Mahmut
Boyuneğmez
“Gelişim, maddi ve ideal nesnelerin yeni niteliklerinin ortaya çıkışıyla sonuçlanan, geri döndürülemez, kesinlikle yönelmiş ve yasayla yönetilen değişimidir.”[1] Vurgulayacak olursak, gelişimin dört temel niteliği şunlardır:
· Yeni niteliklerin ortaya çıkması
· Geri dönülmezlik
· Bir yöne/eğilime sahip olma
· İçerdiği değişimlerin yasalara uyması
Güneş’in oluşumunu ve
gelişimini örnek olarak irdeleyelim. Güneş’in “doğumu”, hidrojen moleküler
bulutun hızla kendi içine çökmesi sonucudur. Gelişiminin daha sonraki bir
döneminde çekirdekte oluşan nükleer füzyon reaksiyonları hidrojeni helyuma
dönüştürür. Böylece Güneş'in çekirdeğinde madde enerjiye çevrilir. Hidrojen
atomlarının helyum atomlarına dönüşmesi, yeni bir niteliğin, geriye dönülmez
şekilde ortaya çıktığını gösterir. Bu dönüşüm fizik yasalarına tabidir. Güneş süpernova olarak
patlayacak kadar fazla kütleye sahip değildir. Bunun yerine 5-6 milyar yıl
içinde kırmızı dev aşamasına girecektir. Bu, gelişimindeki bir eğilim
ya da yöndür. Çekirdekte bulunan hidrojen yakıtı tükendikçe dış katmanları
genişleyecek, çekirdeği büzüşerek ısınacaktır. Çekirdek sıcaklığı bir noktaya
ulaştığında helyum füzyonu tetiklenecek ve karbon ile oksijen üretecektir.
Böylelikle yüzeyinden kütle kaybetmeye başlayacaktır. Yine yeni nitelikler,
geri dönülmez şekilde ortaya çıkmakta ve belirli yasalar uyarınca bu değişimler
oluşmaktadır. Kırmızı dev aşamasından sonra geride kalan tek cisim, aşırı derecede
sıcak olan yıldız çekirdeğidir. Bu çekirdek milyarlarca yıl boyunca yavaşça soğuyup beyaz
cüceye dönüşecektir.
Şimdi de “eşitsiz gelişim”
olgusuna bakalım. Eşitsiz ve bileşik
gelişme, kanımızca bir bilimsel “yasa” değil, evrende, doğada, toplumda ve örneğin
ideolojiler dünyasında görülen bir örüntüdür.
Gelişim örüntüsündeki
“eşitsizlik”, süreçlerdeki farklı tempolarda gelişimi, yani ilerleyiş hızını
anlatır. Kimi unsurların hızlıca, kısa zaman kesitlerinde belirgin değişimler
geçirmesini, buna karşın bazı diğer unsurların yavaş ve tedrici ilerlemelerle
gelişimi anlamına gelir. Eşitsiz gelişim olgusunda, sıçramalar ve kaplumbağa
hızında değişimler bir arada yaşanmaktadır.
Bu örüntünün “bileşik” kısmıysa,
eski ve yeninin, ilkel ile daha gelişkin olanın, geri olan ile ileride olanın
bir arada ve aynı zaman diliminde görülmesini vurgular.
Evrende farklı tempolarda
gelişime sahip olan galaksiler, yıldızlar ve gezegenler bulunmaktadır.
Gelişiminin farklı dönemlerinde yıldızlara, gezegenlere ve galaksilere sahip
olan evrenimiz, ileri ile geri oluşumları bir arada barındırmaktadır.
Türleşmeyi açıklamak üzere
“filogenetik tedricilik” ile “sıçramalı evrim” modelleri, evrim teorisinde
yerleri olan iki yaklaşımdır. “Filogenetik tedricilik”, birçok canlı türleşmesi
yavaş ve tedrici olarak gerçekleşir anlayışındayken, “sıçramalı evrim” modeli,
nadir de olsa görece kısa zaman kesitlerinde hızlı evrimleşmenin olduğunu, bu
dönemlerde bir türün farklı iki türe evrimleştiğini, daha sonrasındaysa
değişimin çok olmadığı bir “staz” döneminin yaşandığını öne sürer. Bunlardan
ayrı olarak “değişken hızlı evrim” modeline göreyse, farklı canlı türleri
farklı tempolarda evrimleşmektedir. Bu konudaki tartışmalar bitmemiş olsa da
canlıların evrimsel süreçlerinde eşitsiz ve bileşik gelişimin olduğunu öne
sürebiliriz. Yani bir yandan canlıların evrimleşme tempoları farklılıklar
gösterirken, bir yandan da geri ve ileri formların bir arada ve etkileşim
içerisinde var olduklarını söyleyebiliyoruz.
İnsanlık tarihi de eşitsiz ve
bileşik gelişmiştir. Farklı gelişim evreleri bölgeden bölgeye,
imparatorluklarda, ülkelerde, kentlerle kırsal bölgeler arasında aynı zaman
kesitinde görülmüş, gelişim hızları arasında farklılıklar hep olmuştur.
Toplumsal tarihin fikirler
boyutundaysa, eşitsiz ve bileşik gelişim örüntüsü hemen herkesin gözüne
çarpacak kadar belirgindir. En son bilimsel bilgilerin üretildiği ve
kullanıldığı, fakat en ilkel ve tarihsel olarak geri düşüncelerin, inançların da
benimsendiği bir dünyada yaşıyoruz. Üstelik bu saptama tüm tarih boyunca
geçerlidir. Bazı inançlarda çok yavaş ve tedrici bir değişim yaşanırken,
bilimsel atılımların ve devrimci siyasal görüşlerin görece daha kısa tarihsel
dönemlere sıkıştığını biliyoruz.
Şimdi, konuyu devrim teorisi bağlamında değerlendirelim. Bir ülkede kapitalist toplumsal ilişkilerin gelişmişlik düzeyi, eş deyişle görece gelişmemiş ya da görece ileri olması, o ülkede sosyalizme geçişin somut bir olanak olmasını etkilemez. Bunun nedeni, bir ülkede sosyalist devrime önderlik edecek siyasal çizginin ve örgütün, eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak görece geri toplumsal ilişkiler içerisinde dahi oluşabilmesidir. Zayıf halka ülkelerde, proleterleşme süreçleri görece gelişmemiş de olsa, sömürülen üreticilerin/emekçilerin kapitalist toplumsal ilişkilerin olgunlaşmasını beklemeden, kendi iktidarları için sosyalist devrime yönelmeleri mümkündür. Dünya emperyalist-kapitalist sistemi içerisinde bir ülkede kapitalist toplumsal ilişkiler yaygınlaşıp oturmuşluk kazanmadan da yöneten sınıf ile sömürülen/yönetilen diğer sınıflar arası karşıtlıklar çelişki formunu alabilir ve mevcut iktidar zayıflayıp çatırdayabilir. İşte o zaman, sosyalist bir devrimin gerçekleşmesi için gerekli koşullar oluşmuş demektir.
[1] Aleksandr Spirkin, Felsefenin
Temelleri, Yazılama Yayınevi, 1. Baskı, 2016, s. 146
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Google hesabıyla yorum yapmak istemiyorsanız, yorum yazmadan önce Ad/Url seçeneğinde, sadece ad kısmını doldurabilirsiniz.