Mahmut Boyuneğmez
Türkçe’de metafor, eğretileme ve istiare
aynı anlamlara sahiptir. Türk Dil Kurumu (TDK) Yayınları’nın Türkçe Sözlük’ünde
“istiare” kelimesinin anlamı şu şekilde açıklanmaktadır: “Bir şeyi anlatmak
için ona benzetilen başka bir şeyin adını eğreti olarak kullanma, eğretileme.”
(Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, 10.
baskıdan yapılan tıpkı basım - Yoğun disk armağanlı, s. 988) İstiare, Arapça’dan
dilimize aktarılmış, metafor ise Fransızca’dan geliyor.
“Camera obsura”, karanlık kutu ya da
fotoğraf makinesi anlamına gelmektedir. İçerisinde ters ya da baş aşağı duran
görüntü oluşur.
“Camera obcura” benzetmesini yapan, bu
metaforu kullanan Marx’tır. Marx, Engels’le birlikte yazdıkları Alman İdeolojisi adlı kitapta, bu
metaforu, ideolojilerin işlevini açıklamak amacıyla kullanır.
“Bilinç hiçbir zaman bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz ve insanların
varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir. İnsanlar ve sahip oldukları
ilişkiler tüm ideolojilerinde sanki camera
obscura’daymış gibi baş aşağı çevrilmiş bir biçimde görülüyorsa, nesnelerin
gözün ağ tabakası üzerinde ters durmalarının onların dolaysız fiziksel yaşam
süreçlerinin yansıması olması gibi, bu olgu da, insanların tarihsel yaşam
süreçlerine aynı şeyin olmasından ileri gelmektedir.” (K. Marx – F. Engels, Alman
İdeolojisi [Feuerbach], Çeviren: Sevim Belli, Beşinci baskı, Sol yayınları,
s. 45)
İdeoloji kavramını ilk kez Alman İdeolojisi’nde kullanan Marx’ın,
daha önceki eserlerinden gelen bir yaklaşımı, burada daha olgun bir kavrayışla
ifade ettiği görülmektedir. Kavrayışı materyalisttir. İdeolojilerde bulunan
fikirler, ahlak, din ve hukuki tasarımlar, hatta hayal ürünü düşünceler bile, bu
dünyanın ve insanların ürünüdürler. İnsanların ideolojik fikirleri nasıl
ürettiği anlaşılmak isteniyorsa, dikkate alınması gereken temel gerçeklik,
insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerdir. Bu ilişkilerin yansımaları ve
yankıları, ideolojiler alanında bulunur. İdeolojilerin oluşumunda ve yeniden
üretimindeki önemli bir düzenek “ters çevirme”dir. Gerçekliğin başağı, tersyüz
olmuş biçimde algılanması ve kavranması, ideolojilerin bir işlevidir.
İnsanların “dünyayı” algılaması ve
kavraması nasıl oluyor da ideolojik formlara dönüşebiliyor, nasıl oluyor da
“gerçeklik” baş aşağı bir biçimde algılanabilmektedir?.. İşte bu “giz”in sırrı,
toplumsal yaşamda, toplumsal pratiklerde ve ilişkilerde bulunmaktadır. Ters
çevirme ya da baş aşağılığın, kaynak ve kökeni toplumsal-tarihsel yaşamdadır.
İnsanların içerisinde bulunduğu koşullar, ilişki biçimleri değiştiğinde,
insanların gerçeklikle etkileşimi değişecek, gerçekliğin algılanması ve
kavranmasında kullanılan zihinsel düzenekler de farklılaşacaktır.
Gerçekliğin algılanma ve kavranma
yoluna, başka bir ifadeyle gerçekliğin zihin düzleminde yeniden-oluşturulma
düzeneklerine burada değinmiyoruz. Bu konuda [İdeolojilerin Realist Teorisi - Mahmut Boyuneğmez] adlı makalenin okunmasının
yararlı olacağını düşünüyoruz. Fakat bu konunun tartışılır olduğunu belirtmek
de gerekiyor. Zihinsel ideolojik düzenekler mi, ideolojik sanıların,
fikirlerin, duygulanım biçimlerinin oluşmasında rol oynuyor, yoksa “tersine
dönmüş bir dünya”daki olgular ve süreçler, insanların zihnine, herhangi bir
toplumsal belirlenmişliğe tabi olmayan insan beynine doğrudan yansıyor?..
Bize göre, toplumsal ilişkilerin durumu,
ideolojilerin oluşumunda belirleyici bir zemin sunmaktadır. Fakat insanları, bu
ilişkiler içerisinde, gerçeklikle etkileşimleri içerisinde dikkate almak
gerekmektedir. Toplumsal yaşamın içerisindeki konumlanma noktası; aile, okul ve
iş hayatındaki ilişkiler üzerinden içine girdiği etkileşimler, ideolojik
motiflerin aktarımını sağlayan kurumlar, araçlar, kültürel pratikler… Bütün bunların,
ideolojilerin zihinlerdeki oluşumu ve sonrasındaki yeniden üretimi açısından
önemi bulunmaktadır. İnsanların gerçekliği algılaması ve kavramasında
kullanılan yollar, biçimler, gelecek kuşaklara benimsetilmekte, aktarılmakta,
içinden geçilen bir genel/toplumsal “eğitim” süreciyle onlarda yeniden
oluşturulmaktadır. Tarihsel-toplumsal süreçlerin içerisinde insanlar, yaşam
koşullarındaki değişimlerle, bilinçlerinde bir kırılmaya yol açacak kendi
durumlarındaki sarsıntılarla da karşılaşırlar. Bu durumlarda bireylerin,
grupların ya da büyük kalabalıkların bilinçlerinde, algılamalarında, düşünce ve
davranışlarında kaymaların, farklılaşmaların oluştuğu, yaşananların farklı
anlamlandırılmaya başlandığı gözlenmektedir.
Bu noktada, bir analoji kurmak yararlı
olabilir. Dünyadan bakan ve nesnel gerçekliği buradan gözlemleyen biri için,
güneşin gökyüzündeki hareketi, onun dünyanın etrafında döndüğü algısını
oluşturmaktadır. Fakat farklı konumlanışlar ve gerçeklikle farklı etkileşim
biçimleri, bundan daha farklı algılamaların oluşmasına da yol açabilir. Ya da
yüzyıllar boyunca dünyanın basık bir küre olarak değil de, bir “düzlem” olarak
algılanması hatırlansın… Tarihte bazı yeni pratiklerin sonucunda gerçekleşen
yeni gözlemler, bu konularda o güne kadarki algılama ve kavrayış biçimlerini
değiştirmiş, söz konusu gerçekliğin daha kapsamlı ve derinlemesine soyutlanabilmesini
sağlamıştır. İnsani olmayan nesnel gerçekliğe ilişkin kavrayışımızdaki gelişme,
bilimsel düşüncelerdeki ilerlemelerde gözlenmektedir. Tarihsel-toplumsal
ilerlemenin bir sonucu da gerçekliğin bilimsel kavranışı ve soyutlanmasındaki
gelişmedir.
Daha fazla uzatmayalım ve ucu açık
bir-iki soruyla okuru kendi başına bırakalım: Peki toplumsal süreçler ve
olguların kavranışı için ne denebilir?.. Doğa bilimlerindekine benzer bir
gelişimden, toplum bilimlerinin geniş alanında da bahsedilebilir mi?.. Eğer
öyleyse, toplumların bilimsel ve akılcı bir biçimde düzenlenmesi olanaklı
mıdır?.. Toplumun bilimsel açıdan kavranışında bir derinleşme için, ne tür
pratiklere, deneyimlere ihtiyaç bulunmaktadır?..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.