüzyılların gösterişsiz Hıristiyanlığını, feodal toplum karşısına feodal hiyerarşiyi bilmeyen bir toplum tablosunu çıkarmıştır. Köylüler papazlara, prenslere ve soylulara karşı bu düşünceleri kullanırlar. Oysa şimdi Luther köylülere karşı dönüyor ve prenslerin tanrısal hukuka dayanan iktidarını, itaati ve serfliği kutsal kitap adına onaylıyor. Halk hareketi de, burjuva hareket de, prensler yararına olacak şekilde ihanete uğruyor. Luther’in bir burjuva reformcusu olarak tavrı, 1848 devriminde burjuvaların tavrına benzer.

Thomas Münzer ise bir halk devrimcisidir. 1490 ya da 1493 yılında doğmuştur. 15 yaşındayken başpiskoposa ve Roma kilisesine karşı gizli bir dernek kurmuştur. Kilise papazı olan Münzer, görevinde kilisenin doğma ve ayinlerine küçümsemeyle yaklaşır, ayinlerde değişiklikler yapar. Ortaçağın mistiklerini okumuştur. Bu mistiklerin belirttiği bin yıllık krallık vaktinin geldiğini düşünür, çünkü reform ve çağın genel kaynaşması gözlerinin önündedir.

1520 yılında birinci İncil vaizi olarak gittiği Zwickau’da Anabaptistler tarikatıyla tanışır. Anabaptistler kıyamet günü ile bin yıllık krallığın yaklaştığını vaaz etmektedir. Bu tarikat Zwickau konseyiyle çatışmaya başlar. Münzer onlara tamamen katılmaz, fakat onları etkisi altına alacak şekilde savunur. Sonunda Anabaptistler kentten ayrılmak zorunda kaldığında, Münzer de onlarla birlikte ayrılır (1521 sonu). Münzer Prag’a gider, fakat konuşmaları yüzünden Bohemya’dan kaçmak zorunda kalır. 1522 yılında Thüringen’deki Allstedt’e vaiz olarak atanır. Burada Luther’den daha önce reformlara başlar; Latince kullanımını kaldırır, pazar ayinlerinde yalnızca İncilleri ve havarilerin mektuplarını değil, tüm kutsal kitabı okutur. Burada propaganda yapan Münzer, Thüringen’deki rahipler karşıtı halk hareketinin örgütlenmesini başlatır. Başlangıçta bir teolog olarak sadece rahiplere karşı çıkıyor. Fakat Luther’in o sırada yaptığı gibi barışçı evrimi vaaz etmiyor. Saksonya prenslerini ve halkı, Roma rahiplerine karşı ayaklanmaya çağırıyor. Prenslere yaptığı çağrı sonuç vermez, fakat halk arasındaki devrimci kaynama giderek artar. Münzer’in fikirleri giderek açıklık kazanır ve burjuva reformdan ayrılır. Artık siyasal ajitatör olmuştur. Teolojik ve felsefi öğretisi, sadece Katolikliğe değil, Hıristiyanlığın tüm temel noktalarına saldırır. Münzer, Hıristiyan biçimler altında ateizme yaklaşan bir pan-teizm (kamutanrıcılık) öğretir. Kutsal kitabı biricik ve yanılmaz referans olarak görmüyor, gerçek esin kaynağını halkların aklında görüyor. Kutsal ruh ona göre, insan aklının ta kendisi. Ona göre cennet öteki dünyada değildir ve onu (tanrının krallığını) yeryüzünde kurmak gerekir. Cennet gibi cehennem de yoktur. İnsanların kötü içgüdüleri ve istekleri dışında bir şeytan da yoktur. İsa’nın bir insan olduğunu ve yediği son yemekteki şarap ve ekmeğin mistik bir anlamının olmadığını belirtir. Bu düşünceler, heretik (sapkın mezhepsel) bir öğretidir. Hıristiyanlığın cümle yapıları kullanılarak oluşturulan yeni bir felsefi öğretidir. Münzer’in teolojisi çağın dini görüşlerini aşmaktadır. Teolojisi ateizme yakındır; siyasal programı da komünizme yaklaşır:

“Münzer’e göre tanrı krallığı, orada artık hiçbir özel mülk, toplum üyelerine karşı çıkan hiçbir yabancı, özerkli devlet iktidarının bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi. Var olan tüm yetkeler, eğer devrime boyun eğmeyi ve ona katılmayı reddederlerse, ortadan kaldırılmalıydı; tüm çalışmalar ve tüm mallar ortaklaşa olmalı ve en tam bir eşitlik hüküm sürmeliydi. Bu programı gerçekleştirmek için yalnızca tüm Almanya’da değil ama Hıristiyanlık dünyasının tümünde bir dernek kurulmalıydı. Prensler ve soylular, bu derneğe katılmaya çağrılacaklardı, eğer katılmayı reddederlerse, dernek ilk fırsatta, elde silah, ya onları devirecek ya da öldürecekti.” (s.60).

Münzer bu derneği örgütlemeye koyulur. Rahipler yanı sıra prenslere, soylulara, ayrıcalıklılara karşı da vaazlar vermeye başlar. Fakat Münzer’in yazılarına sansür getirilir.

Münzer, Luther’i eleştirir. Luther ılımlı bir reformcudur, kararsızdır ve hareketin gelişmesi karşısında korkuya kapılmıştır (bu 1848 devriminde burjuvazinin ikircikli siyasetine benzer). Luther, Münzer’in tapınma reformlarını kabul etmek zorunda kalmıştır. Luther, Münzer’e kuşku içinde güvensizlikle bakar. Münzer ise Luther’in öğretilerini çürük bulur. Münzer, halkın ve köylülerin düşünce ve isteklerini uçlara taşımıştır.

Luther Saksonya prenslerinden Münzer’in ve ayaklanma kışkırtıcılarının kovulmasını ister. Münzer, Anabaptistleri giderek kendi etrafında toplar. Bunlar kovuşturmalar yüzünden belirli bir yerde oturmuyor ve tüm Almanya’yı dolaşıp, Münzer’in yeni öğretisini yayıyorlar. Münzer’in Anabaptist müritleri işkence görür, öldürülürler, fakat sarsılmazlar ve halktaki kaynaşma nedeniyle çalışmaları başarılı olur. Münzer Thüringen’den kaçarak, çeşitli yerlere uğrayıp propaganda yapar. Münzer’in bu gezisi Nisan 1525’teki genel ayaklanmaya büyük katkıda bulunur. Birçok devrimci din adamı örgütler. Prensler ve beyler bu sapkın mezhebe karşı katı kovuşturmalar düzenlediğinde, Münzer’in gizli derneği daha da güçlenir ve ayaklanma ruhu alevlenir. Münzer güney Almanya’da 5 ay boyunca ajitasyon yapar. Ayaklanma başlamadan bir süre önce ayaklanmayı yönetmek için Thüringen’e geri döner.

Şimdi köylü ayaklanmalarına kısaca bakalım… İlk köylü ayaklanması, 1476’da Vurzburg piskoposluğu bölgesinde patlar. Kavalcı Jean adında biri bu ayaklanmada öne çıkar. Çileciliği öğütleyen bu adam, bir çobandır. Konuşmalarında imparator, prens ve papa otoritelerinin bundan sonra olmayacağını işler; kimsenin komşusundan çok varlığı olmayacak, herkes kardeş olacak der. Tüm efendi haklarının, yükümlülüklerin, angaryaların ve vergilerin kaldırılacağını belirtir. Kavalcı Jean’ın ünü hızla yayılır; ona bir evliya gibi tapılır ve yaptığı mucizeler dilden dile dolaşır. Rahipler ona karşı çıkarsa da, Jean’a inanların sayısı hızla artar. Bu çobanın pazar vaazlarını dinlemeye 40 binden fazla insan gelmeye başlar. Aylarca vaaz verdikten sonra, Kavalcı Jean ayaklanma çağrısı yapar. Fakat piskoposun süvarileri Jean’ı kaçırır ve hapseder. Onun söylediği gün 34 bin köylü toplanır, fakat Jean’ın kaçırıldığını duyduklarında büyük bölümü dağılır. Geriye kalan 16 bin kişilik kitle Jean’ın tutsak alındığı şato önüne gider. Piskopos onları geri çekilmeye ikna eder ve dağılırlarken piskoposun süvarileri saldırır. Sonunda Kavalcı Jean yakılır.

Bu ilk girişimden sonra Almanya uzun zaman dingin kalır. Yeni köylü ayaklanmaları 1490-1500 yılları sonunda başlar. 1493’te Alsas’ta gizli bir dernek kurulur. Bayrağında köylü çarığı (Bundschuh) yer almaktadır. Dernek ortaya çıkarılır ve üyelerinin çoğu yakalanır, işkence görür ve öldürülür. Ülkeden kovulanlar da olur. Bu yıkım Bundschuh’u yok etmez. Köylüler bu örgütlenme içerisinde birçok bozgun ve dağılma yaşasalar da, önderleri öldürülse de, bağlarını yeniden kurarlar. Bu örgütlenme 1502’de Sapire piskoposluğu bölgesinde yeniden belirir. Örgütlenme 7 bin üyeye ulaşır ve yayılır. Programları şunları içerir: Prenslere ve beylere tanınmış hakların, öşürlerin, vergilerin kaldırılması, serfliğin kaldırılması, kilise mallarına el konması ve halka bölüştürülmesi, imparatordan başka efendinin olmaması. Başka bir ifadeyle; 1) Bir ve bölünmez Alman krallığı istemi, 2) papazların mallarının halk tarafından bölüşümü talepleri, ilk kez köylüler arasında görülür. Münzer bu istemleri şu şekilde geliştirir: 1) Alman imparatorluğu yerine bir ve bölünmez cumhuriyet, 2) kilise mallarının bölüşümü yerine onların topluluk yararına zor alımı. Bu yeni Bundschuh’un da ayaklanma planı bulunmaktadır. Fakat plan açığa çıkar ve yine tutuklamalar olur, cezalar uygulanır, dernek üyelerinden kaçanlar da olur.

16.yy.’ın ilk yıllarında Yoksul Konrad adında Bundschuh’un kaçan ve dağılan üyeleriyle ilişkili yeni bir dernek kurulur. Bu iki gizli örgütlenme 1513-15 yıllarında bir dizi ayaklanmayı organize eder. Yoksul Konrad örgütlenmesi 1503’te Würtemberg’de belirir ve 1514 baharında ayaklanma başlatır. 3-5 bin köylüyü, ordu toplamak için zaman kazanmaya çalışan dükün vergileri kaldıracağı vaadi yatıştırır. 1514 baharında Macaristan’da da köylüler savaşı patlar, fakat ezilirler. Sloven köylüler arasında ayaklanmalar olursa da, bunlar da yenilir. Bütün bu ayaklanmalarda şatolar ve manastırlar yakılır, yakalanan soylular köylü jüriler tarafından yargılanıp, kafaları kesilir. Yukarı Ren bölgesindeyse Joss Fritz gizli örgütlenmeye başlar. Fritz şövalye, rahip, burjuva, köylü ve halktan insanları örgütler. Ayrıca dilencilerle de ilişkileri vardır. Bu örgütlenme de yayılır. 1513 sonbaharında ayaklanma başlatacaktır, fakat örgütlenme saptanır ve öldürmeler, işkenceler yaşanır. Fritz kaçmayı başarır. İsviçre’ye kaçanlar olur, fakat bunlar izlenir ve öldürülürler. 1514’te İsviçre’de de ayaklanmalar olur.

Özetle, bu dönemde Almanya topraklarında gizli örgütlenmeler oluşuyor, ayaklanıyorlar, dağılıyor ve yeniden toplanıyorlar.

Reform hareketinde başından itibaren bir ayrışma görülür. Soylular ve burjuvalar Luther etrafında toplanır. Köylüler ve halktan kimseler Luther’i düşman olarak görmeseler de, ayrı bir muhalefet partisini oluşturur. Luther’e yakın duran prenslerin, şövalyelerin ve kentlerin büyük bölümü, köylü ve halk takımının çetelerini kırıp geçirir. Luther ile Münzer arasındaysa basın ve söylem düzeyinde savaş bulunmaktadır.

16.yy.’ın başında imparatorluk prenslikler şeklinde dağılmış durumdadır. İmparatorluk soyluluğu, güçlenen prensler ve yüksek din adamları karşısında giderek güçsüzleşir ve geriler. İmparatorluk soyluları, prenslerin ve yüksek din adamlarının zararına olacak bir imparatorluk reformuna yönelir. Bu reformun kapsamında kilise mallarının laikleştirilmesi ve prenslerin ortadan kaldırılması bulunur. Bunun için soylular, kentli burjuvalara ve köylülere imparatorluk reformunu önerirler; prenslere karşı kendi konumlarının pekişmesini amaçlarlar. Fakat köylüler ve kentler soylulara karşıdır. Soylular köylüleri kazanamazlar, çünkü örneğin serfliğin kaldırılmasına yanaşamazlar. Böylece savaşım başladığında soyluluk, prenslerin karşısında yalnız kalır. 200 yıl boyunca prensler soylulara karşı güçlenmiş ve durmadan alan kazanmışlardır. Artık soyluları ezecek koşullar vardır. 1522’de 6 yıllık bir süre için soyluların birliği kurulur; ordu oluştururlar. Eylül 1522’de çatışma başlar. Prensler galip gelir. Soyluluk iyice güçsüzleşir ve bundan sonra prenslerin yönetimi altına girerler. Ardından gelen Köylüler Savaşı, soyluları prenslerin koruması altına girmeye iyiden iyiye zorlar. Soylular prenslerin egemenliği altında köylüleri sömürmeye devam eder. Soyluların prenslere ve rahiplere karşı, köylülerle ittifaka girmesi mümkün değildir.

Luther’in Katolik hiyerarşiye savaş ilan etmesiyle, Almanya’daki tüm muhalefet güçleri harekete geçer. Köylüler her yıl ayaklanmaya girişirler. 1518-23 arasında ayaklanmalar birbirini izler. 1524 baharından sonra ayaklanmalar sistemli bir nitelik kazanır. O yılın Nisan ayında köylüler feodal angarya ve yükümlülükleri reddederler. 24 Ekim 1524’te Protestan Derneği kuran ve bayrağı üç renkli Alman bayrağı olan kentli burjuvalar ile köylüler işbirliği içinde ayaklanırlar. Bu ayaklanma yayılır. Feodal egemenliğin kaldırılması, şato ve manastırların yıkılması, imparator dışında tüm beylerin kökünün kazınması amaçlanmaktadır. Soylular ve prensler ile köylüler arasında savaşımlar olmaktadır. Thomas Münzer bu ayaklanmalara doğrudan değil, dolaylı olarak etki eder. Köylüler arasında en kararlı devrimciler, Münzer’in fikirlerini temsil edenlerdir. Köylü ayaklanmalarına katılan kitle içerisinde Münzer’in partisi azınlıktadır.

Mülhausen’de 1525’te ayaklanmayla kent konseyi devrilir ve “ölümsüz konsey”in başkanı Münzer olur. Münzer malların ortaklığını, herkes için çalışma yükümlülüğünü ve her türlü otoritenin kaldırılmasını ilan eder. Fakat gerçeklikte bir cumhuriyetçi kent sistemi oluşturur. Hareketin yayılması ve örgütlenmesine uğraşır. Ayaklanmalar yaygınlaşır ve her birinde şatolar ve manastırlar köylülerce yakılır. Münzer yakalanır ve işkence görür; kafası kesildiğinde 28 yaşındadır.

Köylüler Savaşı’nın sonunda köylüler tekrar din adamı, soylu ya da ayrıcalıklı efendilerinin egemenliği altına girerler. Eski yükümlülükleri daha da ağırlaşır. Alman halkının devrimci girişimi bozgunla biter ve üzerindeki baskı artar. Fakat belirtmek gerekir ki, din savaşları ve otuz yıl savaşı, köylüleri Köylüler Savaşı’ndan daha sert biçimde sarsmıştır; bunlar üretici güçleri tahrip edip, sefaleti artırmıştır.

Köylüler Savaşı’ndan en çok etkilenen din adamları zümresi (clergé)’dir. Çünkü manastırları yakılmış, malları yağmalanmıştır. Köylüler Savaşı, kilise mallarının köylüler yararına laikleştirilmesini popüler kılmıştır. Laik prensler ile kentlerin bir bölümü, bu laikleştirmeyi kendi yararlarına gerçekleştirmeye başlamıştır. Böylece Protestan ülkelerde yüksek din adamlarının yurtlukları, prenslerin ve kent ayrıcalıklılarının eline geçer. Soyluluğun şatoları yakılıp yıkılmış, bunlar prenslerin hizmetine girerek yaşayabilecek duruma düşmüşlerdir. Soylular, Köylüler Savaşı’nda her yerde yenilmiştir. Onu prenslerin orduları kurtarmıştır. İmparatora bağlı olan soylu zümrenin önemi giderek azalmış, prenslerin egemenliği altına girmişlerdir. Kentlerdeyse ayrıcalıklıların egemenliği pekişir. Bunlar ticaret ve sanayinin gelişimini engeller. Köylüler Savaşı’nda tek kazanan vardır; o da prenslerdir. O çağda laik prensler, kilise prenslikleri, kent cumhuriyetleri, egemen kont ve baronlar bir arada bulunmaktadır. İmparatorluk kentleri yerel ve bölgesel merkezileşmenin temsilcisi prenslere bağlı duruma gelmeye başlar. Köylüler Savaşı, din adamlarını, soyluları ve kentleri güçsüz bıraktığından, bunların kazançlarını prensler ele geçirdiğinden, prenslere yaramıştır. Kilse malları prensler adına laikleştirilir, soyluluk yıkıma uğrar ve prenslerin egemenliği altına girer; köylülere ve kentlere yüklenen savaş vergileri, prenslerin kasasına akar. Köylüler Savaşı, Almanya’nın bölünmüşlük durumunu artırır ve pekiştirir.

Köylüler Savaşı’nda eşgüdümlü bir hareket, kentli burjuvalar, köylüler ve halk takımının hiçbiri tarafından oluşturulmamıştır. Birbirinden yalıtık olan köylü ayaklanmalarının hepsi, ayaklanan köylülerin onda birinden az olan ordular tarafından bastırılır. Partikülarizmin egemen olduğu Köylüler Savaşı’nda, köylü örgütlenmelerin bir araya gelmesi, ancak düşmanın ortaklaşması yüzünden olabilmiştir. Köylü örgütlerinin düşmanlarıyla anlaştığı ve bırakışma yaptığı da görülmüştür. 1525 devriminden, başka bir deyişle 16.yy. Alman devriminden yararlananlar prenslerdir.

Kaynaklar: 1) Engels, Köylüler Savaşı, Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 1999
                     2) Friedrich Engels Biyografi, Sorun yayınları, Birinci Baskı, 1997, s. 150-1


[i] * Almanya’nın 1848 devrimi sonrasındaki gelişimine ilişkin olarak 1874 yılında Köylüler Savaşı’na yazdığı önsözde Engels şunları belirtir: 1848-49 Alman devriminde proletarya kaynaşma içindedir. Alman burjuvazisi, Fransız proletaryasından korkmuştur; Paris 1848 Haziran ayaklanması, Alman burjuvazisine kendisini neyin beklediğini göstermiştir. Bu nedenle Alman burjuvazisinin politik eylemindeki sivrilik körelir ve gerici sınıflarla ittifak yapar. Bu sınıflar; bürokrasisi ve ordusuyla krallık, büyük feodal soyluluk, önemsiz küçük toprak ağaları ve papazlar sürüsüdür. Proletarya kendi sınıf bilinciyle hareket etmeye başlayınca, burjuvazi korkarak gerici sınıflarla birleşir.
Prusya’da feodal kurumların kalkması çok uzun zaman alır. Prusya’da 1848 devriminde krallıktan, Bonapartçı krallığa geçiş olur. Bu kapitalist devlete geçişin başlangıcıdır. 1848 burjuva devrimi, 19. yy.’ın sonuna doğru kapitalist devlete geçişle tamamlanır. Bu süreçte hükümet reformlar yaparak burjuvazinin çıkarları doğrultusunda adımlar atar: Para, ağırlık ve uzunluk ölçülerinin birliği sağlanır; meslek ve dolaşım özgürlüğüyle Almanya’nın işgücü, sermayenin emrine verilir; ticaret desteklenir vb… Burjuvaziyse siyasal iktidarı destekler, fakat iktidarı hükümete bırakır. 1848 sonrasındaki 20 yıl boyunca sanayi ve ticaret, denizyolları, telgraf ve buharlı transatlantik denizciliği gelişir. Yani burjuvazi ve proletarya gelişir. 1870’teki Almanya-Fransa savaşında, işçi sınıfı savaş kışkırtıcılığı karşısında soğukkanlı kalır. 1870’ten sonra sosyalistlere karşı büyük baskılar uygulanır, fakat bu sosyalistlerin örgütlenip güçlenmesini durduramaz. 1871 seçiminde sosyalistler 102.000 ve 1874 seçiminde 352.000 oy alırlar.

[MAR] YOUTUBE KANALI

LİDER

Karl Marx - Kapital

Kısa Sovyet Film ve Belgeseller [Türkçe]