31 Ekim 2022 Pazartesi

“Kapital’e Karşı Devrim”: Antonio Gramsci’nin Bolşevik Devrimi Analizi-Levent Odabaşı

Levent Odabaşı, Gramsci'nin 'Kapital'e Karşı Devrim adlı yazısını değerlendiriyor. Bu konudaki yanlış anlamalara açıklık getiren yazıda, Gramsci'nin Ekim Devrimi'ne bakışı üzerinde duruluyor.

29 Ekim 2022 Cumartesi

İran'da Sınıf Mücadeleleri (II)

'Kadın, yaşam, özgürlük'; İran'da mücadele sürüyor

Bella Beiraghi

26 Ekim 2022

Çeviren: Mahmut Boyuneğmez


Eylül ayında 22 yaşındaki Kürt kadın Mahsa Amini'nin polis tarafından öldürülmesinin ardından İran'da protestolar devam ediyor.

Üniversiteler sürmekte olan isyanın merkezidir. Öğrenciler 120 kampüste günlük protestolar düzenlemekteler. Oturma eylemleri, yürüyüşler ve başörtüsü yakma eylemlerine “Diktatöre ölüm!” ve “Mollalar defolun!” sloganları eşlik ediyor. Ülke genelinde ilkokul ve liselerde de protestolar başladı. Genç kızların başörtülerini sallayarak güvenlik güçlerine karşı “bi Sharaf!” (rezalet) sloganları attığı kahramanca sahneler internette sürüsüne bereket yer alıyor.

Örgütlü öğretmenler, gençlik ayaklanmasıyla dayanışma içinde ve devletin kampüslerdeki acımasız baskısına tepki olarak greve gittiler. Bunu inşaat işçileri, şeker kamışı kesicileri ve kamyon şoförlerinin grevleri izledi. Önemli bir gelişme olarak, Basra Körfezi kıyılarındaki Asalouyeh'de ve güneydeki Buşehr, Huzistan ve Hormozgan eyaletlerinde taşeron petrol işçileri de greve gitti.

İran rejimi isyanı bastırmaya çalıştı, ancak bu çaba sadece protestoları körükledi. Meşhur bir işkence tesisi olan Evin Cezaevi'nde tutuklu bulunan öğrenciler, ruh hallerini birkaç kelimeyle özetledi: “Zulme ve baskıya karşı sesimizi her zamankinden daha fazla yükseltiyoruz. Tutsaklığımız sadece öfkemizi alevlendirdi ve mücadelemizi güçlendirdi”.

Üniversite öğrencileri ülke genelinde çoşkulu kampüslere sahiptir. Başkent Tahran ve çevresindeki şehirlerde, üniversiteler devletin baskılarına rağmen direniş ve protesto merkezleri haline geldi. Orta İran'dan bir öğrenci ve protestoların katılımcısı olan Farah (gerçek adı değil), “yozlaşmış hükümete, ifade özgürlüğünün olmamasına, hayat pahalılığına, Mahsa Amini cinayetine, hepsine kızgınız” diye Red Flag’e söyledi.

Şerif Üniversitesi'ndeki öğrencilere baskı uygulanması bu öfkeyi alevlendirmekten başka bir işe yaramadı. Tahran Üniversitesi'ndeki bir grup aktivist, baskının öğrencilerin protestolarını durduramayacağı konusunda hükümeti uyaran bir bildiri yayınladı. “Saçımızı çekip başımızı yere vurduğunuzda bile bizden korkan sizsiniz” diye yazdılar. “Adalet yerini bulana kadar mücadeleye devam edeceğiz” dediler.

Ülke çapındaki öğrenci örgütleri, tutuklu protestocularla dayanışma içinde benzer açıklamalarda bulundular ve rejimi felce uğratmak için ülke çapında grev çağrısında bulundular. Öğrenciler ayrıca, nüfusun diğer kesimlerini protestolara katılmaya teşvik etmede önemli bir rol oynamaya devam ediyor.

Öğrenci protestolarının politikası dağınık ve açıkça tanımlanmış bir liderliği yok. Ancak Farah şunları kaydetti: “Bazı gruplarda sosyalistler var (...) onlar da feminist olma eğiliminde. Protesto için çağrıların çoğu onlardan viral hale geliyor. Masum tutsakların serbest bırakılmasını, özgürlüğü ve nihayet devrimi talep ediyorlar”.

Tahran dışında, Kürdistan eyaleti rejime karşı bir mücadele bölgesidir. Başkent Sanandaj'da kadınlar ve etnik azınlıklar gece gündüz militan protestoların başını çekmeye devam ediyor. Tahran'da mahalle komitelerinin oluşturulmasından ilham alarak Sanandaj, Marivan, Kirmanshah, Naysir ve Taghqan'da genç kadın ve erkekler benzer komiteler kurdular.

Sanandaj Kadın ve Gençlik Komitesi yaptığı açıklamada, "zalimlerin vahşeti sınır tanımıyor" dedi. “Üretimde işçi grevlerinin yanı sıra mahalle komiteleri oluşturarak mücadelemizi ileriye taşıyacağız ve baskı güçlerini yıpratacağız.”

Bu gençlik komiteleri, rejime karşı popüler sokak protestolarını organize etmek, koordine etmek ve sürdürmek için önemlidir. Sanandaj'da kitlesel protestolar güvenlik güçlerini şehirden uzaklaştırdı. Rejim, çevre bölgelerden yeniden askeri sevkiyat yapmak zorunda kaldı, ancak yine de direnişi ezmeyi başaramadı. Komiteler, tarihsel olarak rejim yanlısı ve rejim karşıtı duygular arasında bocalayan bir sosyal katman olan esnaftan da destek aldı. Kürdistan genelinde, esnarlar ülke çapındaki ayaklanmayla dayanışma içinde dükkanları kapattılar.

Popüler protestolar ayrıca cinsiyet, etnik ve dini ayrımlar arasındaki dayanışma havasını derinleştirdi. Rejim, Belucistan eyaletinde protestocuları katlettikten sonra, o zamandan beri Kara Cuma olarak adlandırılan bu katliam olayını, devlet ile Suudi destekli yerel bir Sünni milis arasındaki bir çatışma olarak göstermeye çalıştı. Bu ayrımcılığı körükleme girişimi geri tepti - binlerce insan ülkenin dört bir yanındaki şehirlerde sokakları doldurarak “Yaşasın Kürtler, Araplar, Beluciler!” diye haykırdılar.

İran işçi sınıfı bu mücadeleye ön ayak olmadı. Ancak isyan devam ederken ve devlet baskısı yoğunlaştıkça işçiler hareket etmeye başladı.

Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Kurulu, protestoların ilk haftasında bir gün süreli bir dizi grev başlattı. O zamandan beri, öğretmen sendikalarını temsil eden ülke çapındaki bu organ, tutuklu protestocuların serbest bırakılmasını talep ederek eylem çağrısında bulunmaya devam etti. Kamyon şoförleri, şeker kamışı işçileri ve inşaat işçileri kısa sürede öğretmenleri takip etti. Ancak genel olarak, ayaklanmanın ilk üç haftasında endüstriyel eylemler sınırlıydı.

Bu durum, 17 Ekim'de Buşehr, Damavand ve Hengam'da yaklaşık 4.000 petrokimya işçisinin greve gitmesiyle değişti. Yolları kapatmaya başladılar ve lastikleri ateşe vererek “Diktatöre ölüm!” sloganları attılar. Grev haberleri kısa sürede şehirlere yayıldı ve Abadan, Bandar Abbas, Kangan ve Mahshahr'daki petrol işçilerine de ulaştı. Grev çağrısı, petrokimya endüstrisindeki militan işçiler tarafından kurulan bağımsız bir organ olan Sözleşmeli Petrol İşçileri Örgütlenme Konseyi tarafından yapıldı.

Örgütlenme konseyi, “petrol işçilerinin cinayetler ve baskılar karşısında sessiz kalmayacağı konusunda hükümeti daha önce uyarmıştık” dedi. “Tüm rafinerilerde resmi petrol, gaz ve petrokimya projelerinde yer alan işçi arkadaşlarımıza sesleniyoruz, şimdi kendimizi ülke çapında grevlere hazırlama zamanıdır.”

Petrol işçileri, tutuklu protestocuların ve işçi eylemcilerinin koşulsuz serbest bırakılmasını, tüm baskılara son verilmesini ve Mahsa Amini'nin katillerinin yargılanmasını talep ediyor.

Devlet, grevleri hızla bastırdı ve şimdiye kadar 100'den fazla petrol işçisini tutukladı. Ancak bu, kararlılıklarını kırmak için çok az şey yaptı. Örgütlenme Konseyi, hükumeti grevleri tırmandıracakları konusunda uyaran bir bildiri yayınlayarak, “bu tutuklamalar ve tehditler protestomuzu sürdürme kararlılığımız üzerinde etkiye sahip değil, bu baskılar öfkemizi yüz kat artırıyor” dedi.

Petrol işçileri İran ekonomisinin kalbini ellerinde tutuyor. 1979 “devrimi” sırasında şahı devirmede etkili oldular ve 2021'de bir grev dalgasına liderlik de dâhil olmak üzere son sınıf mücadelesinin ön saflarında yer aldılar. Petrol işçilerinin grevi, hareketin şimdiye kadarki tartışmasız en önemli gelişmesidir.

Ancak zorluklar devam ediyor. Petrokimya endüstrisi, daimi petrol işçileri ve sözleşmeli işçiler arasında bölünmüştür. Kalıcı işçiler sayıca daha azdır, ancak daha fazla endüstriyel güce sahiptir ve sözleşmeli işçilerden önemli ölçüde daha fazla ücret alırlar. Ülkenin güneyinde sözleşmeli bir petrol işçisi olan Abbas (gerçek adı değil) Red Flag’e şunları söyledi: “Onlar en yüksek maaşa, en yüksek korumaya sahipler. Ama biz köle gibiyiz”.

Abbas gibi sözleşmeli işçiler geçici sözleşmelerle çalıştırılıyor, işgücünün büyük bir kısmını oluşturuyor ve korkunç koşullara katlanıyorlar.

İran hükümetinin böl ve yönet stratejisi, kadrolu ve taşeron işçiler arasındaki dayanışmanın önünde bir engeldir. Bu, rejimin kadrolu işçilere ücret artışı teklif ederken, sözleşmeli işçilere baskı uyguladığı 2021 grev dalgasında fark edildi. Mücadelenin ilerlemesi ve rejimin ciddi bir darbe alması için kadrolu ve taşeron işçiler arasında birlik ve dayanışma şarttır.

Rejim, isyanı tek başına kurşunla durduramayacağını biliyor ve hareketi sona erdirmek için sopa-havuç stratejisine yöneldi. Kampüsleri, sözleşmeli petrol işçilerini ve büyük etnik azınlıkların yaşadığı illeri hedef alan baskı açık. Ancak geçen hafta hükümet, kamu sektörü çalışanları ile ulusal ve askeri emekliler için ücret artışı önerdi. Yıllık maaş artışı 3.750 Amerikan dolarına eşittir.

Öğretmenler son zamanlarda rejim tarafından öldürülen protestocular için üç günlük yas tuttu ve koordinasyon konseyi geçtiğimiz günlerde ülke çapında iki gün daha grev ve okullarda oturma eylemi çağrısında bulundu. Bu nedenle kolay kolay satın alınamazlar. Tavizler, işçilere daha da fazlası için savaşma güvenini vererek yönetici sınıfa geri tepebilir. Ancak baskı ve taviz stratejisinin zamanla mücadeleyi tavsatmada işe yarayıp yaramayacağını göreceğiz.

Protestolar ikinci ayına girerken, temel soru mücadelenin nasıl ilerletileceği olmaya devam ediyor. Haft Tappeh sendikasının şeker kamışı işçileri ilgi uyandıran bir cevap veriyor: “Baskı ve sömürüden kurtulmak ancak birlik ve dayanışma ile mümkün olabilir… Bu büyük ayaklanma, her yerde işçilerin greviyle ilişkilendirilmeli… Ekmek ve özgürlüğe sahip olmak için, devrimin kadınlarını yalnız bırakmayalım”

Kaynak: https://redflag.org.au/article/women-life-freedom-struggle-iran-continues.

Not: Radio Free Europe/Radio Liberty yayın kuruluşuna, kısmen veya tümüyle ABD tarafından fon sağlanmaktadır-Wikipedia (İngilizce) 

28 Ekim 2022 Cuma

İran'da Sınıf Mücadeleleri (I)

İran'da Kriz ve Sınıf Mücadelesi

Bella Beiraghi

05 Eylül 2022

Çeviren: Mahmut Boyuneğmez

2022'nin başından bu yana İran'ı yeni bir grev ve protesto dalgası sardı. Su kıtlığı ve ekmek fiyatlarına yönelik protestoların yanı sıra öğretmenlerin ulusal grevleri ülkeyi sarstı. En küçük eyalet Horasan'dan başkent Tahran'a kadar halk iki sloganla sokaklara döküldü: "Diktatöre ölüm" ve "İşçilere zafer".


İran ekonomisi ciddi bir krizde bulunuyor. İran İstatistik Merkezi'nden alınan verilere göre, para birimi Haziran ayında şimdiye kadarki en düşük değerine ulaştı ve yıllık enflasyon yüzde 41,5'te ve tırmanıyor. Temel gıda maddelerinin fiyatı yüzde 90,2 arttı ve hane halkı harcamaları üç katına çıkarken, reel ücretler düşmeye devam ediyor. Hükümet, kemer sıkma önlemlerini yoğunlaştırarak yanıt verdi. Son zamanlarda, devlet buğday sübvansiyonlarını azalttı -ekmek fiyatında on üç kat artış yarattı- ve ilaç sübvansiyonlarını kaldırdı.

2018'den beri İran işçi sınıfı, ABD yaptırımlarını kırmanın yükünü omuzladı. Ardından, 2020'de COVID-19 (kaydedilmiş) 7,5 milyon vaka ve 143.000'den fazla ölümle ülkeyi perişan etti - ancak gerçek sayının çok daha yüksek olması muhtemel. Hasta insanlarla dolup taşan hastanelerin videoları internette yayınlandı, ilaç için yalvaran insanları ve acil servislerin dışına yığılmış cesetleri gösterdi.

Mevcut rejim inanılmaz derecede popülerliğini yitirmiş durumda. Geçen yıl, aşırı muhafazakâr Ebrahim Raisi, son 40 yılın en düşük seçmen katılımının ardından cumhurbaşkanlığını kazandı. Raisi, siyasi muhaliflere karşı bir dizi cadı avına liderlik etmesiyle ünlüdür. 1988'de binlerce siyasi mahkûmun infazına başkanlık eden “ölüm komisyonu”na başkanlık etti. İktidardaki Raisi, devletin iç krize ve muhalefete karşı giderek artan baskıcı yaklaşımının yanı sıra yönetici sınıfın bölgede büyüyen emperyalist hırslarını ifade ediyor.

Hükümetin buğday sübvansiyonlarını kesmesinin ardından Mayıs ayı başlarında güneydeki Huzistan eyaletinde ekmek isyanları ilk kez ortaya çıktı. Büyük bir Arap azınlığa ve Haft Tappeh sendikasının militan şeker kamışı işçilerine ev sahipliği yapan eyalet, mücadelenin parlama noktası. İsyanlar ve protestolar 40 şehir ve kasabaya yayıldı, insanlar hükümet binalarını işgal etti, bankaları bastı ve un depolarını ele geçirdi. Junqan'daki insanlar devlet destekli milislerin üssünü yakmaya bile çalıştılar.

Bu ilk isyanlar ordu tarafından bastırıldı, ancak kısa süre sonra Abadan şehrinde öfke yeniden ortaya çıktı. Abadan'ın en zengin adamlarından Hossein Abdol-Baghi'ye ait iki yüksek binanın çökmesi sonucu 40'tan fazla kişi hayatını kaybetti. Protestocular kısa süre sonra Abdol-Baghi'nin ölümünü ve kurbanlar için adalet talebiyle sokakları doldurdu. Öfke, Abdol-Baghi'nin güvenlik güçlerinin koruması altında şehirden kaçmak zorunda kaldığı noktaya kadar yükseldi. Hükümet şehre bir sözcü göndererek protestocuları sakinleştirmeye çalıştığında, protestocular canlı yayında “Diktatöre ölüm” sloganları atarak sözcüyü susturdu.

Bu kentsel mücadeleler, hayat pahalılığı krizine yanıt olarak 2022'nin başında başlayan bir endüstriyel eylem dalgasını takip etti. Öğretmenler bu savaşın öncülüğünü yaptı. Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Kurulu altında örgütlenen bu işçiler, 1 Mayıs'ta ülke çapında büyük gösteriler de dâhil olmak üzere ülke çapında bir dizi grev, miting ve işgale öncülük etti. Kampanya devam ederken, öğretmenler, bağımsız sendikalar kurma hakkı, ücretsiz eğitim, ulusal azınlıklar için eğitim hakkı, siyasi mahkûmların serbest bırakılması ve devlet kontrolünden bağımsız olarak öğretim hakkı da dâhil olmak üzere gelişmiş siyasi taleplere sahipler.

Öğretmenlerin radikalleşmesi, 2017 yılında bir grev dalgasının bağımsız sendikaların kurulmasına yol açmasıyla başladı ve Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Konseyi, öğretmenleri temsil eden ulusal organ olarak ortaya çıktı. Ancak 2020'nin başındaki COVID-19 salgını, eğitimin çevrimiçi hale gelmesi ve öğretmenlerin ülke genelinde binlerce işçiyi içeren iletişim ağları kurmaya başlamasıyla öğretmenler için bir dönüm noktası oldu.

Ülke çapındaki tüm öğretmen sendikalarını temsil eden seçilmiş bir ulusal şemsiye kurum olan Koordinasyon Şurası, hareketin siyasi talepleri, stratejisi ve taktikleri hakkında toplu karar vermeyi koordine etmek için çevrimiçi olarak kuruldu. Ancak Koordinatör Şura harekete geçtiğinde, öğrenciler ve emekliler de dâhil olmak üzere toplumun diğer katmanlarını da devreye soktu. En önemlisi, Koordinatör Şura, işçileri farklı sektörlerde toplu olarak protesto etmek ve grev yapmak için örgütlemeye başladı; bu şekilde Öğretmen Sendikaları Koordinasyon Kurulu'nun ilerisine geçti.

Öğretmenler yasadışı 1 Mayıs ulusal seferberliğine öncülük ettikten sonra, hükümet yüzlerce önde gelen sendikacıyı toplayıp hapse attı. Koordinatör Şura hızlıca serbest bırakılmalarını talep etmek için bir kampanya başlattı. Haft Tappeh, Tahran Otobüs İşçileri Sendikası, Vahed Sendikası ve Emekliler Sendikası gibi diğer militan sendikalar, tutuklu öğretmenlerle dayanışma kampanyaları başlattı ve koşulsuz serbest bırakılmalarını talep eden protesto ve grevler düzenledi. Etkileyici bir şekilde, tutuklu öğretmenleri serbest bırakma kampanyalarının gücü, rejimi kısmi tavizler vermeye zorladı.

İran işçi hareketindeki belki de en önemli son gelişme, Marksist siyasetin ve örgütlenmenin işçi kesimleri arasında yeniden ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıdır. “Emek Organize Eylem Komitesi” (LOAC), şu anda öğretmenler, Haft Tappeh işçileri ve petrol işçileri arasında inşa edilen sayısız devrimci sosyalist örgütten biridir. LOAC'ın misyonu, bir gün kapitalist devleti devrim yoluyla devirebilecek bir devrimci sosyalist işçi partisinin temellerini atmaktır. Bu gruplara dâhil olan aktivistler, kaçırılma, işkence ve hatta ölüm riskiyle karşı karşıya kalıyor ve büyük ölçüde yeraltında faaliyet gösteriyor.

Rejimin baskısına rağmen, işçilerin ileri kesimleri arasında sosyalist siyasetin artan etkisi, İran'daki mücadelenin yükselişinin bir ürünüdür. Devrimci sosyalist örgütlenmenin tohumları, İran işçi sınıfının öğretmenler, otobüs şoförleri, fabrika ve petrol işçileri gibi belirli kesimlerine ekilmeye başlıyor. Bu, gelecek yıllarda daha da geliştirilirse, İran kapitalizmine ciddi bir meydan okuma potansiyeline sahip olan umut verici bir gelişmedir.

Kaynak: https://redflag.org.au/article/crisis-and-class-struggle-iran

27 Ekim 2022 Perşembe

SSCB’ye Dair Yalanlar ve Gerçekler (III)

Çevirenler: Kerem Cantekin, Mahmut Boyuneğmez

Yazı dizisinin III.sünü yayınlıyoruz. İlk iki yazının bağlantı adresleri şöyle:

https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/10/sscbye-dair-yalanlar-ve-gercekler-i.html

https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/10/sscbye-dair-yalanlar-ve-gercekler-ii.html

4. Şimdi sorulan dördüncü soruya dönelim. 1953'ten önce, özellikle 1937-38 tasfiyeleri sırasında kaç kişi idama mahkûm edildi?

Robert Conquest'in Bolşeviklerin 1930 ile 1953 yılları arasında çalışma kamplarında 12 milyon siyasi tutukluyu öldürdüğü iddiasını daha önce belirtmiştik. Bunlardan 1 milyonunun 1937 ile 1938 yılları arasında öldürüldüğünü iddia ediyordu. Soljenitsin'in çalışma kamplarında ölenler için verdiği sayılar on milyonları buluyor. Ona göre, sadece 1937-38'de çalışma kamplarında ölenler 3 milyondu. Sovyetler Birliği'ne karşı yürütülen kirli propaganda savaşı sırasında daha da yüksek sayılar aktarıldı. Örneğin, Rus Olga Shatunovskaya, 1937-38 tasfiyelerinde 7 milyon kişinin öldüğünden bahsediyor.

Ancak şimdi Sovyet arşivlerinden çıkan belgeler farklı bir hikâye anlatıyor. İdam cezasına çarptırılanların sayısının farklı arşivlerden toplanması gerektiğini ve araştırmacıların yaklaşık bir sayıya ulaşabilmek için bu çeşitli arşivlerden bir şekilde veri toplamak zorunda olduklarını burada baştan belirtmek gerekir. Bu da aynı kişinin iki farklı belgede yer alması sonucunda iki defa sayılması riskine ve dolayısıyla gerçeklikten daha yüksek tahminler üretme riskine yol açar. Yeltsin'in eski Sovyet arşivlerinin sorumluluğunu üstlenmesi için görevlendirdiği Dimitri Volkogonov'a göre, 1 Ekim 1936 ile 30 Eylül 1938 arasında askeri mahkemeler tarafından ölüme mahkûm edilen 30.514 kişi vardı. KGB'den bir bilgi daha geliyor: Şubat 1990'da basına açıklanan bu bilgiye göre, 1930-1953 arasındaki 23 yılda devrime karşı işlenen suçlardan ölüme mahkûm edilen 786.098 kişi vardı. KGB'ye göre bunların 681.692'si 1937-1938 yılları arasında mahkûm edildi. KGB'nin sayılarını teyit etmek mümkün değil ve bu son bilgi şüpheye açık. Sadece iki yıl içinde bu kadar çok insanın ölüme mahkûm edilmesi çok garip olurdu. Bugünkü kapitalizm yanlısı KGB'nin bize sosyalizm yanlısı KGB'nin bilgilerini doğru vermesi mümkün mü? Her ne olursa olsun, KGB bilgilerindeki istatistiklerin, söz konusu 23 yıl boyunca ölüme mahkûm edildiği söylenenler arasında kapitalizm yanlısı KGB'nin Şubat 1990 tarihli basın açıklamasında iddia ettiği gibi sadece karşı-devrimcileri değil, karşı-devrimciler kadar adi suçluları da içerip içermediğinin doğrulanması gerekiyor. Arşivler ayrıca adi suçluların sayısı ile ölüme mahkûm edilen karşı-devrimcilerin sayısının yaklaşık olarak eşit olduğu sonucuna varma eğilimindedir.

Buradan çıkarabileceğimiz sonuç, 1937-38'de ölüme mahkûm edilenlerin sayısının Batı propagandasının iddia ettiği gibi birkaç milyon değil, 100.000'e yakın olduğudur.

Sovyetler Birliği'nde ölüme mahkûm edilenlerin hepsinin aslında idam edilmediğini de akılda tutmak gerekir. Ölüm cezalarının büyük bir kısmı çalışma kamplarında geçirilen cezalara çevrildi. Adi suçlular ve karşı devrimciler arasında ayrım yapmak da önemlidir. Ölüm cezasına çarptırılanların çoğu, cinayet veya tecavüz gibi şiddet suçları işledi. 60 yıl önce bu tür suçlar çok sayıda ülkede ölümle cezalandırılıyordu.

Soru 5: Ortalama hapis cezası ne kadardı?

Hapis cezalarının uzunluğu, Batı propagandasının en iğrenç dedikodusunun konusu oldu. Olağan ima, Sovyetler Birliği'nde mahkûm olmanın sonsuz yıllar hapis yatma anlamına geldiği yönündeydi ve hapse girenler asla dışarı çıkmazdı. Bu doğru değil. Stalin döneminde hapse girenlerin büyük çoğunluğu en fazla 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

American Historical Review'de yayınlanan istatistikler gerçekleri gösteriyor. 1936'da Rusya Federasyonu'ndaki adi suçlular aşağıdaki cezaları aldı: 5 yıla kadar: % 82,4; 5-10 yıl arası: % 17,6. 1937'den önce mümkün olan en yüksek hapis cezası 10 yıldı. 1936'da Sovyetler Birliği'nin sivil mahkemelerinde hüküm giyen siyasi mahkûmlar aşağıdaki cezalara çarptırıldı: 5 yıla kadar: % 44,2; 5-10 yıl arası %50,7. Daha uzun cezaların çekildiği gulag çalışma kamplarında hüküm giyenlere gelince, 1940 istatistiklerine göre 5 yıla kadar cezası olanlar % 56,8, 5-10 yıl arasında olanlar ise % 42,2. Sadece % 1'i 10 yıldan fazla hapis cezasına çarptırıldı.

1939 için Sovyet mahkemeleri tarafından üretilen istatistiklere sahibiz. Bu yıl hapis cezalarının dağılımı şu şekildedir: 5 yıla kadar % 95,9; 5-10 yıl arası %4; 10 yıldan fazla %0,1.

Görüldüğü gibi, Sovyetler Birliği'nde hapis cezalarının sonsuz olduğu varsayımı, sosyalizme karşı mücadele için Batı'da yayılan bir başka efsanedir.

Sovyetler Birliği hakkındaki yalanlar: Araştırma raporlarına ilişkin kısa bir tartışma.

Rus tarihçilerin yaptığı araştırma, kapitalist dünyanın son 50 yılda okullarında ve üniversitelerinde öğretilenden tamamen farklı bir gerçeği gösteriyor. Bu 50 yıllık soğuk savaş sırasında, birkaç nesil Sovyetler Birliği hakkında sadece birçok insan üzerinde derin etki bırakan yalanları öğrendi. Bu gerçek, Fransız ve Amerikan araştırmalarından yapılan raporlarda da doğrulanmaktadır. Bu raporlarda hükümlülerin ve ölenlerin sıralandığı veriler, sayılar ve tablolar çoğaltılmakta ve bu sayılar yoğun tartışmalara konu olmaktadır. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, hüküm giymiş kişilerin işledikleri suçların hiçbir zaman ilgi konusu olmadığıdır. Kapitalist siyasi propaganda, Sovyet mahkûmlarını her zaman masum kurbanlar olarak sunmuştur ve araştırmacılar bu varsayımı sorgulamadan benimsemişlerdir. Araştırmacılar istatistik sütunlarından olaylarla ilgili yorumlarına geçtiklerinde, burjuva ideolojileri öne çıkıyor - bazen ürkütücü sonuçlarla. Sovyet ceza sistemi altında mahkûm edilenlere masum kurbanlar muamelesi yapılıyor, ancak gerçek şu ki, bunların çoğu hırsız, katil, tecavüzcü vb. Bu suçlar Avrupa'da veya ABD'de işlenseydi, suçları işleyenler masum kurbanlar olarak değerlendirilmezdi. Ama suçlar Sovyetler Birliği'nde işlendiği için durum farklı. Bir katile veya birden fazla kişiye tecavüz etmiş birine masum kurban demek çok pis bir oyundur. Sovyet adaleti hakkında yorum yaparken, en azından şiddet suçlarından hüküm giymiş suçlularla ilgili olarak, cezanın doğasıyla ilgili olarak değerlendirilemezse bile, en azından mahkûmiyetin uygunluğu konusunda bir miktar sağduyu gösterilmelidir.

Kulaklar ve karşı-devrim

Karşı-devrimciler söz konusu olduğunda, suçlandıkları suçları da düşünmek gerekir. Bu sorunun önemini göstermek için iki örnek verelim: Birincisi 1930'ların başında mahkûm edilen Kulaklar, ikincisi ise 1936-38'de mahkûm edilen komplocular ve karşı-devrimciler.

Araştırma raporlarına göre, zengin köylüler olan kulaklardan, 381.000 aile, yani sürgüne gönderilen yaklaşık 1,8 milyon insan vardı. Bu insanların az bir kısmı, çalışma kamplarında veya kolonilerde hizmet etmeye mahkûm edildi. Ama bu cezalara neden olan neydi?

Zengin Rus köylüleri olan kulaklar, yoksul köylüleri yüzlerce yıldır sınırsız baskıya ve dizginsiz sömürüye maruz bırakmıştı. 1927'de 120 milyon köylü içindeki 10 milyon kulak lüks içinde yaşarken, geriye kalan 110 milyonu yoksulluk içinde yaşıyordu. Devrimden önce en sefil yoksulluk içinde yaşıyorlardı. Kulakların zenginliği, yoksul köylülerin düşük ücretli emeğine dayanıyordu. Yoksul köylüler kolektif çiftliklerde bir araya gelmeye başlayınca, kulak servetinin ana kaynağı yok oldu. Ama kulaklar pes etmediler. Kıtlığı kullanarak sömürüyü yeniden sağlamaya çalıştılar. Silahlı kulak grupları kolektif çiftliklere saldırdı, yoksul köylüleri ve partinin işçilerini öldürdü, tarlaları ateşe verdi ve çiftlik hayvanlarını öldürdü. Kulaklar, yoksul köylüler arasında açlığa neden olarak, yoksulluğun sürekliliğini ve kendi konumlarını güvence altına almaya çalışıyorlardı. Ardından gelen olaylar bu katillerin bekledikleri şeyler değildi. Bu kez devrimin desteğini alan yoksul köylüler, yenilen, hapsedilen, sürgüne gönderilen veya çalışma kamplarına mahkûm edilen kulaklardan daha güçlü olduklarını kanıtladılar.

10 milyon kulaktan 1,8 milyonu sürgüne gönderildi veya mahkûm edildi. Sovyet kırsalında 120 milyon insanın katıldığı bu büyük sınıf mücadelesi sırasında adaletsizlikler yaşanmış olabilir. Ama yaşamaya değer bir hayat için verdikleri mücadelede, çocuklarının okuma yazma öğrenemeden açlıktan ölmemesini sağlamak için verdikleri mücadelede, yeterince “medeni” olmadıkları veya mahkemelerinde yeterince “merhamet” göstermedikleri için yoksulları ve mazlumları suçlayabilir miyiz? Yüzlerce yıldır medeniyetin ilerlemelerine erişimi olmayan insanlara medeni olmadıkları söylenerek parmak gösterilebilir mi? Kulaklar, sonsuz sömürü yılları boyunca yoksul köylülerle olan ilişkilerinde ne zaman medeni veya merhametli oldu?

1937 Tasfiyeleri

İkinci örneğimiz, 1936-38 duruşmalarında mahkûm edilen karşı-devrimcilere ilişkin ki bu, parti, ordu ve devlet aygıtından tasfiyeleri izledi; kökleri ise Rusya'daki devrimci hareketin tarihinde yatmaktadır. Milyonlarca insan Çar'a ve Rus burjuvazisine karşı muzaffer mücadeleye ve bunların çoğu Rus Komünist Partisi'ne katıldı. Bütün bu insanlar arasında, ne yazık ki, proletarya ve sosyalizm için savaşmaktan başka nedenlerle partiye girenler de vardı. Ancak sınıf mücadelesi öyle yoğundu ki, çoğu zaman yeni parti militanlarını test etmek için ne zaman ne de fırsat vardı. Kendilerini sosyalist olarak adlandıran ve Bolşevik partisine karşı savaşan diğer partilerden militanlar bile Komünist Partiye kabul edildi. Bu yeni aktivistlerin bir kısmına, sınıf mücadelesine katkı koyma yeteneklerine bağlı olarak Bolşevik Parti, devlet ve silahlı kuvvetlerde önemli pozisyonlar verildi. Bunlar genç Sovyet devleti için çok zor zamanlardı ve kadroların -hatta okuyabilen insanların bile- büyük eksikliği, partiyi yeni eylemcilerin ve kadroların kalitesi konusunda çok az talepte bulunmaya zorladı. Bu sorunlar nedeniyle zaman içinde partiyi iki kampa bölen bir çelişki ortaya çıktı - bir yanda sosyalist bir toplum inşa etme mücadelesinde ilerlemek isteyenler, diğer yanda koşulların henüz sosyalizmi inşa etmek için olgunlaşmamış olduğunu düşünen ve sosyal demokrasiyi destekleyenler. Bu fikirlerin kökeni, Temmuz 1917'de partiye katılan Troçki'de yatmaktadır. Troçki zaman içinde tanınan Bolşeviklerden bazılarının desteğini almayı başardı. Orijinal Bolşevik planına karşı birleşen bu muhalefet, 27 Aralık 1927'de bu iki yoldan hangisinin seçileceğine ilişkin bir oylama yaptırdı. Kullanılan 725.000 oydan muhalefet 6.000 oy aldı - yani parti aktivistlerinin %1'inden azı birleşik muhalefeti destekledi.

Muhalefet, partininkine karşıt bir politika için çalışmaya başlayınca, Komünist Parti Merkez Komitesi birleşik muhalefetin başlıca liderlerini partiden ihraç etmeye karar verdi. Merkez muhalefet figürü Troçki, Sovyetler Birliği'nden atıldı. Ancak bu muhalefetin hikâyesi burada bitmedi. Pyatakov, Radek, Preobrazhinsky ve Smirnov gibi önde gelen Troçkistlerin yaptığı gibi Zinoviev, Kamenev ve Zvdokine daha sonra özeleştirilerde bulundular. Hepsi bir kez daha aktivist olarak partiye kabul edilerek parti ve devlet görevlerini yeniden üstlendiler. Sovyetler Birliği'nde sınıf mücadelesi her keskinleştiğinde muhalif liderler karşı devrimin yanında birleştiğinden, muhalefetin özeleştirilerinin gerçek olmadığı zamanla anlaşıldı. Muhaliflerin çoğu, 1937-38'de durum tamamen netleşmeden önce birkaç kez daha ihraç edildi ve yeniden kabul edildi.

1937 Moskova Duruşmalarından bir kare

Endüstriyel Sabotaj

Aralık 1934'te Leningrad parti örgütünün başkanı ve Merkez Komite'nin en önemli isimlerinden biri olan Kirov'un öldürülmesi, parti ve ülke yönetimini şiddet yoluyla ele geçirmek için bir komplo hazırlamakla meşgul olan gizli bir örgütün ortaya çıkarılmasına yol açacak soruşturmayı ateşledi. 1927'de siyasi mücadeleyi kaybeden muhalefet, şimdi devlete karşı örgütlü şiddet yoluyla kazanmayı umuyordu. Başlıca silahları endüstriyel sabotaj, terörizm ve yolsuzluktu. Muhalefetin ana ilham kaynağı olan Troçki, faaliyetlerini yurt dışından yönetti. Endüstriyel sabotaj Sovyet devletinde büyük maliyetlerle korkunç kayıplara neden oldu, örneğin çok büyük maliyetlerle üretilen önemli makineler onarılamayacak kadar hasar gördü, madenlerde ve fabrikalarda üretimde büyük bir düşüş yaşandı.

1934'te sorunu tanımlayan kişilerden biri, Sovyetler Birliği'nde çalışmak üzere sözleşmeli yabancı uzmanlardan biri olan Amerikalı mühendis John Littlepage'di. Littlepage, 1927-37 yılları arasında, özellikle altın madenlerinde olmak üzere, Sovyet madencilik endüstrisinde 10 yıl çalıştı. Sovyet Altınının Peşinde adlı kitabında şöyle yazıyor: “Onlardan kaçınabildiğim sürece Rusya'daki siyasi manevraların incelikleriyle hiç ilgilenmedim; ama işimi yapabilmek için Sovyet endüstrisinde neler olduğunu incelemek zorundaydım. Ve Stalin ve arkadaşlarının, hoşnutsuz devrimci komünistlerin onların en büyük düşmanları olduğunu keşfetmelerinin uzun zaman aldığına sıkı sıkıya ikna oldum.”

Littlepage ayrıca, kişisel deneyiminin, hükümeti düşürmeye zorlama planlarının bir parçası olarak büyük endüstriyel sabotajların kullanıldığı, yurtdışından yönlendirilen büyük bir komplonun var olduğu yönündeki resmi açıklamayı doğruladığını da yazdı. 1931'de Littlepage, Urallar ve Kazakistan'ın bakır ve bronz madenlerinde çalışırken bunu dikkate almak zorunda olduğunu hissetmişti. Madenler, halkın ağır sanayi komiseri yardımcısı Pyatakov'un genel yönetimi altındaki büyük bir bakır/bronz kompleksinin parçasıydı. Madenler, üretim ve işçilerinin sağlığı söz konusu olduğunda felaket bir durumdaydı. Littlepage, bakır/bronz kompleksinin üst yönetiminden gelen organize bir sabotaj olduğu sonucuna vardı.

Littlepage'in kitabı ayrıca bize Troçkist muhalefetin bu karşı-devrimci faaliyet için gerekli parayı nereden elde ettiğini de anlatıyor. Gizli muhalefetin birçok üyesi, yurtdışındaki belirli fabrikalardan makine satın alınmasını onaylamak için konumlarını kullandı. Onaylanan ürünler, Sovyet hükümetinin gerçekte parasını ödediği ürünlerden çok daha düşük kalitedeydi. Yabancı üreticiler Troçki'nin örgütüne bu tür işlemlerden elde edilen gelirin bir kısmını verdiler, bunun sonucunda Troçki ve Sovyetler Birliği'ndeki onunla ortak komplocular, bu üreticilerden sipariş vermeye devam ettiler.

Hırsızlık ve yolsuzluk

Bu prosedür, Littlepage tarafından 1931 baharında Berlin'de madenler için endüstriyel asansörler satın alırken gözlemlendi. Sovyet heyetine Pyatakov başkanlık ediyordu ve Littlepage asansörlerin kalitesini doğrulamaktan ve satın almayı onaylamaktan sorumlu uzmandı. Littlepage, Sovyet amaçları için faydasız, düşük kaliteli asansörlerin yer aldığı bir dolandırıcılığı keşfetti, ancak Pyatakov'a ve Sovyet heyetinin diğer üyelerine bu gerçeği bildirdiğinde, sanki bu gerçekleri gözden kaçırmak istiyorlarmış gibi soğuk karşılandı ve asansörlerin satın alınmasını onaylaması gerektiği konusunda ısrar ettiler. Littlepage bunu yapmazdı. O sırada, olanların kişisel yolsuzluk olduğunu ve delegasyon üyelerine asansör üreticileri tarafından rüşvet verildiğini düşündü. Ancak 1937 davasında Pyatakov, Troçkist muhalefetle bağlantılarını itiraf ettikten sonra Littlepage, Berlin'de tanık olduğu şeyin kişisel düzeyde yolsuzluktan çok daha fazlası olduğu sonucuna vardı. Söz konusu para, Sovyetler Birliği'ndeki gizli muhalefetin sabotaj, terörizm, rüşvet ve propagandayı içeren faaliyetlerini karşılamaya yönelikti.

Batı burjuva basınının çok sevdiği Zinovyev, Kamenev, Pyatakov, Radek, Tomsky, Buharin ve diğerleri, Sovyet halkı ve partisinin kendilerine emanet ettiği konumları, devletten para çalmak için, böylelikle sosyalizm düşmanlarının bu parayı sabotaj amacıyla ve Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist topluma karşı savaşta kullanmalarını sağlamak için kullandılar.

Darbe planları

Hırsızlık, sabotaj ve yolsuzluk kendi içlerinde ciddi suçlardır, ancak muhalefetin faaliyetleri çok daha ileri gitti. Komünist Parti Merkez Komitesinin en önemli üyelerinin öldürülmesiyle başlayarak tüm Sovyet liderliğinin ortadan kaldırılacağı bir darbe yoluyla devlet iktidarını ele geçirmek amacıyla karşı-devrimci bir komplo hazırlanıyordu. Darbenin askeri tarafı, Mareşal Tukhaçevski başkanlığındaki bir grup general tarafından yürütülecekti.

Kendisi de bir Troçkist olan ve Stalin ve Sovyetler Birliği'ne karşı birkaç kitap yazan Isaac Deutscher'e göre, darbe Kremlin'e ve Moskova ve Leningrad gibi büyük şehirlerdeki en önemli birliklere karşı askeri bir operasyonla başlatılacaktı. Deutscher'e göre komplo, Tukhaçevski ile birlikte ordu siyasi komiserliği başkanı Gamarnik, Leningrad Komutanı General Yakir, Moskova askeri akademisi komutanı General Uborevich ve bir süvari komutanı General Primakov tarafından yönetiliyordu.

Mareşal Tukhaçevski eski Çarlık ordusunda bir subaydı ve devrimden sonra Kızıl Ordu'ya geçti. 1930'da subayların yaklaşık %10'u (4500'e yakın) eski Çarlık subaylarıydı. Birçoğu burjuva bakış açısını asla terk etmedi ve bu bakış açısı adına savaşmak için bir fırsat bekliyordu. Bu fırsat, muhalefet darbeye hazırlanırken ortaya çıktı.

Bolşevikler güçlüydü, ancak sivil ve askeri komplocular güçlü arkadaşlar edinmeye çalıştılar. Buharin'in 1938'de halka açık duruşmasında yaptığı itirafa göre, Troçkist muhalefet ile Nazi Almanyası arasında, Sovyetler Birliği'ndeki karşı-devrimci darbenin ardından Ukrayna da dâhil olmak üzere geniş toprakların Nazi Almanya'sına bırakılacağı bir anlaşmaya varıldı. Bu, Nazi Almanyası'nın karşı-devrimcilere destek vaadi için talep ettiği bedeldi. Buharin, bu anlaşma hakkında Troçki'den konuyla ilgili bir emir alan Radek tarafından bilgilendirilmişti. Sosyalist topluma öncülük etmek, onu yönetmek ve savunmak için yüksek konumlara seçilen tüm bu komplocular, gerçekte sosyalizmi yıkmak için çalışıyorlardı. Her şeyden önce tüm bunların, Nazi tehlikesinin sürekli arttığı, Nazi ordularının Avrupa'yı ateşe verdiği ve Sovyetler Birliği'ni işgal etmeye hazırlandığı 1930'larda yaşandığını hatırlamak gerekir.

Komplocular, halka açık bir yargılamanın ardından hain olarak ölüme mahkûm edildi. Sabotaj, terör, yolsuzluk, cinayete teşebbüsten suçlu bulunan ve ülkenin bir kısmını Nazilere teslim etmek isteyenler için farklı bir karar alınması mümkün değildi. Onlara masum kurbanlar demek tamamen yanlıştır.

Daha çok sayıda yalancı

Robert Conquest aracılığıyla Batı propagandasının Kızıl Ordu'daki tasfiyeler hakkında nasıl yalan söylediğini görmek ilginç. Conquest, Büyük Terör (The Great Terror) adlı kitabında, 1937'de Kızıl Ordu'da 70.000 subay ve siyasi komiser olduğunu ve bunların %50'sinin (yani 15.000 subay ve 20.000 komiser) siyasi polis tarafından tutuklandığını, ya idam edildiğini ya da çalışma kamplarında ömür boyu hapsedildiğini söylüyor. Conquest'in bu iddiasında da tek bir doğru söz yoktur. Tarihçi Roger Reese, Kızıl Ordu ve Büyük Tasfiyeler adlı eserinde, 1937-38 tasfiyelerinin ordu için gerçek boyutunu gösteren sayıları verir. Kızıl Ordu ve hava kuvvetlerinin komutasındaki kişilerin, yani subay ve siyasi komiserlerin sayısı 1937'de 144.300 iken 1939'da 282.300'e yükseldi. 1937-38 tasfiyelerinde 34.300 subay ve siyasi komiser siyasi nedenlerle ihraç edildi. Bununla birlikte, Mayıs 1940'a kadar, 11.596 kişi zaten rehabilite edilmiş ve görevlerine iade edilmişti. Bu, 1937-38 tasfiyeleri sırasında, 22.705 subay ve siyasi komiserin (13.000'e yakın ordu subayı, 4.700 hava kuvvetleri subayı ve 5.000 siyasi komiserin) görevden alındığı anlamına geliyordu; bu, tüm subay ve komiserlerin % 7,7’sine tekabül ediyor – Conquest’in iddia ettiği gibi %50’sine değil. Görevden alınan % 7,7'lik oran içerisinde bazıları hain olarak mahkûm edildi, ancak bunların büyük çoğunluğu, mevcut tarihi materyallerden anlaşılabileceği gibi, sivil hayata geri döndü.

Son bir soru. 1937-38 duruşmaları sanıklar için adil miydi? Örneğin, gizli muhalefet için çalışan en yüksek parti görevlisi Buharin'in davasını inceleyelim. O zaman Moskova'daki Amerikan büyükelçisi olan ve tüm duruşmaya katılan Joseph Davies adlı tanınmış bir avukata göre, Buharin'in duruşma boyunca serbestçe konuşmasına ve herhangi bir engel olmaksızın kendisini savunmasına izin verildi. Joseph Davies, Washington'a, duruşma sırasında sanıkların kendilerine isnat edilen suçlardan suçlu olduğunun kanıtlandığını ve duruşmaya katılan diplomatlar arasındaki genel görüşün, çok ciddi bir komplonun varlığının doğrulandığı yönünde olduğunu yazdı.

Tarihten ders alalım

Hakkında binlerce yalan makale ve kitabın yazıldığı, yanlış izlenimler taşıyan yüzlerce filmin çekildiği Stalin dönemindeki Sovyet ceza sisteminin tartışılması önemli dersler doğurmaktadır. Gerçekler, burjuva basınında sosyalizmle ilgili yayınlanan haberlerin çoğunlukla yanlış olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Sağcılar, hâkim olduğu basın, radyo ve TV aracılığıyla kafa karışıklığına neden olabilir, gerçekleri çarpıtabilir ve birçok kişinin yalanın gerçek olduğuna inanmasına neden olabilir. Bu, özellikle tarihsel sorular söz konusu olduğunda geçerlidir. Gerçek şu ki, sağcılar, Rus araştırma raporlarını bile bile, son 50 yıldır öğretilen yalanları, şimdi tamamen açığa çıkmış olsalar da, yeniden üretmeye devam ediyor. Sağ, tarihsel mirasını sürdürüyor: Bir yalan defalarca tekrarlandığında doğru olarak kabul ediliyor. Batı'da Rus araştırma raporlarının yayınlanmasından sonra, yalnızca Rus araştırmalarını sorgulamayı ve eski yalanların yeni gerçekler olarak kamuoyunun dikkatine sunulmasını amaçlayan bir dizi kitap farklı ülkelerde yayınlanmaya başladı. Bunlar, tıpkı daha öncekiler gibi baştan sona komünizm ve sosyalizm hakkında yalanlarla dolu, yalnızca sunumu iyi yapılmış kitaplar.

Sağcı yalanlar günümüzün komünistleriyle savaşmak için tekrarlanıyor. İşçiler kapitalizme ve neo-liberalizme alternatif bulamasınlar diye tekrarlanıyorlar. Bunlar gelecek için alternatif (sosyalist toplum) sunan komünistlere karşı yürütülen kirli savaşın bir parçası. Eski yalanları içeren tüm bu yeni kitapların ortaya çıkmasının nedeni budur.

Bütün bunlar, tarihe sosyalist dünya görüşüyle bakan herkese bir yükümlülük getiriyor. Burjuva yalanlarıyla mücadele etmek için komünist gazeteleri işçi sınıfının gazetelerine dönüştürme yönünde çalışmanın sorumluluğunu üstlenmeliyiz! Bu, kuşkusuz, yakın gelecekte yenilenmiş bir güçle yeniden yükselecek olan günümüz sınıf mücadelesinde üstlenilmesi gereken önemli görevlerden birisidir.

23 Ekim 2022 Pazar

SSCB’ye Dair Yalanlar ve Gerçekler (II)

Çevirenler: Kerem Cantekin, Mahmut Boyuneğmez

Yazı dizisinin II.sini yayınlıyoruz. İlkinin bağlantı adresi:
https://marksistarastirmalar.blogspot.com/2022/10/sscbye-dair-yalanlar-ve-gercekler-i.html

Arşivler propaganda yalanlarını gösteriyor

Sovyetler Birliği'nde ölen milyonlarla ilgili spekülasyonlar, Sovyetler Birliği'ne karşı yürütülen kirli propaganda savaşının bir parçasıdır; bu nedenle bu devletin yaptığı inkâr ve açıklamalar hiçbir zaman ciddiye alınmamış ve kapitalist basında yer bulamamıştır. Sermaye tarafından satın alınan 'uzmanlara' ise kurgularını yaymak için istedikleri kadar yer verilmiştir. Conquest ve diğer "eleştirmenler" tarafından milyonlarca ölü ve tutuklunun olduğu iddialarının ortak noktası, bunların hiçbir bilimsel temeli olmayan yanlış istatistiksel yaklaşımların ve değerlendirme yöntemlerinin sonucu olmalarıydı.

Sahte yöntemler ile milyonlarca ölü yaratılıyor

Conquest, Soljenitzin, Medvedev ve diğerleri, Sovyetler Birliği tarafından yayınlanan istatistikleri, örneğin ulusal nüfus sayımlarını kullandılar ve ülkedeki durumu hesaba katmadan sözde bir nüfus artışını eklediler. Bu şekilde, verilen yılların sonunda ülkede kaç kişinin olması gerektiğine bakarak sonuçlara vardılar. Eksik olanların sosyalizm yüzünden öldükleri veya hapse atıldıkları iddia edildi. Yöntem basit ama aynı zamanda tamamen hilelidir. Söz konusu yöntem batı dünyasına ait bir ülke için kullanılsaydı asla kabul edilmezdi. Böyle bir durumda, profesörlerin ve tarihçilerin bu tür uydurmaları protesto edecekleri kesindi. Ancak uydurmaların hedefinin Sovyetler Birliği olması onları kabul edilebilir hale getirdi. Bunun sebeplerinden biri kesinlikle, profesörlerin ve tarihçilerin mesleki ilerlemelerini profesyonel dürüstlüklerinin çok önüne koymalarıdır.

Robert Conquest'e göre (1961'de yaptığı bir tahminde) 1930'ların başında Sovyetler Birliği'nde 6 milyon insan açlıktan öldü. Conquest'in bu sayısı 1986'da 14 milyona yükseldi. Gulag çalışma kampları hakkında söylediklerine gelince, Conquest'e göre parti, ordu ve devlet aygıtında tasfiye başlamadan önce 1937'de bu kamplarda 5 milyon tutuklu vardı. Tasfiyelerin başlamasından sonra, Conquest'e göre, 1937-38 döneminde, 7 milyon mahkûm daha eklenecekti, bu da 1939'da çalışma kamplarında toplam 12 milyon mahkûm olduğu anlamına geliyordu. Bu 12 milyon insan Conquest’e göre siyasi tutsaktı. Conquest'e göre çalışma kamplarında siyasi mahkûmlardan çok daha fazla sayıda adi suçlu vardı. Bu da ona göre, Sovyetler Birliği'nin çalışma kamplarında 25-30 milyon mahkûmun olduğu anlamına geliyordu.

Yine Conquest'e göre 1937-1939 yılları arasında bir milyon siyasi mahkûm idam edildi ve 2 milyonu da açlıktan öldü. Ona göre, 1937-39 tasfiyelerinden elde edilen nihai sonuç 9 milyondu ve bu insanların 3 milyonu hapishanede öldü. Bu sayılar, Bolşeviklerin 1930 ile 1953 arasında en az 12 milyon siyasi tutsağı öldürdüğü sonucuna varabilmesi için Conquest tarafından “istatistiksel düzeltmeye” tabi tutuldu. İleriki yıllarda Conquest, Bolşeviklerin 1930’larda 26 milyon insanı öldürdüğü sonucuna vardı. Conquest, son istatistiksel manipülasyonlarından birinde, 1950'de Sovyetler Birliği'nde 12 milyon siyasi mahkûm olduğunu iddia etti.

Alexander Soljenitsin, Conquest ile aşağı yukarı aynı istatistiksel yöntemleri kullandı. Ancak bu sözde bilimsel yöntemleri farklı öncüllere dayanıp kullanarak, daha da uç sonuçlara vardı. Soljenitsin, Conquest'in 1932-33 kıtlığından kaynaklanan 6 milyon ölüm yaşandığı tahminini kabul etti. Bununla birlikte, 1936-39 tasfiyeleri dikkate alındığında, her yıl en az 1 milyon insanın öldüğüne inanıyordu. Soljenitsin, tarımın kolektifleştirilmesinden Stalin'in 1953'teki ölümüne kadarki sürede, komünistlerin Sovyetler Birliği'nde 66 milyon insanı öldürdüğünü söylüyordu. İkinci Dünya Savaşı'nda öldürüldüğünü iddia ettiği 44 milyon Rus'un ölümünden de Sovyet hükümetini sorumlu tutuyordu. Dolayısıyla 110 milyon Rus'un sosyalizmin kurbanı olduğunu savunuyordu. Mahkûmlar söz konusu olduğundaysa, Soljenitsin bize 1953'te çalışma kamplarındaki insan sayısının 25 milyon olduğunu söylüyor.

Gorbaçov arşivleri açıyor

1960'larda burjuva basınında yer alan bu fantezi figürleri koleksiyonu, bilimsel yöntemin uygulanmasıyla tespit edilen gerçekler olarak sunuldu.

Bu uydurmaların arkasında, başta CIA ve MI5 olmak üzere batı gizli servisleri vardı. Kitle iletişim araçlarının kamuoyu üzerindeki etkisi o kadar büyüktür ki, bugün bile Batılı ülkelerin nüfusunun büyük bir bölümü tarafından bu sayıların doğru olduğuna inanılmaktadır.

Sonra bu utanç verici durum daha da kötüleşti. Sovyetler Birliği'nde, 1990'da önemli bir değişiklik meydana geldi. Gorbaçov ile birlikte sosyalizme karşı olan her şey olumlu olarak selamlanmaya başlandı. Böylece sosyalizm altında öldüğü veya hapsedildiği iddia edilenlerin sayısında eşi görülmemiş spekülatif bir enflasyon oluşmaya başladı.

Ancak Gorbaçov bir yandan da “özgür basın”ın talebi üzerine, Merkez Komitesinin arşivlerini tarihsel araştırmalara aç. Komünist Parti Merkez Komitesi arşivlerinin açılması, gerçekten de bu karışık hikayedeki temel meseledir, bunun iki nedeni vardır: Öncelikle arşivlerde gerçeğe ışık tutabilecek bilgiler bulunabilir. Ancak daha da önemlisi, Sovyetler Birliği'nde öldürülen ve hapsedilen insan sayısı üzerine çılgınca spekülasyon yapanların, yıllardır arşivlerin açıldığı gün, alıntıladıkları sayıların doğrulanacağını iddia etmeleridir. Ölüler ve hapsedilenlerle ilgili spekülatörlerin her biri, durumun böyle olacağını iddia etti. Ancak arşivler açılıp gerçek belgelere dayalı araştırma raporları yayınlanmaya başlayınca çok garip bir şey oldu. Aniden hem Gorbaçov'un “özgür basın”ı, hem de ölüler ve hapsedilenler üzerine spekülasyon yapanlar arşivlere olan ilgilerini tamamen kaybetti.

Rus tarihçiler Zemskov, Dougin ve Xlevnjuk'un Merkez Komitesi arşivleri üzerinde 1990 yılından itibaren bilimsel dergilerde yer almaya başlayan araştırmalarının sonuçları görmezden gelindi. Bu tarihi araştırmanın sonuçlarını içeren raporlar, “özgür basın” tarafından ölenler veya hapsedilenler hakkında iddia ettikleri sayılarla ilgili olarak var olan enflasyonist akıma tamamen aykırıydı. Bu nedenle içerikleri yayınlanmamış olarak kaldı. Raporlar, kamuoyunun neredeyse hiç tanımadığı düşük tirajlı bilimsel dergilerde yayınlandı. Bilimsel araştırma sonuçlarının raporları, basının histerisiyle rekabet edemezdi, bu nedenle Conquest ve Soljenitsin'in yalanları eski Sovyetler Birliği nüfusunun birçok kesiminin desteğini almaya devam etti. Batı'da da, Rus araştırmacıların Stalin dönemindeki ceza sistemine ilişkin raporları, gazetelerin ön sayfalarında ve TV haber yayınlarında tamamen görmezden gelindi. Neden?..

Rus araştırmasının gösterdiği şey

Sovyet ceza sistemi üzerine yapılan araştırma, yaklaşık 9.000 sayfa uzunluğunda bir raporda ortaya konmuştur. Bu raporun birçok yazarı vardır, ancak bunların en bilinenleri Rus tarihçiler V N Zemskov, AN Dougin ve O V Xlevjnik'tir. Çalışmaları 1990'da yayınlanmaya başladı, 1993'te neredeyse tamamlanmıştı ve tamamına yakını yayınlanmıştı. Raporlar, farklı Batılı ülkelerin araştırmacıları arasındaki işbirliğinin bir sonucu olarak Batı’nın bilgisine açıldı. Onlar da bu raporları yayınladıkları araştırmalarda kullandılar. Yazarın aşina olduğu iki eser şunlardır: Fransız bilimsel araştırma merkezi CNRS'nin (Centre National de la Recherche Scientifique) baş araştırmacısı Nicholas Werth tarafından Eylül 1993'te Fransız l'Histoire dergisinde yer alan eser ve ABD'deki American Historical Review dergisinde yayınlanan Riverside'daki California Üniversitesi'nde tarih profesöolan J Arch Getty’nin eseri. Daha sonra yukarıda adı geçen araştırmacılar veya aynı araştırma ekibinden başkaları tarafından konuyla ilgili yazılmış kitaplar ortaya çıktı. Daha ileri gitmeden önce, gelecekte hiçbir kafa karışıklığı olmasın diye şunu belirtmek isterim ki, bu araştırmaya katılan bilim adamlarının hiçbiri sosyalist bir dünya görüşüne sahip değil. Aksine, onların bakış açısı burjuva ve anti-sosyalistti. Aslında birçoğu oldukça gericiydi. Olan şu ki, yukarıda adı geçen araştırmacılar sırf mesleki dürüstlüklerini birinci sıraya koydukları için Conquest, Soljenitsin, Medvedev ve diğerlerinin yalanlarını etraflıca açığa çıkarmışlardır.

Rus araştırmasının sonuçları, Sovyet ceza sistemi hakkında çok sayıda soruyu yanıtlıyor. Bizim için en önemli olan Stalin dönemidir ve o nedenle özellikle bu dönemi mercek altına alacağız. Bir dizi çok özel soru soracağız ve cevaplarımızı l'Histoire ve American Historical Review dergilerinde yayınlanan çalışmalarda bulmaya çalışacağız. Bu, Sovyet ceza sisteminin en önemli yönlerinden bazılarını tartışmanın en iyi yolu olacaktır.

Sorular şunlardır:

1. Sovyet ceza sistemi ne tür cezaevlerinden oluşuyordu?

2. Siyasi ve siyasi olmayan kaç mahkûm vardı?

3. Çalışma kamplarında kaç kişi öldü?

4. 1953'ten önceki yıllarda, özellikle 1937-38 tasfiyelerinde kaç kişi ölüme mahkûm edildi?

5. Hapis cezaları ortalama olarak ne kadardı?

Bu beş soruyu cevapladıktan sonra, Sovyetler Birliği'nde hükümlülerle ve ölümlerle ilgili olarak en sık adı geçen iki gruba, yani 1930'da mahkûm edilen Kulaklara ve 1936-38'de mahkûm edilen karşı-devrimcilere verilen cezaları ele alacağız.

(Çevirmenlerin Notu: Bu bölümde ilk üç sorunun cevabını içeren kısmı yayınlayacağız. Son iki sorunun cevabı ile kulaklar ve 1936-1938 yılları arası mahkûm edilenlerle ilgili kısmı yazının üçüncü bölümünde yayınlayacağız.)

1.    Ceza sisteminde çalışma kampları

Sovyet ceza sisteminin doğasıyla başlayalım. 1930'dan sonra Sovyet ceza sistemi hapishaneleri, çalışma kamplarını, gulag'ın çalışma kolonilerini, özel açık bölgeleri ve para cezası ödeme yükümlülüğünü içeriyordu. Gözaltına alınan her kimse, masum olup olmadığı ve böylece serbest bırakılıp bırakılamayacağı veya yargılanıp yargılanmayacağı konusunda soruşturmalar yapılırken genellikle normal bir hapishaneye gönderilirdi. Yargılanan bir sanık masum bulunabilir ve serbest bırakılabilir ya da suçlu bulunabilirdi. Suçlu bulunursa para cezasına, hapis cezasına veya çok nadiren de idama mahkûm edilebilirdi. Para cezası, belli bir süre için maaşının belirli bir yüzdesi olurdu. Hapis cezasına çarptırılanlar, işledikleri suçun türüne göre farklı cezaevlerine konuyordu.

Gulag çalışma kamplarına ciddi suçlar işleyenler (cinayet, soygun, tecavüz, ekonomik suçlar vb.) ile karşı-devrimci faaliyetlerden hüküm giyenlerin büyük bir kısmı gönderilirdi. 3 yıldan fazla hapis cezasına çarptırılan diğer suçlular da çalışma kamplarına gönderilebilirdi. Bir mahkûm çalışma kampında bir süre kaldıktan sonra, bir çalışma kolonisine veya özel bir açık bölgeye taşınabilirdi.

Letonya'daki Müzede Bir Gulag Kulubesi Rekonstrüksiyonu

Çalışma kampları, mahkûmların yakın gözetim altında yaşadığı ve çalıştığı çok geniş alanlardı. Çalışmaları ve topluma yük olmamaları gerekliydi. Hiçbir sağlıklı insan çalışmadan geçinemezdi. Bugünlerde insanların bunun korkunç bir şey olduğunu düşünmeleri mümkündür, ancak o zamanlar -dünyada- yöntem böyleydi. 1940'ta var olan çalışma kamplarının sayısı 53’tü.

425 gulag emek kolonisi vardı. Bunlar, daha özgür bir rejime ve daha az denetime sahip, çalışma kamplarından çok daha küçük birimlerdi. Bunlara daha kısa hapis cezası olan mahkûmlar gönderildi - daha az ciddiyette kriminal veya siyasi suçlar işleyen insanlar. Bu kolonilerin içinde insanlar fabrikalarda veya çiftliklerde özgürce çalıştılar ve sivil toplumun bir parçasını oluşturdular. Çoğu durumda, emeğinden kazandığı ücretlerin tamamı, bu açıdan herhangi bir işçiyle aynı muameleye tabi tutulan tutukluya aitti.

Özel açık bölgeler, genellikle kolektifleştirme sırasında özel mülkiyetlerine el konulan Kulaklar gibi sürgüne gönderilenler için oluşturulmuş tarım alanlarıydı. Küçük kriminal veya siyasi suçlardan suçlu bulunan diğer kişiler de bu bölgelere gönderilebilirdi.


2. İkinci soru, kaç siyasi mahkûm ve kaç adi suçlu olduğuyla ilgiliydi.

Bu soru, çalışma kamplarında, gulag kolonilerinde ve hapishanelerde hapsedilenleri içerir (ancak, işçi kolonilerinde, çoğu durumda, yalnızca kısmi özgürlük kaybı olduğu unutulmamalıdır). Aşağıdaki tablo, ceza sisteminin merkezi bir yönetim altında birleştirildiği 1934'ten Stalin'in öldüğü 1953 yılına kadar olan 20 yıllık bir dönemi kapsayan ve American Historical Review'de yer alan verileri göstermektedir.

Yıl

Gulag Çalışma Kamplarındaki Mahkûm Sayısı

Gulag Çalışma Kamplarındaki Karşı Devrimciler

Bir Yılda Ölen İnsan Sayısı

Serbest Bırakılan Mahkûmların Sayısı

Kaçan Mahkûmların Sayısı

Gulag İşçi Kolonilerindeki Mahkûm Sayısı

Hapishanelerde Tutulan Mahkûm Sayısı

Her Yıl 1 Ocakta Toplam Mahkûm Sayısı

 

 

Sayı

%

Sayı

%

 

 

 

 

 

1934

510,307

135,190

26.5

26,295

5.2

147,272

83,490

 

 

510,307

1935

725,438

118,256

16.3

28,328

3.9

211.035

67,493

240,259

 

965,697

1936

839,406

105,849

12.6

20,595

2.5

369,544

58,313

457,088

 

1,298,494

1937

820,881

104,826

12.8

25,378

3.1

364,437

58,264

375,488

 

1,196,369

1938

996,367

185,324

18.6

90,546

9.1

279.966

32,033

885,203

 

1,881,570

1939

1,317,195

454,432

34.5

50,502

3.8

223,622

12,333

355,243

350,538

2,022,976

1940

1,344,408

444,999

33.1

46,665

3.5

316,825

11,813

315,584

190,266

1,850,258

1941

1,500,524

420,293

28.7

100,997

6.7

624,275

10,592

429,205

487,739

2,417.468

1942

1,415,596

407,988

29.8

248,877

17.6

509,538

11,822

360,447

277,992

2,054,035

1943

983,974

345,397

35.6

166,967

17.0

336,135

6,242

500,208

235,313

1,719,495

1944

663,594

268,861

40.7

60,948

9.2

152,113

3,586

516,225

155,213

1,335,032

1945

715,506

283,351

41.2

43,848

8.1

336,750

2,196

745,171

279,969

1,740,646

1946

600,897

333,833

59.2

18,154

3.0

115,700

2,642

956,224

261,500

1,818,621

1947

808,839

427,653

54.3

35,668

4.4

194,886

3,779

912,794

306,163

2,027,796

1948

1,108,057

416,156

38.0

27,605

2.5

261,148

4,261

1,091,478

275,850

2,475,385

1949

1,216,361

420,696

34.9

15,739

1.3

178,449

2,583

1,140,324

 

2,356,685

1950

1,416,300

578,912

22.7

14,703

1.0

216,210

2,577

1,145,051

 

2,561,351

1951

1,533,767

475,976

31.0

15,587

1.0

254,269

2,318

994,379

 

2,528,146

1952

1,711,202

480,766

28.1

10,604

0.6

329,446

1,253

793,312

 

2,504,514

1953

1,727,970

465,256

26.9

5,825

0.3

937,352

785

740,554

 

2,468,524

Tablo: (Kaynak: Getty, J. A., Rittersporn, G. T., & Zemskov, V. N. (1993). American Historical Review)

Tablodan çıkarılması gereken bir dizi sonuç var. Başlangıç ​​olarak, buradaki verileri Robert Conquest tarafından verilenlerle karşılaştırabiliriz. Conquest 1939'da çalışma kamplarında 9 milyon siyasi mahkûm olduğunu ve 1937-1939 döneminde 3 milyon kişinin öldüğünü iddia ediyor. Conquest'in burada sadece siyasi mahkûmlardan bahsettiğini okur unutmasın! Conquest, bunların dışında, kamplarda siyasi mahkûmlardan çok daha fazla sayıda adi suçlu olduğunu söylüyor. 1950'de Conquest'e göre 12 milyon siyasi mahkûm vardı! Gerçek verilere bakarak, Conquest'in bir sahtekar olduğunu kolayca görebiliriz. Onun verdiği sayılardan hiçbiri gerçeğe tekabül etmiyor. 1939'da tüm kamplarda, kolonilerde ve hapishanelerde toplam 2 milyona yakın mahkûm vardı. Bunlardan 454.000'i, Conquest'in iddia ettiği gibi 9 milyonu değil, siyasi suçlar işledi. 1937 ve 1939 yılları arasında çalışma kamplarında ölenlerin sayısı Conquest'in iddia ettiği gibi 3 milyon değil 160.000 civarındaydı. 1950'de çalışma kamplarında 12 milyon değil, 578.000 siyasi mahkûm vardı. Okur, Robert Conquest'in bugüne kadar komünizme karşı sağcı propagandanın ana kaynaklarından biri olmaya devam ettiğini unutmasın. Sağcı sözde entelektüeller arasında Robert Conquest tanrısal bir figürdür. Alexander Soljenitsin'in aktardığı sayılara gelince - 60 milyon kişinin çalışma kamplarında öldüğü iddia ediliyor - yoruma gerek yok. Böyle bir iddianın saçmalığı ortada...

Gulag ile ilgili istatistikleri kendimiz somut olarak analiz edebilmemiz için şimdi bu sahtekârları bırakalım. Sorulacak ilk soru, ceza sistemine yakalanmış insanların sayısı hakkında hangi görüşü benimsememiz gerektiğidir? 2,5 milyon sayısının anlamı nedir? Hapse atılan her insan, toplumun her vatandaşa tam bir yaşam için ihtiyaç duyduğu her şeyi vermek için hala yeterince gelişmediğinin canlı kanıtıdır. Bu açıdan bakıldığında, 2,5 milyon, Sovyet toplumunun bir eleştirisini temsil ediyor.

İç ve dış tehdit

Ceza sistemine yakalanan kişi sayısının doğru bir şekilde açıklanması gerekiyor. Sovyetler Birliği, feodalizmi daha yeni deviren bir ülkeydi ve insan hakları konusundaki sosyal mirası genellikle toplum üzerinde bir yüktü. Çarlık gibi eskimiş bir sistemde, işçiler derin bir yoksulluk içinde yaşamaya mahkûmdu ve insan hayatının çok az değeri vardı. Hırsızlık ve şiddet içeren suçlar, sınırsız şiddetle cezalandırıldı. Monarşiye karşı isyanlar genellikle katliamlar, ölüm cezaları ve son derece uzun hapis cezalarıyla sonuçlandı. Bu sosyal ilişkiler ve bunlarla ilişkili zihin alışkanlıklarının değişmesi uzun zaman aldı-Sovyetler Birliği'nde toplumun gelişimini ve suçlulara karşı tutumları etkileyen bir gerçektir bu.

Dikkate alınması gereken bir diğer faktör de 1930'larda 160-170 milyona yakın nüfusa sahip bir ülke olan Sovyetler Birliği'nin yabancı ülkeler tarafından ciddi şekilde tehdit edilmiş olmasıdır. 1930'larda Avrupa'da meydana gelen büyük siyasi değişimler sonucunda, Nazi Almanya’sından gelen büyük bir savaş tehdidi vardı, bunun yanı sıra batı bloğu da müdahaleci hırslar barındırıyordu. Bu durum 1931 yılında Stalin tarafından şu sözlerle özetlenmiştir: “İleri ülkelerin 50-100 yıl gerisindeyiz. Bu açığı 10 yılda kapatmamız gerekiyor. Ya yaparız ya da yok oluruz.” On yıl sonra, 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği, Nazi Almanyası ve müttefikleri tarafından işgal edildi. Sovyet toplumu gelmekte olan savaş için, kaynaklarının büyük bir bölümünün Nazilere karşı savunma hazırlıklarına ayrıldığı 1930-1940 arasındaki on yılda büyük çaba sarf etmek zorunda kaldı. Bu nedenle insanlar, kısa vadeli kişisel çıkarları bir yana bırakıp çok çalıştılar. 7 saatlik işgünü uygulaması 1937'de kaldırıldı ve 1939'da hemen hemen her Pazar iş günüydü. Yirmi yıl boyunca (1930'lar ve 1940'lar) toplumun gelişimi üzerinde asılı duran büyük bir savaşın olduğu böyle zor bir dönemde suç artma eğilimindeydi.

Bu çok zor zaman boyunca, Sovyetler Birliği hapishane sisteminde maksimum 2,5 milyon insanı, yani yetişkin nüfusun %2,4'ünü tuttu. Bu rakamı nasıl değerlendirebiliriz? Çok mu yoksa az mı? Gelin karşılaştıralım.

ABD'de daha fazla mahkûm

Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde, 252 milyon nüfuslu (1996'da), dünya kaynaklarının %60'ını tüketen dünyanın en zengin ülkesinde kaç kişi hapiste? Herhangi bir savaş tehdidi altında olmayan ve ekonomik istikrarı etkileyen derin sosyal değişikliklerin olmadığı ABD'de durum nedir?

Ağustos 1997 gazetelerinde çıkan oldukça küçük bir haberde, FLT-AP haber ajansı, 1996’da ABD'de daha önce olmadığı kadar çok insanın hapiste olduğunu yazdı. Gazete haberine göre bu sayı 5,5 milyondu. Bu 1995'ten beri 200.000 kişilik bir artış demek ve 1996’da ABD'deki suçluların sayısının yetişkin nüfusun %2,8’ine eşit olduğu anlamına geliyor. Bu verilere Kuzey Amerika adalet bakanlığı aracılığı ile herkesin ulaşması mümkün. Kısacası 1996’da ABD'deki hükümlü sayısı, Sovyetler Birliği'nde şimdiye kadar tutulan en yüksek sayıdan 3 milyon daha fazla. Sovyetler Birliği'nde suçlarından dolayı yetişkin nüfusun en fazla %2,4'ü cezaevindeydi - ABD'de bu rakam %2,8 ve artıyor! ABD Adalet Bakanlığı'nın 18 Ocak 1998'de yaptığı basın açıklamasına göre, 1997 yılında ABD'de hükümlü sayısı 96.100 artış gösterdi.

Sovyet çalışma kampları söz konusu olduğunda, rejimin mahkûmlar için sert ve zor olduğu doğrudur, ancak bugün ABD'nin şiddet, uyuşturucu, fuhuş, cinsel kölelik ile dolu hapishanelerinde durum nedir? ABD hapishanelerinde yılda 290.000 tecavüz yaşanmaktadır. ABD’deki hapishanelerde kimse kendini güvende hissetmiyor.

3. Şimdi sorulan üçüncü soruya cevap verelim. Çalışma kamplarında kaç kişi öldü?

Oran yıldan yıla değişiyordu, 1934'te %5,2'den 1953'te %0,3'e. Çalışma kamplarındaki ölümlere, bir bütün olarak toplumdaki kaynakların genel kıtlığı, özellikle de salgın hastalıklarla mücadele için gerekli ilaçların yokluğu neden oldu. Bu sorun çalışma kamplarıyla sınırlı değildi, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Sovyet toplumunun genelinde mevcuttu. Antibiyotikler İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra keşfedilip genel kullanıma sunulduğunda durum kökten değişti. Aslında en kötü yıllar, Nazi barbarlarının tüm Sovyet vatandaşlarına çok ağır yaşam koşulları dayattığı savaş yıllarıydı. Bu 4 yıl boyunca, çalışma kamplarında yarım milyondan fazla insan öldü - söz konusu 20 yıllık süre boyunca ölen toplam sayının yarısı. Unutmayalım ki aynı dönemde, savaş yıllarında, mahkûm olmayanlar arasında 25 milyon insan öldü. 1950'de Sovyetler Birliği'nde koşullar düzeldiğinde ve antibiyotikler kullanılmaya başlandığında hapishanede ölenlerin oranı %0,3'e düştü.

Not: Bu yazı dizisinin son bölümü, SSCB’de ölüm cezasının ne sıklıkla uygulandığı, ortalama mahkûmiyet süreleri ve SSCB ile ilgili araştırmalarda sıklıkla adı geçen iki grup, kulaklar ile 1937-1939 yılları arasında siyasi suçlardan mahkûm edilenler üzerine olacak.