20 Temmuz 2013 Cumartesi

Camera obscura nedir? – Mahmut Boyuneğmez

Türkçe’de metafor, eğretileme ve istiare aynı anlamlara sahiptir. Türk Dil Kurumu (TDK) Yayınları’nın Türkçe Sözlük’ünde “istiare” kelimesinin anlamı şu şekilde açıklanmaktadır: “Bir şeyi anlatmak için ona benzetilen başka bir şeyin adını eğreti olarak kullanma, eğretileme.” (Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, 10. baskıdan yapılan tıpkı basım - Yoğun disk armağanlı, s. 988) İstiare, Arapça’dan dilimize aktarılmış, metafor ise Fransızca’dan geliyor.

“Camera obsura”, karanlık kutu ya da fotoğraf makinesi anlamına gelmektedir. İçerisinde ters ya da baş aşağı duran görüntü oluşur.

“Camera obcura” benzetmesini yapan, bu metaforu kullanan Marx’tır. Marx, Engels’le birlikte yazdıkları Alman İdeolojisi adlı kitapta, bu metaforu, ideolojilerin işlevini açıklamak amacıyla kullanır.

“Bilinç hiçbir zaman bilinçli varlıktan başka bir şey olamaz ve insanların varlığı, onların gerçek yaşam süreçleridir. İnsanlar ve sahip oldukları ilişkiler tüm ideolojilerinde sanki camera obscura’daymış gibi baş aşağı çevrilmiş bir biçimde görülüyorsa, nesnelerin gözün ağ tabakası üzerinde ters durmalarının onların dolaysız fiziksel yaşam süreçlerinin yansıması olması gibi, bu olgu da, insanların tarihsel yaşam süreçlerine aynı şeyin olmasından ileri gelmektedir.” (K. Marx – F. Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], Çeviren: Sevim Belli, Beşinci baskı, Sol yayınları, s. 45)

İdeoloji kavramını ilk kez Alman İdeolojisi’nde kullanan Marx’ın, daha önceki eserlerinden gelen bir yaklaşımı, burada daha olgun bir kavrayışla ifade ettiği görülmektedir. Kavrayışı materyalisttir. İdeolojilerde bulunan fikirler, ahlak, din ve hukuki tasarımlar, hatta hayal ürünü düşünceler bile, bu dünyanın ve insanların ürünüdürler. İnsanların ideolojik fikirleri nasıl ürettiği anlaşılmak isteniyorsa, dikkate alınması gereken temel gerçeklik, insanlar arasındaki toplumsal ilişkilerdir. Bu ilişkilerin yansımaları ve yankıları, ideolojiler alanında bulunur. İdeolojilerin oluşumunda ve yeniden üretimindeki önemli bir düzenek “ters çevirme”dir. Gerçekliğin başağı, tersyüz olmuş biçimde algılanması ve kavranması, ideolojilerin bir işlevidir.

İnsanların “dünyayı” algılaması ve kavraması nasıl oluyor da ideolojik formlara dönüşebiliyor, nasıl oluyor da “gerçeklik” baş aşağı bir biçimde algılanabilmektedir?.. İşte bu “giz”in sırrı, toplumsal yaşamda, toplumsal pratiklerde ve ilişkilerde bulunmaktadır. Ters çevirme ya da baş aşağılığın, kaynak ve kökeni toplumsal-tarihsel yaşamdadır. İnsanların içerisinde bulunduğu koşullar, ilişki biçimleri değiştiğinde, insanların gerçeklikle etkileşimi değişecek, gerçekliğin algılanması ve kavranmasında kullanılan zihinsel düzenekler de farklılaşacaktır.

Gerçekliğin algılanma ve kavranma yoluna, başka bir ifadeyle gerçekliğin zihin düzleminde yeniden-oluşturulma düzeneklerine burada değinmiyoruz. Bu konuda [İdeolojilerin Realist Teorisi - Mahmut Boyuneğmez] adlı makalenin okunmasının yararlı olacağını düşünüyoruz. Fakat bu konunun tartışılır olduğunu belirtmek de gerekiyor. Zihinsel ideolojik düzenekler mi, ideolojik sanıların, fikirlerin, duygulanım biçimlerinin oluşmasında rol oynuyor, yoksa “tersine dönmüş bir dünya”daki olgular ve süreçler, insanların zihnine, herhangi bir toplumsal belirlenmişliğe tabi olmayan insan beynine doğrudan yansıyor?..

Bize göre, toplumsal ilişkilerin durumu, ideolojilerin oluşumunda belirleyici bir zemin sunmaktadır. Fakat insanları, bu ilişkiler içerisinde, gerçeklikle etkileşimleri içerisinde dikkate almak gerekmektedir. Toplumsal yaşamın içerisindeki konumlanma noktası; aile, okul ve iş hayatındaki ilişkiler üzerinden içine girdiği etkileşimler, ideolojik motiflerin aktarımını sağlayan kurumlar, araçlar, kültürel pratikler… Bütün bunların, ideolojilerin zihinlerdeki oluşumu ve sonrasındaki yeniden üretimi açısından önemi bulunmaktadır. İnsanların gerçekliği algılaması ve kavramasında kullanılan yollar, biçimler, gelecek kuşaklara benimsetilmekte, aktarılmakta, içinden geçilen bir genel/toplumsal “eğitim” süreciyle onlarda yeniden oluşturulmaktadır. Tarihsel-toplumsal süreçlerin içerisinde insanlar, yaşam koşullarındaki değişimlerle, bilinçlerinde bir kırılmaya yol açacak kendi durumlarındaki sarsıntılarla da karşılaşırlar. Bu durumlarda bireylerin, grupların ya da büyük kalabalıkların bilinçlerinde, algılamalarında, düşünce ve davranışlarında kaymaların, farklılaşmaların oluştuğu, yaşananların farklı anlamlandırılmaya başlandığı gözlenmektedir.

Bu noktada, bir analoji kurmak yararlı olabilir. Dünyadan bakan ve nesnel gerçekliği buradan gözlemleyen biri için, güneşin gökyüzündeki hareketi, onun dünyanın etrafında döndüğü algısını oluşturmaktadır. Fakat farklı konumlanışlar ve gerçeklikle farklı etkileşim biçimleri, bundan daha farklı algılamaların oluşmasına da yol açabilir. Ya da yüzyıllar boyunca dünyanın basık bir küre olarak değil de, bir “düzlem” olarak algılanması hatırlansın… Tarihte bazı yeni pratiklerin sonucunda gerçekleşen yeni gözlemler, bu konularda o güne kadarki algılama ve kavrayış biçimlerini değiştirmiş, söz konusu gerçekliğin daha kapsamlı ve derinlemesine soyutlanabilmesini sağlamıştır. İnsani olmayan nesnel gerçekliğe ilişkin kavrayışımızdaki gelişme, bilimsel düşüncelerdeki ilerlemelerde gözlenmektedir. Tarihsel-toplumsal ilerlemenin bir sonucu da gerçekliğin bilimsel kavranışı ve soyutlanmasındaki gelişmedir.

Daha fazla uzatmayalım ve ucu açık bir-iki soruyla okuru kendi başına bırakalım: Peki toplumsal süreçler ve olguların kavranışı için ne denebilir?.. Doğa bilimlerindekine benzer bir gelişimden, toplum bilimlerinin geniş alanında da bahsedilebilir mi?.. Eğer öyleyse, toplumların bilimsel ve akılcı bir biçimde düzenlenmesi olanaklı mıdır?.. Toplumun bilimsel açıdan kavranışında bir derinleşme için, ne tür pratiklere, deneyimlere ihtiyaç bulunmaktadır?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.