1.0 Giriş: 1848 Devriminin
Işığında 1525'i Yeniden Okumak
Friedrich Engels'in "Alman
Köylüler Savaşı" adlı eseri, 1848-49 Alman devriminin karşı-devrimle
bastırılmasının hemen ardından, 1850 yazında kaleme alınmış bir tarihsel
analizdir. Bu çalışma, siyasal bir durgunluk döneminde Alman halkına devrimci
geleneğini hatırlatma ve geçmişin başarısızlıklarından geleceğin mücadeleleri
için dersler çıkarma amacı taşımaktadır. Engels, 16. yüzyıldaki bu büyük
toplumsal patlamayı, dönemin dini ve siyasi söylemlerinin ötesine geçerek,
tarihsel materyalist bir yaklaşımla ele alır. O, bu yaklaşımıyla, olayların
ardındaki gerçek itici güçleri, yani dönemin ekonomik yapısını ve bu yapıdan
doğan sınıf mücadelelerini aydınlatmayı hedefler.
Engels, kendi yaklaşımını şu
sözlerle açıklar: “...Almanya’nın siyasal düzeninin, bu düzene karşı
ayaklanmaların, çağın siyasal ve dinsel teorilerinin, tarım, sanayi, ulaştırma
yolları, meta ve para ticaretinin bu ülkede erişmiş bulundukları gelişme
derecesinin nedenleri değil ama sonuçları olduklarını göstermeye çalıştım.” Bu
perspektif, dini çatışmalar ve siyasi entrikalar olarak görünen olayları,
kökenlerindeki maddi çıkarların ve sınıfsal çelişkilerin bir yansıması olarak
konumlandırır.
Bu analizin temel tezi, Engels'in
Köylüler Savaşı'nı ve Reform hareketini, Almanya'nın feodalizme karşı ilk büyük
burjuva devrimi olarak yorumlamasıdır. Bu devrimin motor gücünü köylüler ve
kentli halk tabakası (plebejerler) oluşturmuş, ancak Alman burjuvazisinin
kararsızlığı ve nihayetinde ihaneti, hareketin örgütsüzlüğü ve yerel düzeyde
parçalanmışlığı nedeniyle bu büyük girişim başarısızlığa uğramıştır. Bu sınıf
antagonizmalarının kaçınılmaz patlamasını anlamak için, öncelikle 16. yüzyıl
Almanya'sının, filizlenen kapitalist gelişim ile kökleşmiş feodal çürüme
arasında sıkışıp kalmış çelişkili sosyo-ekonomik manzarasını tahlil etmek
gerekir.
2.0 16. Yüzyıl Almanya'sının
Sosyo-Ekonomik ve Siyasi Panoraması
16. yüzyıl Almanya'sı, bir
yandan sanayi ve ticarette önemli bir canlanma yaşarken diğer yandan derin bir
siyasi parçalanmışlık ve ekonomik geri kalmışlık sergileyen çelişkili bir
yapıya sahipti. Bu ikilem, toplumsal gerilimleri besleyen ve yaklaşan büyük
isyanın zeminini hazırlayan temel dinamikleri oluşturuyordu.
Ekonomik Gelişim ve Sınırlılıklar
14. ve 15. yüzyıllarda
başlayan lonca sanayisindeki gelişim, 16. yüzyılda yünlü ve keten dokumacılığı
gibi alanlarda yaygınlaşmıştı. Madencilikte Almanlar dünyanın en usta
zanaatkârları olarak kabul ediliyor, barut ve matbaanın icadı ise sanayinin gelişimine
önemli bir ivme kazandırıyordu. Ticaret yolları genişlemiş, kentlerin
büyümesiyle tarım da ortaçağ durağanlığından sıyrılmaya başlamıştı. Ancak bu
olumlu tabloya rağmen Almanya, komşularıyla kıyaslandığında belirgin bir geri
kalmışlık içindeydi. Tarımı İngiltere ve Hollanda'nın, sanayisi ise İtalya,
İngiltere ve Flaman bölgelerinin gerisindeydi. Deniz ticaretinde de
Hollandalılar ve İngilizler üstünlüğü ele geçirmişti. Birleşik bir ulusal
pazarın ve baskın bir ekonomik merkezin yokluğu, Almanya'yı dağınık ve
birbirinden yalıtılmış ekonomik bölgelere ayırıyordu.
Siyasi Parçalanmışlık ve Yerel
Merkezileşme
Bu ekonomik parçalanmışlık,
siyasi yapının da temel belirleyeniydi. İngiltere ve Fransa'da sanayi ve
ticaretin gelişimi ulusal düzeyde bir siyasi merkezileşmeyi zorunlu kılarken,
Almanya'da bu sürecin maddi temelleri eksikti. Ulusal bir pazarın olmaması,
siyasi merkezileşmenin ulusal düzeyde başarısız olmasına ve gücün yerel düzeyde
toplanmasına yol açtı. Merkezileşme, imparatorluk düzeyinde değil, her biri
kendi çıkarlarını gözeten prenslerin egemenliğindeki eyaletler düzeyinde
gerçekleşti. Feodal imparatorluk gücünü yitirirken, prensler giderek artan bir
özerklik kazanarak kendi topraklarında mutlakiyetçi bir iktidar kurma yoluna
gittiler. İşte bu ekonomik geri kalmışlık ve siyasi parçalanmışlık zemininde,
her biri farklı çıkarlara ve şikayetlere sahip olan karmaşık toplumsal sınıflar
şekillenmekteydi.
3.0 Çatışan Çıkarlar: Feodal
Toplumun Sınıf Yapısı
16. yüzyıl Almanya'sındaki
büyük isyanın dinamiklerini anlamak, feodal toplumun karmaşık sınıf yapısını ve
bu sınıfların birbiriyle çatışan çıkarlarını incelemeyi gerektirir. Her bir
toplumsal katman, mevcut düzenden farklı şekillerde etkileniyor ve kendi
konumunu iyileştirmek için diğerleriyle kaçınılmaz bir mücadele içine
giriyordu.
3.1 Prensler: Mutlakiyetçi
İktidarın Temsilcileri
Yüksek soylular arasından çıkan
prensler, imparatordan neredeyse tamamen bağımsız hareket eden güç odaklarıydı.
Kendi topraklarında merkezileştirici bir rol oynayarak küçük soyluları ve
kentleri egemenlikleri altına alıyorlardı. Ancak büyüyen saray lüksü, sürekli
orduların beslenmesi ve artan yönetim harcamaları, bitmek bilmeyen bir para
ihtiyacını doğuruyordu. Bu ihtiyacı karşılamak için halkın üzerindeki baskıyı
sürekli artırıyorlardı: ağırlaşan vergiler, yeni dolaylı vergiler, kalp para
basma ve hatta adalet sistemini bir gelir kapısı haline getirme gibi yöntemlere
başvuruyorlardı. Bu keyfi yönetim, diğer tüm sınıfların tepkisini çekiyordu.
3.2 Soyluluk: Gerileyen Bir
Sınıfın Çırpınışları
Orta soyluluk neredeyse tamamen
ortadan kalkmış, geriye sadece küçük soylular yani şövalyeler kalmıştı.
Piyadenin ve ateşli silahların gelişimi, onların geleneksel askeri önemini
ortadan kaldırmıştı. Artan lüks harcamaları karşısında gelirleri yetersiz kalan
şövalyeler, varlıklarını sürdürebilmek için iki yola yöneldi: ya prenslerin
hizmetine girmek ya da kendi topraklarındaki köylüleri daha acımasızca sömürmek
ve yağmacılık yapmak. Bu durum, şövalyeleri hem ruhban sınıfının engin
zenginliğine göz diken hem de borçlu oldukları ve ticaret yollarını
yağmaladıkları kentlere düşman olan istikrarsız bir güç haline getiriyordu.
3.3 Ruhban Sınıfı (Clergé): Çift
Kutuplu Bir Zümre
Matbaanın yaygınlaşması ve
ticaretin gelişmesi, ruhban sınıfının entelektüel tekelini kırmış ve bu zümreyi
giderek "gereksiz" hale getirmişti. Kendi içinde derin bir bölünme
yaşayan bu sınıf iki ana kutuptan oluşuyordu:
• Feodal Hiyerarşi
(Aristokratlar): Piskoposlar ve başpiskoposlar gibi yüksek din
adamları, aynı zamanda geniş topraklara sahip feodal beylerdi. Halkı aforoz,
günah bağışlama ticareti ve ağır vergilerle sömürüyor, bu nedenle halkın derin
nefretini üzerlerine çekiyorlardı.
• Plebejer Unsur (Köy ve
Kent Papazları): Feodal hiyerarşinin dışında kalan bu kesim, halkın
içinden geliyor ve onlara yakın bir yaşam sürüyordu. Düşük gelirli bu papazlar,
halkın sevgisini kazanmış ve yaklaşan devrimci hareketin teorisyenlerini ve
ideologlarını yetiştirmişti.
Buna ek olarak, Papalığın
Almanya'dan topladığı ve Roma'nın lüksü için harcanan vergiler, halk üzerindeki
baskıyı artırıyor ve ulusal duyguları güçlendirerek Roma'ya karşı bir tepki
doğuruyordu.
3.4 Kentli Sınıflar: Muhalefetin
Üç Yüzü
Orta çağ kentlerindeki halk,
çıkarları birbirine taban tabana zıt üç ana gruba ayrılmıştı:
• Ayrıcalıklılar
("Eşraf"): En zengin ailelerden oluşan bu yönetici kast,
belediye meclisini ve kentin tüm gelirlerini kontrol ediyordu. Tefecilik, keyfi
vergilendirme ve komün arazilerini gasp etme yoluyla hem kent halkını hem de
çevre köylüleri sömürüyorlardı.
• Burjuva Muhalefeti: Zengin
ve orta halli burjuvalardan oluşan bu grup, eşrafın oligarşisine karşı çıkıyor,
belediye yönetiminde denetim ve katılım talep ediyordu. Aynı zamanda ruhban
sınıfının ayrıcalıklarına ve yaşam tarzına da şiddetle karşıydılar.
• Halk Muhalefeti
(Plebejerler): Sınıf dışı kalmış zanaatkârlar, kalfalar, gündelikçiler
ve lümpen-proletaryadan oluşan bu en yoksul kesim, yurttaşlık haklarından
tamamen yoksundu. Bu grup, feodalizmin çözülmesinin bir ürünü olduğu kadar,
modern burjuva toplumunun da ilk habercisiydi. Ancak lonca ayrıcalıklarını
korumak gibi gerici talepler de ileri sürebildiklerinden, kırsal kesimdeki
köylüler için güvenilmez bir müttefikti.
3.5 Köylüler: Ezilen Büyük Kitle
Toplumun en alt tabakasını
oluşturan köylüler, kelimenin tam anlamıyla herkes tarafından eziliyordu.
Prensler, soylular, papazlar ve kentli ayrıcalıklılar, onların emeği üzerinden
yaşıyordu. Köylülerin üzerindeki sömürü mekanizmaları sayısız ve acımasızdı:
• Serflik ve Angarya: Zamanlarının
büyük bölümünü efendilerinin topraklarında karşılıksız çalışarak
geçiriyorlardı. Buna ek olarak, beyleri için çilek devşirmek, salyangoz
toplamak veya odun kesmek gibi keyfi işlere zorlanıyorlardı.
• Vergiler ve Harçlar: Öşür,
harçlar, evlenme ve ölüm vergileri gibi bitmek bilmeyen yükümlülüklerin yanı
sıra, beylerinin keyfi olarak koyduğu sayısız vergiye tabiydiler.
• Hakların Gaspı: Ortak
kullandıkları otlaklar ve ormanlar keyfi olarak beyler tarafından ellerinden
alınıyordu. Hatta beyler, evlenen köylü kızlarıyla ilk geceyi geçirme hakkına (ilk
gece hakkı) sahipti.
• Keyfi Adalet: Efendileri
tarafından istedikleri zaman hapse atılabiliyor, göz oyma, uzuv kesme gibi
zalimce yöntemlerle işkence görebiliyorlardı. Adalet tamamen sömürenlerin
kontrolündeydi.
Bu karmaşık ve çelişkili sınıf
yapısı, Reform hareketinin başlamasıyla birlikte her bir sınıfın kendi maddi
çıkarları doğrultusunda saflarını belirleyeceği üç ana siyasi kampa ayrışmasına
zemin hazırladı.
4.0 Reform Hareketi: Üç Büyük
Toplumsal Kampın Doğuşu
16. yüzyılda başlayan ve "din savaşları" olarak adlandırılan mücadelelerin özünde dini tartışmalardan çok daha fazlası yatıyordu. Bu çatışmalar, aslında derin maddi sınıf çıkarlarının teolojik bir kılıf altında ifade edilmesiydi. Orta çağda kilise, feodal düzenin ideolojik temelini oluşturduğu için, feodalizme yönelik her ciddi saldırı kaçınılmaz olarak önce kiliseye ve onun dogmalarına yönelmek zorundaydı. Reform hareketi bir katalizör görevi görerek, birikmiş tüm toplumsal muhalefeti serbest bıraktı ve Almanya'daki her sınıfı, belirsizliği terk ederek kendi maddi çıkarlarını en iyi temsil eden kampın sancağı altında toplanmaya zorladı.
Kamp Adı |
Temsil Ettiği Sınıflar |
Temel Amaçları |
Katolik (Gerici)
Kamp |
İmparatorluk
iktidarı, zengin soylular, yüksek din görevlileri, kentli ayrıcalıklılar. |
Mevcut
feodal düzeni ve kilisenin otoritesini korumak. |
Lutherci (Burjuva
Reformcu) Kamp |
Varlıklı
muhalefet unsurları, küçük soylular, burjuvazi, bazı prensler. |
Kilise
mallarına el koyarak zenginleşmek, Roma'ya bağımlılığa son vermek,
imparatorluk karşısında bağımsızlığı artırmak, yasal çerçevede ılımlı bir
reform gerçekleştirmek. |
Devrimci Kamp |
Köylüler
ve kentli halk tabakası (plebejerler). |
Feodal
yükümlülüklerin, soylu ve ruhban ayrıcalıklarının tamamen kaldırılması;
toplumsal ve mülkiyet ilişkilerinde köklü değişiklikler. |
Orta çağ boyunca görülen "mezhep sapkınlıkları" da aslında bu devrimci muhalefetin erken dönem biçimleriydi. Ancak burjuva mezhep sapkınlığı ile köylü-halk mezhep sapkınlığı arasında temel bir fark vardı. Burjuva muhalefeti esas olarak ruhban sınıfının zenginliğine ve siyasi gücüne karşı çıkarken, köylü ve halk tabakasının sapkınlığı çok daha ileri gidiyordu. Bu hareketler, ilkel Hıristiyanlıktaki eşitlik idealini alıp onu doğrudan toplumsal bir talep haline getiriyorlardı: sadece ruhban ayrıcalıklarının değil, aynı zamanda soyluların, vergilerin, angaryaların ve servet farklarının da ortadan kaldırıldığı bir toplumsal eşitlik istiyorlardı. Bu kampların ideolojik liderleri olan Luther ve Münzer'in karşıtlığı, bu derin ayrışmanın en somut ifadesi olacaktı.
5.0 İdeolojik Liderler: Martin
Luther ve Thomas Münzer'in Karşıtlığı
Martin Luther ve Thomas Münzer,
sadece farklı teolojik görüşlere sahip iki din adamı değil, aynı zamanda Reform
hareketinin içinde doğan ve birbirine taban tabana zıt iki toplumsal sınıfın,
yani ılımlı burjuvazinin ve devrimci halkın siyasi ve ideolojik temsilcileriydi.
Onların arasındaki karşıtlık, hareketin nihai kaderini belirleyen temel
unsurlardan biri oldu.
Martin Luther: Burjuva Reformunun
Temsilcisi
Luther'in kariyeri, hareketin
evrimini yansıtan bir dönüşüm süreciydi. Başlangıçta, papalığa ve Katolik
kilise hiyerarşisine yönelik saldırılarında, kendisinden önceki tüm sapkın
mezhepleri temsil etmek ve en kararlı devrimci enerjiyi göstermek zorundaydı.
Bu sayede tüm muhalefet unsurlarını kendi etrafında birleştirmeyi başardı.
Ancak hareket radikalleşip köylü ve halk kitleleri kendi taleplerini dile
getirmeye başladığında, Luther geri adım attı. Halk unsurlarına ihanet ederek
soyluların, prenslerin ve burjuvazinin partisine katıldı. Artık "barışçı
evrim" ve "pasif direniş" gibi kavramları savunuyor, yasal
çerçevede ilerlemeyi salık veriyordu.
Köylüler Savaşı patlak
verdiğinde, Luther önce arabuluculuk yapmaya çalıştı. Fakat isyan yayılıp kendi
destekçisi olan prenslerin otoritesini tehdit etmeye başlayınca, tavrını
tamamen değiştirdi. Köylülere karşı en acımasız önlemlerin alınması çağrısında
bulundu ve onların vahşice bastırılmasını savundu. Bu ihanetini, “Eşeğe
gereken yem, yük ve kırbaçtır” sözüyle özetleyerek, isyancı kitlelere
duyduğu nefreti açıkça ortaya koydu. Engels, Luther'in bu tavrını, 1848-49
devriminde proletaryanın talepleri karşısında korkuya kapılarak gerici feodal
güçlerle birleşen liberal Alman burjuvazisinin tavrına benzetir.
Thomas Münzer: Halk Devriminin
Peygamberi
Thomas Münzer ise halk devriminin
uzlaşmaz lideriydi. Onun teolojik-felsefi öğretisi, sadece Katolikliğe değil,
Hıristiyanlığın temellerine yönelik bir saldırı niteliğindeydi. Aklı
"kutsal ruh" olarak tanımlayan ve panteizme (hatta ateizme) yaklaşan
bir düşünce sistemi geliştirdi. Ona göre "tanrının krallığı" öteki
dünyada değil, yeryüzünde, insanlar tarafından kurulmalıydı.
Münzer'in siyasi programı,
teolojisinden bile daha radikaldi. Engels'in ifadesiyle, bu program komünizme
yaklaşıyordu: “Münzer’e göre tanrı krallığı, orada artık hiçbir özel
mülk... bulunmadığı bir toplumdan başka bir şey değildi... tüm çalışmalar ve
tüm mallar ortaklaşa olmalı ve en tam bir eşitlik hüküm sürmeliydi.” Bu
programı hayata geçirmek için sadece vaaz vermekle kalmadı, aynı zamanda gizli
bir dernek örgütleyerek ve sürekli ajitasyon yaparak halkı ayaklanmaya
hazırladı ve savaş başladığında ona aktif olarak önderlik etti. Bu iki liderin
temsil ettiği derin ideolojik ve sınıfsal kopuş, yalnızca bir fikir ayrılığı
değil, aynı zamanda Köylüler Savaşı'nın seyrini ve trajik sonucunu derinden
etkileyecek iki farklı devrim projesinin çatışmasıydı.
6.0 Alman Köylüler Savaşı:
Ayaklanmanın Seyri ve Başarısızlık Nedenleri
1525'teki büyük toplumsal
patlama, aniden ortaya çıkan münferit bir olay değildi. Kökleri, 15. yüzyılın
sonlarından itibaren Almanya'nın çeşitli bölgelerinde patlak veren sayısız
yerel köylü isyanına ve gizli örgütlenmeye dayanıyordu. Bu erken dönem direnişleri,
büyük savaşın habercisiydi ve halk arasındaki birikmiş öfkenin somut
göstergeleriydi.
Ayaklanmanın Kökenleri ve
Yayılışı
1525 öncesinde, Bundschuh (Köylü
Çarığı) ve Yoksul Konrad gibi isimler altında faaliyet
gösteren gizli köylü dernekleri, direnişin fitilini ateşlemişti. Bu örgütlerin
programları oldukça radikaldi: serfliğin kaldırılması, kilise mallarına el
konulması ve imparator dışında hiçbir efendinin tanınmaması gibi talepler
etrafında birleşiyorlardı. 1524'te başlayan sistemli ayaklanmalarla birlikte
savaş yeni bir evreye girdi. Thomas Münzer'in etkisi bu süreçte belirleyici
oldu. Ayaklanmadan önceki beş ay boyunca güney Almanya'da yürüttüğü ajitasyon
turuyla devrimci din adamlarını örgütlemiş ve gizli derneğini güçlendirerek
isyanın ideolojik ve örgütsel zeminini hazırlamıştı. Hareketin en kararlı
unsurları onun takipçileriydi. Münzer'in Mülhausen'de iktidarı ele geçirerek
"ölümsüz konsey" başkanı olması ve malların ortaklığını ilan etme
girişimi, savaşın ulaştığı en radikal noktayı temsil ediyordu.
Başarısızlığın Temel Nedenlerinin
Analizi
Engels, yenilgiyi isyancıların
cesaret eksikliğine değil, eyaletlere bölünmüş ve örgütsüz bir köylü sınıfının,
feodal devletin merkezi askeri gücüyle karşılaştığında ortaya çıkan ölümcül
yapısal zayıflıklara bağlar. Karşılarındaki feodal güçlerin örgütlü orduları
karşısında, köylülerin ve müttefiklerinin zafer kazanmasını engelleyen temel
faktörler şunlardı:
• Ulusal Eylem Birliğinin
Olmayışı: Kentli burjuvalar, köylüler ve plebejerler gibi muhalif
güçler arasında ortak bir strateji ve eşgüdümlü bir hareket oluşturulamadı.
• Yerellik ve
Parçalanmışlık (Partikülarizm): Ayaklanmalar, ulusal bir karakter
kazanmak yerine yerel ve birbirinden yalıtık kaldı. Her bölgedeki köylü grubu,
öncelikle kendi beyine karşı savaştı ve diğer bölgelerle etkili bir bağ
kuramadı.
• Örgütlenme Zayıflığı: Köylü
orduları, toplam köylü nüfusunun çok küçük bir kısmını temsil ediyordu.
Karşılarındaki prenslerin, soyluların ve kentlerin birleşik ve örgütlü gücü
karşısında askeri ve lojistik olarak yetersiz kaldılar.
• Burjuvazinin İhaneti: Hareketin
en kritik anında, ılımlı burjuva kesim ve onların ideolojik lideri Luther,
devrimci halktan koparak prenslerin safına geçti. Kendi sınıfsal çıkarları,
feodal düzenin tamamen yıkılmasından çok, bu düzen içinde prenslerle uzlaşmayı
gerektiriyordu. Bu ihanet, isyanın ezilmesinde belirleyici bir rol oynadı.
Savaşın bu nedenlerle trajik bir
yenilgiyle sonuçlanması, Almanya'nın toplumsal ve siyasi yapısının nasıl
yeniden şekilleneceğini belirleyecek ve ülkenin kaderini sonraki yüzyıllara
taşıyacaktı.
7.0 Sonuçlar: Prenslerin Zaferi
ve Almanya'nın Pekişen Parçalanmışlığı
Alman Köylüler Savaşı, ona
katılan sınıfların ezici çoğunluğu için tam bir bozgunla sonuçlandı. Ancak bu
kaos ve yıkımdan mutlak bir zaferle çıkan tek bir güç vardı: Prensler. Savaş,
Almanya'nın siyasi haritasını yeniden çizerek, yerel merkezileşmeyi pekiştirdi
ve ulusal birliğin önündeki engelleri daha da sağlamlaştırdı.
Kazananlar ve Kaybedenler
• Din Adamları (Clergé): Manastırlarının
yakılması ve mallarının yağmalanmasıyla savaştan en ağır darbeyi alan zümre
oldular. Savaş, kilise mallarının laikleştirilmesi sürecini hızlandırdı, ancak
bu laikleştirme halkın değil, prenslerin yararına oldu.
• Soyluluk (Nobility): Küçük
soyluların durumu iki aşamada kötüleşti. Önce 1522'de, prenslere karşı kendi
"imparatorluk reformlarını" dayatmak için başlattıkları isyan
başarısızlıkla sonuçlandı. Ardından gelen Köylüler Savaşı, şatoları yıkılan ve
askeri olarak ağır darbe alan soyluların kaderini mühürledi ve onları hayatta
kalabilmek için tamamen prenslerin koruması altına girmeye zorladı.
• Kentler: Kentlerdeki
ayrıcalıklı "eşraf" kesimi, halk muhalefetini bastırarak kendi
egemenliğini pekiştirdi. Ancak kentler bir bütün olarak, artan oranda prenslere
bağımlı hale gelerek siyasi özerkliklerini kaybettiler.
• Köylüler: Savaşın
en büyük ve trajik kaybedenleri oldular. Yeniden efendilerinin egemenliği
altına girdiler ve savaştan önceki yükümlülükleri eskisinden daha da ağırlaştı.
Devrimci girişimleri, üzerlerindeki baskının katmerlenmesiyle sonuçlandı.
Mutlak Kazanan: Prensler
Prensler, bu süreçten tek
kazançlı çıkan güç olarak sivrildi. Diğer tüm sınıfların zayıflamasından
faydalanarak kendi iktidarlarını mutlaklaştırdılar. Kilise mallarını kendi
adlarına laikleştirdiler, soyluluğu siyasi olarak kendilerine bağladılar ve hem
kentlere hem de köylülere yükledikleri ağır savaş vergileriyle hazinelerini
doldurdular. Savaşın nihai sonucu, Almanya'nın siyasi parçalanmışlığını
azaltmak yerine daha da derinleştirmesi ve pekiştirmesi oldu.
8.0 Genel Değerlendirme:
Engels'in Tarihsel Dersi ve 1848 Paraleli
Friedrich Engels'in 16. yüzyıl
Alman Köylüler Savaşı üzerine yaptığı analiz, yalnızca geçmişe dönük bir tarih
çalışması değildir. Bu eser, aynı zamanda kendi çağına, özellikle 1848-49 Alman
devriminin yenilgisine yönelik güçlü bir politik eleştiri ve tarihsel bir ders
niteliği taşır. Engels, iki devrim arasında çarpıcı paralellikler kurarak,
tarihin tekerrür eden dinamiklerine dikkat çeker.
Engels'in 1525 ve 1848 devrimleri
arasında kurduğu temel benzerlik, her iki olayda da kent burjuvazisinin
oynadığı roldür. Tıpkı 16. yüzyılda Luther'in ve ılımlı burjuvaların köylü-halk
hareketinden korkarak prenslerin safına geçmesi gibi, 19. yüzyıl Alman
burjuvazisi de proletaryanın devrimci potansiyelinden ürkmüştür. Özellikle
Paris'teki 1848 Haziran işçi ayaklanması, Alman burjuvazisine kendisini neyin
beklediğini göstermiş ve onu, feodalizme karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmek
yerine, proletaryaya karşı gerici güçlerle (krallık, soyluluk, bürokrasi)
ittifak kurmaya itmiştir. Her iki devrimde de burjuvazi, kararsız, korkak ve
nihayetinde devrime ihanet eden bir karakter sergilemiştir.
Bu tarihsel karşılaştırmadan çıkan ana sonuç açıktır: Feodalizme ve gericiliğe karşı başarılı bir devrimci mücadele, ancak ezilen tüm sınıfların (16. yüzyıl için köylüler ve plebejerler, 19. yüzyıl için proletarya) çıkarlarını samimiyetle temsil eden, kararlı ve merkezi bir önderlik altında birleşmesiyle mümkündür. Burjuvazinin kendi sınıfsal çıkarları, onu devrimin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak karşı-devrimin safına itmektedir. Sonuç olarak, Engels'in "Alman Köylüler Savaşı", tarihsel olayların ardındaki maddi sınıf çıkarlarını anlama ve devrimci hareketlerin iç dinamiklerini çözümleme konusunda tarihsel materyalist perspektifin gücünü gösteren klasik bir eser olma özelliğini korumaktadır.